ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 1972/20
Karar Sayısı : 1972/55
Karar Günü : 17.10.1972
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN MAHKEME: Danıştay
Dava Daireleri Kurulu.
İTİRAZIN KONUSU: 21.2.1967 günlü, 832
sayılı Sayıştay Kanununun 1. maddesinin, aynı Kanunun 8. bölümünde yer alan
yargılama usulüne ilişkin hükümlerin, 45. maddesinin son fıkrası hükmü ile
geçici 1. maddesi hükmünün, Anayasanın 4., 7., 8., 11., 31., 32., 114., 132.,
133., 134., 140. maddelerindeki ilkelere aykırı bulunduğu öne sürülerek bu
konuda karar verilmesi isteminden ibarettir.
I. OLAY:
Bir belediye saymanlığının idare hesabının Sayıştayca incelenmesi
sonunda verilen ve bir harcamanın kanunsuz yapıldığı nedeniyle sorumlu sayman
ile tahakkuk memuruna ortaklaşa ödettirilmesine ilişkin bulunan ilâmın iptali
istemi ile masraf tahakkuk memurunca Sayıştay Başkanlığı aleyhine Danıştayda
açılmış bulunan davanın Danıştay Dava Daireleri Kurulunca incelenmesi sırasında
832 sayılı Sayıştay Kanunun 1. maddesinin, aynı Kanunun 8. bölümünde yer alan
yargılama usulüne ilişkin hükümlerin, 45. maddesinin son fıkrası hükmü ile
geçici 1. maddesinin Anayasaya aykırı olduğu kanısına varılarak Anayasanın 151.
ve 44 sayılı Anayasa Mahkemesi Kuruluşu ve Yargılama Usulleri hakkındaki
Kanunun 27. maddeleri gereğince Anayasaya aykırılık konusunda karar verilmek
üzere dava dosyası örneğinin Anayasa Mahkemesine gönderilmesine ve sonuç
alınıncaya değin davanın geri bırakılmasına karar verilmiştir.
II. DANIŞTAY DAVA DAİRELERİ KURULUNUN GEREKÇESİ:
(2.7.1971 günlü Kurul kararının konunun esasına ilişkin bölümü
aynen alınmıştır.)
“Sayıştay Kanununun Anayasal hükümleri karşısında tereddüt yaratan
maddeleri: Özellikle 8. bölümünün yargılamaya ilişkin hükümleriyle 45, bir ve
geçici birinci maddeleri hükümleridir.
Bu hususlar;
1- Anayasanın 127. maddesiyle Sayıştay’a verilmiş olan
“sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak” yetkisinin sorumlular
hakkında sübjektif kararlar alma yetkisini de kapsamadığı, “zararın isbatı” ile
“zarardan mesuliyetin” ayrı ayrı şeyler olduğu, oysa Sayıştay Kanununun 45.
maddesinin son fıkrası hükmünün “mesuliyetten kurtulma” imkânını ortadan
kaldırdığı,
Böylece, Anayasanın hak arama özgürlüğünü düzenleyen 31., kanun
önünde eşitliği öngören 12. ve tabiî yargıç önüne çıkma garantisini veren 32.
maddeleri aykırı bulunduğu,
2- Anayasanın 127. maddesinin Temsilciler Meclisinde müzakeresi
sırasında, Sayıştay’ın bir yargı mercii olduğu, bu bakımdan Anayasanın yargı
kısmında yer alması ve mensuplarına hâkimlik teminatı tanınması yolundaki
önerilere rağmen maddenin bu günkü haliyle kabul edilmiş olması karşısında,
Sayıştay Kanununun birinci maddesinin Anayasanın 127. maddesini aynen tekrar
eden “yargı yoluyla” ibaresinin eklenmesi suretiyle Sayıştay’ın yargı yetkisi
ile donatılmasının, Anayasanın 4. maddesindeki “hiçbir kimse veya organ
kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz” hükmüne aykırı
bulunduğu, Anayasanın 7. maddesinin “yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce ve
Türk Milleti adına kullanılacağı” yolundaki açık emrine aykırı düşeceği,
3- Sayıştay Kanununun bu mercii yargılama yetkisiyle donatıp,
ilâmlarına karşı Danıştay’a başvurma yolunu kapsayan hükümlerinin, aynı zamanda
tabiî yargı yolunu düzenleyen Anayasanın 32. maddesine aykırı olarak, artık
ülkemizde ve tüm hukuk devleti ilkelerini benimsemiş ülkelerde yerleşmiş ve
kesinleşmiş tabiî yargılama sistemini de bertaraf ettiği; bu ilkelerin,
tarafsız mahkeme hâkiminin ihtilâfa kendiliğinden el koymaması, savunma hakkı,
duruşmaların aleniyeti, görev ve hüküm uyuşmazlıklarının uyuşmazlık mahkemeleri
tarafından giderilmesi, mahkemelerin Anayasaya, kanuna, hukuka ve vicdanî
kanaatlara göre hüküm vermesi şeklinde sayılabileceği, oysa Sayıştay Kanununun
düzenlediği yargılama usulünün bu ilkelerin uygulanmasına mani olduğu, kısaca Anayasa
ile Sayıştay’a yargılama yetkisi, hele son derece görevli bir yargı yeri
hüviyeti tanınmadığı halde Sayıştay Kanununun anılan hükümleriyle Sayıştay’ın
son derece görevli bir yargı yeri, bir yüksek mahkeme haline getirildiği,
bununsa Anayasa hükümleri karşısında mümkün olmadığı şeklinde özetlenebilir.
Anayasaya aykırılık konusunun tartışılmasına geçmeden önce,
Sayıştay hakkında Anayasanın sevkettiği hükümlerle, konu ile ilgili 832 sayılı
Sayıştay Kanununun hükümlerini ve Anayasamızın yargı erkine ilişkin hükümlerini
ayrı ayrı ele almak gerekecektir. Zira daha önce gerek Danıştay Genel Kurulunun
kararına dayanılarak Danıştay 1 inci Başkanı tarafından Anayasa Mahkemesi
nezdinde açılan dava dilekçesinde, gerekse Danıştay Dava Daireleri Kurulunun
bir dava dolayısiyle verdiği dosyanın Anayasa Mahkemesince tevdii yolundaki
kararında da ifade olunduğu üzere; sorun; Anayasanın 127. maddesinin,
Sayıştay’ı adlî, idarî, askerî yargı sistemi yanında dördüncü ve görev kapsamı
içinde son derece yetkili bir yargı yeri olarak düzenleyip düzenlemediğinin
saptanmasıdır.
Anayasanın:
4. maddesinin son fıkrası; Hiçbir kimse veya organ, kaynağını
Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.
7. maddesi; Yargı yetkisi Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce
kullanılır.
8. maddesi; Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz. Anayasa hükümleri
yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri bağlayan
temel hukuk kurallarıdır.
11. maddesi; Temel hak ve hürriyetler, Anayasanın sözüne ve ruhuna
uygun olarak ancak kanunla sınırlanabilir.
Kanun, kamu yararı, genel ahlâk, kamu düzeni, sosyal adalet ve
millî güvenlik gibi sebeplerle de olsa, bir hakkın ve hürriyetin özüne
dokunamaz.
31. maddesi; Herkes, meşru bütün vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma
hakkında sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan
kaçınamaz.
32. maddesi; Hiç kimse, tabiî hâkiminden başka bir merci önüne
çıkarılamaz. Bir kimseyi tabiî hâkiminden başka merci önüne çıkarma sonucunu
doğuran yargı yetkisine sahip olağan üstü merciler kurulamaz.
114. maddesinin ilk fıkrası; İdarenin hiçbir eylem ve işlemi
hiçbir halde, yargı mercilerinin denetimi dışında bırakılamaz.
132. maddesi; Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya,
kanuna, hukuka ve vicdanî kanaatlara göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci ve kişi yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge
gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.
133. maddesinin ilk fıkrası; Hâkimler azlonumaz, kendileri
istemedikçe, Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir
mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylıklarından yoksun
kılınamaz.
134. maddesinin ikinci fıkrası; Hâkimler altmışbeş yaşını
bitirinceye kadar hizmet görürler.
140. maddesinin ilk fıkrası; Danıştay kanunların başka idarî yargı
mercilerine bırakmadığı konularda ilk derece ve genel olarak üst derece idare
mahkemesidir.
127. maddesi; Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün
gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek
ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen
inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir.
Sayıştay’ın kuruluşu, işleyişi, denetim usulleri, mensuplarının
nitelikleri, atanmaları, ödev ve yetkileri, hakları ve yükümleri ve diğer özlük
işleri, Başkan ve üyelerinin teminatı kanunla düzenlenir.
Hükümlerini taşımaktadır.
Sayıştay Kanununa gelince:
832 sayılı Sayıştay Kanununun 1. maddesi; “Sayıştay genel ve katma
bütçeli dairelerin gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini yargılama yoluyla
kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama
işlerini yapmakla görevlidir.” hükmünü koymuş.
2. maddesinde; Sayıştay kuruluşuna dahil yargı ve karar organları
şunlardır.
a) Daireler
b) Daireler Kurulu
c) Temyiz Kurulu
d) Genel Kurul
e) ……………….
f) ………………..
ifadesi yazılmış.
Madde 14 te; Bir Başkan ve dört üyeden kurulu daireler birer hesap
mahkemesidir. Bir Başkan ve iki üyeden kurulu daire heyeti hükme yetkilidir,
denilmiş,
Madde 28 de; Görevleri sayılırken C bendinde; Genel ve Katma
Bütçeli dairelerin kanunlarla Sayıştay denetimine tabi tutulan diğer kurumların
bütün gelir gider ve mallariyle nakit, tahvil, senet gibi kıymetlerin (emanet
niteliğinde olanlar dahil) alınıp verilmesi saklama ve kullanılmasını denetler.
Sorumluların hesap ve işlemlerini yargılayarak kesin hükme bağlar. denilmiştir.
Madde 38 de; Sayıştay denetimine giren idare ve kurumların:
a- Gelir, gider ve mal işlemlerini, bu işlemlere ait sayman
hesaplarını bütün kayıt ve belgeleriyle birlikte incelemek ve neticede bütün
işlem ve hesapları yargılama yolu ile.
b- ……………………..
c- ……………………..
denetler.
………………….. denildikten sonra,
Madde 45 de; Sorumlularca, gelir, gider mal ve kıymetlerden
mevzuata uygun olarak tahakkuk ettirilmediği, alınmadığı, harcanmadığı,
verilmediği, sağlanmadığı veya idare edilmediği Sayıştay’ca kesin hükme
bağlananları, sorumlular keyfiyetin idarece kendilerine bildirilmesinden
başlayarak üç ay içinde Hazineye ödemekle zorunludurlar.
Sayıştay’ca verilen kesin hükümler sorumlulara ve ayrıca gerekli
kovuşturma yapılmak üzere Maliye Bakanlığına 63. madde uyarınca tebliğ edilir.
Nihayet yargılama başlığını taşıyan 8. bölümde; Madde 56
(dahil)dan Madde 80’e (sekseninci madde dahil) kadar olan hükümlerde
Sayıştay’ın yargılama görevini nasıl yerine getireceği belirtilmiş bulunmaktadır.
Konunun çözüme bağlanmasında, gerek Anayasanın gerek Sayıştay
Kanununun yukarıda anılan hükümlerinin göz önünde bulundurulmasındaki
zorunluluk açıktır.
Daha önce de değinildiği gibi, Sayıştay Kanununun 1. maddesinde
yer alan “Sorumluların hesap ve işlemlerini yargılama yoluyla kesin hükme
bağlamak” ibaresi; 2. maddede Sayıştay kuruluşuna dahil yargı organlarından
bahsedilmiş olması, 14. maddede yer alan bir başkan ve iki üyeden kurulu daire
heyeti hükme yetkilidir.” ifadesi, 38. maddedeki Sayıştay denetimine giren
daire ve kurumların, gelir, gider ve mal işlemlerini, bu işlemlere ait sayman
hesaplarını bütün kayıt ve belgeleriyle birlikte incelemek ve neticede bütün bu
işlem ve hesapları yargılama yolu ile denetlemek şeklindeki hüküm ve 45.
maddenin son fıkrasında yer alan “Sayıştay’ca verilen ilâmlar aleyhine
Danıştay’a başvurulamaz” hükmüyle, birlikte nazara alındığında:
832 sayılı Kanunun Sayıştay’ı tam ve kâmil bir şekilde yargı
yetkisiyle donattığı ve onu yalnızca yargılama usulleri uygulayabilen bir merci
değil ve fakat bir üst derece mahkeme niteliğine kavuşturduğu açıkça
anlaşılmaktadır.
832 sayılı Kanuna göre Sayıştay’ın hüviyetini konumuz bakımından
böylece ortaya koyduktan sonra, Anayasa hükümleri karşısında, 832 sayılı
Kanunla Sayıştaya böyle bir hüviyet tanınmasının mümkün olup olmadığının
incelenmesine geçilecektir.
Böyle bir inceleme, başlangıçta, Anayasamız hükümleri karşısında
yargı yetkisi kullanacak organların niteliklerini ortaya koymaya, sonra da
Anayasanın 127. maddesi hükümlerinin Sayıştay’ı yargı yetkisi de kullanabilecek
bir merci halinde düzenleyip düzenlemediğini araştırmaya götürecektir.
Yargı yetkisinin yasama ve yürütme gibi, aslî bir Devlet yetkisi
olduğu, şüphesizdir. Anayasamız hiçbir kişi ve organın kaynağını Anayasadan
almayan bir Devlet yetkisini kullanamıyacağı ilkesini koyduktan sonra, yargı
yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağını emretmiş,
mahkemelerde yargı yetkisini kullanacak personel için özel teminat hükümleri
öngörmüş, bünyesi içinde adlî, idarî ve askerî yargı sistemi olarak üçlü bir
yargı sistemi öngördükten sonra bunlar arasında ortaya çıkacak görev ve hüküm
uyuşmazlıklarını çözümleyecek bir Uyuşmazlık Mahkemesine de vücut vermiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yargı sahası içinde doğacak
ihtilâfın niteliklerine göre ilk ve son derece alarak ancak bu üçlü sistem
içinde yer alan yargı mercilerinden birinde çözümlenmesi zorunluluğu da gene
Anayasamızın 32. maddesinde yerini alan “tabiî hâkim” ilkesi icabıdır.
Öyleyse Anayasamıza göre yargı mercileri, Anayasa ile yargılama
yetkisini üstlenmiş, Türk Milleti adına karar veren, yargısal faaliyeti
sırasında, doğrudan doğruya ya da dolaylı şekilde hiçbir organ, makam, merci ve
kişiden emir, talimat almayan, mensupları Anayasanın 133. ve 134. maddelerinde
sayılan anayasal teminatları haiz ve görevlerinde bağımsız ancak Anayasaya,
kanuna, hukuka ve vicdanî kanaatlarına göre hüküm veren mercilerdir.
Anayasanın nitelendirdiği şekilde yargı mercileri dışında bir
mercie yargılama yetkisi veren kanunların Anayasanın 8. maddesi ile konulan
ilkeye aykırı ve binnetice de Anayasaya aykırı olacağı tabiîdir.
Anayasanın dava ve savunma hakkını düzenleyen 31. maddesinde
belirlenen “yargı merci”lerinin yukarıda açıklanan nitelikte bir merci olduğu
da aşikârdır.
Nihayet adlî, idarî ve askerî yargı mercilerinin anlaşmazlıkları
çözümler ve yargılama fonksiyonlarını yerine getirirlerken, bünyesel bazı
farklılıklara rağmen, artık ülkemizde ve başka ülkelerde klâsikleşmiş bazı
temel nitelikte müşterek ilkelere uydukları ve yargılama faaliyetlerinin;
ihtilâfın mahkeme dışında doğması yani hâkimin kendiliğinden davaya el
koymaması, tarafların karşılıklı olarak yargıç önünde iddia ve savunmalarını
yapabilmeleri, duruşmaların genel ahlâkın ve kamu güvenliğinin kesin olarak
gerekli kıldığı haller dışında herkese açık olarak yapılması, hâkimlerin
Anayasaya, kanuna, hukuka ve vicdanî kanaatlarına göre hüküm vermeleri şeklinde
herkesçe kabul edilmiş, yargılama faaliyetine bu hüviyeti veren ilkeler
çerçevesinde cereyan ettiği bilinen şeydir.
Bu ilkeler, kişiler bakımından bir garanti olarak dava ve savunma
haklarına anlamını veren ilkelerdir. Oysa Sayıştay Kanununun kendi içinde düzenlediği
yargılama usulleri, bu ilkelerin hiç biriyle telif edilecek nitelikte değildir.
Böyle bir düzenleme Anayasanın 31. maddesinde yer alan dava ve savunma hakkını
açıkça zedelemekte ve bu nedenle de Anayasaya aykırı bulunmaktadır.
Bütün bu açıklamalardan sonra Anayasanın 127. maddesi hükümlerinin
Sayıştay’a yargılama yetkisini, hele bir üst ve son dereceli yargı mercii ve
yetkisini verip vermediği hususunun incelenmesine geçildiğinde;
Anayasa’nın 127. maddesinde; Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin
gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek
ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen
inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir, hükmü yer
almıştır. Madde Sayıştay’ın anılan görevlerini yerine getirirken Türkiye Büyük
Millet Meclisi adına hareket edeceğini açıkça belirtmiş bulunmaktadır.
“Türkiye Büyük Millet Meclisi adına” ibaresinin maddedeki yeri,
Sayıştay’ın ancak maddede sayılan dairelerin bütün gelir ve giderleri ile
mallarını denetlemek fonksiyonunu ise T.B.M.M. adına yapacağı “kesin hükme
bağlama” fonksiyonunu ise Anayasa ile doğrudan doğruya verilmiş bir görev
olarak yerine getireceği şeklindeki bir anlayışa yer verecek durumda değildir.
Sorumluluğu ortaya koyma hususunun, denetlemenin amacı olması ve denetim
faaliyetinin sonucunu teşkil etmesi hususu ise, (ve) edatının gramer bakımından
ayırıcı değil birleştirici bir fonksiyonu haiz olması karşısında, Türkiye Büyük
Millet Meclisi adına ibaresinin sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme
bağlama faaliyetine de sari olduğunu kabul zorunludur.
Bu durumda, Sayıştay’a yargı yetkisini tanımak, yargı yetkisinin
bağımsız mahkemelerce Türk Milleti adına kullanılacağı hükmünü koymuş bulunan
Anayasanın 7. maddesi hükmüne aykırı olur.
Bir an için Anayasanın Danıştay, Yargıtay, Askerî Yargıtay ve
Uyuşmazlık Mahkemesini düzenleyen hükümlerinde de bunların Türk Milleti adına
hüküm vereceklerinin yazılı olmadığı ileri sürülerek, Sayıştay için de böyle
açık bir hüküm aramağa yer olmadığı ileri sürülebilirse de; bunların mahkeme
nitelikleri açık seçik olarak belirtilmiş bulunduğundan, Anayasanın 7.
maddesinde yer almış bulunan “Türk Milleti adına” ifadesinin Danıştay,
Yargıtay, Askerî Yargıtay ve Uyuşmazlık Mahkemesini düzenleyen hükümlerde yer
alması esasen gereksiz ve tekrar niteliğinde olacağından, böyle bir iddiaya
itibar mümkün değildir. Tam aksine 127. maddede Sayıştay’ın; Yargıtay, Danıştay
ve Askerî Yargıtay’dan farklı olarak T.B.M.M. adına hüküm vereceği
açıklanmıştır.
Anayasanın 127. maddesinin ikinci fıkrası “Sayıştay’ın kuruluşu,
işleyişi, denetim usulleri, mensuplarının nitelikleri, atanmaları, ödev ve
yetkileri, hakları ve yükümleri ve diğer özlük işleri, Başkan ve üyelerinin
teminatı kanunla düzenlenir.” hükmünü taşımaktadır.
Görülüyor ki Sayıştay yalnızca T.B.M.M. adına görev ifa eden bir
kuruluş olmayıp; mensuplarının teminatı da Anayasa ile düzenlenmemiş, kanunlara
bırakılmış bir kuruluştur. Oysa Anayasamızın 7. maddesiyle yargı yetkisinin
Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı hükme bağlanmakla
yetinilmemiş, bu bağımsızlığı sağlayacak hususlarda, bizzat Anayasa ile 132.,
133. ve 134. maddelerinde yer alan görevsel ve kişisel teminatlar sevkedilmek
suretiyle gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
Bizzat Anayasada, hâkimlerin görevlerinde bağımsız oldukları,
hiçbir organ, makam, merci ve kişinin mahkemelere ve hâkimlere yargı yetkisinin
kullanılması sırasında; emir ve talimat veremiyecekleri, genelge
gönderemeyecekleri, tavsiye ve telkinde bulunamıyacakları, hâkimlerin kendileri
istemedikçe Anayasada gösterilen 65 yaşından önce emekliye ayrılamıyacakları ve
nihayet bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa
aylıklarından yoksun kılınamayacakları şeklinde yer alan hükümler karşısında,
Sayıştay’ı düzenleyen 127. maddede Sayıştay mensupları bakımından sevkedilmiş
hükümlerin, teminat değeri konusunda ikinciler aleyhine görünen fark izaha
muhtaç olmayacak derecede açıktır. Diğer bir deyişle, hâkimler anayasal bir
teminatı haiz iken, Sayıştay mensuplarının teminatı yasal bir teminat olarak
birbirinden farklıdır.
Görülüyor ki Danıştay’a bir yargı yetkisinin tanınması; Anayasanın
7, 132, 133 ve 134 ncü maddeleri hükümlerine rağmen, yargı yetkisinin
Anayasanın öngördüğü hâkimlik teminatından yoksun kişilerce kullanılmasına
cevaz vermek gibi Anayasanın öngörmediği ve tasvip etmediği bir sonuca müncer
olacaktır.
Daha önce de değinildiği üzere, yargı yetkisi aslî bir Devlet
yetkisidir, Anayasa bu yetkiyi kullanacak organların niteliklerini açık seçik
belirttiği gibi hangi organlarca kullanılacağını da açıkça göstermiştir.
Anayasanın Yargıtay’a ilişkin 130., Danıştay’a ilişkin 140. ve
Askerî Yargıtay’a ilişkin 141. maddelerinde, bu yüksek mahkemelerin “davaya
bakma” görev ve yetkileri sırasıyla “…….. belli davalara da ……… bakar”, “…………….
davaları görmek ve çözümlemek”, “………. belli davalara bakar” ibaresiyle
açıklıkla gösterildiği halde Sayıştay’la ilgili 127. maddede buna
rastlanamamaktadır. Yargı yetki ve görevini haiz tartışmasız kabul edilmesi
zorunlu bulunan bu üç yüksek mahkeme için bu derecede açık hüküm taşıyan
Anayasanın Sayıştay için bunu gereksiz bulmasının tek nedeni ona yargı yetkisi
vermemiş olmasıdır.
Gerçekten Anayasayla Sayıştay’a verilen görev yargı görevi
olmadığından yargı yetkisiyle teçhizi de gerekmektedir. “Sorumluların hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlamak” şeklinde ifade edilen görev “davaya bakmak”
veya “uyuşmazlık çözmek” değildir. Çünkü Sayıştay’ın denetleme görevini yaptığı
ana kadar ortada bir uyuşmazlık yoktur. Uyuşmazlığı Sayıştay’ın denetimi yani
bizzat Sayıştay çıkarmaktadır. Bu uyuşmazlık dava yoluyla çözümlenecekse, bu
çözümü davanın bir tarafını teşkil eden Sayıştay’ın yapmasının mümkün
olmayacağı açık seçik ortadadır.
Ayrıca üç yüksek mahkemeyle ilgili olarak kanunların bırakılan
hususlar arasında açıkça “yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği” ifade
olunarak, yargısal fonksiyonları tekrar ve teyit edilmiş bulunmaktadır. Oysa
Sayıştay’ı düzenleyen 127. maddede yukarıda açıklanan şekilde herhangi bir
hüküm bulunmadığı gibi, bu kuruluş bakımından kanunların bırakılan hususlar
arasında “yargılama usulleri” gibi diğer bütün yargı mercilerini düzenleyen
hükümlerde yer almış bir ibareye rastlanamamaktadır. 127. maddenin metninde
böyle bir ibarenin bulunmayışını, bu ibarenin diğer yargı mercilerini
düzenleyen hükümlerde ısrarla kullanılmış olması vakıası karşısında,
kullanılması gereksiz, ya da ihmali caiz bir ibare olarak nazara almaya imkân
yoktur. Bu noksanlık, Sayıştay’a yargı yetkisinin tanınmadığının bir
ifadesidir.
Nihayet Sayıştay’ın Anayasamızın, yargı bölümünde yer almış bir
kuruluş olmaması da, onun Anayasa ile yargı yetkisini kullanacak bir kuruluş
olarak düzenlenmediğini gösterir bir husustur. Her ne kadar Anayasa ile
getirilen kuruluşların, Anayasada yer aldıkları bölüm ve kısımlar, bu
kuruluşların niteliğini tâyinde gerçek ve tek ölçü olarak ele alınamazlarsa da
127. maddenin Temsilciler Meclisinde müzakeresi sırasında geçirdiği safahat
gözönüne alındığı ve bu kuruluşun yargılama fonksiyonu yaptığından bahisle,
mensuplarına hâkim teminatı tanınması ve yerinin yargı bölümüne nakledilmesi
yolundaki tekliflerin tasvip edilmemiş olduğunu da hatırlandığı takdirde,
Sayıştay’ın Anayasadaki bu günkü yerinin özel bir önem kazandığı ve Anayasa
koyucunun Sayıştay’a yargı yetkisini tanımak istemediğinin bir ayrı işaret
olduğu anlaşılır.
Bütün bu açıklamalar Sayıştay’ın yargı yetkisini haiz olmadığını
ortaya koymakla beraber, konunun iyice aydınlığa kavuşturulması için,
Anayasanın 127. maddesinde yer alan ………… sorumluların hesap ve işlemlerini
kesin hükme bağlamak ……….. cümlesindeki –kesin hükme bağlamak- ibaresinin de
anlam ve muhtevasının tahlili gerekir. Çünkü Sayıştay’ın yargılama yetkisini de
haiz bir kuruluş olduğu yolundaki görüşler 127. maddedeki bu –kesin hükme
bağlamak” ibaresine dayanmaktadır.
-Hükme bağlamak- teriminin yargılama işlemi sonucunda varılan
kararın resmî şekilde beyanı anlamına geldiği, bu terimin yargı faaliyetini
kendiliğinden içerdiği iddiasına dayanan bir görüş, üzerinde hiç tartışılmayacak
kesinlik ve açıklıkla, hiç olmazsa hukukçular arasında müşterek bir kanaatin
sonucu olsa idi, böyle bir görüşe itibaren mümkün olabilirdi. Oysa bir yargı
merciinin artık bir makam ve merci tarafından değiştirilemez hale gelmiş ve her
merci, makam ve kişi tarafından uyulması zorunluluğu bulunan, yargısal
kararının niteliğini ifade eden “muhkem kaziye” teriminin yerine de zaman zaman
kullanılmakta olmasına rağmen “kesin hüküm” ve “kesin hükme bağlamak” terimleri
henüz dilimizde mefhumlaşmış kelime ve deyimler halini almamışlardır. O kadar
ki, hüküm kelimesi bile bizatihi yargısal bir sonuç ifade etmeyen anlamlarda
kullanılmaktadır. “Anayasanın şu maddesinin, filân konunun filân maddesinin şu
ya da şu yoldaki hükümleri” şeklinde halen ve sık sık dilimizde kullanılan,
ifade şekilleriyle “hüküm” kelimesinin yargısal bir faaliyetle ilgili
olmaksızın da kullanıldığı ortada iken, kendisi bizatihi yargısallığı içermeyen
kelimenin başına bir “kesin” ifadesinin gelmesiyle yargısal bir nitelik
kazandığını kabul mümkün değildir. Hüküm kelimesi kullanım yerine ve ilişkili
olduğu faaliyet türüne göre bazan yargısal bir kararı, bazan yasal bir tesbiti,
bazan da halk dilinde çok kullanıldığı üzere herhangi bir otoritenin emrini
ifade eden bir kelimedir. Eğer Sayıştay’ın yargı yetkisi kullanması konusunda
herhangi bir tereddüt olmasaydı o zaman 127. maddedeki “kesin hükme bağlar”
terimine yargısal bir faaliyet sonucu varılan karar, “muhkem kaziye” terimiyle
eş anlamlı bir terim demek mümkün olurdu. Diğer bir deyişle, bu ibare
Sayıştay’a nitelik kazandırmaz, belki Sayıştay’ın niteliği bu terime anlam
kazandırır.
Görülüyor ki, “kesin hükme bağlama” deyimi bizzat kendisi
açıklanmaya muhtaç bir terim olmakla, Sayıştay’ın niteliğinin tâyininde mutlak
bir yeri olarak ele almak durumunda değildir.
Bu sonuca varıldığında ise, Sayıştay’ın yargı yetkisini haiz bir
kuruluş olup olmadığının ancak, Anayasada yargı erki konusunda yer alan
hükümler, Anayasanın düzenlediği yargı mercilerinin; gerek müessese olarak
gerekse mensupları bakımından haiz oldukları teminat hükümlerinin, incelenmesi
ile saptanabileceği açıktır. Bu konuda yukarıda yapılan açıklamalar ise
Sayıştay’a bu yetkinin tanınmamış olduğunu gösterecek niteliktedir.
Öte yandan, Anayasalar Devletin yapısını çok geniş bir perspektif
içinde düzenleyen vesikalardır. Bütün değişebilirliklerine rağmen, toplumsal
yapının dinanizmine ve sorumluluklarının cevap verebilecek yorumlamalar mümkün
olduğu sürece değiştirilmemeleri gereken, değiştirilmeyen yasalardır. Onları bu
dinamizme ve toplumsal şuurun direktiflerine adapte ederek dinamik ve günün
gereklerine uygun bir yorum sistemi içinde yorumlanmaları gerekmektedir.
Anayasalarca sevkedilmiş hükümlerin birbirleri karşısında hiyerarşik bir durumu
olmadığını, hepsinin eş değerde olduğunu kabul etmek, Anayasanın tümünün
getirdiği bütün bir sistemi aksatacak yorum şeklinin de tecvizini öngörmez.
Bütüne istisna durumunda bulunan hükümlerin istisnayı açıkça belli edecek,
hiçbir tereddüde yer vermeyecek şekilde düzenlenmesi, hele Devletin temel
yapısına ilişkin hususlarda bunun böyle olması yoluyla bir istisna yaratmak
mümkün değildir.
Daha önce de değinildiği gibi, Anayasanın; kişilere tanıdığı hak
arama özgürlüğüne, gerek kişiler arasında, gerekse Devletle kişiler arasında
ortaya kan anlaşmazlıkların çözümüyle görevlendirilmiş yargı mercilerinin
niteliklerine ilişkin hükümlerine, insan haklarına saygılı ülkelerin tümünde,
Anayasalarda yer almasına lüzum kalmayacak kadar topluma mal olmuş, yargısal
faaliyetin doğuşu, yürütülüşü yolundaki ilkelere ters düşen böyle bir yorumla
Anayasanın 127. maddesinde belirtilen ve Sayıştay Kanununda tasrih edilen
sorumluların, diğer vatandaşlardan farklı olarak yargısal güvenceden yoksun
kılınması mümkün değildir.
Sayıştay ihtilâfı kendisi yaratacak, hükmü kendisi verecek ve bu
karar karşısında sorumlular tamamen pasif bir durumda kalacak Anayasanın tüm
vatandaşlara tanıdığı yargı mercileri önünde kendilerini savunma imkânından
yoksun kalacaklardır. Diğer yandan, Sayıştay’ın kanunda gösterilen sorumlular
hakkında karar verirken uygulayacağı kanun hükümlerinin Anayasaya aykırılı
bahis konusu olduğunda; sorumluların, bu hükümlerin itiraz yoluyla Anayasa
Mahkemesinde incelenmesini temin imkânı bulunmaması ve, bizzat Sayıştay’ın da Anayasa
Mahkemesine iptal davası yoliyle müracaat imkânlarından mahrum olması, Sayıştay
Kanununa göre sorumlu sayılanların nasıl bir tehlike ile karşı karşıya
olduklarını göstermektedir.
Hiç bir Anayasanın, hele Anayasaya aykırı yasal tasarruflar
konusunda çok özel bir düzenleme getirmiş Türk Anayasasının, vatandaşlardan bir
kısmına Anayasaya aykırı kanunlara kayıtsız, şartsız tahammül külfetini
yüklediği düşünülemez.
Oysa Anayasanın 149. maddesinde iptal davası açmaya yetkili
kuruluşlar arasında Sayıştay sayılmadığı gibi, 151. maddede re’sen ya da
itirazı ciddî görecek uygulanacak kanunun Anayasa Mahkemesinde incelenmesini
sağlayacak merciler yalnızca 2mahkemeler” olarak zikredilmiştir.
Anayasa bizzat kendi metni içinde mahkemelerin ne olduğunu tâyin
ve tasrih etmiş olduğuna göre, mahkemeler tabiri kapsamında Sayıştay’ın da yer
aldığı düşünülemez. Bu durumda soruluların nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya
olduklarını ayrıca izah gereksizdir. Anayasanın 127. maddesinde yer alan “kesin
hükme bağlamak” terimine kesin yargısal karar vermek mânası atfedilemiyeceğinin
açıklanmış olması yanında, bu terimin anlam ve niteliğini de açıklamak
zorunludur.
Bilindiği gibi, İdare Hukukunda ve özel hukukta kesin hüküm tabiri
birbirinden farklı manalar taşımaktadır. Özel Hukukta kesin hüküm üst yargı
merciine müracaatı önleyen bir hukukî müessese, İdare Hukukunda ise idarî yargı
mercileri dışındaki müesseselerce alındığında, idareyi bağlayan ve ancak bu
nitelikte oldukları için de dava konusu yapılabilir kararlardır.
Sayıştay’ın Anayasa ile yüklendiği görevlerin niteliği ve bu
görevlerin T.B.M.M. adına yapıldığı gözönüne alındığında, 127. maddede yer alan
“kesin hükme bağlama” tabirinin anlamı, Sayıştay’ın faaliyet kapsamına giren
konulardan bazılarında vardığı sonuçların artık idarî merciler bakımından
gereğine tevessülü icabeden, geri alınamaz ve değiştirilemez kararlar olarak
teminat altında bulunması bir diğer deyişle idarî tasarrufların her zaman geri
alınabileceği, değiştirilebileceği yolundaki İdari Hukukuna yerleşmiş ilkenin
bir istisnası olmasıdır.
Bütün bu izahlar muvacehesinde, Anayasanın Danıştay’ı bir yargı
mercii olarak düzenlemediği, 127. maddesinde yer alan “sorumluların hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlamak” tabirinin de, bu kuruluşu yargı yetkisiyle
donatacak bir nitelik taşımadığı, “kesin hükme bağlama” ifadesiyle Sayıştay
kararları üzerinde yargısal denetim yokedilmiş olmayıp ancak bu kararlara yargı
mercileri dışındaki makam ve merciler karşısında özel bir teminat tanındığı
kanısına varılmıştır.
Gerçekten idarî kararların her zaman geri alınabileceği aynı merci
ya da üst merci tarafından değiştirilebileceği, ortadan kaldırılacağı bilinen
bir idare hukuku ilkesidir. Anayasanın 127. maddesinde yer alan “kesin hükme
bağlamak” ibaresini daha önceki açıklamalarla birlikte ele alındığında bu
ibareyle anılan, İdare Hukuku ilkesine bir istisna getirilmiş, Sayıştay’ın
sorumlulara ilişkin kararları için yargı mercileri dışındaki makam ve mercilere
karşı teminatı sağlanmış olduğu anlaşılır.
Yukarıda açıklamalar karşısında, 832 sayılı Sayıştay Kanununun 1.
maddesinin, kanunun 8. bölümünde yer alan yargılama usulüne ilişkin hükümlerin,
45. maddesinin son fıkrası hükmüyle, geçici birinci maddesi hükümlerinin,
Anayasaya aykırılığı kanısına varıldığından Anayasanın 151. ve 44 sayılı
Anayasa Mahkemesi Kuruluş Kanununun 7. maddesi gereğince Anayasaya aykırılık
konusunda karar verilmek üzere, davacı ve davalılar dilekçesiyle dava konusu
kararın suretlerini de muhtevi dava dosyası örneğinin Anayasa Mahkemesine
gönderilmesine ve Anayasa Mahkemesince verilecek karara kadar davanın geri
bırakılmasına 2.7.1972 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
III- METİNLER:
A- İtiraz konusu kurallar:
21.2.1967 günlü, 832 sayılı Sayıştay Kanununun Anayasaya
aykırılığı öne sürülen hükümlerinden 23.5.1972 günlü sınırlama kararı uyarınca
son fıkrası incelenecek olan 45. maddesi şöyledir:
“Madde 45- Sorumlularca; gelir, gider mal ve kıymetlerden mevzuata
uygun olarak tahakkuk ettirilmediği, alınmadığı, harcanmadığı, verilmediği,
saklanmadığı veya idare edilmediği Sayıştay’ca kesin hükme bağlananları,
sorumlular keyfiyetin idarece kendilerine bildirilmesinden başlayarak üç ay
içinde Hazineye ödemekle zorunludurlar.
Sayıştay’ca haklarında verilen kesin hükümler sorumlulara ve
ayrıca gerekli kovuşturma yapılmak üzere Maliye Bakanlığına 63. madde uyarınca
tebliğ edilir.
Malın ödettirilmesi, yok olma tarihindeki rayiç bedel üzerinden,
bu tarih belli değilse malın satın alındığı tarih ile kaybolmanın tesbit
edildiği tarih arasındaki en yüksek rayice göre bulunacak bedel üzerinden olur.
Devlet mallarının hasara uğratılması halinde uygulanacak genel hükümler
saklıdır.
Sayıştay’ca verilen ilâmlar aleyhine Danıştay’a başvurulamaz.”
B- İtirazın dayandırıldığı Anayasa hükümleri:
“Madde 4- Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir.
Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili
organlar eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle belli bir kişiye. zümreye
veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasadan almayan
bir Devlet yetkisi kullanamaz.”
“Madde 7- Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce
kullanılır.”
“Madde 8- Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.
Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare
makamlarını ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.”
“Madde 11- (1488 sayılı Kanunla değişik) Temel hak ve hürriyetler,
Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin, millî güvenliğin,
kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı
ile veya Anayasanın diğer maddelerinde gösterilen özel sebeplerle, Anayasanın
sözüne ve ruhuna uygun olarak, ancak kanunla sınırlanabilir.
Kanun, temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz.
Bu Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirisi, insan hak
ve hürriyetlerini veya Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayırımına dayanarak,
nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak kastı ile
kullanılamaz.
Bu hükümlere aykırı eylem ve davranışların cezası kanunda
gösterilir.”
“Madde 31- Herkes, meşru bütün vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak, iddia ve savunma
hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan
kaçınamaz.”
“Madde 32- (1488 sayılı Kanunla değişik) Hiç kimse, kanunen tabi
olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne
çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.”
“Madde 114- (1488 sayılı Kanunla değişik) İdarenin her türlü eylem
ve işlemine karşı yargı yolu açıktır.
Yargı yetkisi, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara
uygun olarak yerine getirilmesini sınırlayacak tarzda kullanılamaz. İdarî eylem
ve işlem niteliğinde yargı kararı verilemez.
İdarenin işlemlerinden dolayı açılacak davalarda süre aşımı,
yazılı bildirim tarihinden başlar.
İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür.”
“Madde 127- (1488 sayılı Kanunla değişik) Sayıştay, genel ve katma
bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme
bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini
yapmakla görevlidir.
Sayıştay’ın kuruluşu, işleyişi, denetim usulleri, mensuplarının
nitelikleri, atanmaları, ödev ve yetkileri, hakları ve yükümleri ve diğer özlük
işleri, Başkan ve üyelerinin teminatı kanunla düzenlenir.
Silâhlı Kuvvetler elinde bulunan Devlet mallarının Türkiye Büyük
Millet Meclisi adına denetlenmesi usulleri, millî savunma hizmetlerinin
gerektirdiği gizlilik esaslarına uygun olarak kanunla düzenlenir.
Kamu İktisadî Teşebbüslerinin Türkiye Büyük Millet Meclisince
denetlemesi kanunla düzenlenir.”
“Madde 132- Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya,
kanuna, hukuka ve vicdanî kanaatlarına göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge
gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclislerinde yargı
yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya
herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare,
mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını
hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
“Madde 133- Hâkimler azlolunamaz. Kendileri istemedikçe, Anayasada
gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun
kaldırılması sebebiyle de olsa, aylıklarından yoksun kılınamaz.
Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olanlarla,
görevini sağlık bakımından yerine getiremiyeceği kesin olarak anlaşılanlar ve
meslekte kalmalarının caiz olmadığına karar verilenler hakkında kanundaki
istisnalar saklıdır.”
“Madde 134- (1488 sayılı Kanunla değişik) Hâkimlerin nitelikleri,
atanmaları, hakları ve ödevleri, aylık ve ödenekleri, meslekte ilerlemeleri,
görevlerinin veya görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesi,
haklarında disiplin kovuşturması açılması ve disiplin cezası verilmesi,
görevleriyle ilgili suçlarından dolayı soruşturma yapılmasına ve
yargılanmalarına karar verilmesi, meslekten çıkarılmayı gerektiren suçluluk
veya yetersizlik halleri ve diğer özlük işleri, mahkemelerin bağımsızlığı
esasına göre, kanunla düzenlenir.
Hâkimler altmışbeş yaşını bitirinceye kadar hizmet görürler.
Askerî hâkimlerin yaş haddi, yükselme ve emeklilikleri kanunla belli edilir.
Hâkimler, kanunla belirtilenlerden başka, genel ve özel hiç bir
görev alamazlar."
“Madde 140- (1488 sayılı Kanunla değişik) Danıştay, kanunların
başka idarî yargı mercilerine bırakmadığı konularda ilk derece ve genel olarak
üst derece idare mahkemesidir.
Danıştay, idarî uyuşmazlıkları ve davaları görmek ve çözümlemek,
Bakanlar Kurulunca gönderilen kanun tasarıları hakkında düşüncesini bildirmek,
tüzük tasarılarını ve imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerini incelemek ve kanunla
gösterilen diğer işleri yapmakla görevlidir.
Danıştay üyeleri, Bakanlar Kurulu ile Danıştay Genel Kurulunca
ayrı ayrı boş yer sayısı kadar gösterilecek adaylar arasından Anayasa
Mahkemesinin asıl ve yedek üyelerinin üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile
ve gizli oyla seçilir. İlk iki oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, salt
çoğunlukla yetinilir.
Danıştay, Başkanım ve Başkanunsözcüsünü, kendi üyeleri arasından,
üye tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla seçer. Başkan, daire
Başkanları ve Başkanunsözcüsünün, görev süreleri dört yıldır. Süresi bitenler
yeniden seçilebilirler.
Danıştayın kuruluşu, işleyici, yargılama ve daire başkanlarının
seçimi usulleri, mensuplarının nitelikleriyle atanmaları, hakları ve ödevleri,
aylık ve ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, haklarında disiplin kovuşturması
yapılması ve disiplin cezası uygulanması, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik
teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.
Asker kişilerle ilgili idarî eylem ve işlemlerin yargı denetimi
Askerî Yüksek idare Mahkemesince yapılır. Askerî Yüksek idare Mahkemesinin
kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri, başkan ve üyelerinin nitelikleri ile
atanmaları, disiplin ve özlük işleri; hâkimlik teminatı ve askerlik hizmetlerinin
gereklerine göre, kanunla düzenlenir.”
IV- İLK İNCELEME:
Anayasa Mahkemesinin İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca 23.5.1972
gününde Muhittin Taylan, Avni Civda, Fazıl Uluocak, Sait Koçak, Nuri Ülgenalp,
Şahap Arıç, İhsan Ecemiş, Recai Seçkin, Ahmet Akar, Kâni Vrana, Mustafa
Karaoğlu, Muhittin Gürün, Lûtfi Ömerbaş, Şevket Müftügil, Ahmet H.
Boyacıoğlu’nun katılmalariyle yapılan ilk inceleme toplantısında;
(1-Mahkemenin elinde Anayasanın değişik 151. maddesi uyarınca
bakmakta olduğu bir dava bulunduğuna ve Anayasa Mahkemesine başvurabileceğine
Muhittin Gürün’ün karşı oyu ile ve oyçokluğu ile,
2- Dosyanın eksiği bulunmadığından işin esasının 832 sayılı
Kanunun, mahkemenin uygulama durumunda bulunduğu 45. maddesinin son fıkrası ile
sınırlı olarak incelenmesine oybirliğiyle),
Karar verilmiştir.
Kararın gerekçesi şudur:
Anayasanın 1488 sayılı Kanunla değişik 151. maddesinde;
(Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanunun
hükümlerini Anayasaya aykırı görürse (……………….), Anayasa Mahkemesinin bu konuda
vereceği karara kadar davayı geri bırakır…………..)
Kuralı bulunmakta ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri hakkındaki 22.4.1962 günlü 44 sayılı Kanunun 27. maddesinde de;
(Bir davaya bakmakta olan mahkeme,
1- O dava sebebiyle uygulanacak kanun hükümlerini Anayasaya aykırı
görürse, bu yoldaki gerekçeli kararı; veya;
2- (…………..)
Dosya muhtevasının mahkemece bu konu ile ilgili görülen tasdikli
suretleriyle birlikte Anayasa Mahkemesi Başkanlığına gönderir……………..)
Denilmektedir.
Bu hükümlerden açıkça görüldüğü gibi bir kanun hükmü hakkında
mahkemelerce re’sen itiraz yoluna başvurulabilmesinin ilk iki şartı:
a) Mahkemenin bir davaya bakmakta olması,
b) İtiraz edilecek hükmün o davada uygulanacak nitelikte bulunmasıdır.
Dava Daireleri Kurulunun itirazında söz konusu koşulların mevcut
olup olmadığına gelince:
a) Dosyanın incelenmesinden açıkça anlaşıldığına göre, sorumlu bir
memur hakkında Sayıştay’ın bir dairesince verilmiş bulunan ilâmın iptali isteği
ile Danıştay’da iptal davası açılmış ve dava dosyası da gerekli kararın
verilmesi için Danıştay Dava Daireleri Kuruluna gelmiştir. Böylece usulü
dairesinde Danıştaya açılmış ve ilgili kurulca da görülmesine başlanmış bulunan
davanın, yetki dışı olduğu öne sürülerek yok sayılması mümkün değildir. Zira
yetki sorunu da davanın görülmesine başlandıktan sonra mahkemece ele alınarak
çözülecek konulardan birisini oluşturur.
Bu duruma göre Danıştay Dava Daireleri Kurulunun davaya bakıp bir
karar vermesi gerekmektedir.
Bu açıklamadan, Danıştay Dava Daireleri Kurulunun bakmakta olduğu
bir davanın bulunduğu ve bu suretle ilk koşulun var olduğu anlaşılmaktadır.
Muhittin Gürün bu görüşe katılmamıştır.
b) Dava Daireleri Kurulu, 832 sayılı Sayıştay Kanununun 1.
maddesinin, kanunun 8. bölümünde yer alan yargılama usulüne ilişkin hükümlerin,
45. maddesinin son fıkrası hükmü ile geçici 1. maddesi hükmünün Anayasaya
aykırı olduğu kanısına vararak itirazı bu hükümlerin tümüne yöneltmiştir.
832 sayılı Sayıştay Kanununun 1. maddesi Sayıştay’ın genel olarak
görev ve yetkilerini, geçici 1. maddesi de kanunun yürürlüğe girdiği yıl ile
daha önceki yıllara ilişkin hesap ve işlemlerin denetiminde ve yargılamasında
Sayıştay’ca eski hükümlerin uygulanacağını göstermektedir. Kanunun 8. bölümünde
yer alan 56.-80. maddeler ise Sayıştay’ın yargılama yolu ile yapacağı
görevlerde uygulayacağı usulleri belirtmektedir.
Görüldüğü gibi bu hükümler Danıştay Dava Daireleri Kurulu dışında
uygulanacak nitelikte olup bunların söz konusu davanın çözümünde hiçbir şekilde
adı geçen Kurulca uygulanmaları söz konusu değildir.
Buna göre 832 sayılı Sayıştay Kanununun bu davada uygulama olanağı
bulunmayan 1. maddesi, 8. bölümünün yargılamaya ilişkin hükümleriyle geçici 1.
maddesi hakkında Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulunun Anayasaya aykırılık
itirazında bulunmaya yetkisi yoktur.
Bu nedenle söz konusu maddelere yöneltilmiş bulunan itirazın
inceleme dışında bırakılması zorunludur.
45. maddenin son fıkrası hükmüne gelince:
Dava Daireleri Kurulu, önüne gelen davayı incelemeye başladığında
karşısına ilk çıkacak hüküm 832 sayılı Kanunun 45. maddesinin söz konusu son
fıkrası hükmüdür. Zira bu fıkrada (Sayıştay’ca verilen ilâmlar aleyhine
Danıştay’a başvurulamaz) denildiğinden Dava Daireleri Kurulu bu hükmü uygulamak
suretiyle davayı sonuçlandırmak zorunluluğundadır.
Yukarıda I işaretli (Olay) bölümünde açıklandığı gibi Danıştay
Dava Daireleri Kurulu, 832 sayılı Kanunun davada uygulanma olanağı bulunmayan
bazı hükümleriyle birlikte 45. maddesinin davada uygulanması gerekli son
fıkrası hükmünün de Anayasaya aykırı olduğunu öne sürmüş, konudaki görüşünü
kararında geniş şekilde açıklamıştır.
Bu durum karşısında, bakmakta olduğu davada uygulayacağı hükmün
Anayasaya aykırı olduğu kanısına varan ve gerekçesini de kararında etraflıca
açıklamış bulunan Danıştay Dava Daireleri Kurulunun, Anayasa Mahkemesine itiraz
yolu ile başvurmaya yetkili bulunduğu, kuşkuya yer vermeyecek derecede açıktır.
Bu nedenle söz konusu fıkra hükmüne yönelen kabulü ile esastan incelenmesi
gerekir.
V- ESASIN İNCELENMESİ:
İtirazın esasına ilişkin rapor, Dava Daireleri Kurulunun gerekçeli
kararı, Anayasa aykırılığı öne sürülen kanun hükmü ile Anayasa hükümleri ve
bunlara ilişkin gerekçelerle Yasama Meclislerinin görüşme tutanakları
okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Danıştay Dava Daireleri Kurulunca öne sürülen itirazın esasını; Anayasanın
127. maddesinin Sayıştay’a bir yargı yetkisi vermediği, Sayıştay örgütünü bir
yargı yeri niteliğinin gerektirdiği biçimde kurmadığı ve mensuplarına da
“hakim”lerin hukukî statülerini tanımadığını, sözü geçen maddede yer alan
“kesin hükme bağlamak” deyiminin açıklamaya muhtaç ve çeşitli anlamlarda
kullanılan bir deyim olduğu, Sayıştay bir yargı yeri olmadığı cihetle
kararlarında yargısal bir nitelik bulunamayacağından bu deyimin, bir idarî
karar niteliğinde olan Sayıştay kararlarının İdare Hukuku açısından değerlendirilerek
idarî merciler karşısında kesin olduklarını ifade etmek maksadiyle kullanılmış
bulunduğunun kabulü gerektiği, Anayasanın kesin idarî kararlara karşı yargı
denetimini koyan kurallarından kurtulmanın hiçbir şekilde mümkün olamayacağı
görüşü teşkil etmektedir.
Anayasanın, 1488 sayılı Kanunla değiştirilen 127. maddesi,
Sayıştay’ın kuruluş ve görevlerini, Silâhlı Kuvvetlerin elinde bulunan Devlet
malları ile Kamu İktisadî Teşebbüslerinin denetlenmesi konularını
düzenlemektedir.
Maddede 1488 sayılı Kanunla yapılmış bulunan değişiklik, Silâhlı
Kuvvetlerin elinde bulunan Devlet mallarının denetlenmesi usulüne ilişkin bir
fıkranın eklenmesinden ibaret olup maddenin öteki hükümlerinde, bu arada
Sayıştay’ı ilgilendiren birinci ve ikinci fıkralarında hiçbir değişiklik
yapılmamıştır.
Söz konusu 127. maddenin ilk fıkrası Sayıştay’ın görevlerini üç
grup halinde toplamış bulunmaktadır:
a) Genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile
mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek,
b) Sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak,
c) Kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama
işlerini yapmak.
Görüldüğü gibi bunlardan ilk ikisi, Anayasanın kendisi tarafından
verilmiş ve düzenlenmiş görevlerdir. Kanun koyucu, sözü geçen 127. maddenin
ikinci fıkrasına göre Sayıştay’ın kuruluşunu, işleyişini ve denetim usullerini
düzenlerken bu Anayasa ilkelerini gözönünde tutarak uygulama ayrıntılarını
belirtmek zorunluluğundadır.
Üçüncü gruptaki görevler ise, inceleme, denetleme ve hükme bağlama
niteliğinde olmaları şartiyle kanun koyucu tarafından, Sayıştay’ca yapılması
uygun görülen hizmetlerdir.
Madde metninden de açıkça anlaşıldığı gibi Anayasa, Sayıştay’a
genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleriyle mallarını,
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetleme görevi vermiş, buna karşılık,
sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlama görevine ilişkin olan
hükmü (Türkiye Büyük Millet Meclisi adına) deyiminin dışında bırakmıştır. Zira
maddede yer alan bütün görevlerin (Türkiye Büyük Millet Meclisi adına)
yapılması öngörülseydi maddedeki (Türkiye Büyük Millet Meclisi adına) sözü,
sadece (Genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile
mallarının denetlenmesi) işine bağlılığı anlatan şimdiki yerinde değil,
maddenin başına, bütün birinci fıkra hükmünü kapsamına alacak biçimde konulur
ve istenilen anlam sağlanırdı.
Görülüğü gibi, maddenin, ereğine de uygun düşen anlatım biçimi,
“kesin hükme bağlamak” görevinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına değil,
Anayasa ile doğrudan doğruya Sayıştay’a verilmiş bir görev olarak yerine
getirileceğini kesinlikle ortaya koymaktadır.
Üçüncü gruptaki görevlerin konularının, niteliklerinin,
kapsamlarının, yapılma şekil ve usullerinin de, 127. maddenin buna dair olan
hükmüne uygun olmak şartiyle, kanun koyucu tarafından belli edilmesi
gerekmektedir.
Maddenin konumuzla ilgili bölümü, Sayıştay’ın doğrudan doğruya
Anayasadan aldığı görev ve yetkiye dayanarak sorumluların hesap ve işlemlerini
“kesin hükme” bağlayacağına ilişkin olan hükmüdür.
Anayasanın 127. maddesinin açıklanan hükümleriyle Dava Daireleri
Kurulunun gerekçeli kararı karşılaştırıldığında, Kurulun, açıklanan anayasal
gerçek üzerinde hiç durmayarak, kendisince var saydığı bir takım düşüncelerden
hareketle işi ele aldığı ve kanısını bu açı doğrultusunda oluşturduğu ve
böylece konuyu asıl yerinden başka alanlara kaydırdığı görülmektedir: Zira bu
dava dolayısiyle çözülmesi gereken konu Danıştay’ca öne sürüldüğü gibi
Sayıştay’ın bir yargı yeri olup olmadığı, üyelerinin hâkim niteliğinde bulunup
bulunmadığı değil, sorumluların hesap ve işlemlerine ilişkin olmak üzere
Sayıştay’ca verileceği Anayasaca kabul edilen “hüküm”lerin “kesin” yani (aleyhlerine
başka yargı yerlerine başvurulamaz) nitelikte bulunup bulunmadıklarıdır.
Bu nedenle söz konusu itirazın çözümü için Sayıştay’ın Anayasaca
öngörülen bir yargı yeri olup olmadığına, üyelerinin hâkim niteliğine sahip
bulunup bulunmadığına ilişkin tartışma olanaksızdır.
Öte yandan Dava Daireleri Kurulu kararında öne sürüldüğü gibi, hukuk
dilinde, kanun kuralları söz konusu olduğunda kullanılan “kanun hükmü” deyimi
ile bir organ veya kurul kararının adını belirtmek için kullanılan “hüküm”
deyiminin ayrı kavramlar olduğu açık bulunduğundan, Anayasanın 127. maddesine
geçen “hüküm” sözcüğünün, özellikle Anayasaca kullanıldığı da gözönüne
alınmayarak, gerçekte var olmayan bir kavram karışıklığından söz edilmek
suretiyle Anayasanın açık ifadesi dışında kalan “idarî karar” deyimi ile
değiştirilmesi ve “hüküm” sözcüğüne bu varsayım doğrultusunda bir hukukî değer
biçilmesi mümkün değildir.
Görülüyor ki, konu, Anayasanın 127. maddesi kuralı karşısında,
Sayıştay “hükümlerinin” kesin, yani bunlar aleyhine başka yargı yerlerine
başvurmanın mümkün olup olmadığının çözümünden ibaret bulunmaktadır.
Bilindiği gibi Anayasalar, sosyal, siyasal, hukuk ve ekonomi
alanlarının, kısacağı Devletin tüm yapısının temeli olan kuralları saptarlar ve
gereken yerlerde bunların sınırlarını ve istisnalarını koyarlar. Kişiler ve
organlar ancak bu kurallar ölçüsünde ve varsa sınırlama ve istisna hudutları
içinde görevlere, haklara ve yetkilere sahip olurlar. Hiçbir kimse e hiçbir
organ bu kuralın dışına çıkamaz. Esasen Anayasanın 4. maddesinin son cümlesi ve
8. maddesinin ikinci fıkrası buna aykırı bir düşünceyi kesinlikle ret etmiştir.
Anayasa ilkeleri, etki ve değer bakımından eşit olup hangi nedenle olursa olsun
birinin ötekine üstün tutulması mümkün olmadığından bunların bir arada,
birbirine getirdiği sınırlamalar içerisinde ve hukukun genel kuralları da
gözönünde bulundurulmak suretiyle uygulanmaları zorunludur.
Anayasa, bir maddesiyle herhangi bir konuya ilişkin olmak üzere
genel ilke koyarken başka bir maddesiyle de bu genel ilkeye istisna hükmü
getirebilir veya onu daraltıcı bir sınır koyabilir. Örneğin Anayasanın 1488
sayılı Kanunla değişik 114 maddesiyle idarenin her türlü eylem ve işlemine
karşı yargı yolunun açık bulunduğu genel ilkesini koyarken başka Anayasa
maddesiyle bazı idarî işlemlerin, niteliklerinin özellikleri gözönüne alınarak,
kesin olacağı, bunlar hakkında yargı yerlerine başvurulamıyacağı hükmünü
koymasına hukukî engel yoktur ve bu istisna hükmü de kendi sınırları içerisinde
genel kural derecesinde etkili ve geçerlidir. Bu bakımdan bir kurul kararına
“kesin” nitelik verebilmek için o kurulun behemahal bir yargı yeri olması ve
üyelerinin hâkim niteliğinde bulunması gibi bir zorunlukla Anayasalar bağlı
değildirler. Gerekli gördükleri hallerde bu niteliklerde olmayan kurulların
kararlarına da Anayasaların kesinlik tanımaları olağandır.
Söz konusu 1488 sayılı Kanunla değişik 127. madde hükmü de bir
Anayasa kuralı olduğuna göre Anayasada yer almış bulunan öteki ilkelerle etki
ve değer bakımından eşit bulunduğundan, hattâ sırf Devlet sorumlularının
sorumlarına ilişkin işlemleri genel kurallardan ayrı biçimde özel bir
düzenlemeye bağlı tutmuş olduğu gözönüne alınırsa genel kurallardan önce
uygulama ve etki değeri olduğunda kuşku yoktur. Anayasada başkaca var olan ve
bunun gibi belli bir konuya ilişkin bulunan pek çok sayıdaki özel durumlara
ilişkin hükümlerin, Anayasada yer alan genel ilkelerden değişik nitelikte
olduklarına bakılarak Anayasaya aykırılıklarından söz edilemez ve Anayasada
belli bir konuyu düzenleyen özel bir ilke varken o konuyu da kapsamı içine
alabilecek nitelikte genel bir ilke bulunsa bile onun değil, konuya özgü
Anayasa kuralının uygulanması zorunludur.
Bu açıklamaların ışığı altında kendiliğinden şu sonuç ortaya
çıkar:
Anayasanın 1488 sayılı Kanunla değişik 127. maddesi, sorumluların
hesap ve işlemlerinin incelenmesi sonunda Sayıştay’ı “kesin hüküm” vermekle
görevlendirmiştir. Görülüyor ki Anayasa, bu çeşit Sayıştay kararlarına “hüküm”
niteliği ve “kesinlik” tanımıştır. Anayasanın, 127. maddenin de değişmeden
önceki metninde de aynen mevcut bulunan bu nitelikleri gelişi güzel vermediği
ve söz konusu deyimleri de tesadüfen kullanmadığı, aksine Sayıştay’ın tarih
içindeki gelişimi, ötedenberi yürürlükte olan kanunlarla verilmiş bulunan
görevlerin niteliği ve ilâmlarının bağlı tutulduğu hükümler gözönüne alınarak
Anayasa koyucu tarafından bile bile maddeye konulduğu ve buradaki “kesinlik”
deyimi ile Sayıştay ilâmlarına karşı başkaca yargı yerlerine başvurulamamasının
öngörülmüş bulunduğu Temsilciler Meclisindeki görüşmelerin incelenmesinden
anlaşılmaktadır. (Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi, Cilt 4, Sayfa 61-62,
68-69).
Durum böylesine açık iken Sayıştay’ın bir yargı yeri olmadığı ve
bu nedenle de kararlarının bir “yargı kararı” sayılamıyacağı görüşünden
hareketle Anayasanın açıkça “hüküm” olarak kullandığı bir deyimi “idarî karar”
niteliğine dönüştürerek, bur anayasal ilke olan “kesinlik” niteliğini de
kanunlarla tanınan “idarî karar kesinliği” değerine indirerek çıkarılan sonucun
Anayasanın açık hükümlerine ne derece aykırı bulunduğu ortadadır.
Üstün kural koyan Anayasanın “kesin” nitelik tanıması nedeniyle
aleyhine başkaca bir idari ve yargı yerine başvurulması mümkün bulunmayan bir
Sayıştay “hükmü”ne karşı Danıştaya başvurma yolunun açılmasının, Anayasanın
1488 sayılı Kanunla değişik 127. maddesine aykırı olduktan başka, hiçbir
organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı
ülkesini koyan 4. maddesine, Anayasa hükümlerinin öteki organlar arasındaki
yargı organlarını da bağlayan temel hukuk kuralları olduğunu belirten 8.
maddesine de kuşkusuz aykırı düşeceği ortadadır.
Esasın 832 sayılı Sayıştay Kanununun 45. maddesinin Anayasaya
aykırılığı öne sürülen son fıkrası hakkında daha önce de iki kez Danıştay Dava
Daireleri Kurulunca itiraz yolu ile bir kez de Danıştay Başkanlığınca iptal
davası açılmak suretiyle Anayasa Mahkemesine başvurulmuş ve Anayasa
Mahkemesince, söz konusu kuralda Anayasaya aykırılık görülmediğinden her üç
başvurmanın da reddine karar verilmiştir. (14, 15, 16 Ocak 1969 günlü,
1967-13-1969/5 sayılı, 16 Ocak 1969 günlü, 1967/19-1969/6 sayılı ve 10.6.1971
günlü, 1971/24-1971*55 sayılı kararlar; Resmî Gazete: 14 Nisan 1970, 17 Nisan
1970, 27 Nisan 1972, Sayı; 13471, 13474, 14171)
Konunun bu açıklamaların ışığı altında incelenmesi halinde,
Anayasanın 148 sayılı Kanunla değişik 127. maddesinde yer alan ve konuya özgü
bulunan Anayasa kuralının bir başka biçimde tekrarından ibaret olan, 832 sayılı
Kanunun 45. maddesinin son fıkrası hükmünün, bu niteliği bakımından,
Anayasanın:
a) Egemenliğe ilişkin 4. maddesine,
b) Yargı yetkisine ilişkin 7. maddesine,
c) Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığına ilişkin 8. maddesine,
ç) Temel hak ve hürriyetlerin özü, sınırlanması ve kötüye
kullanılmamasına ilişkin 1488 sayılı Kanunla değişik 11. maddesine,
d) Hak arama hürriyetine ilişkin 31. maddesine,
e) Kanunî yargı yoluna ilişkin 1488 sayılı Kanunla değişik 32.
maddesine,
f) Yargı yoluna ilişkin 1488 sayılı Kanunla değişik 114.
maddesine,
g) Mahkemelerin bağımsızlığına ilişkin 132. maddesine,
ğ) Hâkimlik teminatına ilişkin 133. maddesine,
h) Hâkimlik mesleğine ilişkin 1488 sayılı Kanunla değişik 134.
maddesine,
i) Danıştay’a ilişkin 1488 sayılı Kanunla değişik 140. maddesine,
Aykırı olmadığı gerçeği ortaya çıkar.
Yukarıdaki nedenlerle itirazın reddi gerekir.
Muhittin Taylan, Avni Givda, Ahmet Akar, Ziya Önel, Kâni Vrana,
Şevket Müftügil ve Ahmet H. Boyacıoğlu bu görüşe katılmamışlardır.
VI- SONUÇ:
832 sayılı Sayıştay Kanununun sınırlama kararı uyarınca incelenen
45. maddesinin son fıkrasının Anayasaya aykırı olmadığına ve itirazın reddine
Muhittin Taylan, Avni Givda, Ahmet Akar, Ziya Önel, Kâni Vrana, Şevket Müftügil
ve Ahmet H. Boyacıoğlu’nun karşı oylariyle ve oyçokluğu ile
17.10.1972 gününde karar verildi.
Başkan
Muhittin
TAYLAN
|
Başkanvekili
Avni GİVDA
|
Üye
Fazıl ULUOCAK
|
Üye
Sait KOÇAK
|
Üye
Nuri ÜLGENALP
|
Üye
Şahap ARIÇ
|
Üye
İhsan
ECEMİŞ
|
Üye
Ahmet AKAR
|
Üye
Halit ZARBUN
|
Üye
Ziya ÖNEL
|
Üye
Kâni VRANA
|
Üye
Muhittin GÜRÜN
|
Üye
Lûtfi ÖMERBAŞ
|
Üye
Şevket
MÜFTÜGİL
|
Üye
Ahmet H.BOYACIOĞLU
|
KARŞIOY YAZISI
1- Çoğunluğun kararı Sayıştay kararlarına karşı Danıştaya
başvurulamayacağı hükmünün Anayasaya uygunluğunun gerekçesi olarak Anayasanın
127. maddesinin birinci fıkrasındaki “Sayıştay, genel ve katma bütçeli
dairelerin bütün gelir ve giderleriyle mallarını T.B.M.M. adına denetlemek ve
sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen
inceleme, denetleme ve hükme bağlamak işlerini yapmakla görevlidir.) kuralına
ve bu kuralın herhangi bir yoruma yer bırakmayacak ölçüde kesin ve açık
bulunduğu ve bu kuraldaki (Türkiye Büyük Millet Meclisi) sözlerinin yalnızca
denetleme işlemine ilişkin bulunup sorumluların hesap ve işlemlerini kesin
hükme bağlama işleminin bu sözlerin kapsamı dışında kaldığı ilkesine
dayanmaktadır. Oysa sözü edilen fıkradaki (kesin hükme bağlama) sözleri bir an
önce kesin yargı kararına bağlama anlamına gelse bile metin tüm olarak
gözönünde tutulduğunda, T.B.M.M. adına kesin hükme bağlama anlamı dahi çıktığı
için metinde artık açıklık kalmamaktadır; gerçekten az önce anılan cümle baştan
aşağı okunduğunda (Türkiye Büyük Millet Meclisi adına) sözlerinin hem
denetlemek sözünü, hem de daha sonraki kesin hükme bağlamak inceleme, denetleme
ve hükme bağlama işlerini yapmak sözlerini kapsadığı anlaşılmaktadır. Bundan
başka şu da belirtilmelidir ki, sorumluların sorumluluklarını belli etmek,
genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleriyle mallarını
denetlemek işinin ereği ve sonucu olan bir çalışmadır; nitekim, hukuk dilinde
denetlemek, yolsuzlukları ve yolsuz iş görenleri ortaya koymak için araştırma
ve inceleme yapmak ve yolsuz iş görülmüşse sorumlularını ve onların
sorumluluklarını belli etmek demektir. Buna göre sorumluyu ve onun sorumunun
niteliğini belirtmeyi erek edinmeyen bir denetim, denetim sayılmaz, başka
deyimle, denetleme ve sorumlunun hesap ve işlemlerini hükme bağlama,
birbirinden ayrılmayan kavramlardır. Bu da gösteriyor ki denetleme genel bir
kavram, hesap ve işlemleri hükme bağlama ize onun içinde bulunan, onun
kapsamına giren özel bir kavramdır ve denetleme çalışmalarının son evresi
(nihaî safhası), hesap ve işlemleri hükme bağlama çalışmalarıdır. bu iki kavram
arasındaki çok sıkı hukukî bağlantı, her ikisinin de aynı nitelikte sayılmasını
zorunlu kılar; bundan ötürü, yalnız denetleme işleminin Yasama Meclisi adına
yapıldığı, bunun son evresi olan sorumluluğu belirtme işleminin ise Yasama
Meclisi adına yapılmadığı yollu düşünce, hukukî dayanaktan yoksundur.
Kesin hükme bağlamanın dahi Yasama Meclisi adına yapılacağı ortaya
çıkınca bir çelişme ile karşılaşmış olmaktayız. Çünkü Anayasanın 7. maddesi
hükmünce yargı yetkisi ancak ulus adına ve bağımsız mahkemelerce
kullanılabilir. Demekki çok açık olduğu sanılan kural, özünde açık olmaktan
uzaktır ve böylece yoruma gitmek zorunluğu ortaya çıkmaktadır. Yorum için elbet
Anayasanın öbür hükümlerini ele almak gerekecektir; zira her yasa gibi Anayasa
dahi bir bütündür ve tek bir kuralın yeterince açık olmadığı durumlarda bütün
metnin gözönünde tutulması başka deyimle Anayasanın sözü açık olmayınca özüne
gidilmesi ve bunun için de kurallarının tümünün incelenmesi, yoruma ilişkin
hukuk ilkelerindendir.
Anayasanın Sayıştay’ın T.B.M.M. adına kesin hüküm verebileceği
yollu kuralının açık bir kural olmaması dolayısiyle hükümlerin tümü üzerinde
inceleme yapılıp sonuca varılmak yoluna gidilmiştir.
2- Sayıştay, Türk Ulusu adına karar vermemesi nedeniyle bir yargı
organı değildir; gerçekten az yukarıda yazılan metinden anlaşıldığı üzere, o
bütün işlemlerini yaparken ve bu arada sorumluların hukukî durumunu saptarken
T.B.M.M. adına iş görmektedir. Bu yön, Anayasanın 127. maddesindeki yazılıştan
başka Sayıştay Yasasının yürütülmesini yasama meclislerine bırakan sözü edilen
Yasanın 108. maddesinin yazılışından da anlaşılmaktadır; oysa, yukarıdaki
bentte belirtildiği üzere yargı yetkisi ancak ve ancak, Türk Ulusu adına
bağımsız mahkemelerce kullanılabilir.
3- Üyelerinin hukukî durumu bakımından da Sayıştay bir yargı
organı değildir.
Bir konuda ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı kararı vermeye
yetkili kuralları oluşturan üyelerin güvencesi, hâkim güvencesi (teminatı) adı
altında Anayasamızda gösterilmiş ve bu güvencenin neleri kapsadığı dahi yine
Anayasada açıkça anlatılmıştır (Anayasa madde 133, 134/2 ve 131/1 deki
mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlerin güvencesine yapılan gönderme, yine
madde 140/5 teki mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik güvencesine yapılan
gönderme). Anayasa, Sayıştay üyeleri için nasıl bir güvence sağlanacağını hâkim
güvencesinde olduğu gibi kapsamını belirterek göstermiş değildir. Anayasanın
127. maddesinde yalnızca teminattan söz edilmiştir. Demekki Sayıştay üyeleri
niteliği ve kapsamı Anayasada gösterilen bir teminattan yararlanmadıkları gibi
kendilerine hâkim teminatı tanınacağı yollu bir Anayasa kuralı dahi yoktur.
4- Yüksek Seçim Kurulunun seçimlere ilişkin şikâyet ve itiraz
konularında kesin olarak verdiği kararlar, hukukî nitelikçe kesin yargı
kararlarıdır (Anayasa madde 75); zira bu kurulun bu kararları, bir idare yeri
olarak ya da meclis adına vereceği yolunda hiç bir kural, Anayasada yazılı
bulunmadığı gibi böyle bir kural Anayasanın özünden daha çıkarılamaz. Bundan
başka, Yüksek Seçim Kurulunu oluşturan hâkimlerin yine Anayasa gereğince
Yargıtay ve Danıştay üyeleri olması dahi gösteriyor ki bunlar kapsamı Anayasaca
belli edilmiş bir güvenceye sahiptirler (Anayasa madde 75). Gerçekten Yargıtay
hâkimleri Anayasanın 133. ve 134. maddeleri gereğince, Danıştay hâkimleri ise
Anayasanın 140. maddesinin 5. fıkrasındaki gönderme dolayısiyle hâkimlik
güvencesinden yararlanmaktadırlar. Bu bakımlardan Sayıştayın Yüksek Seçim
Kurulu ile karşılaştırılarak kendisine özgü varlığı bulunan bir yargı kurulu
olduğu sonucuna varılamaz.
5- Sayıştay’ın Meclis adına hüküm vermesi dolayısiyle yaptığı
hüküm verme işlemlerinin idari işlemlerden olmadığı ve bu yüzden Danıştayın
yargı denetiminin dışında kaldığı görüşü de doğru değildir; zira, Sayıştayın
Meclis adına verdiği hüküm, hiç bir zaman Meclisin hükmü, kararı demek
değildir. Bundan başka Anyasamız, Meclisin kendisine bile bir yargı işinde son
ve kesin karar vermek yetkisini tanımış değilken, onun adına karar veren bir
yere böyle bir yetkisi, öncelikle tanıyamaz; işin özüne bakılırsa bütçeyi
uygulamak ve onu denetlemek ve bu denetleme gereği kararlar vermek, nitelikçe
idare işlemleridir. Bu bakımdan tartışma konumuz olan kararlara karşı idarî
yargı yolu, Anayasanın 114. maddesi uyarınca, açık bulunmaktadır.
6- Anayasanın yumuşak biçimde güçler ayrılığı ilkesini benimsediği
ileri sürülerek Sayıştayın bir yargı yeri bulunduğu savı ortaya atılmaktadır.
Ancak Anayasa yasama meclislerine ya da idareye yalnız bir işin esasından çözümlemeyen
ve kesin yargı kararı niteliğinde bulunmayan kararlar vermek yetkisini
tanımıştır. Nitekim, meclisin bir bakanı Yüce Divana yollama kararı son
soruşturmanın açılması kararı niteliğinde bir yargı kararıdır, ama ceza
davasını suçluluk ve suçsuzluk, ceza verilmesi veya verilmemesi yönünden
kesinlikle sonuçlandıran bir yargı kararı değildir. Anayasa hükümleri; gerek
teker teker, gerekse tüm olarak incelendiğinde yargı konusunda ve özellikle işi
esasından çözümleyen kesin yargı kararı konusunda Anayasa Koyucunun mahkemelere
ve hâkimlere, önceki Anayasalarımızla ve yabancı ülkelerdeki Anayasaların bir
çokları ile karşılaştırılamıyacak ölçüde geniş bir bağımsızlık ve güvence
sağladığı ve bunu birçok hükümlerle belirttiği görülmektedir. Böyle bir doğrultuda
hükümler koyan Anayasanın mahkeme niteliğini tanımadığı ve üyelerini hâkim
güvencesinden yararlandırmadığı bir kurula kesin yargı kararı vermek yetkisini
tanıyacağını düşünmek, onun yargı alanında gerçekleştirmek istediğini
kendisinin engellemesi demek olur, başka deyimle bir yandan, 5-10 liralık para
cezasının veya 50-60 liralık alacak davalarının bile, niteliği ve kapsamı
kendisince gösterilmiş bağımsızlık ve güvenceye sahip mahkemeler ve hâkimlerce
son karara bağlanmasını kesin kurallarla düzenlemiş bulunan bir Anayasanın, öte
yandan, bir saymanın ya da bir tahakkuk amirinin yerine göre milyonları bulacak
bir borcu için kesin idarî bir kararla sorumlu tutulabilmesini ve bu karara
karşı yargı yolunun kapalı olmasını kabul etmiş bulunması, ne genel mantık, ne
de hukuk mantığı bakımından savunulamaz.
Diğer taraftan Sayıştayın vereceği –kesin hükümleri- yargı
denetimi dışında tutmak düşüncesi, hukuki dayanaktan yoksun olduğu kadar, bazı
kişilerin Anayasa güvencesinden yararlanamama durumunu da ortaya çıkarır.
Anayasanın belli ettiği güvenceden ve temel hak ve hürriyetlerden yoksun
kalanlar, sadece genel ve katma bütçeli dairelerin muhasip, tahakkuk memuru ve
amiri itaları gibi belli sorumlular değildir. Sayıştayın bu gibi sorumlular
hakkında zimmet veya tazminat kararları alması üzerine, bunların, genel olarak
usulsüz ve haksız ödemelerden yararlanan üçüncü kişilere rücu etmesi ve mahkûm
oldukları değerlerin onlardan istirdat ve tahsili yoluna gitmesi doğal sayılmak
lâzım gelir. Bu durumda Anayasa güvencesinden yoksunluk daha da yaygın bir hale
gelecek ve dolaylı olarak bu kişileri de etkilemek suretiyle Anayasanın
öngördüğü güvenceyi ortadan kaldıracaktır.
7- Sayıştay Yasası, 67. maddesinde, Sayıştay dairelerince verilen
ilâmları Sayıştay Temyiz Kurulunda temyiz yolu ile incelenmesini öngörmekle
Anayasanın öngörmediği bir yüksek mahkeme öngörmüştür; Sayıştay Yasasının 45.
maddesi ise bu kurulun kararlarına kesin yargı niteliği vermiştir. Sayıştay
daire kararları, bir an için yargı kararları sayılsalar bile idarî yargı kararı
niteliğinde bulunacaklarından, bunlara karşı temyiz yoliyle başvurulacak yüksek
mahkeme ise Anayasamızın 140. maddesinin birince fıkrası gereğince ancak
Danıştay olabilir, iptal konusu kural, bu yönden de Anayasaya aykırıdır.
8- Sayıştayın yetkilerini özel yasadan değil, doğrudan doğruya
Anayasadan almış olması görüşü, onun işlemlerinin yargı işlemi olduğu
göstermeye yeterli değildir; çünkü Anayasada Yüksek Hâkimler Kurulu, Genel
Kurmay Başkanlığı gibi bir takım yönetim yerlerinin yetkileri ve görevleri dahi
gösterilmiştir. Bu yerler, kuşkusuz, yönetim yerleridir.
9- Sayıştay ilâmlarının bir idarî uyuşmazlığa dayanmaması dahi,
bunun (hüküm) adını taşıyan işlemlerinin yargı kararı olmadığını gösterir.
Gerçekten idarî dava, idarenin belli bir işlem ya da eyleminden çıkan
uyuşmazlık üzerine açılır, burda ise belli idarî işlemler ya da eylemler
üzerine çıkmış uyuşmazlıklar değil bir dizi idari işlemlerinin incelenmesi ve
bunları yapanların sorumlu oldukları veya olmadıkları yolunda karar verilmesi
söz konusudur. Bu kararlar ise, yönetim işlemleridir. Bu işlemlere Anayasada
hüküm denilmiş olması yargılama usullerine benzeyen yöntemlere göre yapılan
inceleme sonunda ve yargı kararlarını andırır biçimde verilmelerinin
istenildiğini gösterir. Yargılama usulleri, bir çok bakımlardan bir takım idarî
işlemlerin daha doğru olmasını sağlayıcı nitelikte bulunduklarından, bu türlü
işlemlerin belli yargılama yöntemlerine göre yürütülecek incelemeler sonunda
yapılması kamu yararı düşüncesiyle öngörülebilir. Burada tutulan yol da budur.
10- Anayasanın saymanların ve benzeri kişilerin sorumluluklarını
nesnel (afakî) sorumluluk olarak gördüğü ve Sayıştay’ın bu sorumluluklar
üzerine hüküm verdiği daha doğru değildir.
Bir kez Sayıştay’ın yalnızca işlemleri denetleyip onların yasalara
uygun bulunup bulunmadığını sorumluların hukukî durumları üzerinde etkisi
olmayan biçimde karara bağlayacağı anlamına gelen bir söz Anayasada yoktur.
Bundan başka nesnel sorum; hukuk alanında, tehlikeden doğan sorumdur; kişisel
sorum ise kusura dayanan bir sorumdur. Hükme bağlama işlemi ise, erek
bakımından sorumluların sorumlu tutulup tutulmayacaklarını belli etme
işlemidir, tersine olan görüş sorum kavramı ile bağdaştırılamaz. Ancak yönetim
kararı yoliyle dahi bir kimseye sorumluluk yükletilebileceği düşünülürse
Sayıştayın verdiği kararların yargı kararı niteliğinde bulundukları yalnızca
bunların ereklerine bakılarak ileri sürülemez.
11- Sayıştayı yönelim hesaplarını T.B.M.M. adına denetleyen bir
kurum olarak idarenin yapısı içinde düşünmek, gerçekten doğru olmayabilir ama
işin özü Sayıştayın gördüğü denetleme işinin hukukî nitelikçe bir yürütme işi
olduğu ve Sayıştay’ın yürütme ya da yönetim işini görmekle, Anayasa gereğince,
görevlendirilmiş bulunduğudur. Şunu da gözden uzak tutmamalıdır ki Anayasanın
114. maddesi hükmü, idarenin eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı
olduğunu öngörürken yalnızca yürütme örgütü içinde bulunan ve idarî eylem ve
işlemler yapan kişi ya da kuruluşları erek edinmiş değildir; bunun ereği, gerek
idarenin gerekse idarenin genel yapısı içine girmeyen özerk kuruluşların,
gerekse mahkemelerin idarî işlem veya idarî eylem niteliğindeki davranışlarına
karşı, yurttaşları, idare görevlerini ve başka idare yerlerini korumaktadır, o
bakımdan örneğin Millet Meclisi Başkanlığının veya Cumhuriyet Senatosu
Başkanlığının bu kuruluşlardaki bir görevli için yaptıkları işlemlerden ötürü
idarî dava açabileceği gibi Anayasa Mahkemesi Başkanlığının bir görevi için
yaptığı idarî işlemlerden dolayı da idarî dava açılabilir, böylece, Sayıştayın
idarî örgüt yapısı dışında bulunması, onun (kesin hüküm) adı verilen
işlemlerinin hukukî niteliklerine göre idarî işlem sayılmasına ve Anayasanın
114. maddesi uyarınca onlara karşı idarî dava açılmasına hiç bir zaman engel
sayılamaz.
12- Anayasanın 4. maddesinde egemenliğin Türk Ulusunun olduğu,
ulusun egemenliğini, Anayasanın koyduğu kurallara göre, yetkili organlar eli
ile kullanacağı hükme dayanılarak Sayıştayın Türk Ulusu adına kesin hüküm
verdiği görüşü savunulamaz. İlk önce Anayasanın 127. maddesinde Sayıştayın
T.B.M.M. adına işlem yaptığı kesinlikle belirtilmiştir. Bundan başka,
Anayasanın 4. maddesi, yetkili organların hepsinin ulus adına egemenliği
kullandığını belirtmek için yazılmış değildir. Sözü edilen 3. madde ulusu
temsil yetkisinin, yalnızca yasama meclislerinin olmadığını, egemenliği
yalnızca Meclisin kullanmadığını belirtmek için konulmuştur.
13- Sayıştay Yasasına göre Sayıştayın kesinleşmiş hükümlerinin
İcra ve İflâs Kanunu gereğince yerine getirilmesi kuralı benimsenmiştir. Bunun
sonucu olarak Sayıştay kararlarının adlî yargıca denetleneceği ve bu bakımdan
Danıştayın denetimine gerek bulunmadığı dahi ileri sürülemez; zira Sayıştay
ilâmları kesin mahkeme ilâmları gibi yerine getirilecektir. Kesin mahkeme
ilâmına dayanan icra kovuşturmalarında ise ancak ve ancak İcra ve İflâs
Yasasının değişik 33. maddesinde sayılan üç nedene dayanılarak şikâyet yolu ile
içre hâkimliğine başvurulabilir. Bu nedenler ise borçlunun ibra edilmiş olması,
borcun ertelenmiş bulunması ve zaman aşımına uğramış olmasıdır. Görülüyor ki
burada icra hâkimi yerine getirilecek kararın esası yönünden hukuki uygun olup
olmadığını incelemek yetkisine sahip değildir.
14- Anayasanın kesin yargı kararı veren mahkemelerin bu
kararlarından hiç biri için (kesin hüküm) sözü kullanmamışken, 127. maddesinde
Sayıştay kararları için kesin hüküm sözünü kullanmış bulunması, burada kesin
hükme kesin yargı kararı anlamını vermediğini göstermektedir. Gerçekten
Anayasanın 75. maddesinde Yüksek Seçim Kurulu için (seçim süresince ve seçimden
sonra seçim konuları ile ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları
incelemek ve kesin karara bağlamak), Uyuşmazlık Mahkemesi için, 142. maddesinin
ilk fıkrasında (adlî, idarî ve askerî yargı mercileri arasında görev ve hüküm
uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemek) ve Anayasa Mahkemesi için 152.
maddesinin ilk fıkrasında )Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir) sözleri
kullanılmıştır.
Bugünkü hukukumuzda (kesin hüküm) sözü, eski dildeki (muhkem
kaziyye) yerine kullanılmaktadır. Buna göre kesin hükme bağlamak sözü, Türkçe
bakımından yanlış olur; zira hiç bir zaman bir işin muhkem kaziyyeye
bağlanmasından söz edilemez, ancak bir kararın muhkem kaziyye niteliğini
kazandığından ya da ortada muhkem kaziyye bulunması dolayısiyle bir davanın
yeniden görülemiyeceğinden söz edilebilir. Hukuk diline bu biçimde ilk kez giren
böyle bir sözün, elbet genel yorum kurallarına göre yorumlanması ve buna
Anayasa kurallarının tümü gözönünde tutularak kesin işleme bağlamak anlamının
verilmesi zorunlu olmuştur.
15- Çoğunluk kararında, Anayasanın 127. maddesinin Temsilciler
Meclisi Anayasa Komisyonunun gerekçesinde Sayıştayın 1924 Anayasasındaki hukukî
durumunda değişiklik yapılmasının istenilmediğinin belirtilmiş olmasına ve
Temsilciler Meclisindeki görüşme sırasında bir üyenin verdiği önerge üzerine
maddenin bugünkü biçime sokulmuş bulunmasına da dayanılmaktadır.
Bir kez Anayasa Komisyonu gerekçesinde Sayıştayın 1924
Anayasasında olduğu gibi Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlı olmasında bir
değişiklik yapılmak istenilmediği yazılmıştır ki bu yön, bu karşı oy yazısının
dayandığı temellerdendir. Gerekçede, Anayasanın yapıldığı günde Sayıştayın
bağlı olduğu özel yasa hükümlerince gördüğü işlerde ve verdiği kararlarda
değişiklik yapılmasının istenilmediği görüşüne dayanak olabilecek bir yazı
yoktur. Sözün kısası, gerekçe eski Anayasanın Meclise bağlı olma ilkesinin
değiştirilmek istenmediğini belirtmekle yetinmiş, özel yasa üzerinde bir şey
dememiştir.
Temsilciler Meclisindeki ilk görüşmede üyelerden Muhittin Gürün,
Sayıştayın genel ve katma bütçeli dairelerin gelir ve giderlerini ve devlet mallarının
korunmasını Yasama Meclisi adına denetlendiğini, ulusal egemenliğin
kullanılmasının bir evresi olan bu görevi hiç bir yasama meclisinin
savsayamayacağını, Batı Avrupa ülkelerinde de bizde de yargı yoliyle denetleme
yönteminin benimsendiğini, ancak bu denetlemenin etkin olabilmesi için
kuruluşun güvenceye bağlanmasının gerektiğini tasarıdaki metnin yetersiz
olduğunu bildirmiş, Sayıştayın o zaman yürürlükte bulunan yasaya göre görmekte
olduğu bir çok işleri bile göremiyeceğini, kuruluşun güvencesinin sağlam
temellere oturtulmadığını ve özel yasaya bırakıldığını, görevinin %70-80 ini
yargı yoliyle yürüten Sayıştay için yargı güvencesinin Anayasada yer almasının
ve Sayıştay görevlileri için yargı görevinde bulunanlara tanınan hakların
tanınması ve özlük işlerinde onları her türlü etki dışında bırakacak bir yolun
Anayasada benimsenmesinin gerektiğini ileri sürmüş ve isteklerini (konumuzu
ilgilendiren yönler bakımından) özetleyerek yargı kurumu olan Sayıştaya bu
niteliği bakımından Anayasada yargı kurumlarını düzenleyen kurallar arasında
yer verilmesi, görev alanının hiç değilse o günkü çerçeve içinde saptanması,
üyelerinin atama yöntemleriyle güvencelerinin öbür yargı kurumlarında olduğu
gibi, Anayasada yer alması ve hâkim güvencesinin Sayıştay üyelerine de
tanınması, ilâmlarının kesin olduğunun belirtilmesi gerektiğini, bu konuda
önergeler düzenlendiğini söylemiş, başka söz alan olmamış, önergeler okunup oya
konulmadan önce komisyon sözcüsü komisyon adına maddeyi geri istemiş, bu
istemin Meclisce kabulü üzerine madde komisyona geri verilmiş, Komisyonun
düzenlediği metin (ki bugünkü maddenin 1., 2. fıkraları metnidir) Meclisce
tartışmasız olarak kabul edilmiştir. Üye Gürün’ün önergeleri ortada olmadığı ve
konu üzerinde tartışma yapılmadığı için kendisinin önerilerini nasıl yazdığı
bilinmemekle birlikte Sayıştay’ın görevlerine ilişkin 1. fıkranın yeniden
kaleme alındığı ve bu sırada cümlenin ortasına sorumluların (hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlamak) sözlerinin yazıldığı, metne Sayıştayın yargı
bağımsızlığından ve üyelerinin de hâkim güvencesinden yararlanacaklarını
bildiren bir söz yazılmadığı, maddenin iktisadî ve malî hükümler arasında
çıkarılıp yargı hükümleri bölümüne de alınmamış olduğu görülmektedir. Demek ki
Sayıştayın bir yargı organı ve üyelerinin de birer hâkim olduğu görüşü Anayasa
Komisyonu ve onun kaleme aldığı metni benimseyen Temsilciler Meclisi Genel
Kurulunca reddolunmuştur. Diğer taraftan Anayasanın 149. maddesinin Temsilciler
Meclisindeki ilk görüşmesinde Temsilciler Meclisi üyelerinden Fethi Çelikbaş,
Muhittin Gürün ve İhsan Ögat’ın birlikte verdikleri önerge ile “Sayıştay
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına malî murakabe yapan bir yüksek hesap
mahkemesi olduğuna göre, 149 uncu maddede sayılı iptal davası açma yetkisine
sahip müesseseler arasında Sayıştayın da ilâvesi” teklif edilmiş ise de,
yapılan oylama sonucunda Temsilciler Meclisi Genel Kurulunca bu önerge dahi
reddolunmuştur. Bu durum karşısında metne konulan (kesin hükme bağlamak)
sözlerine sarılarak Sayıştayın kesin yargı kararı vereceğinin Temsilciler
Meclisince kabul edildiğini ileri sürmek, gerçeğe aykırı olur, ve bu bakımdan
Anayasanın yapılış tarihine dayanan yorum doğru değildir. Buna karşılık,
çoğunluk gerekçesinde Sayıştayın yargı yeri olup olmamasının önemi bulunmadığı,
Anayasa Koyucunun metne kesin hükme bağlamak sözlerini ekleyerek ne demek
istediğini açıkça anlattığı savunulmaktadır; oysa kesin hükme bağlamak sözünün
hukuk dilinde ilk kez kullanılan bir söz olması bakımından açık bir deyim
olmadığı az yukarıda yazılmıştır.
16- Bir de, çoğunluk kararında Anayasa’nın bütün kurallarının
eşdeğerde olduğu gerekçesine dayanılmaktadır. Anayasa kuralları, ilke olarak
eşdeğerde olmakla birlikte hepsi de bir hukukî bütünün birbiriyle tutarlı,
ilişkisi olan, biri öbürü ile bağdaşan parçalardır; oysa çoğunluk kararında
benimsenen yoruma göre 127. maddenin kesin hükümden söz eden kuralı, yukarıki
bentlerde teker teker açıklandığı üzere, Anayasanın bütünlüğünü kökünden
bozmaktadır. Kaldı ki Anayasanın Devletin temel kuruluşlarına ilişkin ilkeleri,
ister istemez, herhangi bir kuralın yorumunda öbür kurallara üstün değerde
tutulması gerekli kurallardandır ve yorumda ise Anayasanın bütünlüğü ve
kurallarının tutarlı ve birbiriyle bağdaşın nitelikte bulunması bozucu bir
sonuca varılması, hiçbir zaman, hukuka uygun olamaz.
SONUÇ: Çoğunluğun Sayıştay Yasasının 45. maddesinin sın fıkrası hükmünün
Anayasaya aykırı bulunduğu yollu görüşüne karşıyız.
Üye
Muhittin
TAYLAN
|
Üye
Kâni VRANA
|
Üye
Şevket
MÜFTÜGİL
|
Üye
Ahmet
H.BOYACIOĞLU
|
Üye
Ziya ÖNEL
|
KARŞIOY YAZISI
I- Çoğunluğun görüşü:
1972/20 Esas, 1972/55 Karar sayılı, 17.10.1972 günlü karar
metninde de görüleceği üzere çoğunluğu görüşü, bir başka deyimle 21.2.1967
günlü, 832 sayılı Sayıştay Kanununun 45. maddesinin son fıkrasındaki
“Sayıştayca verilen ilâmlar aleyhine Danıştay’a başvurulamaz.” hükmünün
Anayasaya aykırı bulunmadığına ve itirazın reddine ilişkin olarak verilen
kararın gerekçesi şöyle özetlenebilir:
Sayıştay’ın Anayasanın 127. maddesinde yer alan görevlerinden
“sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlama”, “Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına” deyiminin dışında bırakılmıştır. Çünkü bu deyim maddenin başında
değildir. Demek ki “kesin hükme bağlama” Türkiye Büyük Millet Meclisi adına
değil, Anayasa ile doğrudan doğruya Sayıştay’a verilmiş bir görev olarak yerine
getirilecektir.
Bu itiraz dolayısiyle çözülmesi gereken konu Danıştay Dava
Daireleri Kurulunca öne sürüldüğü gibi Sayıştay’ın bir yargı yeri olup
olmadığı, üyelerinin hâkim niteliğinde bulunup bulunmadığı değil sorumluların
hesap ve işlemleriyle ilgili olarak Sayıştay’ca verilmesini Anayasanın
öngördüğü “hüküm”lerin “kesin” yani “aleyhlerine başka yargı yerlerine
başvurulamaz” nitelikte bulunup bulunmadığıdır. Bunun dışında tartışmaya
girişilmesinin yeri yoktur.
Anayasa ilkeleri etki ve değer bakımından eşit durumundadır. Biri
ötekine üstün tutulamaz. Bunların bir arada, birbirine getirdiği sınırlamalar
içinde uygulanmaları zorunludur. Anayasa bir maddesiyle bir konuda genel ilke
koyarken başka maddesiyle de genel hükme istisna getirebilir veya onu daraltıcı
bir sınır koyabilir. İstisna hükmü de, kendi sınırları içinde genel kural
derecesinde etkili ve geçerli olur. Bu bakımdan bir kurul kararına kesin
nitelik verebilmek için o kurulun mutlaka bir yargı yeri olması ve üyelerinin
hâkim niteliğinde bulunması gibi bir zorunlulukla anayasalar bağlı değildir.
Gerekli gördüklerinde bu niteliklerde olmayan kurulların kararlarına da
anayasaların kesinlik tanımaları olağandır.
Söz konusu 127. madde hükmü de bir anayasa kuralı olduğuna göre
Anayasanın öteki ilkeleri ile etki ve değer bakımından eşit durumdadır. Üstelik
Devlet sorumlularının sorumlarına ilişkin işlemleri genel kurallardan ayrı
biçimde, özel düzenlemeye bağladığına göre bunların genel kurallardan önce
uygulanma ve etki değeri olduğunda kuşku yoktur. Anayasada yer alan özel
durumlara ilişkin hükümlerin Anayasanın genel ilkelerinden ayrımlı
niteliklerine bakılarak Anayasaya aykırılıklarından söz edilemez. Anayasada
belli bir konuyu düzenleyen özel bir ilke bulunsa bile onun değil konuya özgü
Anayasa kuralının uygulanması zorunludur.
Bu açıklamaların ışığı altında şu sonuç kendiliğinden ortaya
çıkar: Anayasa, sorumluların hesap ve işlemlerinin incelenmesi sonunda
Sayıştay’ca verilecek kararlara “hüküm” niteliği ve “kesinlik” tanımıştır.
Anayasa, bu deyimleri rasgele kullanmış değildir; Sayıştay’ın tarih içindeki
gelişimi, öteden beri yürürlükteki kanunlarla verilmiş görevler ve ilâmlarının
tabi tutulduğu hükümler gözönünde bulundurulmuştur. Temsilciler Meclisindeki
görüşmelerin incelenmesiyle de varılacak sonuç budur.
Anayasanın “kesin” nitelik tanıması dolayısiyle aleyhine başkaca
idare ve yargı yerlerine başvurulmasına olanak bulunmayan bir Sayıştay hükmüne
karşı Danıştay’a başvurma yolunun açılması Anayasanın 127., 4. ve 8.
maddelerine aykırı düşer.
II- Bu karşıoy yazısına adlarını koyanların görüşü:
1- Anayasa’nın 1488 sayılı Kanunla değişik 127. maddesindeki
“sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak” deyimi:
Yukarıda özetlenen gerekçeden de anlaşılacağı üzere itirazın reddi
kararı Anayasa’nın 127. maddesindeki Sayıştay’ın “sorumluların hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlama” görevine ilişkin hükmün aydınlık olduğu;
Sayıştay’ın bu görevi Türkiye Büyük Millet Meclisi adına değil Anayasa ile
doğrudan doğruya verilmiş bir görev olarak yerine getireceğinin ve ilâmlarının Danıştay’ca
incelenemeyeceğinin 127. madde metninden açıkça anlaşıldığı görüşüne
oturtulmuştur.
Anayasa’nın 1488 sayılı Kanunla değişik 127. maddesi şöyle
başlamaktadır:
“Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve
giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve
sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve …………. la görevlidir.”
Bu cümleden sorumluların hesap ve işlemlerini Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına kesin hükme bağlamak anlamının çıkarılması için “Türkiye Büyük
Millet Meclisi adına” deyiminin maddenin başında bulunması gerekmez. Deyimin
şimdiki yeri de böyle bir anlamın çıkarılmasına elverişlidir. Kaldı ki genel ve
katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarının
denetlenmesinin ereği ve sonucu sorumluların sorumlarını ortaya koymaktır ve bu
denetleme çalışmalarının son evresini oluşturur. “Denetleme” ve “hesap ve
işlemleri hükme bağlama” aralarında sıkı hukuk bağlantısı bulunan iki
kavramdır. Şu durum her ikisinin de aynı nitelikte sayılmasını zorunlu kılar.
Onun içindir ki yalnız denetlemenin Türkiye Büyük Millet Meclisi adına
yapıldığı, sorumu belirtmenin Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yapılmadığı
yolunda bir görüşün hukukça savunulabilir yönü olamaz. Öte yandan bilindiği üzere
yasa metinlerinde o yasanın hükümlerini yürütecek mercii açıklamak için konulan
maddelerde genel olarak bakanlıklar değil bakanlar; hizmet, yasama meclislerine
ilişkin ise Yasama Meclisi değil Yasama Meclisi Başkanı (Sözgelimi 9.1.1950
günlü, 5509 sayılı Kanunun 9.; 16.7.1965 günlü, 695 sayılı ve 1.12.1966 günlü,
787 sayılı Kanunların 3. maddelerinde olduğu gibi) yürütme ile
görevlendirilirler. Buna karşılık Sayıştayın yargı organlarını ve yargılama
düzenini de kapsayan 21.2.197 günlü, 832 sayılı Sayıştay Kanunu hükümlerini
yürütme görevinin Cumhuriyet Senatosuna ve Millet Meclisine (başkanlara değil)
verilmiş olduğu görülür (Madde 108). Hüküm bu açıdan üzerinde durulmaya değer.”
“Kesin hükme bağlamak” deyimine gelince: Bu deyime tutunularak
Anayasanın Sayıştay’ı yargılama yetkisi ile donatılan bir yüksek mahkeme olarak
kurduğu yahut çoğunluğun ileri sürdüğü gibi bir yargı yeri olarak kurmamakla
birlikte kararlarına karşı bir son derece mahkemesi kararı imişçesine bütün
yolları kapadığı ileri sürülemez. Çünkü aslında “kesin hükme bağlamak” deyimi
hukuk diline ilk kez girmektedir ve Anayasanın da yalnız bir yerinde
kullanılmıştır; henüz aydınlığa kavuşmuş bir kavramı yoktur. Eskiden “muhkem
kaziyye” deyimiyle anlatılan kavram şimdi “kesin hüküm” sözü ile belirtilmekte
ise de bir işin “muhkem kaziyyeye bağlanmasından söz etmek Türkçeye ve “muhkem
kaziyye” kavramına uymayan bir söyleyiş olur. Ancak bir kararın “muhkem
kaziyye” niteliğini kazandığı veya ortada “muhkem kaziyye” niteliğini kazandığı
veya ortada “muhkem kaziyye bulunduğu için bir davaya yeniden bakılamıyacağı
söylenebilir. “Mahkeme şu işi muhkem kaziyyeye bağladı” sözünün değil hukuk
dilinde Türkçede de yeri yoktur.” “Kesin hükme bağlamak” sözünün başka bir
anlamı olmak ve bu anlamı aydınlığa çıkarmak gerekir.
Anayasa; Yüksek Seçim Kurulu için “… seçim konulariyle ilgili
bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama…”
(Madde 75/1), Uyuşmazlık Mahkemesi için “… adlî, idarî ve askerî yargı
mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye
yetkilidir.” (Madde 142/1) ve Anayasa Mahkemesi için “Anayasa Mahkemesinin
kararları kesindir.” (1488 sayılı Kanunla değişik Madde 152/1) sözlerini
kullandığı halde Sayıştay için başka, yeni bir deyime gitmesi bu üç yargı
merciinin kararları ile Sayıştay kararları arasında bir ayrım gözettiğini
göstermesi bakımından dikkate değer.
Yüksek Seçim Kurulunun, Uyuşmazlık Mahkemesinin ve Anayasa
Mahkemesinin kararlarının kesinliği konusunda kuşkuya düşmenin elbette ki yeri
yoktur. Çünkü Anayasa bu üç kuruluşun niteliğini açıkça belirtmiş ve
kararlarının kesin olduğunu hükme bağlamıştır. Oysa Sayıştay’a, “kesin hükme
bağlamak” gibi kendisi müphem bir deyimden yararlanarak, Anayasanın
öngördüğünden büsbütün ayrı bir nitelik verilmek istenmektedir.
Anadili Türkçe olan kimseler Anayasa’nın değişik 127. maddesinden
birbirine karşıt anlamlar çıkarırlarsa artık o madde hükümlerinin açık ve
aydınlık olduğundan söz edilemez ve Anayasa kurallarının tümü gözönünde
tutularak yoruma gidilmesi; Anayasa Koyucunun Sayıştay için hukuk anlamiyle
“hüküm” verebilecek ve “hüküm”leri aleyhine hiç bir yola başvurulamıyacak bir
kuruluş, başka deyimle bir yüksek yargı mercii niteliğini öngörüp görmediğinin
böylece saptanması zorunlu olur. Aşağıda yapılacak olan da budur.
Öte yandan Anayasa kuralları, ilke olma yönünden eş değerde
bulunmakla birlikte hepsi de bir hukukî bütünün birbiriyle tutarlı, uyumlu
parçalarıdır. Bir hüküm yorumlanmasında, aşağıda ayrıntılariyle tartışılıp
açıklanacağı üzere çoğunluğun “kesin hükme bağlamak” deyimi üzerindeki
görüşünde olduğu gibi, bir bütünlük, tutarlılık ve uyumun kökünden bozulması
yorumu hukukî dayanaktan yoksun bırakır ve inandırıcı olmaktan çıkarır. Şurası
da unutulmamalıdır ki Anayasa kuralları eşdeğerde olmakla birlikte Devletin
temel kuruluşlarına ilişkin ilkelerin herhangi bir kuralın yorumunda öteki
kurallara üstün değerde tutulması zorunlu ve doğaldır.
2- Anayasaya ve 832 sayılı Kanuna göre Sayıştay:
Anayasanın 1488 sayılı Kanunla değişik 127. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
(Madde 127/1- Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün
gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek
ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen
inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir.)
Şimdi de 832 sayılı Kanunun “Sayıştay’ın görev ve yetkisi”
başlığını taşıyan 1. maddesini okuyalım:
“Madde 1- Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin gelir ve
giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve
sorumluların hesap ve işlemlerini yargılama yoluyla kesin hükme bağlamak ve
kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla
görevlidir.)
Görülüyor ki 832 sayılı Kanunun 1. maddesi bir “bütün” sözcüğü
eksik olarak, noktalama işaretlerine varıncaya dek Anayasanın değişik 127.
maddesindeki birinci fıkra metninin tıpkısıdır. Sadece kanundaki hükme bir
“yargılama yoliyle” deyimi eklenmiştir. Anayasanın 127. maddesi, Sayıştaya
yargılama görevi verildiği biçimde anlaşılmaya elverişli bulunsaydı yahut
çoğunluğun düşündüğü gibi yargı yetkisiyle donatılmamış bir kurulun kesin
hükümler verebilmesi olağan olsaydı kanuna bu deyimin eklenmesi gereksiz
kalırdı. Madde metninin böyle bir anlayışa, hattâ yoruma elverişsizliği
görülmüş ve yargı yeri olmama durumu ile kesin hükümler verebilme olanağı
bağdaştırılamamıştır ki 832 sayılı Kanunun 1. maddesinin, Anayasanın 127.
maddesinin birinci fıkrasının tıpkı tıpkısına tekrarlanmasından ibaret metnine
“yargılama yolu ile” deyimi katılarak Sayıştay’ın yargı yetkisi ile
donatılmasına çalışılmıştır.
Yalnızca bir kanunun bir kuruluşu yargılama yetkisi ile donatması
kendi başına yeterli değildir. Bu, ancak açık bir Anayasa hükmünün varlığı ile
desteklenirse değer ve geçerlik kazanır. Oysa Anayasa, yargılama yetkisini
tanıdığı mercileri “Cumhuriyetin Temel Kuruluşu” başlığını taşıyan Üçüncü
Kısmının “Yargı” başlıklı Üçüncü Bölümünde (Madde 132-152) bir bir saymıştır.
Mahkemelerin ve yüksek mahkemelerin görecekleri davalar da yine bir bölümde
adlî, idarî askerî olmak üzere üç kümeye ayrılmıştır. Uyuşmazlık Mahkemesini
adlî, idarî ve askerî yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm
uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümleme ile yetkili kılan hüküm de (Anayasa:
Madde 142) bu üç çeşit yargı dışında başka bir yargı düzeninin ve merciinin
Anayasaca öngörülmediğini ayrıca teyit ve tekrar eylemektedir. Şu duruma göre
bu merciler dışında hiçbir mercie yargı hakkı tanınmasına olanak yoktur. Çünkü
hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasadan almıyan bir Devlet yetkisi
kullanamaz (anayasa: Madde 4/3).
Bir merciin yargı yetkisi ile donatılabilmesi için Anayasada açık
hüküm bulunması gerekmekle birlikte Sayıştay’a yargılama yetkisi verildiğine ve
kararları aleyhine başvurma yollarının kapatıldığına delâlet edebilecek dolaylı
hükümlerin de Anayasada yer almadığı, üstelik bütün dolaylı hükümlerin bunun
aksini ortaya koyacak nitelikte bulunduğu aşağıda sırası geldikçe ayrı ayrı
belirtilecektir. Yalnız şurada Sayıştay’a ilişkin kanunların ötedenberi
Anayasaların çizdikleri sınırları taşma eğilimi gösterdiğine kısaca işaret
etmek yerinde olacaktır.
23 Nisan 1340 günlü, 491 sayılı Teşkilâtı Esasiye Kanununun
Mevaddı Müteferrika başlıklı Altıncı Faslındaki (Kuvvei Kazaiye, Dördüncü
Fasılda yer almıştır.) Divanı Muhasebata ilişkin 100. maddesinin “Büyük Millet
Meclisine merbut ve Devletin varidat ve masarifatını kanunu mahsusuna tevfikan
murakabe ile mükellef bir Divanı Muhasebat müessestir) yollu metni ile
16.6.1934 günlü, 2514 sayılı Divanı Muhasebat Kanununun 1. maddesinin (Divanı
Muhasebat Teşkilâtı Esasiye Kanununun yüzüncü maddesi hükmüne göre Büyük Millet
Meclisine bağlı ve Devletin bütün varidat ve masraflariyle mallarını ve
hesaplarını onun namına ve kanun hükümlerine göre murakabe ve Devlet mallarını
kabz ve sarf ve idare ve muhafaza edenlerin hesaplarını tetkik ve muhakeme ile
mükellef bir heyettir) ve 18. maddesinin (üç aza ile bir reisten terekküp eden
daireler birer hesap mahkemesidir. ……… Daireler bu kanun mucibince muhasiplerin
idare hesaplarını tetkik ve muhakeme ederek Muhasebei Umumiye Kanunu ve bu
kanun hükümlerine göre yalnız muhasip ve tahakkuk memurlariyle ikinci derece
amiri italar hakkında hüküm verir………..) biçimindeki metinlerinin
karşılaştırılması bu konuda bir fikir edinilmesine yeteceği için başkaca
açıklama ve eleştirme gerekli görülmemiştir. Çoğunluk görüşünde sözü geçen
“Sayıştayın tarihi gelişimi” işte budur.
a) Sayıştay Türkiye Büyük Millet Meclisi adına görev yapar:
Yukarıda gerekçesiyle belirtildiği üzere Sayıştay Büyük Millet
Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme
bağlamakla görevledir. Sayıştay’a yargı yetkisinin tanınmasını önlemeğe tek
başına bu hüküm bile yeterlidir. Çünkü Anayasa 7. maddesiyle “yargı yetkisinin,
Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı” kuralını koymuştur.
b) Anayasa Sayıştay başkan ve üyelerine hâkimlik teminatı
tanımamıştır:
Yine Anayasanın 7. maddesine göre yargılama yetkisi ancak bağımsız
hâkimlerin görevli bulunduğu mercilere verilebilir. Anayasanın 132. maddesi
hâkimlerin görevlerinde bağımsız olmaları ilkesini teyit etmekte ve hâkimlere
tanınan teminat 133. maddede ve değişik 134. maddenin ikinci fıkrasında
açıklanmaktadır. 127. maddenin ikinci fıkrasiyle Anayasanın Sayıştay başkan ve
üyeleri için öngördüğü ve düzenlenmesini kanuna bıraktığı teminat hâkimlik
değil bir çeşit memurluk teminatıdır. Burada teminatın “mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre” düzenleneceğinden (değişik
140. madde ile Danıştay, değişik 141. madde ile Askerî Yargıtay ve değişik 138.
madde ile Askerî Yargıtay için öngörüldüğü üzere) söz edilmediği gibi 132.,
133. ve değişik 134. maddelere de herhangi bir gönderme yapılmamıştır. Üstelik
Anayasa tasarısının Temsilciler Meclisinde görüşülmesi sırasında Meclise
Sayıştay’dan katılan üye Sayıştay görevlilerine hâkim teminatının tanınmasını
istemiş; bu yolda önerge vermiş; ancak Sayıştay’a ilişkin Anayasa maddesinin
aldığı kesin şekilden de anlaşılacağı üzere bu istem maddeyi geri çeken Anayasa
Komisyonunca ve komisyonun saptadığı metni benimseyen Temsilciler Meclisince
kabul edilmemiş; önergeyi veren de Anayasa Komisyonunun getirdiği metne karşı
itirazda bulunmamıştır.
832 sayılı Kanunun Sayıştay başkan ve üyeleri için Anayasada
öngörülen hâkimlik teminatının tıpkısını kabul ettiği bir an için düşünülse
bile gene de bunun hâkimlik teminatı niteliğinde sayılmasına olanak yoktur.
Çünkü kanunların getirdiği teminat yine kanunlarla daraltılabilir veya
kaldırılabilir. Oysa sınırları ve niteliği Anayasada belirlenmiş hâkimlik
teminatı üzerinde Kanun Koyucunun tasarrufta bulunması düşünülemez.
c) Sayıştay, Anayasanın Yargı Bölümüne sokulmamıştır:
Sayıştaya ilişkin hüküm, bilindiği üzere, Anayasanın yargı
bölümünde (Üçüncü Kısım-Üçüncü Bölüm) değil Yürütme Bölümünün İktisadî ve Malî
hükümler kesiminde (Üçüncü Kısım-İkinci Bölüm-D kesimi) yer almıştır. bu yerin
Anayasa Koyucusunun Sayıştay için ne gibi bir nitelik öngördüğünü açıklama
bakımından önemi vardır. Yüksek Seçim Kuruluna, kesin kararlar veren bir yüksek
yargı organı olduğu halde, Yargı Bölümünde değil de Yasama Bölümünde yer
verildiğinden söz edilerek bundan bir kuruluşun Anayasadaki yerinin, niteliğini
gösterecek bir ölçü gibi ele alınamayacağı sonucunun çıkarılmasına ve Sayıştay
ile Yüksek Seçim Kurulu arasında bir benzerliğin oluşturulmasına çalışılabilir.
Yüksek Seçim Kurulu, altı üyesi Yargıtay, beş üyesi Danıştay Genel
Kurullarınca kendi üyeleri arasından seçilmek yoliyle oluşur. (Anayasa: madde
75/3) Bu üyeler aslında Anayasa uyarınca bağımsız, hâkimlik teminatı ve
yargılama yetkisiyle donatılmış kimselerdir; esas yerleri Anayasanın Yargı
Bölümündedir. Öte yandan Yüksek Seçim Kuruluna seçimlerin yönetim ve denetimi
yanında yine Anayasa ile (madde 75/1) “seçim konulariyle ilgili bütün yolsuzlukları,
şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama” yetkisi verilmiştir.
Niteliği, görev ve yetkileri Anayasanın açık hükümleriyle böylesine belirlenen
bir kuruluşun, Anayasa metnindeki yeri elbette ki yine Anayasa ile belirlenen
niteliğini etkilemez. Fakat Yüksek seçim Kurulu ile hiçbir benzer yönü
bulunmayan, baştan başa farklı bünyede; yetkileri ve karar alanı Anayasa
yönünden tartışmalı Sayıştay için yapılacak yorumda, bu kuruluşun Anayasadaki
yerinin önemi büyüktür. Anayasa tasarısının Temsilciler Meclisinde görüşülmesi
sırasında Sayıştay’dan bu Meclise katılan üyenin, yaptığı konuşmada ve verdiği
önergede Sayıştay’ın Anayasanın yargı bölümünde yer almasının gerektiğini ileri
sürmesine rağmen Anayasa Komisyonunun bu istemi kabul etmediği:; isteme uymayan
yeni madde metni üzerinde önergeyi verenin herhangi bir itirazda bulunmadığı ve
Temsilciler Meclisinin de komisyonun görüşünü benimseyerek istemi reddetmiş
duruma geldiği gözönünde tutulursa Sayıştaya Anayasa metninde verilen yerin
yorumdaki etkinliğinin daha da güçlendiği görülür.
ç) Anayasa Sayıştay için yargılama usullerinin düzenlenmesini
öngörmemiştir:
Anayasanın değişik 127. maddesinin ikinci fıkrası Sayıştaya
ilişkin olarak kanunla düzenlenecek konuları şöyle sıralamıştır:
aa) Sayıştayın kuruluşu;
bb) Sayıştayın işleyişi;
cc) Denetim usulleri;
çç) Mensuplarının nitelikleri, atanmaları, ödev ve yetkileri,
hakları ve yükümleri ve öteki özlük işleri;
dd) Başkan ve üyelerinin teminatı.
Görülüyor ki Anayasa Koyucu burada “yargılama usullerin”den hiç
söz etmemektedir. “İşleyiş” deyiminin “yargılama usullerin” kapsadığı ileri
sürülemez. Çünkü Anayasada gerektikçe hep “işleyiş” deyiminin yanına “yargılama
usulleri” deyiminin de eklenmesi yoluna gidilmiş; “işleyiş” deyiminden
vazgeçilse bile “yargılama usulleri”nin yine sözü edilmiştir: “Mahkemelerin
kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla
düzenlenir” (madde 136); “Danıştayın kuruluşu, işleyişi, yargılama ve …..
usulleri ….. kanunla düzenlenir….” (Değişik madde 140/5); “Askerî Yargıtayın
kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri …. kanunla düzenlenir.” (Değişik madde
141/4); “Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama usulleri kanunla ….
düzenlenir.” (madde 148/1).
Sayıştayın anayasal bünyesini açıklığa kavuşturacak bir maddede
kanunla düzenlenecek konular bir bir sayılırken “yargılama usulleri” ne bu
konular arasında yer verilmemesinin ancak bir anlamı olabilir: O da Sayıştay
için yargılama ve bir yüksek yargı yeri gibi kesin hükümler verme yetkisinin
öngörülmemiş bulunmasıdır.
d) Anayasa Sayıştay’ı bir son derece mahkemesi olarak kabul
etmemiştir:
Anayasada; “Yargıtay’ın adliye mahkemelerince verilen karar ve
hükümlerin son inceleme mercii olduğu; kanunla gösterilen belli davalara da ilk
ve son derece mahkemesi olarak bakacağı” (Değişik madde 139/1); “Danıştay’ın
kanunların başka idarî yargı mercilerine bırakmadığı konularda ilk derece ve
genel olarak üst derece idare mahkemesi olduğu” (Değişik madde 140/1); “Askerî
Yargıtay’ın, askerî mahkemelerden verilmiş karar ve hükümlerin son inceleme
mercii olduğu; ayrıca asker kişilerin kanunla gösterilen belli davalarına ilk
ve son derece mahkemesi olarak bakacağı” (Değişik madde 141/1) hakkında
hükümler vardır. 127. maddede ise Sayıştay yönünden bunlara benzer bir hükme
yer verilmiş değildir. Şu durum da Anayasanın, Sayıştay kuruluşu içinde bir
Temyiz Kurulu oluşturulmasını ve bu kurulun kararları aleyhine yargı
mercilerine başvurma yolunun kapatılmasını öngörmediğini kuşkuya yer
bırakmayacak açıklıkla göstermektedir. Savunulabilir yönü bulunmamakla birlikte
bir an için Sayıştayın bir yargı mercii olduğu düşünülebilirse, Sayıştay üç
çeşit yargıdan ancak idarî yargı bölümüne girebileceğinden kararlarının gene de
üst derece idare mahkemesi olan Danıştay’ca ve temyiz yoliyle incelenmesi
gerekeceği ortadadır.
e) Sayıştay anlaşmazlıkları çözmekte değildir:
832 sayılı Kanunun (Madde 62-64) “Sayıştay ilâmı” diye
adlandırdığı belgeler bir uyuşmazlığı çözmekte değildir. Burada herhangi bir
anlaşmazlık olmaksızın bir dizi hesap ve işlemin incelenmesi ve ilgililerin
sorumlu oldukları veya olmadıkları yolunda bir sonuca varılması söz konusudur.
Sayıştay kanunundaki usul gözden geçirilince görülür ki denetçiler kendilerine
verilen hesapları inceleyip rapora bağlarlar (madde 48). Raporlar birinci
başkanlık aracılığıyle ve “yargılanmak” üzere dairelere dağıtılır (madde 50). Dairelerce
alınacak sonuca göre beraat, zimmet veya tazmin hükmü verilir (madde 61) ve
sonuç “ilâm”da belirtilir (madde 62). Yani alacaklı olması gereken idarenin
istemi, üstelik haberi olmadan yolsuz hesabın sorumluları belirlenmekte;
alacağın bunlardan tahsiline hüküm verilmekte; ancak bundan sonra idare
“ilâm”la sonuçtan haberdar edilmektedir (madde 63).
Şu durum da “kesin hükme bağlama”nın bir yargı kararı niteliği
taşımadığını ayrıca ortaya koyar. Hele aynı kanunun “saymanların hesaplarının,
Sayıştay’a noksansız verildiği tarihten itibaren iki yıl içinde yargılanmadığı
takdirde, hükmen onanmış sayılacağı” kuralını koyan 66. maddesi “yargılama” ve
“hükmen” deyimlerinin bilinen hukuk kavramları olarak değerlendirilmesini
büsbütün olanak dışı kılmakta ve işlemin yalnızca bir inceleme ve denetleme
yolu olduğu görüşünü desteklemektedir.
f) 832 sayılı Kanun, Sayıştay’ı yargı yetkisine sahip
olağanüstü bir merci durumuna getirmiştir:
832 sayılı Kanunun Sayıştay’ı bir hesap mahkemesi olarak öngörmesi
ve bu kuruluşu yargı usulleri öteki yargı mercilerininkine benzemeyen,
kararlarını hiçbir yargı merciinin incelemeyeceği nev’i kendine özgü bir
müessese durumuna getirmesi Anayasanın Cumhuriyetin Temel Kurulu başlıklı
Üçüncü Kısmına bir de “hesap yargı yeri” eklenmesi demektir. Böylece “bir
kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu
doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü bir merci” ortaya çıkmaktadır. Bu ise
Anayasanın kesinlikle yasakladığı bir durumdur (Değişik madde 32/2).
g) Temsilciler Meclisindeki değişikliğin asıl önemli yönü:
Anayasa tasarısının Sayıştay’a ilişkin hükmünün bir konuşma ve
önerge üzerine “tasarı: madde 126) Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonunca
geri alınarak yeniden yazıldığı bilinmektedir. Bunun kendi başına bir önemi
yoktur. Asıl sorun konuşma ve önergede ileri sürülenlerin hangilerinin kabul,
hangilerinin reddedildiğidir. Yeniden yazılan, önergeyi verence itiraz
edilmeyen ve Temsilciler Meclisinde kabul olunan metinde Sayıştay’a yargı
bölümünde yer verilmesine ve Sayıştay başkan ve üyelerine hâkim teminatı
tanınmasına ilişkin istemler nazara alınmamıştır. Durumun ağırlık noktası
budur.
h) Anayasanın Sayıştay’a kesin yargı kararı verme yetkisini
tanıdığı düşünülemez:
Bu konuda son olarak şunu da belirtmek yerinde olacaktır:
Yargı alanında ve özellikle işi kökünden çözümleyen kesin yargı
kararı konusunda çok titiz ve ayrıntılı hükümler getirmiş olan ve en küçük
tazminat davalarının bile bunlardan yararlanması yollarını açık tutan
Anayasanın, yargı mercii niteliğini tanımadığı ve üyelerini hâkim teminatı
dışında bıraktığı bir kurula kesin yargı kararı verme ve böylece söz gelimi bir
saymanı yerine göre milyonları bulacak bir borç ödemekle yükümlü tutma
yetkisini tanıyabileceğini ve bu ereğini de Anayasa metninde benzeri durumlarda
kullandığı anlatım yolundan uzaklaşarak sadece “kesin hükme bağlama” gibi yeni
bir müphem bir deyimle açıklayacağını düşünmek sağduyu ve hukuk mantığı ile
bağdaştırılamaz.
i) Özetleme:
Yukarıdan beri açıklananlara varılacak sonuç şöyle özetlenebilir:
aa- Anayasa Sayıştay’ı bir yargı mercii olarak öngörmüş, yahut
çoğunluk görüşünde ileri sürdüğü gibi bunu öngörmeksizin kuruluşu bir yargı
yeri gibi hüküm verme yetkisiyle donatmış, bu kuruluşun kararlarına karşı yargı
mercilerine başvurma yolunu kapatmış değildir. Sayıştayı Anayasaya rağmen bu
duruma getiren; ona yargılama yetkisi tanıyan; bünyesi içinde bir Temyiz Kurulu
oluşturan; bu kurulca verilen kararların kesin olduğunu saptayan; Sayıştay
ilâmları aleyhine Danıştaya başvurulmasını yasaklayan 832 sayılı Kanundur.
bb- Anayasanın değişik 127. maddesinde geçen “kesin hükme bağlama”
deyiminin “kesin işleme bağlama”, “kesin sonuca bağlama”, “kesin idarî karara
bağlama” kavramlarının ötesinde bir anlamı yoktur.
“Sayıştay ilâmı” diye adlandırılan belgeye icra dairelerince
infazı gerekli bir mahkeme hükmü niteliği verilemez. Bu, aslında denetleme ve
inceleme sonunda hesaplarda ve işlemlerde ortaya çıkarılacak yolsuz ve kanunsuz
davranışların doğurduğu Hazine zararını kesin olarak saptayan bir belgedir;
delil olma yönünde değeri vardır. Ancak “bir zararın saptanması” ve “bir
zarardan sorumlu olma” durumlarını birbirinden ayırmak gerekir. Sorum konusunda
yargı mercilerinin söyleyeceği çok söz vardır. Onun için Sayıştay’ın
“sorumluların hesap ve işlemlerini hükme bağlama” yetkisinin bu kişiler
hakkında öznel kararlar alma yetkisini de kapsadığı hukukça savunulabilir bir
görüş olamaz. Sayıştayın Türkiye Büyük Millet Meclisi adına görev yapması da
sorumluları şahsen borç altına sokacak öznel kararlar vermesini haklı
göstermez. Çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisinin kendisinin bile böyle bir
yetkisi yoktur.
Sayıştayın zararı saptayan kesin kararı üzerine sorumlu görünenler
hakkında kovuşturmaya geçilmesi doğaldır. Sorumlular zararı ödemeye
yanaşmazlarsa son sözü yargı mercii söyler. 832 sayılı Kanunun 45. maddesinin
son fıkrası bu yolu tüm kapamaktadır.
3- Sayıştay’ca 832 sayılı Kanunun verdiği yetkiler dolayısiyle
ortaya çıkan sakıncalar;
Buraya kadar söylenenler Anayasanın Sayıştayın bir yargı mercii
olmasını veya bir yargı mercii gibi hükümler vermesini öngörmediğini ve
kararlarına karşı yargı merciine başvurma yolunu kapatmadığını belirtmek içindir.
Ancak bu kurula 832 sayılı Kanunla yargılama yetkisi verilmesi ve özellikle
itiraz konusu hüküm Anayasanın kişilere tanıdığı kimi temel hakların ve
hürriyetlerin zedelenmesine yol açmakta ve bu konuya da kısaca değinmek zorunlu
bulunmaktadır.
a) Hak arama hürriyeti:
Herkesin, meşru bütün vasıta ve yollardan yararlanarak yargı
mercileri önünde davacı veya davalı sıfatiyle iddia ve savunmada bulunma hakkı
vardır. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz
(Anayasa madde 31).
Hak sahibi ile kendisinden hak istenenin yargı mercii önünde
davacı veya davalı olarak karşılaşabilmeleri bu hürriyetin gereğidir. Devlet
haksız eylemden doğan alacakları için adliye mahkemelerine başvurur ve davalı
da savunma hakkını kullanırken yine haksız eylemlerle Devleti zarara soktuğu
ileri sürülen bir kimsenin, sırf Sayıştay denetimine bağlı bir görevde olması
yüzünden mahkeme huzurunda kendisini savunamamasını haklı gösterecek bir hukukî
neden ve zorunluk ortaya konulamaz.
Devletin kişilerden ayırımlı olarak, kimi alacaklarını mahkeme
hükmü gerekmeksizin doğrudan doğruya kovuşturmaya yetkili olduğu durumlar
vardır. Ancak bunlar kamu alacaklarına ilişkin olanlardır. Kamu alacaklarının
tahsiline girişilmesi halinde de kişinin ya belli itiraz veya temyiz
mercilerine ve sonunda Danıştaya başvurarak veya doğrudan doğruya Danıştay’da
iptal davası açarak bir anlaşmazlık yaratmak ve savunmada bulunmak hakkı
vardır.
Anayasanın gerek 31. maddesi gerekse idarenin her türlü eylem ve
işlemine karşı yargı yolunu açık tutan değişik 114. maddesi kuralı, anlaşmazlık
halinde kişi ile idarenin yargı mercii önünde karşılaşmasına olanak
tanımaktadır. Oysa Sayıştayca karara bağlanan işlerde bu yol kapalıdır.
b) Kanuni yargı yolunda usul:
Bir kimsenin kanunen tabi olduğu mahkemede yargılanması Anayasa
teminatı; hukuk içi olağan bir yargılama usuliyle yargılanması ise bu teminatın
bir gereğidir. Gerçi Anayasa yargı mercilerinin yargılama usullerinin
düzenlenmesini kanunlara bırakmış ve bu konuda ana kurallar koymamıştır. Ancak
yargılama usullerine ilişkin olarak her medenî ülkede uygulanan yerleşmiş hukuk
kuralları da yok değildir. Anayasanın 2. maddesiyle hukuk devleti olarak
tanımlanan Devletimizde de bu kuralların uygulanması gerekir. Bunların dışında
kalacak bir yargılama düzeni hukuk devletinin korumakla ödevli bulunduğu genel
hukuk esaslarına aykırı düşer.
Bu kurallardan konu ile ilişkisi bulunan bir kaçı aşağıda gözden
geçirilerek Sayıştayın durumu ile kıyaslanacaktır:
aa- Tarafsız mahkeme:
Tarafsızlığı sağlayan, mahkemelerin bağımsız ve hâkimlerin
teminatlı oluşudur. Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetimle görevli,
mensupları anayasal hâkimlik teminatından yoksun bir kuruluşun tarafsızlığı
kabul edilemez.
bb- Savunma:
Denetçiler, kendilerine verilen hesapların –Hesaplar Birinci
Başkanın görevlendireceği denetçilerce incelenir (Madde 46/1)- İncelenmesi
sırasında mevzuata uygun bulmadıkları veya eksik gördükleri işler hakkında
sorumluların yazılı savunmalarını alırlar (Madde 48/1). En çok otuz gün içinde
cevap vermeyen sorumluların savunmaları beklenmiyerek rapor düzenlenir (Madde
48/2). Hesap raporunun dairece incelenmesi sırasında uzman denetçi hesapta
yeniden ilişkili hususlar görürse o da sorumlunun savunmasını alır (Madde
56/4).
İşte 832 sayılı Kanunun tanıdığı savunma hakkı bundan ibarettir.
Oysa savunma dava hakkı kadar korunması gereken bir temel haktır. Anayasa
(Madde 31) yalnızca iddia ve savunma hakkını değil “yargı mercileri önünde
davacı veya davalı olarak, iddia ve savunmada bulunmak hakkı”nı tanımıştır.
Denetçiye verilen yazılı karşılıklarla yetinilip hükme varılmasını
mümkün kılan bir yargılama usulünün hukuk devletinde yeri olmamak gerekir.
cc- Duruşma:
Anayasaya göre mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır.
Duruşmalardan bir bölümünün veya kümünün kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın
veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir
(Madde 135/1). 832 sayılı Kanunda duruşma söz konusu değildir. Ancak Temyiz
Kurulunda “mürafaa”ya olanak tanınmıştır. Kurulun yalnız bir tarafı davet etmek
hakkı da bulunduğu için (Madde 72) bunun bile bir gerçek duruşma niteliğinde
kabul edilmesine olanak yoktur.
çç- Kanun yolu:
Mahkeme kararları üst derece Mahkemelerinde (Yargıtay, Danıştay
Askerî Yargıtay) temyiz yoliyle incelenebilir. Anayasa, Sayıştaya bir son
derece mahkemesi niteliği tanımadığı halde 832 sayılı Kanun “Sayıştay
dairelerince verilen ilâmların temyiz yoliyle incelemek ve bu konuda kesin
kararlar vermek üzere” Sayıştayın bünyesi içinde bir “Sayıştay Temyiz Kurulu”
oluşturmaktadır (Madde 67). Temyiz Kurulu, 4 yıl için Sayıştay Genel Kurulunca
daire başkanları arasından seçilecek 4 daire başkanı ile her daireden seçilecek
-Sayıştayın 8 dairesi vardır. (kanuna bağlı 1 sayılı cetvel)- 2 üyeden kurulur.
Kararları temyiz edilen daire başkanının ve üyelerinin oy hakkı olamaz. Kurul
üye tamsayısının üçte ikisi ile toplanır; mevcudun çoğunluğu ile karar verir.
Temyiz Kurulu Sayıştay dairelerince verilen ilâmların son hüküm merciidir (Madde
16).
Karşılıklı olarak birbirlerinin kararlarını üstelik kararı
verenlerin huzuriyle inceleyecek üyelerden oluşan bu kurulun Sayıştay dairelerinden
çıkan “ilâm”ların “son hüküm mercii” oluşu gibi bir durumun “hukuk devleti”
ilkesiyle nasıl bağdaştırılabildiği, üzerinde önemle durulacak bir konudur.
dd- Vicdanî kanaat sorunu:
Bir gider hesabını inceleyen Sayıştay denetçisi genellikle giderin
kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere, bütçedeki tertibine, ödeneğine ve kadroya
uygun olarak harcanıp harcanmadığını, ödemenin istihak sahiplerinin kimliği
araştırılmak yoliyle yapılıp yapılmadığını ve bütün bu işlem ve hesapların
belgelere ve kayıtlara uygun olup olmadığını araştırır (832 sayılı Kanun-madde
46). Beraat, zimmet veya tazmin hükümleri de bu esaslara göre verilir. Bu
kaskatı, dar, adeta makineleştirilmiş bir inceleme düzenidir. Oysa hâkimler
Anayasaya, kanuna, hukuka ve vicdanî kanaatlarına göre hüküm verirler (Anayasa:
madde 132/1). Şu durum bile Sayıştayın bir yargı merci değil, bir idarî denetim
kuruluşu olduğunu göstermeye yeterlidir.
c) Özetleme:
832 sayılı Kanunun Sayıştay için öngördüğü bünye ve yetkiler
dolayısiyle temel hak ve hürriyetler yönünden ortaya çıkan sakıncaların en
önemlileri üzerinde kısaca durulmuştur.
Devletin gelir ve giderleri ile malları üzerinde çok titiz ve
gerekirse olağanüstü bir denetim düzeninin kurulmasına kimsenin bir diyeceği
olamaz. Bundaki kamu yararı ortadadır. Ancak denetim sonunda sorumlu ve
tazminle yükümlü görülenler, 45. maddenin itiraz konusu son fıkrasiyle olduğu
gibi, yargı mercilerinde kendilerini savunma teminatından yoksun bırakılırsa;
bir başka deyimle denetim düzeni yüzünden birtakım temel hak ve hürriyetlerin
kökünden zedelenmesine yol açılırsa o zaman Anayasaya aykırılık kendini
gösterir. Çünkü kanun; temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz (Anayasa:
değişik madde 11/2).
4- Sonuç:
832 sayılı Kanunun 45. maddesinin son fıkrasında yer alan
“Sayıştayca verilen ilâmlar aleyhine Danıştaya başvurulamaz” hükmü Anayasanın
2. maddesindeki “hukuk devleti” ilkesine, yine Anayasanın “yargı yetkisi, Türk
Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır” kuralını koyan 7., hak arama
hürriyetine ilişkin 31., kanun yargı yolunu belirleyen değişik 32., idarenin
eylem ve işlemlerine karşı yargı denetimini açık tutan değişik 114., Sayıştaya
ilişkin değişik 127., Danıştay hakkındaki değişik 140., “kanunların Anayasaya
aykırı olamıyacağını” saptayan 8. maddelerine doğrudan doğruya aykırıdır;
iptali gerekir. Oysa Anayasa Mahkemesi kuralın Anayasaya uygun olduğuna karar
vermiştir.
Bu nedenle 1972/20-55 sayılı, 17.10.1972 günlü karara karşıyız.
Başkanvekili
Avni GİVDA
|
Üye
Ahmet AKAR
|
KARŞIOY YAZISI
Mahkemelerin bir kanun hükmü hakkında Anayasa’nın 151. maddesi
uyarınca Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yasalara uygun biçimde
açılmış bir davanın mevcut olması şarttır.
Danıştay’ın bu dosyadaki itirazına dayanak yaptığı başvurma ise
yasalara uygun biçimde ve Danıştay’ın yetkisi içinde yapılmış olmadığından bu
nitelikteki bir başvurmayı Anayasa’nın 151. maddesinde sözü geçen ve Anayasa
denetimine olanak sağlıyan bir (dava) olarak saymağa imkân yoktur.
Konuya ilişkin açıklamalar Anayasa Mahkemesi’nin 10.6.1971 günlü
ve 1971/24-55 sayılı kararına ilişkin karşıoy yazımda yapılmış olduğundan
burada tekrar edilmemiştir (bak: Resmi Gazete: 27 Nisan 1972, sayı: 14171, Sh.
17).
Bu nedenlerle Danıştaya yapılmış olan söz konusu başvurmayı,
Anayasanın 151. ve 44 sayılı Kanunun 27. maddesinde geçen (bakılmakta olan bir
dava) niteliğinde saymağa imkân olmadığından Danıştay Dava Daireleri Kurulunun
832 sayılı Sayıştay Kanununun hiç bir maddesi ve bu arada 45. maddesinin son
fıkrası hakkında Anayasa’ya aykırılık öne sürerek Anayasa Mahkemesine
başvurmağa yetkisi olmadığından itirazın esastan incelenmesine geçilmeden önce
bu yönden reddi gerekmektedir.
Bu sebeplerle yukarıki kararın konuya ilişkin bölümüne karşıyım.