ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas No:1972/52
Karar No.:1973/5
Karar günü:8/2/1973
Resmi Gazete tarih/sayı:23.10.1973/14694
İtiraz
yoluna başvuran : Adana Asliye 4. Hukuk Mahkemesi.
İtirazın
konusu: 766 sayılı Tapulama Kanununun 31. inci maddesinin ikinci fıkrasının
Anayasa'ya aykırı olduğu yolunda davacı vekilince ileri sürülen iddianın ciddi
olduğu kanısına varan mahkeme, Anayasa'nın 1488 sayılı Yasa ile değişik 151
inci madesine dayanarak bu konuda bir karar verilmek üzere Anayasa mahkemesine
başvurmuştur.
I
OLAY :
Adana,
Yolgeçen Köyü, Ekmekçigölü mevkiinde bulunan 248 persel sayılı 8125 metrekare
yüzölçümlü tarla Tapulama Kanununun uygulanması sırasında görevlilerce
28/7/1954 gününde düzenlenen bir tutanakla Hazine adına tespit edilmiş ve
tapulama tutanağına karşı gerek tutanağın düzenlenmesi sırasında ve gerekse
birlik ve bölge merkezinde 22/9/ 1956 ile 22/10/ 1956 tarihleri arasındaki 30
günlük askı ilâm süresi içinde bir itiraz yapılmadığı için tespit kesinleşmiş
ve tapu sicil muhafızlığınca bu taşınmaz Hazine adına tapuya tescil olunmuştur.
Davacı
vekilince verilen 8/6/1971 günlü dava dilekçesiyle ve Hazine adına olan tapu
kaydının iptal edilerek tescilin müvekkili adına yapılması istemiyle dava
açılmış; dava dilekçesinde 766 sayılı Tapulama Kanununun 31 inci madesinin
ikinci fıkrasında yer alan hükmün Anayasa'ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Adana
Asliye 4 üncü Hukuk Mahkemesinin 1971/499 esas sayısını alan bu davada Anayasa'ya
aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varan mahkeme, Anayasa Mahkemesine
başvurulmasına ve duruşmanın başka bir güne bırakılmasına karar vermiştir.
III
YASA METiNLERİ :
l -
Mahkeminin itiraza dayanak yaptığı Anayasa Kuralları :
"Madde
2 - Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan milli demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir."
"Madde
8 - Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.
Anayasa
hükümleri, yasama, yürütme, ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri
bağlayan temel hukuk kurallarıdır."
"Madde
11 - (20/9/1971 günlü 1488 sayılı Yasa ile değişik) Temel hak ve hürriyetler,
devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün Cumhuriyetin, milli güvenliğin kamu
düzeninin kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacıyla
veya Anayasanın diğer maddelerinde gösterilen özel sebeplerle, Anayasanın
sözüne ve ruhuna uygun olarak, ancak kanunla sınırlanabilir.
Kanun
temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz.
Bu
Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirisi, insan hak ve hürriyetlerini
veya Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü veya dil ırk
sınıf din ve mezhep ayırımına dayanarak nitelikleri Anayasa da belirtilen
Cumhuriyeti ortadan kaldırmak kasdı ile kullanılamaz.
Bu
hükümlere aykırı eylem ve davranışların cezası kanunda gösterilir."
"Madde
12 - Herkes dil ırk cinsiyet siyasi düşünce felsefi inanç, din ve mezhep
ayırımı gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir
kişiye, aileye zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz."
Madde
36 - Herkes mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı
amacıyla kanunla sımrlanabilr. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
"Madde
53 - Devlet, bu Bölümde belirtilen iktisadi ve sosyal amaçlara ulaşma
ödevlerini, ancak iktisadi gelişme ile mali kaynaklarının yeterliği ölçüsünde
yerine getirir."
2 -
İtiraz konusu Kanun kuralı :
îtiraz
konusu edilen ve Anayasaya aykırılığı ileri sürülen 28/6/1966 günlü 766 sayılı
Tapulama Kanununun 31 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmü, Beşinci Tertip
Düstur, Cilt 5. İkinci Kitap, Sahife : 2542 deki metne göre şöyledir :
"Bu
sicillerde belirtilen haklara tescilleri tarihinden itibaren on sene geçtikten
sonra, tapulamaya tekaddüm eden sebeplere dayanılarak itiraz olunamaz ve dava
açılamaz."
IV -
İLK İNCELEME :
Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğünün 15 inci maddesi uyarınca 12/12/1972 gününde Muhittin
Taylan, Avni Givda, Fazıl Uluocak, Sait Koçak, Nuri Ülgenalp, Şahap Arıç, İhsan
Ecemiş, Ahmet Akar, Halit Zarbun, Ziya Önel, Kâni Vrana, Muhittin Gürün, Lûtfi
ömerbaş, Şevket Müftügil ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun katılmalariyle yapılan ilk
inceleme toplantısında dosyanın eksiği bulunup bulunmadığı üzerinde
durulmuştur.
Adana
Asliye 4 üncü Hukuk Mahkemesinin bu konuda yaptığı ilk başvurmada, 44 sayılı
Kanunun 27 nci maddesine aykırı olarak dava dilekçesi, davalının cevabı ve konu
ile ilgili duruşma tutanağı onanlı örneklerinin gönderilmemesi ve bir bölüm
belgelerin örnekleri yerine asıllarının yollanmış olması nedeniyle, eksiklerin
tamamlanması için dosyanın geri çevrilmesine 8/6/1972 gününde, 1972/29 30 sayı
ile oybirliğiyle; daha sonra yapılan ikinci başvurmada da Hazine adına tescile
ilişkin tapulama tutanağı ve bunun dayandığı belgelerin örnekleri ve duruşma
tutanağında okunduğu yazılı bulunan tapu idaresinden gelen karşılık yazı
örneğinin evrak arasında bulunmaması nedeniyle bu eksikliklerin tamamlanması
için dosyanın yine mahkemeye geri çevrilmesine Ahmet H. Boyacıoğlu'nun tapu
idaresi yazısının getirtilmesi gerekmediği ve Avni Givda ile İhsan Ecemiş'in
işin esasına geçilmesinin kararlaştırılması yolundaki karşı oylariyle,
oyçokluğu ile, 3/10/1972 gününde 1972/42 41 sayı ile Anayasa Mahkemesince karar
verilmiş idi.
Mahkeme,
3/10/1972 günlü Anayasa Mahkemesi kararı üzerine merkez tapu sicil
muhafızlığına 14/10/1972 gününde tezkere ile başvurmuş, karşılık olarak da aynı
tarihte aldığı belgeleri, öteki belgeleri de bağlayarak 14/11/1972 günlü yazı
ile Anayasa Mahkemesine göndermiştir.
Öte
yandan dava dilekçesinin "Subut delilleri" kısmında, davanın,
"Tapu kaydı, keşif, şahadet vs. delâil" e dayandırıldığı açıklanmış,
6/12/1971 gününde yapılan 3. oturumda soru üzerine davacı vekili söz alarak
"Bu taşınmazın kadastrodan önce tapu kaydı olduğunu zannediyorum, müvekkilim
ile görüşeyim" diyerek mehil istemiş, 29/12/1971 günlü 4. oturumda ise
"Tapuya yazılan müzekkereye cevap var okundu" yolunda tutanağa bir
kayıt geçirilmekle birlikte bu yazının niteliği üzerinde bir açıklama yer
almamıştır.
Anayasa
Mahkemesince, eldeki dosyanın durumuna göre ve 8/6/1971 günlü dava dilekçesinde
açıklanmış olanlar karşısında işin esasının incelenmesine oyçokluğu ile karar
verilmiştir.
Sait
Koçak, Nuri Ülgenalp, Şahap Arıç, Muhittin Gürün, Lûtfi Ömerbaş ve Şevket
Müftügil 6/12/1971 ve 29/12/191 günlü duruşmalar, arasında tapu idaresine
yazıldığı anlaşılan müzekkere ile bunun 29/12/1971 günlü duruşmada okunduğu
açıklanan cevabının onanlı örneklerinin getirilmesi gerektiğini belirterek
karşıoyda bulunmuşlardır.
V
ESASIN İNCELENMESİ :
Davanın
esasına ilişkin rapor, iptali istenen kanun kuralı, Anayasa'ya aykırılık
iddiasına dayanak gösterilen Anayasa ilkeleri; bunlarla ilgili gerekçeler ve
başka yasama belgeleri, konu ile ilişkisi bulunan öteki metinler okunduktan
sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
Anlaşmazlığın
ilişkin bulunduğu taşınmaz üzerinde Tapulama Kanununun uygulanması şöyle
olmuştur : Kanunun öngördüğü ilânlar yapıldıktan, ilgili yerlerden gereken
kayıtlar getirildikten sonra arazi üzerinde görevliler uygulamaya başlamışlar
ve davacıya ait Temmuz 1942 gün ve 36 sayılı tapu kaydının içinde olduğu
bilirkişi beyanlariyle saptanan 108.500 metrekare tarla 240 parsel numarası
altında davacı adına tespit olunarak tutanağı düzenlenmiştir. Bu parselin
bitişiğinde bulunan ve anlaşmazlık konusu olan 8125 metrekare yüzölçümlü tarla
hakkında düzenlenen tapulama tutanağında ise şöyle yazılıdır :
"Tahdidi
yapılan bu gayrimenkul Temmuz 1942 tarih ve 36 No. lu tapu kaydının hududu
harici kaldığı ve Karabetin olduğu ..................muhtar ve yeminli
bilirkişiler .................. beyaniyle anlaşılarak Maliye Hazinesi adına
tespit edildi. 28/7/1954."
Bundan
başka tapulama tutanağında 22/9/1956 gününde birlik ve bölge merkezinde yapılan
30 günlük askı ilânının 22/10/1956 gününde sona erdiği ve ilân süresi içinde
itiraz edilmediğinden tespitin kesinleştiği hususu da yer almış; böylece
anlaşmazlık konusu taşınmaz tapu kütüğüne Maliye Hazinesi adına tescil
edilmiştir.
İtiraz
konusunun açıklığa kavuşturulması için yurdumuzdaki tapu ve kadastro
çalışmalarının gözden geçirilmesi ve 766 sayılı Kanunun öngördüğü durumun
ayrıntılı bir biçimde incelenmesi gerekmiştir.
A
5602 sayılı Tapulama Kanununun gerekçesi, yurdumuzdaki tapu ve kadastro
çalışmaları hakkında yeterli ölçüde bilgiyi içermesi ve tarihî gelişimleri de
kapsaması bakımından önemli bir belge niteliği taşımaktadır. Sözü edilen
Tapulama Kanununun gerekçesi şöyledir :
"Medeni
Kanunumuzun tatbiki tarihinden bugüne kadar yirmi senevi aşan bir zaman geçtiği
halde özel ve tüzel kişilerin tasarrufları altında bulunup adedi 30 milyonu
aştığı tahmin olunan gayrimenkullerin mezkûr kanunun istihdaf ettiği şekil ve
manada tapu sicilleri henüz meydana getirilememiştir.
Hukuk
hayatımızda büyük bir inkilâp hamlesi yaratmış olan Medenî Kanunumuz tapu
sicillerini, aynı haklar için en büyük bir teminat telâkki eylemiş ve bu
itibarla tapu sicillerinde kayıtlı bulunan gayrımenkuller üzerinde iktisabı
müruru zaman cereyan etmeyeceğini, gayrimenkul üzerinde mevzu hacizlerin borcu
zaman aşımı sebebiyle düşmekten vikaye edeceğini, tapu memuru huzurunda ve
resmî senet tanzim edilmedikçe yapılan temliki tasarrufların hükümsüz
olacağını, bilumum ayni hakların ancak tapuya tescil ile tesis olunabileceğini
ve nihayet sicillerde vukua getirilen yanlışlıklardan Devletin mesul olacağı
esas ve prensiplerini vazeylemiştir. Medenî Kanunumuz hudut ihtilâflarında
planı esas tuttuğu halde elyevm tasarruf edilegelmekte olan gayrimenkul
malların Kadastro yapılan mahdut şehir ve kasaba merkezleri müstesna
yüzölçümlerini gösteren plan ve paftaları olmadığı gibi, malikini, intifa hakkı
sahibini, gayrimenkul leh ve aleyhinde mevcut irtifak haklarını ve gayrimenkul
mükellefiyetlerini gösteren tapu sicilleri de mevcut üeğ$dir.
Aşağıda
kısaca arzedilecek olan ve çok eski tarihlerde yapılmış bulunan tapu
tahrirlerine dayanan kayıtlar ise bütün yurtta mevcut gayrımenkulleri ihtiva
etmedikten başka sıhhat bakımından da tapu sicili evsafını irae eylemekten çok
uzaktır. Bugün vatandaşların tasarrufları altında bulunan gaynmenkullerin % 60
dan ziyadesinin tapusuz tasarruf edilmekte olduğuna şüphe yoktur. Tapuda
kayıtlı olan kısmı ise sicile intikal ettirilmeden yapılan harici alım ve
satımlar neticesinde hukukî değerlerini kaybetmişlerdir.
Medeni
Kanundan evvel dahi meyane senedi adı verilen harici alım ve satımların muteber
olmayacağı esası carî olmasına ve Medenî Kanunumuzun bu esası kesin ifadelerle
teyit eylemiş bulunmasına rağmen gerek eski zamanda ve gerekse Medenî
Kanunumuzun uygulanmaya başladığı tarihten beri vatandaşlarımızın pek çoğu bu
esesa riayet eylememiş ve gayrimenkul alım ve satımlarıyla taksim ve ifraz
muamelelerini kendi aralarında yapmaya devam etmekte oldukları görülmüştür. Bu
vaziyet, zilyet ile tapuda malik görülen kişiler arasındaki rabıtanın muhafaza
edilmemesi neticesini doğurmakta ve eski tarihlere müstenit tapu sicillerini
gayrıkabili ihticaç bir hale getirmektedir. Bu arada çıkan ve hukukî
değerlerini kaybeden gayrimenkullerin tasfiyesine dair olan 1515 sayılı Kanunda
esaslı olarak bu derde deva olamamıştır. Bundan başka vatandaşlar arasında
kıtallere kadar varan gayrimenkul ihtilâflarının sebebini, vatandaşlar için
emniyet verici bir tapu kaydı mevcut olmamasında aramak yerinde olur.
Medeni
Kanunumuzun tatbik mevkiine girdiği 4 Ekim 1926 tarihinde mevcut tapu
sicillerimizin ise ne suretle meydana gelmiş olduğunu biraz geriye doğru
giderek tetkik etmekte fayda mülâhaza edilmektedir.
Mevcut
kayıtlarımızın üç tarihi devreye ayrılarak mütalaası mümkündür.
1 -
950 tarihine kadar olan devre;
2 -
950 - 1263 tarihine kadar olan devre;
3 -
1263 tarihinden sonraki devre.
1
inci devre; Orhan Gazi'nin kardeşi Alâettin'in vezirliği sırasında Çandarlı
Kara Halil ile birlikte mülki idare kurulurken arazinin tasarrufu şekilleri ve
bunların gelirleriyle kayıtları ve defterleri tesis olunmuştur. Elimizde bu
kayıtlar halen mevcut değildir. Muahhar tarihli kayıtlarda de (Defteri Köhne)
namıyle görülen atıf işaretlerden başka bu devreye ait bir malumata
rastlanmamaktadır.
2
nci devre; Üç yüz seneden ziyade bir zamanı çevresi içine alan bu devre Kanunî
Sultan Süleyma'nın 950 de başlattığı tapu tahriri ile açılmıştır. 950 de
başlayıp 1050 tarihinde biten bu tahrire ait kayıtlar el yevm 2350 ciltten
ibaret olarak (Kuyudu kadime) mahzenimizde mevcuttur. Köylerin hudutları ve
müşterek malları bu kayıtlarda tespit edilmiştir.
3
üncü devre; 1263 tarihinde başlayan bu devreyi dört gruba ayırarak incelemek
kabildir.
l -
1263-1290 bu tarihler arasında tapu kayıtları bakımından önemli olaylar
şunlardır :
a)
1263 tarihine kadar sipahi, mültezim, mütevelli, muhassıl gibi varlıklar
tarafından verilmekte olan senetlerin bundan sonra defterha neden verilmesi
usulü vazedilmiştir.
b)
Bu senetleri verecek memur kadroları vücuda getirilmiş ve tapu idarelerinin ilk
nüvesi meydana gelmiştir.
c)
Türkiye'ye şamil olarak bütün kayıtların istanbul'dan merkez den düzenlenerek
mahallerine ve sahiplerine gönderilmesi şekli bu suretle tatbik olunmuştur.
ç)
1287 tarihinde Defterî Hakani nazırı olan Kani Paşanın 1288 tarihinde yapmaya
başladığı yoklama bu devreye tesadüf etmiştir. Bu yoklama ile bütün
gaynmenkullerin kayıtları tesis edilerek eshâbına senet verilmesi gayesi
istihdaf olunmuştur. (.....................)
2 -
1290 tarihinden itibaren başlayan zaman :
1290
tarihinde çıkan ilk emlâk nizamnamesiyle sırf mülk olan gayrımenkullerin de
tapuya kaydı ve buralara da defterhaneden senet verilmesi usulü ihdas
olunmuştur. Bu tarihe kadar Defterhanece yalnız (Mirî arazi) için senet
veriliyordu. Sırf mülk olan gayrimenkullerle bu hükümdeki bahçeler ve arazi
üzerinde bulunan (Muhdesat) için şer'i mahkemeler hüccet vermekte idiler. Tapu
idaresi bu kısımla meşgul olmazdı 1290 tarihi bu gibi gayrımenkullere tapuca
senet verilmesi esasını vazetmekle önem kazanmıştır. (.....................)
3 -
1325 - 1926 tarihine tesadüf eden zaman :
Tensikat
komisyonlarının mukarreratı neticesi olarak Defterhaneden tapu senedi verilmesi
usulü 1325 senesine kadar devam etmişse de bu tarihte eski usul kaldırılarak
tapu senetlerinin mahallerince verilmesi kabul olunmuştur. Bu yeni sisteme
kadar mahalleri muvakkat senet vermekte ve bu muvakkat senetler hasılat
defterleriyle birlikte merkez olan Defterhaneye gelerek bittetkik uygun
görüldüğü takdirde tuğralı senetleri mahallerine gönderilmekte ve mahallerinde
muvakkat senetle değiştirilmekte idi.
4 -
4 Ekim 1926 tarihinde Medenî Kanunumuzun yürürlüğe girmesiyle başlayan ve
elyevm devam eden içinde bulunduğumuz zamanlar : Hukukî kıymetlerini kaybeden
gayrımenkullerin tasfiyesine dair 1515 sayılı Kanun ve Kadastro ve Tapu Tahriri
Kanunu, Tapu Kanunu, Tapu ve Kadastro Teşkilât Kanunu bu devrin kazandırdığı
hamleler ve neticeler arasında görülmektedir. (.....................)
2 -
Tahrirlerin sıhhat bakımından tetkiki :
Cumhuriyet
devrinde yapılan tapu tahrirleriyle kadastro çalışmaları neticesinde vücuda
getirilen tapu kütükleri müstesna olmak üzere elimizde mevcut ve tapu sicili
olarak tevsim edilen kayıtlara her türlü haklara kâfil ve yüzde yüz teminatlı
kayıtlar nazariyle bakmaya imkân yoktur.
Bunun
sebebi :
1 -
Hudut bakımından,
2 -
Miktar bakımından,
3 -
Menlehülhaklar bakımından, itinalı bir tespite mazhar olamamasında aranılmak
lâzım gelir.
a)
Hudut bakımından :
Her
türlü anlaşmazlığa meydan vermeyecek sahih bir hududun tarifle izahı mümkün
değildir. Bilhassa arazinin kayması, akar suların mecralarını değiştirmesi, yer
depremleri, patikaların ve yolların zamanla hüviyetlerini ve istikametlerini
kaybetmeleri, hem hudut olarak gösterilen yerlerin vasıflarını değiştirmiş
olması, dağların dik, hafif veya tatlı sathı mailler arzeylemeleri bakımından
hudutları tarife sığdırmak ve tariflerle izah etmek mümkün değildir. Kaldı ki,
yoklamalar neticesi elimize geçen kayıtlarda mevcut tarifeler fevkalâde kısa,
vuzuhsuz ve basit olduğuna göre bunlarda hemen hemen hiç bir zaman sıhhat
bulmak kabil olmamıştır.
b)
Miktar bakımından :
Herhangi
bir sahanın yüzölçümünü riyazi ve teknik usûllerle tespit ve tayin etmeden
bilmek mümkün değildir. Bilhassa girift Ve arızalı arazide ve gayrımuntazam
muhtelif hendesi şekiller gösteren toprak parçalarında yüzölçümünü tahmin etmek
ise pek güç ve yapılacak tahminleri hakikatten uzak olarak kabul etmek
zaruridir.
Yurdumuzda
yüzölçümlerinin arazide takeometrik veya plançete usulü veya aerofotoğrametri
sistemi, şehirlerde prezisyon meseha aletleriyle ölçü işleri ancak son 15 - 20
senelik yakın bir zamanda tatbik edildiğine ve sahası da mahdut olduğuna göre
elimizde mevcut yüzyıllardan intikal edegelen kayıtlarımızda yazılı miktarlar
bu sebeple yanlış ve hattâ bazen fevkalâde nispetsiz miktarlar arzetmektedir.
Bir
veya iki dönüm gibi tahmini nispeten kolay yapılması gereken gayrımenkullerde
bile ihtilâflar sebebiyle mahkemelerce yapılan ölçülerle bu gayrımenkullerin
100 - 150 hattâ 1000 dönüm oldukları reel olarak ve dosyalarımız üzerinde
kesretle görülmesi mümkün hadiselerdir.
Bunlardan
başka kayıtların miktar hanesine yazılan vahide kıyasiler dahi biribirine
uymayan çeşitli tabirlerle ifade edilmiş olması miktarın tayininde pek çok
hatalara ve karışıklıklara ve ihtilâflara yol açmaktadır.
Kayıtlarımızda
dönüm ve eczası ve dönümlerin bazı yerlerde 1600, bazı yerlerde 2500 lira
olarak örfü belde dönümü şeklinde ifade edilmesi, bazı kayıtlarımızda ise
toprağa atılan tohum ve toprağın inbatkabiliyeti esas tutularak kile
ifadelerinin kullanılması ve bu kilelerin de kilikonya, kilisivas gibi
mıntıkalara göre tefrikler yapılması, şinik, çift öküz gibi bugün zihinlerimize
garip gelen teamüli bir takım ölçü ibareleri kullanılması kayıtlardaki
miktarların sıhhatlerini ciddî surette ihlâl eden âmiller arasında
gösterebiliriz.
c)
Menlehülhaklar bakımından :
Kayıtlarımızın
ihticaç kabiliyetini kaybetmiş olmasında bilhassa bu sonuncu sebep mühim bir
amil gösterilebilir.
1 -
Alım ve satımlar meyana senetlerine dayanmakta ve tabu kayıtlarına intikal
ettirilmeden tedavül veya tevarüs yollarıyla ele geçmekte ve fiilen malik
olanlarla kayden malik olan arasındaki hukukî irtibat kaybolmuş bulunmaktadır.
(.....................)
2 -
Bu kayıtlar kullanma, arama ve bulma yönünden de oldukça müşkülât
arzetmektedir. Bilfarz bir gayrimenkul mal tereke vaziyetine geçince hangi
mirasçı intikalen adına kaydını istemişse bizzarure onun hissesi yalnız onun
namına kaydedilerek senede bağlanmış ve müracaat etmeyen diğer varislerin
hisseleri murisleri adına olan kayıtta kalmıştır. Diğer varisler hakkında ise
müracaat tarihine göre başka başka defterlere kayıt düşürülmüş ve onlardan
satış veya herhangi bir sebeple tedavül halinde ise aslı bir olan gayrimenkul
hisselerinin biribirleriyle irtibat ve münasebetleri muhafaza olunamamıştır.
(...............)
Görülüyor
ki bugün idarelerimizde mevcut ve tapu sicili mahiyetini taşıyan defterler
muhteliftir ve her değişen defter bir evvelki defterdeki malumatı sinesine
alarak yeni bir kayıt yerine iktisap tarihine göre bir tarafta defterlerde
yenilik ve değişiklik yapılırken diğer taraftan eski defterlerdeki kıymeti de
yine eski defterler üzerinde muhafaza edilmiş bulunmaktadır. Yeni deftere
intikal keyfiyeti ancak tedavül vaziyetine inhisar etmiştir. Bu izahattan şu
netice çıkarılır, ki, tapu sicili mefhumu içinde adedi yüzbinleri aşan ve gayet
karışık olan bütün defterler ve kayıtların bir manzume halinde gözümüzün önüne
gelmesi lâzımdır.
Medeni
Kanunun istihdaf ettiği tapu sicili :
25
inci babını tapu siciline tahsis eden Medenî Kanunumuz gayrımenkuller
üzerindeki hakların hallerini gösteren tapu sicillerinden bahsetmektedir. Gerek
Medenî Kanunumuz hükümlerine ve gerekse mahsus nizamnamesine göre her
gayrimenkul müstakil bir hüviyet almakta ve bölgeler itibariyle tutulan
siciline geçirilmektedir.
Mülkiyet
hakları, irtifak hakları ve gaynmenkul mükellefiyetleri, rehin hakları, sair
şerhler ve tahditler, tedbir kararları, hacizler, tesisler ve velhasıl gerek
muvakkat ve gerekse daimî mahiyete bulunsun kamu intizamını korumak gayesiyle
kanunun açıkça gösterdiği hak ve menfaatler tapu siciline geçirilmek suretiyle
muhafaza edilmek istenilmiş ve;
a)
Bu sicillerin aleniyeti prensibi,
b)
Tapu sicillerinin tutulmasından doğan zararlarda Hazinenin mesul olacağı esası,
c)
İlgililerin yazılı muvafakatları veya yargıç kararı olmadıkça bu siciller
üzerinde bir tashih yapılamıyacağı,
ç)
Gaynmenkulün hududunun plan ve arz üzerine konulan işaretlerle tayin olunacağı
ve plandaki hudut ile arz üzerindeki hudut biribirini tutmazsa plandaki hududun
asıl olacağı esas ve prensiplerini kaymuştur.
Medenî
Kanunumuzun aradığı vasıf ve karakteri taşımamakla beraber bizzarure tapu
sicili mahiyetinde telâkki edilmekte olan mevcut kayıtlarımızın birinci
kısmında arzedileıı sebeplerden dolayı Kanunumuzun aradığı şekle uygun bir
surette ıslah ve tadiline kati zaruret olduğuna şüphe yoktur.
Bu
tadil ve ıslahın ancak kadastro sayesinde temin olunacağı da münakaşa kabul
etmeyen bir gerçektir.
l -
Kadastronun önemi ve faydaları :
Kadastro
herşeyden evvel memleketin medenî hüviyetinin bir sembolüdür. Kadastro
gaynmenkul servet plasmanlarının en emin koruyucusudur.
Kadastro
muhtelif geometrik şekiller arzeden gayrımenkullerin yüzölçümlerinin gerçek
rakamlarla ifadesidir.
Kadastro
imarın ilk şartıdır.
Kadastro
romaniman perseliyer (Islahi arazi) nin temininde tek vasıtadır.
Kadastro
millî tesanüdü bozan amilleri ortadan kaldıran içtimai bir varlıklar.
Kadastro
vergi tarh ve cibayetinde adaleti sağlayan Maliyenin istinat edeceği büyük
kuvvettir.
Kadastronun
faydaları :
a)
Sosyal fayda : Bugün istatistikler gösteriyor ki halk arastada tekevvün eden
anlaşmazlıkların çoğu gayrimenkul mülkiyetinden ve buna ait hakların
kullanılmasından doğmaktadır.
Esaslı
planlara dayanan tahditler karşısında iki tarafın da kendisini haklı
göstermesine imkân yoktur. Davalar hakkın kendisinde olduğu iddialarına göre
meydana çıkar. Hudutlarda tereddüt uyandıran şüpheli kayıtlardır ki böyle
iddialara zemin teşkil eder. Kadastro yapıları yerlerde bu gibi ihtilâfların
pek çok azalmış olması bu ameliyenin süratle yapılmasını zaruri kılmaktadır.
İhtilâflar
karşılıklı infialleri, sürekli kin ve husumetleri kamçılamakta ve bu yüzden
içtimaî bünyede hoş karşılanmasına imkân olmayan bazı önemli suçlar
doğmaktadır. Hukukî olsun cezaî olsun mahkemlere intikal eden hadiseler
iktisadî alanda da kendisini hissettirmekte ve vatandaşlar iş ve güçlerinden
ayrılarak mahkeme koridorlarında vakit kaybetmektedirler. Bütün bu mahzurları
önlemek ancak kadastro faaliyetinin memleket ölçüsünde bir an evvel realize
edilmesi sayesinde mümkün olacaktır.
b)
Ekonomik fayda : Memleketimizde büyük ölçüde gayrimenkul serveti mevcuttur.
Medeni Kanunumuz gayrımenkullerin karşılık gösterilerek tedavül ettirilmesini
derpiş ettmiş olmasına rağmen kadastro yapılmamış olması sebebiyle Medenî
Kanunumuzun bu hükümleri emin ve serbest bir tatbike mazhar olamamıştır. Kredi
fonsiye teşebbüs ve faliyetinin temelini kadastro teşkil etmek icabeder.
Kadastro
tatbiki suretiyle tesis edilecek tapu sicilleri sayesindedir ki,
gayrımenkullere tedavül kabiliyetini de vererek ona iktisadî fonksiyonunu da
kazandırmak kabil olabilir. (.....................)"
(T.
B. M. M. Tunatak Dergisi Cilt 25, S. Sayısı 210 Sahife 1-8).
5602
sayılı Kanun kendisinden bekleneni verememiş, bu kanunun değiştirilmesini
öngören tasarı gerekçesinde "Vilâyet kazaların belediye hudutları dışında
nahiye ve köylerimizde kâin olup takriben % 60 tapusuz bulunan
gayrimenkul malların, Medenî Kanunumuzun kabul ettiği sıhhat ve mükemmeliyette
kadastro planlarını ve tapu sicilerini biran evvel tanzim ve tesis ederek, bu
gayrımenkuller üzerinde devam edip gelen çeşitli niza ve ihtilâflara son
vermek, ziraî huzur ve inkişafı sağlamak gayesiyle kabul edilip 2/3/1950
tarihinde meriyete giren Tapulama Kanunu 10 seneyi bulan bir müddetle tatbikat
görmüştür. Kanunun bu müddet zarfındaki tatbikatında bazı aksaklıklar ve
boşluklar müşahade edilmiş ve bazı maddeleri tereddüdü mucip olacak şekilde
tanzim olunduğu görülmüş ve bir kısım hükümleri beklenilen sürati temin
etmedeği neticesine varılmış olduğundan bu hususların, ikmal ve ıslahı
maksadıyla kanunun tekrar gözden geçirilmesi ve yeniden tedvini zarureti hasıl
olmuştur." (Millet Meclisi Tutanak Dergisi Cilt 6, S. Sayısı 89,
Sahife 1). Denilerek bu cihet açıkça belirtilmiştir.
Yurdumuzda
Medenî Kanunun öngördüğü anlamda kadastro planlarının ve tapu sicillerinin
düzenlenmesi fikri bugün önemini daha da artırmıştır. Sözgelimi Devletin
Anayasa'nın 37 nci maddesi ile yüklendiği ödevi yerine getirebilmesini kadastro
planlarının varlığı ile mümkün görmek hatalı bir yargı sayılamaz.
B -
766 sayılı Tapulama Kanunu ile güdülen amaç, bu kanun ile uyumlu bir biçimde
düzenlenen idarî ve kazaî çalışmalar sonucunda kanun kapsamı içinde bulunan
gayrımenkullere ilişkin kadastro planlan vücuda getirmek, hak sahiplerini doğru
olarak saptamak ve tescile tabi gayrımenkullerin sicil dışı kalmalarını
sağlamaktır. (766 sayılı Tapulama Kanunu madde 1) Tapulama yapılacak bölgeler
Kanunun çizdiği usule göre tayin edilecek ve bu husus tapulamaya başlamadan en
az bir ay önce Resmî Gazete'de, bölge merkezinde, bölgenin bağlı bulunduğu il
merkezinde alışılmış yollarla ayrıca radyo ile ve Ankara ve istanbul'da çıkan
günlük birer gazete ile ilân edilecektir. (Madde 10). Birliklerde tapulalamaya
başlama günü tapulama müdürünce saptanarak bölge merkezinde ve tapulamaya
başlanacak birliklerle bitişik birliklerde alışılmış yollarla ilân edilecektir.
(Madde 11). Her birliğe ilişkin vergi kayıtları ile tapu kayıtları birlikler
itibariyle ayrı ayrı çıkarılacak; topulama müdürü bütün resmî daireler,
belediyeler, özel idareler, müesseseler ve kişilerce yaptırılmış harita ve
planlardan gerekli gördüklerinin örneklerini aldırabilecektir (Madde 12).
Bundan başka tapulama müdürü tapulamaya başlamadan önce o yer hukuk
mahkemelerinden o birlikteki gayrımenkuller hakkında açılmış ve görülmekte olan
tapulama ile ilgili davalarla hükme bağlanıp da nemiz kesinleşmeyen davaların
birer listesini alacak; bu listeyi tapu ve vergi kayıtlarıyla birlikte tespitte
gözönünde bulundurmak üzere teknisyen ve yardımcılarına verecek, listenin
tapulama müdürünce alınmasından sonra hukuk mahkemelerine açılan aynı
nitelikteki davalar da derhal tapulama müdürüne bildirilecektir (Madde 13). Tapulama
teknisyeni ve yardımcısı aldığı kayıtlarla listelerden ve bilirkişilerin
vereceği bilgilerden yararlanarak tapulamasını yapacakları mevkie gidecekleri
günü saptayarak en az iki gün önce muhtar veya belediye başkanı aracılığı ile
ve alışılmış yollarla ilân ettirecek, bu ilânda mal sahiplerinin ve öteki
ilgilerin taşınmazlarının sınırlarını göstermek ve iddialarını bildirmek için
hazır bulunmaları, bulunmazlarsa tapulamanın gıyaplarında yapılacağı
belirtilecektir (Madde 20). Tapulama teknisyeni ve yardımcısı belli edilen
günde taşınmazın başına gidecek, bilirkişiler, muhtar ve orada iseler
malsahipleri ve öteki ilgililer önünde tapu ve vergi kayıtlarını ve ibraz
olunması halinde teslim alacakları başka belgeleri en az üç bilirkişinin ve
muhtarın bilgilerine başvurmak yoluyla inceleyerek mahalline uyguladıktan sonra
parselleri sınırlarıdıracak ve hak sahiplerini belli edeceklerdir (Madde 21).
Her taşınmaz için bir tapulama tutanağı düzenlenecek; bu tutanak teknisyen ve
yardımcısı ile muhtar, bilirkişiler, düşünce ve tanıklıklarına başvurulan öteki
kimseler, orada bulunan ilgililerle bitişik taşınmaz sahipleri ve tespite,
itiraz edenler varsa bunlar veya temsilcilerince imzalanacaktır (Madde 23).
Tapulama işlemi biten birliklerde düzenlenen tutanaklar ikişer çizelge ile
birlikte tapulama müdürüne verilecek, (Madde .24) tapulama müdürü
incelemelerini sonuçlandırdıktan sonra tapulaması biten birliklerde bulunan
taşınmazların tespit durumunu ve maliklerini, varsa itiraz edenleri gösteren
bir çizelge düzenleyerek birliklerde ihtiyar kurulunun veya belediye başkanının
çalışma yerinin kapısına ve ayrıca bölge merkezinde belediye başkanının
göstereceği yere 30 gün astırmak yoluyle itiraz edenlerin bu süre içinde
tapulama müdürlüğüne başvurmalarını ilân edecektir (Madde 26). Otuz günlük
itiraz süresi geçtikten sonra itiraz edilmeyen tapulama tutanaklarına ilişkin
tespitler kesinleşecek ve müdür sürenin bitmesini kovalayan günün tarihini
koyarak tutanakları onaylayacak ve o taşınmaz tutanağın tasdik tarihi tescil tarihi
olarak gösterilmek suretiyle tapu kütüğüne geçirilecektir (Madde 27 ve 30).
C -
Yukarıda açıklanan yasama belgesinin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere
türlü dönemlerden intikal eden sorun ve sonucu Medenî Kanun doğrultusunda bir
çözüme bağlamak Devletin başta gelen temel ödevlerinden olmak gerekir. Şunu
hemen belirtmek yerinde olur ki yurdumuzun tevarüs ettiği ve şimdi içinde
bulunduğu koşullar, tapu ve kadastro çalışmalarının kamu düzeni ve kamu yararı
fikri ile birlikte mütalâasını zorunlu kılmış ve yasama organlarınca da konu bu
biçimde değerlendirilerek ele alınmıştır.
İl
ve ilçelerin merkez belediye sınırları dışında kalan taşınmazlardan tapusuz
olanların Kanunun öngördüğü usuller ve esaslar içinde tapulanması ve tapulu
olanların da belli edilen kurallara göre kayıtlarının yenilenmesi suretiyle
kadastro planları düzenlemeye ve tapu sicili tesis etmeye yönelmiş 766 sayılı
Tapulama Kanununun l inci maddesi ile güdülen ereğin kamu düzenini kurmak ve
korumak, kamu yararını sağlamak olduğundan kuşku edilemez.
1 -
Kamu düzeni düşüncesi, bunu sağlamaya yönelen tedbirlerin sürekli ve kararlı
olmasını "zorunlu kılar, itiraz konusu kuralı kapsayan 766 sayılı Tapulama
Kanununun öngördüğü kadastro planlarında ve hak sahiplerini doğru olarak
saptamak suretiyle tesis edilen tapu sicillerinde süreklilik ve kararlılık
öğelerinin bulunması şarttır. İncelenen hükmün gerekçesinde "Tapulamaya
müsteniden ihdas edilen siciller aleyhine dava hakkı 5602 sayılı Kanunda bir
müddetle tahdit edilmiş değildir. Bu hal tapulamadan gözetilen gayenin uzun
seneler boyunca elde edilememesi neticesini tavlit eder, istikrara mani olur.
Bir çok külfet ve masraflar ihtiyariyle ihdas edilen sicillerin muayyen bir
müddet sonra kesin bir hal alması ve o müddet geçtikten sonra artık bu sicillerin
hiç bir kazai mercide münakaşa konusu olmaması içtimai nizam bakımından
zaruridir" denilerek sevk edilen hükmün kamu düzeni bakımından taşıdığı
önem açıkça belirtilmiştir. Gerçekten kadastroya dayanılarak düzenlenen
planların ve tapu sicilleriyle belirlenmiş olan hukukî durumun kararlılık
içinde süregelmesi, bunların düzenlenmesinden önceki hukukî ve fiilî duruma
dayanılarak kullanılacak dava haklarının, hakkın özüne dokunmayacak, ancak
istikrarı da bozmayacak bir ölçü içinde sınırlandırılmak suretiyle
gerçekleşebilir.
Bu
nedenle itiraz konusu kanun kuralı ilke olarak Anayasa'nın 31. ve 11.
maddelerine uygundur.
2 -
İtiraz konusu kural genel nitelikte nesnel bir esas getirmekte, mülkiyet
haklarını değil, benzerleri yasalarımızda çoklukla görülen, üstelik Anayasa'nın
değişik 114 üncü maddesinde "idarenin işlemlerinden dolayı açıklanacak
davalarda süre aşımı, yazılı bildirim tarihinden başlar." ve 150.
maddesinde "Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açma hakkı,
iptali istenen kanun veya içtüzüğün Resmî Gazete'de yayımlanmasından başlayarak
doksan gün sonra düşer." yolundaki hükümlere benzeyen dava hakkını
sınırlar nitelikte hak düşürücü bir süreyi öngörmektedir.
Kuralın
herkes için getirilmiş olduğu, kamu düzeninin kurulması ve korunması ereğine
yönelmiş bulunduğu göz önünde tutulursa Anayasasa'nın 12. ve 2. maddelerine
aykırılığından söz edilemez.
3 -
766 sayılı Tapulama Kanunu, tapulama işlemlerinin yürütülmesi bakımından hak
sahiplerini haberdar edici ve haklarını kullanmaya elverişli birtakım duyurma
hükümlerini içermektedir. Bunun yanıbaşında Tapulama Kanunu hak sahiplerinin
yararına kimi kolaylıklar sağlayan kuralları da getirerek hak sahiplerinin
dosdoğru tayini olanaklarını elde bulundurmağa yönelmiştir. Sözgelimi Kanunun
56. maddesi ile tapulama işlerinde neseben ve sebeben usul ve füru ile ikinci
dereceye kadar (bu derec dahil) neseben ve sebeben civar hısımlarının, karı ve
kocanın vekâlet yolu ile temsil edilebileceği esası öngörülerek hakların
korunması ve hak sahiplerinin baş vurmalarını kolaylıkla yapabilmesi ereğini
güden birtakım düzenlemeler getirmiştir.
Bütün
bunlara rağmen taşınmaz ile fiilen ilişiğini kesmiş bir kimsenin, kamu düzeni
gibi haklı bir nedene dayanarak kanunla makul ölçülerde konulan hak düşürücü
süre içinde hakkını aramak için başvurmamış olması, o taşımımızla hukuken
ilgisini de kestiğini gösterir. Çünkü zamanaşımı ve hak düşürücü süreler
hukukun eskiden beri bilinen kurallarıdır ve birçok yasalarda haklı nedene
dayanarak yer almışlardır. Kamu düzeninin gerektirdiği hallerde Yasa Koyucunun
hak düşürücü birtakım süreler koyabileceği esası bilimsel görüşlerce de
benimsemektedir. Bu nedenlerle tapulamaya dayanılarak kurulan sicillere karşı
açılacak davaların hak düşürücü bir süreye bağlanmış olması hukuk ilke ve kurallarına
da aykırılık teşkil etmez.
4 -
Tapulama Kanununun düzenlediği idarî ve kazaî faaliyetler, bu Kanunun kapsamına
giren taşınmazlar üzerindeki hakların ve hak sahiplerinin doğru olarak
saptanması, tescili gerekli taşınmazların sicil dışı bırakılmaması suretiyle
kadastro planları tanzim ve tapu sicilleri tesisi ereğini güder. Yasa Koyucu
böylece mülkiyet haklarının sağlam temellere oturtulmasını istemiş, ayrıca
kadastro planları düzenlenmesine de büyük önem vererek bu iki ilkenin birlikte
gerçekleşmesi yolu ile kamu düzenini kurmaya yönelmiştir. Bunun yanında
hakların güvence altına alınmasını sağlayacak kimi düzenlemeleri de birlikte
getirmiştir. Sözgelimi öteki usul yasalarında olmayan bir biçimde hâkimi takdir
yetkisi ile donatmış; ona birtakım yükümler yüklemiştir. Kanunun, hâkimin
takdir yetkisini düzenleyen 54. maddesine "Hâkim; tarafların delillerini
topladıktan sonra resen tahkikatı genişletmek; lüzumlu gördüğü diğer delilleri
toplama ve delilleri serbestçe takdir etmek yetkisini haizdir. Tatbikattan elde
edeceği kanaate göre beşinci bölümde yazılı esaslar dairesinde karar vermek ve
gayrimenkulun kimin adına tescil edileceği" belirtmekle mükelleftir."
yolundaki hükümden sonra "Taraf olmadığı halde lehine karar verilen şahıs
hakkında mahkemece tesis edilen hüküm tarafları da bağlar" ilkesine 55.
maddede yer verilmiştir.
Bütün
bu açıklamalardan sonra itiraz konusu Kanun kuralının, Anayasa'nın 36.
maddesinde belirtilen mülkiyet hakkım sınırlayacağını öne sürme olanağı yoktur.
Çünkü mülkiyet hakkı tespit ve tescil ile belirgin bir hale gelmiştir. Kanun
Koyucu beliren bu durumun belli bir süre geçtikten sonra eski olaylara
dayanılarak tartışma konusu yapılmamasını istemiş ve bundan kamu düzeni
bakımından yarar görmüştür. O halde sözü edilen kuralla sınırlandırılan,
Anayasa'nın 36. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen mülkiyet hakkı değil,
31. maddesinde yer alan hak arama hürriyetidir. Gerçekten Tapulama Kanununun
hazırlık ve tespit işlemlerine ilişkin üçüncü ve dördüncü bölüm hükümleri ve bu
hükümlerin öngördüğü ilânlar ve süreler ve Kanunun hakların kullanılmasına
ilişkin olarak kolaylık sağlayan öneki hükümleri birlikte gözönünde
tutulduğunda, dava hakkının tescil tarihinden başlayarak 10 yıllık hak düşürücü
bir süre ile sınırlandırılmış olmasını, düzenlemenin kamu düzeni fikrine uygun
düştüğü kadar tanınan sürenin hakkın kullanılmasına da elverişli bulunması
yönlerinden Anayasa'ya aykırı görme olanağı yoktur.
D-
Yukarıdan beri açıklandığı üzere Tapulama Kanununun ereği Medenî Kanunun
öngördüğü biçimde tapu sicillerini oluşturmaktır. Sicillerdeki hakların eski
olaylara dayanılarak süresiz olarak askıda bırakılmasının kamu düzenini ters
yönde etkilediği ve kamu yararı açısından zararlı sonuçlar doğurduğu bir
gerçektir. Taşınmazlara ilişkin aynı hakların açıklığa kavuşturulmasında ve bu
hakların herkese karşı korunmasının tek güvencesi olan tapu sicili
müessesesinin kurulmasında kadastronun yeri ve önemi tartışma götürmez bir
biçimde kendini göstermektedir. Bu nedenledir ki kadastro, taşınmazların, fiili
ve hukuki durumlarının eksiksiz olarak belirtilmesinin bir aracı sayılmış,
bunların hukukî ve geometrik niteliklerini saptama faaliyeti olarak
nitelendirilmiştir.
Kamu
düzenini korumayı erek edinen ve bu nedenle hak arama hürriyetine sınırlama
getiren bir kanun kuralında, aranan hakkın tapuya kayıtlı olup olmaması
yönünden bir takım farklı sonuçlara varmak, başka bir deyimle tapuya kayıtlı
olan haklar için hiç bir süre tanınmayarak hak düşürücü süreyi yalnız tapuya
tescil edilmemiş haklara inhisar ettirmek fikri, kamu düzeni ilkesiyle
bağdaşmayacağı gibi hukuk kurallarına da uygun düşmez. Ülkemizin tapu sicilleri
yönünden geçirdiği evreler, hukukî değerini yetirmiş tapu kayıtlarının
tasfiyesi için girişilen yasama çalışmaları gözönüne alınınca dava açma hakkının
şümullü bir biçimde sınırlandırılmış olmasının gereği kolayca anlaşılır. Öte
yandan Medenî Kanunun 633. maddesi, taşınmaz mülkiyetini kazanmayı tapu
siciline kayıt koşuluna bağlamakla birlikte, işgal, miras, istimlâk, cebri icra
veya mahkeme ilâmı ile de taşınmazı edinme ilkesini benimsemiştir. Bundan başka
tapulma tespit ve tescillerine yöneltilen iptal davalarındaki iddiaların tapuya
dayanıp dayanmadığını önceden kestirmeye de olanak yoktur.
Bu
açıklamaların sonucuna göre, 766 sayılı Tapulama Kanununun uygulanmasından önce
taşınmazın tapu sicilinde kayıtlı olup olmaması itiraz konusu kanun kuralının
uygulanması bakımından bir farklılık meydana getirmemekte; o nedenle Anayasa'ya
uygunluk denetiminde de böyle bir ayrım yapılmasına gerek bulunmamaktadır. İtiraz
konusu kural bütünü ile Anayasa'ya uygun bulunduğu için itiraz reddedilmelidir.
Muhittin
Taylan, Sait Koçak, Şahap Arıç, Halit Zarbun, Ziya önel, Muhittin Gürün ve
Lûtfi Ömerbaş bu gerekçeye katılmamışlardır.
VI
-SONUÇ:
766
sayılı Tapulama Kanununun 31. maddesinin itiraz konusu ikinci fıkrasının
Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın reddine, redde oybirliğiyle gerekçede
Muhittin Taylan, Sait Koçak, Şahap Arıç, Halit Zazbun, Ziya Önel, Muhittin
Gürün ve Lûtfi Ömerbaş'ın karşı oyları ile ve oyçokluğu ile 8/2/1973 gününde
karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
Muhittin
Gürün
|
Başkanvekili
Avni
Givda
|
Üye
Fazıl
Uluocak
|
Üye
Sait
Koçak
|
|
|
|
|
Üye
Nuri
Ülgenalp
|
Üye
Şahap
Arıç
|
Üye
Ahmet
Akar
|
Üye
Halit
Zarbun
|
|
|
|
|
Üye
Ziya
Önel
|
Üye
Abdullah
Üner
|
Üye
Kâni
Vrana
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
|
|
|
Üye
Lûtfi
Ömerbaş
|
Üye
Şevket
Müftügil
|
Üye
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
Taşınmaz
mallar kişiler arasında öteden beri çekişme konusu olmuştur. Devlet, bu
çekişmelerle bozulan kamu düzenini korumak amacı ile, taşınmazların hukukî
durumunu belirleyen sicilleri tutma ödevini üzerinde almıştır. Kakastro ve tapu
tahriri ve tapulama yasaları bu amacın gerçekleştirilmesi için kabul edilmiş
yasalardır. Bu yasalara ve benzeri yasalara göre düzenlenecek tapu kayıtlarının
doğru ve inanılır bir biçimde yazılabilmesi için yasada öngörülen koşulların
yerine getirilmesi ve özellikle daha önce tapuda kayıtlı olan taşınmazların
hukukî durumlarının ilgili mercilere bildirilmesi gerekir. 2613 sayılı Kadastro
ve tapu tahriri kanunu ile 766 sayılı tapulama Kanununun incelenmesinden de bu
sonuç çıkmaktadır. Yasalarda bir buyruk olmasa bile bir taşınmazın "tapuda
kayıtlı ise" hukukî durumunun ilgili kuruluşlara bildirilmesi Devlete
düşen ödevin doğal bir sonucudur. Türlü nedenlerle malikin, malik ölmüşse
mirasçılarının kendilerine düşen görevi yerine getirmemiş olmaları devleti
kendi ödevini yerine getirmekten alıkoyamaz. Devletin tapuda maliki belli olan
bir taşınmaza tapulama işlemleri sonunda malik olması bu ödevin yerine
getirilmemiş olmasından doğmakta, üstelik 766 sayılı Kanunun itiraz konusu 31
inci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca hak sahibibin belli bir süre sonunda
dava hakkı da düşmektedir. Böyle bir kuralın Anayasa'nın 2 nci maddesinde
belirtilen hukuk devleti ilkesi ile bağdaşır bir yanı yoktur.
2613
sayılı Kanunun 22 nci maddesinin H bendindeki "on seneye kadar"
deyiminin Anayasa Mahkemesince iptaline bu gerekçe ile karar verilmiştir
"Anayasa Mahkemesinin 10/2/1970 günlü 1960/60 esas, 1970/8 sayılı
kararı"
Ancak,
olayda davacının zilyetliğe dayandığı anlaşılmaktadır. Yasalar zilyetliğe
dayanan bir kimseye tapu kaydına dayanan bir kimseye tanıdığı ölçüde haklar ve
yetkiler tanınmış değildir. Bunun içindir ki bir taşınmazın zilyeti ile
malikinin hakları eşit sayılamaz. Zilyetliğe dayanan kimse bunun sağladığı
hakları ilgili kuruluşlar önünde ispat etmekle yükümlüdür. Devlete kişinin
savunması gerekli bir haklı savunma Ödevide yükletilemez. Zilyetliği belli bir
evrede ispat edemeyen bir kimseye sahipsiz sayılarak hazine adına yazılan bir
taşınmaz üzerinde sinirsiz dava hakkı tanınmasının hukuksal ve kamusal bir
yararıda bulunmadığı için bunun bir takım koşullara bağlanarak sınırlarıması
yoluna gidilmiş ve itiraz konusu kural bu nedenlerle yasada yer almıştır.
Zilyetlik bakımından böyle bir sınırlamanın ne temel hukuk kurallarına ne de
Anayasa kurallarına aykırı bir yönü bulunmadığından itirazın bu gerekçe ile
reddine karar verilmelidir. Çoğunluğun tersine olan görüşüne bu nedenlerle
katılmıyoruz.
|
|
Başkan
Muhittin
Taylan
|
Üye
Şahap
Arıç
|
KARŞIOY
YAZISI
766
sayılı Tapulama Kanunun 31 inci maddesi hükmünün Anayasa aykırılığının öne
sürülmesine neden teşkil eden ve Adana Asliye 4 üncü Hukuk Mahkemesinde açılmış
bulunan davanın konusu, Tapulama Kanunu gereğince Hazine adına tescil edilen ve
bu tarihten itibaren de 10 sene geçmiş bulunan bir tarlaya ilişkin tescilin
iptali ile davacı kişi adına kaydının yapılmasına karar verilmesinden
ibarettir.
Dosyaya
nazaran davacının iddiası, söz konusu tarlanın Hazine adına tescilinden evvel
kendi tapulu arazisi içinde olduğu, fakat tapulama sırasında arazisinin bir
kısmı kendi üzerinde bırakıldığı halde uyuşmazlığa konu olan bölümünün
tapusundan ayrılarak Hazine adına tescil edilmiş bulunduğu yolundadır.
Buna
karşı yine dosya içinde bulunan 28/7/1954 günlü tapmama tutanağında ise, sözü
geçen tarlanın, davacının öne sürdüğü tapu kaydının hududu dışında kaldığı ve
bir mütegayyib kişiden kanunu gereğince Hazineye geçmiş olduğunun anlaşılması
üzerine Hazine adına tesbitin yapıldığı yazılıdır.
Şu
duruma göre davacının isteminin, tapu kaydına değil, zilyedlik durumuna
dayandığı sonucuna varılmaktadır.
766
sayılı Kanunun 31 inci maddesi hükmünün Anayasaya uygunluk halinin tayini
bakımından bu iki hukukî durumun farklı sonuçlar doğurması doğaldır.
Zira
kişinin hakkı, 10/2/1970 günlü ve Esas 1969/60, Karar 1970/8 sayılı Anayasa
Mahkemesi Kararının, (esasın incelenmesi) bölümünün (a) işaretli bendinde
belirtildiği gibi (Resmî Gazete : Gün 15/12/1970, Sayı: 13695, sh: 2),
tutulması, saklanması ve geçerliliğinin sağlanması devletin esas görevlerinden
birini teşkil eden bir tapu kaydına dayanmakta ise, devletin yasama yetkisini
kullanarak çıkartacağı bir kanunla, kişi tarafından zamamında ileri sürülmediği
gerekçesiyle hakkın konusu olan taşınmazı kendi adına geçirmesinin ve 10 sene
geçtikten sonra da buna hiç bir itiraz tanımamasının Anayasa'nın Hukuk Devleti
ilkesine aykırılığı ortadadır.
Burada
bir noktanın özellikle belirtilmesinde fayda vardır :
Yukarıda
açıklanan Anayasaya aykırılık görüşü, çoğunluğun gerekçesinde öne sürüldüğü
gibi, aranan hakkın, genel olarak, tapuya kayıtlı olup olmaması yönünden
çıkartılan farklı bir sonuç değildir. Önemli olan nokta, Devletin ilk önce
kendisinin itibar göstermesi ve riayet etmesi gereken bir resmî kaydı, şu veya
bu gerekçe ile hükümsüz kılması ve üstelik de bu kaydın temsil ve tescil ettiği
hakkı kendi üzerine geçirmesi ve daha da ileri giderek yine kendisinin münasip
gördüğü bir müddetin geçmesiyle artık hiç bir itirazı dinlememesidir. Hukuk
Devleti ilkesine aykırı olan durum budur.
Buna
mukabil. Hazine adına yapılan tescillere karşı Tapu sicilli dışında bir takım
hak ilişkileri öne sürülmek suretiyle yapılan iddialar üzerine veya kişiler
adına yapılan tapulama işlemlerine ilişkin olmak üzere 766 sayılı Kanunun 31
inci maddesinin uygulanması söz konusu oldukta, bu sonuncu halde itiraz eden
taraf velev eski bir tapu kaydına dayansa bile, çoğunluk gerekçesinde açıklanan
kamu yararı ve kamu düzeni gerekleri karşısında madde hükmünde Anayasaya
aykırılık bulunmadığı meydandadır.
Bu
açıklamadan şu sonuç çıkmaktadır :
766
sayılı Tapulama Kanunun 31 inci maddesi hükmünün Anayasaya uygun olup olmadığı
konusunun, iki ayrı duruma göre farklı olarak ele alınması zorunlu olmaktadır :
1 -
Söz konusu hükmün, kişilerin Tapuya kayıtlı taşınmazlarının Hazine adına
yapılmış olan tescillerine karşı itiraz yolunu kapatması halinde Anayasaya
aykırılığı açıktır ve maddenin kapsamından bu hükmün çıkartılmasını sağlayıcı
biçimde bir iptal kararı verilmelidir.
2 -
Yukarıki fıkra dışındaki hallerde hüküm Anayasa'ya aykırı değildir ve bu
bakımdan bu durumlara ilişkin itirazlar red olunmalıdır. Bu ilkelerin bu
dosyaya uygulanmasına gelince:
Yukarıda
da belirtildiği gibi mahallindeki davaya konu olan ve Tapulama kanunu gereğince
Hazine adına yapılan bir tescil işlemine karşı kişi tarafından öne sürülen
itirazın, Tapu kaydına değil, zilyedilik ilişkisine dayandığı anlaşılmakta ve
bu bakımdan 766 sayılı Kanunun 31 inci maddesi hükmünde Anayasa aykırılık
bulunmamaktadır.
Bu
sebeplerle Adana Asliye 4 üncü Hukuk Mahkemesinin itirazının çoğunluk
gerekçesindeki düşünceler yerine yukarıda açıklanan gerekçe ile red olunması
gerektiği kanısındayım.
Sayın
Muhittin Gürünün'ün karşıoyuna aynen katılıyorum.
Sayın
Gürün'ün görüşüne katılıyoruz.
|
|
Üye
Sait
Koçak
|
Üye
Lütfi
Ömerbaş
|
Sayın
Gürün'ün karşıoy düşüncelerine katılıyorum.