ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 1983/9
Karar Sayısı : 1984/1
Karar Günü : 26/1/1984
R.G. Tarih-Sayı :13.12.1984-18604
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Danıştay Üçüncü Dairesi
İTİRAZIN KONUSU : 27/2/1979 günlü, 2215 sayılı 1979 Yılı Bütçe
Kanunu'nun 30. maddesinin birinci fıkrasının Anayasaya aykırı olduğu ileri
sürülerek iptaline karar verilmesi istemidir.
I - OLAY :
Sayıştay uzman denetçisi olan davacı, 4 Haziran 1979 - 30 Eylül
1979 tarihleri arasında saymanlık hesaplarının denetimi için, Erzurum ve Ağrı
illerinde görevlendirilmiştir.
Bu illerde 114 gün görev yaptıktan sonra Ankara'ya dönen davacı,
gündeliğini, 6245 sayılı Harcırah Kanunu'nun 33. maddesinin o tarihte
yürürlükte bulunan hükümlerine göre, aylık tutarının % 3,5'i üzerinden
hesaplayarak, yolluk bildirimini düzenlemiştir.
Sayıştay Başkanlığı, 1979 Yılı Bütçe Kanunu'nun 30. maddesinin
birinci fıkrasında "1/3/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu'nun
33. maddesinin (a) ve (b) bentlerinde yazılı oran ve gündelik tutarlarına
ilişkin sınırlayıcı hükümler uygulanmamak üzere ... her yıl Bütçe Kanunu ile
saptanması gereken katsayı oran ve tutarlar (H) cetvelinde gösterilmiştir"denilmiş
olmasını gözönünde tutarak, davacıya gündeliklerinin, Harcırah Kanunu'nun 33.
maddesinde yazılı asgari hadde göre hesaplamış olduğu miktarlar üzerinden
ödenemeyeceğini bildirmiştir.
Davacının Harcırah Kanununun 33. maddesinde yazılı asgari hadde
göre hesapladığı gündeliği 442 lira olduğu halde, 1979 Yılı Bütçe Kanununa
bağlı (H) cetvelinde, kendisinin durumunda olanlar için ödenmesi kabul edilen
gündelik miktarı 225 liradır.
Sayıştayin, harcırah avansının mahsubunu 442 lira gündelik
üzerinden yapmayı reddedip, 225 lira üzerinden yapması sonucunda 24.738 liralık
bir haktan yoksun kaldığını ileri süren davacı, 1979 Yılı Bütçe Kanunu'nun,
Anayasaya aykırı gördüğü 30. maddesinin 1. ve 3/c. fıkraları ile (H) cetvelinin
1/c - 2. bendi hükümlerinin iptalinin sağlanması ve 24.738 liralık gündelik
farkının kendisine ödenmesine karar verilmesi için 10/4/1981 tarihli dilekçe ile
Danıştay'a dava açmıştır.
Davacı, Danıştay Onuncu Dairesinin istemin reddine ilişkin E:
1980/520, K: 1981/1021 sayılı kararına karşı, 4/9/1981 tarihli dilekçesi ile
kararın düzeltilmesi isteminde bulunmuştur. İstemi yerinde gören Danıştay
Üçüncü Dairesinin, sözü geçen kararı ortadan kaldırdıktan sonra, 28/12/1982
tarihli, E: 1982/5033 sayılı kararı ile, 1979 Yılı Bütçe Kanunu'nun 30.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan hükmün o tarihte yürürlükte olan 334
sayılı TC.Anayasası'nın 126. maddesine aykırı bulunduğu yolundaki davacı
iddiasının ciddi olduğu kanısına varmış ve anılan maddenin iptali için Anayasa
Mahkemesine başvurmuştur.
III - YASA METİNLERİ :
A - İtiraz konusu yasa hükmü :
27/2/1979 günlü, 2215 sayılı 1979 Yılı Bütçe Kanunu'nun 30.
maddesinin, itiraz konusu hükmü de içeren birinci fıkrası şöyledir :
"1/3/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu'nun 33.
maddesinin (a) ve (b) bentlerinde yazılı oran ve gündelik tutarlarına ilişkin
sınırlayıcı hükümler uygulanmamak üzere, bu madde ile aynı Yasanın 34., 35. ve
50. maddeleri uyarınca her yıl Bütçe Kanunu ile saptanması gereken katsayı,
oran ve tutarlar, (H) cetvelinde gösterilmiştir.
B - Anayasa Kuralları :
7/11/1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın
16i. maddesinde şöyle denilmektedir :
"Devletin ve kamu iktisadi teşebbüsleri dışındaki kamu tüzel
kişilerinin harcamaları, yıllık bütçelerle yapılır.
Mali yıl başlangıcı ile genel ve katma bütçelerin nasıl
hazırlanacağı ve uygulanacağı kanunla belirlenir.
Kanun, kalkınma planları ile ilgili yatırımlar veya bir yıldan
fazla sürecek iş ve hizmetler için özel süre ve usuller koyabilir.
Bütçe Kanununa, bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm
konulamaz."
I - İLK İNCELEME :
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca. Ahmet H.
Boyacıoğlu, H. Semih Özmert, Nahit Saçlıoğlu, Hüseyin Karamüstantikoğlu, Osman
Mikdat Kılıç, Mithat Özok, Kenan Terzioğlu, Orhan Onar, Muammer Turan, Mehmet
Çınarlı, Mahmut C. Cuhruk, Necdet Darıcıoğlu, Servet Tüzün, Yılmaz
Aliefendioğlu ve Yekta Güngör Özden'in katılmalarıyla 7/6/1983 tarihinde
yapılan ilk inceleme toplantısında, Anayasa'ya uygunluk denetiminin 1961 ve
1982 Anayasalarından hangisine göre yapılması gerektiği üzerinde durulmuştur.
Davacı, iptalini istediği yasa hükmünün olayın geçtiği tarihte
yürürlükte bulunan 9/7/191 günlü, 334 sayılı T. C. Anayasası'nın 126. maddesine
aykırı olduğunu ileri sürmüş, davaya bakmakta olan Danıştay Üçüncü Dairesi de
bu iddiayı ciddi görerek konunun, Anayasa Mahkemesince, 1961 Anayasasına göre
bir karara bağlanmasını istemiş ise de, işin Danıştay'daki evresinde 7/11/1982
günlü, 2709 sayılı yeni Anayasa yürürlüğe girmiş bulunmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da açıklandığı gibi,
Anayasalar, Devletin şeklini, temel yapısını, işlevini, vatandaşın temel hak ve
özgürlükleriyle bunların sınırlandırış biçimini ve herkesin Devlete karşı
görevlerini düzenleyen temel kurallar bütünüdür. Anayasal düzen bu temel
kurallara göre somutlaşır.
Anayasa'ya uygunluk denetimi yoluyla korunacak hukuki temel düzen
yeni Anayasa düzenidir. Bu da ancak denetimde yeni Anayasa kurallarının esas
alınmasıyla mümkün olabilir.
Öte yandan, kanunların, zaman içinde uygulanmasında başkaca hüküm
konulmuş olmadıkça, yürürlüğe girmesiyle birlikte derhal etkisini göstermesi kuraldır.
Üstün bir hukuk normu olan ve uyulması zorunlu bulunan Anayasa hükümlerinin de
yürürlük bakımından bu kurala bağlı oldukları açıktır. Bu düşüncelerle :
1 - İtiraza konu edilen yasa kuralı hakkında Anayasa'ya uygunluk
denetiminin 1982 Anayasası kurallarına göre yapılması gerektiğine, Muammer
Turan, Mehmet Çınarlı ve Yılmaz Aliefendioğlu'nun karşıoylarıyla ve
oyçokluğuyla,
2 - Dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının Sayıştay
Denetçileri açısından incelenmesine oybirliğiyle,
karar verilmiştir.
V - ESASIN İNCELENMESİ :
İşin esasına ilişkin rapor, başvuru kararı ve ekleri, Anayasa'ya
aykırılığı öne sürülen yasa hükmü ve aykırılık savı ile ilgili Anayasa
kuralları, bunların gerekçeleri, öteki yasama belgeleri ve konu ile ilişkili
bütün metinler okunduktan sonra, gereği görüşülüp düşünüldü :
10/2/1954 günlü, 6245 sayılı Harcırah Kanunu'nun, dava sırasında
yürürlükte olan ve konu ile ilgili bulunan 33. maddesi şöyledir :
"Bu Kanun gereğince, yurt içi yevmiyelerinin miktarı her sene
Bütçe Kanunları ile tespit olunur. Ancak bu yevmiyeler :
a) ......
b) Bu Kanuna tabi kurumlarca mıntıka merkezleri haricine vazife
ile gönderilecek alelumun müfettiş ve müfettiş muavinleri ile ... senelik hesap
tetkiki maksadıyla taşraya gönderilecek Divanı Muhasebat murakıp ve
muavinleriyle Başvekalet Umumi Murakabe Heyeti uzman ve uzman muavinleri için
-15 liradan aşağı olmamak kaydıyla- aylık veya ücret tutarlarının % 3,5'inden
az ve % 7'sinden çok;
olamaz."
27/2/1979 günlü, 2215 sayılı 1979 Yılı Bütçe Kanunu'nun 30. maddesinde
ise, 1/3/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu'nun 33. maddesinin (a) ve
(b) bentlerinde yazılı oran ve gündelik tutarlarına ilişkin sınırlayıcı
hükümler uygulanmamak üzere, bu madde ile aynı yasanın 34, 35 ve 50 nci
maddeleri uyarınca her yıl Bütçe Kanunu ile saptanması gereken katsayı, oran ve
tutarların (H) cetvelinde gösterilmiş olduğu yazılıdır.
Aynı Kanuna bağlı (H) cetvelinde müfettişler ve gündelikleri
bunlar gibi hesaplananlardan bir bölge veya Türkiye çapında denetim hizmeti
yürütenler için, gündelik tutarı 225 lira olarak belirlenmiştir.
1979 yılında en alt derecedeki memurun aylık göstergesi 300, en
yukarı derecedekinin ise 1200'dür. O yılın Bütçe Kanunu ile kabul edilen
katsayı da 18 olduğundan, (H) cetveli ile verilen 225 lira gündelik, belli bir
derecenin üstünde bulunanlar için, aylık tutarlarının % 3,5'inden daha az
olmaktadır.
6245 sayılı Harcırah Kanunu'nun 33. maddesinde, yurtiçi
yevmiyelerinin miktarının her sene Bütçe Kanunu ile tespit edileceği kabul
edilmiş ise de, bu yevmiyelerin aşağı ve yukarı sınırları ayrıca
gösterilmiştir. 1979 Yılı Bütçe Kanunu'nun 30. maddesinde, bu sınırların
uygulanmayacağı belirtilmiş ve bu Kanuna bağlı (H) cetvelinde müfettişler ve
gündelikleri bunlar gibi hesaplananlardan (bu arada Sayıştay Denetçi ve Denetçi
Yardımcılarından) aylıkları belli bir derecenin üstünde bulunanlar için,
Harcırah Kanunu ile kabul edilen aşağı sınırın altında bir yevmiye tespit
edilmiştir.
Harcırah Kanununa aykırı olarak Bütçe Kanunu ile yapılan bu
düzenlemenin Anayasa'ya uygun olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa'nın 161. maddesinin son fıkrasında : "Bütçe Kanununa,
bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz denilmektedir. Danışma
Meclisince kabul edilen Anayasa tasarısının bu maddeye tekabül eden 176.
maddesinde, Bütçe Kanunu ile "Mevcut Kanunların hükümlerini açıkça veya
dolaylı olarak değiştiren veya kaldıran hükümler" getirilemeyeceği ayrıca
belirtilmişken, Milli Güvenlik Konseyi Anayasa Komisyonu'nca bu son hüküm
tasarıdan çıkarılmıştır.
Sözü geçen komisyonun değişiklik gerekçesinden, "Bütçe
Kanununa, bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz"
denilmiş olmasının yeterli görüldüğü, bu hükmün başka bir hükümle açıklanmasına
gerek olmadığı, böyle bir açıklama olmadan da Bütçe Kanunu ile mevcut
kanunların hükümlerini değiştiren veya kaldıran hükümler getir ilmesine imkan
bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Anayasa'nın 88. maddesinde, kanun teklif etmeye Bakanlar Kurulu ve
Milletvekillerinin yetkili olduğu belirtilmiş, kanun tasarı ve tekliflerinin
Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülme usul ve esaslarının düzenlenmesi
İçtüzüğe bırakılmış olduğu halde, 162. maddesinde Bütçe Kanunlarının hazırlanma
ve görüşülmesi için özel bir usul getirilmiştir.
Sözü geçen 162. maddede aynen şöyle denilmektedir :
"Bakanlar Kurulu, genel ve katma bütçe tasarıları ile milli
bütçe tahminlerini gösteren raporu, mali yıl başından en az yetmişbeş gün önce,
Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar.
Bütçe tasarıları ve rapor, kırk üyeden kurulu Bütçe Komisyonunda incelenir.
Bu komisyonun kuruluşunda, iktidar grubuna veya gruplarına en az yirmibeş üye
verilmek şartı ile, siyasi parti gruplarının ve bağımsızların oranlarına göre
temsili gözönünde tutulur.
Bütçe Komisyonunun ellibeş gün içinde kabul edeceği metin, Türkiye
Büyük Millet Meclisinde görüşülür ve mali yıl başına kadar karara bağlanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Genel Kurulda, bakanlık ve
daire bütçeleriyle katma bütçeler hakkında düşüncelerini, her bütçenin tümü
üzerindeki görüşmeler sırasında açıklarlar; bölümler ve değişiklik önergeleri,
üzerinde ayrıca görüşme yapılmaksızın okunur ve oya konur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, bütçe kanunu tasarılarının
Genel Kurulda görüşülmesi sırasında, gider artırıcı veya gelirleri azaltıcı
önerilerde bulunamazlar.
Anayasa'nın 89. maddesinde Cumhurbaşkanına; yayımlanmasını uygun
bulmadığı kanunların, bir daha görüşülmek üzere, Türkiye Büyük Millet
Meclisi'ne geri gönderme yetkisi verilmiş bulunduğu halde, Bütçe kanunları bu
yetkinin dışında tutulmuştur.
Anayasa'nın, kanunların teklifi, görüşülmesi ve yayımlanması için,
özelliklerini gözönünde tutarak, ayrı ayrı kurallara bağladığı iki türlü
usulden birinin diğeri yerine kullanılmaması gerekir. Bütçe kanunlarının
Anayasa'nın 88. maddesine göre teklif edilip İçtüzükte kanun tasarıları ve
teklifleri için öngörülen usullerle görüşülmesi nasıl mümkün değil ise, bütçe
ile ilgili olmayan ve sözü geçen 88. madde gereğince teklif edilerek İçtüzükte
yazılı usul ve esaslara göre incelenip görüşülmesi gereken öteki kanunların da,
Bütçe kanunlarına mahsus bir yöntemle teklifine ve görüşülmesine imkan yoktur.
Bütçe kanunlarına bütçe ile ilgili olmayan kurallar konulmasına
olanak sağlanması, Anayasa'nın öngördüğü olağan usullerle çıkarılamayan kimi
yasa kurallarının bütçe kanunlarıyla düzenlenmesi eğilimini yaratabilir.
Böylece, kendine özgü hazırlıklar gerektiren düzenlemeler ve değişiklikler
yerine, bütçe kanunlarında yer alacak geçici kurallarla yetinilmesi yolu
seçilebilecektir. Nitekim, Anayasa'ya uygun olmamakla birlikte, bu yolun
sağladığı kolaylık, bütçe kanunlarına bütçe ile ilgili olmayan hükümler koymak
ve bazı kanunların o mali yıl içinde uygulanmasını bütçe kanunuyla önleme
alışkanlığını doğurmuş; Harcırah Kanununun 33. maddesiyle kabul edilen
oranların uygulanması da, uzun yıllar bu yolla engellenmiştir. 1979 Yılı Bütçe
Kanunu'nun 30. maddesine konulan itiraz konusu hüküm de bu engellemeyi sağlayan
hükümlerden biridir.
6245 sayılı Harcırah Kanunu'nun 33. maddesinin (a) ve (b)
bentlerinde yazılı oran ve gündelik tutarlarına ilişkin sınırlayıcı kuralların
uygulanmamasını öngören, böylece Harcırah Kanununu değiştiren bu hükmün
Anayasa'ya aykırı olduğunun kabulü gerekir.
Sözü geçen hükümle değişikliğe uğratılan yurt içi gündelikleri
konusunun bütçe ile ilgili olup olmadığı hususuna gelince :
Anayasa Mahkemesinin kararlarında, örneğin, 9/12/197s tarihli, E:
1976/34, K: 1976/52 sayılı kararda (15/3/1977 günlü, 15879 sayılı Resmi Gazete)
"Bütçe ile ilgili hükümler" deyimi yorumlanarak açıklığa
kavuşturulmuştur.
Anılan kararda da belirtildiği gibi, "Bütçe ile ilgili
hükümler" deyimini mali nitelikteki hükümler anlamında değil, bütçenin
uygulanması ile ilgili, uygulamayı kolaylaştırıcı ve açıklayıcı nitelikte
hükümler olarak düşünmek gerekir. Bir kanun kuralının bütçeden harcamayı
gerektirir veya bütçeye gelir getirir nitelikte bulunması, bunun 161. maddede
öngörülen "Bütçe ile ilgili hükümlerden" sayılmasını icabettirmez.
Çünkü, hemen her kanunda harcamalara yol açabilecek hükümler bulunabilir.
Harcamalara ilişkin pek çok kanunun ve bütün vergi kanunlarının "Bütçe ile
ilgilin sayılmaları kabul edildiği takdirde, bir devlet hizmetinin yeniden
kurulması veya yeni bir vergi yükümü getirilmesi veya bu konularda yürürlükte
bulunan kanunların değiştirilmesi veya kaldırılması için bütçe kanunlarına
hükümler konulması yoluna gidilebilir.
Böyle bir uygulama, Anayasa'nın 162. maddesiyle, özelliği
gözönünde tutularak sadece bütçeler için kabul edilmiş bulunan bir yönteme,
Anayasa Koyucunun amacına aykırı olarak genellik ve genişlik kazandırır.
Harcırah Kanununun 33. maddesinde, yurt içinde verilecek
gündeliklerin miktarlarının her yıl bütçe kanunu ile tespit edileceği kabul
edilmiştir. Gündelik miktarlarının sözü geçen maddede gösterilmeyip bütçe
kanunlarına bırakılmasından maksat, bu miktarların değişen fiyatlara ve yaşama
şartlarına uygunluğunu sağlamaktır.
1979 Yılı Bütçe Kanunu'nun 30. maddesinin birinci fıkrasında yer
alan itiraz konusu kural ve fıkrada sözü geçen (H) cetveli, Harcırah Kanununun
öngördüğü, bütçenin uygulamasıyla ilgili düzenlemelerdir. Bu düzenlemelerin
bütçe ile ilgili olduğunun kabulü gerekir.
Ne var ki, sözü geçen 30. maddenin birinci fıkrasında
"Harcırah Kanunu'nun 33. maddesinin (a) ve (b) bentlerinde yazılı oran ve
gündelik tutarlarına ilişkin sınırlayıcı hükümler"in uygulanmayacağı
belirtilmek ve bu fıkranın gönderme yaptığı (H) cetvelinde, sözü geçen
sınırlayıcı hükümlere aykırı gündelikler tespit edilmek suretiyle, Harcırah
Kanunu'nun değiştirilmesi yoluna gidilmiştir.
6245 sayılı Harcırah Kanunu'nun 33. maddesinin 1979 yılında
yürürlükte bulunan hükümleri karşısında, senelik hesap tetkiki maksadıyla
taşraya gönderilecek Sayıştay denetçi ve yardımcılarına aylık tutarlarının %
3,5'inden az, % 7'sinden çok gündelik verilmesi mümkün olmadığından, 1979 Yılı
Bütçe Kanunu'na bağlı (H) cetvelinde, sözü geçen maddede yazılı aşağı sınırın
altında gündelik tespit edilmiş olması, söz konusu hükmü o bütçe yılı için
işlemez duruma sokarak ortadan kaldırmış bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, bütçe kanunlarında., öbür kanunların
hükümlerini kaldıran veya değiştiren hükümler yer alamayacağından, 10/2/1954
günlü, 6245 sayılı Harcırah Kanunu'nun 33. maddesinin (b) bendinde öngörülen
sınırlamanın uygulanmasını engelleyen 27/2/1979 günlü, 2215 sayılı 1979 Yılı
Bütçe Kanunu'nun 30. maddesinin birinci fıkrasının Anayasa'nın 161. maddesine
aykırılığından dolayı Sayıştay denetçileri açısından iptaline karar
verilmelidir.
VI - SONUÇ :
27/2/1979 günlü, 2215 sayılı 1979 Yılı Bütçe Kanunu'nun itiraz
konusu 30. maddesinin birinci fıkrasının Sayıştay denetçileri açısından
Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline; Muammer Turanın, "sözü edilen
maddenin birinci fıkrasında parantez içinde bulunan (a)'dan sonra gelen (ve)
ile parantez içinde bulunan (b)'nin iptaline karar verilmesi gerektiği"
yolundaki karşıoyu ile ve oyçokluğuyla, 26/1/1984 gününde karar verildi.
Başkan
Ahmet H.
BOYACIOĞLU
|
Başkanvekili
H. Semih
ÖZMERT
|
Üye
Necdet
DARICIOĞLU
|
Üye
Hüseyin
KARAMÜSTANTİKOĞLU
|
Üye
Kenan
TERZİOĞLU
|
Üye
Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU
|
Üye
Yekta Güngör ÖZDEN
|
Üye
Orhan ONAR
|
Üye
Muammer TURAN
|
Üye
Mehmet ÇINARLI
|
Üye
Selahattin
METİN
|
Üye
Servet TÜZÜN
|
Üye
Mahmut C.
CUHRUK
|
Üye
O. Mikdat
KILIÇ
|
Üye
Mithat ÖZOK
|
KARŞIOY
YAZISI
Burada, itiraz yoluyla başvurulan hükmün Anayasa'ya uygunluk denetiminin
olay zamanında yürürlükte bulunan 1961 Anayasası ile daha sonra yürürlüğe giren
1982 Anayasası'ndan hangisine göre yapılacağı konusunun tartışılması
gerekmektedir.
Yasalar belirleyici, düzenleyici ya da yasaklayıcı nitelikleriyle
ilgili oldukları konularda genel ve nesnel (objektif) hukuksal durumlar
oluştururlar. Bir yasanın ya da o hükmün, kapsamı içerisine giren olay ya da
olaylara uygulanması öznel (subjektif) durumlar doğurur. Kişiyle - kişi ya da
kişiyle - devlet arasındaki ilişkilerin ve yürütme etkinliklerinin yasanın
belirlediği düzenleyici kurallara göre olmasında kamu yararı (nesnel yarar);
etkinliklerini yürürlükteki yasaya göre düzenleyen kişilerin de, kendilerine bu
yasanın uygulanmasını istemekte kişisel yararları (öznel yarar) vardır. Bu
durum kişiler yönünden kazanılmış hak doğurur. Başka bir deyişle kişinin, olay
günündeki yasanın kendisine uygulanmasını istemekte kazanılmış hakkı vardır. Bu
durum, aynı zamanda, yasalara duyulan güvencenin doğal sonucudur.
Yasaların zaman içerisinde uygulanmasında, son yasanın toplumun
gelişen ve değişen gereksinmelerini en iyi karşılayacak nitelikte olduğu ve bu
nedenle yürürlüğe girdikten sonraki tüm olaylara uygulanmasında kamu yararı
bulunduğu varsayılır ve etkisini hemen göstermesi istenir.
Ancak bu düşünce kişinin, kendisine olay zamanındaki yasanın
uygulanmasını ve bu yöndeki kazanılmış hakkına uyulmasını isteyebilmesini
engellememelidir. Yasaların, yürürlüğe girdikleri günden itibaren yeni olaylar
için uygulanmaları doğal olmakla beraber, yürürlüğe girmelerinden önce meydana
gelen olaylardan doğan uyuşmazlıkların çözümünde kural olarak yeni yasanın
değil olay zamanındaki yasanın uygulanması ve böylece kişinin, kazanılmış
hakkına saygı duyulması hukukun temel ilkelerinden biridir. Nitekim bu kural,
cezayla ilgili yönüyle, 1961 Anayasası'nın 33., 1982 Anayasası'nın 38.
maddelerinde "Kimse işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç
saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman
kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez."
biçiminde yer almıştır. Kişinin kamu üzenini koruyucu yasaları ihlal etmesi
sonucunda "suç" şeklinde ortaya çıkan olaylarda (ceza yasalarında
olduğu gibi) sonraki lehteki yasanın uygulanması, olayın toplum düzenini eskisi
kadar rahatsız etmediğinin kamu iradesini temsil eden yasa hükmüyle anlaşılması
ve eski yasadaki daha ağır cezanın verilmesinde artık kamu yararı görülmemesi
nedeniyle olup, ceza hukukunda "lehteki hüküm uygulanır" biçiminde
formüle edilen başka bir ilkeye dayanır.
Öteki yasalara göre üst normu oluşturan ve bir ülkenin hukuksal
yapısını sınırlayıcı ya da belirleyici temel ilkeler getiren Anayasaların da,
zaman içinde uygulanmalarında yasalardan pek farklı düşünülemez.
Her ne kadar, Anayasa hükümlerinin ayrık haller dışında doğrudan
uygulanacak kurallar olmamaları nedeniyle öznel durumlar doğurmaları çok halde
söz konusu olmaz ise de, kişinin kendisine uygulanacak olay zamanındaki yasa ya
da kuralın o tarihte yürürlükte bulunan Anayasa'ya uygun olmasını isteyebilme
hakkı vardır. 1961 Anayasası'nın 8. maddesi, 1982 Anayasası'nın 11. maddesi
"Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz" hükmünü getirmiştir. Sonradan
Anayasa değişse de, kişinin hakkında uygulanacak yasanın olay tarihinde
yürürlükte olan Anayasa'ya uygun olmasını isteyebilmesi kendisi açısından
kazanılmış bir haktır.
Aksi halde olay tarihindeki Anayasa'ya aykırı, ancak yeni
Anayasa'ya uygun yasaya göre kişilerin mahkum edilmesi söz konusu olabilir.
Önceki olaylara uygulanan yasaların yeni Anayasa'ya göre incelenmesi gerektiği
görüşünün benimsenmesi durumunda, kazanılmış hakların zedelenmesi yanında, yeni
Anayasa'dan önce yürürlükten kalkmış olsa da, olay tarihinde yürürlükte olması
nedeniyle mahkemelerde "uygulanacak kural" durumunda bulunan
yasaların denetimlerinin de yeni Anayasa hükmüne göre yapılması gerekecektir.
Eski olaylar için yeni Anayasa'ya göre denetim görüşü esas alınırsa, Anayasa
Mahkemesince, iptal edilen hükmün bir yıl sonra yürürlüğe gireceğinin
belirtilmesi ancak henüz bir yıl dolmadan yeni Anayasa'nın yürürlüğe girmesi
durumunda uygulama nasıl olacaktır' Karara bağlanmış, ancak henüz yürürlüğe
girmemiş mahkeme kararı yeni Anayasa'ya göre yeniden gözden geçirilebilecek
midir'
Öte yandan, yeni Anayasa'nın, anayasal denetimde kapsamın, yöntemin
ve yetkilerin belirlenmesi yönünden uygulanacak tek metin olduğundan kuşku
duyulamaz. Anayasa Mahkemesi, anayasal denetimini yeni Anayasa'dan aldığı
yetki, yöntem ve kapsam içinde kullanacaktır.
Ancak, burada tartışma konusu olan husus, yeni Anayasa'ya göre
denetim yetkisini kullanacak olan Anayasa Mahkemesinin, eski Anayasa'nın
yürürlükte bulunduğu döneme ait olaylara uygulanan yasaları incelerken ve
bunların Anayasa'ya uygun ya da aykırı olduğu sonucuna varırken hangi Anayasa
hükmüne bakacağıdır.
Ayrıca, burada, iptal davaları ile Anayasa'ya aykırılığın öteki
mahkemelerde ileri sürülmesi sonucunda itiraz yoluyla yapılan başvuruların ayrı
nitelikli anayasal denetim yolları olduğunu belirtmek gerekir. İptal
davalarında amaç, Anayasa'ya aykırı yasa ya da hükmü uygulamaya geçilmeden
ortadan kaldırmak; itiraz yoluyla başvurularda ise, Anayasa'ya aykırı bir
yasanın uygulamasını önlemektir. Ayırım böyle olunca iptal davalarında anayasal
denetimin yeni Anayasa'ya göre yapılması doğaldır. Çünkü zaten çok büyük bir
olasılıkla iptali istenen yasa, yeni Anayasa'dan sonra yürürlüğe girmiş
olacaktır. İptali istenen yasa, yeni Anayasa'dan daha önce yürürlüğe girmiş
olsa bile, dava, uygulama sonucunda itiraz yoluyla açılmadığına göre öznel bir
durumdan ve kazanılmış bir haktan söz edilemez.
İtiraz yoluyla Anayasal denetimde ise, Anayasa'ya aykırılığı ileri
sürülen ya da aykırı görülen kural, olaya. uygulanmış öznel bir durum
yaratılmış ve kazanılmış hak doğmuştur. Uygulanacak kural durumundaki bu hüküm
anayasal denetim sırasında yürürlükten kalkmış dahi olabilir.
161 ve 1982 Anayasalarında itiraz yoluyla yapılan başvurularda,
önceki olaylar için yeni Anayasa'ya bakılacağı yönünde bir hüküm
bulunmamaktadır.
Her ne kadar 1961 Anayasası'nın geçici 9. maddesinde "Anayasa
Mahkemesi'nin görevine başladığı tarihte yürürlükte olan herhangi bir kanun
hakkında; bu Anayasaya aykırılığı iddiasıyla iptal davası açılabilir. Bu halde
iptal davası açma hakkı, Anayasa Mahkemesi'nin görevine başladığının Resmi
Gazete'yle yayımlandığı tarihten itibaren altı ay sonra düşer" denilerek
1961 Anayasası'na aykırı düşen yasaların ayıklanabilmesi için özel bir olanak
tanınmışsa da, 1982 Anayasası'nda söz konusu geçici maddeye koşut bir kural
getirilmemiştir. Kaldı ki, bu madde sadece iptal davalarıyla ilgili olup,
Anayasa Mahkemesi'nin kuruluşu nedeniyle getirilmiştir.
Öte yandan, Devlet harcamaları yıllık bütçelerle yapılmaktadır:
Olayda 1979 yılı Bütçe Yasası 1979 mali yılı sonunda yürürlükten kalkmıştır. Bu
durumda 1961 Anayasası'nın yürürlükte olduğu sırada uygulanan ve yine aynı
Anayasa döneminde geçerliliğini kaybeden Bütçe Yasası'nın, uygulandığı olaylar
nedeniyle yapılacak anayasal denetimin, yeni Anayasalara göre yapılmasında
isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Anayasaya aykırı olduğu ileri sürülen 1961
Anayasası'nın yürürlükte olduğu sırada meydana gelen olaya uygulanan kuralın
Anayasa'ya uygunluk denetiminin, 1961 Anayasası hükümlerine göre yapılması
gerektiği oyuyla verilen kararın bu yönüne karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
I - Her olguya, olaya, oluşa, eylem, işlem vs.'ye vuku buldukları
tarihteki mevzuat hükümlerinin uygulanması hukukun temel ilkelerindendir.
9/7/1961 gün ve 334 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 33
üncü, 7/11/ 1982 gün ve 2709 sayılı Anayasanın 38 inci maddelerindeki :
"Kimse işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir
fiilden dolayı cezalandırılamaz, kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için
konulmuş olan cezadan daha ağır ceza verilemez" şeklindeki hükümler de
aynı ilkeden kaynaklanmaktadır. Bu hükümlerdeki "kanun" sözcüğünün
kapsamına Anayasa da girmektedir. Yani işlendiği zaman yürürlükte bulunan
Anayasanın suç saymadığı bir fiilden dolayı evleviyetle kimseye ceza verilemez.
Örneğin : İşlendiği zaman yürürlükte bulunan yasa, fiili suç saysa, o zaman
yürürlükte bulunan Anayasa suç saymasa, dolayısıyla yasa fiilin işlendiği
zamanki Anayasaya aykırı olsa yasanın iptal edilip Anayasaya uygun hareket eden
kimsenin cezalandırılmaması gerekir. Fiilin işlendiği zamandan sonra yürürlüğe
giren ve yürürlüğe girdikten sonraki fiillere, olgulara, olaylara, oluşlara ve
işlemlere uygulanacak olan yeni Anayasa önceden işlenen fiilin eşidini suç
saysa ve yasa sonraki Anayasaya uygun olsa dahi işlendiği zaman yürürlükte
bulunan Anayasaya uygun fiilden dolayı kimsenin cezalandırılmaması, hukukun ana
ilkesi ve Anayasaların açık hükümleri gereğidir. 1961 Anayasası'nın 8 inci,
1982 Anayasası'nın 11 inci maddelerindeki : Anayasa hükümleri, yasama, yürütme
ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan
temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz" şeklindeki
hükümlerde fiilin işlendiği ve olayın vuku bulduğu zamandaki Anayasaya göre de
uygunluk denetimi yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu konu; hukuki durumlar ve hukuki tasarrufların sakat ve muteber
oluşları, geri alınması kaldırılması ve değiştirilmesi konularıyla da yakınen
ilgili bulunduğundan o konulara da kısaca dokunmakta yarar vardır :
Hukuki tasarrufların doğurduğu kudret ve yetkilerle mecburiyetler
hukuki durumları oluşturur. Bu durumlar ya genel, gayrışahsi ve objektif veya
belirli, ferdi ve subjektif olurlar.
Objektif tasarruflardan doğan objektif hukuki durumlar; genel,
gayrışahsi ve süreklidir. Ancak, yeni bir objektif tasarruflarla kaldırılır
veya değiştirilebilir.
Subjektif tasarruflardan doğan subjektif hukuki durumlar ise;
objektif durumların aksine, belirli, ferdi ve geçicidir. (ihtiva ettikleri
borçların ve mükellefiyetlerin ifası ile ortadan kalkarlar) ve en önemli
özellikleri, kural tasarruflarla değiştirilemezler. Müktesep hak teşkil
ederler. Objektif hukuk alemindeki değişiklikler esas itibariyle bunlara etki
etmez.
Sakat tasarruflar (Çıkarıldıkları zaman yürürlükte bulunan
Anayasaya aykırı yasalar sakat tasarruflardır) : Doğuşlarında, yapıcı
unsurlardaki sakatlıklar dolayısıyla hukuk nizamına, hukuk alemine uymayan
tasarruflardır. Bunların ortadan kaldırılması, geri alınması ve hukuk nizamının
emrettiği müeyyidelerin tatbiki demektir. Sakat tasarruflar hukuk aleminde,
esasen vücut bulmadıkları için bir tesir de husule getirmemiş sayılabilir.
Nitekim İdari Mahkemeler ve Danıştayın iptal kararları, makable şamildir. Dava
konusu sakat idari tasarrufu işlemi), o tasarrufun ittihaz edildiği andan
itibaren ortadan kaldırır. Ancak yasalar yönünden, istikrar düşüncesi daha
fazla ağırlık kazandığı için, Anayasalar, Anayasa Mahkemesi'nce verilen iptal
kararlarının geriye yürümiyeceğini kabul etmektedirler.
Tam ve muteber tasarruflar (Çıkarıldığı zamanki Anayasaya uygun ve
sonraki Anayasaya aykırı örneğin, 1961 Anayasası'na uygun, 1982 Anayasası'na
aykırı yasalar tam ve muteber tasarruflardandır); Bunlar da sonraki bir
tasarrufla kaldırılabilir veya değiştirilebilir. Fakat esas itibariyle geri
alınamaz. Örneğin; sonraki yasanın, önceki kendine aykırı yasalara açıkça
olmasa da zımnen kaldıracağı veya değiştireceği ilkesi ile Anayasanın üstünlüğü
ve bağlayıcılığı ilkesi yeni Anayasaya aykırı yasaların da ortadan
kaldırılmasını gerektirir. Fakat tam ve sahih hukuki tasarruflar sonraki
yasalar veya Anayasa ile kaldırıldığında veya değiştirildiğinde, onların o güne
kadar ki doğurmuş olduğu hükümler, hukuki durumlar ve bunlara dayanan tekmil
hukuki hadiseler, haklar ve yükümlülükler muteberdir. Çünkü tam ve muteber bir
hukuki tasarrufu (yasayı) sonraki bir tasarruf (yasa veya Anayasa), açıkça,
istisnai ve özel bir hükümle geri almadıkça, ancak kaldırabilir ve
değiştirebilir. Önceki tasarrufun mazideki değil, istikbaldeki hükümlerini
durdurabilir ve devam edegelmekte olan hukuki duruma son verebilir.
II - Anayasanın 153 üncü maddesindeki; "kanun, kanun hükmünde
kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri,
iptal kararının Resmi Gazete'de yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar.
Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi
ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih kararın Resmi Gazete'de yayımlandığı günden
başlayarak bir yılı geçemez" hükmü yer almıştır. Bu hükümden de
anlaşılacağı üzere iptal kararları genel, objektif ve mutlaktır. İptal edilen
hüküm, mutlak ve herkese şamil olarak yürürlükten kalkar, yürürlükten kalkan
bir hükmün de kimseye uygulanması söz konusu olamaz.
Halbuki çoğunluk kararında; "Bütçe Kanunu'nun itiraz konusu
30. maddesinin birinci fıkrasının Sayıştay Denetçileri açısından Anayasaya
aykırı olduğuna ve iptaline denilmektedir. Bu kararla itiraz konusu kanun hükmü
yürürlükten kalkmış mıdır' Kalkmamış mıdır' Kalkmışsa hiç kimseye uygulanamaz.
Kalkmamışsa Sayıştay Denetçilerine de uygulanması gerekir. Hem iptal kararı
verilip hem de Sayıştay Denetçileri dışındakilere uygulanabileceğini kabul
etmek hukuk ve Anayasaya göre mümkün değildir.
Başlıca bu nedenlerle karara karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
Olay eski Anayasa'nın yürürlükte bulunduğu bir tarihte geçmiş olsa
bile, itiraz konusu yapılan kanun hükmü yeni Anayasa zamanında cereyan edecek
olaylara da uygulanabilecek ise, denetimin yeni Anayasa'ya göre yapılması
gerektiğini kabul ediyor ve böyle kanunlarla ilgili davalar için çoğunluk kararında
ileri sürülen gerekçelere katılıyorum.
Ancak, yeni Anayasa'nın yürürlüğe girmesinden önce yürürlükten
kalkmış olan veya yeni Anayasa'nın yürürlüğe girmesinden sonra cereyan edecek
herhangi bir olaya uygulanması mümkün bulunmayan kanun hükümlerine itiraz söz
konusu olduğunda, bu itirazın, o hükümlerin uygulanma zamanına rastlayan eski
Anayasa'ya göre incelenip karara bağlanması gerektiğini düşünüyorum.
Hiçbir zaman aynı olaya uygulanması mümkün olmayan 1979 Yılı Bütçe
Kanunu hükümleri ile 1982 Anayasası hükümlerini birbirleriyle karşılaştırıp
sonuca varmanın hukuk mantığıyla bağdaşmayacağı kanaatındayım.
Bu sebeple, 19'9 Yılı Bütçe Kanunu'nun 30. maddesinin itiraz
konusu yapılan birinci fıkrası hükmünün, o tarihte yürürlükte bulunan 1961
Anayasası'na göre incelenip karara bağlanması gerektiğini düşündüğümden, aksi
yönde oluşmuş bulunan çoğunluk kararına katılmıyorum.