ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas sayısı:1976/27
Karar sayısı:1976/51
Karar günü:18 ve 22/11/1976
Resmi Gazete tarih/sayı:16.5.1977/15939
İptal
davasını açan : Cumhuriyet Halk Partisi Cumhuriyet Senatosu Grubu.
İptal
davasının konusu : 29 Ocak 1976 günlü, 15483 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan
19/1/1976 günlü ve 1932 sayılı Kanunun 3. Ve 4. maddeleriyle 171 sayılı
"Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hürriyeti Hakkında Kanun" a 9. madde
olarak eklenen maddenin üçüncü fıkrasındaki "sözle veya" deyimi ile,
10. madde olarak eklenen maddenin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarındaki
hükümlerin, yasalaşma biçimi ve özü bakımından Anayasa'nın 11. ve 28.
maddelerine aykırı oldukları ileri sürülerek iptalleri istenilmiştir.
II-
YASA METİNLERİ :
l-
Dava konusu kanun kuralları:
19/1/1976
günlü ve 1932 sayılı Kanunun 3. ve 4. maddeleriyle 171 sayılı "Toplantı ve
Gösteri Yürüyüşü Hürriyeti Hakkında Kanun"a ekle nen 9. maddenin üçüncü
fıkrası ile, 10. maddesi şöyledir :
Madde
3.- 171 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hürriyeti Hakkındaki Kanuna 9.
madde olarak aşağıdaki madde eklenmiştir.
Madde.9.-.......................................................................................................................................................................................................................................
............................................
Hükümet
Komiseri, 8. maddede yazılı tedbirlerin kifayet etmemesi dolayısiyle toplantı
yöneticilerinin isteği veya toplantının devamını imkânsız kılacak ve genel
sükûn ve düzeni bozacak sözle veya fiille saldırılı bir şekil alması halinde
toplantıyı dağıtmaya yetkilidir.
Madde
4.- 171 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hürriyeti Hakkındaki Kanuna
aşağıdaki başlık ve madde metni 10. madde olarak eklenmiştir.
Toplantının
Geri Bırakılması:
Madde
10.- Toplantı, toplantının yapılacağı saatten evvel tertip heyetinin çoğunluğu
tarafından, beyannamenin verildiği makama yazı ile bildirilmek şartiyle, bir
defaya mahsus olmak ve 48 saati geçmemek üzere geri bırakılabilir.
Mahalli
mülkiye amiri. Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün milli güvenliğini,
kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın gerektirdiği
hallerde toplantı ve gösteri yürüyüşünü, 10 günü aşmamak ve bir defaya mahsus
olmak üzere, erteleyebilir. Erteleme kararı, gerekçesiyle birlikte tertip
heyetine derhal tebliğ edilir ve içişleri Bakanlığına da bilgi verilir.
Bir
il sınırları içinde aynı günde birden çok toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılmak
istenmesi halinde vali, emrindeki zabıta kuvvetleri ve gerektiğinde
yararlanabileceği güçlerin bu toplantıların güvenlik içinde yapılmasını
sağlamağa yeterli olmadığı kanaatına vardığı takdirde bu toplantı ve gösteri
yürüyüşlerinden bir kısmım 10 günü aşmamak ve bir defaya mahsus olmak üzere
erteleyebilir.
Aynı
günde birden ziyade ilde toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılmak istenip de
toplantı güvenliğini sağlamak üzere, ilgili valilerce içişleri Bakanlığından
takviye istenmesi halinde bu isteğin Bakanlıkça karşılanamıyacağı kanaatine
varılması halinde de bir kısım illerdeki toplantıların yapılmasını 10 günü
aşmamak ve bir defaya mahsus olmak üzere ertelemeye içişleri Bakanlığı
yetkilidir.
Valilerce
veya içişleri Bakanlığınca ertelenen toplantılara ilişkin erteleme kararlan
gerekçesiyle birlikte tertip heyetine derhal tebliğ edilir. Valilerce ertelenen
toplantılar hakkında içişleri Bakanlığına da bilgi verilir.
2-
Davacının dayandığı Anayasa kuralları :
Davacının,
Anayasa'ya aykırılık savının dayanağı olarak gösterdiği Anayasa maddelerinin
konu ile ilgili kuralları şöyledir:
"Madde
11.- Temel hak ve hürriyetler; Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün,
Cumhuriyetin, milli güveliğin, kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlâkın ve
genel sağlığın korunması amacı ile veya Anayasa'nın diğer maddelerinde gösterilen
özel sebeplerle, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak; ancak kanunla
sınırlanabilir.
Kanun,
temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz.
Bu
Anayasa'da yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirisi; insan hak ve
hürriyetlerini veya Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayırımına dayanarak, nitelikleri Anayasa'da
belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak kasdı ile kullanılamaz.
Bu
hükümlere; aykırı eylem ve davranışların cezası kanunda gösterilir."
"Madde
28.- Herkes, önceden izin almaksızın, silâhsız ve saldırısız toplanma veya
gösteri yürüyüşü yapma hakkına sahiptir.
Bu
hak, ancak kamu düzenini korumak için kanunla sınırlanabilir."
III-
İLK İNCELEME :
Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca 6/5/1976 gününde Kani Vrana, İhsan
Ecemiş, Ahmet Akar, Halit Zarbun, Ziya Önel, Abdullah Üner, Ahmet Koçak, Şekip
Çopuroğlu, Fahrettin Uluç, Muhittin Gürün, Lûtfi Ömerbaş, Hasan Gürsel, Adil
Esmer, Nihat O. Akçakayalıoğlu ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun katılmalarıyla
yapılan ilk inceleme toplantısında, aşağıda açıklanan konular üzerinde durulmuş
ve kendi bölümlerinde belirtilen sonuçlara varılmıştır.
l-
İptal davası, sonundaki imzalarla birlikte teksir aletiyle yazılmış 22/4//1976
günlü dilekçe ile açılmıştır. Davacı, teksir imzalı dilekçenin kabul edilmemesi
olasılığını gözönünde tutarak dava dilekçesinin yazı makinası ile yazılmış bir
aynım elle imzaladıktan sonra 27/4/1976 günü yeniden Anayasa Mahkemesine
vermiştir.
Bu
ikinci dava dilekçesi, Anayasa 'Mahkemesi Genel Sekreterliğince ayılı günde
evrak kalemine havale edilerek 577 sıra ve 1976/27 esas sayısı ile mahkeme
kaydına geçirilmiştir.
Anayasa'ya
aykırılığı öne sürülerek kimi kuralları dava konusu yapılan 19/1/1976 günlü,
1932 sayılı Kanun, 29 Ocak 1976 günlü, 15483 sayılı Resmi Gazete'de
yayınlanmıştır. Böylece davacının iptal davasını açma hakkını, Anayasa'nın 150.
ve 22/4/1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 22. maddesi hükümlerine uygun olarak
yasal süresinde kullanmış olduğu anlaşılmıştır.
Bu
duruma göre, ilk incelemenin bu ikinci dilekçe üzerinden yapılmasında yasal bir
engel görülmemiştir. Nihat O. Akçakayalıoğlu bu görüşe katılmamıştır.
2
Dava konusu kanunun Anayasa'ya aykırı görülen maddelerinin iptali için, Anayasa
Mahkemesinde dava açılmasına Cumhuriyet Senatosu CHP Grubunun 10/3/1976 gününde
üye tamsayısının salt çoğunluğu ile (Cumhuriyet Senatosu Grubunu oluşturan 62
üyeden 35'inin katılmasiyle yaptığı olağanüstü toplantısında oybirliğiyle karar
verildiği, davanın Cumhuriyet Senatosu CHP. Grubu adına Grup
Başkanvekillerinden Recai Kocaman tarafından açıldığı; Cumhuriyet Senatosu
Genel Sekreter vekilince onanlı liste ile, grup genel kurulunun 10/3/1976
günlü, 8 sayılı onanlı kararından ve dava dilekçesinden anlaşılmıştır.
Şu
hale göre dava, Anayasa'nın değişik 149. maddesinde ve 44 sayılı Kanunun 25.
maddesinin (2) sayılı bendinde yer alan kurallara uyulmak suretiyle açılmış
bulunmaktadır.
3-
Anayasa'nın ve 44 sayılı Kanunun öteki kurallarına da uyulmak suretiyle
açıldığı ve böylece dosyasının eksiği bulunmadığı saptanan davanın esasının
incelenmesine Ahmet H. Boyacıoğlu'nun karşıoyuyla ve oyçokluğuyla 6/5/1976
gününde karar verilmiştir.
IV.
ESASIN İNCELENMESİ:
Davanın
esasına ilişkin rapor, dava dilekçesi, 19/1/1976 günlü, 1932 sayılı Kanunun
iptali istenen hükümleri, dayanılan Anayasa kuralları, bunlara ilişkin
gerekçeler ve başka yasama belgeleri, dava ile ilişkisi bulunan öteki metinler
okunduktan sonra, dava konusu yasa metinlerinin biçim ve esas yönünden
görüşülmesine geçilmeden önce, ortaya çıkan kimi konular üzerinde durulmuştur.
Bu
konular ve görüşmelerine ilişkin sonuçlar aşağıda belirtilmiştir.
l-
Sözlü açıklama istemi :
Davacı,
gerek dilekçede yazılı bulunan gerek davet edilmeleri halinde sözlü olarak
sunacakları biçim ve esasa ilişkin diğer nedenlere dayanılarak da iptal kararı
verilmesini ileri sürmek suretiyle, sözlü açıklama isteminde bulunmuştur.
22/4/1962
günlü, 44 sayılı Kanunun 29. maddesinin birinci fıkrası hükmüne göre Anayasa
Mahkemesi; iptal davalarına, dosya üzerinde inceleme yapmak suretiyle bakar,
ancak, gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamaları dinlemek üzere ilgilileri
çağırır. Sözü edilen madde böylece sözlü açıklamayı davacıya bir hak olarak
tanımamış, Anayasa Mahkemesinin takdirine bırakmıştır.
Davada,
sözlü açıklamanın dinlenmesi gerektirir bir hal görülmediğinden bu yoldaki
davacı isteminin reddi gerekir,
Halit
Zarbun, Fahrettin Uluç ve Nihat O. Akçakayalıoğlu, istemin kabul edilmesi
oyunda bulunmuşlardır.
2-
İptal davasına konu yapılan kanunun yasalaşmasındaki işlemlerin incelenmesi
sırası :
Kimi
hükümleri dava konusu yapılan 1932 sayılı Kanunun yasalaşmasına ilişkin
işlemlerin incelenmesinin, Meclislerdeki yasalaşma sırasına göre mi, yoksa dava
dilekçesinde belirtilen iptal nedenlerine öncelik verilmesi suretiyle mi
sürdürüleceği konusu üzerinde yapılan görüşme sonunda, kanunun yasalaşmasındaki
işlemlerin sırasına göre incelemenin sürdürülmesi uygun görülmüştür.
Ahmet
Koçak, Sekip Çopuroğlu ve Ahmet H. Boyacıoğlu, incelemenin sürdürülmesinde dava
dilekçesinde belirtilen İptal nedenlerine Öncelik verilmesi gerektiği görüşünde
bulunmuşlardır.
A-
Kanunun, dava konusu hükümlerinin hiçim yönünden Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
Davacı,
1932 sayılı Kanunun kimi hükümlerinin Anayasa'ya aykırılığını hem biçim hem de
esas yönünden ileri sürmüş, iptal isteminin biçime yönelik bölümünde ise,
yasanın yalnız Cumhuriyet Senatosunda gördüğü işlemlere değinmiş, Millet
Meclisindeki işlemler üzerinde durmamıştır.
22/4/1962
günlü, 44 sayılı Kanunun 28. maddesinin birinci fıkrası hükmüne göre Anayasa
Mahkemesi, istemle bağlı kalmak kaydiyle" başka gerekçe ile de Anayasa'ya
aykırılık kararı verebilir. Bu kural gereğince Anayasa Mahkemesi, Millet
Meclisindeki işlemler yönünden de Anayasa'ya aykırılık bulunup bulunmadığını
araştırıp aykırılık saptarsa bu gerekçe ile de iptal kararı verebilir.
Bu
nedenle, yasanın Millet Meclisinde gördüğü işlemler üzerinde de durulmuştur.
a-
Dava konusu yasaya ilişkin tasarının Millet Meclisi Genel kuralınıda
görüşülmesi;
Söz
konusu tasarının tümüne ilişkin görüşme, Millet Meclisi Tutanak Dergileri
metinlerine göre şöyle olmuştur :
Millet
Meclisinin 17/6/1975 günlü, 89. Birleşimine ilişkin gündemin 7. "Kanun
tasarı ve teklifleriyle komisyonlardan gelen diğer işler" kısmının 9.
sırasında yeralan söz konusu kanun tasarısı, içişleri Bakanı tarafından verilen
öncelik önergesinin Meclisçe kabul edilmesi üzerine gündemin diğer
kısımlarındaki konulara takdimen görüşülmeye başlanılmıştır.
Tasarının
tümü üzerindeki görüşmeler sürdülürken bir yandan da, daha önce aynı birleşimde
yine öncelikle görüşülmüş olan sekiz tasarının tümüne ilişkin açık oylamalar,
sekiz ayrı kutuya oy pusulaları atılmak suretiyle yürütülmüş ve pusula atma
işlemleri biten kutulardaki oy pusulalarının da sayımı yapılmıştır.
Bu
arada bir üyenin "Sayın Başkan çoğunluk gözükmüyor...... sonucu
açıklayın..." demesi üzerine başkan "neticesini elbette ilân
edeceğiz." yanıtını vermiş ve tasarının tümü üzerindeki görüşmeleri
başlatmıştır. Sonunda da "kanunun tümü üzerindeki müzakereler bitmiştir.
Oylamaya geçmeden evvel gelen açık oylama neticelerine göre Mecliste
çoğunluğumuz kalmadığı anlaşılmaktadır" deyip sekiz tasarı için yapılan
açık oylamaların sonuçlarını açıklamış ve "açık oy sonuçlarından da
anlaşıldığı üzere çoğunluğumuz yoktur. Gündemde yeralan... konulan görüşmek
için 13/6/1975...... günü......toplanılmak üzere birleşimi kapatıyorum."
diyerek 89. birleşimi kapatmıştır.
Bundan
sonra yapılan 18/6/1975 günlü, 90. birleşimde toplantı için gerekli çoğunluk
sağlanamadığından 19/6/1975 Perşembe günü saat 15.00 de toplanılmak üzere
birleşim kapatılmıştır. 19/6/1975 günlü ve 91. birleşimde başkan "kanun
tasarısının tümü üzerindeki müzakereler tamamlanmıştır... bitmiştir. Maddelere
geçilmesini oylarınıza arz ediyorum. Kabul edenler... Kabul etmeyenler-Kabul
edilmiştir. Birinci maddeyi okutuyorum." demiş ve maddelerin görüşülmesi
tamamlanmıştır. (Millet Meclisi Tutanak Dergisi Cilt: 13, Toplantı ; 2, Dönem: 4,
Birleşim. 89, 90, 91).
b-
Tasarının Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulunda görüşülmesi:
Millet
Meclisi Genel Kurulunca 26/6/1975 günlü kabul edilen tasarı metni Meclis;
Başkanlığından Cumhuriyet Senatosu Başkanlığına 27/6/1975 günü verilmiştir. Bu
metin aynı gün Senato Geçici Komisyonuna gönderilmiştir. Geçici komisyonun,
Millet Meclisinden gelen metni aynen benimseyen 28/6/1975 günlü raporu,
Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulunun 1/7/1975 günlü, 71. birleşiminde gündeme
alınmış ve tasarının öncelik ve ivedilikle görüşülmesine başlanılmıştır.
1/7/1975
günlü, 71, birleşiminde gündeme alınmış ve tasarının öncelik ve ivedilikle
görüşülmesine başlanılmıştır.
Bu
birleşimde tasarının tümü hakkındaki görüşmeler tamamlanmış, maddelere
geçilmesi için yapılan açık oylama sonunda çoğunluğun bulunmadığı ortaya
çıktığından, oylamanın bir sonraki birleşimde yapılması kararlaştırılarak
birleşim kapatılmıştır. 3/7/1975 günlü, 72. birleşimde, Hükümetin ve Geçici
Komisyonun toplantıda bulunmaması nedeniyle tasarının görüşülmesine devam
edilememiştir. 4/7/1975 günlü, 73. birleşimde ise, başka tasarılar
görüşüldükten sonra l Kasım 1975 günü toplanılmak üzere Meclisler tatile
girmiştir.
Tatil
sırasında 15/7/1975 günü Meclisler olağanüstü toplanmıştır. Bu nedenle
Cumhuriyet: Senatosu da aynı gün 74., 16/7/1975 günü 75. ve 17/7/1975 günü de
76. birleşimlerini yapmış ise de, dava konusu tasarı bu birleşimlerin
gündemlerine alınmadığı için Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulunda
görüşülememiştir ve 19/7/1975 günü yeniden tatile girilmiştir.
l
Kasım 1975 günü yeni yasama yılına başlayan Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu,
25/12/1975 gününe kadar Başkanlık Divanı seçimi ile uğraşmış ve bu tarihte
yapılan 20. birleşimde divan seçimi tamamlanmıştır. Bundan sonra, Daimi
Komisyonların ve bunların kendi başkanlık divanlarının seçimleri yapılmıştır.
Bu
arada Cumhuriyet Senatosu Başkanlığı, üç aylık sürenin 19/1/1976 tarihinde sona
erdiğim belirterek ve tasarıyı Millet Meclisinden gelen şekliyle aynen kabul
edilmiş sayarak bu hususu Millet Meclisi Başkanlığına bildirmiştir. (Cumhuriyet
Senatosu Tutanak Dergisi Cilt: 23, Toplantı : 14, Birleşim; 71, 72, 73, 74, 75,
76,)
Dava
konusu tasarının Millet Meclisinde ve Cumhuriyet Senatosundaki bu görüşme
biçimlerine göre ortaya aşağıdaki sorunlar çıkmaktadır :
l-
Millet Meclisi Genel Kurulunda dava konusu yasa tasarısının tümü görüşüldüğü
sırada toplantı yetersayısı bulunup bulunmadığı sorunu:
Millet
Meclisi Genel Kurulunun 89. birleşiminde, dava konusu kuralları kapsayan yasa
tasarısının tümü üzerindeki görüşmeler sürdürülürken biryandan da, Millet
Meclisi içtüzüğünün 118. maddesi gereğince kabulü açık oylamaya sunulan çeşitli
kanun tasarıları için açık oylama işlemleri yürütülmüştür. Tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler bitirildiği halde maddelerin görüşülmesine geçilmesi yönü
oylanamamış, bu oylamanın 19/6/1975 günlü, 91. birleşiminde yapılmış olduğu,
tutanaklardan anlaşılmıştır.
Burada,
önce çözülmesi gereken sorun, çeşitli tasarılar için yapılan açık oylamalarda
ortaya çıkan sonuçların, söz konusu yasa tasarısının kanunlaşmasındaki
etkisinin ne olabileceğine ilişkin bulunmaktadır. Başka bir deyimle, böyle bir
sonucun bu tasarı için de geçerli olup olamayacağıdır.
Anayasa'nın
86. maddesinde belirtilen "karar" yetersayısının saptanmasında,
"açık oylama" da, Millet Meclisi içtüzüğünün öngördüğü çeşitli oylama
biçimlerinden biridir.
İçtüzüğün
115. maddesine göre açık oylama, ya üzerinde milletvekillerinin ad ve soyadları
ile seçim çevrelerinin yazılı olduğu pusulaların kutuya atılması suretiyle ya
da maddede belirtilen öteki yöntemlerle olur. Oy pusulalarının toplanması ise,
kürsüde bulunan bir kutuya pusulaların atılması suretiyle olabileceği gibi
kutuların özel görevliler tarafından sıralar arasında dolaştırılması suretiyle
de yapılabilir.
Yukarıda
sözü edilen çeşitli tasarılar için yapılan açık oylamanın, Milletvekilleri
tarafından oy pusulalarının sıralar arasında dolaştırılan kutulara atılması
suretiyle olduğu, tutanaklardan anlaşılmaktadır.
Millet
Meclisi İçtüzüğünün oylamalarla ilgili 120. maddesinin birinci fıkrasında, açık
oylamada oylama işleminin sona erdiği başkanlıkça bildirildikten sonra hiçbir
milletvekilinin oyunu kullanamıyacağı; 122. maddenin ilk fıkrasında ise, oya
konulan bütün hususların toplantıya katılan milletvekillerinin salt
çoğunluğuyla kararlaştırılacağı belirtilmiştir. Başka bir deyimle 120. maddenin
sözü edilen fıkrası, toplantıya katılan Milletvekillerinin oylarını
kullanamayacakları zamanı göstermiş, 122. maddenin birinci fıkrası ise oylanan
hususların Millet Meclisi Genel Kurulunca kabul edilmiş sayılması için gereken
"karar yetersayısını" saptayıcı kuralları getirmiş bulunmaktadır.
122. maddenin son tümcesi de, Genel Kurulda bulunup da oya katılmayanları,
toplantı yetersayısında değil karar yetersayısında yok kabul etmiştir. Demek
ki, oylamada çıkan oy pusulaları sadece karar yetersayısını saptamakta,
toplantı yetersayısını yansıtmamaktadır.
Açık
oylamanın yapıldığı sırada Genel Kurul salonunda hazır bulunan kimi
milletvekillerinin herhangi bir nedenle oylarını kullanmamış, ya da kullanamamış
olmaları olasılığı gözden uzak tutulmamalıdır. Hele böyle birden fazla hususa
ilişkin açık oylamanın birarada ve aynı zamanda yapılması halinde bu durumlar
daha da belirgin biçimde ortaya çıkabilir.
Öteyandan,
Anayasa'nın 86 maddesinde yer alan "toplantı yetersayısının saptanmasına
ilişkin yöntem ve koşulları öngören Millet Meclisi İçtüzüğünün 58. maddesi
hükmüne göre ancak; Başkanın Birleşimi açtıktan sonra tereddüte düşmesi,
görüşmeler sırasında işaretle 'oylamaya geçilirken, On milletvekilinin ayağa
kalkmak veya önerge vermek suretiyle istemde bulunması; hallerinde yoklama
yapılması zorunluğu ortaya çıkmaktadır.
Oysa,
89. birleşimi açtıktan sonra Başkan tarafından, toplantı yetersayısının
bulunmadığı hususunda bir tereddüt gösterilmemiş, böylece, Millet Meclisi
İçtüzüğünün 58. maddesinde öngörülen yöntemle de toplantı yetersayısının
yokluğu hakkında bir saptama yapılmamıştır.
Bu
açıklamalardan anlaşılacağı üzere, sadece çeşitli tasarılar için yapılan açık
oylamalarda bu tasarılara ilişkin karar yetersayılarını yansıtan sonuçlara
dayanarak, söz konusu tasarının tümünün görüşüldüğü 89. birleşimde toplantı
yetersayısının da bulunmadığı söylenemez. Ve dolayısiyle kanunun iptalini
gerektirecek nitelikte bir aykırılığın oluştuğu ileri sürülemez,
Sonuç,
olarak Millet Meclisi Genel Kurulunun 17/6/1975 günlü, 89. birleşiminde çeşitli
tasarılar için yapılan açık oylama sonuçları, aynı birleşimde tümü üzerindeki
görüşmelerin sürdürüldüğü 19/1/1976 günlü, 1932 sayılı Yasa için toplantı
yetersayısı bakımından bir iptal nedeni oluşturmamaktadır.
Ziya
Önel, Şekip Çopuroğlu, Muhittin Gürün ve Hasan Gürsel bu görüşe
katılmamışlardır.
2-
Dava konusu yasa tasarısı için kurulan "geçici komisyon" un içtüzük
kurallarına ve Anayasa y a uygun biçimde oluşturulmamış olması sorunu:
Kimi
hükümlerinin iptali istenen yasa tasarısı; Cumhuriyet Senatosunun İçtüzüğündeki
kuralları çerçevesinde beliren iradesi ile değil, Millet Meclisinin kabul
ettiği metnin Anayasa buyruğu olarak kesinleşmesiyle kanunlaşmıştır. Başka bir
deyimle, tasarının kanunlaşma biçimine göre, içtüzük kurallarına aykırılığın
Cumhuriyet Senatosunun iradesini etkilemiş olduğundan söz edilemez.
Bu
durum karşısında, söz konusu tasarı için kurulan "geçici komisyonun
organik yapısı ve oluşturma biçimi üzerinde ayrıntılı olarak durulmasına gerek
görülmemiştir.
3-
Yasama Meclislerinin tatil şuasında olağanüstü yaptıkları toplantı sürelerinin
Anayasa'nın 92/10. maddesinde yazılı üç aylık süre içinde sayılıp sayılmıyacağı
sorunu:
Meclisler
tatilde iken, ek ödenek ile ilgili bir kanun tasarısını görüşmek üzere Millet
Meclisi 15/7/1975 günü toplantıya çağrılmış ve o gün toplanmıştır. Cumhuriyet
Senatosu da Anayasa'nın 83. maddesindeki "Meclislerden biri toplantıya
çağrılınca diğeri kendiliğinden toplanır" buyruğuna uyarak aynı günde
kendiliğinden toplanmıştır. Bu olağanüstü toplantılar 15, 16, 17 ve 18 Temmuz
1975 günleri boyunca dört gün devam etmiştir.
Burada
ortaya çıkan sorun, Meclislerin olağanüstü yaptıkları bu dört günlük toplantı
süresinin, Anayasa'nın 92/10. maddesinde yazılı üç aylık süre içinde sayılması
gerekip gerekmiyeceğine ilişkin bulunmaktadır.
Gerek
Anayasa'da gerek içtüzüklerde konuyu çözüme kavuşturacak açık bir kural yer
almamıştır. Anayasa'nın yukarıda belirtilen 83. maddesinin son fıkrası ile, ara
verme veya tatil sırasında toplantıya çağrılan meclislerin önce bu toplantıyı
gerektiren konu üzerinde görüşme yapmaları zorunluluğu öngörülmüş, başka
konuların görüşülemiyeceği yolunda ise engelleyici bir hüküm getirilmemiştir.
Anayasa'nın
64. maddesinin ilk fıkrasında, yasama meclislerinin genel olarak belirtilen
görevlerinin başında kanun yapma işi gelmektedir.
Öte
yandan yalnız içtüzükler, tatil sırasında yapılan toplantıları
"olağanüstü" olarak nitelendirdikleri halde Anayasa'da böyle bir
ayırıma gidilmemiş, meclislerin tatil sırasında çağın üzerine yapacakları
toplantılar için sadece öncelikle görüşülecek konuya ilişkin bir ayrıcalık ve özellik
öngörülmüştür. Bundan, Anayasa koyucunun, ister yasama yılı içinde, ister
tatilde iken çağın üzerine olsun meclislerin yapacakları toplantılar arasında
bir ayırıma gidilmesine gerek görmediği ve görev bakımından tüm toplantıları
aynı nitelikte kabul ettiği açıkça ortaya çıkmaktadır Bu durum karşısında,
gerek yasama yılında gerek çağrıya uyarak, toplantı halinde bulunan meclisler,
Genel Kurullarınca saptanan belirli günlerde, gündemlerine göre yasama
çalışmalarını sürdürmek zorundadırlar. Nitekim, Cumhuriyet Senatosu da
olağanüstü toplantıyı gerektiren ek ödenek kanun tasarısını daha önce
görüştüğünden, o birleşimde (15/7/1975) bir başka kanun tasarısını görüşüp
karara bağlamış, 16/7/1975 günü yaptığı toplantıda ise, Millet Meclisinden
henüz bir metin gönderilmediği nedeniyle 17/7/1975 Perşembe günü toplanmak
üzere başkan tarafından birleşim kapatılmıştır. Perşembe günkü birleşimde ise
toplantı yetersayısı oluşmamış ve Millet Meclisinin aldığı tatile girme
kararına uyularak l Kasım 1975 günü toplanmak üzere 19/7/1975 gününden itibaren
tatile girilmiştir.
Yukarıdaki
açıklamaların doğal sonucu olarak denilebilir ki, olağanüstü toplantıyı
gerektiren ek ödenek kanun tasarısı daha önce Senatoda görüşülmüş olduğuna
göre, Senato içtüzüğünün 44. maddesine dayanarak başkanlık divanınca
düzenlenecek gündeme alınmak suretiyle daya konusu kanun tasarısının
görüşülmesi için ortada Anayasa açısından bir engel bulunmamaktadır. Başkanlık
divanınca söz konusu tasarının; dört günlük olağanüstü toplantı süresinde
gündeme alınmamış ve görüşülmemiş olması, Anayasa'nın 92/10. maddesinde
öngörülen üç aylık sürenin işlememesi nedenini oluşturamaz.
Bu
duruma göre yasama meclislerinin 15, 16, 17 ve 18/7/1975 günlerinde olağanüstü
yaptıkları dört günlük toplantı suresinin, Anayasa'nın 92/10; maddesinde yazılı
üç aylık süre içinde sayılması gerekir.
Ahmet
Salih Cebi ve Ahmet H. Boyacıoğlu, olağanüstü toplantıdaki dört günlük sürenin
sadece birinci gününün üç aylık süre içinde sayılması gerektiği görüşünde
bulunmuşlardır.
4-
Yeni yasama yılı başında Cumhuriyet Senatosu Başkanlık Divanının
kurulamamasının, üç aylık sürenin işlemesini durdurup durduramayacağı sorunu:
l
Kasım 1975 günü yeni yasama yılına başlayan Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu,
Başkanlık Divanı seçimi ancak 25/12/1975 günü yaptığı 20. birleşiminde
tamamlamıştır. Burada ortaya çıkan sorun, Anayasa'nın 92. maddesinin konu ile
ilgili onuncu fıkrasında öngörülen üç aylık süreyi sona erdiren günün, yeni
yasama yılının başladığı l Kasım 1975 günü mü yoksa Başkanlık Divanının kuruluşunun
tamamlandığı 25/12/1975 günü mü olduğuna ilişkin bulunmaktadır.
Anayasa'nın
yukarıda anılan maddesinin onuncu fıkrası; "Cumhuriyet Senatosu kendisine
gönderilen bir metni, Millet Meclisi Komisyonlarında ve genel kurulundaki
görüşme süresini aşmıyan bir süre içinde karara bağlar; bu süre üç ayı geçemez
ve ivedilik hallerinde onbeş günden ivedi olmayan hallerde bir aydan kısa
olamaz. Bu süreler içinde karara bağlanmayan metinler Cumhuriyet Senatosunca,
Millet Meclisinden gelen şekliyle kabul edilmiş sayılır. Bu fıkrada belirtilen
süreler meclislerin tatili devamınca işlemez" kuralını getirmiştir.
Fıkra
metnine göre Anayasa, Cumhuriyet Senatosuna bir kanun tasarı veya teklifini
karara bağlamak için en çok üç aylık süre tanımaktadır. Böylelikle kanun
tasarılarının iki mecliste ayrı ayrı görüşülmesinin kimi hallerde çok vakit
alabileceğini ve bu yüzden de yasama görevinin aksayacağını düşünerek
Cumhuriyet Senatosunu, belli bir sürede işleri sonuçlandırmaya zorunlu tutmakta
ve bu süre içinde de sonuçlandırılmaması halinde Millet Meclisince kabul olunan
metinleri kanunlaşmış saymaktadır.
Bundan
Anayasa koyucunun, hem ikinci meclisten beklenen yararları sağlamak hem de bu
meclisin yasama görevinin yerine getirilmesine engel olmak ya da geciktirmek
gibi zararlı sonuç verebilecek bir tutuma girmesini önlemek amaçlarını birarada
güttüğü açıkça anlaşılmaktadır.
Bu
durumda ve fıkra metnindeki kuralın açıklığı karşısında, üç aylık sürenin
sadece meclislerin tatilde bulundukları zaman işlemiyeceğini kabul etmek
zorunluğu ortaya çıkar. Cumhuriyet Senatosu Başkanlık Divanın seçilmemiş olması
gibi tatil dışında kalan halleri de üç aylık sürenin işlememesini gerektirici
neden olarak kabul etmek, kural kapsamını kıyas yoluyla genişletme olur ve
Anayasa koyucunun Cumhuriyet Senatosundaki görüşme süresini kayıtlamakla
güttüğü amaca aykırı sonuçlar verebilir.
Demek
oluyor ki Anayasa koyucu, üç aylık sürenin işlememesi halini tek ve yoruma yer
verilmiyecek biçimde açık bir koşula bağlamıştır. O da, meclislerin tatilde
bulunmaları halidir.
Bu
açıklamalardan anlaşıldığı gibi, Anayasa'nın 92. maddesinin onuncu fıkrasında
yer alan üç aylık sürenin; tasarı veya tekliflerin Cumhuriyet Senatosu
Başkanlığına verildiği tarihten itibaren başlaması ve sadece meclislerin
tatilde bulunduğu sırada işlememesi gerekmektedir.
Bu
itibarla, yeni yasama yılı dışında Cumhuriyet Senatosu Başkanlık Divanının
kurulamamış olması halini, Anayasa'nın 92. maddesinin onuncu fıkrasında
belirtilen üç aylık sürenin durdurulmasını sağlıyacak nitelikte Anayasa'nın
öngördüğü bir neden olarak kabul etmek olanağı yoktur.
Kani
Vrana, Şekip Çopuroğlu, Lûtfi Ömerbaş ve Ahmet H. Boyacıoğlu bu görüşe
katılmamışlardır.
5-
Tasarının Cumhuriyet Senatosunca üç aylık süre dolmadan Millet Meclisinden
gelen şekliyle kabul edilmiş sayılması sorunu;
Sorunun
çözümü, Cumhuriyet Senatosundaki üç aylık sürenin ne suretle hesaplanması
gerektiğinin saptanmasına bağlı bulunmaktadır.
Dava
konusu yasaya ilişkin tasarı metni, Millet Meclisi Genel Kurulunca 26/6/1975 de
kabul ve 27/6/1975 gününde de Cumhuriyet Senatosu Başkanlığına teslim
edilmiştir.
Anayasa'nın
92. maddesinin onuncu fıkrasında, Millet Meclisinde geçen süre için
"Komisyonlarda veya Genel Kurulda görüşme süresi" esas alındığı halde
Cumhuriyet Senatosundaki süre ile ilgili olmak üzere bu deyim kullanılmamış,
doğrudan doğruya senatonun "Kendisine gönderilen" deyimine yer verilmiştir.
Şayet, Anayasa koyucunun amacı Cumhuriyet Senatosunda da Millet Meclisinde
olduğu gibi komisyona havale tarihini esas tutmak olsa idi o takdirde aynı
deyimleri senato hakkında da kullanabilirdi.
Farklı
deyimleri yeğ tutmuş olduğuna göre, Cumhuriyet Senatosu için bu hususta bir
değişikliği öngörmüş olduğunu kabul etmenin zorunluğu ortaya çıkar. Şu halde,
Cumhuriyet Senatosuna ait sürenin, bir tasarı veya teklifin Cumhuriyet Senatosu
Başkanlığına verildiği günden işlemeye başlayacağı, duraksamayı gerektirmeyecek
derecede açık bulunmaktadır. Böylece üç aylık süre, 27/6/1975 gününde işlemeye
başlamış demektir.
Anayasa'nın
92/10. maddesinde öngörülen üç aylık sürenin ne zaman sona ereceğine gelince:
Anayasa'da
ve meclislerin içtüzüklerinde konuyu çözümleyecek bir kurala yer verilmemiştir.
Bu durumda, hukuk düzenimizde öngörülen esas ve yöntemler dairesinde işlem
yapmak icabeder. Başka bir deyimle, yasalarda konu ile ilgili olarak yer alan
kurallara bakmak gerekir.
Toplum
yaşantısında çeşitli alan ve ilişkileri düzenleyen yasalarla "ay"
olarak öngörülen, sürelerin hesaplanmasında kural şöyledir: Bir veya birden çok
aylan kapsayan bir zaman ile belirtilen sürelerin; ayın kaçıncı günü işlemeye
başlamışsa, son ayın sayısı buna rastlayan günün tatil saatinde biteceği, şayet
sona erdiği ayda sayısı buna rastlayan gün yoksa, son ayın son gününde biteceği
kabul edilmiştir. Buna göre, ayların bütünlüğünün konulması da öngörülmüş
olmaktadır.
Şu
halde, yürürlükteki hukuk kuralları uyarınca, 27/6/1975 günü işlemeye başlamış
olan üç aylık sürenin 27/9/1975 gününde sona ermesi gerekmektedir.
Ancak,
Cumhuriyet Senatosu 4/7/1975 günlü, 73. birleşimi sonunda l Kasım 1975 günü
toplanmak üzere tatile girmiştir. Anayasa'nın 92. maddesinin onuncu fıkrasının
son tümcesindeki "Bu fıkrada belirtilen süreler meclislerin tatili
devamınca işlemez." kuralına göre, 27/6/1975 günü işlemeye başlayan süre,
meclislerin tatile girdiği 5/7/1975 gününe dek sekiz gün işledikten sonra
durmuştur. Tatil sırasında toplantıya çağrılan Millet Meclisinin 15/7/1975 günü
toplanması üzerine Anayasa buyruğu olarak Cumhuriyet Senatosu da aynı gün
kendiliğinden toplanmıştır. Bu nedenle süre, Cumhuriyet Senatosunun yeniden
tatile girdiği "19/7/1975" gününe dek 15, 16, 17, 18, Temmuz 1975
günleri boyunca dört gün daha işlemiştir.
Anayasa'nın
92/10. maddesinde öngörülen üç aylık süre, böylece önce sekiz gün ve sonrada
dört gün olmak üzere iki kez işlemeye başlamış ve durmuş, yeni yasama yılının
açıldığı 1/11/1975 gününde üçüncü kez işlemeye başlamıştır. Bu süreden geride 2
ay 18 gün kalmıştır. Yukarıda açıklanan hesap kurallarına göre bütünlüğünü
koruyan iki ay, l Ocak 1976 günü sona ereceğinden buna, kalan 18 günde
eklendikte anılan üç aylık süre 19 Ocak 1976 günü sona ermiş olmaktadır.
Bu
nedenle, Cumhuriyet Senatosu Başkanlığınca 1932 sayılı Yasa tasarısının Millet
Meclisinde kabul edilen metnine göre kendiliğinden kanunlaşmış sayılması,
Anayasanın 92/10. maddesi hükmüne uygun bulunduğundan, davacının bu konuya
ilişkin Anayasa'ya aykırılık savı yerinde görülmemiştir.
Kani
Vrana, Şekip Çopuroğlu, Nihat O. Akçakayalıoğlu, ve Ahmet H. Boyacıoğlu bu
görüşe katılmamışlardır.
B-
Dava konusu yasa kuralının esas yönünden Anayasa'ya aykırılığı sorunu:
l-
Burada önce, Anayasa'nın konuya ilişkin ilkeleri ile kimi kavramlar üzerinde
kısaca durmak gerekir.
Kişinin
temel hak ve özgürlüğüne en geniş biçimde yer veren 1961 Anayasa'sı, ilk dokuz
maddesinde devletin kuruluşuna ilişkin genel esasları koyduktan sonra hemen
arkasından 10. maddesinde; herkesin, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez,
vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olduğunu, devletin kişinin temel
hak ve hürriyetlerini, fert huzurunu, sosyal adalet ve hukuk devleti
ilkeleriyle bağdaşamayacağı surette sınırlayan, siyasi, iktisadi ve sosyal
bütün engelleri kaldırmasını, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamasını öngörmüştür.
Temsilciler
Meclisi Anayasa Komisyonunun bu konu ile ilgili raporunda da özetle : "...
Bu tasarıda, genel mahiyetiyle, kişi hakları iktidarı sınırlayıcı bir
demokratik prensip olarak yer almaktadır ... Siyasi iktidarın sınırı olan bu
kişi hak ve hürriyetlerinin kendi sınırlarının tayini, kanun koyucunun
sınırlanılın tayini, kanun koyucunun takdirine mutlak olarak bırakılmamıştır.
Kanun koyucunun, hürriyetleri tanziminin sınırını, esas itibariyle Anayasa'nın
kendisi tayin etmiştir. Anayasa bir yandan geniş bir kişi hak ve hürriyetleri
listesi tanzim etmiş, bir yandan da kanun koyucunun bunları, hangi ahvalde,
hangi mülâhazalarla ne ölçüde sınırlayabileceğine işaret etmiştir. Ve nihayet
bu sınırlamanın her hal ve karda, hürriyet ve hakkin özünü tehlikeye sokacak
noktaya kadar inemez" denilmektedir. (Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi
:- 34. Birleşim, 30/3/1961, S. Sayısı: 25, Sayfa : 6).
Görülüyor
ki Anayasa koyucu, maddenin birinci fıkrasiyle temel hak ve özgürlüklerin
niteliğini belirtmekte ve ikinci fıkrasiyle de kişinin temel hak ve
hürriyetlerini fert huzurunu; sosyal adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle
bağdaşmıyacak fert huzurunu; siyasal, ekonomik ve sosyal bütün engelleri
kaldırmayı devlete bir görev olarak vermekte ve böylece bu temel hakları çağdaş
hukuk devleti anlayışının gerektirdiği güvenceye kavuşturmak istemektedir.
Anayasa'nın
konu ile ilgili öteki kurallarına gelince 11. madde ile, temel hak ve
hürriyetlerin, madde bünyesinde belirtilen genel veya öteki maddelerinde
gösterilen özel nedenlerle, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak ancak
kanunla sınırlanabileceği, fakat temel hak ve hürriyetlerin özüne kanunla dahi
dokunulamayacağı kuralı getirilmiştir. Metninden de anlaşıldığı gibi bu maddede
belirtilenler, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması için genel
nedenleri oluşturmaktadır.
Toplantı
ve gösteri yürüyüşü hak ve özgürlüğüne ilişkin 28. maddesinde ise
"herkesin önceden izin almaksızın, silâhsız ve saldırısız toplanma veya
gösteri yürüyüşü yapma hakkına sahip olduğu, bu hakkın ancak kamu düzenini
korumak için kanunla sınırlanabileceği" öngörülmüştür. Böylece bu madde
ile de "kamu düzenini korumak", sınırlamanın özel nedeni olanak
gösterilmiştir.
Anayasa'nın
11. ve 28. maddelerine ilişkin gerekçelerde de özetle:
11.
maddenin ikinci fıkrasındaki hükümle "Temel hak, özgürlük
dokunulmazlıkların kanunlarla düzenlenmesi bahanesiyle bu hakların tahrip
edilmemesinin güvence altına alındığı... öteden beri hakların sınırlanmasında
aşılan tehlikenin bu tahditlerin çok ileri gitmesi sonucunda cevherinin yok
edilmek olduğu......... özgürlükleri tahrip edenlerin daima bunları sadece
düzenlediklerini iddia ettikleri...... düzenlemenin hakkın özünü tahribe kadar
gidilmiyeceği kuralının konulduğu ve kanun koyucunun yetkisinin böylece
kayıtlandığı, Anayasa Mahkemesi bu genel ölçüyü gözönünde bulundurarak,
herhangi bir tahdidin Anayasa'ya aykırı olup olmadığına karar vereceği, eğer
sınırlama bir temel hak ve özgürlük veya dokunulmazlığın cevherini tahrip
ediyorsa, Anayasa'ya aykırılığı dolayısıyle hükümsüz sayılacağı .." 28.
maddenin ikinci fıkrasıyla da "bu hakkın kamu düzenini korumak amacıyla
düzenlenmesi kanuna bırakılmış ise de, kanunun koyduğu kayıtların toplantı
özgürlüğünü ciddi surette güçleştirici, toplantının amacına ulaşmasına engel
olucu, etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımamasının şart koşulduğu
..." hususları açıkça belirtilmiştir.
Temsilciler
Meclisi Anayasa Komisyonunun hazırlamış olduğu metinde, 28. maddenin ikinci
fıkrasının birinci tümcesinden sonra "kanun, toplantının veya gösteri
yürüyüşünün yapılmasını veya yönetimini güçleştirici, maksadını engelleyici ve
etkisini azaltıcı kayıtlar koyamaz." biçiminde ikinci bir tümceye de yer
verilmiş iken, bir üyenin önerisi üzerine bu tümce metinden çıkarılmıştır.
Bir
temel hakkın özüne ne zaman ve ne suretle dokunulmuş olacağı hususuna gelince;
Anayasa'nın 11. maddesinin temsilciler meclisinde görüşülmesi sırasında
"hakkın ve Özgürlüğün özü" kavramına bir açıklama getirilmemiştir.
Bir üye tarafından "öz" sözcüğün tanımlanmasının istenmesi üzerine
komisyon sözcüsü "buna imkân yoktur. Bu öz, her hürriyet, her temel hak
için ayrı ayrıdır. Belli bir hürriyetin özünün, belli bir sınırlama sonucunda
yok edildiğini mahkemeler, efkârı umumiye yani o memleketin hukuk anlayışı ve
zihniyeti tesbit eder. Nihayet, Anayasa Mahkemesi de buna şekil verir. Bir
hürriyetin özünün ne olduğunu, demokratik hukuk devletinin hukukçuları, o
devletin hâkimleri elbette fark eder. " biçiminde yanıt vermekle
yetinmiştir. (Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi, 42. Birleşim, 11/4/1961,
Sayfa: 51).
Anayasa
Mahkemesi de bir kararında, bir hak ve hürriyetin gayesine uygun bir şekilde
kullanılmasını son derece zorlaştıran veya onu kullanılmaz duruma düşüren
kayıtlara tabi tutulması halinde o hak ve hürriyetin özüne dokunulmuş olmasının
söz konusu edilebileceği, görüşüne varmıştır (Anayasa Mahkemesi, 8/4/1963
günlü, E: 1963/16, K: 1963/83, Kararlar Dergisi Sayı : l, Sayfa; 194).
Yukarıdaki
açıklamalarında gösterdiği gibi; Anayasa kişinin hak ve özgürlüğünü en geniş
biçimde düzenlenmiş, bu hakları tam bir güvence altına almak amacıyla da kanun
koyucunun bunlara hangi hallerde, hangi ölçülere göre sınırlama
getirebileceğini belirtmiş ve böylece, kanunla yapılabilecek sınırlamalarla
dahi bu hakların özüne dokunulamayacağını kesin bir biçimde kurala bağlamıştır.
Demek
ki, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması konusunda yapılacak yasa!
düzenleme, herşeyden önce Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun düşmeli ve
kesinlikle temel tak ve özgürlüklerin özüne dokunmamalıdır. Daha açık bir
deyimle, kanunun koyduğu sınırlama, özgürlükleri yok etmemeli, temel hakların
kullanılmasını ciddi surette güçleştirici, amacına ulaşmasına engel olucu ve
etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımamalıdır. Bunun içinde sınırlama
nedenleri, uygulayıcıların kişisel görüş ve anlayışlarına göre öznel yorumlara
olanak vermeyecek biçimde somut, açık ve kesin olarak belirtilmelidir.
İptali
istenen hükümlerin Anayasa'ya esas yönünden aykırılıkları sorunu, yukarıdaki
açıklamaların ışığı altında incelenmelidir. Bu hükümlerin üzerinde durulması
gereken yönleri de kuşkusuz toplantı ve gösteri yürüyüşlerini
"dağıtma" ve "erteleme" nedenlerinin nitelikleri ile bu
nedenlerin saptanmasında öngörülen yöntemler olduğundan, sorunlar bu açılardan
ele alınmalıdır.
2-
1932 sayılı Yasa ile, 171 sayılı Yasa'ya 9. madde olarak eklenen maddenin
üçüncü fıkrasında yeralan "sözle veya" deyiminin Anayasa'ya
aykırılığı sorunu:
Dava
konusu fıkranın getirdiği hükümle, toplantı yöneticilerinin isteği olmadan,
"... bir toplantının devamını imkânsız kılacak ve genel sükûn ve düzeni
bozacak sözle veya fiille saldırılı bir şekil alması halinde" Hükümet
komiserine o toplantıyı dağıtma yetkisi tanımaktadır.
Gerek
Hükümet Tasarısında, gerek Adalet Komisyonunca değişikliğe uğratılan metinde
"sözle veya " deyimine yer verilmemiştir. Adalet Komisyonunun bu
husustaki raporunda "171 sayılı Kanuna 3 üncü çerçeve maddeyle eklenen 9.
madde ile hükümet komiserine tanınan yetkiler fazla bulunarak madde, Hükümet
Komiserinin yetkileri kısıtlanacak şekilde yeniden düzenlenmiştir."
denilmektedir. Verilen bir değişiklik önergesinin Millet Meclisi genel kurulunda
kabul edilmesi sonunda fıkra metni "sözle veya" deyimi de bünyesine
alınmak suretiyle yasalaşmıştır. Böylece, fıkra metnine giren bu deyimle,
hükümet komiserine, sözle saldırılı bir biçim alan toplantıyı da dağıtma
yetkesi verilmiş olmaktadır.
Burada,
fıkra metnindeki "sözle ... saldırı" ve "genel sükûn ve
düzen" deyimleri üzerinde durmakta yarar vardır.
Anayasa'nın
28. maddesinin temsilciler meclisinde görüşülmesi sırasında "saldırı"
sözcüğü üzerinde de durulmuş, ancak tanımlanmasına gidilmemiştir. Kimi örneklerle
eylemli saldırılar söz konusu olmuş ve "bu çeşit saldırıları ceza
kanununun karşıladığı ... saldırılı topluluklar hakkındaki ceza kanunu
hükümlerinden yararlanılabileceği" belirtilmiştir.
Yasalarımızda
da, sözle saldırıyı tanımlayan somut bir hüküm yer almamıştır. Başka bir
deyimle, saldırı sayılacak somut bir söz gösterilmemiştir.
"Genel
sükûn ve düzen" deyimine gelince; bunun "kamu düzeni" kavramı
ile eş anlamda olduğunda kuşku yoktur.
Anayasa
Mahkemesinin bir kararında da belirtildiği gibi, kamu düzeni deyimi, belli
edilmesi güç bir anlam taşımakla birlikte, toplumun huzur ve sükûnunun
sağlanmasını, devletin ve devlet teşkilâtının korunmasını amaç alan herşeyi
ifade eder. Bir başka deyimle toplumun her alandaki düzeninin temelini
oluşturan bütün kuralları kapsar (Anayasa Mahkemesi 28/1/1964 günlü, E:
1963/28, K: 1964/8, Kararlar Dergisi, Sayı: 2, Sayfa: 47).
Yasalarımızla
ve özellikle 171 sayılı Yasa ile getirilen kimi sınırlamalar, somut durumlar
kesin biçimde ortaya konularak açıkça belirtilmiştir. Örneğin, sözü edilen
yasanın, toplantı ve yürüyüş sürelerine, bunların yapılacağı veya yapılmayacağı
yerlere ilişkin 3., 4., 7. ve 12. maddelerindeki sınırlamalar bu niteliktedir.
Dava
konusu fıkradaki hükme göre hükümet komiseri, Önce "sözle saldırılı"
bir halin oluşup oluşmadığını, sonra da oluşan bu halin "genel sükûn ve
düzen "i bozacak ve toplantının devamını da imkânsız kılacak bir düzeye
varıp varmadığını takdir edecek ve değerlendirilecektir. Yani, nitelikleri
yukarıda belirtilen "sözle saldırı" ve "genel sükûn ye
düzen" bozucu hallerin varlığına komiser karar verecektir.
Yine,
171 sayılı kanunun 14. maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarındaki hükümlere
göre, Silahsız bir toplantı veya gösteri yürüyüşüne silâh ve araçlarla
katılanlar bulunduğu takdirde bunlar zabıtaca... uzaklaştırılarak toplantı ve
yürüyüşe devam olunacak ve toplantı ve yürüyüş yapma hakkı hemen orada sona
erdirilemeyecektir. Üstelik toplantı ve yürüyüşe silâhlı olarak katılanların
sayılan da tek başına bir dağıtma nedeni sayılmamış, ayrıca silah veya
araçlarla katılanların davranışlarının dağıtmayı gerektirecek derecede olması
koşulu da aranmıştır.
Demek
oluyor ki, bir toplantı veya gösteri yürüyüşünün, silâhlı hale geldiğinde
sonucu yasanın nesnel ölçüleriyle, daha hafif bir durum sayılması gereken
"sözle saldırılı" biçime dönüşmesi halinde ise sonucu hükümet
komiserinin kişisel düşünce ve takdiri ile belirlenecektir. Bunun ise,
herşeyden önce, 171 sayılı Yasanın amacı, genel esasları ile dahi
bağdaştırılması olanağı yoktur.
Görülüyor
ki, bu sınırlama nedenlerinin oluştuğunun ve varlığının takdiri,
değerlendirilmesi, o toplantıyı düzenleyenlere yabancı olan bir kimsenin,
hükümet komiserinin kişisel görüş ve anlayışına bırakılmış bulunmaktadır. Bunun
ise, keyfi duygusal müdahalelere çok elverişli, giderek bir toplantının
yapılmasını hükümet komiserinin insaf ve izanına bırakacak uygulamalara yol
açabilecek nitelik taşıdığı ortadadır.
Sonuç
olarak "sözle saldırılı" bir biçime dönüşmesi nedeniyle hükümet
komiserine verilen dağıtma yetkisi, Anayasa kurallarının öngördüğü sınırlama
ölçüsünü aşan bu hak ve özgürlüğün amacına ulaşmasını engelleyen, etkisini
ortadan kaldıran ve böylece hakkın özüne dokunan bir nitelik taşımaktadır. Bu
nedenle, Anayasanın 11. ve 28. maddelerinin özüne aykırı düşen fıkra metnindeki
"sözle veya "deyiminin iptal edilmesi gerekmektedir.
3-
1932 sayılı Yasa ile, 171 sayılı Yasaya 10. madde olarak eklenen maddenin
ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarının Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
a)
İkinci fıkra hükmü ile, fıkra içinde belirtilen nedenlerin gerektirdiği
hallerde, o yerin mülkiye amirine toplantı ve gösteri yürüyüşünü erteleme
yetkisi verilmektedir.
Fıkra
metninde açıkça görüldüğü gibi Anayasa'nın 11. maddesinde genel kavramlar
halinde yer alan sınırlama nedenleri, herhangi bir açıklama getirilmeden, hemen
olduğu gibi erteleme nedenleri olarak fıkraya aktarılmakla yetinilmiştir. Öte
yandan, bu nedenlerin varlığı ile, toplantı ve yürüyüşün ertelenmesine
gerektirir bir hal alıp almadığı hususları da mülkiye amirinin takdirine
bırakılmıştır.
Anayasa
Mahkemesinin bir kararında da belirtildiği gibi Anayasa'nın temel hak ve
Özgürlüğün sınırlandırılmasında kanun koyucuya tanıdığı ölçünün sınırını
belirleyen 11. maddesindeki "kamu düzeni, milli güvenlik" gibi
deyimler, uygulayıcıların kişisel görüş ve anlayışlarına göre
genişletilebilecek, öznel yorumlara elverişli, bu nedenle de keyfiliğe dek
varabilen çeşitli ve aşamalı uygulamalara yol açabilecek kapalı, genel
kavramlardır. Bu nitelikteki kavramların olduğu gibi yasaya geçirilmesinin,
Anayasa koyucunun erğine ve yönergesine uygun düşeceği ve bir yasal düzenleme
işini göreceği düşünülemez. Başka bir anlatımla bu, Anayasa koyucunun amacı
doğrultusunda kanunla yapılmış bir sınırlama niteliğinde kabul edilemez.
(Anayasa Mahkemesi 25/4/1974 günlü,. E: 1973/41, K: 1974/13, Kararlar Dergisi,
Sayı: 12, Sh: 152)
Sınırlamanın,
Anayasa'nın sözüne ve özüne uygun düşebilmesi için, herşeyden önce demokratik
hukuk kuralları içinde kalınmak suretiyle yapılması zorunluluğu yapılır. Bunun için
de yukarıda da değinildiği gibi, sınırlama nedenlerinin, kişisel anlayış ve
takdire olanak vermeyecek açıklık ve kesinlikte somut olarak belirtilmesi
gerekir.
Oysa,
dava konusu ikinci fıkra ile getirilen hüküm, herhangi bir konuda yapılmak
istenen toplantı veya gösteri yürüyüşünü, idarenin iznine bağlı tutan bir
sistemin değişik bir uygulama türü oluşturmakta, toplantı ve gösteri
yürüyüşünü, bunlardan yararlanacakların istedikleri zamanda değil, mülkiye
amirlerinin arzuladıkları zamanda yapılmasına olanak sağlamakta ve üstelik
toplantı ve gösteri yürüyüşünü, erteleme süresi sonunda da örtülü bir biçimde
yapılamaz hale koymakta veya güçleştirmektedir Böylece, zamanında
yaptırılmadığı için, toplantının amacına ulaşılmasını önleyici ve etkisini
ortadan kaldırıcı bir sonuç doğurmaktadır.
Bu
nedenle, fıkra ile yapılan düzenlemenin, doğurduğu sonuçlar bakımından,
Anayasa'nın 11. ve 28. maddelerindeki kavramlarla bağdaştığı öne sürülemez.
Başka bir deyimle fıkra kuralı, Anayasa'nın öngördüğü amacı aşan, hakkın özüne
dokunan bir sınırlama getirmektedir.
b)
Üçüncü fıkradaki hüküm ile Valiye, il sınırlan içinde aynı günde birden çok
toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılmak istenmesi halinde, emrindeki zabıta
kuvvetlerinin ve yararlanacağı güçlerin, toplantıların güvenlik içinde
yapılmasını sağlamaya yeterli olmadığı kanaatına vardığı takdirde bu toplantı
ve gösteri yürüyüşlerinden bir kısmını erteleyebilme yetkisi verilmektedir.
Önce,
valinin "emrindeki kuvvetler" ile "gerektiğinde
yararlanabileceği güçler" üzerinde kısaca durulmasında, sorunun çözümü
bakımından yarar görülmüştür.
Valinin,
buyruğu altında olup toplantı ve gösteri yürüyüşleri nedeniyle kullanabileceği
kolluk kuvvetleri, 5442 sayılı il idaresi Kanunu, 2559 sayılı Polis Vazife ve
Selâhiyet Kanunu ve 1706 sayılı Jandarma Kanunu hükümlerine göre, polis ile
jandarmadan oluşmaktadır.
Valinin,
gerektiğinde bu amaçla yararlanabileceği güçler ise, 654 sayılı Toplum Zabıtası
Kurulması Hakkında Kanuna göre "Toplum Polisidir". Toplum Polisi
örgütü, özel yasasına göre "Cumhuriyet ve hürriyet düzenini demokratik
usullerle korumak, kanun dışı sokak ve meydan hareketlerini önlemek... Her
türlü tören ve gösterilerde güvenlik tedbirleri almak... amacı ile... özel
mesleki eğitim görmüş ve gerekli her türlü silâh, malzeme ve araçlarla
donatılmış," duyulan gereksinmeyi yurt çapında karşılayacak ölçüde güçlü
bir güvenlik kuvvetidir.
Öte
yandan, gerektiğinde valinin yararlanabileceği güçler arasında, en yakın askeri
kara, deniz ve hava kuvvetlerine de yer vermek gerekir
Fıkra
hükmüne göre vali erteleme yetkisini, toplantı ve gösteri yürüyüşleri
başlamadan önce ve kanaatına göre kullanacaktır. (Çünkü Toplantı ve gösteri
yürüyüşü başladıktan sonra bu yetkinin kullanılması, bir erteleme değil, o
toplantı ve yürüyüşün dağıtılması niteliğinde olur.) Böyle olunca, Yasa ile
Valiye tanınan erteleme yetkisinin ve bu yetkinin kullanılmasının dayanağım bir
varsayım oluşturmaktadır. Oysa Vali, bu gibi hallerde herşeyden önce emrindeki
kuvvetlerle gerekli önleyici kolluk tedbirleri almak, toplantıların ve
yürüyüşlerin güvenlik içinde yapılmasını sağlamakla görevli ve yükümlüdür.
Şayet sükûn ve düzen bozucu olayların çıkması olasılığı var ise, ya da olaylar
çıkmışsa, toplum polisinden, gerektiğinde askeri güçlerden yararlanmak olanağı
da bulunduğuna göre, bu toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin güvenlik içinde yapılmasını
sağlamak artık bir sorun olmaktan çıkar.
171
sayılı Kanunun maddeleri incelendikte görülürki, toplantı ve gösteri
yürüyüşlerinin; başlamadan önce ve başladıktan sonra geçen sürelerde, toplum
huzur ve sükûnunu, düzenini bozmıyacak biçimde ve amacı doğrultusunda
yapılmasını sağlamak için, sözü geçen kanunla esasen gereken tedbirler
öngörülmüş bulunmaktadır. Üstelik koşulları oluştuğunda "dağıtma" ya
bilene yer verilmiştir. Örneğin kanunun 3., 4., 8., 11., 12., 13, ve 14.
maddelerindeki hükümler böyledir. Ayrıca, bu hakkın, kötüye kullanılmasını
önlemek ve kötüye kullananları cezalandırmak amacıyla da, (ceza hükümleri)
bölümündeki maddelerle de yeterli önlem ve yaptırımlar getirilmiş
bulunmaktadır.
Burada,
üçüncü fıkranın neden olabileceği bir duruma da değinmek gerekir. O da, fıkra
hükmünün, uygulamada kimi tertiplere olanak sağlayabilecek bir nitelik
taşımasıdır. Şöyle ki, karşıt bir kuruluşa toplantı ve gösteri yürüyüşü için,
başvurmasını sağlayan bir ortamın gelişmesi beklenerek, belli bir kuruluşun bu
konuda daha önce yaptığı başvurmanın ertelenmesi yoluna gidilebilir.
Görülüyorki
fıkra hükmü; kişisel anlayış ve takdire dayanan uygulamalara olanak vermekte,
bu temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını engelleyebilecek nitelik
taşımaktadır, ayrıca öteki fıkralar için belirtilen ve bu fıkra için de geçerli
olan nedenlerle, toplantı ve gösteri yürüyüşü hak ve özgürlüğünün özüne
dokunmaktadır.
c)
Dava konusu dördüncü fıkra hükmüne gelince bununla, aynı günde birden ziyade
ilde toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılmak istenip de toplantı güvenliği
sağlamak üzere ilgili valilerce içişleri Bakanlığından takviye istendikte, bu
istemin bakanlıkça karşılanamayacağı kanaatına varılması halinde, bir kısım
illerdeki toplantıların yapılmasını ertelemeye İçişleri Bakanlığı yetkili
kılınmaktadır. Böylece, bundan önceki fıkrada valinin, kanaatına dayanmak
suretiyle kullanacağı erteleme yetkisi bu kez de burada İçişleri Bakanlığına
tanınmış bulunmaktadır,
Öteki
fıkralar için de belirtildiği gibi toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin
güvenliğini sağlama bakımından gereken önlemlerin alınmasında iller
kadrosundaki polis ve jandarmadan oluşan kolluk kuvvetlerinden ve ayrıca da
askeri kara, deniz ve hava güçlerinden yaralanma olanağı her zaman için vardır.
Dava konusu fıkra çerçevesinde içişleri Bakanlığınca Valiler emrine
gönderilecek takviye ise, daha önce niteliği açıklanan toplum polisi
örgütlerinden oluşturulacak ve kurulduğu illerden alınarak gereksinim gösteren
illere geçici olarak kaydırılabilecektir.
Çeşitli
yasalarla sağlanan bu olanaklar karşısında, toplantı ve gösteri yürüyüşleri
güvenliğinin sağlanması, İçişleri Bakanlığı için de artık bir sorun
olmamalıdır.
Fıkra
hükmüne göre İçişleri Bakanlığı erteleme yetkisini, toplantı ve gösteri
yürüyüşleri başlamadan ve takviye isteğinin karşılanamayacağı kanaatına varmak
suretiyle kullanacaktır. Böyle bir davranış da ertelenmeyi, bundan önceki
fıkrada olduğu gibi, yine varsayıma dayandırmak olur.
Öte
yandan fıkra hükmü, valilerin takviye isteklerinden hangilerinin kabul
edilmiyeceği ve dolayısiyle hangi illerdeki toplantıların erteleneceği yönünü
de bakanlığın takdirine bırakmaktadır. Başka bir deyimle, bu ertelemelerin;
hangi illerde, hangi ölçü ve esaslara göre yapılacağı hakkında fıkrada bir
açıklık bulunmamaktadır. Bunun da, keyfi uygulamalara neden olabileceğini
gözden uzak tutmamak gerekir.
Dava
konusu l0. maddenin beşinci fıkrasında yeralan "... erteleme kararlarının
gerekçesiyle birlikte tertip heyetine tebliğ edileceği ..." yolundaki
hüküm ise bu konuda yeterli bir güvence niteliği taşımamaktadır.
Maddenin
ikinci ve üçüncü fıkraları için belirtilen aykırılık gerekçeleri, erteleme
nedeninin niteliği ve doğuracağı sonuçlar bakımından, bu fıkra hükmü için de
geçerlidir. Bu bakımdan aynı gerekçelerin burada yinelenmesine gerek
görülmemiştir.
Şu
hale göre, ertelemenin yöntemi ve nedeninin niteliği ile doğuracağı sonuçlar
bakımından, dava konusu dördüncü fıkra hükmü de bir sınırlama düzenlemesi olmayıp
bu temel hak ve özgürlüğün özüne dokunur nitelik taşımaktadır.
Özetlenecek
olursa :
19/1/1976
günlü, 1932 sayılı Kanunun 4. maddesiyle, 171 sayılı, "Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşü Hürriyetleri Hakkında Kanun"a 10. madde olarak eklenen maddenin
ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralariyle getirilen hükümler :
a)
Toplantı ve gösteri yürüyüşü temel hak ve özgürlüğünü, bunlardan
yararlanacakların istedikleri zamanda değil, idarenin arzuladığı zamanda
yapılmasına olanak sağlamakta, üstelik erteleme süresi sonunda da bunları
örtülü biçimde yapılamaz hale koymaktadır.
b)
Zamanında yapılmasını engellediği için Toplantı ve Gösteri Yürüyüşünün amacına
ulaşmasını güçleştirici ve etkisini ortadan kaldırıcı nitelik taşımaktadır.
c)
Uygulayıcıların kişisel görüş ve anlayışlarına göre öznel yorumlara elverişli,
keyfiliğe dek varabilecek uygulamalara neden olabilmekte ve Anayasa koyucunun
erek ve amacına uygun düşen bir yasal düzenleme işini görebilecek nitelikte
bulunmamaktadır.
Bu
nedenlerle, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü hak ve hürriyetinin özüne dokunmak
suretiyle Anayasa'nın 11. ve 28. maddelerindeki kuralların özüne aykırı düşen
bu hükümlerin iptal edilmeleri gerekir.
Halit
Zarbun ve Abdullah Üner bu görüşe katılmamışlardır.
4-
44 sayılı kanunun 28. maddesinin ikinci fıkrasının uygulanması:
22/4/1962
günlü, 44 sayılı kanunun 28. maddesinin ikinci fıkrası, bir kanunun belirli
madde veya hükümlerinin iptali o kanunun diğer bazı hükümlerinin veya tamamının
uygulanmaması sonucunu doğuruyorsa Anayasa Mahkemesine, söz konusu kanunun
diğer hükümlerinin veya tümünün iptaline karar verme yetkisini tanımaktadır.
1932
sayılı Kanunun 10. maddesinin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarında yer alan
hükümlerin Anayasa'ya esas yönünden aykırı olduklarından iptal edilmeleri
öngörülmüştür. Bu durumda, maddenin beşinci fıkrası ile, 171 sayılı Kanunun 13.
maddesine, 1932 sayılı Yasa ile eklenen (g) bendinin artık uygulama yeri
kalmamıştır.
Bu
nedenle 10. maddenin beşinci fıkrası ile, aynı yasayla 171 sayılı Kanunun 13.
maddesine eklenen (g) bendinin de iptal edilmesi gerekir.
Halit
Zarbun, Abdullah Üner ve Nihat O. Akçakayalıoğlu bu görüşe katılmamışlardır.
5-
İptal hükümlerinin yürürlüğe gireceği günün saptanması :
Anayasa'nın
değişik 152. maddesinin ikinci fıkrasında, gereken hallerde Anayasa Mahkemesinin,
iptal hükmünün yürürlüğe gireceği günü ayrıca kararlaştırabileceği, bu sürenin
kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından başlayarak bir yılı geçemiyeceği
ilkesi yer almakta ve 22/4/1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 50. maddesinin
dördüncü fıkrasında da bu kural yinelendikten sonra, "bir kanun veya
içtüzüğün veya bunların belirli hükümlerinin iptali halinde meydana gelecek
boşluğu, kamu düzenini tehdit edici nitelikte görürse üçüncü fıkra hükmünü
uygular ve boşluğun doldurulması için yasama meclisleri başkanlıkları ile
Başbakanlığı durumundan haberdar kılar" hükmüne yer verilmektedir.
1932
sayılı Kanunun dava konusu hükümlerinin iptal edilmesi hali kamu düzenini
tehdit edecek bir yasal boşluk meydana getirmemektedir. İşin bu niteliğine
göre, Anayasa'nın değişik 152. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen yetkinin
kullanılarak iptal hükmünün yürürlüğe gireceği günün ayrıca kararlaştırılmasına
gerek görülmemiştir.
Halit
Zarbun ve Abdullah Üner bu görüşe katılmamışlardır.
V-
SONUÇ :
1-
Sözlü açıklamanın dinlenmesi gerekli görülmediğinden bu konudaki istemin
reddine Halit Zarbun, Fahrettin Uluç ve Nihat O. Akçakayalıoğlu'nun
karşıoylarıyla ve oyçokluğu ile,
2-
İptal davasına konu yapılan kanunun yasalaşmasındaki işlemlerin sırasına göre
incelemenin sürdürülmesi gerektiğine Ahmet Koçak, Şekip Çopuroğlu ve Ahmet H.
Boyacıoğlu'nun (Dava dilekçesinde belirtilen iptal nedenlerine öncelik
verilmesi gerektiği) yolundaki karşıoylariyle ve oyçokluğuyla;
3-
17/6/1975 günlü, 89 birleşimde başka tasarılar İçin yapılan açık oylama
sonuçlarının, aynı birleşimde tümü üzerindeki görüşmelerin sürdürüldüğü 19/1/1976
günlü, 1932 sayılı Yasa için toplantı yetersayısı bakımından bir iptal nedeni
oluşturmadığına Ziya Önel, Sekip Çopuroğlu, Muhittin Gürün ve Hasan Gürsel'in
karşıoylariyle ve oyçokluğuyla,
4-
Kimi hükümlerinin iptali istenen yasaya ilişkin tasarının Cumhuriyet
Senatosunda görüşülmeden Millet Meclisinden geldiği biçimde yasalaştığı
anlaşıldığından, bu durum karşısında tasarı için kurulan komisyonun kuruluş
biçimi üzerinde ayrıca durulmasına yer olmadığına oybirliğiyle,
5-
Yasama Meclislerinin olağanüstü yaptıkları toplantının sürdüğü 15., 16., 17. ve
18/7/1975 tarihlerindeki dört günlük sürenin, Anayasa'nın 92/10. maddesinde
yazılı üç aylık süre içinde sayılması gerektiğine Ahmet Salih Çebi ve Ahmet H.
Boyacıoğlu'nun (olağanüstü toplantısındaki dört günlük sürenin sadece birinci
gününün üç aylık süre içinde sayılması gerektiği) yolundaki karşıoylariyle ve
oyçokluğuyla;
6-
Yeni yasama dönemi başında Cumhuriyet Senatosu Başkanlık Divanının
kurulmamasının, üç aylık sürenin işlemesini durduramıyacağına Kani Vrana, Sekip
Çopuroğlu, Lûtfi Ömerbaş ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun karşıoylariyle ve
oyçokluğuyla;
7-
Tasarının Cumhuriyet Senatosuna gönderildiği günden başlayarak yasalaştığı
kabul edilen 19/1/1976 gününe kadar Anayasa'nın 92/10. maddesinde yazılı üç
aylık sürenin dolduğuna Kani Vrana, Şekip Çopuroğlu, Nihat O. Akçakayalıoğlu ve
Ahmet H. Boyacıoğlu'nun karşıoylarıyle ve oyçokluğuyla, karar verilerek,
Biçime
yönelen tüm iptal istemleri reddedilmiştir.
Esasa
ilişkin iptal istemlerine gelince :
1-
10/2/1963 günlü, 171 sayılı "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkında
Kanun"un 19/1/1976 günlü, 1932 sayılı Kanunla değişik 9. maddesinin üçüncü
fıkrasında yeralan "sözle veya" deyiminin Anayasa'ya aykırı olduğuna
ve iptaline oybirliğiyle;
2-
Sözü geçen kanunun, 1932 sayılı Yasa ile değişik 10. maddesinin ikinci, üçüncü
ve dördüncü fıkralarında yeralan hükümlerin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve
iptallerine Halit Zarbun ve Abdullah Üner'in karşıoylariyle ve oyçokluğuyla;
3-
10. maddenin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarında yeralan hükümlerin
iptallerine karar verilmiş olması karşısında, artık uygulama yeri kalmayan bu
maddenin beşinci fıkrası ile aynı kanunun 13. maddesine 1932 sayılı Yasa ile
eklenen (g) bendinin 22/4/1962 günlü 44 sayılı Yasanın 28. maddesi uyarınca iptallerine,
Halit Zarbun, Abdullah Üner ve Nihat O. Akçakayalıoğlu'nun karşıoylariyle ve
oyçokluğuyla,
4-
İşin niteliğine göre, Anayasa'nın değişik 152. maddesinin ikinci fıkrası
uyarınca iptal hükmünün yürürlüğe gireceği günün ayrıca kararlaştırılmasına yer
olmadığına, Halit Zarbun ve Abdullah Üner'in karşıoylariyle ve oyçokluğuyla,
18
ve 22/11/1976 günlerinde karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
Kâni
Vrana
|
Başkanvekili
Şevket
Müftügil
|
Üye
Halit
Zurbun
|
Üye
Ziya
Önel
|
|
|
|
|
Üye
Abdullah
Üner
|
Üye
Ahmet
Koçak
|
Üye
Şekip
Çopuroğlu
|
Üye
Fahrettin
Uluç
|
|
|
|
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
Üye
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
Ahmet
Erdoğdu
|
Üye
Hasan
Gürsel
|
|
|
|
Üye
Ahmet
Salih Çebi
|
Üye
Nihat
O. Akçakayalıoğlu
|
Üye
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
Mahkememizin
Esas: 1976/27, Karar: 1976/51 sayılı Kararında, Sayın Ahmet H. Boyacıoglu
tarafından yazılan karşıoy yazışma (I/I) sayılı bölüm dışındaki gerekçelerle
katılıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
Mahkememizin
Esas: 1976/27, Karar: 1976/51 sayılı Kararında, Sayın Abdullah Üner tarafından
yazılan karşıoy yazısına aynen katılıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
Mahkememizin
Esas: 1976/27., Karar; 1976/51 sayılı Kararında, Sayın Muhittin Gürün'ün
yazdığı karşıoy yazısında belirttiği hususlara iştirak ediyorum.
KARŞIOY
GEREKÇESİ
171
sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşü hürriyeti hakkındaki kanuna, 1932 sayılı
kanunun 4. maddesi ile eklenen 10. maddenin ikinci, üçüncü ve dördüncü
fıkralarının iptaline dair karara ilişkin karşı görüşüm aşağıdadır:
1-
Sözü edilen 10. maddenin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:
"Mahalli
mülkiye amiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, milli güvenliğin,
kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın gerektirdiği
hallerde toplantı ve gösteri yürüyüşünü 10 günü aşmamak üzere ve bir defaya
mahsus olmak üzere erteleyebilir. Erteleme kararı gerekçesiyle birlikte tertip
heyetine derhal tebliğ edilir. Ve İçişleri Bakanlığına da bilgi verilir."
"Bir
il sınırları içinde aynı günde birden çok toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılmak
istenmesi halinde vali, emrindeki zabıta kuvvetleri .ve gerektiğinde
yararlanabileceği güçlerin bu toplantıların güvenlik içinde yapılmasını
sağlamağa yeterli olmadığı kanaatine vardığı takdirde bu toplantı ve gösteri
yürüyüşlerinden bir kısmını 10 günü aşmamak ve bir defaya mahsus olmak üzere
erteleyebilir."
"Aynı
günde birden ziyade ilde toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılmak istenipde
toplantı güvenliğini sağlamak üzere ilgili valilerce İçişleri Bakanlığından
takviye istenmesi halinde bu isteğin Bakanlıkça karşılanamıyacağı kanaatine
varılması halinde de bir kısım illerdeki toplantıların yapılmasını 10 günü
aşmamak ve bir defaya mahsus olmak üzere ertelemeye İçişleri Bakanlığı
yetkilidir."
2-
Yukarıdaki Kanun hükümlerinin iptali için dayanılan nedenler kararda
açıklandığı için burada onların tekrarına gerek yoktur.
Anayasa'nın
11. maddesinde; temel hak ve hürriyetlerin "Devletin Ülkesi ve Milleti ile
bütünlüğünün, Cumhuriyetin, Milli güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının,
genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacı ile Kanunla
sınırlanabileceği" yazılı olduğu gibi 28. maddesinin ikinci fıkrasında da
bu hak (Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı) Kamu düzenini korumak için kanunla
sınırlanabilir " denmektedir.
Görülüyor
ki dava konusu 10. maddenin ikinci fıkrasındaki "Devletin ülkesi ve
milleti ile bütünlüğünün, milli güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının,
genel ahlâkın ve genel sağlığın..." ibareleri Anayasa'nın 11. maddesinden
olduğu gibi alınıp yasanın metnine aktarılmıştır.
"Kamu
düzenini" ve "Milli güvenliği" bozan nedenlerin ve olayların
nelerden ibaret olduğunu yasanın metninde ayrı ayrı ve birer birer yazıp
saymaya olanak olmadığı gibi esasen böyle bir yolda gitmenin kanun yapma
tekniği ile bağdaştırılması da mümkün değildir. Bunlardan başka toplantı ve
gösteri yürüyüşlerinin ertelenmesine neden olabilecek "Kamu düzeni",
"Milli Güvenlik" kavramlarının uygulayıcıları bağlayıcı şekilde
yasanın metninde teker teker sayılması yoluna gidilmesinin çeşitli sakıncalara
yol açabileceğini de gözden uzak tutmamak gerekir. Hangi eylemlerin "Kamu
düzenini" bozduğunun veya "Milli güvenliği" ilgilendirdiğinin,
çok önceden yapılmış yasa metinleri ile deyil ancak meydana gelen olayların
mahiyetleri, amaçları, genişleme istidadı gösterip göstermedikleri, o sırada
ülkenin ve toplumun içinde bulunduğu durum ve koşulların değerlendirilmesi
suretiyle saptanması mümkündür.
Bir
yasa yapılırken, o yasanın yürütme organlarınca Anayasa'nın koyduğu ilkelere, o
yasa ile güdülen amaca, ülkenin ve toplumun çıkarlarına en uygun biçimde,
keyfiliğe ve haksızlıklara yol açan davranışlardan uzak tam bir tarafsızlık
içinde uygulanacağı düşünülür ve öyle kabul, edilir. Yürütme organlarının ve
uygulayıcıların, yasaları keyfi bir şekilde ve kişisel görüşlerine göre
uygulamaları veya uygulama olanaklarını elde etmeleri - O yasaların Anayasa'ya
aykırılığını oluşturmaktan çok - bu gibi uygulayıcıların böyle hareketlerinin,
niteliklerine göre derece derece ceza yaptırımlarının uygulanmasına ve
kendilerinin Adalet huzurunda hesap vermelerine yol açacağı kuşkusuzdur. Kaldı
ki dava konusu 10. maddede, idare amirlerinin yetkilerini keyfi veya yasa dışı
kullanmalarını önliyebilecek bazı tedbirlere de yer verilmiştir. Örneğin;
Toplantı ve gösteri yürüyüşünü erteleme kararının gerekçeli olarak verilip
tertip heyetine derhal bildirilmesi, ayrıca bundan İçişleri Bakanlığına bilgi
verilmesi, erteleme kararının 10 günü geçemiyeceğinin kabul olunması ve
ertelemenin ancak bir defaya mahsus olabileceği gibi hükümler bu amaçla
konulmuştur.
Şurasını
da belirtmek gerekir ki: idarenin her türlü eylem ve işlemlerinde olduğu gibi
İdare amirlerinin toplantı ve gösteri yürüyüşünü erteleme kararlan hakkında da
yargı yolu açık bulunmaktadır. Tertip heyetinin, İdare amirlerinin yasaya
uymayan ve keyfiliğe kaçan erteleme kararlarını Danıştay'a başvurmakla iptal
ettirmek ve önceden yürütmeyi durdurma karan almak ve ayrıca bu gibi İdare
amirleri hakkında ceza kovuşturulmasından başka mali sorumluluklarını da
sağlamak olanakları da vardır. Bu gibi yasal yaptırımlar karşısında idare
amirlerinin toplantı ve gösteri yürüyüşlerini keyfi bir şekilde ve kanunsuz
olarak erteleme yoluna gidebilecekleri de pek düşünülemez.
Valilerin;
"emirlerinde bulunan polis ve jandarma kuvvetleri ile ve ayrıca
yararlanabilecekleri Askeri birliklerle her türlü güvenlik tedbirlerini
sağlayabileceklerinden toplantı ve gösteri yürüyüşlerini ertelemeye esasen
gerek olmadığı" yolundaki görüş ve gerekçeye de katılmak mümkün
olamamaktadır. Zira bu husus, her şeyden önce toplantı ve gösteri yürüyüşleri
yapılmak istenildiği sırada valinin enirinde bulunan polis ve jandarma
kuvvetlerinin yeterli miktarda ölüp olmadığı, o civarda olaya derhal müdahale
edebilecek durumda Askeri birlikler bulunup bulunmadığı, varsa bu kuvvetlerin o
sırada daha önemli ve acil başka görevleri olup olmadığı gibi birçok ahval ve
şartlara bağlıdır. Bütün bunlar çok daha önceden; mevcutmuş gibi farz ve kabul
edilerek valilerin toplantı ve gösteri yürüyüşlerini ertelemelerine esasen
gerek olmadığı gibi görüşün gerçeği pek yansıtmadığı kanısındayız. Şurasını da
ilâve edelimki; Ülkemizin jeopolitik durumu itibariyle içten ve dıştan bazı
kışkırtmalara hedef olabileceğini hesaba katmak gerekir. Toplantı ve gösteri
yürüyüşü hürriyeti gibi Anayasal bir hürriyetin arkasına sığınılarak ve gerçekte
Anayasal düzene karşı olan eylemlerin Önüne geçmek Devletin ve bu arada yürütme
organı ve idare amirlerinin başta gelen görevleridir. Bu nokta dikkate alınırsa
idare amirlerine bu gibi olaylar veya bu gibi olayların vukuu ihtimali
karşısında gerekli yasal yetkilerin verilmesi, Anayasa'ya ters düşmesi bir yana
bizzat Anayasa'nın özüne ve amacına uygun bir davranış olacaktır.
Dava
konusu 10. maddenin diğer fıkraları ile Kanunun 13. maddesine eklenen
"g" fıkrası içinde durum aynen böyledir.
3-
Dava konusu hükümler, eksik ve yetersiz düzenlenmiş olmaları gerekçesine
dayanılarak iptal edilmiş olanları itibariyle bu hükümlerin yasama organlarınca
yeniden düzenlenmesine imkân vermek için Anayasa'nın 152 ve 44 sayılı Kanunun
50. maddeleri gereği yeterli süre verilmesi zorunluğu da ortaya çıkmaktadır.
4-
Yukarıda yazılı nedenlerle çoğunluğun bu husustaki kararına katılmıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
l-
Millet Meclisi Genel Kurulunun 17/6/1976 günlü 89. birleşiminde 1932 sayılı
Kanun tasarısının tümü üzerindeki görüşmelerin Meclis toplantı yeter sayısı
olmadan sürdürülmesinin tasarının biçim yönünden iptalini gerekli kıldığı
yolundaki karşıoyumun gerekçeleri, Mahkememizin Esas: 1976/27, Karar: 1976/51
sayılı, 18 ve 22/11/1976 günlü kararındaki sayın Hasan Gürsel'in yazdığı
karşıoy yazısında belirtilenler gibi olduğundan o gerekçelere aynen
katılıyorum.
2-
Aynı kararın sonuç bölümünün, 6. ve 7. bentlerindeki konularla ilgili çoğunluk
kararlarına da, sayın Ahmet H. Boyacıoğlu'nun yazdığı karşıoy yazısının bu
konulara ilişkin II. ve III. bölümlerinde belirttiği gerekçeler benim düşüncemi
de tamamiyle yansıttığından aynı gerekçelerle katılmıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
İşin
niteliğine göre sözlü açıklama yapılmasında yarar görüyorum.
KARŞIOY
YAZISI
171
sayılı Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkındaki kanuna bazı maddeler eklenmesi
hakkındaki 19/1/1976 günlü, 1932 sayılı Kanun tasarısının tümü üzerinde Millet
Meclisinde yapılmış olan görüşmeler, toplantı yeter sayısının bulunmadığı bir
oturumda sürdürülmüş ve bitirilmiştir. Şöyleki :
Söz
konusu kanuna ilişkin tasarı Millet Meclisinin 17/6/1975 günündeki 89. Birleşim
gündeminin 7. "Kanun tasarı ve teklifleriyle Komisyonlardan gelen diğer
işler" bölümünün 9. sırasında yer almıştır.
Birleşimin
başında gündem dışı dört konuşma yapıldıktan sonra, gündemin 5 (genel görüşme
ve Meclis araştırmasına dair Öngörüşmeler) bölümünde yer alan 138 adet önerge
atlanarak gündemin 7. bölümüne geçilmiştir. Verilen öncelik önergelerinin
kabulü üzerine bu bölümün 6, 7, 8, 12, 15, 16, 17, 18. sıralarındaki sekiz
kanun tasarısının görüşmeleri yapılmıştır. Her tasan, görüşülmesi bittikçe açık
oya sunulmuş ve oylama sonucu alınmadan bir sonraki tasarının görüşülmesine
geçilmiş, bir taraftan da görüşülmesi biten önceki tasarılar için oy
toplanmasına devam olunmuştur. Söz konusu sekiz kanun tasarısından hiç
birisinin açık oylama işlemlerinin henüz sonuçları alınmamış iken Başkan; aynı
bölümün 9. sırasındaki, bu dosyaya bönü olan, 1932 sayılı Kanun tasarısına
ilişkin olarak içişleri Bakanı tarafından verilen "öncelik" önerisini
oya sunmuştur, önerinin kabulü üzerine görüşmelere başlanacağı sırada bir üye;
Önceki sekiz tasarıya ilişkin açık oylama sonuçlarının açıklanmasını istemiş,
Başkan tasnifin devam ettiğini, hepsini birden duyuracaklarını bildirmiş, üye
1. tasarıya ilişkin oylamanın sayılmış olabileceğini öne sürmesi üzerine
Başkan, Genel Kuruldan, oy kullanmayan olup olmadığını sormuş, (var) seslerini
duyunca da oylamanın devam ettiğini bildirmiş, üyenin (sayın Başkan), çoğunluk güzükmüyor,
O sayıldı zannederim, sonucu açıklayım efendim) sözleri üzerine Başkanlıkça (O
zaman bunları ilân edemeyiz efendim. Neticesini elbette ilân edeceğiz.) Cevabı
verilmiştir. Bir başka üyenin (eğer onda ekseriyet yoksa bunlarda da yoktur.
Sayın Başkan) uyarısı da cevapsız bırakılarak görüşmelere başlanmış ve
sürdürülmüştür. İki siyasi parti grubu adına yapılan konuşmalardan sonra
Başkanlık, ikinci, üçüncü, dördüncü tasarılara ilişkin oy kupalarını oy verme
işlemi bittiğinden, sayım için toplatmıştır. Bir üyenin şahsı adına yaptığı
konuşmadan sonra da beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci, tasarılara ilişkin
oylama işlemleri bittiğinden sayım için oy kupaları toplatılmış, üç siyasi
partinin grupları adına ve bir üye tarafından da şahsı adına yapılan konuşmalarla
tasarının tümü üzerindeki görüşmeler bitirilmiştir.
Maddelere
geçilmesinin oylanmasından önce Başkan Genel Kurula şunları söylemiştir.
(Kanunun tümü üzerindeki müzakereler bitmiştir. Oylamaya geçmeden evvel gelen
açık oylama neticelerine göre Mecliste çoğunluğumuz kalmadığı anlaşılmaktadır.
Oylama neticelerini okutuyorum efendim.)
Okunan
oylama sonuçlarına göre, 1. oylamaya 125, 2. oylamaya 167, 3. oylamaya 153, 4.
oylamaya 126, 5. oylamaya 133, 6. oylamaya. 144, 7. oylamaya 148,8.oylamava l30
üyenin katıldığı anlaşılmaktadır.
Bundan
sonra Başkan :
(Açık
oy sonuçlarından da anlaşılacağı üzere çoğunluğumuz yoktur). diyerek ve sonraki
toplanma gününü ve saatini belirterek birleşimi kapatmıştır. (Millet Meclisi
Tutanak Dergisi: Dönem: 4 Toplantı: 2. Birleşim: 89, Cilt: 13, S. 27-38)
Millet
Meclisi Tutanak Dergisindeki ayrıntıların buraya aktarılmasının nedeni, iptal
davasına konu olan 1932 sayılı Kanuna ilişkin tasarının Millet Meclisinde
görüşülmesine başlandığı andan itibaren toplanma yeter sayısının bulunmadığı
gibi görüşmelerin sürdürülmesi sırasında da yeter sayının sağlanamamış olduğunu
hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde gözler önüne sermektir. Genel Kurul
salonunda bulunduğu halde oylamalara katılmamış üyelerin bulunabileceği
varsayımı da geçersizdir. Çünkü böyle bir durum olsaydı ilgililerin veya
Başkanın Millet Meclisi içtüzüğünün 122. maddesinin son fıkrası gereğince yeter
sayının saptanmasında nazara alınmalarının sağlanmasını istemeleri doğaldı.
Böyle bir teşebbüs yapılmak şöyle dursun, bizzat başkan oylama sonuçlarına göre
çoğunluğun olmadığını kabul etmiştir.
Özetlemek
gerekirse, daha önce görüşülen sekiz kanun tasarısına ilişkin olan, açık
oylamalara, iptali istenen kanun tasarısının ele alınmasından önce başlanmış,
görüşmelere başlandıktan sonra sürdürülmüş ve görüşmelerin ortalarında da
bitirilmiştir. Söz konusu sekiz oylamanın her birine katılan Millet vekili
sayısı ise 125 ile 167 arasında değişmektedir.
Buna
göre, iptali istenen 1932 sayılı kanuna ilişkin tasarının tümü üzerindeki görüşmelerin
başlangıcında olduğu gibi sürdürüldüğü sırada da Millet Meclisi toplantı yeter
sayısının bulunmadığı açıktır. Görüşmelerin bitiminde yeter sayının
bulunmadığını ise, Başkanın birleşimi kapatırken yaptığı konuşma açıkça
göstermektedir. Ve bu nedenle de Başkan bu oturumda maddelere geçilmesini
oylayamamıştır.
Bundan
şu sonuç çıkmaktadır :
İptali
istenen 1932 sayılı Kanuna ilişkin tasarının tümü üzerindeki görüşmelere,
Millet Meclisinde toplanma yeter sayısı yokken başlanmış ve bitirilmiştir. Halbuki
Anayasa'nın 86. maddesinde Her Meclisin üye tam sayısının salt çoğunluğuyla
toplanacağı kuralı yer almaktadır. Buna göre yeter sayı sağlanmadıkça
Meclislerin toplanmalarına olanak bulunmadığı gibi, başlangıçta yeter sayı ile
toplanılmış olsa bile sonradan bu sayının altına düşülmesi halinde toplantının
sürdürülemiyerek oturuma veya birleşime son verilmesinin zorunlu bulunması da
bu kuralın doğal sonucudur. Nitekim Millet Meclisi İçtüzüğünün 58. maddesinin
son fıkrası da bunu emretmektedir. Böyle yapılmıyarak yeter sayının bulunmadığı
oturumlarda görüşmelere başlanması veya sürdürülmesi Anayasa'ya aykırı işlemler
olması nedeniyle geçersizdir. Bu nedenle de sonraki birleşimde. önceki
işlemlerin ve görüşmelerin yok sayılarak yenilenmeleri gerekmektedir.
Halbuki
Millet Meclisinin 19/6/1975 günündeki 91. birleşimde Baş kanlık, tasarının tümü
üzerindeki önceki görüşmeleri geçerli saymıştır. Nitekim tümü üzerindeki
müzakereler bitmiştir.) diyerek maddelere geçilmesini oya sunmuş ve maddelerin
görüşülmesine başlanmıştır. Millet Meclisi Tutanak Dergisi ; Dönem : 4,
Toplantı : 2, Birleşim: 91.
Cilt
:13,S.100) yukarıdaki açıklamalar, geçersiz bir görüşmeye dayandırılan bu
oylamanın da geçersiz olacağını yeterince aydınlatmaktadır.
Geçersizliği
meydanda olan bu son oylama ile iptali dava edilen 1932 sayılı kanuna ilişkin
tasarının tümü görüşülmeden maddelerinin müzakeresine geçilmiş olması durumu
meydana getirilmiştir. Halbuki içtüzük hükümlerine göre (Madde : 82) bir tasarı
veya teklifin tümü görüşülmeden maddelere geçilemez. Söz konusu içtüzük
kuralının, kanunların sağlığına büyük ölçüde etkisi vardır. Çünkü kanun, tasarı
veya tekliflerinin tümü üzerindeki görüşmeler sonunda maddelere geçilmesinin
kabul edilmemesi halinde tasarının Millet Meclisince reddedilmiş sayılması
sonucu doğmaktadır. Halbuki izlenen görüşme ve oylama yöntemi ile Millet
Meclisinin bu konudaki iradesinin gereği gibi oluşması engellenmiş
bulunmaktadır. Şu halde sözkonusu kanuna ilişkin tasan, İçtüzük ve dolayısiyle
Anayasa'nın 85. maddesine de aykırı olarak yasalaşmıştır.
SONUÇ:
1932
sayılı kanuna ilişkin tasarının Millet Meclisindeki görüşülmesinin bir
evresinde içtüzüğün 58, 82 ve Anayasanın 85. ve 86. maddelerine aykırı işlemler
yapılarak tasarının yasalaşması biçim bakımından Anayasaya aykırı duruma
düşürülmüştür, bu yüzden dava konusu hükümlerin iptaline karar verilmelidir.
Yukarıda
açıklanan nedenlerle kararın bu konuya ilişkin bölümüne karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
Mahkememizin
Esas: 1976/27, Karar: 1976/51 sayılı kararında Sayın Ahmet H. Boyacıoğlu'nun
karşıoy yazısının (III) bölümünde belirtilen görüş ve gerekçeye katılıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
171
sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hürriyeti Hakkındaki Kanuna 19/1/1976
günlü, 1932 sayılı Kanunla eklenen hükümlerden kimilerinin iptaline ilişkin
Anayasa Mahkemesinin 18 ve 22 Kasım 1976 günlü, Esas : 1976/27, Karar: 1976/51
sayılı kararda karşıoy kullandığım konu ile ilgili gerekçem aşağıdadır:
Millet
Meclisi Genel Kurulunda 17/6/1975 günlü, 89. birleşimde 1932 sayılı Kanun
tasarısının tümü üzerinde görüşmeler sürdürülürken Meclis toplanma yeter sayısı
olmadığı anlaşılmaktadır.
Şöyleki
:
Gerçi
söz konusu gün toplantı yeter sayı ile açılmıştır. Ancak, önceki toplantılarda
görüşülen ve o gün başkanlıkça açık oylamaya sunulan sekiz ayrı kanun tasarı ve
teklifi için konulan kupalara milletvekillerince oy atılması işlemi de oturum
sonuna kadar sürdürülmüş bulunmasına karşın, bu sekiz tasarı ve teklifin açık
oylaması sonuçları sırası ile 125, 167, 154, 126, 133, 144, 148 ve 130 dur.
Yani bunun açık olarak anlamı genel kurulun 89. birleşimi sonuna kadar mecliste
toplantı yeter sayısı olmadığıdır.
Oturum
yeter sayı ile açılıpta müzakereler sırasında bir açık oylama konusu veya
yoklama isteği olmazsa oturumun toplantı yeter sayısı ile sürdürüldüğü kabul
olunabilir. 89. birleşimdeki durum böyle değildir, oturumun başından sonuna
kadar açık oylama işlemi devam etmiştir.
Millet
Meclisi İçtüzüğünün 127. maddesinin birinci fıkrasındaki "Genel Kurulda
veya Komisyonlarda yapılan yoklama veya açık oylamalarda özürsüz ve izinsiz
olarak bulunmayan milletvekili o birleşimde yok sayılır." kuralı
karşısında, milletvekilini Genel Kurulda bulunmuş ve fakat açık oylamaya
katılmamış saymak da olanaksızdır.
Bu
nedenlerle dava konusu tasarının Millet Meclisi Genel Kurulunda, 17/6/1975
günlü, 89. birleşimde toplantı yeter sayısı bulunmadığı halde tümü üzerindeki
müzakereler yapılmış ve bitirilmiş olması tasarının biçim yönünden iptalini
oluşturur. Aksi görüşte olan çoğunluk kararına katılmadım.
KARŞIOY
YAZISI
Mahkememizin
Esas: 1976/27, Karar: 1976/51 sayılı Kararında, sayın Ahmet H. Boyacıoğlu'nun
karşıoy yazısının 1/1. bölümünde belirtilen görüş ve gerekçeye katılıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
19/6/1975
günlü 91. Birleşimde görüşülmesi tamamlanan tasarı, Millet Meclisi Genel
Kurulunca 26/6/1975 gününde kabul edilmesinden sonra, Cumhuriyet Senatosu
Başkanlığına 27/6/1975 gününde verilmiş ve Cumhuriyet Senatosu Başkanının
20/1/1976 günlü ve 1/361 sayısıyle Millet Meclisi Başkanlığına hitaben yazdığı
"171 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü hürriyeti Hakkındaki Kanuna Bazı
Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısının, Millet Meclisince kabul olunan
metni, 19/1/1976 tarihinde Cumhuriyet Senatosundaki görüşme süresi sona ermiş
olduğundan, Anayasa'nın 92. maddesi gereğince Millet Meclisinden gelen şekliyle
kabul edilmiş sayılmıştır" yolundaki yazısı gereğince kanun yayınlanarak
yürürlüğe girmiş bulunmaktadır.
Durum
böyle olunca, görüşmelere ilişkin tutanakların ve özellikle Cumhuriyet
Senatosuna ait olanlarının ve Anayasa'nın kanunların görüşülmesi ve kabulü
hakkındaki 92. maddesinin burada gözden geçirilmesi zorunluğu ortaya
çıkmaktadır.
A-
Tutanaklara göre işlemler şöyle geçmiştir :
a)
Tasarı, Millet Meclisince 26/6/1975 gününde kabul edilmiş ve 27/6/1975 gününde
Cumhuriyet Senatosu Başkanlığına gönderilmiştir.
b)
Cumhuriyet Senatosu Başkanlığınca metin aynı gün geçici Komisyona gönderilmiş
Millet Meclisi Genel Kurulu metnini aynen benimseyen Geçici Komisyonun
28/6/1975 günlü raporu, Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulunun 1/7/1975 günlü 71.
birleşiminde gündeme alınmış ve tasarının öncelik ve ivedilikle görüşülmesine
başlanmış, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlandıktan sonra maddelere geçilmesi
açık oya sunulmuş, çoğunluk bulunmadığından birleşim kapatılmıştır. 3/7/1975
günlü, 72. birleşimde Hükümetin ve Komisyonun toplantıda bulunmaması nedeniyle
görüşme yapılmamış ve 4/7/1975 günlü, 73. Birleşimde de 1/11/1975 gününde
toplanmak üzere Meclisler tatile girmiştir.
c)
Tatil kararından önce Cumhuriyet Senatosunca görüşülmüş olan ek ödenekle ilgili
bir kanun tasarısını görüşmek üzere Millet Meclisi 15/7/1975 gününde olağanüstü
toplantıya çağrılmış ve aynı gün toplanmıştır. Cumhuriyet Senatosu da
Anayasa'nın 83. maddesinin buyurucu kuralı gereğince aynı gün yani 15/7/1975
gününde toplanmıştır.
d)
Olağanüstü toplantıya ilişkin 15/7/1975 günlü, 74. Birleşim açıldığında
Cumhuriyet Senatosu Adalet Partisi Grup Başkanı aşağıdaki önergeyi vermiştir;
"Başkanlığa
:
Anayasa'nın
83. maddesi muvacehesinde, Millet Meclisi olağanüstü toplantıya davet
edilmiştir. Bu durum karşısında Cumhuriyet Senatosu da toplanmış bulunmaktadır.
Meclisteki
gündemin konusu RE-MO plânı ile ilgili bir ek ödenek kanun tasarısıdır. Bu
tasarı Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulundan geçmiş olup Anayasa'mızın 94.
maddesi mucibince, Cumhuriyet Senatosuna tekrar dönmesi veya karma komisyon
kurulması gibi durumlar da mevzuubahis değildir.
Bu
itibarla gündemimizde mevcut veya gündemimize intikal edecek olan mevzuların
görüşülmesi için Genel Kurulca karar alınmasını teklif ederiz.
Cumhuriyet
Senatosu Adalet Partisi Grup Başkanı"
Başkan,
söz isteyen olmadığından önergeyi oya sunmuş ve kabul edildiğini bildirdikten
sonra aşağıdaki açıklamayı yapmıştır:
"Cumhuriyet
Senatosunun kıymetli üyeleri,
En
son gündemimizde mevcut olan 3 kanun tasarımız ve teklifimiz bulunuyor idi. Şimdi
kabul buyurmuş olduğumuz önergede -gündemimizde mevcut veya gündemimize intikal
edecek olan mevzuların görüşülmesi için - deniyor. "Bu günkü gündemimizde
bizim hiç bir kanun tasarımız veya teklifimiz yoktur. Fakat bundan evvelki
gündemimizde 3 kanun tasarımız ve teklifimiz mevcuttur, bu bir. Bir de Millet
Meclisi kanadımızda şimdi halihazırda görüşmek üzere yeniden bir gündem tesbiti
için önerge verilmiş önemli ve acele görüşülmesi istenen bazı kanun tasarıları
ve teklifleri vardır.
Binaenaleyh,
bizim bu önergedeki hususu tavzih etmemiz lazım" demiş ve bu sırada Sosyal
işler Komisyonu Başkanı tarafından verilen ve "514 sıra sayılı ve 506
sayılı Sosyal Sigortalar Kanununda değişiklik Öngören tasarının gündeme
alınarak her şeye takdimen görüşülmesini arz ederim" biçimindeki önergeyi
okuttuktan sonra usul tartışmaları yapılmış, sonunda Başkan "şimdi gündeme
girmiş, oldu ve bu bugünkü gündeme ilâve edilmiş oldu sizin iradenizle
efendim." demiştir. Sözü edilen tasarının görüşülmesi tamamlandıktan ve
yapılan oylama sonucunda kabul edildiği Başkan tarafından açıklandıktan sonra
"yarın saat 15.00 de toplanarak tasarı ve tekliflerin müzakeresine devam
olunmasını arz ve teklif ederim" yollu önergeyi Başkan oya sunmuş kabul
edildiğini açıklayarak yarın saat 15.00 de toplanmak kaydıyle Birleşimi
kapatmıştır, e) 16/7/1975 Çarşamba günü Cumhuriyet Senatosu toplanmış, Başkan
Millet Meclisinden henüz bir kanun intikal etmediğini belirterek 17/7/1975 günü
toplanmak üzere Birleşimi kapatmıştır.
17/7/1975
gününde Birleşim açıldıktan sonra Başkan aşağıdaki konuşmayı yapmıştır.
"Sayın
Senatörler, yapılan yoklama sonunda 72 sayın üyenin hazır bulunduğu bu nedenle
toplantı yeter sayımızın gerçekleşmediği tesbit edilmiştir, içtüzüğün 50.
maddesine göre, Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu aksine karar vermedikçe Salı
ve Perşembe günleri toplanır. Aksine bir karar bulunmadığı ve bu gün aksine bir
karar alma olanağı da mevcut olmadığı için yarınki Cuma günü toplanmamız mümkün
değildir.
Millet
Meclisi 16 Temmuz 1975 günü yaptığı Birleşimde 19 Temmuz 1975 gününden başlamak
ve l Kasım 1975 Cumartesi günü toplanmak üzere ... tatile girme kararı almış
bulunmaktadır. Anayasa'mızın 83. maddesinin 2. fıkrasının 2 nci hükmüne göre
Meclislerin aynı zamanda tatile girmeleri gerekmektedir..."
Böylece
Cumhuriyet Senatosu da 19/7/ 1975 gününde tatile girmiştir.
B-
Anayasa'nın 92. maddesinin onuncu fıkrasında "Cumhuriyet Senatosu,
kendisine gönderilen bir metni, Millet Meclisi Komisyonlarında ve Genel
Kurulundaki görüşme süresini aşmıyan bir süre içinde karara bağlar; bu süre üç
ayı geçemez ve ivedilik hallerinde onbeş günden, ivedi olmıyan hallerde bir
aydan kısa olamaz. Bu süreler içinde karara bağlanmayan metinler, Cumhuriyet
Senatosunca, Millet Meclisinden gelen şekliyle kabul edilmiş sayılır. Bu fıkrada
belirtilen süreler Meclislerin tatili devamınca işlemez." Denilmektedir.
Öte yandan Anayasa'nın 83. maddesinin son fıkrasında "Araverme veya tatil
sırasında toplantıya çağrılan Meclisler, önce bu toplantıyı gerektiren konu
üzerinde görüşme yaparlar." buyruğu yeralmıştır.
a)
Anayasa, iki meclisten oluşan bir yasama organı düzeni kurmuş ve yasaların
oluşmasında her iki meclisin iradesini açıklamasına önem göstermiştir. Bununla
birlikte işin sürümcemede kalmasını önlemek maksadiyle kimi kurallara da
bünyesinde yer vermiştir. Anayasa'nın 92. maddesinin onuncu bendinin
değerlendirilebilmesi için Anayasa'nın bütün sistemini ve diğer maddelerde yer
alan ilke ve kuralları da gözönünde tutmak gerekir.
I-
Anayasa'nın 92. maddesinin onuncu fıkrasında "Bu fıkrada belirtilen
süreler Meclislerin tatili devamınca işlemez" buyruğu yer almaktadır.
Çoğunluğun görüş ve kabulüne göre, bu fıkrada belirtilen süreler, Meclislerin
yalnız tatilde olduğu dönem içinde işlemiyecektir. Kanımızca bu görüş ve kabul
yanıltıcıdır ve Anayasa'nın öteki kuralları gözönüne alınmadan varılan bir
sonucun ürünüdür. Hemen belirtmek gerekir ki, Anayasa'lar ilkeleri saptarlar ve
teferruatla ilgilenmezler. Meclislerin tatili sırasında 92. maddenin onuncu
fıkrasındaki sürelerin işlemiyeceğini öngören Anayasa buyruğunun, araverme
sırasında bu sürenin işleyeceği biçiminde kabulüne olanak yoktur. Çünkü
Anayasanın 83. maddesinde "araverme veya tatil"den bahsetmekte ve
araverme veya tatil sırasında toplantıya çağrılan Meclislerin önce bu toplantıyı
gerektiren konu üzerinde görüşme yapacaklarını kurala bağlamaktadır. Maddenin
düzenleniş biçimine göre tatil ile aravermenin eşdeğerde iki kavram olduğu da
öne sürülemez. Millet Meclisi içtüzüğünün 5. ve 6. maddelerinde tatil ve
araverme ayrı ayrı ele alınmış ve kurallara bağlanmıştır. İçtüzüğün 5
maddesinde tatilin "Yasama meclislerinin aynı gün başlamak ve aynı gün
sona ermek üzere çalışmalarını ertelemesidir" diye tamamlanmasına karşın
6. maddede "araverme Millet Meclisinin onbeş günü geçmemek üzere
çalışmalarını ertelemesidir" denilmiştir. O halde araverme sırasında
sürelerin hesaba katılması ve örneğin Cumhuriyet Senatosunun çalışmasına 15 gün
aravermesi halinde ivedi bir işin görüşülmesi için Anayasa'nın 92. maddesinin
onuncu fıkrasındaki 15 günün geçtiği ve Millet Meclisi metninin kesinlik
kazandığı öne sürülemez.
l-
Anayasa'nın 85. maddesine göre meclisler çalışmalarını kendilerinin yapacakları
içtüzük kurallarına göre yürütürler, içtüzük hükümlerine göre gündemin
düzenlenmesi kurallara bağlanmıştır. Başka bir deyimle Meclisler gündemsiz
çalışma yapamazlar. Millet Meclisi belli bir konu için olağanüstü toplantıya
çağrılmış ve 15/7/1975 gününde toplanmıştır. Gündemi ise bellidir. Cumhuriyet
Senatosu Anayasa'nın 83. maddesi uyarınca toplanmıştır. Ve düzenlenmiş bir
gündemi de yoktur. Cumhuriyet Senatosunun 15/7/1975 gününde yaptığı toplantıda
verilen bir önergenin Genel Kurulca kabul edilmesi üzerine bir bakıma gündem
saptanmış olmakla birlikte, 16/7/1975 günlü oturumda Başkan, Millet Meclisinden
henüz bir kanun gelmediğini belirterek 17/7/1975 gününde toplanmak üzere
Birleşimi kapatmış, 17/7/1975 günlü Birleşimde de nisap olmadığını ve bugünün
çalışma günü de bulunmadığını, 19/7/1975 gününden itibaren tatile girildiğini
belirterek Birleşimi kapatmıştır. Başkanın açıklamasına ve tutumuna göre, 16,
17 ve 18 Temmuz günleri için saptanmış bir gündem olmadığından Cumhuriyet
Senatosunun olağanüstü toplantı döneminde sadece 15/7/1975 günü sürenin
işlediğini, öteki günler yönünden yanı 16, 17 ve 18 Temmuz günleri açısından ve
bu iş için Senatonun tatilde bulunduğunu kabul etmek gerekir.
Bu
nedenle olağanüstü toplanılan dört günün tamamını müddet hesabında nazara alan
çoğunluk görüşüne karşıyım.
II-
Anayasanın 92. maddesinin onuncu fıkrası, müddeti kimi halde ay kimi halde de
gün olarak saptanmıştır. Gerek Anayasada ve İçtüzüklerde, gerekse Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılamaları usulü hakkındaki Yasada ay olarak
öngörülen müddetlerin saptanma yöntemi kurala bağlanmamıştır. O halde bu konuda
özel kural olmayınca genel kurallara başvurmak zorunluğu vardır.
Konu,
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 161. ve Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 40
maddelerinde kurala bağlanmıştır. Bu kurallara göre, ay olarak tayin edilmiş
müddet bu müddetin başladığı güne son ayda tekabül eden günün tatil saatinde
bitecektir.
Olayımızda
ise üç aylık müddet 27/6/1975 gününde işlemiye başlamış 4/7/1975gününde
durmuştur. Olağanüstü toplantı üzerine ise 15/7/ 1975 gününde tekrar işlemeye
başlamış ve çoğunluğun kabulü veçhile 19 /7/1975 gününde yeniden durmuş ve
Meclislerin tatilden çıktığı 1/11/975 gününde tekrar işlemeye başlamıştır. Yani
üç aylık müddetin büyük kısmı l/ll/1975gününde işlemeğe başlamış, daha önce ise
bu müddetin 12 günlük kısmı işlemiştir. Cezaların infazını düzenleyen kurallar
dışında ay olarak işlemeye başlamış süreleri otuz gün saymaya dair bir yasa
hükmü yoktur. O halde çoğunluğun müddeti hesaba dair yöntemi böyle bir
varsayıma, dayandığından geçerli sayılamaz. Bu durumda yapılacak iş ise,
müddetin büyük kısmının işlediği ve geçtiği kesimde tamamını işlemiş saymak, bulunacak
günden daha önce işlemiş olan günleri geriye doğru hesaplayarak müddeti
saptamak olmalıdır. Bu duruma göre 1/11/1975 gününde işlemeye başlayan üç aylık
süre 1/12/1976 günü tatil saatinde son bulacaktır. Daha önce 12 gün işlemiş
olduğundan, 27/6/ 1975 gününde başlayan üç aylık müddet 21/1/1976 günü tatil
saatinde bitecektir.
Bu
nedenle üç aylık müddetin 19/1/1976 gününde biteceğini hesaplayan çokluk
görüşüne katılmıyorum.
III-
Kaldıki yeni yasama dönemi başı olan 1/11/1975 gününden 25/12/1975 gününe kadar
Cumhuriyet Senatosu Başkanlık Divanı seçilememiş, ancak bu işlem 25/12/1975
gününde yerine getirilebilmiştir.
Yukarıda
da değinildiği gibi Anayasa'nın iki meclisli bir sistem kurmasının ereği,
meclislerin her birinin bir yasanın oluşumunda irade ve kararlarının
belirmesidir. Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu Başkanlık Divanını seçmemesi
nedeniyle çalışamaz ve hatta gündemini dahi saptayamayacak durumda iken,
görüşme süresinin işlediğini kabul etmek hukukça savunulamaz ve bu gibi
engellemelerle işlerin sürüncemede kalacağı da düşünülemez.
Bu
nedenle böyle bir durumun sürenin cerayanını durdurmıyacağı yolundaki çokluk
görüşüne katılmıyorum.
SONUÇ
:
Özetlemek
gerekirse yukarıda açıklanan nedenlerle, Cumhuriyet Senatosunca görüşme süresi
dolmadan, Millet Meclisi metninin Kanunlaştırılması, Anayasa'ya aykırıdır ve
Yasanın iptalini gerektirir.
Bu
bakımdan çokluk görüşüne karşıyım.