ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 1971/20
Karar Sayısı : 1971/47
Karar Günü : 27.4.1971
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN MAHKEME: Balıkesir
Asliye Ceza Mahkemesi.
İTİRAZIN KONUSU: Memurin Muhakematı
Hakkındaki Kanunun tümünün Anayasaya aykırı olduğu yolunda Cumhuriyet
Savcısının ileri sürdüğü iddia mahkemece Anayasanın 2., 8., 12., 32., 117.,
118., 132., 133. ve 134. maddeleri karşısında ciddî görülmüş ve yine Anayasanın
151. maddesine dayanılarak Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur.
I- OLAY:
Görev sırasında adam dövmek eyleminden dolayı Balıkesir İl İdare
Kurulunca Türk Ceza Kanununun 251. ve 456. maddelerine göre lüzumu
muhakemelerine 10.8.1970 gününde 1970/238 sayı ile karar verilen köy muhtarına
ve köy ihtiyar kurulu üyesine ilişkin 1970/659 esas sayılı davanın Balıkesir
Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan duruşmasının 19.2.1971 günlü oturumunda
Cumhuriyet savcısı 4.2.1329 günlü Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun tümünün
Anayasanın 8., 12., 32., 117., 118. ve 132. maddelerine aykırı olduğunu ileri
sürmüş; mahkeme Anayasanın ayrıca 2., 133. ve 134. maddelerine de dayanarak
iddiasının ciddî olduğu kanısına vardığından Anayasa Mahkemesine başvurulmasına
ve duruşmanın başka bir güne bırakılmasına karar vermiştir.
II- MAHKEMENİN GEREKÇESİ ÖZETİ:
Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun tümünün Anayasaya aykırılığı
yolunda Cumhuriyet Savcısınca ileri sürülen iddianın ciddîliği kanısına nasıl
varıldığını açıklamak üzere mahkemenin ortaya koyduğu gerekçe özet olarak
şöyledir:
1- “Uygulanacak bir kanun hükmü” deyimi dar anlamda alınmaz ve
“tabiî yargı yolu” ilkesinin son tahkikatın açılması ile başlamayıp ilk ve
hazırlık soruşturmasına değin ircaı gerektiği gözönünde tutulursa mahkemenin
Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun, Anayasa uygunluk denetimi için, Anayasa
Mahkemesine getirmeğe yetkili bulunduğu kabul edilebilir.
2-a) Anayasanın 2. maddesindeki “demokratik hukuk Devleti” ilkesi
yasaların genel oluşunu, yönetimde hukuka bağlılığın sağlanmasını gerekli
kılar. İtiraz konusu kanun ise hukuk bilgisi olmayan, teminatsız kimselere ilk
soruşturma niteliğinde yargılama usulüne ilişkin görev ve yetkiler vermektedir.
b) Memurların bir yargılama ayrıcalığından yararlandırılmaları
Anayasanın 12. maddesine aykırıdır.
c) Anayasanın 8. ve 132. maddeleri ve kuvvetler ayrılığı, yargı
bağımsızlığı, mahkemelere telkinde bulunulamaması gibi ilkeler karşısında
itiraz konusu kanunun Anayasaya aykırılığı iddiası ciddî bir nitelik
taşımaktadır.
ç) Anayasanın 117. ve 118. maddeleri ile memurlar için konulmuş
teminat hükümlerinde görevden doğan suçlar yönünden, özel bir yargılama
usulünün uygulanması öngörülmüş değildir.
d) İtiraz konusu kanun Anayasanın 32. maddesindeki “tabiî yargı
yolu” ilkesine de aykırıdır. Bu kanuna göre yargı yetkisini kullanan kişiler ve
kuruluşlar Anayasanın hâkimlik teminatına ilişkin 133. ve hâkimlik mesleği ile
ilgili 134. maddeleri gerekleriyle bağdaşır durumda değildirler,
III- YASA METİNLERİ:
1. İtiraz konusu hükümler:
Mahkeme, Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun tümünün
incelenmesini istemişse de, aşağıda görüleceği üzere, Anayasa Mahkemesince
verilen sınırlama kararı uyarınca buraya yalnız kanunun 13. maddesi alınmıştır:
(Madde 13- Birinci madde mucibince hadis olacak cürümlerinden
dolayı lüzumu muhakemelerine karar verilip mahkemeye sevk edilmek üzere evrakı
ve lüzumu muhakeme mazbatası müddeiumumilere tevdi edilmedikçe bunlar
tarafından memurin hakkında doğrudan doğruya takibat icrası memnudur.
2. Dayanak olarak ileri sürülen Anayasa hükümleri:
Mahkemece Anayasaya aykırılık iddiasının ciddîliği kanısına
varılmasında dayanak olarak ileri sürülen Anayasa maddeleri aşağıda
gösterilmiştir.
“Madde 2- Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk
devletidir.”
“Madde 8- Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.
Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare
makamlarını ve kişileri bağlıyan temel hukuk kurallarıdır.”
“Madde 12- Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî
inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.”
“Madde 32- Hiç kimse, tabiî hâkiminden başka bir merci önüne
çıkarılamaz.
Bir kimseyi tabiî hâkiminden başka bir merci önüne çıkarma
sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.”
“Madde 117- Devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin, genel idare
esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği
aslî ve sürekli görevler, memurlar eliyle görülür.
Memurların nitelikleri, atanmaları, ödev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.”
“Madde 118- Memurlar ve kamu kurumu niteliğindeki meslek
teşekkülleri mensupları hakkında yapılacak disiplin kovuşturmalarında,
isnadolunan hususun, ilgiliye açıkça ve yazılı olarak bildirilmesi, yazılı
savunmasının istenmesi ve savunma için belli bir süre tanınması şarttır.
Bu esaslara uyulmadıkça disiplin cezası verilemez.
Disiplin kararları, yargı mercilerinin denetimi dışında
bırakılamaz.
Asker kişiler hakkındaki hükümler saklıdır.”
“Madde 132- Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya,
kanuna, hukuka ve vicdani kanaatlarına göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve tâlimat veremez; genelge
gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dâva hakkında Yasama Meclislerinde yargı
yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya
herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare,
mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını
hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
“Madde 133- Hâkimler azlolunamaz. Kendileri istemedikçe, Anayasada
gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun
kaldırılması sebebiyle de olsa, aylıklarından yoksun kılınamaz.
Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş
olanlarla görevini sağlık bakımından yerine getiremiyeceği kesin olarak
anlaşılanlar ve meslekte kalmalarının caiz olmadığına karar verilenler hakkında
kanundaki istisnalar saklıdır.”
“Madde 134- Hâkimlerin nitelikleri, atanmaları, hakları ve
ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, görevlerinin veya görev yerlerinin geçici
veya sürekli olarak değiştirilmesi, haklarında disiplin kovuşturması açılması
ve disiplin cezası verilmesi, görevleriyle ilgili suçlarından dolayı soruşturma
yapılmasına ve yargılanmalarına karar verilmesi, meslekten çıkarılmayı
gerektiren suçluluk veya yetersizlik halleri ve diğer özlük işleri,
mahkemelerin bağımsızlığı esasına göre, kanunla düzenlenir.
Hâkimler altmışbeş yaşını bitirinceye kadar hizmet görürler.
Askerî hakimlerin yaş haddî kanunla belli edilir.
Hâkimler, kanunda belirtilenlerden başka, genel ve özel hiçbir
görev alamazlar.”
IV- İLK İNCELEME:
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca 25.3.1971
gününde Hakkı Ketenoğlu, Avni Givda, Celâlettin Kuralmen, Fazıl Uluocak, Sait
Koçak, Nuri Ülgenalp, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş, Ahmet Akar, Ziya Önel, Kâni
Vrana, Muittin Gürün, Lûtfi Ömerbaş, Şevket Müftügil ve Ahmet H. Boyacıoğlu’nun
katılmalariyle yapılan ilk inceleme toplantısında dosyanın eksiği bulunmadığı
anlaşılmış, ancak Balıkesir Asliye Ceza Mahkemesinin Anayasaya uygunluk
denetimi için Anayasa Mahkemesine Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun tümünü
getirmiş bulunması itiraz yoluna başvuran mahkeme bakımından yetki sorununun
etraflıca incelenip çözülmesini gerekli kılmıştır.
1- İtiraz yoluna başvuran mahkeme bakımından yetki sorununun
tartışılması:
Anayasanın 151. ve 22.4.1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 27.
maddelerine göre bir mahkemenin Anayasaya uygunluk denetimi için Anayasa Mahkemesine
getirebileceği hükümler ancak bakmakta bulunduğu davada uygulanacak olanlarla
sınırlıdır. Bir başka deyimle itiraz yoluna başvuran mahkemenin elinde bakmakta
olduğu bir dava bulunmalı ve Anayasa Mahkemesine getirdiği hükümleri o davada
doğrudan doğruya uygulama durumunda olmalıdır.
Balıkesir Asliye Ceza Mahkemesinin elinde bakmakta olduğu bir dava
bulunduğunda kuşku yoktur. Bu, görev sırasında adam dövmek eyleminden dolayı
köy muhtarına ve köy ihtiyar kurulu üyesine karşı Memurin Muhakematı Hakkındaki
Kanun uyarınca açılmış ceza davasıdır. Demek ki olayda Anayasa Mahkemesine
itiraz yoliyle başvurulabilmesi için Anayasanın 151. maddesinde öngörülen
koşullardan birincisi vardır.
İkinci koşulun var olup olmadığına gelince: Bu konu da aşağıda
tartışılacaktır.
Balıkesir Asliye Ceza Mahkemesi Memurin Muhakematı Hakkındaki
Kanunun tümünün Anayasaya aykırı olduğu yolundaki iddiayı ciddî görmüş ve
böylece kanunun bütün hükümlerinin incelenip Anayasaya uygunluk denetiminin
yapılmasını ister duruma geçmiştir.
Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanun 21 maddedir.
1. madde memurların görevlerinden doğan veya görev sırasında
işlenen suçlardan dolayı adliye mahkemelerince yargılanmaları ilkesini koymakta
ve “şeriati âtiye dairesinde” demek suretiyle aşağıdaki maddelere gönderme
yapmaktadır.
2. maddede sanık memur hakkında, merkez veya il memuru olduğuna
göre, bakanlık, daire, vali, kaymakam veya idare şubesi âmirince doğrudan
doğruya veya başkası aracılığı ile “Usulü Muhakematı Cezaiye Kanunu” uyarınca
ilk soruşturma yapılacağı, soruşturma sonucunun fezlekeye bağlanacağı ve
fezlekenin soruşturmayı yapan kimsece imzalanacağı veya mühürleneceği
açıklanmıştır.
3. madde soruşturma kâğıtlarının 4. maddede yazılı kurullardan
birine verilmesi, kurulun kâğıtlar üzerinde “tetkikatı idariyede” bulunması,
ilk soruşturma fezlekesini düzenleyen ve imzalayan daire âmirinin bu kurullara
üye olarak girmemesi hakkındadır.
4. maddede memurun durumuna ve kimliğine göre ilk soruşturma
kâğıtlarını inceleyerek “lüzumu muhakeme” veya “men’i muhakeme” kararı verecek
kurullar sayılmaktadır.
5. maddede lüzumu muhakeme ve men’i muhakeme kararlarının hangi
hallerde ve nasıl verileceği, kararların nasıl kesinleşeceği ve itiraz yolları
gösterilmiş; kesinleşen lüzumu muhakeme kararının müstantik kararnamesi
niteliğinde olduğu açıklanmıştır.
6. maddede itiraz mercileri gösterilmekte ve yasada açıklanmayan
hususlarda ceza muhakemeleri usulü hükümlerine uyulacağı belirtilmektedir.
7. maddede lüzumu muhakemesine karar verilen memurların,
durumlarına ve kimliklerine göre, hangi yer mahkemelerinde yargılanacakları
gösterilmiştir.
Kanunun 8. maddesi suç işliyen valiler, 9. maddesi elçiler, 10.
maddesi “irade” ile atanan memurlar 11. maddesi bakanlık müsteşarları hakkında
yapılacak işlemleri belirlemekte; 12. maddede ise işten el çektirme hükmü yer
almaktadır.
13. madde memurluk görevinden dolayı veya bu görevin yerine
getirilmesi sırasında suç işliyen memur hakkında Cumhuriyet savcılarının
doğrudan doğruya koğuşturma yapamayacağı ilkesini koymaktadır.
14. maddede memurun, hangi suçtan lüzumu muhakemesine karar
verilirse yalnız o suç dolayısiyle yargılanabileceği, duruşma sırasında başka
suçları da ortaya çıkarsa yahut yargılanması yapılan suça başka memurların
iştiraki anlaşılırsa ilgili daireye haber verileceği, dairesinin de bu kanun
uyarınca soruşturma yapacağı belirtilmiş; 15. maddede suç ortağı memurların
çeşitli sınıflardan olması durumu öngörülmüştür.
16. madde, kimi durumlarda idare kurullarını tutuklama kararı
vermeğe ve en büyük mülkiye memurları ile bakanları tutuklama kararlarını
onaylamağa yetkili kılmaktadır. Bu madde Anayasa Mahkemesinin 19.10.1963 günlü,
11535 sayılı Resmî Gazetede yayınlanan 20.9.1963 günlü, 1963/59-225 sayılı
kararı ile iptal edilmiştir. (Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi- Sayı 2,
Sayfa: 33-35)
Kanunun 17. maddesi “elviyei gayrimülhaka” memurlarına ilişkindir.
18. madde memur davalarının öteki davaların önüne alınmasını öngörmüştür. 19.
madde yürürlük günü, 20. madde kaldırılan hükümler, 21. madde kanunu yürütme
görevi hakkındadır.
Yukarıda hükümleri teker teker açıklanan Memurin Muhakematı
Hakkındaki Kanunun 8 den 12 ye ve 14 ten 21 e kadar olan maddelerinin,
uygulanmak bir yana, mahkemenin bakmakta bulunduğu dava dolayısiyle mahkemece
gözden geçirilmesinin bile söz konusu olamıyacağı ortadadır.
1 den 7 ye kadar olan maddelere gelince: Mahkemenin elkoyduğu evre
son soruşturma evresidir. Söz konusu hükümler uyarınca yapılan işlemlerin yer
aldığı evre ise bu evrenin dışında ve bu evreden öncedir. Bir başka deyimle
Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun 1-7. maddeleri iş mahkemeye gelmeden önce
mahkeme dışındaki yetkililerce uygulanmıştır. Uygulanmamış olsa işe mahkemenin
elkoymasına olanak yoktur. Mahkeme yalnızca son soruşturma ile uğraşacağına
göre bu evreye varılabilmesi için mahkeme dışındaki belirli mercilerce önceden
uygulanması zorunlu hükümlerin son soruşturma sırasında o mahkemece uygulanması
ellbetteki söz konusu olamaz.
Sanıklar memur sayıldığına ve suç memurluk görevi ile ilgili
bulunduğuna göre mahkemenin sanıklar hakkında usulünce verilmiş bir lüzumu
muhakeme kararı bulunup bulunmadığını araştırması tabiîdir. Ancak bu araştırma
son soruşturma evresinden önce yalnız mahkeme dışındaki mercilerce
uygulanabilecek olan ve uygulanan hükümlerin mahkemece de uygulanması niteliğini
taşımaz. Böyle bir araştırmada mahkeme Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun
“memurların memurluk görevinden dolayı yahut görevin yerine getirilmesi
sırasında oluşan suçlardan lüzumu muhakemelerine karar verilip mahkemeye
sevkedilmek üzere evrakı ve lüzumu muhakeme mazbatası savcılara verilmedikçe
bunların memur hakkında doğrudan doğruya kovuşturma yapmalarını yasaklayan” 13.
maddesi hükmünü uygulamış duruma geçer. Şu hale göre Memurin Muhakematı
Hakkındaki Kanun yönünden itirazın kapsamı bu yasanın, mahkemenin bakmakta
olduğu davada gerçekten uygulama durumunda bulunduğu 13. maddesi ile
sınırlandırılması gerekecektir.
Ziya Önel Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun tümünün ve Hakkı
Ketenoğlu, Celâlettin Kuralmen, Fazıl Uluocak, Kâni Vrana, Şevket Müftügil ve
Ahmet H. Boyacıoğlu aynı yasanın 1., 2., 3., 4., 5., 6., 7. ve 14. maddelerinin
de incelenmesi gerektiğini ileri sürerek bu görüşe katılmamışlardır.
2- İnceleme konusunun sınırlandırılması:
Yukarıdan beri açıklanan nedenlerle işin esasının, mahkemenin
bakmakta olduğu davada uygulama durumunda bulunduğu Memurin Muhakematı
Hakkındaki Kanunun 13. maddesi ile sınırlı olarak incelenmesine;
Ziya Önel’in Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun tümünün ve
Hakkı Ketenoğlu, Celâlettin Kuralmen, Fazıl Uluocak, Kâni Vrana, Şevket
Müftügil ve Ahmet H. Boyacıoğlu’nun aynı kanunun 1., 2., 3., 4., 5., 6., 7. ve
14. maddelerinin de incelenmesinin gerektiği yolundaki karşıoylariyle ve
oyçokluğu ile karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ:
İtirazın esasına ilişkin rapor, Cumhuriyet savcılığı aracılığı ile
gelen Balıkesir Asliye Ceza Mahkemesinin 4.3.1971 günlü, 1970/659 sayılı yazısı
ve ekleri, (sınırlama kararı uyarınca) Anayasaya aykırılığı ileri sürülen
hüküm, Anayasaya aykırılık görüşüne dayanaklık eden Anayasa maddeleri; bunlarla
ilgili gerekçeler ve başka yasama belgeleri; konu ile ilişkisi bulunan öeki
metinler okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
1- Anayasaya aykırılık iddiasının daha önceki itirazlar
dolayısiyle incelenmiş bulunması durumu:
Memurun Muhakematı Hakkındaki Kanunun 13. maddesinin Anayasaya
aykırı olduğu yolundaki iddia daha önce 1965/18, 1967/14, 1968/14 ve 1970/34
esas sayılı işler dolayısiyle incelenmiş; hükmün Anayasaya aykırı olmadığı ve
itirazın reddi 11.10.1965, 14.11.1967, 26.9.1968 ve 22.12.1970 günlerinde
1965/53, 1967/36, 1968/35 ve 1970/47 sayılarla karara bağlanmıştı.
Görüşmelerin başında muhittin Gürün ve Lûtfi Ömerbaş şu duruma ve
Anayasanın, Anayasa Mahkemesi kararlarının kesinliğini ve bağlayıcılığını
saptayan 152. maddesi hükmüne göre kanunun yeniden incelenemiyeceğini ileri
sürmüşlerdir.
Anayasanın 152. maddesi uyarınca anayasa Mahkemesi kararları
kesindir. Kesin yargı kararı, kararı veren mahkemece veya başka bir yargı yerince
yeniden incelenip değiştirilmesi olanağı bulunmayan karar demektir. Anayasa
Mahkemesinin Anayasaya aykırılık iddialarına ilişkin kararları Anayasanın 149.
ve 151. maddelerine dayanılarak yapılmış belli istemler üzerine
verilebileceğinden her kararın kesinliği de o kararın verilmesini gerektiren
belli dava veya itiraz açısından söz konusu olabilir. Bu durumun sonucu olarak
belirli bir dava veya itirazın karara bağlanması aynı konuda bir başka dava
veya itirazın Anayasa Mahkemesine gelmesine veya incelenmesine engellik edemez.
İptal kararlariyle dava veya itirazın reddine ilişkin kararlar
arasında açık bir ayrım vardır. İptal kararları karar gününde ve ayrıca
yürürlük günü belirtilmişse o günde ital konusu hükümleri yürürlükten kaldırır.
İptal dolayısiyle artık yürürlükte bulunmayan bir kanunun Anayasaya aykırılığı
ileri sürülemeyeceğine göre böylece çözülmüş konuların bir daha mahkemeye
gelmesi düşünülemez. Gelse de yeniden incelenmesinin geri ve konusu olmaz ve iş
karar verilmesine yer bulunmadığı yolunda bir sonuçla kapanır. Davanın veya
itirazın reddi ile sonuçlanmış kararlara konu olan hükümler ise yürürlükte
kalmış ve kararlar belirli durumlara ve koşullara dayanmakta bulunmuştur.
Kararın bağlayıcılığı da bu kapsam içinde, belirli bir dava ve itiraz
bakımındandır. Durumların ve koşulların değişmesi halinde sonucun da değişik
olması gerekir. Böyle bir değişmenin bulunup bulunmadığı ise ancak yeni dava
veya itirazın incelenmesi sonunda anlaşılabilir.
Bir dava veya itiraz redle sonuçlanırsa aynı konuda gelecek başka
davaların ve itirazların incelenemiyeceği yolunda bir görüş kimi hükümlere
dokunulmazlık tanımak, bu hükümler hakkında özellikle yargı mercilerinin
yetkilerini kullanmalarını önlemek, hukukî görüşleri dondurup kalıplaştırmak
olur, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının böyle bir ereği bulunduğu düşüncesini
destekliyecek, doyurucu bir kanıtın ileri sürülmesi olanaksızdır.
Şu duruma göre inceleme konusu hükmün daha önceki itirazlar
dolayısiyle denetlenmiş ve Anayasaya aykırı görülmeyerek itirazların reddine
karar verilmiş bulunmasının konunun 1971/20 esas sayılı dosyada yeniden ele
alınmasına engellik edemeyeceğine Muhittin Gürün ve Lûtfi Ömerbaş’ın
karşıoylariyle ve oyçokluğu ile karar verilerek Anayasaya aykırılık sorununun
görüşülmesine geçildi.
2. Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun 13. maddesinin
Anayasaya aykırı olup olmadığı sorunu:
Doğrudan doğruya Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun 13.
maddesinin Anayasaya aykırı olup olmadığının tartışılmasına geçilmeden önce bu
yasanın getirdiği düzen üzerinde durulmasında ve Anayasa Mahkemesinin
geçmişteki konuya ilişkin kararlarında söylenenlerin özetlenerek
hatırlatılmasında yarar vardır.
Bilindiği üzere Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanun, en başta
memurların memurluk görevinden doğan veya memurluk görevini yerine getirme
sırasında işlenen suçların mahkemeye gelmeden önceki evrede, kovuşturulması
usulüne düzenleyen bir yasadır. Yasanın işin mahkemeye gelmesinden sonraki evresini
ilgilendiren ancak birkaç maddesi vardır. (14., 15., 18. maddeler gibi.) Bunlar
da ayrıntı niteliğinde hükümlerdir.
Kanun, memurluk görevinden dolayı veya bu görevin yerine
getirilmesi sırasında suç işleyen memur hakkında Cumhuriyet savcılarının doğrudan
doğruya kovuşturma yapamıyacağı ilkesini koymuştur. (Madde 13). Böyle bir suç
dolayısiyle kamu davası açılabilmesi için, memur hakkında yine bir memurca
soruşturma yapılması, memurlardan oluşmuş bir kurulca lüzumu muhakeme kararı
verilmesi ve kararın kesinleşmesi gerekmektedir.
Bir suçun mahkemeye gelmesinden önceki evre, genel olarak,
hazırlık soruşturması ve ilk soruşturma işlemlerini kapsar. Memurin Muhakematı
Hakkındaki Kanunda bu işlemler birleştirilmiş ve adına eski deyimle “tahkikatı
iptidaiye” denilmiştir. Bu yasanın koyduğu usulün adlî usuldekinden asıl
değişik yönü ilk soruşturmayı yapanla soruşturma sonucunu karara bağlayan
mercilerin ayrı ayrı oluşudur.
Memur suçlarından dolayı yapılacak ilk soruşturmanın idare mercilerine
bırakılmasında Anayasaya aykırılık olup olmadığının araştırılması için önce ilk
soruşturmanın niteliği üzerinde durulması ve Memurin Muhakematı Hakkındaki
Kanunla düzenlenen usulün yargı yetkisine müdahaleyi oluşturup oluşturmadığının
incelenmesi gerekir. Yargı yetkisinin ne olduğu konusunda ceza yargılaması usulü
hükümlerine ve kuramlarına gidilmesinin yeri yoktur. Çünkü Anayasa kendi
yönünden bu sorunu çözmüş ve 7. maddesinde “yargı yetkisi Türk Milleti adına
bağımsız mahkemelerce kullanılır” diyerek mahkemelerin gördüğü işler dışında
yargı yetkisi kavramının yeri olmadığına işaret etmiştir. Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanunu uyarınca ilk soruşturma sorgu hâkimlerince yapılmaktadır. Sorgu
hâkimliklerinin mahkeme niteliğinde olmadığı ise Anayasa Mahkemesinin içtihadı
ile desteklenen bir vakıadır. Böylece ilk soruşturmanın yargı yetkisinin
tekeline giren bir işlem olmadığı kendini göstermektedir.
Öte yandan ilk soruşturmanın hâkimlerce yapılmasını ve karara
bağlanmasını zorunlu kılan bir Anayasa hükmü yoktur. Anayasa herhangi bir
konuda buyurucu yahut yasaklayıcı bir ilke getirmemişse bunun düzenlenmesini
kanun koyucunun takdirine bırakmış demektir. Öyle ise söz konusu kanunun memur
suçlarının soruşturulmasında hâkim olmayan kimselere yetki tanımış bulunması
Anayasanın verdiği takdir hakkının Anayasaya aykırı düşmeyen bir biçimde
kullanılmasından başka bir nitelik taşımaz.
İlk soruşturma sırasında görülmesi yalnızca hâkimlerin yetkileri
içinde bulunan işler elbette ki çıkabilir. Kişi dokunulmazlığını (Anayasa-Madde
14), özel hayatın gizliliğini (madde 15), konut dokunulmazlığını (madde 16),
haberleşme hürriyetini (Madde 17) ilgilendiren işlemlerde bulunulması
gerekebilir. Ancak Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunda bu konularda idare
mercilerine açıkça bir hâkim gibi karar alma yetkisi tanıyan bir hüküm (16.
madde dışında) yoktur. Kimi durumlarda idare kurullarını tutuklama kararı
vermeğe ve en büyük mülkiye memurları ile bakanları bu kararları onaylamağa
yetkili kılan 16. madde ise Anayasa Mahkemesince 1963 yılında iptal edilmiştir.
Kanunda bu yetkiyi dolaylı ve üstü kapalı olarak veren hükümler de
yer almamıştır. Esasen kanunda izlenen yol buna elverişli değildir. Çünkü
hâkimlere özgü bir yetkinin idare mercilerine aktarılması söz konusu olunca bu
olanağı kanun yapıcı dolaylı olarak değil, doğrudan doğruya ve açık hükümle
sağlama yoluna gitmiştir. 16. madde bu tutumun bir örneğidir.
Ancak ilk bakışta böyle bir sanıyı uyandırması olasılığı bulunan,
fakat üzerinde biraz durulunca kavram ve kapsamları kolayca açıklanabilen
birkaç hüküm ileri sürülebilir. Bunlar da “Usulü Muhakematı Cezaiye Kanununa
tevfikan ….. tahkikatı iptidaiye icra edileceği” (madde 2), “lüzumu muhakeme
mazbatasının müstantik kararnamesi mahiyetinde olduğu” (madde 5) ve “tahkikatı
iptidaiye icrasında ve lüzum veya men’i muhakemeye ait muamelâtta işbu kanunda
masarrah olmayan hususta usulü muhakematı cezaiye ahkâmına tevfiki hareket
olunacağı” (madde 6) yolundaki anlatımlardır.
Lüzumu muhakeme mazbatasının sorgu hâkimi kararı niteliğinde
sayılması durumu, açık hükümle ayrıca yetki verilmedikçe bu belgeyi düzenleyen
merciin sorgu hâkiminin tüm yetkileriyle donatıldığı sonucunu doğuramaz.
Yapılan işe ilk soruşturan adını takan ve bu iş sırasında ceza muhakemeleri
usulü hükümlerine uyulacağını açıklayan hükümler ise, söz konusu kanunun
hâkimlere özgü yetkilerin idare mercilerine aktarılması gerektiğinde izlediği, yukarıda
değinilen, yola göre, hele Anayasanın buyurucu ilkeleri bir yanda dururken Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun ilk soruşturma sırasında yapılmasını öngördüğü her
işlemin idare mercilerince doğrudan doğruya yürütülmesine cevaz verildiği
yolundaki bir yoruma dayanabilir nitelikte değildir.
Soruşturma sırasında Anayasanın yalnız hâkimlere tanıdığı
yetkilere ilişkin bir işlem söz konusu olursa idare mercileri elbette ki
gerekli kararları hâkimlerden alacaklardır. Arada sırada tersine uygulamalar
yer almışsa bu, Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun değil ancak uygulamaların
Anayasaya aykırılığını gösterir ve Anayasaya uygunluk denetimi bakımından o
kanun hükümlerini değerlendirilmesinde böyle yanlış bir tutumun etkisi olacağı
düşünülemez.
İtiraz yoluna başvuran mahkemece değinilmiş olmamakla birlikte
burada 7188 sayılı Kanunun 1. maddesindeki başkâtiplere sorgu hâkimlerine
vekâlet etme yetkisi tanıyan hükmün Anayasa Mahkemesince 1965 yılında iptal
edilmiş olması üzerinde kısaca durulacaktır. 7188 sayılı Yasa başkâtiplere
sorgu hâkimi vekilliğini vermekle bunları sorgu hâkimlerinin tüm yetkileriyle
donatmış olmakta idi. Böylece hâkim olmayan bir kimsenin yalnız hâkimlere özgü
yetkileri kullanmasına yol açılmış bulunuyordu. Hükmün iptal edilmesi bu
yüzdendir. Oysa yukarıda belirtildiği üzere memurlar hakkında ilk soruşturma
yapan mercilere kanunla böyle bir yetki tanınmış değildir. Arada bu bakımdan
hiçbir benzerlik bulunmamaktadır.
Tabiî hâkim sorununa gelince: Anayasa bir kimseyi tabiî hâkiminden
başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü
merciler kurulmasını yasaklamaktadır (Madde 32). Memurlar hakkında ilk
soruşturma yapan ve bunun sonucunu karara bağlayan mercilerin yargılama yetkisi
yoktur; gördükleri iş de yargılama yetkisine girmemektedir. Esasen kanun
memurların yargılanmalarını açık bir hükümle (madde 1) adliye mahkemelerine, yani
tabiî hâkime bırakmıştır. Öte yandan memurin muhakematı usulünde öngörülen
merciler hâkim niteliğinde ve yetkisinde bulunmadığı için, bunların bağımsız olmayışları
Anayasanın 132, 133. ve 134. maddeleri ile de çelişkiye düşmeyecektir.
Suçlu memurlar hakkındaki soruşturmanın ayrı bir usule
bağlanmasının kanunlar önünde eşitlik ilkesi ile çeliştiği de düşünülemez.
Anayasanın eşitlik ilkesini belirleyen 12. maddesinin birinci fıkrası hükmü
incelendikte görüşülecektir ki Anayasanın mutlak olarak yasakladığı gerçek
kişilerin kanun karşısında dillerine, ırklarına, cinsiyetlerine, siyasî
düşüncelerine, felsefî inançlarına, din ve mezheplerine göre değişik muamele
görmeleridir. Bunların dışında kanun önünde eşitlik ancak niteliklerde
benzerlik halinde söz konusu olabilir. Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanun
memurlara ilişkin bir yasadır. Yalnızca memurlara uygulanan yasalarla memur
olmıyanların bir eşitlik ilişkisi düşünülemez.
Öte yandan söz konusu yasa, memurlara bir zümre, bir sınıf olarak
imtiyaz tanımakta değildir. Kanunun sağladığı memurun şahsı değil memurluk
görevi bakımından bir çeşit teminattır. Bu da kamu hizmetinin iyi işlemesi için
düşünülmüş, düzenlenmiştir. Memur, gördüğü hizmet yüzünden sık sık isnat ve
iftiralara uğrayabilir. Kendisine memuriyetle ilgili suç isnat edilen her
memurun hemen adliyeye sevkedilmesi hem memurları tedirgin ederek hizmeti
aksatır; hem de hizmetin yürütülüşü üzerinde bir takım haksız kuşkulara yol
açabilir. Bu çeşit iddiaların önce kamu hizmetinin gereklerini ve memurluk psikolojisini
iyi bilen kimselerin süzgecinden geçirilmesi ve ortada kovuşturmaya değer bir
eylem kaldığında işin mahkemenin eline bırakılması, kamu hizmetinin yararına
bir tedbirdir ve kanunla getirilen düzenin sağladığı da budur.
Anayasada memurların görevlerine ilişkin suçlarından dolayı
soruşturma yapılmasının özel kanunla düzenlenmesini buyuran bir hüküm
bulunmadığı doğrudur. Ancak yasaklayan bir hükmün de olmadığı ortadadır.
Yukarıda da değinildiği üzere Anayasa herhangi bir konuda buyurucu yahut
yasaklayıcı bir ilke getirmemişse o kamunun düzenlenmesini, Anayasanın öteki
kurallarına aykırı düşmemek koşuliyle, kanun koyucunun takdirine bırakmış
demektir.
Memurlar hakkında soruşturma yapanların ve soruşturma sonucunu
karara bağlıyanların Cumhuriyet savcıları gibi teminatlı kimseler olmayışı
dolayısiyle Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunla getirilen soruşturma
düzeninin memurların lehinde değil aleyhinde olduğu da ileri sürülebilir.
Cumhuriyet savcılarının teminat bakımından memurlara göre ne derece üstün oldukları
tartışma götürür bir konudur. Bu durum bir yana, Memurin Muhakematı Hakkındaki
Kanunun öngördüğü soruşturma düzeninde asıl önemli olan ve memurlardan yana
sayılması gereken yön soruşturma görevlilerinin sanıkların meslekdaşları
olmaları, başka deyimle kamu hizmetinin gereklerini ve memurluk psikolojisini
iyi bilecek mevkilerde bulunmalarıdır. Kimi durumlarda, bir işin adliyenin
eline gelmeden önce, sanığın kendi meslekdaşlarından veya eşitlerinden oluşan
süzgeç veya engellerden geçirilmesi ötedenberi sanık bakımından bir çeşit
teminat sayılagelmektedir. Seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen
bir Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesinin kendi Meclisinin kararı olmadıkça
tutulamaması, sorguya çekilememesi tutuklanamaması ve yargılanamaması (Anayasa-madde
79); Cumhurbaşkanının vatan hainliğinden dolayı Türkiye Büyük Millet Meclisi
birleşik toplantısı karariyle suçlandırılmadan Yüce Divana sevkedilememesi
(madde 99); Başbakan veya bakanlar hakkındaki soruşturmanın her iki Meclisten
eşit sayıda verilecek üyelerden kurulu komisyonca yürütülmesi ve birleşik
toplantıda sevk kararı verilmedikçe Yüce Divana götürülememeleri (madde 90);
anayasa Mahkemesi başkan ve üyelerinin görevlerinden doğan veya görevleri
sırasında işledikleri suçlar için ancak Anayasa Mahkemesi karariyle soruşturma
açılabilmesi ve soruşturmanın bu mahkemenin üç üyesi tarafından yürütülmesi
(22.4.1962 günlü, 44 sayılı Kanun - madde 52); Yüksek Hâkimler Kurulu bölüm
başkanı ve üyelerinin aynı nitelikteki suçlarından dolayı haklarındaki
soruşturmanın Yüksek Hâkimler Kurulu Başkanınca, Kurul Başkanı hakkında
Yargıtay Birinci Başkanınca yapılması (22.4.1962 günlü, 45 sayılı Kanun - madde
56); Danıştay başkanları ve üyeleriyle Başkanunsözcüsünün aynı nitelikteki
suçlarından dolayı Danıştay Birinci Başkanının seçeceği bir daire başkanı ile
iki üyeden oluşacak kurulca soruşturma yapılması (24.12.1964 günlü, 521 sayılı
kanun - madde 147) yasalarımızda yer almış hükümler gereğidir. Bu örnekleri
daha da çoğaltmak mümkündür. Kaldı ki 521 sayılı Danıştay Kanununun 22., 49/e.
ve 54. maddelerinin incelenmesinden anlaşılacağı üzere Memurin Muhakematı
Hakkındaki Kanun uyarınca yapılacak işlemlerin büyük bir bölümü üzerinde
Danıştay İkinci Dairesi ve İdarî Daireler Kurulu söz ve karar sahibidir.
Yukarıdan beri açıklananlar Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunla
getirilen soruşturma düzeninin Anayasaya ve bu arada “hukuk Devleti” ilkesine
aykırı yönü bulunmadığını açıkça gösterir. Varılan şu sonuca göre kapsadığı
hükmün niteliği de gözönünde tutulunca Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun
13. maddesinin Anayasaya aykırı olmadığı ve itirazın reddine karar verilmesi
gerektiği ortaya çıkmaktadır.
Hakkı Ketenoğlu, Muhittin Taylan, Recai Sekin, Ziya Önel ve Kâni
Vrana bu görüşe katılmamışlardır.
VI- SONUÇ:
Daha önceleri sınırlama kararı uyarınca incelenen Memurin
Muhakematı Hakkındaki Kanunun 13. maddesinin Anayasaya aykırı olmadığına ve
itirazın reddine Hakkı Ketenoğlu, Muhittin Taylan, Recai Seçkin, Ziya Önel ve
Kâni Vrana’nın karşıoylariyle ve oyçokluğu ile 27.4.1971 gününde karar verildi.
Başkan
Hakkı KETENOĞLU
|
Başkanvekili
Avni GİVDA
|
Üye
Fazıl ULUOCAK
|
Üye
Sait KOÇAK
|
Üye
Nuri
ÜLGENALP
|
Üye
Muhittin
TAYLAN
|
Üye
Şahap ARIÇ
|
Üye
Recai
SEÇKİN
|
Üye
Ahmet AKAR
|
Üye
Halit ZARBUN
|
Üye
Ziya ÖNEL
|
Üye
Kâni VRANA
|
Üye
Muhittin GÜRÜN
|
Üye
Lûtfi ÖMERBAŞ
|
Üye
Ahmet H.
BOYACIOĞLU
|
KARŞIOY YAZISI
Davaya konu olan Memurin Muhakematı hakkındaki Kanunun 13 üncü
maddesi, bir memur hakkında usulünce lüzumu muhakeme kararı verilmeden,
savcılar tarafından soruşturma ve kovuşturma açılamıyacağını öngörmektedir.
Daha açık bir deyim ile, bir memurun görevi dolayısiyle işlediği eylem hakkında
soruşturma yapılıp davaya yer olup olmadığına karar verecek makamın savcılar
olmayıp, savcılık teminatından yoksun idari makamlar olacağı esası konulmuştur.
Bu prosedür Anayasa’ya aykırıdır. Çünkü:
1) Lüzumu muhakeme kararı verilmesi halinde iş mahkemeye intikal
edeceğinden, memur bu durumda teminatlı bir sonuca kavuşmuş demektir. Fakat
lüzumu muhakeme kararı verilmeyen hallerde kamu haklarının gerçekten zarar
görüp görmediği kamu oyunda gereğince açıklığa kovuşmuş olamaz. Savcılık ve
hâkimlik teminatını haiz olmayan kişiler veya kurullarca yaptırılan soruşturma
ve kovuşturmalar çeşitli etkiler altında cereyan edebilir ve sonunda verilen
yargılamaya yer olmadığına ilişkin kararlar kamu oyunda duraksamalara ve
kuşkulara sebep olabilir. Cumhuriyet Savcılığı niteliğinde olmayan bu
kuruluşlara görev verilmesi Anayasa’nın 137 nci maddesine aykırıdır.
2) Devlet, çalışanlar için bir çalışma güvenci sağlamak
durumundadır. Teminatlı olmayan kişiler tarafından yapılan soruşturmalar kamu
hizmeti gören memurlar bakımından güvence sağlayıcı nitelikte sayılamaz. Gerek
soruşturmayı yapan, gerek hakkında soruşturma yapılan memur, korku ve kuşku
içinde görev yaparsa, bundan Anayasa’nın öngördüğü kamu hizmetleri müteessir
olur ki, bu da Anayasa’nın 42 inci maddesine aykırı bir sonuç doğurur.
3) Bir kimse hakkında soruşturma yaparak onu muhakeme altına alıp
almama kararı vermek, yargısal bir görev yapmak olur. Yargı yetkisi,
Anayasa’nın 7 inci maddesi uyarınca Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce
kullanılır. Oysa dava konusu olan hüküm, yargısal bir görevin bir bölümünü
yargı mekanizması dışına taşırmıştır. Yargısal görevin sınırları soruşturma ve
kovuşturma ile birlikte yargılama ve hükmü dahi içine alacak bir kapsamda
bulunması itibariyle her safhası birbirine etkili ve birbirine bağlı yargı
düzenini parçalayarak bir bölümünü, yargıya yetkisi olmayan kuruluşlara
bırakmak Anayasa’nın 7 inci maddesinde öngörülen ana ilkeye aykırı düşer.
4) Yargısal görev, Anayasa’nın 7 inci maddesi uyarınca bir bütün
olarak yargı erkine tevdi edilmiştir. Normal soruşturma ve koğuşturma prosedürü
dışında özel yetkiyi haiz yargı mercileri ihdas etmek Anayasa’nın 32 inci
maddesine aykırı olur. dava konusu olan Memurin Muhakematı hakkında Kanunun 13
üncü maddesi, kişiyi Anayasanın 32 nci maddesinde sözü edilen normal yargısal
mekanizma dışında özel yetkili bir merci huzuruna getiren bir prosedür ortaya
koymaktadır. Bu düzenleme Anayasa’ya aykırıdır.
5) Yargı erki’nin görevleri, bu yetkiyi kullananların nitelikleri,
teminatları, görevin bağımsız olarak yerine getirilmesine ilişkin ilkenin
anlamı Anayasa’nın 132 nci ve sonraki maddelerinde açıkça belirtilmiştir.
Yargısal görev ve yetkilerin, Anayasanın gösterdiği mercilere
kullandırılmaması, kamu haklarına yapılan zararlar dolayısiyle bu mercilerin
doğrudan doğruya soruşturma hak ve yetkilerinden yoksun tutulması Anayasanın 8
inci maddesinde belirtilen kurala aykırı düşer. Gerçekten Memurin Muhakematı
Kanununun 13 ncü maddesi; yargısal görevi ve yetkileri olan Cumhuriyet
Savcılarının, Anayasa dışı bir takım mercilerin izni olmaksızın, kamu
görevlilerinin bu görevle ilgili suç niteliğindeki işlemleri dolayısiyle
doğrudan doğruya soruşturma yapamıyacaklarını, kamu haklarını
savunamıyacaklarını hükme bağlamaktadır ki, bu düzenleme kaynağını Anayasadan
almamakta ve böylece Anayasanın 4 üncü maddesi hükmüne de aykırı bir hukuki
durum ortaya çıkmaktadır.
Açıklanan nedenlerle çoğunluk kararına karşıyız.
Üye
Muhittin TAYLAN
|
Üye
Kâni VRANA
|
Üye
Şevket MÜFTÜGİL
|
KARŞIOY YAZISI
Sayın Muhittin Taylan, Kâni Vrana ve Şevket Müftügil’in karşı oy
yazılarının 1., 3., 4. ve 5. bölümlerinde anılan gerekçelere katılıyoruz.
Başkan
İ. Hakkı
KETENOĞLU
|
Üye
Recai SEÇKİN
|
KARŞIOY YAZISI
Sayın Muhittin Taylan, Kâni Vrana ve Şevket Müftügil’in karşıoy
yazısında açıklanan düşüncelerle 1967/14 esas ve 36 sayılı karardaki karşıoy
yazısında belirttiğim nedenlerle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
KARŞIOY YAZISI
Memurin muhakematı hakkındaki kanunun bazan tümünün, bazan da bir
kısım maddelerinin Anayasaya aykırı olduğu yolunda değişik mahkemeler
tarafından 1965, 1967, 1968 ve 1970 yıllarında yapılmış olan itirazlar
sonucunda, söz konusu kanunun Anayasa Mahkemesince iptal edilen 16. maddesi
dışındaki hükümlerinden bir kısmının mahkemelerce uygulanmakta olan hükümler
niteliğinde olmadıkları, öteki maddelerin de Anayasaya aykırı bulunmadıkları
Anayasa Mahkemesinin müteaddit kararlarına konu olmuş ve bu dosyada incelemesi
yapılan 13. maddenin Anayasaya aykırı bulunmadığına beş kez karar verilmiş ve
bu kararlar Resmî Gazetelerle ilân edilmiştir. (Bak: Anayasa Mahkemesi
kararları, Gün: 11.10.1965, 14.11.1967, 26.9.1968, 22.12.1970; Sayı:
1965/18-1965/53, 1967/14-1967/36, 1967/16-1967/37, 1968/14-1968/35,
1970/34-1970/47.
Resmî Gazeteler; Gün: 29.3.1966, 29.4.1968, 2.5.1968, 18.4.1970;
Sayı: 12263, 12886, 12888, 13475)
Söz konusu 13. madde hükmü ve dosya ile yapılmış bulunan itiraz
vesilesiyle de altıncı kez inceleme konusu yapılarak yeniden yukarıdaki karar
verilmiş bulunmaktadır.
Halbuki Anayasanın 152. maddesinde:
(Anayasa mahkemesinin kararları kesindir.
………………………………………….
Anayasa Mahkemesi kararları, Resmî Gazetede hemen yayınlanır ve
Devletin yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve
tüzel kişileri bağlar.)
İlkesi yer almakta, Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri hakkındaki 22.4.1962 günlü ve 44 sayılı Kanunun 50. ve 51.
maddelerinde de aynı hükümler tekrar edilmiş bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi Anayasanın ve 44 sayılı Kanunun (kesinlik) ve
(bağlayıcılık) niteliğine ilişkin bu açık hükümlerinde, (iptal kararları) ile
(Anayasaya uygunluğu tesbit eden kararlar) arasında her hangi bir ayırım
yapılmamakta, (Anayasa Mahkemesi kararı) adını taşıyan tüm kararları kapsamına
alacak nitelikte genel bir deyim kullanılmış bulunmaktadır. Buna karşı,
Anayasanın 152. ve 44 sayılı Kanunun 50. maddelerinin öteki fıkralarında,
sadece iptal kararlarına özgü olan nitelikler ayrıca belirtilmektedir.
Hükümlerin bu derece açık olması karşısında (kesinlik) ve
(bağlayıcılık) nitelikleri konusunda Anayasa Mahkemesi kararları arasında fark
gözetmenin mümkün olmadığı meydandadır. Nitekim sözü geçen maddelerde yer alan
ve Anayasa Mahkemesi kararlarının yayınlanmasına ilişkin bulunan hükümlerin
uygulanmasında, Anayasa Mahkemesince de farklı bir tutum benimsenmemekte,
maddedeki ifadenin genel niteliğine ve geniş kapsamına dayanılarak, Anayasa
Mahkemesinin tüm kararları ilân edilmektedir. Aynı maddelerde yer alan ve bütün
Anayasa Mahkemesi kararlarını kapsamı içine alacak nitelikte olan (kesinlik) ve
(bağlayıcılık) ilkelerinin değerlendirilmesinde ise, sadece (iptal) kararlarına
bu nitelikler tanınmakta, (Anayasaya uygunluğu tesbit eden kararlar) ın bu
niteliklerden yoksun bulundukları kabul edilerek bu görüş doğrultusunda bir
yargılama usulü uygulanmaktadır.
Bu tutumun dayandığı düşünceler şu yolda özetlenebilir:
1- Anayasa Mahkemesinin Anayasaya aykırılık iddialarına ilişkin
kararları Anayasanın 149. ve 151. maddelerine dayanılarak yapılmış belli
istemler üzerine verilebileceğinden her kararın kesinliği de o kararın
verilmesini gerektiren belli dava veya itiraz açısından söz konusu olabilir. Bu
durumun sonucu olarak belirli bir dava veya itirazın karara bağlanması aynı
konuda bir başka dava veya itirazın Anayasa Mahkemesine gelmesine veya
incelenmesine engellik edemez.
2- İptal kararlariyle dava veya itirazın reddine ilişkin kararlar
arasında açık bir ayırım vardır. İptal kararları iptal konusu hükümleri
yürürlükten kaldırır. Yürürlükten kalkmış bir kanunun Anayasaya aykırılığı söz
konusu olamayacağına göre böylece çözülmüş konuların bir daha mahkemeye gelmesi
düşünülemez. Davanın veya itirazın reddi ile sonuçlanmış kararlara konu olan
hükümler ise yürürlükten kalkmış ve kararlar belirli durumlara ve koşullara
dayanmakta bulunmuştur. Kararın bağlayıcılığı da bu kapsam içinde, belirli bir
dava veya itiraz bakımındandır. Durumların ve koşulların değişmesi halinde
sonucun da değişik olması gerekir. Böyle bir değişmenin bulunup bulunmadığı ise
ancak yeni dava veya itirazın incelenmesi sonunda anlaşılabilir.
3- Redle sonuçlanan bir dava veya itiraza konu olan hükümler
hakkındaki başka dava veya itirazların incelenemiyeceği yolunda bir görüş kimi
hükümlere dokunulmazlık tanımak, bu hükümler hakkında öncelikle yargı
mercilerinin yetkilerini kullanmalarını önlemek, hukuki görüşleri dondurup
kalıplaştırmak olur. Anayasanın böyle bir ereği olduğu yolunda bir kanıt da öne
sürülemez.
Aşağıda açıklanan nedenlerle bu görüşlere katılmak mümkün
değildir:
1- Anayasa Mahkemesi kararlarının “kesin” ve “bağlayıcı”
niteliklerini gereği gibi değerlendirebilmek için “Anayasa yargısı” alanı
içinde kalınarak bu yargının amaç ve ilkelerini gözönünde tutmak, özellikle bir
hukuk veya ceza yargılamasına hakim olan ilkelerin etkisi altında kalınmadan ve
söz konusu alanları birbirine karıştırmadan bu değerlendirmeyi yapmak
zorunludur.
Gerçekten bir hukuk veya ceza yargılaması sonunda verilen
kararların “kesinliği” ve “bağlayıcılığı” ile Anayasa yargılaması sonunda
verilen kararın “kesinliği” ve “bağlayıcılığı”, kapsam ve nitelik bakımından
kıyaslanamayacak derecede farklılık gösterir.
Hukuk veya ceza davası, belli olayların kanun hükümleri
karşısındaki durumunu saptamak amacını taşır. Bu davalarda bir kanun hükmünün,
olayın özelliğine ve oluş biçimine ve tarafların o olaydaki durum ve
tutumlarına göre uygulanarak ihtilâfın çözümü bahis konusudur. Bu bakımdan,
dava sonunda verilen karar, (belirli durum ve koşullara dayandığından) bu
kararın kesinliği de, sadece tarafları aynı olan o ihtilâf için söz konusudur.
Halbuki iptal davaları ya da itiraz yoluyla yapılan başvurmalar sonucunda
Anayasa Mahkemesince verilen kararlarda, belli bir kanun hükmünün Anayasa
kuralları karşısındaki durumunun objektif olarak incelenip Anayasaya uygun olup
olmadığının hükme bağlanması söz konusudur.
İptal davalarının esasına ilişkin incelemeler sırasında davacının
durum ve tutumunun üzerinde durulması ve bunların verilecek karara etki yapması
bahis konusu olmadığı gibi itiraz yolu ile gelen işlerin esasa ilişkin
incelemelerinde de itirazı yapan mahkeme dosyasındaki tarafların veya davaya
konu olan olayın üzerinde durulması ve bunların Anayasaya uygunluk veya
aykırılığın saptanmasında etki yapması da söz konusu değildir. Bu bakımlardan
Anayasa Mahkemesi kararları, öne sürüldüğü gibi (belirli durum ve koşullara
dayanmakta) olmadıklarından bu kararların “kesin” olma niteliğinin
çözümlenmesinde, öteki yargı kararları için doğru olan düşüncelerin öne
sürülmesi yerinde değildir.
Esasen Anayasanın 152. maddesi, Anayasa Mahkemesi kararlarının
“kesin” olduğu kuralını koyduktan sonra bu kararların, yasama, yürütme ve yargı
organları da dahil olmak üzere herkesi bağlıyacağı kuralını da ilâve etmekle,
bu konuyu herhangi bir duraksamaya yer veremeyecek açıklıkta çözümlemiş
bulunmaktadır. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının “kesinliğinin” ve
“bağlayıcılığının”, öne sürüldüğü gibi, sadece olay ve olaydaki taraflar
bakımından söz konusu olabileceğinin kabulü halinde, Anayasada, “kesinlik”den
ayrıca yer almış bulunan “her organı ve herkesi bağlayıcılık” kuralına mana
verilmesi imkânsız olur.
İtiraz yolu ile yapılan başvurmalar sonunda verilen iptal
kararları, sadece itiraza vesile olan davanın taraflarına mahsus ve münhasır
olarak sırf onlar bakımından kesin ve bağlayıcı olmayıp genel nitelikte ve
herkes için aynı değerde olduğu gibi, itirazın “Anayasaya uygunluk” kararı ile
sonuçlanması halinde de durum aynıdır ve bu karar da genel nitelikte ve herkes için
aynı değerdedir. Aksi yönde bir değerlendirmeyi haklı gösterecek Anayasada
herhangi bir işaret olmadıktan başka, 152. maddenin hükmü Anayasa Mahkemesi
kararları arasında herhangi bir değer farkı yaratılmasını önleyecek derecede
açık ve kesindir.
Kaldıki iptal davalarında, davayı açanların “taraf” sayılmaları
mümkün olmayıp bunlar (Anayasa ile dava açma yetkisi verilmiş organlar) dan
ibarettir ve sadece davanın açılması ve takibi ile ilgilidirler. Dava sonunda
verilecek kararların kendileri hakkında uygulanması ve bundan lehte ve aleyhte
bir fayda veya zarar görmeleri söz konusu olmadığına göre iptal davaları
sonucunda verilen (Anayasaya uygunluk) kararlarının “kesinlik” ve
“bağlayıcılık” niteliği, genel ve herkes için değilse hangi taraflar veya olay
için söz konusu olabilir?
Görülüyor ki Anayasa yargılamasındaki “kesinlik” ve “bağlayıcılık”
niteliklerinin, genel yargılamada bu niteliklere verilen mana doğrultusunda
yorumlanması ile doğru sonuca varılamaz.
Bu açıklamadan anlaşılacağı gibi Anayasa Mahkemesinin tüm
kararları “kesin” ve “bağlayıcı”dır ve bu konuda “iptal kararları” ile
“Anayasaya uygunluğu saptayan kararlar” arasında bir nitelik farkı bulunduğunu
öne sürmek doğru değildir.
2- Anayasa Mahkemesine, çözümlenmesi için, iptal davası veya itiraz
yoliyle gelen iddia, belli bir kanun hükmünün, Anayasanın belli kurallarına ve
ilkelerine aykırı olduğundan ibarettir.
Anayasa Mahkemesince, iptal davalarında davayı açan kurum ve
kuruluşların, itiraz yolu ile gelen işlerde, dava mahkemesindeki olayla
tarafların durum ve tutumlarıyla ilgilenilmeksizin Anayasaya aykırılığı öne
sürülen kanun hükmünün Anayasa kuralları karşısındaki durumu ele alınarak
objektif ölçüler içinde değerlendirilmesinin yapılması ve Anayasa kurallarına
ters düşüp düşmediğinin saptanmaya çalışılması gerekir. Bu çalışmalar sırasında
iptal davasını açanlarca veya itirazda bulunan mahkemece ve o mahkemenin
baktığı davanın taraflarınca öne sürülen Anayasaya aykırılık iddiaları şüphesiz
incelenerek değerlendirilmeye çalışılır. Ama Anayasa Mahkemesi bunlarla bağlı
olmayarak kendince saptayacağı gerekçeye dayanarak karar verir.
Görülüyor ki Anayasa Mahkemesi kararları, davacıların durumunun,
tarafların ve olayların dışında ve üstünde olarak kanun hükmü, Anayasa hükmü ve
hukukun genel kuralları ile memleket düzeninin tümünü kapsayan koşullar
gözönünde tutularak verilmekte ve bu bakımdan da öne sürüldüğü gibi belli bir
davanın taraflarına veya olayına ilişkin (durumların ve koşulların) bu
kararlarda etkisi bulunmamaktadır. Şu halde Anayasa Mahkemesi kararlarında
esasen etkisi bulunmayan (durum ve koşullar) da sonradan meydana gelecek
değişikliklerin kararlarda da değişiklik gerektirmesi söz konusu değildir ve
böyle bir düşüncenin Anayasaya uygunluk kararlarının “kesinliği” ve
“bağlayıcılığı” konusunda yeri yoktur.
3- Anayasa Mahkemesince bir kanun hükmünün Anayasaya uygun
olduğuna karar verildikten sonra aynı kanun hükmü hakkında, evvelce incelenen
aynı Anayasa kurallarına aykırılığı iddiası ile yeniden açılan bir iptal
davasının veya itirazın, yeni baştan ve esastan incelenmeyerek evvelce verilmiş
kararın belirtilmesiyle yetinilmesi halinde, bir kısım hükümlere dokunulmazlık
tanınarak imtiyazlı duruma getirilmiş olacağı ve bu hükümler hakkında yargı
mercilerinin yetkilerini kullanmalarının önlenmiş bulunacağı görüşüne katılmak
da mümkün değildir. Zira dokunulmaz ve imtiyazlı duruma getirildiği öne sürülen
hüküm hakkında, her hüküm gibi Anayasaya aykırılık iddiası yapılmış ve Anayasa
Mahkemesi de görüşünü açıklamıştır. Şu halde bu hükme de dokunulmuştur ve bu
konuda diğer hükümlere nazaran bir farklılık söz konusu değildir.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin yargılamasından geçmiş olan bütün
hükümler hakkında da aynı kural (yani tekrar tekrar ve yeni baştan yargılamanın
yapılmaması kuralı) uygulanacağından ileri sürülen imtiyazlı durum bu safhada
da söz konusu değildir.
Burada (Yargı organlarının yetkilerini kullanmalarını önleme)
durumundan da söz edilemez. Zira yargı organlarının yetkisi uygulayacakları bir
kanun hükmünü Anayasaya aykırı görmeleri halinde meselenin çözümünü Anayasa
Mahkemesinden istemekten ibarettir. Şayet aha önce Anayasa Mahkemesi açık bir
karariyle konuyu çözümlemiş ise ortada yargı organının Anayasa Mahkemesinden
isteyeceği bir konu da kalmamış demektir.
Kaldıki Anayasa Mahkemesinin önceki kararında inceleme dışı kalmış
bir Anayasa kuralı veya ilkesi açısından itirazda bulunmak yolu da daima açık
bulunmaktadır.
Bu nedenle bu konuya ilişkin görüş de yerinde değildir.
Öte yandan 1961 Anayasası, kanunların Anayasaya aykırılığının yoğun
şekilde tartışıldığı bir devreyi kapamış ve kendinden önceki devrenin sosyal,
politik ve ekonomik bünyesinde görülen zararlı olayların ve çalkantıların
tekrarını önleme maksadını taşıyan kural ve ilkelere büyük ölçüde yer
vermiştir.
Kanunların Anayasaya uygunluğunun yargı yoluyla denetlenmesi
sisteminin kurulmasının amacı da, hem Anayasaya aykırı kanunların
çıkartılmasını önliyerek kişiyi kusursuz bir şekilde Anayasanın himayesi ve
teminatı altına sokmak, hem de, yetkili, yetkisiz kişilerce sürdürülen sonu
gelmez Anayasaya aykırılık tartışmalarına yer bırakmayacak bu ortamın yarattığı
huzursuzluktan yurdu kurtarmaktır.
Bu maksatla bazı organ, kurul ve kurumlara tanıdığı iptal davası
açma hakkı yanında ve büyük ölçüde Anayasa denetimi ile ilk kademede yargı
organlarını görevlendirmiş ve bir kanunun Anayasaya uygun olup olmadığının
nihaî derecede çözümü görevini de Anayasa Mahkemesine vermiştir.
Esasları ve prensipleri bu nitelikte olan bir Anayasanın gayeleri
arasında, dava veya itiraz halinde bir kanunun Anayasaya aykırı olduğunun veya
olmadığının kesin bir surette ve bağlayıcı olarak sonuçlandırılması maksadının
da bulunduğunu kabul etmek zorunludur.
Yukarıki açıklamaların ışığı altında varılan sonuç özetle şudur:
Anayasa Mahkemesince verilen gerek iptal, gerekse Anayasaya
uygunluk kararları kesindir. Herkesi, her organı, bu arada Anayasa Mahkemesinin
kendisini de bağlar. Bu bakımdan evvelce açılan bir dava veya yapılan itiraz
üzerine belli bir kanun hükmünün anayasanın belli kural ve ilkelerine uygunluğu
hakkında Anayasa Mahkemesince bir karar verilmiş ise açılan yeni bir dava veya
yapılan yeni bir itiraz vesilesiyle aynı hüküm hakkında Anayasanın aynı kural
ve ilkeleri açısından yeniden inceleme yapılarak yeni bir karar verilmesine yer
yoktur. Bu gibi hallerde önceki Anayasa Mahkemesi kararına gönderme yapılarak
(yeni bir karar verilmesine yer olmadığı) yolunda karar verilmesiyle
yetinilmesi gerekir.
Konuyu bitirmeden önce iki noktanın aydınlığa kavuşturulması
faydalıdır.
1- Anayasa Mahkemesi kararlarının kesinliğinin ve
bağlayıcılığının, inceleme konusu yapılan Anayasa kuralları ve ilkeleri
açısından hüküm ifade ettiğinden kuşku yoktur. Evvelki kararda inceleme konusu
edilmemiş olan başka Anayasa kuralları ve ilkeleri açısından öne sürülen yeni
iddiaların, genişliğine ve derinliğine esastan inceleme konusu yapılacağı ve
yeni bir karara konu olacağı tabiidir.
2- Anayasa, memleketin sosyal, siyasal ve iktisat alanına, kısaca
tüm yaşantısına şekil veren temel ilke ve kuralları gösterir. Bu ilke ve
kurallar da, karşılıklı olarak, sözü geçen alanların etkisi altındadır ve bu
sebeple de Anayasa hükümlerinin yorumlanmasında bu gerçeğin göz önünde
tutulması zorunludur. Bu bakımdan, Anayasanın temel ilkeleri ve hedefleri
gözden kaçırılmamak şartiyle memleketin içinde bulunduğu veya bulunması
gerektiği ortamın nazara alınarak Anayasa kurallarının yorumlanması gerekir.
Şu hale göre, memleketin tüm bünyesinde veya bunun bir kesiminde
esaslı değişiklikler olması sonunda bu duruma ilişkin Anayasa ilke veya
kurallarının öncekinden değişik biçimde yorumlanması gerekebilir ve evvelce
Anayasanın belli bir kuralına uygun görüldüğü yolunda Anayasa Mahkemesinin
kararına konu olmuş bulunan bir kanun hükmünün, yeni şartlara göre öncekinden
değişik biçimde yorumlanan aynı Anayasa kuralına aykırı düştüğü sonucuna
varılabilir.
Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere ‘hukuki görüşlerin dondurulup
kalıplaştırılmış olacağı) görüşü de haklı ve yerinde değildir.
Ancak bu dosyada görüldüğü gibi, beş yıl içinde bazan bir seneden
az, bazan da bir seneden biraz fazla fasılalarla söz konusu kanun hükmü
hakkında aynı Anayasa kuralları açısından yapılmış bulunan Anayasaya aykırılık
iddialarının hiç birisi, yukarıda açıklanan gereklere dayanmamakta ve aynı
nitelikteki Anayasaya aykırılık iddiaları birbiri peşinden Anayasa Mahkemesine
getirilmekte ve mahkemece de memleketin sosyal, idarî ve hukuki bünyesinde,
evvelce inceleme konusu yapılmış bulunan anayasa kurallarının öncekinden
değişik biçimde yorumlanmasını gerektirecek ölçüde ve konu ile ilgili olmak
üzere köklü bir değişiklik olup olmadığı yolunda herhangi bir araştırmaya gerek
durulmadan her başvurma, sanki mahkemeye bu konuda ilk kez getirilmiş bir dava
veya itiraz imişcesine işleme tabi tutularak konunun esasının incelenmesine
girilmekte ve önceki kararlarda dayanılan Anayasa kuralları tekrar edilerek
aynı gerekçelerle yeni baştan karar konusu yapılmaktadır. Bu durumun,
(şartlarda değişikliğin kararlarda da değişiklik gerektireceği) veya (hukukî
görüşlerin dondurulup kalıplaştırılmış olacağı) iddialarına hak verdiren bir
yönü bulunmadığı., aksine Anayasa Mahkemesi kararlarının “kesin” ve “bağlayıcı”
olduklarını belirten Anayasa kurallarına aykırı bir sonuç ortaya koyduğu
meydandadır.
Konu hakkındaki düşüncelerin, daha önceleri de, çeşitli Anayasa
Mahkemesi kararlarına ilişkin olan karşı oy yazılarımda açıklanmış
bulunmaktadır. (Bak: 22.12.1962 ünlü, 1962/223-122 sayılı; 28.6.1966 günlü,
1963/132-1966/29 sayılı; 19.2.1967 günlü, 1963/144-1967/6 sayılı; 30.9.1969
günlü, 1969/17-49 sayılı kararlara ilişkin karşı oy yazıları.
Resmî Gazeteler: 30 Nisan 1963, Sayı: 11394, Sahife: 5-6; 27
Haziran 1967, Sayı 12632 Sahife: 8,9 ve 14; 18 Mayıs 1970, Sayı: 13497, Sahife:
9)
Yukarıki nedenlerle kararın konuya ilişkin bölümüne karşıyım.
KARŞIOY YAZISI
Sayın Muhittin Gürün’ün yukarıda yazılı Karşıoy yazısına
katılıyorum.