ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 1980/29
Karar Sayısı : 1981/22
Karar Günü : 21/5/1981
Resmi Gazete tarih/sayı : 18.8.1981/17432
İTİRAZ
YOLUNA BAŞVURAN MAHKEME: İzmir Asliye 2. Hukuk Mahkemesi.
İTİRAZIN
KONUSU : 17/2/1926 günlü, 743 sayılı " Türk Kanunu Medenisi"
nin 292., 310/2. ve 443. maddeleri hükümlerinin Anayasa'nın 10/2., 12. ve 35.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülerek iptaline karar verilmesi istemidir.
I -
OLAY :
Davacı,
İzmir Asliye 2. Hukuk Mahkemesi'ne açtığı davada, davalının, evlilik dışı
ilişkiden doğan çocuğunun babası ve evli olması nedeniyle evlenmelerinin
olanaksız bulunduğunu ileri sürüp babalığa hükmedilmesini istemiş, davalı ise,
davayı ve çocuğun davacı ile evlenme vaadiyle geçen beraberliklerinden meydana
geldiğini kabul etmiştir.
Mahkeme,
davacı vekilinin Medeni Yasa'nın 292., 310/2. ve 443. maddelerinin Anayasaya
aykırı olduğu yolundaki savını ciddi bulmuş ve bu hükümlerin iptali için
Anayasa Mahkemesi' ne başvurmuştur.
II
- METİNLER :
1 -
17/2/1926 günlü, 743 sayılı " Türk Kanunu Medenisi" nin Anayasaya
aykırılığı öne sürülen hükümleri de içeren 292., 310. ve 443. maddeleri
şöyledir :
"
Madde 292 - Birbirleriyle evlenmeleri memnu olanlardan veya evli erkek ve
kadınların zinasından doğan çocuk, tanınamaz."
"
Madde 310 - Müddeialeyh, anaya, evlenme vadettiği veya münasebeti cinsiye bir
cürüm veya nüfuzu suistimal teşkil eylediği takdirde; müddeinin talebi üzerine
hâkim, onun babalığına hükmeder."
"
Madde 443 - Nesebi sahih olmıyan hısımlar, ana tarafından nesebi sahih hısımlar
gibi mirasçılık hakkını haizdir. Bunların, baba cihetinden mirasçı
olabilmeleri; babalarının kendilerini tanımış veya babalıklarına hüküm sudur
etmiş bulunmasına mütevakkıftır.
Baba
tarafından nesebi sahih olmıyan bir çocuk yahut füruu, babasının nesebi sahih
fürulariyle içtima ederse; nesebi sahih bir çocuğa veya ferilerine isabet eden
hissenin yansını alırlar."
2 -
Dayanılan Anayasa kuralları :
"
Madde 10 - Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel
hak ve hürriyetlere sahiptir.
Devlet,
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal adalet ve hukuk
devleti ilkeleriyle bağdaşamıyacak surette sınırlıyan siyasî, iktisadî ve
sosyal bütün engelleri kaldırır; insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi
için gerekli şartları hazırlar."
"Madde
12- Herkes dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep
ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.
Hiçbir
kişiye aileye zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz."
"Madde
35- Aile Türk toplumunun temelidir.
Devlet
ve diğer kamu tüzel kişileri, ailenin, ananın ve çocuğun korunması için gerekli
tedbirleri alır ve teşkilâtı kurar."
IV-
İLK İNCELEME:
Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü'nün 15. Maddesi uyarınca, Şevket Müftügil, Ahmet H.
Boyacıoğlu, Rüştü Aral, Muammer Yazar, Adil Esmer, Nihat O. Akçakayalıoğlu,
Nahit Saçlıoğlu, Hüseyin Karamüstantikoğlu, Kenan Terzioğlu, Orhan Onar, Necdet
Darıcıoğlu, İhsan Necdet Tanyılıdız, Bülent Olçay, Yılmaz Aliefendioğlu ve
Yekta Güngör Özden'in katılmalarıyla 22/5/1980 gününde yapılan ilk inceleme
toplantısında, sınırlama sorunu üzerinde durulmuştur.
Mahkeme'nin
elindeki davada, evli erkekten evlilik dışı ilişkiden doğan çocuğun babalığına
hükmedilmesi istenmektedir. Anayasaya aykırı olduğu öne sürülen hükümlerden
292. Madde, birbirleriyle evlenmeleri yasaklananlardan veya evli erkek ve
kadınların zinasından doğan çocukların tanınamayacağına ilişkin olup,
görülmekte olan davada uygulanacak hüküm değildir. Yine iptali istenen 443.
Madde, nesebi sahih olamayan çocukların miras haklarını düzenlemektedir.
Mahkemeye açılan davada, miras hakkı ile ilgili bir istek söz konusu değildir.
O halde 292. Ve 443. Maddeler mahkemenin elindeki davada uygulanma durumunda
bulunmamaktadır.
Öte
yandan itiraz konusu olan 310. Maddenin ikinci fıkrası; cinsel ilişki zamanında
davalı evli ise, mahkemece, onun babalığına karar verilemeyeceği hükme
bağlanmaktadır. Bu kural davayı çözümlemek için uygulanması zorunlu olduğundan,
Anayasaya uygunluk denetiminin de bu hükümle sınırlı olarak yapılması
gerekmektedir.
Böylece
yapılan ilk inceleme sonunda:
Dosyada
eksiklik bulunmadığından esasın 17/2/1926 günlü, 743 sayılı Türk Medeni
Yasası'nın 310/2. maddesi ile sınırlı olarak incelenmesine" oybirliğiyle
karar verilmiştir.
V -
ESASIN İNCELENMESİ :
İşin
esasına ilişkin rapor, Mahkeme'nin gerekçeli kararı, itiraz konusu yasa
hükümleri, bunlarla ilgili metinler, Anayasaya aykırılık savına dayanak tutulan
Anayasa kuralları, dosyadaki öteki belgeler okunup incelendikten sonra gereği
görüşülüp düşünüldü :
İtirazcı
Mahkeme, Medeni Yasa'daki 310. maddenin ikinci fıkrasını oluşturan
"Münasebeti cinsiye zamanında, müddeialeyh evli ise; hâkim babalığa
hükmedemez" biçimindeki hükmün, Anayasaya aykırı olduğuna ilişkin itirazı
ciddi bularak iptalini istemiştir. İtiraz konusu kuralın Anayasa açısından
incelenmesine geçilmeden önce evlilik dışı doğan çocuğun hukuksal durumuna
değinilmesinde ve konunun genel olarak ele alınmasında yarar görülmüştür.
A)
Genel Olarak İnceleme :
1.
Evlilik dışı doğan çocuğun Medeni Yasa'ya göre hukuksal durumu :
Medeni
Yasa'ya göre evlilik dışında doğan veya evlilik içinde doğmakla beraber nesebi
sonradan reddedilen çocuğun nesebi sahih değildir. Evlilik dışı doğan çocuklar
dört grupta toplanabilir :
a)
Babalarının kim olduğu saptanamıyan çocuklar. Bunların babalarıyla aralarında
hukuksal bir ilişki kurulması söz konusu değildir.
b)
Yalnızca malî sonuçlu babalık davasının konusu olabilen çocuklar (Doğal babalık
ilişkisi).
c)
Babaya hukukça bağlanabilen ve onun mirasçısı olabilen çocuklar (sahih olmayan
nesep ilişkisi).
d)
Evlilik dışı doğmakla birlikte, nesepleri ana ve babanın sonradan
evlenmeleriyle, hâkim hükmü ile ya da af yasalarının verdiği yetkiye
dayanılarak yönetsel yoldan düzeltilerek, evlilik içinde doğanlarla aynı
hukuksal duruma getirilen çocuklar (Sahih nesep ilişkisi). "
Yukarıda
belirtilen dört grup çocuklardan (b) ve (c) grubundakiler Anayasaya aykırı
olduğu ileri sürülen kuralla ilişkilidir. İtirazcı Mahkeme, babaya karşı
yalnızca parasal yardım isteminde bulunabilecek durumdaki çocuğu, bu gruptan
çıkarılarak babaya hukuken bağlanabilen çocuk olmasını başka bir söyleyişle,
sahih olmayan nesep bağının kurulmasını engelliyen kuralın iptalini
istemektedir. Bu durumda, özellikle (b) ve (c) grubundaki çocukların babayla
olan ilişkileri üzerinde durulması gerekmektedir :
Nesebi
sahih olmıyan çocuğun anası doğuran kadındır. Babası, tanıma veya bir hüküm ile
belirlenir (Md. 290). Medeni Yasa'nın 291-294. maddelerinde kurala bağlanan
" tanıma" , dava konusunun dışında kalmaktadır. Babanın hükmen
belirlenmesine gelince, Medeni Yasa'nın 295. maddesine göre açılacak babalık
davası, 297. maddede gösterildiği üzere konusu ana ve çocuk yararına mali
sonuçlu olabileceği gibi, malî istemle birlikte, baba ile çocuk arasında bir
nesep ilişkisi kurmak, çocuğun babasının soyadını, vatandaşlığını, mirasını
almak, nüfusuna kaydedilmek gibi kişisel sonuçlu da olabilir. Mali sonuçlu
babalık davasında çocuk ile baba arasında çocuğa nafaka ödenmesi zorunluluğunu
içeren doğal babalık söz konusudur. Oysa, kişisel sonuçlu babalık davasında
" babalığa hükmedilmesi" durumunda çocuk malî sonuçlar yanında,
babasının nüfusuna kaydedilerek soyadını, vatandaşlığını almak babasının ve
anasının ailesine karşı miras dahil sahih olmayan nesebe bağlı hak ve görevlere
sahip olmak olanağına kavuşur. Böylece, çocuk ile baba arasında sahih olmayan
nesep ilişkisinden doğan hukuksal bağ kurulur.
Medeni
Yasa'nın 295. ve 297. maddelerine göre açılacak kişisel sonuçlar öngören
babalık davasında " babalığa hükmedilmesi" ancak, 310. maddede
sayılan koşulların bulunması durumunda olanaklıdır. Söz konusu 310. maddenin
Anayasaya aykırılığı ileri sürülen ikinci fıkrası, cinsi ilişki sırasında, baba
evli ise, hâkimin babalığa hükmedemiyeceğini öngörmüştür. Bu durumda evlilik
dışı doğan çocukla baba arasında nesebi sahih olmayan ilişkinin kurulması,
başka deyişle babalığa hükmedilmesi için babalığın tanıtlanması, 310. maddenin
birinci fıkrasındaki unsurların bulunması yeterli değildir. İtiraz konusu
ikinci fıkraya göre, aynı zamanda, cinsi ilişki sırasında erkeğin evli olmaması
gerekmektedir. Medeni Yasa'ya göre evlilik dışında doğan çocukların hukuksal
durumu böylece ortaya konulduktan sonra, konunun, sağlıklı bir biçimde
yaklaşılabilmesini temin etmek bakımından hem insan hakları yönünden, hem de
ilgili iç mevzuatımızda bu sorunla çok yakın ve önemli ilişkileri olan af
yasaları yönünden de incelenmesi gerekmektedir.
2 -
İnsan hakları yönünden inceleme :
10
Aralık 1948 günlü İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 25. maddesinin ikinci
fıkrasında konu ile ilgili olarak şu kural yer almaktadır: " Analık ve
çocukluk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar, evlilik
içinde veya dışında doğsunlar aynı sosyal korunmadan faydalanırlar."
18
Ekim 1961 günlü, Avrupa Sosyal Haklar Temel Yasası'nın I. Bölüm 17. maddesinde
de " Evlilik durumuna ve aile bağlarına bakılmadan ana ve çocuğun sosyal
durumuna uygun iktisadi korunmaya hakkı vardır" denmektedir. Türkiye
tarafından da imzalanan ve onaylanan bu temel metinler, çocuğun, evlilik içinde
ve dışında doğduğuna bakılmaksızın kişiliğini geliştirmesi ve ileride topluma
sağlıklı bir birey olarak katılabilmesi için gerekli her türlü olanaktan
yararlandırılmasını öngörmektedir. Öte yandan Birleşmiş Milletler Örgütü
ekonomik ve sosyal kurulunun 18 Mayıs 1973 tarihli kararında, sahih ve sahih
olmayan nesepli çocukların eşit hukuksal duruma sahip olmaları ilke olarak
kabul edilmiştir.
3 -
Af yasaları açısından inceleme :
Türk
Hukuk Devriminde temel yapıyı oluşturan Medeni Yasa'nın, itiraza konu edilen
hükmü toplumsal hayatımıza uyum sağlayamamış ve bu nedenle de pek çok
sorunların çıkmasına etken olmuştur. Kimi yasalarda " Af Kanunu" ,
kimilerinde de " Tescil edilmeyen birleşmeler ile bunlardan doğan
çocukların, tescili hakkında kanun" olarak adlandırılan yasalar, bu
toplumsal soruna geçici olarak çözüm arama gayretinin sonucu olarak ortaya çıkmış
ve Cumhuriyetin onuncu yılı nedeniyle ilk kez 1933 yılında 2330 sayı ile kabul
edilen " Af Kanunu" nu, 1945 yılında 4727, 1950 yılında 5524, 1956
yılında 6652, 1965 yılında 554 ve 1974 yılında 1826 sayı ile çıkan yasalar
izlemiştir. Bu yasaları düzenleme zorunluğunda kalan Yasa Koyucunun konuya
hangi açıdan baktığını saptayabilmek için yalnızca 20/6/1974 günlü, 1826 sayılı
Yasa'nın gerekçesine bakmak dahi yeterlidir. Bu yasanın gerekçesinde şu
görüşlere yer verildiği görülmektedir: " Medeni Kanun yürürlüğe gireli
yarım asra yakın bir süre geçmesine karşın evlenmeye ve nesebe ilişkin hükümler
hâlâ yerleşmemiştir. Ancak, evlilik dışı çocukların Medenî Kanunu ihlâlde bir
kusurları yoktur. Bu çocukların tanınmadıkça ya da yargıç tarafından babalığa
hüküm verilmedikçe babaları hanesine kayıt edilebilme olanakları yoktur. Bu
gibi çocuklar babasız olmanın üzüntüsünü her zaman yüreklerinde hissetmekte ve
doğuştan topluma karşı küskün bir şekilde yetişmektedirler. Evlilik dışı ya da
tescil edilmemiş evlenmelerden doğan çocukların hukuki statülerini Medeni Kanun
çerçevesi içinde bir düzene koymamak ve onların bazı yurttaşlık haklarından
yararlanmalarını engellemek sosyal esprisi yönünden adil bir hukuk Devleti
anlayışı ile bağdaşamaz (Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 4, Toplantı 1. Cilt
3, S. Sayısı 28, Sayfa 1-2).
Sözü
edilen bu yasaların ve gerekçelerindeki açıklamaların incelenmesi açıkça şu
sonucu ortaya koymaktadır: Medeni Yasa'nın 310. maddesinin ikinci fıkrası
kuralı evlilik dışı birleşmeleri önleyememiş, bu birleşmenin etkeni değil ancak
sonucu ve ürünü olan çocukların neseplerinin düzeltilmesi bakımından köklü
olmayan geçici nitelikteki önlemler zaman zaman çıkarılan af yasaları ile
alınmaya çalışılmış ve böylece sözü edilen 310/2. maddenin kapsamında olan
çocuklara, sahih nesep bağı ile babalarına bağlanma olanağı tanınmıştır.
B)
İtiraz Konusu Kuralın Anayasa Açısından İncelenmesi: l - Anayasa'nın genel
ilkeleri yönünden inceleme :
Anayasa
Mahkemesi'nin 21/10/1971 günlü, esas 1970/53, Karar 1971/76 sayılı kararında da
belirtildiği gibi, Anayasa ile güdülen ana erek Başlangıçta (Türk Ulusunun
daima yücelmesi) ve 153. maddesinde ise (Türk Ulusunun çağdaş uygarlık
seviyesine erişmesi) biçiminde saptanmıştır. Bu ana ereğe varılmasını
engelleyebilecek ya da yozlaştırabilecek nitelikte hiç bir hak ve özgürlüğün
Anayasa'da tanınmadığı, daha açık bir anlatımla bu ereğin Anayasa'nın tüm
yapısına, ilke ve kurallariyle ruhuna egemen olduğu tartışma götürmeyen bir
gerçektir.
Çağdaş
ve uygar ülkelerin mevzuatına bakıldığında sahih ve sahih olmayan nesep
ayrımına son verildiği, itiraz konusu kuralı aldığımız İsviçre'de dahi 1976
yılında kabul edilerek Ocak 1978 de yürürlüğe konulan yasa değişikliği ile
evlilik içi ve evlilik dışı olarak yapılan çocuk ayrımının sona erdirildiği
görülmektedir.
Türk
Hukuk Devriminin temel yasasını oluşturan ve Adliye Encümeni Mazbatası ve
gerekçesinde Türk Ulusunu " çağdaş uygarlık düzeyinde" bir hukuk
düzenine kavuşturması amacıyla İsviçre Medeni Yasası'ndan aktarılan Türk Medeni
Yasası' nın kimi hükümlerinin; çağdaş anlayışla ve toplumun değişen değer
yargılarıyla Medeni Yasa'nın kabulünde güdülen amaca uygun bir biçimde ele
alınarak Anayasal denetime bağlı kılınması toplumun dinanizmine ve Anayasa'nın
benimsediği Türk Ulusunun daima yücelmesi ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşması
biçimindeki ereğine uygun düşmektedir.
2 -
Anayasa'nın 10. maddesi yönünden inceleme :
Anayasa'nın
10. maddesinin birinci fıkrasında " Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz,
vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir." denilmekle ayrımsız her
kişinin salt insan olması nedeniyle kişiliğine bağlı, kendisinin dahi
vazgeçemiyeceği kimi temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirlenmiştir.
Kişilik, doğumla başlayıp ölümle sona ereceğine göre kendi ana babasını seçme
olanağı bulamayan çocuk da, evlilik dışı dünyaya gelse bile bir "
kişi" dir ve Anayasa'nın sözü edilen bu maddesindeki " herkes"
sözcüğünün kapsamı içindedir. Çocuğun, ana-babasını bilmek, babasının nüfusuna
yazılmak, bunun getireceği haklardan yararlanmak, ana ve babasından kendisine
karşı olan görevlerini yerine getirmelerini istemek gibi haklar çocuğun
kişiliğine bağlı temel haklardandır.
Sözü
geçen 10. maddenin ikinci fıkrasındaki " Devlet, kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle
bağdaşamıyacak surette sınırlayan siyasî, iktisadî ve sosyal bütün engelleri
kaldırır; insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlar." biçimindeki hükümle Devletin, kişinin maddi ve manevi gelişimi
için gerekli koşulları hazırlamakla, temel hak ve özgürlükleri, fert huzuru,
sosyal adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşamıyacak biçimde sınırlayan
engelleri kaldırmakla görevlendirildiğini gösterir.
Medeni
Yasa'nın 310. maddesinin ikinci fıkrasındaki " Münasebeti cinsiye
zamanında, müddeialeyh evli ise, hâkim babalığa hükmedemez; biçimindeki hüküm
karşısında hâkim, cinsi İlişki sırasında erkeğin evli olması durumunda babalığa
hükmedememekte böylece çocuğun doğal babası ile arasında sahih olmıyan nesep
ilişkisi, başka bir deyişle hukuksal bağ kurulamamaktadır. Bu durumdaki çocuk,
bu nedenle babasının nüfusuna kaydedilmek, mirasçısı olmak, babanın soyadını
taşımak gibi kişiliğine bağlı kimi temel hak ve özgürlüklere sahip olamamakta
annesinin ve babasının kusurundan sorumlu tutularak toplum içinde aşağılanmakta
ve kimi haklardan yoksun kılınmışlığın getirdiği eziklikle maddi ve manevi
gelişme olanağını bulamamak suretiyle toplumdan soyutlanıp ona karşı önyargılı
bir toplum düşmanı haline getirilmektedir. Nitekim benzer bir konuda Alman
Anayasa Mahkemesi, görüşlerini " Belirli bir grup insanın kendi iradeleri
dışında kalmış bir nedenle, salt bir doğum yanlışı yüzünden aşağılanmalarının -
horlanmalarının... eşitlik ilkesi ve kişiliğin serbestçe oluşumu, gelişimi
temel hakkı ile bağdaşmıyacağı açıktır." biçimindeki sözlerle
belirtilmiştir (Alman Federal Anayasa Mahkemesi Kararları, Sh. 9. 1970).
3 -
Anayasa'nın 12. maddesi yönünden inceleme :
Anayasa'nın
12. maddesinin birinci fıkrası ile, " Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi
düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde
eşittir." kuralı konulduktan sonra, ikinci fıkrasındaki " Hiçbir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz." biçimindeki
hükümle bu ilkeye açıklık ve kesinlik kazandırılmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin
çeşitli kararlarında belirtildiği gibi, yasa önünde eşitlik, aynı duruda olan
kişilerin aynı yasa hükmüne bağlı tutulmalarını içerir. Eşitlik, herkesin her
yönden aynı yasa hükmüne bağlı olacağı anlamında ele alınamaz. Kimi kişilerin
başka kurallara bağlı tutulmalarında haklı neden varsa, bu durumda yasa önünde
eşitlik ilkesine aykırılıktan söz edilemez.
İtirazcı
Mahkeme, itiraz konusu kuralın, evlilik birliği dışında doğan çocuğun, öteki
çocuklardan ayrı ve ona zarar verici bir durum içine sokulmasını eşitlik
ilkesine aykırı bulmaktadır. Gerçekten söz konusu kural, evlilik dışı doğan bir
grup çocuğun, babalarının hâkim kararıyla kişisel sonuçlarıyla belirlenmesini
ve nesebi sahih olmayan çocuk durumuna gelmelerini engellemekte ve bu
çocukların öteki çocuklara oranla maddi ve manevi ayrılık içine itilmelerine
neden olarak bunlara kişiliklerinin serbestçe oluşumu ve gelişimi temel hakkını
tanımamaktadır. Zina ürünü çocukların, ötekilerle aynı durumda olmadıklarından
sözedilerek bunlara ayrı kuralların uygulanmasının eşitlik ilkesine aykırı
düşmediği görüşü, bu çocukların da " herkes" kapsamı içinde olmaları,
ötekiler gibi salt doğumla kişilik kazanmaları karşısında yerinde görülemez.
Ana rahmine düştüğü sırada babası, annesinden başka biriyle evli olan çocukla,
babası evli olmayan çocuk arasında yapay bir ayırım yaparak, birinci çocuğu
babaya karşı nesepsiz duruma düşürürken, ikincisine babasına sahih olmayan
nesep bağı ile bağlanma olanağı tanınması eşitlik ilkesiyle bağdaşmıyacağı
gibi, bunun haklı nedeni de gösterilemez. Aile birliğinin korunması savı
konuyla doğrudan ilgili olmaması dolayısıyla haklı bir neden olarak ileri
sürülemez. Bir grup çocuğu iterek, horlıyarak, onları kimi temel haklardan
yoksun bırakarak aile birliğinin korunacağını düşünmek, bu sosyal olguya,
gerçekçi bir yaklaşım olamaz. Çünkü aile birliğini tehlikeye atan ve
huzursuzluk yaratan bu tür çocuklara kimi temel hakların tanınması değil, bu
duruma zemin hazırlayan normal olmayan kadın - erkek ilişkilerinin varolması ve
sürmesidir. Çocuk, bu tür ilişkilerin etkeni değil ancak ürünüdür. Toplum
yaşamında önemli olan, bu tür ilişkilerin sonucu doğan çocuğu, toplum dışına
iterek ve kimi haklardan yoksun kılarak cezalandırmak değil, onu ortaya çıkaran
anormal ve toplumun değer yargıları açısından da ahlâklı davranış sayılmayan
ilişkileri yoketmektir.
Nitekim,
Birleşmiş Milletler Örgütü Ekonomik ve Sosyal Kurulu'nun 18/5/1973 günlü kararında,
sahih ve sahih olmayan nesepli çocukların eşit hukuksal duruma sahip olmaları
ilke olarak benimsenmiştir.
Sonuç
olarak itiraz konusu kural evlilik dışında doğan çocuklar arasında tadhi,
babalarının evli olup olmamasına göre bir ayrılığa neden olmaktadır.
4 -
Anayasa'nın 35. maddesi yönünden inceleme :
Anayasa'nın
sosyal ve iktisadi haklar ve ödevler başlığını taşıyan ve üçüncü bölümünde yer
alan 35. maddesi hükmüne göre " Aile Türk toplumunun temelidir.
Devlet
ve diğer kamu tüzel kişileri, ailenin, ananın ve çocuğun korunması için gerekli
tedbirleri alır ve teşkilâtı kurar." Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci
fıkrasında, ana, baba ve çocukları içeren aile kavramından sonra, ananın ve
çocuğun ayrıca sayılması, Anayasaca, aile dışında kalan ana ve çocukları koruma
görevinin de Devlete bir ödev olarak yükletilmiş olmasındandır. Nitekim Anayasa
koyucunun bu madde ile devlete yüklediği ödevler, maddenin gerekçesinde daha
açık ve ayrıntılı biçimde anlatılarak, şu görüşlere yer verilmektedir.
"
Ahlâki olduğu kadar hukukî cephesi de bulunan bu hükmün, Anayasa'da yer alması,
kanun koyucu için, büyük bir direktif mahiyeti taşımakta ve onu aileyi her
bakımdan korumaya teşvik etmektedir. Bu direktif yürütme organının da, aile ve
çocuğun korunmasıyla ilgili hükümleri ciddiye almasını ve neticede bu himayenin
fiilen gerçekleşmesini bağlıyacaktır. Ana, babasının yardımından mahrum olan
veya onlar tarafından maddî manevî yoksulluğa terk edilen yahut evlilik dışında
doğan çocukların korunması da, modern Devletin vazifeleri arasındadır. Birçok
anayasalarda bu hususta mufassal hükümler mevcuttur. Anayasamız bu teferruatlı
tanzimi lüzumsuz bularak genel prensibi koymakla yetinmiş ve direktife uygun
olarak teknik himaye hükümlerinin kanunlarla getirilmesini uygun görmüştür."
Gerçekten bu madde, ön tasarıda çok uzun ve ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiş
ve son fıkrada, aynen " Kanun evlilik dışında doğan çocukların beden,
fikir ve ruh gelişmelerini ve toplum hayatında, evlilik içinde doğmuş çocuklara
denk bir yer elde etmelerini sağlıyacak hükümleri koyar." denilmişken,
Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu Alt Komisyonu'nda bu son fıkra metinden
çıkarılmış ve maddenin öteki bölümlerinde de kısaltmalar yapılmıştır. Böylece,
Anayasa Koyucu ayrıntılı düzenleme yerine, gerekçede de belirtildiği gibi,
genel ilkeyi koymakla yetinmiştir. Bununla birlikte anlam açısından ön tasarıda
değişiklik yapılmadığı, maddenin gerekçesinde " ...evlilik dışında doğan
çocukların korunması da, Modern Devletin vazifeleri arasındadır." biçimindeki
deyişten ve konunun Temsilciler Meclisi'nde görüşülmesi sırasında Komisyon
sözcüsünün, " ...görüştüğümüz madde metnine anasız babasız yoksul
çocukların ve evlilik dışı çocukların korunması da dahildir." biçiminde
yer alan açıklamasından anlaşılmaktadır. Böylece, Anayasa, ailenin yanısıra
aile dışındaki ananın ve çocukların da korunmasını Devlete bir ödev olarak
yüklemiştir.
İtiraz
konusu kural zina ürünü çocukların babalarına sahih olmayan nesep bağı ile
bağlanmalarını engellemektedir. Bunun sonucu olarak da, zina ürünü çocuğun
yasal olarak babasına karşı nafaka isteminden başka bir başvuru yolu
kalmamakta, biyolojik çözümleme, tanık ve başka kanıtlarla babalığı saptanan
doğal babayla çocuk arasında nesep ilişkisi kurulamamaktadır. Görüldüğü üzere
evlilik dışı, özellikle, zina ürünü çocuklar, toplumda babasız çocuk damgası
taşıdıklarından horlanmaları, aşağılanmaları, babalarına karşı nafaka
isteminden başka bir hak ileri sürememeleri ve babalarının mirasçısı
olamamaları nedenleriyle ekonomik ve psikolojik açıdan güç koşullarda
bulunmakta ve toplum dışına itilmektedirler. Oysa, Medeni Yasa'ya göre, sahih
olmayan nesep bağından çocuk için önemi yadsınamıyacak, kişiliğine sıkı sıkıya
bağlı kimi hukuksal sonuçlar doğmaktadır. Sahih olmayan nesebli çocuk bu yolla
babasının soyadını taşıyacak ve onun vatandaşlığını kazanacak (MK. 312. Md.),
onun yasal mirasçısı olacaktır (MK. 443. md). Medeni Yasa'nın itiraza konu
edilen 310. maddesi kapsamındaki çocuk bu haklardan yoksun kaldığı gibi sahih
nesepli olmayan çocuklar için söz konusu edilmiyecek bir tehlike ile de karşı
karşıya gelecektir. O da Medeni Yasa'nın 92. maddesindeki belli hısımlarla
evlenme yasağıdır. Bu tür çocukların, doğal babalık bağı ötesinde, babaları ile
hiç bir hukuksal bağ söz konusu olmadığına göre, bu maddenin yasakladığı
evlenmelerle, söz gelimi kardeşiyle evlenme gibi çok ağır bir tehlikeyle karşı
karşıya gelebilecek ve bilme durumunda olmadığı bu kimselerle evlenebilecektir.
Bu ortamın etkenini itiraz konusu hükmün çocuğun babanın nüfusuna kaydedilememesinin
sonucunda oluştuğundan kuşku edilmemelidir. Ailenin, ananın ve çocuğun
korunmasını buyuran Anayasa'nın, bu tür sonuçlar doğuran bir yasa kuralı ile
uyum içinde olduğu söylenemez. Bireyin insan olmaktan doğan kişiliğini özgürce
geliştirme temel hakkıyla da bağdaşmayan bu durum, yasa koyucuyu, Medeni
Yasa'nın itiraz konusu hükmü ile buna koşut olan hükümlerinin uygulanmasını
engelleyen yasal düzenlemelere gitmeye zorlamıştır. " Af Kanunu" ya
da " Tescil edilmeyen birleşmelerle bunlardan doğan çocukların cezasız
tescili hakkında kanun" adlarını taşıyan bu yasalar yoluyla bu tür
çocukların hukuksal durumlarının düzeltilmesine çalışılmıştır. Böylece
hukukumuzda, bir yanda Medeni Yasa hükümleri, öteyanda buna karşıt, bu
hükümleri askıya alan af yasaları ikilemi süregelmiş ve bu durum kendiliğinden,
itiraza konu edilen kuralın Anayasa ile uyum içinde olmadığını ortaya koyarak
kuşkulu bir durum yaratmıştır. Şöyle ki Yasa koyucu itiraz konusu kuralı
Anayasa'ya uyumlu bulsaydı, af yasaları çıkarılması yoluyla Medeni Yasa'nın
koyduğu bir yasağı askıya alma gereğini duymazdı. Çocuk toplum içinde
yalnızlığa itilerek, horlanarak ekonomik açıdan güçsüz bırakılarak
korunamayacağına göre, yargı yolu ile babaları belirlenen zina ürünü
çocukların, babalarına bağlanmalarını engelleyen itiraz konusu kuralın, "
çocuğun korunmasına" ilişkin Anayasa buyruğu ile çeliştiği açıktır.
Anayasamız,
yalnızca çocuğu değil, çocukla birlikte aileyi de korumak suretiyle toplumda
aile ile aile dışında yer alan ana ve çocuğun çıkarları arasında adil bir denge
kurmak istemektedir. Konuyu bu yönden de ele almak ve itiraz konusu kuralın
iptal edilmesi halinde ailenin bundan zarar görüp görmeyeceğini de tartışmak
gerekmektedir.
Medeni
Yasa'nın itiraz konusu kuralın İsviçre Medeni Kanunu'nda yer alışına gerekçe
olarak meşru ailenin korunması gösterilmiştir. Bugün ise bu metin, İsviçre
Medeni Yasası'ndan çıkarılmıştır. İsviçre Yasa koyucusu, kuşkusuz, aileyi
korumaktan vazgeçememiştir. Özellikle, aile hukuku ile ilgili konularda batılı
toplumların insan haklarına ilişkin birçok temel metinde yer verdikleri "
ailenin korunması" ilkesinden vazgeçmeleri olası değildir. Bu nedenle
geriye kalan tek olasılık, bu kuralın ailenin korunması ile doğrudan ilişkili
olduğu yönündeki görüşlerini değiştirmeleridir.
Öğretide,
itiraz konusu kuralın alındığı hükmün, İsviçre Medeni Yasası'na Kilise
hukukunun etkisiyle girdiğine işaret edilerek :
a)
Aile kurumunun etkinliğini ve otoritesini korumak, evli olmayan kadınların,
çocuğu ile birlikte veya çocuk vasıtasıyla evli bir erkeğin yuvasına karışıp
aile düzenini yıkmasını önlemek,
b)
Serbest birleşmeleri önlemek veya azaltmak,
Amaçlarıyla
bu yasaklamanın getirildiği ancak, bu hükmün ailenin korunması ile bir ilgisi
bulunmadığı belirtilmektedir.
Bu
düşüncelerden ilki yüzeysel bir görüşü yansıtmaktadır. Çünkü aile sarsıntı
geçirecekse bunun nedeni, babanın eşinden başka bir kadınla ilişkide bulunmuş
ve bu ilişkiden bir çocuğun doğmuş olmasıdır. Çocuğun babaya sahih veya sahih
olmayan nesep bağı ile bağlanması aileyi fazla etkilemiyecektir. Medeni Yasaya
göre, zina ürünü çocukların açtığı malî sonuçlu babalık davasında da, baba,
yargı kararı ile saptanmaktadır. Öte yandan çocukla baba arasında hukuksal bir
nesep bağı kurulması çocuğun kendiliğinden babanın ailesine dahil olması
sonucunu da doğurmaz. Medeni Yasa'nın 312. maddesine göre, sahih olmayan
nesepli çocuğun velayetinin ana ve babaya verilmesi yargı kararı ile olmakta,
hatta, 298. maddenin son tümcesine göre, hâkim gerekli görürse velayeti ne
anaya ve ne de babaya vermeyerek çocuğa bir vasi tayin edebilmektedir. Çocuğun
velayetinin babaya verilmesinin onun aile birliğini önemli ölçüde sarsacağı
yolunda ciddi belirtiler bulunması durumunda mahkemenin bunu dikkate alarak
karar vereceği doğaldır.
Zina
ürünü çocukların babalarına yasal olarak bağlanmalarının aile kurumu zararına
serbest birleşmeleri artıracağı düşüncesinde de isabet bulunmamaktadır. Evlilik
dışı çocukların babalarına sahih ya da hiç değilse sahih olmayan nesep bağı ile
bağlanabilmesine izin verilmesi, hiç kusuru olmadığı halde toplumda çok kötü
duruma düşürülen çocuğun korunması ile ilgili bir önlem olup, bunun serbest
birleşmeleri artırmaya yönelik bir yanı yoktur. Tersine, serbest birleşmeleri
bir ölçüde önlediği savunulabilir. Çünkü evlilik dışı bir ilişkiden doğacak
çocuğun soyadını taşımayacağını, mirasçısı olamıyacağını bilen kişi hiç bir
sorumluluk duymaksızın bu tür bir ilişkiye girebilir. Bu kişinin, doğacak
çocuğun malî, sosyal ve hukuksal sorumluluğunu taşıyacağını bilmesi kendisini
daha dikkatli davranmaya itebilir.
Yeri
gelmişken şu yönünde açıklanması gerekir. Medeni Yasa'nın itiraza konu edilen
hükmü yürürlükte iken 1933 yılında başlayarak 1974 yılına kadar Yasa Koyucunun
af yasaları çıkarma zorunluğunda kalması, söz konusu hükmün meşru olmayan birleşmeleri
engelleyemediğinin açık ve kesin kanıtıdır. Eğer bu hüküm bu tür evlilik dışı
ilişkileri engelleyebilmiş olsaydı, Yasa koyucunun af yasaları çıkararak
evlilik dışı olan çocukları korumak istemesi anlamsız olurdu. Bu nedenlerle
itiraz konusu kuralın evlilik dışı ilişkileri engellediği ve bu kuralın
bulunmaması halinde bu tür ilişkilerin artacağı yolundaki savlar ve öne sürülen
görüşler dayanaksız kaldığı gibi kendi içinde de tutarsızdır.
Yukarıdan
beri açıklanan nedenlerle 17/2/1926 günlü, 743 sayılı Medeni Yasa'nın 310.
maddesinin ikinci fıkrası hükmü Anayasa'nın 10., 12. ve 35. maddelerine
aykırıdır ve iptali gerekir. Adil Esmer, Nihat O. Akçakayalıoğlu, Nahit
Saçlıoğlu, Hüseyin Karamüstantikoğlu, Kenan Terzioğlu, Muammer Turan ve Mehmet
Çınarlı yukarıdaki görüşlere katılmamışlardır.
V -
SONUÇ :
22/5/1980
gününde alınan ilk inceleme kararı uyarınca sınırlandırılarak incelenen
17/2/1926 günlü, 743 sayılı " Türk Kanunu Medenisi" nin 310/2.
maddesi hükmünün Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline Adil Esmer, Nihat O.
Akçakayalıoğlu, Nahit Saçlıoğlu, Hüseyin Karamüstantikoğlu, Kenan Terzioğlu,
Muammer Turan ve Mehmet Çınarlı'nın karşıoylarıyla ve oyçokluğuyla,
21/5/1981
gününde karar verildi.
Başkan
Şevket Müftügil
|
Başkanvekili
Ahmet H. Boyacıoğlu
|
Üye
Muammer Yazar
|
Üye
Adil Esmer
|
Üye
Hakkı Müderrisoğlu
|
Üye
Nihat O. Akçakayalıoğlu
|
Üye
Nahit Saçlıoğlu
|
Üye
Hüseyin Karamüstantikoğlu
|
Üye
Kenan Terzioğlu
|
Üye
Orhan Onar
|
Üye
Muammer Turan
|
Üye
Mehmet Çınarlı
|
Üye
Necdet Darıcıoğlu
|
Üye
Yılmaz Aliefendioğlu
|
Üye
Yekta Güngör Özden
|
KARŞIOY
YAZISI
17/2/1926
günlü, 743 sayılı " Türk Kanunu Medenisi" nin 310/2. maddesinin
iptali hakkında çoğunlukla verilen yukarıda gün ve sayısı yazılı Mahkememiz
kararına, Sayın Hüseyin Karamüstantikoğlu'nun karşıoy yazısındaki nedenler
bizim düşüncemizi de yansıttığından katılıyoruz.
Üye
Adil Esmer
|
Üye
Nahit Saçlıoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
Mahkememiz
sayın çoğunluğu kararında vurgulandığı gibi " Türk Hukuk Devriminde temel
yapı" olan Medeni Kanun, öncesi ve şer'i hükümlere göre oluşturulmuş
toplumun gereksinmelerini karşılama düşüncesiyle değil, toplumu "
lâik" düzene itme amacıyle yürürlüğe konmuştur.
Evli
erkeğin kendi eşi olmayan bir kadından olan çocuğu nüfusu kütüğüne
kaydettirmesini önleyen hüküm, birden çok kadınla evliliğe son veren "
lâik anlayış" doğrulamasıdır ve Kanun Koyucunun da yasayı değiştirme
yerine Af Kanunları ile buna olanak verişi bundandır.
Sayın
çoğunluğumuzca, birden fazla, kadınla evliliği hiç benimsememiş toplumlardan
söz etmesi ise, örnekleme kurallarına aykırıdır.
SONUÇ
:
Çoğunluğumuz
kararına açıklanan nedenle karşıyım.
|
|
|
|
Üye
Nihat O. Akçakayalıoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
İtirazcı
Mahkeme, bakmakta olduğu babalık davasında, 17/2/1926 günlü, 743 sayılı "
Türk Medenî Kanunu" nun 292., 310/2. ve 443. maddelerinin iptalini
istemiş, Anayasa Mahkemesi'nce, incelemenin anılan yasanın 310/2. maddesi ile
sınırlı olarak yapılmasına karar verilmiştir.
Türk
Medeni Yasası'nın 310. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir : " Münasebeti
cinsiye zamanında, müddeialeyh evli ise: hâkim babalığa hükmedemez."
I)
İsviçre Medenî Yasası'ndan alınan Türk Medenî Yasası'nın nesep konusunda yaptığı
düzenlemeye değinmek gerekir.
l -
Medeni Yasa'nın nesebi sahih çocuklarla ilgili 241-246. maddeleri ile evlilik
içinde doğan çocukların durumu düzenlenmiştir. 241. madde uyarınca, evlilik
mevcut iken veya sona, ermesinden itibaren üçyüz gün içinde doğan çocuğun
babası kocadır. Bu süre geçtikten sonra, asıl olan, doğan çocuğun nesebinin
sahih olmamasıdır. Koca tarafından nesebin reddi, evlilik mevcut iken çocuk
doğması, evlenmeden evvel veya eşler ayrıldıktan sonra gebelik, redden önce
kocanın vefatı ve red hakkının düşmesi hükümleri bu bölümde bulunmaktadır.
Bundan sonraki 247-252. maddelerde de nesebin düzeltilmesi yer almaktadır. 247.
madde hükmünce, evlilik dışında doğan çocukların nesebi, ana baba birbirleriyle
evlenince kendiliğinden sahih olur. Bunu, ana babanın doğan çocuklarım nüfus
memuruna ihbarı, birinin vefatı veya evlenme ehliyetinin son bulmasıyla
evlenemeyen ana babadan doğan çocukların nesebinin hâkim hükmü ile
düzeltilmesi, yetki, itiraz davası ve nesebin düzeltilmesinin çocuğun hukuku
üzerindeki etkisi hükümleri izlemektedir.
2 -
Medeni Yasa'da, nesebi sahih olmayan çocukların durumu 290 - 314. maddelerde
ele alınmıştır. 290. madde gereğince nesebi sahih olmayan çocuğun anası,
doğuran kadındır. Babası, tanıma veya bir hüküm ile gerçekleşir. Bilindiği
gibi, tanıma koşulları ve biçimini içeren 291. maddede tanımanın resmi senet
veya ölüme bağlı tasarrufla olacağı, işlemin, tanınan kimsenin kayıtlı
bulunduğu yerin nüfus memuruna bildirileceği esası getirilmiştir. Tanımayı
yasaklayan 292. madde " Birbirleriyle evlenmeleri memnu olanlardan veya
evli erkek ve kadınların zinasından doğan çocuk, tanınamaz." biçimindedir.
293. ve 294. maddelerde de ana veya çocuk ile üçüncü kişilerin itiraz haklarına
yer verilmiştir.
3 -
Konumuzla ilgili babalık davası ise Medeni Yasa'nın 295 - 314. maddelerinde
ayrıntıları ile açıklanmıştır. Babalığa hükmedilebilmesi için 310. maddenin
birinci fıkrası uyarınca, aleyhine dava açılan kimse, anaya evlenme vadettiği
veya cinsi münasebet bir cürüm veya nüfuzu kötüye kullanma teşkil eylediği
takdirde; davacının istemi üzerine hâkim, onun babalığına hükmeder. İptali
istenilen ikinci fıkrada ise " Münasebeti cinsiye zamanında, müddeialeyh
evli ise; hâkim, babalığa hükmedemez." kuralı öngörülmüştür.
4 -
Nesebisahih olmayanların miras hakları, Medeni Yasa'nın 443. maddesinde hükme
bağlanmıştır. Bu maddeye göre, nesebi sahih olmayan hısımlar, ana tarafından
nesebi sahih hısımlar gibi mirasçılık hakkını haizdir. Bunların, baba yönünden
mirasçı olabilmeleri; babalarının kendilerini tanımış veya babalıklarına hüküm
verilmiş bulunmasına bağlıdır. Baba tarafından nesebi sahih olmayan bir çocuk
yahut füruu, babasının nesebi sahih füruları ile içtima ederse; nesebi sahih
bir çocuğa veya ferilerine isabet eden hissenin yarısını alırlar.
Görülüyor
ki, İsviçre Medeni Yasası'ndan alınan bu hükümler birbiriyle bağlantılı ve
uyumlu bir biçimde düzenlenip benimsenmiş ve 55 yıldan beri de yürürlüğü
korunmuştur. Yasa koyucu, aralıklı olarak " Tescil edilmeyen birleşmeler
ile bunlardan doğan çocukların cezasız tescili hakkında Kanunlarla af yoluna
gitmiştir. Bugüne kadar 26/10/1933 günlü, 2330; 30/4/1945 günlü, 4727; 1/2/1950
günlü, 5524; 30.1.1956 günlü, 6652; 29/3/1965 günlü, 554 ve 20/6/1974 günlü,
1826 sayılı Yasalar çıkarılmış; 1826 sayılı Yasanın tanıdığı süre 1979 yılında
bitmiştir.
II)
Yasa koyucunun, Anayasaya aykırı olduğu ileri sürülen 310. maddenin ikinci
fıkrasını yürürlükten kaldırmaması, 1974 yılına kadar, 48 yıl içerisinde 6 Af
Yasası çıkarması, Medenî Yasa'nın getirdiği sistemi halen değiştirmemek
eğilimin de olduğunu göstermektedir.
ATATÜRK'ün
gerçekleştirdiği " HUKUK DEVRİMİ" nin bir parçası da Türk Medenî
Yasası'nın kabulü ve yürürlüğe konulmasıdır. İstenilen uygarlık düzeyine
ulaşılması için Toplumun yapısına, sosyo - ekonomik ve eğitim durumuna göre
gerekli yasaların çıkarılması, değiştirilmesi, yürürlükten kaldırılması,
ilerleme sürecinde gereksinme duyulan yeni yasalar getirilmesi, Devletin
yetkili organı olan Yasa Koyucunun başta gelen görevleri arasındadır. Bu
durumda, Medenî Yasa'nın getirdiği sistemin korunması amacıyla iptal konusu
hükmün terk edilmiyerek af yasalarıyla yetinilmesi, az önce değinilen sosyal
olgunun tamamlanmadığının bir kanıtıdır.
İsviçre'de
Ocak 1978 de yürürlüğe giren 25/6/1976 günlü değişiklikle evlilik içi, evlilik
dışı çocuk ayrımına son verilmiştir. İngiltere, Fransa, Batı Almanya, İtalya ve
Lüksemburg'da da bu yol izlenmiştir. Ancak, batıdaki bu tutum toplumumuz
bakımından bir ölçü olamaz. Devletin, sosyal politikasını ilgilendiren bu
konuda, değişikliğe gerek olup olmadığını toplum koşullarına göre takdir
edeceği açıktır. Şu yönü belirtmek gerekir ki: Anayasa Mahkemesi, 9/7/1961
günlü, 334. sayılı Anayasa'nın 153. maddesiyle Milli Güvenlik Konseyi'nin
yürürlüğe koyduğu 27/10/1980 günlü, 2324 sayılı " Anayasa Düzeni Hakkında
Kanun" un 3 ve 6. maddelerinin dışında kalan bütün yasa hükümlerinde
koşulları bulunduğu takdirde Anayasa'nın 147/1. ve 151. maddeleriyle, 22/4/1962
günlü, 44 sayılı yasa hükümleri uyarınca Anayasaya uygunluk denetimini yapmak yetkisine
sahiptir.
III)
Bu açıklamadan sonra, iptali istenilen hükmün Anayasa'nın 10., 12. ve 35.
maddelerine aykırı olup olmadığı sorunu üzerinde durulmalıdır. Anayasa'nın 10.
maddesinin birinci fıkrasında " Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz,
devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir." denildikten
sonra, ikinci fıkrasında " Devlet, kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
fert huzuru, sosyal adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayacak surette
sınırlayan siyasî, iktisadî ve sosyal bütün engelleri kaldırır; insanın maddî
ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlar." hükmü
getirilmiştir. Maddenin gerekçesinde " Bu madde, genel bir direktif
niteliğinde olup, ikinci ve üçüncü bölümdeki birçok maddeler esasen devletin bu
menfi ve müsbet vazifeleri nasıl yerine getireceği" nden söz edilmiştir.
Kişinin
temel hak ve özgürlüklerini ana kurallarla kesin olarak düzenleyen Anayasa,
Yasa koyucunun bunları hangi durumlarda ve hangi düşüncelerle ve ne ölçüde
sınırlayabileceğini yine kendisi belli etmiş ve ancak bu sınırlamanın bir
hakkın ve özgürlüğün özüne dokunamıyacağını kesinlikle açıklamıştır.
Anayasa,
10. maddesinde yer alan sosyal adalet ilkesinin bir tanımını yapmamıştır.
Ancak, ikinci kısmın üçüncü bölümünde sosyal adaleti sağlamak amacını güden
kimi ilkeler (Sosyal ve İktisadi Haklar ve Ödevler) başlığı altında birer kural
olarak Anayasaya konulmuştur. Kuşkusuz, sosyal adaleti sağlayıcı kuralların
sadece bu bölümde yer alanlardan ibaret olduğu söylenemez.
Anayasa'nın
kabul etmiş olduğu sosyal adalet deyimine, Anayasa'nın temel düzeni, hukukî ve
siyasî sistemi içinde ve ilkelerine uygun olarak bir anlam vermek gerekir.
Anayasa'nın benimsediği sosyal adalet ilkesiyle öteki ilkelerin birbirini
sınırladığı bir gerçektir. Devlet, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi
için gerekli koşulları hazırlar. Bu işlev yerine getirilirken özüne
dokunulmayan temel hak ve özgürlükler, Anayasa'nın 11. maddesinde belirtilen ve
uyulması zorunlu bulunan " ...kamu düzeninin, kamu yararının genel ahlâkın
ve genel sağlığın korunması amacı ile veya Anayasa'nın diğer maddelerinde
gösterilen özel sebeplerle" Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak
ancak yasa ile sınırlanabilir.
Babalığa
hükmedilmesini engelleyen durum babanın " cinsi münasebet zamanında"
evli olmasıdır. Yasal olmayan bu ilişki, Türk Ceza Yasası'nın 440. ve 441.
maddeleriyle ceza yaptırımına bağlanmıştır. O halde, kamu düzeni, kamu yararı,
genel ahlâk ve genel sağlığın korunması amacıyla temel hak ve Özgürlükleri
sınırlama ilkesine uygun ve çok önce yasalaşan hükümler arasında Medenî
Yasa'nın 310. maddesinin ikinci fıkrasında bulunmaktadır. Demek ki, bu hükmün
Anayasa'nın 10. maddesine aykırı olduğundan söz edilemez. Af yasaları
çıkarılması, kimi batı ülkelerinde kaldırılan sınırlama gibi sözü edilen
yasağın terke hazırlanılması da, bu hükmün, gereksiz olduğuna bir dayanak
sayılamaz.
Anayasa'nın
eşitlik ilkesini düzenleyen 12. maddesine göre, herkes dil, ırk, cinsiyet,
siyasî düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, yasa
önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Eşitlik ilkesinin çiğnenmiş sayılması için eşitliği bozar gibi görünen kuralın,
kamu yararına, genel ahlâka ve genel sağlığın korunması gibi haklı nedene
dayanmaması gerekir. Yasa önünde eşitlik, aynı durumda olan kişilerin, bir
ayrıcalık gözetilmeden aynı hükümlere bağlı tutulmaları demektir. Bu ilke,
herkesin her yönden, aynı yasa hükmüne bağlı olacağı anlamında da ele alınamaz.
Kimi kişilerin başka kurallara bağlı tutulmalarında haklı neden varsa, bu
durumda yasa önünde eşitlik ilkesine aykırılıktan söz edilemez ,28/6/1979
günlü, 8-35 sayılı karar, Resmî Gazete, gün: 29/11/1979 sayı: 16824). Bu
bakımdan da, itiraz konusu hüküm 12. maddeye aykırı düşmemektedir.
Anayasa'nın
sosyal ve iktisadî haklar ve ödevler bölümünde yer alan ve ailenin korunmasını
öngören 35. maddesinde " Aile Türk Toplumunun temelidir. Devlet ve diğer
kamu tüzel kişileri, ailenin, ananın ve çocuğun korunması için gerekli
tedbirleri alır ve teşkilâtı kurar." hükmüne yer verilmiştir.
Maddenin
gerekçesinde " Ahlâki olduğu kadar hukukî cephesi de bulunan bu hükmün,
Anayasa'da yer alması kanun koyucu için bir direktif mahiyeti taşımakta ve onu
aileyi her bakımdan korumaya teşvik etmektedir. Bu direktif, yürütme organının
da aile ve çocuğun korunmasıyla ilgili hükümleri ciddiye almasını ve neticede
bu himayenin fiilen gerçekleşmesini sağlayacaktır. Ana babasının yardımından
mahrum olan veya onlar tarafından maddî, manevî yoksulluğa terkedilen yahut
evlilik dışında doğan çocukların korunması da, Modern Devletin vazifeleri
arasındadır. Birçok Anayasalarda bu hususta mufassal hükümler mevcuttur.
Anayasamız bu teferruatlı tanzimi lüzumsuz bularak genel prensibi koymakla
yetinmiş ve direktife uygun olarak teknik himaye hükümlerinin kanunlarla
getirilmesini uygun görmüştür." denilmiştir. Ön tasarıda, 35. maddenin son
fıkrasındaki " Kanun hükümlerinin evlilik dışında doğan çocukların beden,
fikir ve ruh gelişmelerini ve toplum hayatında, evlilik içinde doğmuş çocuklara
denk bir yer elde etmelerini sağlayacak hükümleri koyar." hükmü,
Temsilciler Meclisi Anayasa Alt Komisyonu'nca metinden çıkarılmıştır. Bu fıkra,
1949 tarihli Bonn Anayasa'nın 6. maddesinin beşinci fıkrasından alınmıştır. 35.
maddenin Temsilciler Meclisi'nde müzakeresi sırasında komisyon sözcüsü
tarafından " ...madde metnine anasız, babasız, yoksul çocukların ve
evlilik dışı çocukların korunması" nın dahil olduğu açıklanmıştır.
Böylece,
Devlete ve diğer kamu tüzel kişilerine, Türk toplumunun temeli olan ailenin,
ananın ve çocuğun korunması için gerekli önlemleri almak ve kuruluşları meydana
getirmek ödevi yükletilmiştir. Burada (Devlet) sözünün sadece yürütmeyi ifade
ettiği, yasama ve yargı organlarını içermediği ileri sürülemez; devlet kavramı,
kuruluşların tamamını içerisine alır. Hizmetin niteliğine ve türüne göre ödevin
verileceği kuruluş yasa ile belli edilir (26/9/1968 günlü, 1967/21-36 sayılı
karar, Resmî Gazete, gün : 4/3/1969, sayı: 13139).
Anılan
maddedeki " ...ananın ve çocuğun korunması" deyimine nesebi sahih
olmayan çocuklarında dahil olduğu kuşkusuzdur. Korunma için " gerekli
tedbirleri" alma ilkesi Medenî Yasa'nın 310/2. maddesindeki yasağın
kaldırılması gerektiği biçiminde yorumlanamaz. Çocuğun korunması; bakım, sağlık
ve yetiştirme gibi faktörlerin sağlanmasını gerektirir. Bunun belirgin örneği,
334 sayılı Anayasa'nın yürürlüğünden önce çıkarılan 15/5/1957 günlü, 6972
sayılı Yasadır. Bu yasanın 1. maddesinde ana ve babası belli olmayan çocuklar
da (korunmaya muhtaç çocuklar) arasında sayılmıştır. Devletin, korunma
tedbirlerini alırken, kesinlikle nesebi sahih olmayan çocukların tanınmasını
sağlamakla yükümlü tutulduğu da ileri sürülemez. Devlet, alacağı önlemlerin
temel hak ve özgürlüklerin özüne ve Anayasa'da öngörülen diğer ilkelere
dokunmamak koşuluyla biçimini ve yerine getirme zamanını seçmede serbesttir.
Bu
açıklamalar karşısında, itiraz konusu hükmün, Anayasa'nın 35. maddesine aykırı
olduğu savı da benimsenemez. Kimi kişilerin Medenî Yasa'nın 310/2. maddesindeki
yasağa uymaması yüzünden meydana gelen aksamaların düzeltilmesi için çıkarılan
af yasaları itiraz konusu hükmün Anayasa'nın 35. maddesine aykırı olduğunun
kanıtı olamaz. 310/2. maddenin, bu güne kadar eğitim düzeyi, gelenekler, inanç,
genel ahlâk ve genel sağlık gibi nedenlerle Medenî Yasa'da bırakıldığı gerçeği
gözden uzak tutulmamalıdır.
1961
Anayasası'nın Başlangıç bölümünde yer alan " sosyal adaleti, ferdin ve
toplumun huzur ve refahını gerçekleştirme" ilkesi ile, 153. maddesindeki
" Türk toplumunun çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi" ereği gerekli
önlemleri almak ödevi bulunan Devletin, halen ele almadığı 310/2. maddenin
Anayasaya ters düştüğü savını haklı kılamaz. Anayasa'nın 153. maddesinde
Anayasaya aykırı olduğu ileri sürülemeyen Devrim yasaları gösterilmiştir.
Anılan maddenin ikinci fıkrasının 4. bendindeki ....... Türk Kanunu Medenisiyle
kabul edilen evlenme akdinin evlendirme memuru tarafından yapılacağına dair
medenî nikâh esası ile aynı konunun 110 uncu maddesi hükmü" yukarıda da
değinildiği gibi Medenî Yasa'nın diğer hükümlerinin Anayasaya uygunluk
denetiminden geçirebileceğini doğrulamaktadır. Ancak, Anayasa Mahkemesi bu
yetkisini kullanırken ihtiyaç duyulan bir hükmün getirilmesini ya da bir engeli
yok etmek görüşünü benimseyemez.
Açıklanan
nedenlerle Medenî Yasa'nın 310. maddesinin ikinci fıkrasının iptaline karşıyım.
|
|
|
|
Üye
Hüseyin Karamüstantikoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
İtirazcı
mahkeme; Türk Medeni Kanunu'nun 292, 310/2. ve 443. maddelerinin Anayasa'nın
10/2, 11 ve 35. maddelerine aykırı olduğuna dair davacı vekilinin savını ciddi
bularak iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştur.
Anayasa
Mahkemesi 22/5/1980 günlü ilk inceleme toplantısında " Dosyada eksiklik
bulunmadığından esasın Türk Medeni Yasası'nın 310/2. maddesi ile sınırlı olarak
incelenmesine oybirliğiyle" karar vermiştir.
Türk
Medeni Kanunu'nun 310. maddesi şöyledir :
"
Madde 310 - Müddeialeyhin, anaya evlenme vaâdettiği veya münâsebeti cinsiye bir
cürüm veya nüfuzu suistimal teşkil eylediği takdirde; müddeinin talebi üzerine
hâkim, onun babalığına hükmeder.
Münasebeti
cinsiye zamanında, müddeialeyh evli ise hâkim, babalığa hükmedemez."
Maddenin ilk fıkrası, koşullar mevcutsa davacının talebi üzerine hâkim babalığa
hüküm verebilecektir. Babalığa hüküm, yani babalığa bütün şahsi neticeleriyle
hükmetmek demek; çocuğun babaya sahih olmayan nesep bağı ile bağlanması, onun
soyadını alması, onun ailesine girmesi demektir.
Anayasaya
aykırılığı ileri sürülen ve ilk inceleme kararında sözü edilen 310. maddenin
ikinci fıkrasında ise cinsi münasebet zamanında davalı (erkek) evli ise hâkim
babalığa hükmedemeyecektir. Yasa koyucu bu ilkeyi eş, çocuklar ( nesebi sahih
çocuklar) ve ailenin korunması için kabul etmiştir. Bura da ailenin durumunu
açıklamakta yarar vardır. Aile; evlilik bağı veya kan rabıtası veya istisnai
olarak evlât edinme suretiyle birleşmiş olan şahıslardan meydana gelir. Aile
toplum için zorunlu bir müessesedir. Kişiyi devlete bağlayan en sağlam bağdır,
bu nedenle aile toplumun temelidir. Bu husus Anayasa'nın 35. maddesinin ilk
fıkrasında " Aile Türk toplumunun temelidir" denmek suretiyle
açıklanmıştır.
Evli
bir erkeğin ahlâk kurallarını çiğneyerek cinsi ilişkiler içinde bulunması
halini, Medeni Kanun'un 151. maddesinin son fıkrasında yazılı " Karı koca,
birbirine sadakat ve müzaheretle mükelleftir." ve 152. maddede ki "
Koca birliğin reisidir." yine 154. maddede ki " birliği koca temsil
eder." ilkeleri ve yasanın öteki ilkeleriyle bağdaştırmaya olanak yoktur.
Aksi takdirde aile müessesesi sarsılır ve çoğunlukla da son bulur. Yasa koyucu,
aile müessesesindeki bu denli sarsıntı ve dağılmanın toplumda meydana
getireceği olumsuz etkiyi önlemek, genel ahlâkın ve kamu yararının korunması
amacı ile bu düzenlemeyi yapmıştır. Bununla, evli erkeğin yasa ve ahlâk
kurallarını çiğnemesi önlenmiş, aile bireyleri ve aile müessesesi korunmuştur.
Evli bir erkeğin evlilik dışı cinsi münâsebetinden dünyaya gelen çocuğu
cezalandırmak gibi bir husus düşünülemez.
Çocuk,
evli bir erkeğin cinsi münâsebetinden meydana gelmişse, bu halde, bütün şahsi
neticeleriyle babalığa hükmedilmesi istenemeyecek, ancak çocuğun babaya nisbeti
kanuni delillere dayanılarak gerçekleştiği takdirde tabi'î babalığa ve nakti
tediyata hüküm verilecektir. Tabi'î babalıkta, çocuk, baba yönünden her ne
kadar nesepsiz sayılırsa da Yasa Koyucu değişik tarihler de yürürlüğe koyduğu
özel yasalarla bu boşluğu doldurmuştur. Nitekim; Türk Medeni Kanunu'nun
yürürlüğe girmesinden sonra Cumhuriyetin 10. yılı nedeniyle ilk kez 1933
yılında kabul ettiği 2330 sayılı yasayı, sırasıyle 1945 yılında 4727 ve 1950
yılında 5524 ve 1956 yılında 6652 ve 1965 yılında 554 ve 1974 yılında da 1826
sayılı yasaları kabul etmiştir.
Sözü
edilen bu yasalar da, mahkemeye dava açmaya gerek kalmadan idari yoldan ve her
türlü, resim, harç ve cezadan muaf olarak muhtardan alınacak ilmühaberle veya
gerekirse çocuğun temsil muamelelerini yaptırmakla mükellef olan muhtar,
düzenleyeceği doğum ilmühaberini mülkiye amirine verecek, mülkiye amiri de
verilen evrakı nüfus idaresine tevdi edecektir. Nüfus idaresi de; evli bir
erkekle evli olmayan bir kadının karı - koca gibi yaşamalarından doğmuş olan
çocuğu ana, baba veya her ikisi de ölmüş olsa bile nesebi sahih olarak kadın ve
erkeğe izafetle tescilini yapacaktır. Kazaî yola nazaran idari yoldan çok
fazlası alınabilen bir durum da hakkın özüne dokunulduğundan da söz edilemez.
Yargıtay'ın uygulamaları da bu husustaki tereddütlerini giderici niteliktedir.
Kaldı
ki, Türk Medeni Kanunu'ndaki maddeler birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Sadece
bir madde de yapılacak düzenleme veya verilecek iptal kararı bir çok maddeye
aynen yansıyacak, Yasanın sistemi ve ilkeleri zedelenecektir.
Bu
nedenle çoğunluğun kararına karşıyım.
AYRIŞIK
OY
"
Çocuk, sağ doğmak şartiyle ana rahmine düştüğü andan itibaren medenî haklardan
istifade eder" se de onun en yakın kan hısımı olan anne ve babası ile
biyolojik ve psikolojik kopmaz bağları vardır. Bu nedenle anne ve babasından
tamamen ayrı düşünülemez. Diğer canlıların bile yavrularına bağlılıkları
herkesçe bilinirken insanların çocuklarını, anne ve babalarından ayrı, aileden
bağımsız değerlendirmek yanlış olur.
Anayasa
" aile Türk toplumunun temelidir" demektedir. Çocuğa, anne ve
babasına bu temel ilke açısından bakmak gereklidir. Atatürk devrimlerinin
başında gelen bir ilkeye göre de aile bir erkekle bir kadının evlenmesinden ve
onların çocuklarından oluşur. Anayasa, 35 inci maddesi ile böyle bir ailenin
korunmasını emretmektedir. Medeni Yasa'nın 310 uncu maddesindeki : "
Münasebeti cinsiye zamanında müddeialeyh evli ise; hâkim, babalığa
hükmedemez" biçimindeki kuralda Atatürk Devrimlerinin, dolayısiyle
Anayasa'nın benimsediği aileyi korumaktadır.
Asırlardan
beri bir erkekle bir kadının evlenmelerini özümsemiş, içine sindirmiş bulunan
bir İsviçre topluluğu bile, son senelere kadar yasalarında böyle bir hükmün yer
almasına gerek duymuşken ancak Atatürk Devrimleriyle taaddüdü zevcat
sisteminden ayrılmaya çalışan bir toplum için böyle bir hükmün ve ilkenin zorunluluğu
kanımca çok açıktır.
Her
insan gibi evli bir erkek ve onunla " zina" da bulunan kadında
doğacak çocuklarının hal ve geleceklerini düşünürler. Medenî Yasa'nın, çoğunluk
tarafından iptal edilen hükmün zinayı ve zina mahsulü çocukların çoğalmasını önleyen
önemli bir hükümdür. Bu hükme rağmen şimdiye kadar evli erkeklerin zina mahsulü
çocukları yeterli derecede azalmamışsa bu, taaddüdü zevcat sistemini hâlâ
sürdürmek isteyenlerin bulunmasından ileri gelmektedir. Bu çeşit birleşmelerden
doğan çocukların nüfusa tescili hakkındaki af yasaları da zina mahsulü
çocukların yeterli derecede azalmasını önlemektedir.
Ancak,
her şeye rağmen Atatürk Devrimlerinin başında gelen tek erkekle tek kadın
evliliğinin; bu evlilikten oluşan ailenin korunmasını, yerleştirilmesini,
yaşatılmasını bilâkis Anayasa ve onun " Başlangıç" hükümleri zorunlu
kılmaktadır.
Evli
bir erkek hakkında, onun zinasından doğan çocuk için, babalığa
hükmedilemiyeceği, babalığın kabul edilemiyeceği inancı ve bilinci kesin olarak
yerleşirse bu çocukların sayısı hayli azalacaktır. Aksi takdirde birden fazla
evlilik (zina) ve bundan doğan çocuk sayısı rahatlıkla artacaktır. Bunun ise
ahlâka ve Atatürk Devrimlerine aykırılığı ortadadır.
Babası
belli olmayan çocuklar, Anayasamızın 10. maddesinde belirtilen temel hak ve
hürriyetlerden mahrum olmadıkları, 12. maddesinde öngörülen eşitlik ilkesine
aykırı durumda bulunmadıkları gibi, 35. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen
Devlet ve diğer kamu tüzel kişilerinin koruma tedbirlerinin dışında da
değildirler.
Aynı
şekilde, evli erkeğin zinasından doğan çocuk için de, babalığın kabul
edilmemesinin veya babalığa hükmedilememesinin, dolayısiyle Medeni Yasa'nın
310. maddesi ikinci fıkrası hükmünün, Anayasa'nın 10., 12. ve 35. maddelerine
aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
Başlıca
bu nedenlerle çoğunluğun iptal kararına karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
Anayasa'nın
11. maddesinde " Temel hak ve hürriyetler. Devletin ülkesi ve milletiyle
bütünlüğünün, Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının,
genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile veya Anayasa'nın diğer
maddelerinde gösterilen Özel sebeplerle, Anayasa'nın özüne ve ruhuna uygun
olarak, ancak kanunla sınırlanabilir" denilmektedir.
Anayasa'nın
" Temel Haklar ve Ödevler" başlığını taşıyan İkinci Kısmı'nda yer
alan hükümlerin, bu 11. madde ile Kanun Koyucu'ya verilmiş olan yetki gözönünde
tutularak yorumlanması gerekir.
Sözü
geçen 11. madde ile, Kanun Koyucu'nun, genel ahlâkın korunması amacıyla, temel
hak ve hürriyetlere sınırlama getirebileceği kabul edilmiştir.
Evli
bir erkeğin zinasından doğan çocuklar için babalığa hükmedilemeyeceği yolunda,
" Türk Kanunu Medenisi" nin 310' uncu maddesine konulmuş olan hükmü,
Kanun Koyucu'ya verilen bu yetki çerçevesi içinde görüyorum.
Anayasa'nın
35. maddesinde " Aile Türk toplumunun temelidir" denilmektedir.
" Aile" sözünden, birbiriyle evlenmiş olan kadın ve erkekle, bu
evlilikten doğan çocukların kastedildiğine şüphe yoktur. Maddenin ikinci
fıkrası gereğince " ananın ve çocuğun korunması için" gerekli
tedbirler alınır ve teşkilât kurulurken, birinci fıkrada belirtilen temelin sarsılmaması,
zarar görmemesi lâzım gelir. Aksi takdirde, iki fıkra hükmü arasında bir
çelişki bulunduğundan sözetmek yerinde olur.
Devlet
ve diğer kamu tüzel kişileri, ananın ve çocuğun korunması için gerekli
tedbirleri alır, teşkilâtı kurarken, " Türk toplumunun temeli" olan
aileye zarar vermeyecektir. Evli bir erkeğin zinasından doğan çocuk için,
hâkimin babalığa hükmetmesi bu kurala ters düşecek, aileyi sarsacaktır.
Kanun
Koyucu'nun, tescil edilmeyen birleşmelerle, bunlardan doğan çocukların cezasız
tescili hakkında kanunlar çıkararak, evlilik dışında doğan çocukların hukukî
durumlarını düzeltme yoluna gitmesi, çoğunluk görüşünde ileri sürüldüğü gibi,
Medenî Kanun'un 310 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yer alan hükmün Anayasaya
uygunluğu hususunda şüphe duyulmasına hak verdirmez.
Eğer
Kanun Koyucu sözü geçen fıkranın Anayasaya aykırı olduğu kanaatine varsaydı, bu
konuda ikide bir " Af Kanunu" çıkaracağına, o fıkrayı kaldırarak
meseleyi kökünden çözümlerdi.
Kanun
Koyucu, Medenî Kanun'un 310. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "
Münasebeti cinsiye zamanında, müddeialeyh evli ise; hâkim babalığa
hükmedemez" kuralını Anayasaya uygun görmekte, bu kuralı saklı tutmak
istemektedir. Za man zaman " cezasız tescil" için kanunlar çıkarılıp
bu kuralın askıya alınması, yurdumuzda, tarihî gerçeklere dayanan geçiş
döneminin zorunlu kıldığı bir davranıştır. Medenî Kanun'un yürürlüğe
konulmasından önce yerleşmiş bulunan çok evlilik alışkanlığı toplumdan bıçakla
kesilir gibi sökülüp atılamaz. İşte, Kanun Koyucu, toplumun bazı kesimlerinde
meşru sayılan ve -azalarak da olsa- devam etmekte bulunan çok evliliklerden
doğan çocukların durumunu düzeltmek için, zaman zaman kanunlar çıkarmış, fakat,
Medenî Kanun'da yer alan esas kuralı -bir süre askıya alsa bile- feda
etmemiştir.
Medenî
Kanun'un 310uncu maddesinin 2. fıkrası iptal edilerek evli bir erkeğin
zinasından doğan çocuğun babası adına tesciline imkân verilmesi, çok evliliği
teşvik edici bir rol de oynayacaktır. Türk kadınlarını, bir erkeğin ikinci,
üçüncü karısı olmaya razı olmaktan alıkoyan, önemli bir engel (doğuracağı
çocukların babasız kalacağı veya o erkeğin meşru karısı üzerine tescil
edileceği engeli) de bu iptal kararıyla ortadan kalkmış olacaktır.
Yukarıda
açıkladığım gerekçelerle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.