ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 1981/16
Karar Sayısı : 1981/29
Karar Günü : 29/12/1981
Resmi Gazete tarih/sayı : 22.5.1982/17701
İTİRAZ
YOLUNA BAŞVURAN: Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 3 Numaralı Askeri Mahkemesi.
İTİRAZIN
KONUSU: 9/7/1953 günlü, 6123 sayılı Yasa ile değişik 765 sayılı Türk
Ceza Yasası'nın 258. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan " Eğer fiil,
kendisini veya akrabasını hapis veya tevkiften kurtarmak maksadıyla vaki
olmuşsa birinci fıkradaki hal için iki aydan altı aya, ikinci fıkrada yazılı
hal için dört aydan bir seneye kadar hapis cezası verilir" biçimindeki
hükmün Anayasa'nın 12. maddesine aykırılığı nedeniyle iptali istemine
ilişkindir.
I -
OLAY :
Aktepe
Köşk Mahallesi'nde bazı kişilerin silahlı olarak dolaştıkları bu yer polis
karakoluna duyurulmuş, bunların yakalanmalarını sağlamak için, yörede araştırma
yapmak üzere bindirilmiş bir güvenlik ekibi görevlendirilmiş: 1/2/1980 günü
Kavlak Sokak civarında bu ekibi gören ve ekipçe dur, kaçma, teslim ol!
uyarılarına aldırış etmeyen ve taşıdığı silahlı görevli polis ekibine ateş
ederek kaçmaya çalışanlardan biri, silahlı çatışma sonunda yaralı olarak ele
geçirilmiştir. Yapılan soruşturma sonunda; yakalanan kişinin, " Halkın
Kurtuluşu" adlı yasa dışı örgüte üye olduğu, daha önce 5/12/1979 gününde
işlenen silahlı bir soygun olayına karıştığı, 26/11/1979 günü bir eve silah,
boşaltmak ve patlayıcı madde atmak, 22/10/1979 günü görevli polis memuruna
silahla ateş etmek ve 9/12/1979 günü polis otosunu silahlı taramak suçlarını
işlediği öne sürülmüş ve tüm bu eylemlerinden dolayı TCK'nun 141/5., 497/2.,
264/6. 7 - Son., 258/ 2 - 3., 6136 sayılı Kanunun 13. ve TCK'nun 55/3., 33. ve
36. maddeleri gereğince cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açılmıştır.
Ankara
Sıkıyönetim Komutanlığı 3 Numaralı Askerî Mahkemesi'nde görülen bu davanın
duruşması sırasında; askerî savcı, sanık hakkında uygulanacak olan TCK'nun
258/3. maddesi hükmünün Anayasa'nın 8., 11. ve 12. maddelerine aykırı olduğu
savında bulunmuş, sanık savunucularının tersini yeğleyen görüşlerine karşın,
aykırılık savını ciddi ve sözü edilen Yasanın 258/3. maddesi hükmünü
Anayasa'nın 12. maddesine aykırı bulan mahkeme; Anayasa'nın değişik 151.
maddesi uyarınca, bu hükmün iptaline karar verilmesi için Anayasa Mahkemesi'ne
başvurmuştur.
III
- YASA METİNLERİ :
A.
İptali istenen yasa kuralı :
İptali
istenen hükmü de içeren 9/7/1953 günlü, 6123 sayılı Yasa ile değişik 765 sayılı
Türk Ceza Yasası'nın 258. maddesi şöyledir :
"
Madde 258 - Bir memura veya ona yardım edenlere memuriyetine ait vazifeleri ifa
sırasında Çebir ve şiddet veya tehdit ile mukavemet eden kimse altı aydan iki
seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Eylem
silahlı bir kişi tarafından işlenmişse iki yıldan üç yıla kadar hapis cezası
verilir. Eylemin iki veya daha çok silahlı kişiler tarafından veya silahsız
olsa bile toplanmış beşten çok kişiler tarafından işlenmesi halinde verilecek
ceza üç yıldan beş yıla kadar hapis cezasıdır.
Eğer
fiil, kendisini veya akrabasını hapis veya tevkiften kurtarmak maksadıyla vaki
olmuşsa birinci fıkradaki hal için iki aydan altı aya, ikinci fıkrada yazılı
hal için dört aydan bir seneye kadar hapis cezası verilir.
Eğer
memur haiz olduğu selahiyet hududuna tecavüz ederek veya keyfi hareketlerle bu
muameleye sebebiyet vermiş ise fail hakkında geçen maddelerdeki ceza dörtte
bire kadar indirileceği gibi icabına göre ceza büsbütün de kaldırılabilir.
254,
255, 256 ve 257'nci maddelerle yukarıki fıkralarda yazılı fiiller, İcra
Vekilleri Heyeti'nden bir vekil aleyhinde işlenirse tayin edilecek ceza yarı
nisbette artırılarak hükmolunur"
B.
Dayanılan Anayasa Kuralı :
"
Madde 12 - Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefî inanç, din ve
mezhep ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.
Hiçbir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz."
IV-
İLK İNCELEME:
Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü'nün 15. maddesi gereğince, Şevket Müftügil, Ahmet H.
Boyacıoğlu, Ahmet Zeyneloğlu, Hakkı Müderrisoğlu, Nihat O. Akçakayalıoğlu,
Hüseyin Karamüstantikoğlu, H. Semih Özmert, Orhan Onar, Selahattin Metin,
Mehmet Çınarlı, Mahmut C. Cuhruk, Necdet Darıcıoğlu, Servet Tuzun, Yılmaz
Aliefendioğlu ve Yekta Güngör Özden'in katılmalarıyla 26/11/1981 gününde
yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin
esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
V-
ESASIN İNCELENMESİ:
İşin
esasına ilişkin rapor, başvurma kararı ve ekleri, Anayasaya aykırılığı öne
sürülen yasa hükmü ve aykırılık savına dayanak yapılan Anayasa kuralı, bunlarla
ilgili gerekçeler ve başka yasama belgeleri, konu ile ilişkisi bulunan öteki
metinler okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
Anayasa'nın
12. maddesinde yer alan eşitlik ilkesine aykırı bulunduğundan bahisle üçüncü
fıkrasının iptali istenen Türk Ceza Yasası'nın 258. maddesinin ilk fıkrasında,
görevini yaptığı sırada memura veya ona yardım edenlere karşı işlenen mukavemet
suçu, ikinci fıkrasında; bu suçun silahla bir veya ikiden fazla kimse ya da
silahsız da olsa toplanmış beşten fazla kimse tarafından işlenen nitelikli
biçimleri cezalandırılmış; üçüncü fıkrada, bu suçların belli edilen saikle işlenmiş
olmaları hali, cezayı fıkra hükmünde gösterilen hadler arasında tayine olanak
sağlayan bir indirim, son fıkrada da yasal bir artırım nedeni düzenlenmiştir.
2275,
3531, 6123 ve son kez de 22/6/1979 günlü ve 2245 sayılı Yasalarla değişikliğe
uğramış bulunan maddenin ilk fıkrasında, yazılı suç faili için altı aydan iki
yıla, ikinci fıkrasında yer alan nitelikli mukavemet suçlarını işlemiş olanlar
hakkında suç bir kişi tarafından silahla işlenmişse iki yıldan üç yıla, iki
veya daha fazla silahlı kişi ya da silahsız olsalar bile toplanmış beşten fazla
kimse tarafından işlenmesi halinde de faillerin üç yıldan beş yıla kadar hapis
cezasıyla cezalandırılmaları öngörülmüştür.
İtiraza
konu edilen üçüncü fıkra hükmünde ise, yukarıda belirtilen memura mukavemet suçlarını,
kendisi veya akrabasını hapis veya tevkiften kurtarmak gibi bir saikle işlemiş
olanlara, birinci fıkrada yazılı halde iki aydan altı aya, ikinci fıkrada
yazılı hallerde dört aydan bir seneye kadar hapis cezası verileceği
açıklanmıştır.
Yapılan
bu düzenlemeye göre; gerçekten ikinci fıkrada yer alan ve yasa koyucu
tarafından vahim görüldükleri cihetle daha ağır bir biçimde cezalandırılan
nitelikli mukavemet suçunu işlemiş olanlar, üçüncü fıkrada yazılı hal söz
konusu ise maddenin bir ve ikinci fıkralarında yer alan mukavemet suçlarını
işlemiş bulunanlara nazaran daha hafif bir ceza ile cezalandırılmaktadır.
İtirazcı
Mahkeme itirazına dayanak yaptığı gerekçede, fıkra hükmünün uygulamada
yarattığı bu dengesizliğe örnekleme yoluyla işaret ettikten sonra, bir memura
veya ona yardım edenlere karşı, kendisini veya akrabasını hapis veya tevkiften
kurtarmak maksadıyla mukavemet gösterilmesi halinin aslında daha vahim bir suç
sayılması gerektiği görüşüyle bu hükmün Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırı
düştüğünü ve bu nedenle de iptaline karar verilmesini istemektedir.
VI -
ANAYASAYA AYKIRILIK SORUNUNUN İNCELENMESİ :
Vazifenin
ifası sırasında, memura veya ona yardım edenlere karşı işlenen mukavemet
suçlarını, kendisi ya da bir akrabasını hapis veya tevkiften kurtarmak gibi bir
saikle işleyenlere özgü olarak getirilmiş göreceli bir mazeret sebebi
niteliğinde bulunan üçüncü fıkra hükmü, ceza yasamızın kaynağını oluşturan 1889
tarihli italyan Ceza Yasası'ndan yasamıza aktarılmış bir esasdır. T. C.
Yasası'nda günümüze dek yapılmış olan değişikliklere rağmen de yasadaki yerini
korumuştur.
Ceza
uygulamasında fıkra hükmünün neden olduğu adaletsiz durumlar gerçekten
çarpıcıdır. Fıkradaki ceza hadlerinin bir birine çok yakın olması, başka bir
anlatımla dar tutulmuş bulunması, yerine göre dava konusu olayda olduğu gibi
ortaya. çıkabilecek adaletsiz durumların uygulamada giderilmesine de engel
teşkil etmektedir.
Ne
varki, yürürlüğe girdiği l Temmuz 1926 tarihinden bu yana izlenilen suç ve ceza
politikası gereği tam 33 kez değişikliğe uğramış bulunan ceza yasamızda bu tür
tutarsızlık ve dengesizliklerin sayısı oldukça kabarmıştır. Bu konuda gözden
uzak tutulmaması gereken bir yön de, ne derece mükemmel hazırlanmış olursa
olsunlar, genel ve soyut biçimde düzenlenen suç ve ceza kurallarının somut
olaylara uygulanmasında yer yer adaletsiz sayılabilecek sonuçlara ulaşılmasının
adeta kaçınılmaz olduğudur.
Bir
memura veya ona yardım edenlere karşı memuriyetlerine ait vazifeleri ifa
sırasında hangi biçimde olursa olsun işlenen mukavemet suçunun, kendisini veya
akrabasını hapis veya tevkiften kurtarmak gibi bir saike bağlanması halinin
cezayı hafifleten bir neden sayılmış olması gerçekten tartışılmaya değer
niteliktedir. Türk Ceza Hukuku öğretisinde bu yola girilmeksizin, soruna,
" insanların özgürlüğünü koruma içgüdüsüne, yasanın cezayı azaltıcı bir
etki tanımak isteği" ve hükmü:" böyle bir amaçla getirildiği
açıklanmaktadır. Yasamızın izlediği cezalandırma yöntemi içerisinde aynı amaca
yönelik olarak getirilmiş hükümler yok değildir. Cürüm işleyenleri saklamak vs
cürüm delillerini yoketmek suçlarını usul veya füru, karı veya koca yahut
kardeşin yararına işleyen kimseye ceza verilemeyeceğini öngören 296. maddenin
son fıkrası hükmü ile, yalan yere şahadet suçlarına teşvik ve tahrikte sanığın
veya sanık yararına bu suçu işletmiş olan akrabanın belli koşullarda cezalarını
hafifleten 292. madde hükümlerinin temelde hep aynı düşüncelerin etkisiyle
yasada yer almış oldukları kuşkusuzdur.
Cezalandırma
Devlete özgü bir hak ve yetkidir. Bu alandaki Devlet egemenliğinin sınırları da
çağımızda Anayasalarca belirlenmektedir. Anayasa'nın 14. ve 33. maddelerinde
söz konusu egemenliği sınırlayan ilke ve esaslar, " insan onuruyla
bağdaşmayan ceza verilemez" , "kimse işlendiği zaman yürürlükte
bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz" ,
" cezalar ve ceza tedbirleri ancak, kanunla konulur" , "
kimseye, suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır
bir ceza verilemez" , " genel müsadere cezası konulamaz" ,
" ceza sorumluluğu şahsidir" biçiminde belirtilmiştir. Yasa koyucunun
ayrıca Anayasa'nın Başlangıcında yer alan amaçlar doğrultusunda evrensel ve
çağdaş ceza hukuku ilkelerini de gözönünde bulundurması gerekecektir.
Bu
durumda ne gibi fiillerin suç sayılacağını ne tür cezalar ile
cezalandırılacağını, hangi hallerin cezadan bağışıklığı gerektireceğini, ne
gibi hallerde cezanın artırılacağı ya da hafifletileceğini, hangi ceza
tedbirlerinin alınacağını saptamak yukarıda açıklanan Anayasa kuralları ve ceza
hukuku ilkeleri çerçevesinde kalınmak koşuluyla yasa koyucunun
değerlendirilmesine bırakılmıştır.
Şu
hale göre vazifesini yaptığı sırada memura karşı mukavemet suçunu, kendisini ya
da akrabasını hapis ve tevkiften kurtarmak saikiyle işlemiş olanların daha
hafif biçimde cezalandırılmasını öngören itiraz konusu hükmün, Anayasa'nın
anılan ilke ve esaslarına aykırı düştüğü söylenemez.
Eşitlik
ilkesinin aykırılık sorununa gelince;
Mahkeme
itirazının bu konuya ilişkin gerekçesinde; suçun, kendisini veya akrabasını
hapis ve tevkiften kurtarmak gibi bir saikle işlenmiş olması halini, başka
saikle işlenmesi haline nazaran daha hafif biçimde cezalandırılması sonucunu
doğuran üçüncü fıkra hükmünün daha önce suç işledikleri için hapis ya da
tevkifi söz konusu olan kimselerin daha hafif ceza ile adeta
ödüllendirildiklerini bu durumun da ceza uygulamasında eşitsizlik ve
adaletsizliklere yol açtığını ileri sürmektedir.
Yukarıda
da işaret olunduğu üzere, yasanın bir suç için öngördüğü ceza miktarını bu
suçun nitelikli şekli ya da bir başka suça verilen ceza ile karşılaştırma
yoluyla soruna çözüm aramak genel planda isabetli sayılamaz. Ceza adaletinde
tam bir dengenin bazen sağlanamamış olması bu sorunun yapısal özelliğinin
sonucu sayılmak gerekir.
Anayasa
Mahkemesi'nin çeşitli kararlarında da açıklandığı üzere, kanun önünde eşitlik,
aynı durumda olan kişilerin aynı yasa hükümlerine bağlı tutulmalarını ifade
eder. Eşitlik, herkesin bu yönde aynı yasa hükümlerine bağlı olacağı anlamında
ele alınamaz.
TCK'
nun 258. maddesinin üçüncü fıkrasında, saik; suça l ve 2. fıkralardakinden
farklı bir özellik getirmektedir. Ülke koşulları içerisinde memur ve halk
ilişkileri, toplumsal karakter, kişiyi görev sırasında memura karşı direnmeye
iten nedenler. insanların özgürlüklerini içgüdüsel biçimde koruma eğilimleri
dikkate alınmak suretiyle getirilmiş bulunan üçüncü fıkra hükmünün, eşitlik
ilkesiyle çeliştiğinden söz edilemez.
İtirazın
bu nedenle reddi gerekir.
Bu
görüşe Ahmet H. Boyacıoğlu, Nihat O. Akçakayalıoğlu ve Yekta Güngör Özden
katılmamışlardır.
SONUÇ
:
1/3/1926
günlü, 765 sayılı Türk Ceza Yasası'nın 9/7/1953 günlü, 6123 sayılı Yasayla
değişik 258. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan " Eğer fiil, kendisini
veya akrabasını hapis veya tevkiften kurtarmak maksadıyle vaki olmuşsa birinci
fıkradaki hal için iki aydan altı aya, ikinci fıkrada yazılı hal için dört
aydan bir seneye kadar hapis cezası verilir" biçimindeki itiraz konusu
hükmün Anayasaya aykırı olmadığına ve başvurunun reddine Ahmet H. Boyacıoğlu,
Nihat O. Akçakayalıoğlu ve Yekta Güngör Özden'in karşıoylarıyla ve
oyçokluğuyla,
29/12/1981
gününde karar verildi.
Başkan
Şevket Müftügil
|
Başkanvekili
Ahmet H. Boyacıoğlu
|
Üye
Ahmet Zeyneloğlu
|
Üye
Hakkı Müderrisoğlu
|
Üye
Nihat O. Akçakayalıoğlu
|
Üye
Nahit Saçlıoğlu
|
Üye
Hüseyin Karamüstantikoğlu
|
Üye
H. Semih Özmert
|
Üye
Orhan Onar
|
Üye
Selahattin Metin
|
Üye
Mahmut C. Cuhruk
|
Üye
Necdet Darıcıoğlu
|
Üye
Servet Tüzün
|
Üye
Yılmaz Aliefendioğlu
|
Üye
Yekta Güngör Özden
|
KARŞIOY
YAZISI
Anayasa
Mahkemesi'nin 9/3/1971 günlü, E. 1970/42, K. 1971/ 30 sayılı kararında "
Anayasa suç ve ceza konularında, bir eylemin ancak kanunla suç sayılabileceği;
cezalarla ceza tedbirlerinin ancak kanunla konulabileceği; kimsenin işlendiği
zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir eyleminden ötürü
cezalandırılamayacağı; kimseye, suçun işlendiği zaman kanunda o suç için
konulmuş olan cezadan ağır bir ceza verilemiyeceği; kimsenin kendisini veya
kanunun gösterdiği yakınlarını cezalandırma sonucunu doğuran beyanda bulunmaya
veya bu yolda delil göstermeye zorlanamıyacağı, ceza sorumluluğunun şahsiliği
(Madde : 33) ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza konulamıyacağı (Madde : 14)
gibi başlıca bir kaç ceza ilkesini belirtmekle yetinerek, bunların dışında kalan
ceza konularını ve özellikle belli bir zamanda ne gibi eylemlerin suç
sayılacağını, o suçlara ne miktar ve ne çeşit ceza verileceğini ve hangi ceza
tedbirlerinin yani emniyet tedbirlerinin ne yolda uygulanacağını saptama
yetkisini Yasa Koyucuya bırakmış bulunmaktadır. Yasa Koyucu bu konuda başta
Anayasa'nın buyurucu ve yasaklayıcı kuralları ile koyduğu güvenceler olmak
üzere ceza hukukunun ilkeleri ve toplum yaşantısının zorunluluk ve yararlarının
gerekleri ile bağlı kalarak takdirini kullanabilecektir" denilmektedir
(Anayasa Mahkemesi Kararları Dergisi, Cilt 9, Sayfa :370).
Anayasa'nın
2. maddesinde ifadesini bulan hukuk devletinin amacı, Devletin bütün
faaliyetlerinde hukukun egemen olması, Yasa Koyucunun her zaman kendini Anayasa
ve hukukun üstün kuralları ile bağlı görmesidir. Yasa Koyucunun takdir yetkisi,
yukarıda değinilen kararda da açıklandığı gibi Anayasa'nın Temel ilkeleri ve
ceza hukuku kurallarıyla sınırlıdır. Kişiye ceza verme hakkının özünü, adaletle
sınırlandırılmış toplumsal yarar düşüncesi oluşturur. Bunun doğal sonucu olarak
Yasa Koyucu bir düzenlemeye giderken, kamu yararını en az kişi yararı kadar
düşünmek ve gözetmek ve aralarında adaletli bir denge kurmak zorundadır. Her
ceza yaptırımı, esasın da kamu hukuku alanında yer alan ve amacı kamu düzenini
korumak veya bozulan kamu düzenini yeniden kurmak olan bir hukuk kuralından
ibarettir. Ceza yaptırımları ve önlemlerinden beklenen, suçlunun ıslahı yoluyla
onu topluma yeniden kazandırılması ve bununla birlikte o suç nedeniyle bozulmuş
olan toplumsal barışın kurulması ve cezanın caydırıcılığı etkisiyle suçların
işlenmesinin önlenmesidir.
Yasa
Koyucunun itiraza konu edilen hükmü düzenlerken yani bir kimsenin memura Çebir
ve şiddet veya tehdit ile " Kendisini veya akrabasını hapis veya tevkiften
kurtarmak maksadıyle, işlemesini cezayı hafifletici bir mazeret sebebi olarak
kabul ettiği ve değerlendirdiği anlaşılmaktadır. Bu hüküm 1889 tarihli İtalyan
Ceza Kanunu'nun 190. maddesinde yer almakta iken oradan 1926 yılında Türk Ceza
Yasası'na aktarılmış ve öğretide gerekçesi olarak " İnsanların
kendilerinin ve yakınlarının özgürlüğünü korumak içgüdüsü" olarak
gösterilmiş bulunmaktadır.
Hafifletici
mazeret sebeplerinin kabul edilebilmesi için faili mazur gösterecek ve
kusurunun derecesini azaltacak kimi durumların ve özelliklerin bulunması
gerekir. Oysa üzerine atılan suç nedeniyle hakkında tutuklama kararı verilmiş
veya kesin hüküm giymiş olan kişilerin kendilerini veya ayni durumdaki
akrabalarının hapis ya da tutuklanmaktan kurtarmak maksadiyle görevli memura
Çebir ve şiddet veya tehditle karşı koymalarında, eylemlerini mazur gösterecek
ve kusurunun derecesini azaltacak bir durumun ve özelliğin bulunduğu öne
sürülemez. Çünkü suç işleyeni ya da hüküm giyeni yakalayarak gerekli yasal
işlemleri yerine getirmek ve böylece bozulan düzeni iade etmek hukuk devletinin
başta gelen ödevlerindendir. Sanık ya da hükümlünün, görevli memura Çebir,
şiddet veya tehditle karşı koymasını, kendisi ve akrabasının özgürlüğünü koruma
içgüdüsüne bağlamak suretiyle cezayı hafifletici bir neden olarak
değerlendirmek, hukuk devleti ilkesinin amacına ters düştüğü kadar, ceza
hukukunun açıklanan Temel kuralı ile de çelişir.
Anayasa'nın
31. maddesine göre herkes, meşru bütün vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak, iddia ve savunma
hakkına sahiptir. Üzerine suç atılanın gerçekten suçlu olmadığı veya hüküm
giyenin haksız yere hüküm giydiği kanısını taşıması halinde, Anayasa'nın sözü
edilen 31. maddesi uyarınca meşru bütün vasıta ve yollardan yararlanarak yasal
yollara başvurmak ve hukuk kuralları içinde kalarak hakkını aramak özgürlüğüne
sahip bulunduğunda kuşku edilemez. Türk Hukuk Lügatında " Meşru"
sözcüğü, " Hukuk nizamına uygun olan bir durumu veya bir hareketi anlatan
tâbirdir" olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle meşru olmayan vasıta ve
yollara başvurulması, Anayasa'nın kesinlikle reddettiği eylemli bir durumdan
ibarettir. Oysa itiraz konusu kural, hapis veya tutuklanmaktan kurtulmak için
meşru olmayan, hatta yasanın suç saydığı yollara başvuran sanığın bu
davranışını bir anlamda haklı görerek cezasının hafifletilmesini istemektedir.
Bu görüşün ortaya koyduğu sonucun Anayasa'nın ve ceza hukukunun benimsediği
temel hukuk kurallarına aykırı düştüğünü açıklamaya gerek yoktur. Öte yandan,
bir kimsenin kendisinin veya yakınlarının özgürlüğünü koruma içgüdüsü, ancak
haksız bir saldırı karşısında sözkonusu olabilir ve hukukça korunmaya değer
görülebilir. Görevli memurun sanığı veya hükümlüyü yakalamak istemesi haksız
bir saldırı olarak nitelendirilemiyeceğine göre, bu durumda sanığın veya
hükümlünün özgürlüğünü koruma içgüdüsü ile hareket ettiği de kabul edilemez.
Hukuk ancak faili mazur gösterebilecek ve kusurunun derecesini azaltabilecek
nitelikte olan etkenleri cezayı hafifletici bir neden olarak kabul edebilir.
Hukukun temel ilkelerine ve ceza kurallarına ters düşen bir yasa hükmünün aynı
zamanda Anayasaya da aykırı olacağında kuşku edilmemelidir. Çoğunlukça kararda
" ceza, uygulamasında fıkra hükmünün neden olduğu adaletsiz durumlar gerçekten
çarpıcıdır. Fıkradaki ceza hadlerinin bir birine çok yakın olması, başka bir
anlatımla dar tutulmuş bulunması, yerine göre dava konusu olayda olduğu gibi
ortaya çıkabilecek adaletsiz durumların uygulamada giderilmesine de engel
teşkil etmektedir" denilmekte ise de bu duruma bir ad konulamadığı
gözlenmektedir.
İtiraz
konusu kural aynı suçu işleyenler arasında haklı bu nedene dayanmayan bir
ayrıcalık da yaratmaktadır. Türk Ceza Yasası'nın 258. maddesinin birinci ve
ikinci fıkralarındaki mukavemet suçunu daha önce başka bir suç işlemeyen ve
dolayısiyle kendisini veya akrabasını hapis veya tevkiften kurtarmak maksadiyle
değil de, başka bir maksatla işleyen kişi, üçüncü fıkradaki indirimden
yararlanamadığı halde, daha önce suç işlemiş veya hüküm giymiş olan kişiler bu
indirimden yararlanmaktadırlar. Böylece aynı suç için getirilen farklı
uygulamanın haklı, yerinde ve hukuken savunulabilen bir nedene de dayanmadığı
ortaya çıkmaktadır. İtiraza konu olan fıkranın kendisini veya akrabasını hapis
veya tevkiften kurtarmak maksadiyle memura mukavemet suçunu işleyen herkes
hakkında uygulanma olanağının bulunması, yukarıda açıklanan aykırılığı ortadan
kaldıramaz, 258. maddenin tümü gözönüne alındığında, anılan fıkranın aynı suçu
işleyenler arasında, haklı bir nedene dayanmayan bir ayrıcalık yarattığı ve
böylece Anayasa'nın eşitlik ilkesine ters düştüğü açıkça görülmektedir.
Yeri
gelmişken şu yönü de belirtmekte yarar vardır: Türk Ceza Yasası'nda çeşitli
tarihlerde yapılan değişiklikler sonucunda Yasanın sisteminin ve maddeleri
arasındaki uyumun bozulmuş olması, Anayasa Mahkemesi'nin, yöntemine uyularak
yapılmış olan bir başvuru üzerine Anayasaya uygunluk denetimini yapmasına ve
Anayasaya aykırı bulduğu itiraz kuralı iptal etmesine engellik edemez.
Yukarıda
ayrıntılı olarak açıklandığı üzere Türk Ceza Yasası'nın 258. maddesinin itiraz
konusu üçüncü fıkrası hükmünün Anayasa'nın 2. ve 12. maddelerine aykırı olduğu
düşünce ve kanaatiyle, sözü edilen fıkranın Anayasaya aykırı olmadığına ve
itirazın reddine mütedair olarak verilen çoğunluk kararına karşıyım.
|
|
|
|
Başkanvekili
Ahmet H. Boyacıoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
Cezadan
indirim nedenlerini belirlemek, kuşkusuz " Yasa Koyucu"nun takdir ve
yetkisindedir. Ancak, bu yetki suçu önlemek ve suçluyu yakalamakla görevli
olanları, ürkeklik ve duraksamaya itici sonuçlar verecek biçimde kullanılamaz.
Ters
tutum, görevlilere karşı işlenen suçlarda, görevini yapan aleyhine ve saldırgan
yararına sonuçlar doğurur.
|
|
|
|
Üye
Nihat O. Akçakayalıoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
Tutuklanması
ya da hapis cezasını çekmesi için yakalanması söz konusu olan kimseyi tutmak
isteyen Devlet görevlisine engel olan herhangi bir kişiye yasadaki ceza
verilirken, bu kişinin yardım ve çabasından yararlanarak ya da doğrudan kendi
eylemiyle direnen, saldıran " kaçak" a daha az ceza verilmesi
yaptırımdaki tersliği açıklamaktadır. Kolluk görevlisine karşı çıkan,
direnmesini saldırı durumuna getiren tutuklanacak ya da cezaevine konulacak
kimsenin cezasının indirilmemesi, yakalama çabasını engelleyen ilgisiz kimsenin
cezasının ise artırılması gerekir. Kurallaşmada bir uygunsuzluk olduğu
belirgindir. Kişinin cezasının indirilmesi, hafifletilmesi eyleminde (tutum ve
davranışında) kendini haklı gösterecek oluşlara ve durumundaki özelliklere
bağlıdır (Kalkışma kışkırtma, savunma zorunluluğu, yaş, akıl ve beden durumu,
onur koruması, amaçlanandan başka sonuç doğması vs.). Böyle bir nedene bağlı
bulunmayan, pişmanlıktan veya düzelme belirtisinden kaynaklanmayan, tersine
güçlük çıkaran ve saldırıda bulunan kimsenin yasal bağışlamadan yararlanması
aykırılıktır Yasadan kaçarken ya da yasaya karşı gelirken yasal hoşgörünün
işletilmesi yasal bir aykırılığı belirtmektedir.
Kararın
kabul ettiği nedenlere geçerlik tanımak, yasalar gereksiz uğraşıları konu
edinen, bilime ve usa aykırı gelişigüzel durumları kurallaştıran metinler
düzeyine indirir. Psikolojik neden, kişisel dürtü, içgüdü, herkes için
kaçınılmazdır. Bu, daha çok, birdenbire karşılaşılan durumlar içindir.
Hazırlıklı olan, karşılaşabileceği durumları önceden kestiren, bilen kimseler
için şaşkınlık ve doğal bir tepki, bedensel ya da ruhsal bir irkilme genel
değildir. İşlediği suçu. yasa karşısındaki yerini bilen kimsenin Devlet
görevlisine karsı olumsuz davranışı, yanlışlıkla çağrılan, izlenen, ilgisiz bir
kimsenin durumuyla bir tutulamaz. Ne olursa olsun " kendini ya da
akrabasını hapis veya tevkiften kurtarmak maksadı" değer verilip sanık
lehine gözetilecek geçerli bir özür değildir.
Türk
Ceza Yasası 60 yıla yaklaşan bir uygulama sürecinden geçmiştir. Kuralın yürürlükte
olduğu tarihte gözetilmeyen, düşünülmeyen hususlar sonraları ortaya
çıkabileceği gibi, giderek gelişen insan aklı ve giderek düzelen toplumsal
yaşam yeni durumlarla yeni çözümleri düşündürebilir. Zamanla yeni koşullar,
yeni gözlem ve düşünceler daha uygun çözümleri gündeme getirebilir, önceleri
uygun olup giderek aykırı düşen hususların kaldırılmasını gerekli kılabilir.
Yasanın söz konusu 258/3. maddesinin durumu bu gereksinimin en yeni
örneklerinden biridir. Çağdaş düzen, kişi ve toplum hakları dengesine dayanır.
İptali istenen kuralın toplumsal bilince, kamu özgüdüsü ne (vicdanına), aykırı
düştüğü anlaşılmaktadır. İtiraz yolunu izleyen mahkemenin başvurusundaki
gerekçeler de bu konuda doğrulayıcı görüşlerdir.
Meslek
eğitimiyle, gözetim ve denetimin yetersizliğine, disiplinin zayıflığına bağlı
olan kimi polislerin davranış ve tutumu üzücü olsa, direnmeye ve saldırıya
neden olsa bile Devlet, görevlisine karşı durmanın, üstelik görev yaptığı
sırada saldırıyı da içeren direnmenin haklı, hoşgörülecek bir yönü yoktur.
Kaldıki, gereksiz davranışlarda bulunan kolluk görevlisinin direnmeye,
saldırıya neden olmasında sanığın cezasının indirilmesi ya da kaldırılması
olanağı vardır. Böyle bir kapıyı da kapatarak, yalnızca yasal görevini yapmaya
çalışan kimseye saldırmanın bir indirim nedeni sayılması hukuksallıkla
bağdaşmamaktadır. Görevini özenle yerine getirmeye çalışan çoğunluğun çabasını
kırıcı bir uygulamadır.
İtalyan
Ceza Yasası'nın ilgili 190. maddesinin varlığı yanında " Çebir, şiddet ve
tehditle mukavemet edenler" e ilişkin 337. maddesi böyle bir indirim
öngörmektedir. Fransız Ceza Yasası'nın da koşut olan 209 ve sonraki
maddelerinde bu tür saldırı " isyan" sayılmakta, ağır cezalarla
karşılanmaktadır. İsviçre Ceza Yasası'nın hafifletici nedenleri kapsayan 64.
maddesi de karşıoy verişimi haklı kılmaktadır. Kamu yönetimine karşı işlenen
suçlara ilişkin 285. madde ile yönetimin işlemlerine karşı çıkmayı yaptırıma
bağlayan 286. maddede bir indirim söz konusu edilmemiştir. 260. maddenin
öngördüğü hafif durumda bir indirim yoluna gidilmemişken daha ağır bir durumu
kapsayan 258. maddede indirime gitmek aykırılığı yoğunlaştırmaktadır. 258.
maddede, yukarda sayılan maddelerde öngörülen indirme nedenlerinden birisi
yoktur. Yasanın kimi maddelerinde yer alan şeref ve onurla, aile kurumuyla
ilgili bir açıklıkta yoktur.
Önceden
suçu olmayan bir kimsenin 258. madde kapsamındaki bir suçu işlemesinde
indirimsiz cezaya çarptırılmasına karşın, önceden suç işlediği ileri sürülen ve
cezası kesin olanın 258. madde kapsamındaki suçu işlemesinde indirimden
yararlandırılmasının düzensiz bir kurallaştırma sonucu olduğu görüşündeyim.
Önce suç işlediği ya da cezası kesinleştiği için yakalanması gereken kimsenin
neden olduğu durumlar da gözardı edilerek lehine indirim getiren kuralın
hukuksallığı tartışma götürür. Kolluk güçlerini umutsuzluğa, kırgınlığa
düşürecek, pişman edecek ya da umursamaz, aldırışsız yapacak, görev anlayışını
olumsuz yönde etkileyecek, aynı zamanda saldırganlara cesaret verecek bir
kuraldır. Yakalanmadan kaçmanın geçerli savunma - zorunlu savunma (meşru
müdafaa) ile ilgisi do yoktur. Burada geçerli olan, kamu görevlisinin yakalama
eylemidir. Bu bir görevdir. Yasaya ve yetkiye karşı çıkışın görevi engelleyici
niteliği açıktır. Bunun geçerli sayılması doğru değildir. İçgüdü ancak
sonuçlarıyla ve sahibinin yasa karşısındaki genel durumuyla gözetilir. İlgisiz
kimsenin yakalanma karşısında tepkisi doğal, yakalanması haklı olan kimsenin
tepkisi ise aykırılıktır. Kamu görevlisi korunacakken, ceza
ağırlaştırılacakken, sanık ve suçluları koruyan fıkra Devlet otoritesinde
kırıcıdır. Bunun insancıl olunmakla bir ilgisi de yoktur. Nitekim dördüncü
fıkra cezalandırmada gözetilecek geçerli bir nedeni içermektedir. Böylesine
haklı ve geçerli bir nedene dayanmayan üçüncü fıkranın iptali zorunludur.
Yasaların özgörüsünde (takdirinde) sınırsızlık yoktur. Benzer durumda ayrı
uygulama eşitlik ilkesinin çiğnenmesidir.
Cezalandırma
hakkının ve ceza sorumluluğunun üzerlerine kuruldukları ilkeler yönünden uzun
bir irdelemeye gitmeden bir " toplumsal olgu" sayılan "
suç" ile bunun karşılığı " yaptırım (ceza) ın" sorumluluk
bilinciyle davrananlar hakkında düşünülebileceği kuşkusuzdur. Yakalanma
korkusuyla kaçmak bir içgüdüye bağlansa da direnmekte bu savunulamaz. Direnme
suçunu işleyen de Yasa'nın geçerli saydığı genel indirme nedenleri varsa ondan
zaten yararlanacaktır. Sorumluluğu kaldırıcı ya da azaltıcı bir özel neden
durumuna getirilen tutuklanmaktan ve hapisten kurtulmak içgüdüye bağlı, iradeyi
etkileyici özel ve yeni bir neden, ek neden olarak ele alınamaz. Yasal her
yaptırıma her karşı duruş, bu uygulama ile, düzensizliğe varan yasal
hoşgörülerle indirimler gerektirir. Böyle bir anlayışın ise hukuk dışı olduğu
öğretide görüş çokluğu kazanmıştır. Bu nedenlerle Anayasamızın hukuk devleti ilkesine
ve eşitlik ilkesine aykırı bulduğumdan iptal edilmesi görüşündeyim.