ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:1973/13
Karar Sayısı:1973/23
Karar Günü:3/5/1973
Resmi Gazete tarih/sayı:19.12.1973/14572
İtiraz
yoluna başvuran: Kartal Asliye 1. Hukuk Mahkemesi.
İtirazın
konusu: 766 sayılı Tapulama Kanununun 31. maddesinin Anayasaya aykırı olduğu
yolunda davacı vekili tarafından ileri sürülen iddianın ciddi olduğu kanısına
varan mahkeme, Anayasanın 1488 sayılı Yasa ile değişik 151. maddesine dayanarak
bu konuda bir karar verilmek üzere Anayasa Mahkemesine başvurmuştur.
l -
OLAY:
İstanbul,
Kartal Büyükbakkal Köyü Üsküdar yolu mevkiinde bulunan 6500 metre kare
yüzölçümlü tarlanın, Tapulama Kanununun uygulanması sırasında görevlilerce
9/4/1957 gününde düzenlenen bir tutanakla, 5351 metre karesi Hazine ve geriye
kalan kısmı davacılar adına tespit edilmiş ve tapulama tutanağına karşı gerek
tutanağın düzenlenmesi sırasında ve gerekse birlik ve bölge merkezinde
17/4/1957 - 17/5/1957 tarihleri arasında yapılan 30 günlük askı ilânı süresi
içinde bir itiraz yapulmadığı için tespit kesinleşerek Tapu Sicil
Muhafızlığınca bu taşınmaz hisseli olarak davacılarla Hazine adına tapuya
tescil olunmuştur.
Davacı
vekilince verilen 12/6/1967 günlü ve "Kartal'ın Bakkal Köyünde 2 pafta 59
parselde ve 59 kütük numarasında 6500 metrekare olarak mukayyet tarla
müvekkilim ile murisine bundan 43 sene evvel iskân suretiyle tahsis edilmiş ve
bu tarihten itibaren müvekkilim ve murisi tarafından fasılasız ve nizasız bir
surette ekilerek zilyet bulunulmuştur.
Kadastro
tespiti sırasında fazlalık zuhur ettiğinden bahisle bu tarlanın 21404/26000
hissesi Hazine namına tescil edilmiş ve kadastro tesbiti sırasında itiraz
yapılamamıştır.
Tahsisinden
itibaren zilyetliğimiz kanunun aradığı müddete baliğ olduğundan bahsi geçen
gayrimenkulun tamamının Tapulama Kanununun 42 nci maddesine göre müvekkilime
ait olması lâzım gelmektedir" sözlerini taşıyan dava dilekçesiyle, ve
Hazine hissesinin iptali, tescilin müvekkili adına yapılması istemiyle dava
açılmıştır.
Kartal
Asliye 1. Hukuk Mahkemesinin 1967/362 esas sayısını alan bu dava 14/10/1969
gününde sonuçlanmış mahkeme aynı günü verdiği kararla (3283) metrekarelik
bölümde davayı kabul ederek anlaşmazlığı çözmüştür.
Hazinenin
temyizi üzerine, hüküm Yargıtay 1. Hukuk Dairesince:
1 -
Tescilin hangi tarihte vaki olduğu sorulmak ve tescilinden itibaren on yıldan
çok zaman geçtiği anlaşıldığı takdirde 766 sayılı Kanunun 31 inci maddesine
göre dava reddedilmek gerekli iken bu yönün düşünülmemesi,
2 -
Tesbite dayanak olan tapu sınırlarından bir kısmı, fundalık olduğuna göre, tapu
muhtevasının miktara hasren tayini zorunlu olduğunun gözönünde tutulmaması,
Nederileriyle
bozulmuş, bozmadan sonra 1971/106 esas sayısını alan davada bozma ilâmına uyan
ve ileri sürülen Anayasaya aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varan
mahkemece Anayasa Mahkemesine başvurulmasına, duruşmanın başka bir güne
bırakılmasına karar verilmiştir.
III
- YASA METİNLERİ:
l -
Mahkemenin itiraza dayanak yaptığı Anayasa kuralları :
"Madde
2 - Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, milli demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir."
"Madde
11 - (20/9/1971 günlü, 1488 sayılı Yasa ile değişik) Temel hak ve hürriyetler,
Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin, milli güvenliğin,
kamu düzeninin, kamu yararının genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı
ile veya Anayasanın diğer maddelerinde gösterilen özel sebeplerle, Anayasanın
sözüne ve ruhuna uygun olarak ancak kanunla sınırlanabilir.
Kanun,
temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz.
Bu
Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiç birisi, insan hak ve
hürriyetlerini veya Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
veya dil, ırk, sınıf din ve mezhep ayrımına dayanarak, nitelikleri Anayasada
belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak kasdı ile kullanılamaz.
Bu
hükümlere aykırı eylem ve davranışların cezası kanunda gösterilir."
"Madde
12 - Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep
ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.
Hiçbir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz."
"Madde
36 - Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar,
ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet
hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
2 -
İtiraz konusu Kanun metni:
İtiraz
konusu edilen ve Anayasaya aykırılığı ileri sürülen 28/6/1966 günlü 766 sayılı
Tapulama Kanununun 31 inci maddesinin sınırlama kararı uyarınca incelenecek
olan ikinci fıkrası kuralı Beşinci Tertip Düstur, Cilt 5, İkinci Kitap, sahife,
2542 deki metne göre şöyledir:
"Bu
sicillerde belirtilen haklara tescilleri tarihinden itibaren onsene geçtikten
sonra, tapulamaya tekaddüm eden sebeplere dayanılarak itiraz olunamaz ve dava
açılamaz."
IV -
İLK İNCELEME:
Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca 22/3/1973 gününde Muhittin Taylan,
Avni Givda, Fazıl Uluoca'k, Sait Koçak Nuri Ülgenalp, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş,
Ahmet Akar, Halit Zarbun, Abdullah Üner, Kâni Vrana, Muhittin Gürün, Lûtfi
Ömerbaş, Şevket Müftüsü ve Ahmet H. Boyacıoğlunun katılmalarryle yapılan ilk
inceleme toplantısında dosyanın eksiği bulunmadığı anlaşıldığından işin
esasının, 766 sayılı Tapulama Kanunun 31. maddesinin ikinci fıkrası kuralı ile
sınırlı olarak incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
V -
ESASIN İNCELENMESİ:
Davanın
esasına ilişkin rapor iptali istenen kanun kuralı, Anayasaya aykırılık
iddiasına dayanak gösterilen Anayasa ilkeleri; bunlarla ilgili gerekçeler ve
başka yasama belgeleri, konu ile ilişkisi bulunan öteki metinler okunduktan
sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Anlaşmazlığın
bulunduğu taşınmaz üzerinde tapulama kanununun uygulanması şöyle olmuştur:
Kanunun öngördüğü ilânlar yapıldıktan, ilgili yerlerden gereken kayıtlar
getirtildikten sonra arazi üzerinde görevliler uygulamaya başlamışlar ve
davacıya ilişkin 16/8/1935 günlü 72 sayılı tapu kaydının içinde olduğu
bilirkişi beyanlariyle saptanan 59 parsel sayılı_arazi, davacı adına tespit
olunarak tutanağı düzenlenmiştir. Düzenlenen tapulama tutanağında şu açıklama
vardır:
"Tahdidi
yapılan bu yer 16/8/1935 tarih ve 72 numaralı tapu kaydı ile Ramazan oğlu Nazif
karısı Fatma ve Nazif oğlu Mustafa Kahraman'ın malları iken 1955 senesinde
Nazif'in ölümü ile karısı Fatma ve oğlu Mustafa Kahraman'ın terk ettiği ve
başka mirasçıları bulunmadığı ve mirasçıların da halen fiili zilyet
bulundukları muhtar ve bilirkişilerin beyanlarından anlaşılmakla kanuni
hisseleri nispetinde adlarına tespit edildi. 1/12/1956" "Bu yer iskân
suretiyle 1149 M2 olarak verilen yerlerden olup bu kere yapılan
kadastro tespitinde 5351 M2 fazla zuhur etmesinden bu miktar da
Hazine itibar edilerek 2149 hissesi kayden malik görülenler adına müsavi olarak
5351 hissesi de Maliye Hazinesi adına tespiti tarafımızdan düzeltilmiştir.
9/4/1957."
Bundan
başka tapulama tutanağında 17/4/1957 gününde birlik ve bölge merkezinde yapılan
30 günlük askı ilânının 17/5/1957 gününde sona erdiği ve ilân süresi içinde
itiraz edilmediğinden tespitin kesinleştiği hususu da yer almış; böylece
anlaşmazlık konusu taşınmaz hisseli olarak davacılarla Hazine adına tapu
kütüğüne tescil edilmiştir.
İtiraz
yoluna başvuran mahkeme, bu davada yukarıda belirtilen nedenlere dayanarak sözü
edilen 766 sayılı Tapulama Kanununun 31 nci maddesi kuralının Anayasaya aykırı
olduğu sonucuna varmış ve işi Anayasa Mahkemesine, getirmiştir.
Konunun
açıklığa kavuşturulması için yurdumuzdaki tapu ve kadastro çalışmalarının
gözden geçirilmesi ve 766 sayılı Kanunun öngördüğü durumun ayrıntılı bir
biçimde incelemeye tabi tutulması, gerekmekte ise de, bu husus Anayasa
Mahkemesinin 8/2/1973 günlü, 1972/52-1973/5 sayılı kararında yeterince
açıklandığı için tekrarlanmasında yarar görülmeyerek konuya girilmiştir:
A -
Sözü edilen Anayasa Mahkemesi kararında açıklanan yasama belgesinin
incelenmesinden de anlaşılacağı üzere çeşitli dönemlerden intikal eden sorun ve
sonucu Medeni Kanun doğrultusunda bir çözüme bağlamak Devletin başta gelen
temel ödevlerinden olmak gerekir. Şurası da hemen belirtilmelidir ki,
yurdumuzun mirasçısı oldupğu ve halen içinde bulunduğu "koşullar, tapu ve
kadastro çalışmalarının kamu düzeni ve kamu yararı fikri ile birlikte
mütâlâasını zorunlu kılmış ve yerinde olarak yasama organlarınca konu bu
biçimde değerlendirilip ele alınmıştır.
İl
ve İlçelerin merkez belediye sınırları dışında kalan taşınmazlardan tapusuz
olanların Kanunun öngördüğü usuller ve esaslar içinde tapulanması ve tapulu
olanların da belli edilen kurallara göre kayıtlarının yenilenmesi yoliyle
kadastro planları düzenlemeye ve tapu sicilleri tesis etmeğe yönelen 766 sayılı
Tapulama Kanununun 1. maddesi ile güdülmüş ereğin kamu düzenini kurmak ve
korumak kamu yararını sağlamak olduğundan kuşku edilemez.
l -
Karnu düzeni düşüncesi, bunu sağlamaya yönelen tedbirlerin sürekli ve kararlı
olmasmı zorunlu kılar. İtiraz konusu kuralı kapsayan 766 sayılı Tapulama Kanunu
ile öngörülen kadastro planlarında ve haksahiplerini doğru olarak saptamak
suretiyle tesis edilen tapu sicillerinde süreklilik ve kararlılık öğelerinin
bulunması şarttır. İnceleme konusu kuralın gerekçesinde "Tapulamaya
müsteniden ihdas edilen siciller aleyhine dava hakkı 5602 sayılı Kanunda bir
müddetle tahdit edilmiş değildir. Bu hal tapulamadan gözetilen gayenin uzun
seneler boyunda elde edilememesi neticesini tevlit eder, istikrara mani olur.
Birçok külfet ve masraflar ihtiyariyle ihdas edilen sicillerin muayyen bir
müddet sonra kesin bir hal alması ve o müddet geçtikten sonra artık bu
sicillerin hiç bir kazai mercide münakaşa konusu olmaması içtimai nizam
bakımından zaruridir." denilerek öngörülen kuralın kamu düzeni bakımından
taşıdığı önem açıkça belirtilmiştir. Gerçekten kadastroya dayanılaıtek
düzenlenen planların ve tapu sicilleriyle belirlenmiş olan hukuki durumun kararlılık
içinde süregelmiş olması, bunların düzenlenmesinden önceki hukuki ve fiili
duruma dayanılarak kullanılacak dava haklarını, hakkın özüne dokunmayacak ve
fakat istikrarı da bozmayacak bir ölçü içinde sınırlandırmak suretiyle
gerçekleşebilir.
Bu
nedenle itiraz konusu Kanun kuralı ilke olarak Anayasa'nın 31. ve 11.
maddelerine uygundur.
2 -
İtiraz konusu kural genel nitelikte nesnel bir esas getirmekte, mülkiyet
haklarını değil, benzerleri mevzuatımızda çoklukla görülen ve hatta Anayasa'nın
114. maddesine "İdarenin işlemlerinden dolayı açılacak davalarda süre
aşımı, yazılı bildirim tarihten başlar." ve 150. maddesinde "Anayasa
Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açma hakkı, iptali istenen kanunun
veva içtüzüğün Resmi Gazete'de yayımlanmasından başlayarak doksan gün sonra
düşer." yolundaki hükümlere benzeyen dava hakkını sınırlayıcı hak düşürücü
bir süreyi öngörmektedir.
Kuralın
herkes için getirilmiş olması, kamu düzeninin kurulması ve korunması ereğine
yönelmiş bulunması bakımlarından da Anayasa'nın 12. ve 2. maddeleine
aykırılığından söz edilemez.
3 -
766 sayıh Tapulama Kanunu, Tapulama işlemlerinin yürütülmesi bakımından hak
sahiplerini haberdar edici ve haklarını kullanmaya elverişli birtakım duyurma
hükümleri taşımaktadır. Bunun yanı başında yine aynı kanun hak sahiplerinin
yararına kolaylık sağlayan kimi hükümler de getirerek hak sahiplerinin doğru
olarak tayinini istemiştir. Söz gelimi kanunun 56. madesi ile, tapulama
işlerinde nesepten ve sebepten usul ve füru ile ikinci dereceye kadar (Bu
derece dahil) nesepten ve sebepten civar hısımlarının, karı ve kocanın vekâlet
yolu ile temsil edilebileceği esası öngörülerek hakların korunması ve hak
sahiplerinin başvurmaların kolaylıkla yapabilmesi ereğini güden birtakım
düzenlemeler getirilmiştir.
Bütün
bunlara rağmen gayrimenkul ile fiilen ilgisini kesmiş bir kimsenin, kamu düzeni
gibi haklı bir nedene dayanarak kanunla makul ölçüler içinde konulan hak
düşürücü süre zarfında hakkını aramak irin başvurmamış olması, o taşınmazla
hukuken ilgisini de kestiğini gösterir. Çünkü zaman aşımı ve hak düşürücü
süreler hukukun eskiden beri bilinen kurallarıdır ve bir çok yasalarda haklı
nedene dayanarak yer almışlardır. Kamu düzeninin gerektirdiği hallerde Yasa
Yapıcının hak düşürücü birtakım süreler koyabileceği esası bilimsel görüşlerce
de benimsenmektedir. Bu nedenlerle tapulamaya dayanılarak tesis olunan
sicillere karşı açılacak davaların hak düşürücü bir süreye bağlanmış olması
hukuk ilke ve kurallarına da aykırı düşmez.
4 -
Tapulama Kanununun düzenlediği idari ve kazai faaliyetler, bu kanunun kapsamına
giren taşınmazlar üzerindeki hakların ve hak sahiplerinin doğru olarak
saptanması, tescili gerekli taşınmazların sicil dışı bırakılmaması suretiyle
kadastro planlarının düzenlenmesi ve tapu sicilleri tesisi ereğini güder.
Böylece Yasa Koyucu mülkiyet haklarının sağlam temellere oturtulmasını istemiş,
ayrıca kadastro planları düzenlenmesine de büyük önem vererek bu iki ilkenin
birlikte gerçekleşmesi yolu ile kamu düzenini kurmaya yönelmiştir. Bunun yanında
hakların güvence altına alınmasını sağlayacak kimi düzenlemeleri de birlikte
getirmiştir. Söz gelimi öteki usul yasalarında olmayan bir biçimde hâkimi
takdir yetkisi ile donatmış ve ona birtakım yükümler yüklemiştir. Kanunun
hâkimin takdir yetkisini düzenleyen 54. maddesinde "Hâkim; tarafların
delillerini topladıktan sonra resen tahkikatı genişletmek; lüzumlu gördüğü
diğer delilleri toplama ve delilleri serbestçe takdir etmek yetkisini haizdir.
Tahkikattan elde edeceği kanaata göre beşinci bölümde yazılı esaslar dairesinde
karar vermek ve gayrimenkulun kimin adına tescil edileceğini belirtmekle
mükelleftir." yolundaki hükümden sonra "taraf olmadığı halde lehine
karar verilen şahıs hakkında mahkemece tesis edilen hüküm tarafları da
bağlar" ilkesine 55. maddede yer verilmiştir.
Bütün
bu açıklamalardan sonra İtiraz konusu kanun kuralının, Anayasa'nın 36.
maddesinde belirtilen mülkiyet hakkını sınırlayacağını öne sürme olanağı
yoktur. Çünkü mülkiyet hakkı tespit ve tescil ile belirgin duruma gelmiştir.
Kanun Koyucu beliren bu durumun belli bir sure geçtikten sonra eski olaylara
dayanılarak tartışma konusu yapılmamasını istemiş ve bunda kamu düzeni
bakımından yarar görmüştür. O halde söz konusu kuralla sınırlandırılan
Anayasa'nın 36. madesindeki mülkiyet hakkı değil, 31. maddesinde yer alan hak
arama hürriyetidir. Gerçekten Tapulama Kanununun hazırlık ve tespit işlemlerine
ilişkin üçüncü ve dördüncü bölüm hükümleri ve bu hükümlerin öngördüğü ilânlar
ve süreler ve kanunun hakların kullanılmasına ilişkin kolaylık sağlayıcı öteki
hükümleri birlikte göz önünde tutulduğunda, dava hakkının tescil tarihinden
başlayarak 10 yıllık hak düşürücü bir süre ile sınırlandırılmış olmasını,
düzenlemenin kamu düzeni fikrine uygun düştüğü kadar tanınan sürenin hakkın
kullanılmasına da elverişli bulunması yönlerinden, Anayasa'ya aykırı görme
olanağı yoktur.
B -
Şurasını da belirtmek gerekir ki, bir hakkın kullanılması olanağını belli bir
süre geçtikten sonra ortadan kaldıran hak düşürücü bir sürenin başlangıcını
kuşku ve yanılmaya yer vermeyecek biçimde hukukça belirli olan bir noktaya
dayatmak zorunluluğu vardır. Tapu sicilleri ise alenidir. Bu ilke, Medeni
Kanunun 928. maddesinde "Tapusicili alenidir. Alâkası olduğunu ispat eden
herkes, kendisince ehemmiyeti olan başlıca sahifelerin evrakı müsbitesiyle
birlikte tapu sicili memurlarından biri huzurunda kendisine irae edilmesini,
yahut bunların birer suretlerinin verilmesini isteyebilir. Kimse, tapu
sicilinde mukayyet olan bir keyfiyetin kendisine meçhul olduğu yolunda bir
iddia dermeyan edemez." biçiminde dile getirilmiştir.
Bu
ilke doğrultusunda itiraz ve dava haklarının, tescil tarihinden itibaren hak
düşürücü bir süre ile sınırlandırılmasında, başka bir deyimle hak düşürücü
sürenin başlangıcının tescil tarihine dayandırılmış olmasında da Anayasa'ya
uymayan bir yön yoktur.
Öte
yandan 766 sayılı Tapulama Kanunu itiraz konusu kuralının önceki Kanun
zamanında belirlenen hukuki durumlara nasıl uygulanacağı üzerinde açık bir
hüküm getirmemiştir. İster özel hukuk isterse kamu hukuku dalında olsun,
kanunlar, kural olarak derhal etkilerini gösterirler. Bu ilkeye ancak zaman
içinde sürüp giden işlem ve ilişkilerde bir özellik tanınabilir ki, bu da
kazanılmış hak kavramının bir sonucu olarak açıklanabilir. Onun içindir ki,
itiraz konusu Kanun kuralının eski olaylar hakkında, işin özelliği de göz
önünde bulundurularak adli kaza organlarınca yorumlanma ve uygulanması
biçimleri, Anayasaya uygunluk denetiminde göz önüne alınacak hususlardan
değildir.. Nitekim bu yön Anayasa Mahkemesinin 18/11/1969 günlü, 1969/3065
"ayılı kararında "Anayasa Mahkemesi, gerek iptal davası gerekse
itiraz yolu ile Anayasaya aykırılığı öne sürülen bir kanun hükmünün anlamını,
kendi hukuk görüş ve anlayışı açısından incelemeli ve o hükmün bu anlam içinde
Anayasaya uygunluğu denetlenmelidir." biçiminde açıklanmıştır.
Abdullah
Üner ve Muhittin Gürün bu gerekçeye katılmamışlardır.
C -
Yukarıdan beri açıklandığı üzere Tapulama Kanununun ereği Medeni Kanunun
öngördüğü biçimde tapu sicillerini meydana getirmektedir. Sicillerdeki hakların
eski olaylara dayanarak süresiz olarak askıda bırakılmasının kamu düzenini ters
yönde etkilediği ve kamu varan açısından zararlı sonuçlar doğurduğu bir
gerçektir. Taşınmazlara ilişkin ayni hakların açıklığa kavuşturulmasında ve bu
hakların herkese karşı korunmasının tek güvencesi olan tapu sicili
müessesesinin kurulmasında kadastronun yeri ve önemi tartışma götürmez bir
biçimde kendini göstermektedir. Bu nedenledir ki kadastro, taşınmazların, fiili
ve hukuki durumlarının eksiksiz olarak belirtilmesinin bir aracı sayılmış,
bunların hukuki ve geometrik durumlarını saptama faaliyeti olarak
nitelendirilmiştir.
Kamu
düzenini korumayı erek edinen ve bu nedenle hak arama hürriyetine sınırlama
getiren bir kanun kuralında, aranan hakkın tapuya kayıtlı olup olmaması
yönünden birtakım ayrımlı sonuçlara varmak, başka deyimle tapuya kayıtlı olan
haklar için hiç bir süre tanınmayarak hak düşürücü süreyi yalnız tapuya tescil
edilmemiş haklara inhisar ettirmek fikri, kamu düzeni ilkesiyle bağdaşmayacağı
gibi hukuk kurallarına da uygun düşmez. Ülkemizde tapu sicilleri yönünden
geçirilen evreler, hukuki değerini yitirmiş tapu kayıtlarının tasfiyesi için
girişilen yasama çalışmaları göz önüne alınınca dava açma hakkının kapsamlı bir
biçimde sınırlandırılmış olmasının gereği kolayca anlaşılır. Öte yandan Medeni Kanunun
633. maddesi, taşınmaz mülkiyetini kazanmayı tapu siciline kayıt koşuluna
bağlamakla birlikte, işgal, miras, istimlâk, cebri icra veya mahkeme ilâmı ile
de taşınmaza mâlik olma ilkesini benimsemiştir. Bundan başka tapulama tespit ve
tescillerine yönelitleri iptal davalanndaki iddiaların tapuya dayanıp
dayanmadığını önceden kestirmeye de olanak yoktur.
Bu
açıklamaların sonucuna göre, 766 sayılı Tapulama Kanununun uygulanmasından önce
taşınmazın tapu sicilinde kayıtlı olup olmaması itiraz konusu Kanun kuralının
uygulanması bakımından bir ayrımı oluşturmamaktadır. O halde Anayasa'ya
uygunluk denetiminde de böyle bir ayrım yapılmasına gerek bulunmadığı ve itiraz
konusu kural bütünü ile Anayasaya uygun bulunduğu için itiraz reddedilmelidir.
Sait
Koçak, Şahap Arıç, Muhittin Gürün ve Lûtfi ömerbaş bu görüşe katılmamış Ziya
Önel kuralın iptali gefektiği oyunda bulunmuştur.
VI -
SONUÇ:
766
sayılı Tapulama Kanununun 31. maddesinin sınırlama kararı uyarınca incelenen
ikinci fıkrasının Anayasaya aykırı olmadığına ve itirazın reddine, Sait Koçak,
Şahap Arıç, Abdullah Üner, Muhittin Gürün ve Lûtfi Ömerbaş'ın gerekçe yönünden
ve Ziya Önel'in kuralın iptali gerektiği yolundaki esastan karşı oylariyle ve
oyçoklu ile 31/5/1973 gününde karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
Avni
Givda
|
Üye
Fazıl
Uluocak
|
Üye
Sait
Koçak
|
Üye
Nuri
Ülgenalp
|
|
|
|
|
Üye
Kemal
Berken
|
Üye
Şahap
Arıç
|
Üye
Ahmet
Akar
|
Üye
Halit
Zarbun
|
|
|
|
|
Üye
Ziya
Önel
|
Üye
Abdullah
Üner
|
Üye
Kâni
Vrana
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
|
|
|
Üye
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
Şevket
Müftügil
|
Üye
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
Kararda
yazılı gerekçeler arasında, (766 sayılı Tapulama Kanununun uygulanmasından önce
gayrimenkulun tapu sicilinde kayıtlı olup olmaması itiraz konusu Kanun
kuralının uygulanması bakımından bir farklılık meydana getirmemektedir. O halde
Anayasa'ya uygunluk denetiminde de böyle bir ayırım yapılmasına gerek
bulunmadığı ve itiraz konusu kuralın bütünü ile Anayasa'ya uygun bulunduğu için
itiraz reddedilmelidir.) gerekçesi de yer almaktadır.
Aşağıdaki
nedenlerle bu gerekçeye katılmıyorum:
Hadisede
itiraz yoluna başvuran Hukuk mahkemesmdeki davanın zilyetlik esasına dayandığı
ve tapulama sırasında dava konusu taşınmaz malın hazine adına tescil edilmiş
olduğu anlaşılmaktadır.
Tapulama
Kanunu ile güdülen amaç tapu kayıtlarında kararlılık ve emniyet sağlamak, bu suretle
tapu sicilinde ammenin itimadını tesis etmektir. Tapulama Kanunundan evvel
mevcut mevzuata göre de tapu kayıtlaro aynı amaçla tesis edilmişti. Kararda
yazılı gerekçelerin tapuda kayıtlı taşınmaz mallara teşmili, yani iptal konusu
kanun hükmünün tapulu taşınmaz mallar hakkında da uygulanmasının Anayasa'ya
uygun olduğu görüşü, Tapulama Kanunundan evvel mevcut bir tapu sicil kaydı ile
temin edilmiş olan kararlılık ve emniyeti ortadan kaldırmaktadır. Bu ise iptal
konusu kanunun amacına aykırı bir sonuçtur. Kendi amacına aykırı sonuç doğuran
bir kanun hükmü ise hukukun umumi esaslarına aykırı olur.
Kararın
gerekçesinde (Tapulama Kanununun uygulanmasından önce gayrimenkulun tapu
sicilinde kayıtlı olup olmaması itiraz konusu kanun kuralının uygulanması
bakımından bir farklılık meydana getirmemektedir.) denilmektedir. Halbuki
taşınmaz malın tapu sicilinde kayıtlı olması ile olmaması halleri, hukuki
nitelikleri itibariyle birbirinin aynı olmadığından, itiraz konusu kanun
kuralının uygulanması bakımından farklılıklar meydana getireceğinde kuşku
olmamak gerekir. Mesâla, tapulama sırasında tapu kayıtlarının getirtilmesi ve
ona göre işlem, yapılması Devletin görevidir. Tapulama sırasında, evvelce
mevcut bir tapu kaydının nazara alınmaması yüzünden, o taşınmaz malın başkası
adına tescili bu suretle mülkiyetin el değiştirmesi tapu sahibinin mülkiyet
hakkını bertaraf eder. Şu halde bir taşınmaz malın tapu sicilinde kayıtlı
olması ile olmaması halleri iptal konusu Kanun Hükmünün uygulanması bakımından
büyük fark meydana getirmekte olduğu ortadadır. Tapulama sırasında tapu
sicilinde kayıtlı bir taşınmaz malın tapu kaydı getirtilip ona göre işlem
yapmadan hazine adına kaydedilmiş olması halinde hazine kusurlu muamelesinin
sonucundan faydalandırılmış olur.. Ve bu taşınmaz mal, herhangi bir mülkiyet
bahşeden sebebe dayanmadan, tapu siciline kaydettirmek suretiyle mülkiyet
hakkını iktisap eden mal sahibinin elinden alınıp hazine adına tescil edilmiş
olur ki böyle bir tescil mülkiyet hakkını ihlal eder. Bu da hukukun umumi
esaslarına aykırılık teşkil eder. İşte bu sebeplerden dolayı mülkiyet hakkının
bu şekilde ihlâlinin düzeltilmesi isteminin, iptal konusu kanun hükmünde yer
alan müddetle takyit edilmesi hukuk prensiplerine uymaz.
Bu
gerekçeler karşısında iptal konusu kanun hükmünün iptali hakkındaki itirazın,
tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz mallar hakkında da reddine karar verilmesi
Anayasa'nın Hukuk Devleti ilkesine aykırı düşmektedir.
Yukarıdan
beri açıklanan hukuki esaslara göre, tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz maları da
içine alacak şekilde şümullü bir gerekçeye dayanılarak itirazın reddi
Anayasa'ya uygun düşmemekte olduğundan karardaki gerekçelerden, tapu sicilinde
kayıtlı taşınmaz mallar hakkındaki kısmının çıkarılmak suretiyle karardaki
diğer gerekçelere dayanılarak itirazın reddine karar verilmesi gerektiği
oyundayım.
KARŞIOY
YAZISI
766
sayılı Tapulama Kanunundan önce yürürlükte olan 5602 sayılı Tapulama Kanunu,
genel mahkemelerde dava açmak için bir süre öngörmemiştir. Sonradan yürürlüğe
giren 766 Sayılı Kanunun 31/2. fıkrası "bu tescillerde belirtilen haklara,
tescilleri tarihinden itibaren on sene geçtikten sonra, tapulamaya takaddüm
eden sebeplere dayanılarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz." hükmü ile,
dava açma yönünden on yıllık bir süre sınırlaması getirmiş ve başlangıcını da
tescil tarihine bağlamıştır.
Taşınmaz
mallara ilişkin hükümlerin kamu yarar ve intizamı ile ilgili olduğu söz
götürmez bir gerçektir. Bu bakımdan dava açmak için belli ve makul bir sürenin
kabulünde açıklamayı gerektirmeyecek yararlar bulunduğu kuşkusuzca
söylenebilir. Ne var ki süre başlangıcının tescil tarihine bağlanması ve 5602
sayılı Kanun zamanına da uygulanır biçimde düzenlenmesi çok hatalı bir tutum
olmuştur. Gerçekten olayımızda taşınmaz mal tapuya 18/5/1957 tarihinde tescil
edilmiş ve dava ise, 12/6/1967 gününde on yılı kısa bir süre geçtikten sonra
açılmıştır. Her ne kadar sürenin 9 yıldan fazlası 5602 sayılı Kanun zamanında
geçmiş ise de, 766 sayılı Kanunun 31/2. fıkrasiyle dava için kabul edilen on
yıllık sürenin başlangıcı tescil tarihine bağlandığından, hak düşürücü süre sebebiyle
dava redde mahkûm olmuş ve on yılı 5602 sayılı Kanun zamanında geçmiş olan
tesciller hakkında da dava yolu kapanmıştır.
5602
sayılı Kanun süresiz dava hakkını verirken daha sonra yürürlüğe giren 766
sayılı Kanuna geçici bir hüküm konulup kısa da olsa bir süre tanınmamış olması
ve 31/2. fıkra geriye işletilmek suretiyle dava hakkının hemen ve bir anda
ortadan kaldırılması, mülkiyet hakkını sadece zedelemekle kalmamış, tümünü
ortadan kaldırır bir sonuca yol açmış ve dolayısiyle hak ve adalet duygularını
inciten, kanunlara karşı güven hislerini sarsan bir durum ortaya koymuştur. Ne
kamu ve nede özel hukuk kurallariyle bağdaştırılamayan ve böylesine sakıncalı
sonuçlara yol açan söz konusu 31/2. fıkra, geriye işletilmesi bakımından
Anayasa'nın genel ve temel ilkeleriyle, konumuzla ilgili ve mülkiyet hakkını
koruyup güvence altına alan 36. maddesi hükmüne apaçık aykırı düşmüştür.
Sonuç:
Yukarıda açıklanan nedenlerle çoğunluk görüşüne katılmıyorum ve maddenin iptali
gerektiği düşünce ve oyundayım.
KARŞIOY
YAZISI
28
Haziran 1966 tarihli ve 766 sayılı Tapulama Kanunundan önce yürürlükte bulunan
5602 sayılı Kanunda dava açma hakkı bir süre ile tahdit edilmemiş olduğu halde
sözü edilen 766 sayılı Kanunun 31. maddesinin 2. fıkrasında "... bu
sicillerde belirtilen haklara tescilleri tarihinden itibaren on sene geçtikten
sonra Tapulamaya tekaddüm eden sebeplere dayanılarak itiraz olunamaz ve dava
açılamaz." denilmek suretiyle dava açmak hakkı hem on senelik süre ile
tahdit edilmiş hem de bu on senelik sürenin başlangıcı (766 sayılı Kanunun
yürürlüğe girdiği 28 Haziran 1966 tarihi değil) daha öncelere teşmil
edilerek taşınmaz malın tapuya tescil edildiği tarih esas tutulmuştur. Kararın
gerekçesindeki (... itiraz ve dava haklarının tescil tarihinden itibaren hak
düşürücü bir süre ile sınırlandırılmasında başka bir deyimle hak düşürücü
sürenin başlangıcının tescil tarihine dayandırılmış olmasında Anayasa'ya
uymayan bir cihet yoktur.) ibaresi ile de bu on senelik hak düşürücü sürenin
766 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki zamanlara diğer deyimle eski
olaylara teşmil edilmesinde Anayasa'ya aykırılık bulunmadığı açıkça ifade
edilmiştir. Nitekim Anayasa'ya aykırılık itirazına konu teşkil eden ve Kartal
Birinci Asliye Hukuk Mahkemesine açılan tapu iptali davasında; taşınmaz mal
tapuya 18/5/1957 tarihinde tescil edilmiş ve iptal davası ise 12/6/1967
tarihinde açılmıştır. Şu duruma göre dava hakkım düşüren 10 senelik sürenin 9
senesinden fazlası dava açma hakkı için bir süre kabul etmeyen eski 5602 sayılı
Kanun zamanında geçmiş bir seneden az bir süresi ise 766 sayılı Kanunun
yürürlüğe girmesinden sonra işlemiştir. Bu tarihler kurulda görüşülüp
tartışılarak eski Kanun zamanında işlemiş olan sürelerin de yeni Kanunun 31.
maddesinin 2. fıkrasında yazılı olan 10 senelik sürede hesaba katılacağı görüşü
hakim olup bu fıkra hükmünde Anayasa'ya aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmış
ve o yolda karar verilmiştir. Durum böyle olduğu halde kararın gerekçesindeki;
(diğer taraftan 766 sayılı Tapulama Kanununun itiraz konusu Kanun kuralının
önceki Kanun zamanında belirlenen hukuki durumlara ne şekilde uygulanacağı
bakında açık bir hüküm getirmemiştir. İster özel hukuk, isterse kamu hukuku
dalında olsun kanunlar kural olarak derhal etkilerini husule getirirler. Bu
ilkeye ancak zaman içinde devam eden işlem ve ilişkiler de bir özellik
tanınabilir ki bu husus kazanılmış hak kavramının bir sonucu olarak ifade
edilebilir. Bundan dolayıdır ki itiraz konusu edilen Kanun kuralının eski
olaylar hakkında, işin özelliği de gözönüne alınarak adli kaza organlarınca
yorumlanışı ve uygulama biçimleri Anayasa'ya uygunluk denetiminde gözönünde
alınacak hususlardan değildir." sözlerine yer verildiği görülmüştür.
Gerekçeler arasında yer alan bu sözlerin yukarıda açıklanan hususlara ve
varılan kararın özüne uygun düşmediği ve ait olduğu kanısında olduğundan bu
ibarelerin gerekçeden çıkarılması gerektiği düşüncesindeyim.
KARŞIOY
YAZISI
766
sayılı Tapulama Kanununun 31. maddesi hakkında Kartal Asliye l. Hukuk
Mahkemesince yapılan ve bu dosyaya konu olan Anayasa'ya aykırılık itirazı, bir
taşınmazın Hazine adına yapılmış tescilinin iptali için açılmış bir dava ile
ilgili bulunmaktadır.
Dosyadaki
1/12/1956 günlü tapulama tutanağına nazaran, söz konusu taşınmazın, iskân yolu
ile 1935 yılında yapılmış bir tahsis üzerine verilmiş bir tapu senedinin içinde
bulunduğu beyaniyle ilk önce ilgililer adına tespitinin yapıldığı anlaşılmakta
sonradan 9/4/1957 günlü düzeltme ile de, bu yerin iskân suretiyle 1149 m olarak
verilen yerlerden olup bu kere yapılan kadastro tespitinde 5351 m2 fazla
zuhur etmesinden hisseleri ölçüsünde kişilerle Hazine adına tespitin
düzeltildiği görülmekte, ilgililerin vekili tarafından verilen dava
dilekçesinde ise bu yerin 43 senedir nizasız ve fasılası davacılar tarafından
kullanılagelmekte olduğu öne sürülmektedr.
Şu
duruma göre, Hazine adına yapılmış bir tescile karşı kartal Asliye Hukuk
Mahkemesinde açılan bu davanın, tapu senedine bağlı mülkiyet hakkına değil,
zilyetlik ilişkisine dayandığı anlaşılmakta ve bu niteliği bakımından, 8/2/1973
günlü ve 1972/52 - 1973/5 sayılı Anayasa Mahkemesi kararında incelenmiş olan
davanın tıpkısı bulunmaktadır.
Bu
konuya ilişkin düşüncelerim sözü geçen karara ait karşıoy yazımda yeterince
açıklanmış olduğundan burada tekrarı gereksiz görülmektedir.
Yukarıdaki
kararın (1973/13 - 1973/23) gerekçesine de 1972/52 - 1973/5 sayılı kararda
belirttiğim nedenlerle katılmıyorum.
Sayın
Muhittin Gürün'ün karşıoyuna katılıyoruz.
|
|
Üye
Sait
Koçak
|
Üye
Lütfi
Ömerbaş
|