ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas No.:1966/31
Karar No.:1967/45
Karar tarihi:18/12/1967
Resmi Gazete tarih/sayı:18.4.1968/12878
İtirazda
bulunan : Danıştay 5. Dairesi.
İtirazın
konusu : Davacı C. Savcısı M. Feyyat'ın, dâvâlı Adalet Bakanlığınca yapılan
görev yerinin değiştirilmesi işleminin iptali istemi ile Danıştay 5. Dairesinde
açtığı dâva sırasında ileri sürdüğü 45 sayılı Yüksek Hâkimler Kurulu Kanununun
savcıların görev yerlerinin değiştirilmesine ilişkin 77. maddesi birinci
fıkrası hükmü ile 2556 sayılı Hâkimler Kanununun değişik 63. maddesi hükmünün
Anayasa'nın savcılık teminatını düzenleyen 137. maddesine aykırılığından ötürü
iptali için, işin Anayasa Mahkemesine gönderilmesi isteminin, dairece yerinde
görülmüş bulunması dolayısiyle, Anayasa'nın 151. maddesi uyarınca, Anayasa'ya
aykırılık iddiası üzerine karar verilmesidir.
A)
Anayasa'ya aykırılık itirazının özeti :
1-
Anayasa'nın 137. maddesinde savcıların özlük işlerinde ve görevlerini
yapmalarında teminat sağlayıcı kanun hükümlerinin konulması kanun koyucuya bir
ödev olarak yükletilmiştir. Demek ki sağlanacak teminatın genişliği ve niteliği
görevin yerine getirilmesi için zorunlu olan sınırlarla çevrilidir.
2-
Anayasa'nın 137. maddesinin gerekçesinde bu teminatın önem-ü bir esas olduğu ve
yargı görevinin yerine getirilmesinin gereklerinden bulunduğu, titizlikle
belirtilmiş ve maddeye, Anayasa'nın yargıya ilişkin hükümleri arasında yer
verilmiş ve böylece savcıların yargı alanındaki, görevlerinin zorunlu kıldığı
oranda bir teminata bağlanmaları istenmiştir.
3-
Anayasa; savcıların özlük işleri için, öbür devlet görevlilerinden ayrı
hükümler konulmasını istemekle, özlük işleri güvenlik altında olmayan
kimselerin savcılık görevini bu işin özelliğine göre gereğince
başaramıyacakları düşüncesini benimsemiştir.
4-
Teminat kavramı, ancak yürütme organına karşı, bir anlam kazanabilir. Bunun
sonucu olarak, bu organa karşı teminat sağlanmamış ise Anayasa hükmü, yerine
getirilmiş olmaz.
5-
Hâkim ve savcı teminatı arasında Anayasa'nın bir ayırım kabul ettiği
düşünülemez; olsa olsa Anayasa bunların düzenlenişlerinde bir ayırım
benimsemiştir.
6-
Yüksek Hâkimler Kurulu Kanununun 77/1 maddesi hükmü ile; Anayasa'dan önce
yalnızca Bakanın düşüncesine bırakılmış bir konu, yeni Anayasa'dan sonra,
Bakanlık ileri gelenlerinden kurulu bir kurulun düşüncesine bağlanmıştır. Ancak
Bakanın takdir yetkisi eskisi gibi durmaktadır. Bu kurulun danışma yolu ile
düşünce bildirmesi, Anayasa'nın öngördüğü teminatı sağlayamaz.
7-
Anayasa hâkimler için de savcılar için de yer teminatı benimsenmiş değildir.
Ancak görev yeri değiştirme ve atama işlemlerinin, organ ve usul bakımından,
teminata bağlanmasını erek edinmiştir. Bizim iddiamız da buna dayanmaktadır.
8-
Hâkimlerin, yansız (Tarafsız) oldukları, savcıların ise, dâvanın tarafı, yani
davacı durumunda bulundukları görüşü de doğru olamaz. Çünkü; kişiliği ile
ilgili bir uyuşmazlık olmadıkça bir dâvada (Taraf) tan söz edilemez. Savcı da,
hâkim gibi kanun ile belli işler gören bir devlet görevlisidir.
B)
Danıştay 5. Dairesinin, davacının ileri sürdüğü Anayasa'ya aykırılık itirazının
ciddi bulunduğuna ve işin Anayasa Mahkemesince incelenmesine ilişkin kararının
gerekçesi :
Anayasa'nın
137. maddesi ile savcıların, teminat sağlayıcı hükümlerden yararlanmalarının
öngörülmüş olmasına karşılık, Hâkimler Kanununun değişik 63. maddesinde
savcıların yerlerinin değiştirilmesi işi, yalnızca Adalet Bakanına bırakıldığı
gibi, yeni Anayasa'dan sonra yürürlüce giren Yüksek Hâkimler Kurulu Kanununun
77/1. maddesi ile savcıların Bakanlıkta kurulu bir kurulun düşüncesi alındıktan
sonra Adalet Bakanı ve Başbakanın imzalarım taşıyan Kararname ve
Cumhurbaşkanının onayı ile atanmaları kabul edilmiştir. Sözü edilen maddeler,
Anayasa'nın 137. maddesinde yazılı teminatı sağlamakta değillerdir.
C)
Danıştay 5. Dairesinin kararına karşı oy vermiş olan iki üyenin yazmış olduğu
karşı oy yazılarındaki gerekçelerin özeti :
a)
Birinci karşı oy yazısı şöylece özetlenebilir :
1-
Dâvada uygulanacak hüküm, ancak Hâkimler Kanunu hükmüdür. Atama işlemine
ilişkin olan 45 sayılı Kanun hükmünün burada uygulama yeri yoktur.
2-
Hâkimler Kanununun 63. maddesi ise, Anayasa'ya uygundur; çünkü, Anayasa
hâkimler için bağımsızlık öngördüğü halde, savcılar için böyle bir bağımsızlık
kabul etmiş değildir.
3-
Savcılar hâkimler gibi yansız olmayıp, dâvada birer taraftırlar. Ceza
kanunlarının yürütülmesi Hükümete ait bulunduğuna ve savcıların ceza
kanunlarının yürütülmesi ve uygulanmasında görev alıp, kamu adına dâva açtıklarına
göre, yaptıkları işler, Hükümetin görevlerinden bir bölüğüdür. Bundan dolayı,
onlar yürütme organının ve bu arada Adalet Bakanının buyruğu altında
bulunmalıdırlar. Nitekim, Anayasa Mahkemesi bir kararında Adalet Bakanının kamu
dâvası açılması yolunda savcılara emir verme yetkisine ilişkin Ceza
Muhakemeleri usulü hükümlerinin Anayasa'ya aykırı olmadığına karar vermiştir.
4-
Görevlerinde bağımsız olmayan kişilerin, özlük işlerinde, buyruğu altında
bulundukları bir idare yerinin, kanunlara uygun buyruklarını dinlemeyecek ve
yerine getirmeyecek ölçüde bir teminat sağlayan hükümlerden yararlanmaları
ileri sürülemez. Bunun tersini düşünmek, Bakanlıkla savcılık arasındaki astlık
ve üstlük bağının kabul edilmemesi olur.
5-
Anayasa'nın 105. maddesine göre her bakan kendi yetkisi içindeki işlerden ve
buyruğu altındakilerin eylem ve işlemlerinden sorumludur; C. Savcıları da
Adalet Bakanının emrindedirler. Kamu hizmetinin sürekli, düzenli, verimli ve
yolunda yürümesinden sorumlu olan bir bakana, hizmetin gerekleri dolayısı ile,
buyruğu altında bulunan bir savcının yerini değiştirme konusunda yetki
tanınması, sözü edilen 105. maddenin hem sözüne, hem de özüne uygun olur.
b)
İkinci karşı oy yazısı da özet olarak aşağıdaki gibidir:
1-
Anayasa'nın 137. maddesinin savcılar için gerekli gördüğü teminat sağlayıcı
hükümler; Yüksek Hâkimler Kurulu Kanunu, Hâkimler Kanunu ve Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanununda yer almıştır. Bu hükümlerin üç kanunda ve dağınık biçimde
konulmuş bulunması önemli değildir.
2-
Anayasa'nın 137. maddesinde yürütme organının iş bölümü nedeniyle Adalet
Bakanının sahip olduğu yer değiştirme yetkisini yasaklayan veya başka bir
organa bırakan bir metin açıklığı yoktur. Bu hüküm, özü bakımından da
atama ve yer değiştirme yetkisini kapsamına almamıştır. Çünkü; hâkimlerin özlük
işlerini Yüksek Hâkimler Kuruluna bırakan Anayasa, savcılık için böyle bir yol
tutmuş değildir. Demek ki Anayasa koyucu özlük işlerinde yetkili organı
değiştirmeyi düşünmemiştir; zira, yürütme organının, göreceği adalet işlerinin
mahkemeler katındaki görevlisi bulunan ve kendilerine bağımsızlık tanınmayan
savcıları, bu konuda hâkimlerden ayrı tutmanın, görevlerinin nitelik ve
gereklerinden geldiğine kuşku yoktur. Bundan dolayı, Bakanla onun kuruluşu
arasındaki bağlantı ve ilişkilerin kesilmesi düşünülemez.
3-
Anayasa, güçler ayrılığı ilkesine saygı göstererek kamu hizmetlerinin iyi
görülmesi ereğini güttüğü için, onun öngördüğü teminatın ancak görevin
gereklerinin ve kurallarının yanı sıra tanınabilecek başka haklara ve yetkilere
ilişkin olması zorunludur. Bundan ötürü, Adalet Bakanına yetki veren hükmün,
Anayasa'nın 137. maddesi ile çatışması olanak dışıdır.
4-
Anayasa'nın 7. ve 132. maddelerinden anlaşıldığı gibi, yargı işlerini gören
temel görevliler, hâkimlerdir. Hâkimlerin bu yetkileri genel ve ilkeldir.
Uyuşmazlığı çözmeyen, yargı yetkisini kullanmayan savcının yargı görevi ise,
genel ve ilkel nitelikte değildir; o yürütme organından buyruk alır. Ceza
kanunlarının yürütülmesinde ve uygulanmasında yürütme organının görevi alanına
giren işleri belli bir usul çerçevesinde yapmak zorunda bulunan savcının
görevi, icraî nitelikte, bir takım isleri bakımından idarî niteliktedir. Yalnız
savcının yaptığı soruşturmalar ve tespitler, olayın uyduğu kanun maddesini
belli edip buna göre gereken kararın verilmesine ilişkin istemleri, aynı
zamanda yargı yetkisinin kullanılmasına bir hazırlık ve yardım olması
bakımından, dolayısiyle bir yargı görevi niteliğini taşımaktadır. Anayasa'nın
savcılarda var olduğunu kabul ettiği yargı görevi, bu niteliktedir. Bundan
dolayı, temel olarak yürütmeye giren ve idarî nitelikte görevler yapan
savcıların atanması ve yerlerinin değiştirilmesi yetkisi, yürütmeden alınamaz
ve yukarıda söylendiği gibi Anayasa'da da bunun tersine bir erek güdülmüş
değildir.
Ç)
Anayasa'ya aykırılık iddiasına karşı Danıştay'a vermiş olduğu yazıda Adalet
Bakanlığının ileri sürdüğü savunmalar :
1-
Olayda Hâkimler Kanununun 63. ve 45 sayılı Yüksek Hâkimler Kurulu Kanununun 77.
maddesinin birinci fıkrası hükümleri ayrı ayrı düşünülemeyen, birbirini
tamamlayan hükümlerdir; o kadar ki; 63. maddenin 45 sayılı Kanunun 77. maddesi
karşısında tek başına bir anlamı yoktur.
2-
Anayasa'nın yürürlüğe girmesinden sonra 137. maddenin öngördüğü savcılık
teminatını sağlamak üzere yalnızca Bakana tanınmış bulunan savcıların görev
yerlerini değiştirmek yetkisi, 45 sayılı Kanunun 77. maddesi ile müsteşarın
başkanlık ettiği Bakanlık Müdürler Kurulunun düşüncesinin alınmasına bağlı
tutulmuştur. Şunu hatırlatmak gerekir ki bu Kurulun üyeleri, Hâkimler Kanununun
74., Yüksek Hâkimler Kurulu Kanununun 91. ve 94 maddeleriyle yine Yüksek
Hâkimler Kurulu Kanununun geçici 6. maddesi yoluyla 80. maddesi hükümleri ve
5017 sayılı Kanuna bağlı değişik çizelgenin kendilerine ödenek bakımından
tanımış olduğu hakların kapsamı birlikte incelendiğinde görüleceği üzere,
Yargıtay hâkimleri ölçüsünde teminata sahip, rızaları ve kadrolarına denk
görevler dışında Bakan tarafından doğrudan doğruya başka bir göreve atanmaları
mümkün olmayan kimselerdir. Bu duruma göre düşüncelerini açıklarken, herhangi
bir etki altında kalmaları ve yansızlıklarını çiğnemeleri düşünülemez.
3-
Anayasa, teminat bakımından hâkimlerle savcıları hiç bir zaman eşit
tutmamıştır. 45 sayılı Kanun, Anayasa'nın yalnız hâkimler için öngördüğü bir
çok teminat hükümlerini savcılara da tanımıştır; özellikle hâkimlerin görevden
çıkarılamayacakları, 65 yaşından önce istekleri olmadıkça emekliye ayrılamayacakları,
mahkeme ve kadrolarının kaldırıldığı nedeniyle aylıklarından yoksun
bırakılamıyacakları hükümleri, 45 sayılı Kanunun 80. maddesiyle savcılara da
tanınmış ve ayrıca, savcıların özlük işlerinin teminat altına alınması için
Yüksek Savcılar Kurulu denilen kuruluşa yer verilmiş savcıların özlük işlerine
ilişkin kararları verme yetkisi bu Kurula tanınmış ve böylece, istem konusu
maddelerin Anayasa'nın 137. maddesine aykırı düşeceği düşüncesine artık yer
kalmamıştır.
4-
Yer teminatı Anayasa'da hâkimler için de tanınmış olmadığına göre, savcıların
bundan yararlanmaları düşünülemez.
5-
Savcıların özlük işlerinin, görevleri Anayasa ile sınırlı olarak belli edilmiş
olan Yüksek Hâkimler Kuruluna verilmesi söz konusu edilemez. Bunun için
savcıların özlük işlerinin bu kurula verilmemiş olması, Anayasa'ya aykırılık
sayılamaz. Nitekim Anayasa'nın 137. maddesi ancak Başsavcının hâkim durumunda
olduğunu bildirmiştir. Bundan, öbür savcıların hâkim durumunda olmadıkları
açıkça anlaşılmaktadır.
6-
Savcılar, mahkemenin rüknü iseler de, gördükleri iş hiç bir zaman hâkim işi
değildir. Bu günkü duruma göre kendilerine, görevlerini yapabilmeleri için
gerekli bulunan teminat tanınmış bulunmaktadır; bundan dolayı, Anayasa'ya
aykırılık iddiası haksızdır.
İLK
İNCELEME :
l-
Danıştay 5. Dairesinde açılmış bulunan iptal dâvasında Danıştay'ın, Anayasa'ya
aykırılık yönünden incelenmesi için işin Anayasa Mahkemesine gönderilmesine
ilişkin ara kararından sonra dâvâlı Bakanlıkça, Danıştay Dairesine verilen bir
dilekçede, davacının isteğinin Bakanlıkça bu kez yerine getirilmiş olması
nedeniyle dâvanın konusunun ortadan kalkmış olduğu ileri sürülerek bu yolda
karar verilmesi istenmiş ve bu dilekçenin onanlı bir örneği Danıştay Dairesince
Anayasa Mahkemesine gönderilmiştir. Bunun üzerine, Başkan İbrahim Senil, Başkan
Vekili Lûtfi Ömerbaş, Üye İhsan Keçecioğlu, Salim Başol, Fazlı Öztan,
Celâlettin Kuralmen, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Avni Givda, Muhittin
Taylan, İhsan Ecemiş, Recai Seçkin, Halit Zarbun, Ziya Önel ve Muhittin
Gürün'ün katıldıkları 27/6/1967 günlü toplantıda, ortada bakılmakta olan bir
dâvanın var olup olmadığının belli edilmesi için dâvâlı Bakanlıkça verilen
dilekçe üzerine bir karar verilmesini sağlamak ereğiyle, dosyanın Danıştay 5.
Dairesine gönderilmesi gerekip gerekmiyeceği konusunda açılan görüşme sonunda,
dosyanın geri gönderilmesine yer olmadığına oyçokluğu ile karar verilmiştir.
Gerçekten
Danıştay'ın Mahkememize işin gönderilmesine karar vermiş olduğu tarihte
bakmakta olduğu bir dâva bulunduğu açıkça anlaşılmaktadır; çünkü, davacı M.
Feyyat'ın savcılıktaki görev yerinin değiştirilmesine ilişkin Adalet Bakanlığı
kararının iptali için açmış olduğu dâva, o tarihte Danıştay'ca
sonuçlandırılmamış ve dâvâlı tarafça dâvanın konusu kalmadığı yollu bir istem o
tarihte Danıştay Dairesine karşı ileri sürülmemiştir. Açılmış bulunan bir
dâvanın sona ermesini gerektiren bir hukukî durumun bir mahkemeye bildirilmesi
üzerine herhangi bir karar verilmedikçe o dâva, kural olarak, ilgili mahkemece
bakılmakta olan bir dâva sayılır ve böylece Mahkemenin o dâvada uygulayacağı
bir hükmün Anayasa'ya aykırı olup olmadığı konusunun incelenmesi için işi
Anayasa Mahkemesine getirmesi Anayasa'nın 151. maddesinde öngörülen (dâvaya
bakmakta olan mahkeme) koşulu yönünden Anayasaya uygundur.
Dâvâlının
dâvaya karşı ileri sürdüğü son istemin doğru olması halinde Danıştay 5.
Dairesinin, ortada karara bağlanacak bir dâva kalmamış olduğu yollu bir karar
vereceği var sayılsa bile, bu durumun, Anayasa mahkemesince Anayasa'ya
aykırılık yönünden incelenmesi için bir engel sayılıp sayılmayacağının
tartışılması zorunludur; çünkü, Danıştay'ın ortaya çıkan son durum üzerine
vereceği karar ne olursa olsun, Anayasa Mahkemesinin bu işi inceleme ödevinde
bir değişiklik olmayacağı anlaşılırsa, o zaman, işin Danıştay Dairesine geri
gönderilmesi için herhangi bir hukukî neden düşünülemez.
Anayasa'nın
151. maddesi, bir mahkemenin, bakmakta olduğu bir dâvada uygulayacağı bir
hüküm, Anayasa'ya aykırılığı yönünden incelenmesi için dâvayı durdurarak işi
Anayasa Mahkemesine göndereceğini belirtmektedir. Burada dâvaya bakan
mahkemenin herhangi bir kanun hükmü değil, ancak belli bir dâvada uygulayacağı
hüküm bakımından işi Anayasa Mahkemesine getirmesi yolundaki sınırlandırma
konulmuş olması, mahkemelere, Anayasa'nın 149. maddesinde olduğu gibi, bütün
kanunlar için genel bir iptal dâvası açma hakkının tanınmamış olmasının
sonucudur. Yalnız, dikkat edilmelidir ki, böyle bir sınırlandırma içinde
mahkemeye tanınan bu yetkinin ereği, belli bir dâvada Anayasa'ya uygun bir
hukukî durumun gerçekleşmesinin sağlanması ile yetinilmesi değil, belki belli
bir dâva dolayısiyle Anayasa'ya aykırı olan bir hükmün ayıklanması ve böylece
bütün hukuk düzeni bakımından Anayasa'ya uygun bir durumun
gerçekleştirilmesinin sağlanmasıdır. Nitekim mahkemelerden gelen Anayasa'ya
aykırılık iddialarının doğru olduğunun anlaşılması halinde verilecek iptal
kararı ile dahi, iptal konusu olan hüküm, karar verildiği gün yürürlükten
kalkar ve Anayasa Mahkemesi başka mahkemelerden gelen Anayasa'ya aykırılık
iddiaları üzerine vereceği bir kararın olayla sınırlı ve yalnız tarafları
bağlayıcı olacağına karar vermedikçe, iptal kararı, herkes için bağlayıcı
nitelikte olur. Bu yön, Anayasa'nın 152. maddesi hükümlerinden açıkça
anlaşılmaktadır. Belli bir dâvada mahkemenin uygulayacağı bir hükmün,
Anayasa'ya aykırılığının incelenmesinin Anayasa Mahkemesinden istenmesine karar
verilmesi ile Anayasa'nın 151. maddesindeki sınırlandırmanın ereği gerçekleşmiş
bulunmaktadır; o halde işi Anayasa Mahkemesine göndermeğe karar veren mahkemedeki
dâva, sonradan ortadan kalksa bile, işin incelenmesi mahkemelere Anayasa
Mahkemesine başvurma yetkisinin tanınması ile Anayasa koyucu tarafından güdülen
ereğin (ki az önce belirtildiği gibi Anayasa'ya aykırı hükmün hukuk düzeninden
ayıklanmasıdır.) Zorunlu bir sonucudur. Anayasa'nın özünden çıkan bu sonuç;
151. maddenin ilk fıkrası hükmünün yazılışına da uygundur. Demek ki bir
mahkemenin Anayasa Mahkemesine gönderme kararı vermesinden sonra baktığı
dâvanın herhangi bir hukukî nedenle ortadan kalkmış olması, Anayasa
Mahkemesinin Anayasa'ya aykırılık işini inceleyip karara başlama yükümü
üzerinde etkisiz kalacaktır. Nitekim Anayasa Mahkemesinin Esas : 1963/16 ve
Karar : 1963/83 sayılı, 8/4/Î963 günlü kararında dahi bir mahkemeden gelen
Anayasa'ya aykırılık iddiasının sonradan çıkan Af Kanunu ile ceza dâvası
ortadan kalksa bile Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerektiği ilkesi
benimsenerek Anayasa'ya aykırılık yönünden esası incelenip karara bağlanmıştır.
(Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı l, S. 159; Resmî Gazete sayı 11449,
gün 9/7/1963)
Gerekçeyi
özetleyecek olursak, bir aykırılık iddiasının bir mahkemece Anayasa Mahkemesine
ulaştırılmasına karar verildiği tarihte mahkemenin belli bir dâvaya usulünce
bakmakta olması yeterlidir. Bu durumun Anayasa Mahkemesinin işi incelediği
tarihte dahî sürüp gitmesi gerekmez. Çünkü Anayasa Mahkemesinin böyle bir işi
inceleyip karara varması, kamu düzeni düşüncesine dayanmaktadır. Bundan ötürü
mahkemedeki belli dâva üzerinde etkili bulunan tarafların ve hatta, kural
olarak, af işinde olduğu gibi kanun koyucunun iradesinin dahi, Anayasa
Mahkemesinin aykırılık konusunu inceleme ödevi üzerinde bir etkisi olmaması
gerekir.
Başkan
İbrahim Senil, Üyelerden Salim Başol, Celâlettin Kuralmen, Fazıl Uluocak, Avni
Givda, Muhittin Gürün bu görüşe katılmamışlardır.
ESASIN
İNCELENMESİ :
Dosyada
bulunan kâğıtlarla, Danıştay'daki dâvanın davacısı ile vekilinin A4ahkememiz
kurulu önündeki sözlü açıklamalarına ilişkin tutanak örnekleri, iptal istemine
dayanak olan Anayasa hükmüne ve iptali istenilen hükümlere ilişkin gerekçeler
ve Meclis tutanakları incelendi.
Gereği
görüşülüp düşünüldü :
Başkan
İbrahim Senil, Başkan Vekili Lûtfi Ömerbaş, Üye İhsan Keçecioğlu, Salim Başol,
Feyzullah Uslu, A. Şeref Hocaoğlu, Fazıl Öztan, Celâlettİn Kuralmen, Hakkı
Ketenoğlu, Avni Givda, İhsan Ecemiş, Recai Seçkin, Ahmet Akar, Halit Zarbun ve
Muhittin Gürün'ün katıldıkları 13/12/1967 günlü toplantıda :
a)
27/6/1967 günlü ara kararında işin esasının incelenmesine geçilmesi konusu
açıkça belirtilmemiş olduğundan o kararın, esasın incelenmesi anlamını taşıyıp
taşımadığının açıklanması gerektiği ileri sürülmüş ise de; ilk incelemede
aranan koşullar gerçekleşmiş ve yalnız dâvâlının Danıştay'a sonradan verdisi
dilekçe üzerine ortada Danıstay 5. Deresinin bakmakta olduğu bir dâvanın
bulunup bulunmadığı yönü tereddüt konusu olmuş ve yapılan görüşmeler sonunda
önceden gerçekleşmiş olan bu koşulun, işin Anayasa mahkemesince karara
bulanmasına değin sürüp gitmesine ihtiyaç bulunmadığının kararlaştırılması
üzerine başkaca ilk inceleme konusu kalmamış olduğundan söz konusu karar
üzerinde açıklama yapılmasına yer olmadığına üyelerden İhsan Kececioğlu, Şeref
Hocaoğlu ve Avni Givda'nın karşı oyları ile ve oyçokluğu ile;
b)
Danıştay 5. Dairesinin itiraz konusu hükümlerinin her ikisini mi, yoksa
bunlardan yalnız birisini mi uygulayacağı konusu üzerinde durulmuş ve
Danıştay'da görülmekte olan dâvada dâvâlı Adalet Bakanlığı dâvaya temel olan
işlem her iki maddeyi birlikte uygulayarak yaptığını ileri sürdüğünden, adı
geçen Dairenin dâva konusu her iki maddeyi de uygulayacak durumda olduğuna,
zira dâva, savcının görev yerinin değiştirilmesi işleminin iptali dâvası ise
de, dâvâlı Bakanlığın işlemi yaparken söz konusu 63. madde ile birlikte Yüksek
Hâkimler Kurulu Kanununun 77. maddesi hükmünü dahi uygulamış olduğunu ileri
sürmüş bulunması karşısında Danıştay'ın her iki maddenin gerçekten uygulama
yeri olup olmadığını tartışma zorunda olduğu ve bu biçimde ki bir tartışmanın
dahi maddelerin Anayasa'nın 151. maddesi bakımından uygulanması anlamına
geldiği açık ve buna göre her iki maddenin dâvada Danıştay'ca uygulanacak
hükümlerden bulunduğuna Üyelerden Şeref Hocaoğlu ve İhsan Ecemiş'in Danıştay 5.
Dairesinin yalnız 2556 sayılı Hâkimler Kanununun 63. maddesini uygulama
durumunda bulunduğu yolundaki karşı oylan ile ve oyçokluğu ile;
karar
verilmiştir.
GEREKÇE
:
a-
İtirazda dayanılan, Anayasa'nın (V. I Savcılık) başlıklı olan ve yargıya
ilişkin genel hükümler arasında bulunan 137. maddesi şöyledir :
"Madde
137- Kanun, Cumhuriyet Savcılarının ve kanun sözcülerinin özlük işlerinde ve
görevlerini yapmalarında teminat sağlayıcı hükümler koyar.
Cumhuriyet
Başsavcısı, Başkamın sözcüsü ve Askerî Yargıtay Başsavcısı, Yüksek Mahkemeler
hâkimleri hakkındaki hükümlere tabidir."
b-
İncelenmesi gereken 2556 sayılı Hâkimler Kanununun 5457 sayılı Kanunla
değiştirilmiş 63. maddesinin metni şöyledir:
"Madde
63- Adalet Bakanı, hizmet icaplarına göre savcılık mesleğinde olanlardan lüzum
gördüklerini veya isteyenlerden tensip edeceğini yargıçlık mesleği içinde derecelerinin
dengi bir vazifeye tâyin ede bileceği gibi gerekli hallerde savcılık mesleğinde
bulunanların yerlerini değiştirebilir."
Bu
maddenin 2556 sayılı ve 4/7/1934 günlü Hâkimler Kanunu ile Konulan ilk şeklinde
yalnızca Adalet Bakanının savcıları hâkimlik sınıflan içinde eşit bir göreve
geçebileceği hükmü yer almış iken 5457 sayılı ve 22/12/1949 günlü Kanun ile
yapılan değişiklik sonunda savcıların görev yerlerinin dahi bakan tarafından
değiştirilebileceği hükmü maddeye eklenmiş bulunmaktadır.
Şu
belirtilmelidir ki, eski hükümlerin geçici olarak uygulanmasını öngören
Anayasa'nın geçici 8. maddesi uyarınca Adalet Bakanlığının hâkimler üzerinde
Anayasa'nın yürürlüğe girmesinden sonra da süren yetkileri, Yüksek Hâkimler
Kurulunun çalışmaya başlaması üzerine, sona ermiş ve 45 sayılı Yüksek Hâkimler
Kurulu Kanununun 29., 32., 33., ve 103. maddeleri hükümlerince, bu 63. maddenin
hâkimlere ilişkin hükmü kaldırılmıştır. Bugün sözü edilen maddenin yürürlükte
bulunan hükmü, ancak "Adalet Bakanı gerekli hallerde savcılık mesleğinde
bulunanların yerlerini değiştirebilir." hükmüdür ki itirazın yöneldiği
hüküm de budur.
c-
Anayasa Mahkemesinin, esas 1963/81, karar 1966/40 sayılı ve 3 ve 4/11/1966
günlü kararının (Anayasa. Mahkemesi Kararlar Dergisi sayı: 4, sayfa : 217,
Resmî Gazete sayı : 12572, gün : 13/4/1967) V. 2 b deki gerekçesinde
belirtildiği üzere, hâkimler için bile öngörülmüş olmayan yer teminatı savcılar
için söz konusu edilemez.
Gerçekten
yer teminatı demek, görevlinin istemi veya rızası olmaksızın görev yerinin
değiştirilmemesi demektir ki burada böyle bir durum söz konusu değildir. Burada
incelenen yön, savcının rızası olmaksızın görev yerinin değiştirilmesinde
uygulanan kuralların, Anayasa'nın öngördüğü savcı teminatı ilkesine aykırı olup
olmadığıdır.
İncelemede
ilk önce, Anayasa'daki savcı teminatının anlamı üzerinde durulacak, bundan
sonra Hâkimler Kanununun değişik 63. maddesinin, daha sonra da Yüksek Hâkimler
Kurulu Kanununun 77. maddesinin Anayasa'nın öngördüğü savcı teminatı ilkesine
aykırı bulunup bulunmadığı sorunu çözümlenecektir.
ç-
Yalnız Anayasa'nın savcı teminatını söz konusu eden 137. maddesinde bu
teminatın ne amaçta sağlanacağı belli edilmekle yetinilip, kapsamı üzerinde
herhangi bir hüküm konulmuş olmadığından, her şeyden önce, ereği açısından da
ne gibi bir durumun gerçekleştirilmesi ile bu teminatın sağlanmış
sayılabileceğinin incelenmesi zorunlu bulunmaktadır. Bunun için, 137. maddede
sözü edilen amaçlar gözönünde tutulmakla birlikte, savcıların görevlerinin ne
olduğu ve bu görevlerin Anayasa'mız açısından ne biçimde değerlendirildiği
konularının da incelenmesi gerekli bulunmaktadır:
l-
Anayasa'mızın 137. maddesi hükmünce Cumhuriyet savcılarının özlük işlerinde ve
görevlerini yapmalarında teminat altında bulundurulmaları, kanun koyucuya
yüklenmiş bir ödevdir. Bir Devlet görevlisinin kişiliğine değer verildiğinden
dolayı teminat altında bulundurulması söz konusu edilemez. Ona sağlanan
herhangi bir teminat, ancak ve ancak, görevlerini gereği gibi yerine
getirebilmesi içindir. Gerçekten Anayasa veya kanun koyucunun bir görevliye
herhangi bir teminat tanımak istemesi, yalnızca o görevlinin yerine getireceği
kamu görevinin yolunda ve düzeninde görülmesi ereğini güder, başka Devlet
görevlilerinde bulunmayan bir teminatlı durumun sağlanması ise, özel önemi olan
bir görevin, özelliğine uygun biçimde yerine getirebilmesi için olur.
Teminatın
ereği ise, görevliyi siyasî güç sahiplerinin etkisinden uzak tutabilmektir. O
halde Anayasa'nın, görevlerinin özelliğine göre, savcılar için öngördüğü teminat,
onların, görevlerini, siyasî güç sahiplerinin etkisi altında olmak kaygusuna
düşmeksizin, belli hukuk kuralları uyarınca yapmalarını sağlayacak bir hukukî
durura olacaktır.
2-
Savcıların görevlerine gelince: Bu görevler, harcamalarda tahakkuk âmiri olma,
cezaların çektirilmesi ile uğraşan en yüksek sorumlu kimse durumunda bulunma,
mahkemelerin araç ve gereç ihtiyaçlarını sağlayan bir kimse olma gibi yönetime
ilişkin bir takım çalışmaları ile birlikte, ceza yargılamasına ilişkin bir
takım yardımcı çalışmaları da kanlamaktadır ki, ceza yargılamasında, bu
yardımcı çalışmalardan vazgeçilemez.
Her
şeyden önce, savcı ceza dâvasını açmakla görevli bir kimsedir. Gerçekten, 1412
sayılı ve 4/4/1929 günlü Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun değişik 148.
maddesinin birinci fıkrasında ceza dâvası açmanın Cumhuriyet savcısının görevi
olduğu kesinlikle bildirilmiştir. Demek ki savcı, kural olarak, ceza dâvası
açmağa yetkili tek Devlet görevlisidir ve o, ceza dâvası açmazsa, herhangi bir
suç cezasız kalabilir. Özellikle suçtan zarar gören bir kimsenin suçu savcılığa
dilekçe ile haber vermiş olmadığı veya suçtan zarar gören belli bir kimsenin
bulunmadığı durumlarda, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 165. maddesi
gereğince, savcının ceza kovuşturmasına yer olmadığına ilişkin kararma karşı
itiraz edilmesi dahi söz konusu olamıyacağından, iş büsbütün savcının taktirine
kalıyor demektir. Bu bakımlardan ceza dâvası açmanın savcının tekelinde
bulunduğu sözü doğrudur. Ceza adaletinin Devlet hayatında çok büyük bir önemi
bulunduğu ise, tartışma götürmeyen bir gerçektir. Hâkimlerin bir ceza dâvasına
kendiliğinden el koymaları yetkisi kabul edilmiş olmadığına göre, ceza
adaletinin hâkim kararı biçiminde gerçekleşmesi, ilk önce, savcının bir işlemde
bulunmasına yani dâva açmasına başlı kalıyor demektir. Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununa göre savcının ceza dâvasını ilgilendiren, işi, yalnızca dâva açmakla
bitmemekte ve belki dâva açma onun görevinin bir evresi bulunmaktadır. Nitekim,
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 151. ve sonraki maddelerine göre. suç
olabilecek bir eylemin haber alınması üzerine, savcı ceza dâvası açılması
gerekip gerekmiyeceğini kestirmek üzere işin gerçek yanını araştırmak
zorundadır ve ancak bu araştırmalar sonucunda ceza dâvasının açılmasını haklı
göstermeye yetecek dayanaklar elde ederse dâvayı açar; yoksa kovuşturmaya yer
olmadığına karar verir. (Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, değişik madde 163);
bundan başka, gerek ilk soruşturma sırasında, gerekse son soruşturma sırasında
savcıya düşen bir çok ödevler vardır. Özellikle son soruşturmada (Sulh ceza
işleri dışında) duruşmalarda bulunmak, duruşma işlemlerine katılmak, duruşmalar
sırasında deliller toplanırken gerekli istemleri ileri sürmek ve duruşmanın
sonunda ortaya çıkan hukukî durumdan elde edeceği kanıya göre düşüncesini
bildirip istemde bulunmak ve bütün ceza işlerinde mahkemenin vereceği kararı
usule veya kanuna uygun görmezse sanığa karşı veya sanık yararına kanun
yollarına başvurmak, savcının ödevlerinden bulunmaktadır. Bütün bu işler,
adaletin gereğince yerine getirilmesi ereği ile görülecek işlerdir ve yine bu
ödevleri gösteriyor ki, savcı, ceza adaleti bakımından yalnızca dâva açıp ceza
yargılamasını işletmeye başlayan bir görevli olarak değil, aynı zamanda
yargılamanın doğru ve adalete uygun sonuçlar vermesi yolunda bir çok çabalar
göstermesi gereken bir görevlidir, imdi, ceza adaletinin yansızlık içinde
gerçekleşmesi, hâkimden önce savcının siyasî gücün etkisinden kaygılanmaksızın
karar verip işlemler yapabilmesine bağlı bulunmaktadır.
3-
Anayasa'mızın savcılara ilişkin hükümlere, yürütmeyi düzenleyen maddeleri
arasında değil, yargıya ilişkin maddeleri arasında yer vermiş bulunması ve
Anayasa'nın 118. maddesinde bütün Devlet memurlar, için genel bir teminat hükmü
bulunduğu halde 137. maddesinde savcılar için ayrıca bir teminat öngörmesi,
Anayasa koyucu tarafından, onların yargıyı ilgilendiren çalışmalarına özel bir
önem verildiğini göstermektedir ve yine onlara tanınacak teminatın öteki
memurlara tanınacak teminattan daha ileri bir teminat olmasının istendiğini
açıkça bildirmektedir. Siyasî güç sahiplerine karşı güvenlik içinde olmadığını
bilen bir savcının, yargıya yardımcı görevlerinde ne gibi aksaklıklar
olabileceği gözönüne getirilirse, savcı teminatının anlamı daha iyi belirmiş
olur.
Siyasî
gücün önemsediği bir işte bir dâvanın açılmaması yolunda bir istek beslediğini
öngören bir savcının hukukî görüşüne ve hazırlık soruşturmasında topladığı
delillere göre dâva açmak gerektiği kanısında iken, siyasî güç sahibinden
kendisine bir zarar gelebileceğini düşünerek, dâvayı açmaktan kaçınması olanak
dışı değildir. Siyasî gücün, bir ceza dâvasının açılmasını dilemekle birlikte
bu iş için Adalet Bakanınca savcıya (Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 148.
maddesi uyarınca) buyruk verdirmeyi uygun görmemesi ve savcının bu arzuyu
herhangi bir yolla öğrenmiş olması ve kendisine siyasî güç sahibi tarafından
bir zarar gelebileceği kaygusuyla delil yetersizliği yüzünden dâva açılmaması
kanısında bulunduğu bir işte dâva açmak zorunda kalması da hatıra gelebilir.
Yine Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun değişik 148. maddesinin 3. fıkrası
uyarınca Adalet Bakanının buyruğu üzerine açtığı dâvalarda özellikle dâvanın
siyasî gücü yakından ilgilendirdiğini bilecek olursa, savcının son
soruşturmadan edindiği kanıya göre beraat isteminde bulunmaktan kendisine bir
zarar gelebileceğini hesaba katarak kaçınabileceği düşünülebilir. Bu
aksaklıklar, savcının siyasî güç sahibine yaranarak ondan bir fayda sağlamak
düşüncesiyle de gerçekleşebilir. Bu ve buna benzer durumlarda savcının,
adaletin gerçekleşmesine yardımcılık görevini yapamaz duruma düşmesi için
gerekli ortam hazırlanmış demektir. Şu gerçeği de gözönünde tutmalıdır ki görev
yerinin gelişi güzel değiştirilmesi olayının büyük bir önemi ve böyle bir
uygulamanın görevliler üzerinde büyük bir etkisi vardır. İşte Anayasa,
savcıların bu gibi kaygular etkisinde kalarak işlem yapmalarını veya işlem
yapmaktan kaçınmalarını önleyecek bir hukukî düzenin savcılara sağlanmasını
istemiştir.
d-
Anayasa'nın savcılara nasıl bir teminat sağlamak istediği açıklandıktan sonra
şimdi, Anayasa'ya aykırılığı ortaya atılan hükümlerin, bu açıklamaların ışığı
altında Anayasa'ya uygun bulunup bulunmadıklarının incelenmesi sırası gelmiştir
:
l-
İtiraz konusu maddelerden Hâkimler Kanununun değişik 63. maddesi, Bakana savcıların
yerini gereğine göre değiştirme yetkisi tanımaktadır. Bu gereği, Bakan takdir
edecektir. Bir Bakanın takdirine göre savcının yerinin değiştirilmesi olanağım
tanıyan bu hüküm, şu veya bu işte yapacağı işlem veya ileri süreceği düşünce
sonucunda Bakanın kendisine olumlu veya olumsuz hiç bir şey yapamayacağı
duygusunu herhangi bir savcıya yapabilecek nitelikte bir hüküm sayılamaz. Hukuk
düzeninde yeterince korunmayan bir görevlinin kendi kaderi üzerinde söz sahibi
bulunan kişinin dileklerine aykırı davranmamak eğilimini duyması ve bu eğilimin
onun görevini aksatabilmesi, insan denilen varlığın zayıf yanlarındandır.
Görevlilerin
hepsinin kanun dışı etkilere kapılmaksızın görevlerini yerine getirmeleri,
kuraldır; ancak, görevliler arasında az da olsa, kimi güçsüz kişilerin
bulunabileceği ve bunların görevlerinde kanun dışı etkiler altında
kalabilecekleri de bir gerçektir; genellikle hukuk kurallarının ve özellikle
teminat sağlayan hükümlerin bu gibi durumları önleyecek nitelikte bulunması bir
zorunluktur. Anayasanın 137. maddesinde savcıların donatılması kanun koyucuya
buyrulan teminatın belli bir hükümde gerçekleşmiş olup olmadığını da yine bu
ölçüyü kullanarak bulabiliriz. Buna göre, tartışma konusu hüküm, savcıların,
kayguya düşmeden, veya başka bir düşüncenin etkisi altında kalmadan görevlerini
güvenlik içinde yapmalarına elverişli olmaktan uzaktır ve bu yüzden,
Anayasa'nın 137. maddesine aykırıdır.
2-
Her ne kadar Anayasa'nın 114. maddesi uyarınca idarenin bütün işlemlerine karşı
dâva açmak yolu bulunduğu için Bakanın sınırsız gibi görünen yetkisinin idarî
yargının denetimi altında olacağından dolayı savcıların yerlerinin
değiştirilmesi bakımından teminatsız sayılamıyacakları ileri sürülebilirse de,
sözü edilen 114. madde hükmü varken, Anayasa koyucunun ayrıca Anayasa'nın 137.
maddesini de kabul etmiş olması karşısında, savcılar için bu yargı denetimini
yeterli görmediği açıkça anlaşılmaktadır. Kaldı ki, 114. madde hükmünce yargı
denetiminin saklı tutulması, 137. maddeye aykırılık durumunu ve inceleme konusu
hükmün Anayasa Mahkemesince iptali gereğini ortadan kaldıramaz. Şu da
unutulmamalıdır ki yargı yolu hakkın yerine gelmesi için vazgeçilmez bir yol
ise de teminat hükümleri, kanun dışı etkileri ve işlemleri olabildiğince
önleyen ve böylece yargı yoluna başvurmaya ihtiyaç kalmadan hukukî durumların
korunmasını erek edinen hükümlerdir, bundan ötürü yargı denetimi, teminat
sağlayan hükümleri hiçbir zaman gereksiz kılmaz.
3-
Bu konuda savcıların bağımsız bulunmamaları dolayisiyle Adalet Bakanlığına
bağlı görevlilerden bulundukları ve bu bağlılığın ise Bakanın dileğine göre yer
değiştirme yetkisini zorunlu olarak kapsadığı ve hatta Anayasa'nın 105.
maddesinin ikinci fıkrası uyarınca her bakanın, kendi yetkisi içindeki işlerden
ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden sorumlu bulunması, savcıların da
Adalet Bakanının yetkisi içindeki işleri, onun büyüğü altında gören
görevlilerden olmaları dolayisiyle, özlük işlerinde sağlanacak teminatın
Bakanın onların görev yerlerinin değiştirilmesi yetkisinde her hangi bir
sınırlandırmayı kapsamayıp ancak savcılara bunun dışında bir takım haklar
tanınması anlamına gelebileceği ortaya atılabilir.
Anayasa
koyucu tarafından, savcıların özlük işlerinde ancak ve ancak yürütmeye ve
Adalet Bakanına karşı bir anlamı olabilen bir teminatın tanınması, savcıların
Adalet Bakanına bağlı olmaları durumunu etkilemez. Bu böyle olunca. Bakanın
savcıların, özlük işlerindeki ve bu arada yer değiştirme konusundaki yetkisinin
sınırlandırılması da, Anayasa'nın 137. maddesinde dayanmış ve yine böyle bir
sınıflandırmayı benimseyen Anayasa koyucu tarafından, bu sınırlandırmanın
zorunlu sonucu olduğu anlaşılacak durumlardan Bakanın sorumlu bulunmayacağı da
kabul edilmiş demektir. Nitekim, Anayasa'nın 105. maddesinin 2. fıkrasında
öngörülen sorum, Bakanın hukuk bakımından etkili olabileceği eylem ve işlemler
için düşünülmüştür; bu metinde (Yetkisi içindeki işlerden ve emri
altındakilerin eylem ve işlemlerinden......) denilmiş olması, bu yönü
göstermektedir. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu savcıya yalnız ceza dâvası
açması için Bakanın buyruk verebileceğini kabul etmiş, ceza dâvasını
ilgilendirip de dâva açılması işlemi dışında kalan savcılık işlemleri için
(Örneğin, bir ceza kararını temyiz etmesi veya etmemesi konusunda) Bakana,
herhangi bir buyruk verme veya savcının, işine karışma yetkisi tanımamıştır.
Buyruk verme yetkisi dışında kalan bir alanda savcıya buyruk vermemiş
olmasından dolayı, Bakanın sorumlu tutulması ise, söz konusu edilmez.
Şu
yön de belirtilmelidir ki, savcıların yönetim alanına giren öbür işlerinde
Bakanın savcılara buyruk verme yetkisi vardır. Ancak, Anayasa, özlük
işlerindeki teminatı, savcıların yargıyı ilgilendiren çalışma alanları ile
sınırlandırmayıp, salt olarak öngörmüştür ve yönetime ilişkin işlemlerle
yargıya ilişkin işlemler bakımından özlük işlerini ilgilendiren teminat
hükümlerinin bölünmesi, hem maddî bakımdan olanaksız hem de teminatın
zedelenmesine yol açılması bakımından sakıncalı bulunmuştur. Bundan dolayı,
savcıların bütün özlük işleri, teminat hükümlerine bağlı kalacaktır. Demek ki,
savcının kanuna aykırı bir davranışı karşısında teminat ilkesi uyarınca
konulacak hükümlerin uygulanması için gereken başvurmalarda bulunmuş olan
Bakanın, Anayasa'nın 105. maddesi uyarınca sorumlu tutulması, artık söz konusu
olamaz.
4-
Bakanın, kanunun yüklediği ödevleri ve özellikle Bakanın verdiği dâva açma
emrini yerine getirmemesi durumlarında bir savcının, yerini değiştirmemesinin
kamu hizmetinin yürütülmesinde büyük sakıncalar doğuracağı ileri sürülebilir.
Böyle
durumlarda Bakan, yetkili tarafsız kuruldan ivedilikle karar alarak, savcının
yerini değiştirme yoluna gidebilir. Bundan başka bakanın dâva açma buyruğunu
yerine getirmemiş olan savcıya karşı disiplin kovuşturması ve belki ceza
kavuşturması söz konusu olabilir. Kaldı ki; görevinin gereğini ağır biçimde
çiğnemiş olan böyle bir görevlinin yalnızca görev yerinin değiştirilmesi ile
yetinilmesi, hiç bir zaman elverişli bir tedbir niteliğini göstermez. Bunun
için de bakana böyle bir yetki tanınması yerinde ve Anayasa'nın öngördüğü
teminata uygun bulunamaz.
5-
Bu konuda teminat yüzünden küçük de olsa bir takım sakıncaların d olabileceği
düşünülebilir. Ancak Anayasa koyucu, savcın teminatsız bırakılmaktan ortaya
çıkacak sakıncalar ile onlara teminat tanımaktan doğacak sakıncaları karşılaştırmış
ve teminatsızlıktan doğacak sakıncaları sosyal ve hukukî bakımdan daha ağır
gördüğü için teminata ilişkin 137. madde hükmünü benimsemiştir. Anayasa
koyucunun bu tutumu karşısında, teminat ilkesinin, ereğe aykırı olarak
sınırlandırılması yolu benimsenemez. Unutulmamalıdır ki, sosyal hayatta tutulan
her yolun yararlı ve zararlı yanları vardır; kural koyucular, her zaman,
yararları zararlarına üstün olan yolu araştırır ve o yolu tutarlar. Türk
Anayasa koyucu da akla ve ihtiyaçlara uygun olan böyle bir yol seçerek hüküm
koymuştur. Kaldı ki sakınca gibi görünen durumların teminata uygun tedbirlerle
önlenmesi de mümkündür.
6-
Bakanlığın Danıştay'a verdiği karşılık yazısında savcılara Anayasa'nın kabul
etmediği ölçülerde geniş, bir çok bakımlardan Anayasa'nın hâkimlere sağlamış
olduğu teminata benzer teminat sağlayan hükümler konulmuş bulunduğu ileri
sürülerek Anayasa'nın 137. maddesi hükmünün gereği gibi ve hatta gereğinden
fazla olarak yerine getirilmiş bulunduğu görüşü savunulmaktadır. Bu görüş doğru
değildir. Gerçekten, cavcılara, hâkimlere sağlanandan daha çok ve daha ileri
teminat sağlayıcı bir takım hükümler konulmuş bulunduğu kabul edilse bile,
bunların yanında savcıları belli yönlerden teminatsız duruma sokan ve böylece
onların işlemleri üzerinde siyasî güç sahiplerinin etkisini duyurmağa elverişli
bir nitelik gösteren bir takım hükümlerin Anayasa'nın öngördüğü teminat
ilkesine aykırı bulunmaları önlenmiş olmaz. Bundan ötürü, tartışma konusu 63.
maddenin, yer değiştirmeyi Bakanın takdirine başlı bir işlem olarak düzenleyen
hükmü, Anayasa'ya aykırı niteliğini yitirmez.
7-
Teminat konularında gözönünde tutulacak önemli bir yön, halkın gözünde belli
devlet görevlisi siyasî güç sahiplerinin dileklerine karşı korumamış gibi
gösteren hükümlere kanunlarda yer verilmemesidir. Buna göre yeterince koruyucu
tedbirler alınmaksızın kanunlara konulan hükümler, savcıları halkın gözünde
siyasi güç sahiplerine karşı teminatsız görevliler olarak gösterir ve bu
görünüş onların hukuka uygun işlemlerini bile halkın gözünde kuşku ile
karşılanan işlemler durumuna sokar ki bu dahi, adalet işlerinin görülmesi
yolunda halk açısından güven verici sayılmaz ve yurttaşları tedirgin eder,
başka bir deyimle sosyal iç rahatlığını giderir.
8-
Bundan önce de açıklandığı üzere, Anayasa'nın 137. maddesinde, savcılara hem
görevlerini yapmalarında, hem de özlük işlerinde teminat sağlayıcı hükümlerin
konulması öngörülmüştür. Bu, Anayasa koyucunun savcıların görev teminatı ile
yetinmek istemediğini, görevin gereğince yerine getirebilmesi için onların
özlük işlerinde de teminata ihtivan gördüğünü belirtmektedir. Bundan başka,
daha önce de açıklandığı gibi, teminata ilişkin bir takım hükümlerin kanunlarda
konulmuş bulunması, belli bir madde hükmünün teminatı zedeleyici niteliği
varsa, o hükmün Anayasa'ya aykırılığını önleyemez. Bundan ötürü, savcıların
görevlerini yerine getirmelerini sağlamak üzere, ayrıca özlük işlerinde de özel
bir teminata ihtiyaç bulunmadığı yollu düşünce, doğru sayılamaz.
9-
Anayasa Mahkemesinin, Adalet Bakanının ceza dâvası açması için savcılara buyruk
verebileceğini bildiren Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 148. maddesinin
ikinci fıkrası hükmünün Anayasa'ya aykırı olmadığına ilişkin Esas 1963/140,
Karar 1964/62 sayılı ve 22/9/1964 günlü kararında (Anayasa Mahkemesi Kararlan
Dergisi, Sayı: 2, S. 127-128, Resmî Gazete Sayı: 11925, gün 10/2/1965)
belirtilen yönler, savcıların bağımsızlıklarının bulunmadığı ve onlara teminat
sağlayan bir takım hükümlerin kanunda yer almış olduğudur. Söz konusu kararda
savcılara uygulanan bütün hükümlerin Anayasa'nın 137. maddesinde öngörülen
teminat ilkesine uygun olduğu yollu bir gerekçe bulunmadığından dolayı
savcıların yerlerinin değiştirilmesine ilişkin tartışma konusu hükmün
Anayasa'ya uygunluğunun o kararda benimsenmiş olduğu, ileri sürülemez.
e-
45 sayılı Kanunun 77. maddesi hükmü şöyledir:
"Savcılık
mesleğine atama, Madde 77- Cumhuriyet savcı yardımcıları, Cumhuriyet Başsavcı
yardımcıları ve Cumhuriyet savcıları, Bakanlık Müsteşarının başkanlığı altında
Teftiş Kurulu Başkanı ve Genel Müdürlerden müteşekkil kurulun mütalâası
alındıktan sonra, Adalet Bakanı ile Başbakanın müşterek kararnamesi ve
Cumhurbaşkanının onayı ile atanır.
Cumhuriyet
Başsavcısı yardımcılarının atanmasında Cumhuriyet Başçısının inhası gözönünde
tutulur."
Bu
hüküm 2556 sayılı Hâkimler Kanununun 56. maddesi hükmünün yerini tutmak üzere
konulmuş bulunmaktadır. Gerçekten, Hâkimler Kanununun 56. maddesinde (66. madde
hükmünden maada halde hâkim ve müddeiumumilerle muavinlerin bu kanun hükümleri
dairesinde tâyin ve tarifleri Adliye Vekilinin teklifi üzerine millî irade ile
icra olunur.) hükmü bulunmakta idi. Bu maddenin 22/12/1949 günlü ve 5457 sayılı
ve 15/4/1955 günlü ve 6531 sayılı kanunlarla değiştirilmesinden sonra da gerek
hâkimlerin, savcıların ve bunların yardımcılarının, gerekse hâkimlik
mesleğinden olan icra memurlarının atanmaları ve yükseltilmelerinin Adalet
Bakanının teklifi üzerine millî irade ile olacağı ilkesi olduğu gibi
bırakılmıştır. Yukarıda (b. de) görüldüğü gibi, Hâkimler Kanununun yine
22/12/1949 günlü ve 5457 sayılı Kanunla değiştirilen 63. maddesine, savcıların
yerlerinin Adalet Bakanınca değiştirebileceği hükmü konulmuştur. Bu iki hüküm
birlikte gözönünde tutulacak olursa, 63. maddenin Bakana tanıdığı yetkinin
ancak 56. maddenin gösterdiği işlemler yapılarak kullanılabileceği anlaşılır.
Özellikle; Adalet Bakanına tanınan bu yetkinin savcılardan uygun göreceklerini
hâkimliğe atama yetkisi ile birlikte anılmış olması karşısında, savcıların
yerlerinin değiştirilmesinde 56, madde hükümlerinin uygulanması gereği,
büsbütün belirgin bir duruma girer. Yüksek Hâkimler Kurulu Kanunu, hâkimlerin
bağlı oldukları atama ve yükseltme işleri için başka hükümler koymuş olmakla
birlikte, bu işlemlerin sonuçta kararname ile tamamlanacağını 66. maddenin
hükmü ile benimsemiştir. Bu hüküm, Anayasa Mahkemesince sonradan iptal
edilmiştir. (Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi Sayı: 2, Sahife : 223, Resmî
Gazete Sayı : 11467, gün : 30/7/1963) Savcıların atanmasının biçimsel işlemleri
de sözü edilen 77. maddede gösterilmiştir. Demek ki bu 77. madde, Hâkimler
Kanununun 56. maddesinin yerini tutmaktadır ve görev yeri değiştirilmesinin
biçimsel işlemleri bu maddeye göre yapılacaktır.
Savcıların
görev yerlerinin değiştirilmesi bakımından işbu 77. maddenin birinci fıkrası
hükmünün Anayasa'nın 137. maddesindeki teminat ilkesine uygun olup olmadığı
araştırılınca; işlemin Bakanlığa bağlı yüksek görevlilerden kurulu bir kurulun
düşüncesinin alınmış olması ve Başbakan ile Cumhurbaşkanınca imzalanmış
kararname ile varılması koşularına bağlı tutulmasının, savcılar için herhangi
bir teminat sağlamadığı ve bundan dolayı, Anayasa'nın 137. maddesine aykırı
olduğu sonucuna varılmaktadır.
1-
Bakanlık ileri gelenlerinden kurulu topluluğun düşüncesinin alınmış olması, hiç
bir şekilde teminat sağlamaz; çünkü, bu kurulda bulunanlar hukukî durumca
Bakana karşı doğrudan doğruya idarî murakaba zinciri içindedirler; bundan
dolayı bu nitelikteki bir kurulun düşüncesi, Bakan için bağlayıcı bulunsa bile,
yine bir teminat savılamaz; kaldı ki, söz konusu maddeye göre bu kurulun
düşüncesi, Bakan için bağlayıcı da değildir. Bu kurul üyelerinin teminatlı
olmaları dahi, durumu değiştirmez.
2-
Bundan başka karar vermeye yetkili olan yerin, yer değiştirme işinde gözönünde
tutmak zorunda bulunduğu kurallar dahi kanunla konulmuş ve afakî ölçülere
bağlanarak gösterilmiş değildir; ayrıca bu da, teminat ilkesine aykırıdır. Bir
işlemin kesinlikle belli afakî kurallar gereğince yapılması yükümü, o işlemin
uygulanacağı kişilere gerekli güvenliği sağlayabilir.
3-
45 sayılı Kanunun 77/1 maddesinde savcıların yerlerinin değiştirilmesinde
uygulanabilecek hükümlerle savcıların ilk kez atanmalarında uygulanabilecek
olan hükümler birbirinden ayırdedilmiyecek ölçüde birleşik olarak yazılmış
bulunduğu için, savcıların yerlerinin değiştirilmesi işlemi bakımından
incelenip Anayasa'nın 137. maddesine aykırı bulunan bu hükmün tümünün iptali
zorunlu görülmüştür.
4-
Tartışma konusu 77. maddedeki hükmün temeli birinci fıkra olduğundan, bu
fıkranın iptali üzerine uygulama yeri kalmayan ikinci fıkra hükmünün de Anayasa
Mahkemesinin kuruluşuna ilişkin 44 sayılı Kanunun 28. maddesi uyarınca iptali
gerekmiştir.
SONUÇ
: l- 2556 sayılı Hâkimler Kanununun 5457 sayılı kanunla değiştirilmiş 63.
maddesinin, Anayasa'nın 137. maddesine aykırı olduğundan, iptaline, Üyelerden
İhsan Keçecioğlu, Şeref Hocaoğlu, Celâlettin Kuralmen, Hakkı Ketenoğlu ve Halit
Zarbun'un karşı oylarıyla ve oyçokluğu ile;
2-
22/4/1962 günlü ve 45 sayılı Yüksek Hâkimler Kurulu Kanununun 77. maddesinin
dâva konusu birinci fıkrasının, Anayasa'nın 137. maddesine aykırı olduğundan,
iptaline, Üyelerden İhsan Keçecioğlu, Şeref Hocaoğlu, Celâlettin Kuralmen,
Hakkı Ketenoğlu, Avni Givda, İhsan Ecemiş ve Halit Zarbun'un karşı oylarıyla ve
oyçokluğu ile;
3-
77. maddenin, birinci fıkrasının iptali dolayısiyle uygulama yeri kalmayan son
fıkrasının da 44 sayılı Kanunun 28. maddesi uyarınca iptaline oybirliği ile;
4-
Anayasa'nın 152. maddesinin ikinci ve 44 sayılı Kanunun 50. maddesinin üçüncü
ve dördüncü fıkraları uyarınca iptal hükümlerinin 15/12/1967 gününde yürürlüğe
girmesine 18/12/1967 gününde oybirliği ile karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
İbrahim
Senil
|
Başkanvekili
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
İhsan
Keçecioğlu
|
Üye
Salim
Başol
|
|
|
|
|
Üye
Feyzullah
Uslu
|
Üye
Şeref
Hocaoğlu
|
Üye
Fazlı
Öztan
|
Üye
Celâlettin
Kuralmen
|
|
|
|
|
Üye
Hakkı
Ketenoğlu
|
Üye
Avni
Givda
|
Üye
İhsan
Ecemiş
|
Üye
Recai
Seçkin
|
|
|
|
Üye
Ahmet
Akar
|
Üye
Halit
Zarbun
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
MUHALEFET
ŞERHİ
Dosyadaki
bilgilere göre; Danıştay 5. Dairesi, davacı tarafından, söz konusu kanunlar
hakkında ileri sürülen Anayasa'ya aykırılık iddiasının yerinde olduğu kanısına
vararak konunun çözümünün Anayasa Mahkemesinden istenmesine 20/10/1966 gününde
karar verilmiştir.
Ancak,
itiraz işlemi Anayasa Mahkemesine ulaştırılmadan önce, dâvâlı Adalet Bakanlığı,
Danıştay'a gönderdiği 28/10/1966 günlü ve 48251 sayılı bir dilekçe ile,
davacının, sağlık sebepleri ileri sürmek ve bazı memuriyet yerlerinin
isimlerini saymak suretiyle bunlardan birisine naklini 12/10/1966 günlü dilekçe
ile istemesi üzerine bu yerler arasında bulunan Tekirdağ'ın Çerkezköy ilçesi
Cumhuriyet Savcılığına 26/10/1966 günlü kararname ile atanmış bulunduğundan,
müstakar .Danıştay içtihatları da gözönüne alınarak, dâva mevzuunun ortadan
kalkmış olması sebebiyle bu yolda bir karar verilmesini istemiştir.
Danıştay
5. Dairesi bu istem üzerine, evvelki karardan bahisle bu dilekçenin de dosyası
ile birleştirmek üzere Anayasa Mahkemesine intikal ettirilmesine 8/11/1966
gününde karar vermiştir.
Danıştay
Başkanlığı ise, 5. Dairenin sözü geçen 20/10/1966 ve 8/11/ 1966 tarihli
kararlarını havi dosyayı, 23/11/1966 günlü ve 172 - 53337 sayılı yazısı İle
Anayasa Mahkemesine göndermiş ve bu yazı, bağlı dosyası ile birlikte 23/11/1966
gününde Anayasa Mahkemesi Genel Sekreterliğince kaleme havale edilmiştir.
Özetlemek
gerekirse; Danıştay 5. Dairesinin itirazının henüz Anayasa Mahkemesine
gönderilmemiş bulunduğu bir zamanda dâvâlı idare, davacı hakkındaki işlemde
değişiklik yapmış ve ortada dâva konusu kalmadığını ileri sürerek bu konuda bir
karar verilmesini Danıştay'dan istemiştir.
Bu
durum karşısında, itirazın Anayasa Mahkemesince incelenmesine devam
edilebilmesi için, evvelce açılmış olan dâvanın, bu istemden sonra da Danıştay'ca
bir çözüme bağlanması gerekip gerekmediğinin yani açılmış olan dâvanın devam
edip etmediğinin Danıştay 5. Dairesince bir karara bağlanması zorunluğu doğmuş
bulunmaktadır :
Anayasa'nın
151. ve 44 sayılı Kanunun 27. maddeleri (Bir dâvaya bakmakta olan mahkeme) nin,
o dâva sebebiyle uygulaması gerekecek kanun hükümlerini Anayasa'ya aykırı
görmesi veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddî
olduğu kanısına varması halinde, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara
kadar eldeki dâvayı geri bırakacağı hükmünü taşımaktadır.
Anayasa'nın
152. maddesinin dördüncü fıkrasında ise, Anayasa Mahkemesinin, diğer
mahkemelerden gelen Anayasa'ya aykırılık iddiaları üzerine verdiği hükümlerin
olaya sınırlı ve yalnız tarafları bağlayıcı olacağına da karar verebileceği
kuralı yer almaktadır.
Bu
hükümlerin bir bütün olarak incelenmesi halinde, Anayasa'nın mahkemeler yolu
ile Anayasa'ya aykırılık itirazlarına imkân vermesinin asıl sebebinin :
a.
Kişileri, Anayasa'nın teminatı altına koymak ve haklarında uygulanacak herhangi
bir hükmün, kişi gözü ile Anayasa'ya aykırı görülmesi halinde bu görüşün
mahkemenin her safhasında öne sürülebilmesi ve hatta Yargıtay incelemesine
kadar götürülebilmesi hakkını vermek suretiyle onu Anayasa'ya aykırı hükümlerin
etkisinden kurtarmak ve korumak,
b.
Anayasa'nın 8. maddesinde yer alan ve Anayasa hükümlerinin, bütün organ ve
makamları ve bunlar arasında yargı organlarını da bağlayan temel hukuk
kuralları olduğunu belirten ve "Anayasa'nın üstünlüğü" diye
adlandırılan ilkenin mahkemelerce uygulanması yolunun ve imkânının açılarak,
bir dâvada, mahkemeye, Anayasaca aykırı gördüğü kanunun uygulamamak görev ve
yetkisini vermek,
Olduğu
açıkça görülmektedir.
Görülüyorki
Anayasa koyucusunun, genel niteliği haiz olan iptal dâvaları yanında bir de
mahkemelerde itiraz yolunu açmış bulunmasının ilk sebebi kişiyi sübjektif
bakımdan Anayasa'nın teminatından faydalandırmak ve hâkime de Anayasa'nın
üstünlüğü ilkesini uygulama imkânını vermektir.
İtirazın
"iptal kararı ile sonuçlanmasından sonra ortaya çıkan" genellik
durumu, yani bu iptal hükmünün neticesinden genel olarak herkesin faydalanması
neticesinin doğması, Anayasa Mahkemesi kararının zorunlu bir sonucu ve
"iptal" işleminin hukukî niteliğinin kaçınılmaz etkisidir. Bu sonuca
bakarak itiraz yolunun ilk ve esas gayesinin de, iptal dâvalarında olduğu gibi
Anayasa'ya aykırı olan kanun hükümlerinin mevzuat içinden ayıklanması olduğu
neticesinin çıkarılması yanlıştın. Öyle olsa idi, Anayasa, kişileri ve
mahkemeleri de doğrudan doğruya iptal dâvası açmaya yetkili kılardı. Öyle
yapmamış, kişilerin müracaatını, kendilerini ilgilendiren bir dâva ve o dâva
sebebiyle haklarında uygulanacak bir kanun hükmünün mevcudiyeti ve ileri
sürülen iddianın da, dâvaya bakan mahkeme tarafından ciddî görülmesi şartlarına
bağlamıştır. Mahkemeler tarafından re'sen itirazda bulunulabilmesi için de,
keza bakılmakta olan bîr dâvanın mevcut olmasını şart kıldıktan başka dâvada
uygulanacak olan hükümle de sınırlamıştır.
Mahkemelerce,
ancak bu şartların mevcudiyeti halinde Anayasa Mahkemesine itiraz yapılabilecek
ve oradan karar çıkıncaya kadar dâva ertelenecektir. Anayasa Mahkemesinden
karar alınır alınmaz dâvaya bırakıldığı yerden başlanması ve hatta, Anayasa'nın
151. maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarına göre, Anayasa Mahkemesi üç ay
içinde kararını vermezse mahkemenin Anayasa'ya aykırılık iddiasını kendi
kanısına göre çözümleyerek dâvayı yürütmesi gerekmektedir.
Anayasa'nın
152. maddesinin dördüncü fıkrasına göre Anayasa Mahkemesi, bu gibi itirazlar
üzerine verdiği hükmün, olayla sınırlı ve tarafları bağlayıcı olacağına da
karar verebilir. Bu nitelikteki bir kararın iptal kararı sayılamayacağı,
belkide sadece o dâvada, itiraz konusu hükmün Anayasa'ya uygunluğu veya
aykırılığı sebebiyle uygulanması veya uygulanmaması gerekeceği şeklinde tecelli
edebileceği düşünülebilir.
Bu
hükmün uygulanabilmesi için, Anayasa Mahkemesince karar verileceği sırada,
ilgili mahkemedeki dâvanın çözüm beklemekte olmasının, diğer bir deyimle
açılmış olan dâvanın o tarihte de mevcut bulunmasının gerekli olduğu
meydandadır. Anayasa Mahkemesinin incelemesi sonucunda ne nitelikte bir karar
vereceği önceden bilinemiyeceğine ve her itirazın bu nitelikte bir karar ile sonuçlanması
imkânı da mevcut bulunduğuna göre, Anayasa Mahkemesinin karar vereceği zaman,
ilgili mahkemedeki dâvanın devam etmekte olduğunun dosyadaki belcelerden kesin
olarak anlaşılmasının zorunlu olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Aksi halde,
Anayasa'nın 152. maddesinin dördüncü fıkrası hükmünün Anayasa Mahkemesince
uygulanamaması veya ihmal olunması sonucu doğar ki buna da hukuken imkân
yoktur.
Anayasa'nın
açıklanan bu hükümleri karşısında itiraz yolunun ereğinin iptal dâvalarının
ereği ile aynı nitelikte görülmesi mümkün değildir, yine bu hükümlerden çıkan
sonuca göre, itiraz yolu ile, bu yola başvuran mahkemede görülmekte olan bir
dâvanın mevcudiyetinin devam etmekte olması şartı arasında, ihmal edilmesi
mümkün olmayan bir bağ vardır.
İtiraz
kararı verildiği tarihte bir dâvanın mevcut olması halinde, itiraz eden mahkeme
bakımından yukarıda belirtilen şartlara riayet edilmiş bulunduğu şüphesizdir.
Ancak aynı hükümlerin itirazı inceleyecek olan Anayasa Mahkemesi tarafından
uygulanması gerektiği de ortadadır. Yani Anayasa Mahkemesi de, İncelemeye
başlarken, ortada bir dâva bulunun bulunmadığını ve itiraz edilen hükmün o
dâvada uygulanacak bir hüküm olup olmadığını araştıracak ve şartlar varsa ve
devam ediyorsa incelemeye devam edecektir. Şüphesiz bu inceleme, normal olarak
dosya üzerinden ve ilgili mahkeme tarafından gönderilen belgeler
değerlendirilmek suretiyle yapılacaktır. Şayet dosyadaki belgelere veya Anayasa
Mahkemesine resmî yollardan intikal eden sair bilgi ve belgelere göre bu
şartların mevcut olmadığı, yani itirazın yapıldığı tarihte bakılmakta olan bir
dâvanın bulunmadığı veya o tarihte mevcut olan dâvanın sonradan kanunî
sebeplerle düştüğü veya dâva konusu kalmaması gibi bir durumun meydana geldiği
hususlarında tereddüde düşülmesi halinde bu cihetlerin araştırılarak varılacak
sonuca göre incelemeye devam olunmasının veya itiraz konusu kalmadığından
istemin red olunmasına karar verilmesinin de Anayasa Mahkemesine düşen bir
görev olduğunda şüphe yoktur.
Anayasa'nın
151. maddesinin dördüncü fıkrasının son cümlesi hükmünden anlaşıldığına göre,
Anayasa Mahkemesi, mevcut bir dâva sebebiyle yapılmış olan itiraz üzerine
kararını, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar ilgili mahkemeye bildirmek
durumundadır ve esasen açılmış olan bir dâva da, ancak bu tarihte kesin şekilde
sonuçlanarak kapanmış sayılır. Bu tarihten sonra Anayasa Mahkemesinin itirazı
incelemesine mahal kalmaz, zira bundan sonra karar verilse de dâvaya etkili
olmayacağından, Anayasa'nın "itiraz" yolu ile elde etmek istediği esas
ereğin sağlanması imkânsız hale düşer, bu sebeplede artık incelemeye devam
olunması sebepsiz kalır.
Eldeki
dosyada da dâvâlı idare, davacının dileğini yerine getirdiğinden bahsile ortada
dâvanın konusu kalmamış olduğundan bu yolda bir karar verilmesini istemiş olup gerçekten,
ortada bir dâvanın mevcut olup olmadığı, Danıştay 5. Dairesinin bu istem
hakkında vereceği kararla belli olacaktır. Bu sebeple ilk öne dâvâlı idarenin
istemi hakkında bir karar verilmesi zorunlu olduğundan dosyanın bu gerekçe ile
Danıştay 5. Dairesine iadesi ve oraca istemin reddiyle dâvaya devam olunmasına
karar verildiği takdirde Anayasa Mahkemesince de itirazın incelenmesine devam
olunması gerekmektedir. Danıştay Dairesinin istemi uygun bularak konusu
kalmayan dâvanın reddine karar vermesi halinde ise Anayasa Mahkemesine yapılmış
olan itiraz kendiliğinden düşmüş olacaktır.
Yukarıdaki
sebeplerle kararın bu konuya ilişkin kısmına muhalifim. Yukarıki karşı oya
katılıyorum.
|
|
Başkan
İbrahim
Senil
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
Sayın
Muhittin Gürün'ün muhalefet yazısındaki gerekçelere katılıyorum.
KARŞI
OY YAZISI
l-
Anayasa, kuvvetler ayrılığı prensibine dayanan ve 7 nci maddesinde ifadesini
bulan yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı
ilkesinden yürüyerek 132 nci maddesinde, hâkimlerin bağımsızlığı kuralına
ilişkin hükümler koymuş ve bunun sağlanması için de 133 üncü maddesinde,
niteliğini belli etmek suretiyle hâkimlere teminat tanımış ve ayrıca 134 üncü
maddede de gösterilen, atanmaları ve yer değiştirme ve öteki özlük işleri
hakkında karar vermek yetkisini Yüksek Hâkimler Kuruluna bırakmış olduğu halde
Cumhuriyet Savcılarını bu statü dışında tutmuştur. Öte yandan, kanunun
Cumhuriyet Savcılarının özlük işlerinde ve görevlerini yapmalarında teminat
sağlayıcı hükümler koyacağını 137 nci maddesinde belirtmiştir. Bu maddede
Cumhuriyet Savcılarının özlük işlerinin Adalet Bakanlığına bağlı olmayan bir
kurul tarafından yürütüleceği hakkında bir direktif verilmemiş ve teminatın
neler olduğu da gösterilmemiştir.
Anayasa'nın
bu hükümlerinden hâkimler gibi bağımsız olmadıkları anlaşılan Cumhuriyet
savcılarının teminatı sorunu incelenirken ilgisi bakımından görevlerinin
niteliği üzerinde kısaca durmak yerinde olur :
Cumhuriyet
Savcılarının asıl görevleri adlî faaliyetleri kapsamına alır. Bunlarda Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununda gösterilmiştir, tarafsızlık ve kanunilik ilkesine
uygun olarak yerine getirecektir. Bu kanunun 148 inci maddesinde yer alan ve
kamu dâvasının açılması için emir verilebileceğine dair olan hükümlerden başka
Adalet Bakanının bu konuda müdahalesinden söz edilemez. Bu halde dahi dâva
açtıktan sonra görüş ve kanaatlerini bildirmekte ve kanun yoluna başvurur"
vurmamakta Cumhuriyet Savcısı tamamen serbesttir. Adalet Bakanının etkisi
altında değildir.
Cumhuriyet
savcılarına adlî görevleri yanında kanunlarla, bir takım yönetim görevi de
verilmiştir. Bunların neler olduğu kararda açıklanmaktadır, îcra, nüfus
memurlarını ve noterlerin işlemlerini belli süreler içinde denetlemek ve
raporlarını Adalet Bakanlığına göndermek gibi görevlerini de bu arada belirtmek
yerinde olur.
Bu
açıklamalara göre, Cumhuriyet Savcılarının görevlerinin çeşitleri ve
nitelikleri bakımından yürütme organıyle ilişkisi olduğunu kabul etmek gerekir.
Bu nedenle de atanmaları ve görev yerlerinin değiştirilmesi gibi işlemlerin,
yürütme organının temsilcisi olarak adalet cihazının işlemesinin siyasî
sorumluluğunu Anayasa'nın 105 inci maddesi hükmünce taşıyan Adalet Bakanının
yetkisi içinde kalmasının, kamu hizmetinin yürütülmesi için gerekli olduğundan
tereddüt edilmemelidir.
2-
Anayasa'nın, Cumhuriyet savcılarını özlük işlerinde ve görevle-lerini
yapmalarında teminat sağlayıcı hükümler konmasını öngörmesi, şüphesiz adlî
görevlerinin önemini gözönünde tutmuş olmasındandır.
Teminatın
amacı, görevin herhangi bir etki ve kaygı dışında gereği gibi yapılmasını
sağlamak olduğuna göre bunun yalnız adlî görevler yönünden değil, salt olarak
sağlanması, başka bir deyimle yönetim görevleri yüzünden teminatsız bir duruma
düşürülmemden gerçeğini böylece belirttikten sonra teminat yönünden bugünkü
hukukî durumlarının incelenmesine geçilebilir.
Yukarıda
da işaret edildiği gibi Anayasa'nın 137 nci maddesinde, teminatın neler olduğu
açıklanmamış ve bu ereğin yerine getirilmesi kanun koyucuya bırakılmıştır.
Kanun koyucu da, Anayasa'nın 133 üncü maddesindeki hâkimlik teminatı olarak
kabul edilmiş olan hükümleri, Anayasa'nın yürürlüğe girmesinden sonra çıkardığı
45 sayılı Yüksek Hâkimler Kurulu Kanununun 80 inci maddesiyle Cumhuriyet
Savcıları için de kabul etmiştir.
Bu
madde de savcılık mesleğinin her sınıf ve derecesinde bulunanlar bu kanundaki
hükümler dışında :
1.
Kadronun daraltılması veya kaldırılması sebeplerine müstenit olsa bile maaş ve
ödeneklerinden yoksun kalınamaz;
2.
Bakanlık emrine alınamaz;
3.
Yaş haddi veya maluliyet hali dışında kendileri istemedikçe emekliye sevk
olunamaz.
Hükümleri
yer almaktadır. Aradaki fark, hâkimlerin emeklilik yaşlarının Anayasa'ca belli
edilmesi ve 133 üncü maddede ki (Azil) deyimi yerine (Bakanlık emrine alınamaz)
hükmünden ibarettir. Bakanlık emrine alınamamanın azli önlediğinde şüphe
yoktur.
Ayrıca
Anayasa Buyruğu olmamakla beraber 45 sayılı Kanunla bir Yüksek Savcılar Kurulu
teşkil edilmiş ve Cumhuriyet savcılarının atanma ve görev yerlerinin
değiştirilmesi işlemleri dışında kalan bütün özlük işlerinin bu kurul
tarafından yürütülmesi öngörülmüştür. Kurulun başkam yüksek mahkemeler
hâkimleri gibi teminatlı bulunan Cumhuriyet B as s avcı sidir. Bu kurulda
çoğunluk, Adalet Bakanlığıyla doğrudan doğruya bir ilgisi bulunmayan ve yine
teminatlı durumda olan Yargıtay 2 nci Başsavcı ve Yargıtay savcılarındadır.
Kurula katılan Bakanlık Teftiş Kurulu Başkanı ve Genel Müdürlerde 45 sayılı
Kanunun geçici 6 ncı maddesi hükmünce Adalet Bakanlığı Merkez Teşkilâtı Kanunu
yürürlüğe girinceye kadar bu kanunun 80 inci maddesindeki teminat hükümlerinden
faydalanan kişilerdir.
O
halde böyle bir kurulun bulunmasının, Cumhuriyet savcılarınla özlük işlerinde
ve görevlerini yapmalarında güvence sağlayıcı rolü inkâr edilemez.
3-
Cumhuriyet savcılarının görev yerlerinin değiştirilmesinin objektif kurallara
bağlanmamış olması yüzünden Adalet Bakanına tanınan yetkinin sınırsız olduğu ve
bununda güvenceyi zedelediği gibi kanunla sağlanmış olan öteki teminat
hükümlerini de etkisiz bir duruma düşürdüğü Anayasa'ya aykırılığın bir
gerekçesi olarak kararda açıklanmaktadır.
Önce
şurasını hatırlatmak yerinde olur. Anayasa, hâkimlerin görev yerinin
değiştirilmesi konusunu teminat kapsamına almamış, ancak bunun bağımsızlık
esasına göre kanunla düzenleneceğini belirtmekle yetinmiştir. Cumhuriyet
savcıları hakkında ise Anayasa'da bir hüküm bulunmadığına ve bağımsız da
olmadıklarına göre kanun koyucunun bu konudaki takdirinin daha geniş
olabileceğini kabul etmek gerekir.
Gerçi
görev yerinin değiştirilmesi bazı objektif kurallara bağlanabilir. Ancak yer
değiştirme zorunluğu önceden tesbiti mümkün olamayacak çeşitli olaylarla
meydana gelebileceğinden kanunda gösterilen koşullara uymayan ve gerçekte yer
değiştirmeyi zorunlu kılacak durumlarla karşılaşılması İhtimal dışı değildir.
Bu gibi hallerde takdiri kanunla sınırlanmış olan Bakan yer değiştirme
tasarrufunda bulunamayacaktır. Böyle bir sonucun ise kamu hizmetinin
yürütülmesi yönünden sakıncalı olduğunu izaha lüzum yoktur.
İtiraz
konusu Hâkimler Kanununun değişik 63 üncü maddesinde (Gerekli hallerde
denmiştir. Bu deyimden Bakana geniş ve sınırsız bir yetki tanımış olduğu
anlamım çıkarmak doğru olmaz. Kanunda (Gerekli hallerde) dendiğine göre görev
yerinin değiştirilmesi haklı bir sebebe dayanmalıdır. Haklı sebeplerde kamu
hizmetinin gerekleridir. Bakanın takdiri bununla sınırlıdır, haklı sebebe dayanmayan
işlemleri Anayasa'nın 114 üncü maddesi yoluyla başvurmalarda idarî yargı
merciince önlenir. Kaldı ki :
Görev
yerlerinin değiştirilmesinde Hâkimler Kanununun değişik 63 üncü maddesi tek
başına uygulanmamakta ve 45 sayılı Kanunun 77 nci maddesinde gösterilen kurulun
mütalâası alındıktan sonra yerine getirilmektedir. Bu kurula katılan Bakanlık
Müsteşarı, Teftiş Kurulu Başkanı ve Genel Müdürler 45 sayılı Kanunun 80 inci
maddesindeki teminattan bugünkü durumda faydalanmaktadırlar. Bu itibarla
bunların Bakana karşı doğrudan doğruya idarî müratebe zinciri içinde
bulunmalarının, düşüncelerini serbestçe bildirmelerini engelleyici olduğu
görüşü yerinde bulunmamıştır.
Kurulun
düşüncesinin Bakan için bağlayıcı olmaması da, güvence bakımından bir değer
taşımadığı anlamına gelmez. Aksine Bakanın takdirini kullanması yönünden etkili
olabilir, olumlu sonuçlar verebilir. Hatta kurulun düşüncesi alınmadan
yapılacak bir yer değiştirme işlemi, başvurulması halinde yalnız bu sebepten
yargı merciince hükümsüz bırakılır.
Bu
bakımlardan itiraz konusu hükümlerin güvenceyi zedelediği ve öteki teminat
hükümlerini de etkisiz bıraktığı görüşüne katılmak mümkün olmamıştır.
Özetlenecek
olursa, Anayasa'nın 137 nci maddesinin öngördüğü teminat sağlayıcı hükümler,
yukarıda açıklandığı üzere 45 sayılı Kanunla konmuştur. Bu görüş, Adalet
Bakanının kamu dâvası açmak için Cumhuriyet savcılarına emir verebileceğine
dair olan Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 148 inci maddesinin Anayasa'ya
aykırı olmadığına dair olan Mahkememizin 22/9/1964 günlü ve 1963/140 Esas ve
1964/62 sayılı kararına da uygundur. Nitekim bu karar gerekçesinde: Cumhuriyet
savcılarına 45 sayılı Kanunun 80-89 uncu maddelerinde teminat sağlayıcı
hükümlere yer verilmiş olduğu gösterilmiştir. Dâva konusu ayrı olmakla beraber orada
da Cumhuriyet savcılarının teminatı Anayasa'nın 137 nci maddesi açısından
incelenerek bu sonuca varılmış olmasına göre konunun ayrı olmasının bu esası
etkilemiyeceği ve yukarıda gösterilen nedenlerle itiraz konusu hükümlerin,
Anayasa'ya aykırı bir yönü bulunmadığından, itirazın reddine karar verilmesi
gerektiği görüşündeyiz.
|
|
|
|
Üye
İhsan
Keçecioğlu
|
Üye
Celâlettin
Kuralmen
|
Üye
Şeref
Hocaoğlu
|
Üye
Halit
Zarbun
|
KARŞI
DÜŞÜNCE AÇIKLAMASI
İtirazda
bulunan Danıştay Beşinci Dairesince itiraz henüz Anayasa Mahkemesine
gönderilmeden, dâvâlı Adalet Bakanlığı, davacı C. Savcısının sağlık sebebi
ileri sürülmek suretiyle kendisi tarafından gösterilen yerlerden Çerkezköy
ilçesi C. Savcılığına kararname ile atanmış, bu suretle davacının isteği yerine
getirilmiş olduğundan artık dâva konusu ortadan kalkmış bulunması sebebiyle
Beşinci Daireden bu yolda bir karar verilmesini istemiştir.
Danıştay
Beşinci Dairesince bu yolda bir karar verilmeyerek bu dilekçenin dosyası ile
birleştirilmek üzere Anayasa Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Halbuki,
bu durum karşısında Danıştay Beşinci Dairesinin açılmış olan dâvanın devam edip
etmediği hususunda bir karar vermesi gerekir. Çünkü, Anayasa'nın 151. maddesi
ile 44 sayılı Kanunun 27. maddesinde koşulları tesbit edilmiş olan itiraz,
Anayasa'nın 149. maddesinde düzenlenen iptal dâvasından farklıdır. Anayasa'nın
151. ve 44 sayılı Kanunun 27. maddelerine göre itirazda bulunan mahkemede
"Bakılmakta olan bir dâvanın bulunması" bir koşuldur. Olayda,
Danıştay Beşinci Dairesi davacı hakkındaki işlemde değişiklik ve başka bir
deyimle sonradan isteğin yerine getirilmiş olması sebebiyle ortada dâva konusu
kalmadığına karar verirse artık, itirazın da konusu kendiliğinden kalmaz.
Bu
sebeple bu yönün Danıştay Beşinci Dairesinden sorulması ve testbiti gerekir.
Sonra,
öte yandan, Anayasa'nın 152. maddesinin son fıkrası hükmünce Anayasa Mahkemesi
kararları (Devletin yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını,
gerçek ve tüzel kişileri bağlar) ancak bu maddenin 4 üncü fıkrası gereğince
(Olayla sınırlı veya yalnız tarafları bağlayıcı olacağına da karar verebilir).
Davacının
isteğinin yerine getirilmesi sebebiyle Danıştay Beşinci Dairesince yeni bir
karar verilmesi Anayasa'nın bu 152/4. maddesi hükmü bakımından da lâzımdır.
Davacının
isteğinin yerine getirilmesi sebebiyle Danıştay Beşinci Dairesince yeni bir
karar verilmesi Anayasa'nın bu 152/4. maddesi hükmü bakımından da lâzımdır.
Danıştay
Beşinci Dairesince dâva konusu kalmamış olduğuna karar verilmesi halinde artık
Anayasa Mahkemesince "Olayla sınırlı ve yalnız tarafları başlayıcı
olacağına" yollu bir karar vermenin sebebi ve manası kalmamak icap eder.
Bu
nedenlerle kararın bu yöne ilişkin kısmına karşıyım.
1967/45
SAYILI KARARIN KARŞI OYU
Mahkememiz
kararına esas olan dâvanın konusu :
Hâkimler
Kanununun yürürlükteki 63 üncü ve 45 sayılı Kanunun 77 maddeleriyle Adalet
Bakanlığına verilmiş olan, savcıların yerlerinin değiştirilmesi yetkisinin
Anayasa'nın 137 maddesiyle savcılara tanınan teminat hükümlerine aykırı
bulunduğu iddiasıdır.
Mahkememizce,
teminatın, savcıların siyasî güç karşısında zarar veya fayda düşüncesine
kapılmadan yürütmenin etkisinden masun bulunduğuna inanarak vazife görmesini
sağlamak için konduğu, doğrudan bakanın takdirine kalmış bulunan bir yer
değiştirme yetkisinin, Adaletin gerçekleştirilmesinde kendisine büyük bir ödev
verilmiş olan savcıları etkileyeceği için Anayasa'nın 118. maddesiyle memurlara
tanınan teminattan ayrı olarak 137. madde ile özel teminat hükmünün konduğu ve
her ne kadar savcılar içinde hâkimler gibi yer teminatı kabul edilmemiş ise de
savcının rıza ve isteği olmadan Bakanlıkça yerinin değiştirilmesinde
uygulanmakta olan kuralların, 137. madde ile sağlanan teminatı zedeleyeceği,
savcılar teminatının Anayasa'nın yürütmeğe ayrılan 3. kısmı 2. bölümünde
değilde yargıya ayrılan 3. bölümünde yerini almış bulunmasının savcıların
yargıyla ilgili temel görevinin esas alındığım açıkladığı ve hukuk düzeninde
yeterince korunmayan bir görevlinin kaderi üzerinde söz sahibi olan kişinin
dileklerine aykırı davranmamak eyiliminin, savcılık hizmetini aksatacağı, kamu
düzeni gerektirirse savcıların yerlerinin, yetkili kurullarca
değiştirilmelerinin ve yine gerektiğinde disiplin kovuşturma ve cezalarına
çarptırılmalarının kaabil ve böylece bakana tanınan yetkinin sınırlanmasiyle
kamu zararının doğmuyacağı, teminatsız savcılara karşı halk güveninin de
sarsılacağı, herne kadar 45 sayı Kanunun 77. maddesiyle yer değiştirme yetkisi
Bakanlık Komisyonunun mütalaasına bağlanmışsa da bu Kurulun üyelerinin bakanınn
murakabesi altında bulunmaları nedeniyle teminatın doğrudan olması koşulu ile
uzlaşmadığı, yer değiştirme sebeplerinin kanunda gösterilmemiş ve objektif
esaslara bağlanmamış olması yüzünden görevlilere güvenlik sayılayamayacağı ve
bu sebeplerle her iki maddenin 137. maddenin teminat hükümlerine aykırı
bulunduğu kanısına varılarak 63 ve 77. maddelerin iptaline karar verilmiştir.
Aşağıda
gösterilecek nedenlerle bu karara katılmadım.
Her
şeyden önce savcılık görevinin yargılamadaki yeri ve görevin niteliği üzerinde
durmak ve Mahkememiz kararının gerekçesindeki isabet derecesini belirtmek
gerekli bulunmaktadır.
Savcının
baş vazifesi, kamu yararına açılması kanunla zorunlu kılınmış bulunan ceza
dâvasını açmak ve kovuşturmaktır. Ceza dâvası ile bir ceza uyuşmazlığını,
yargılama makamı önüne getirmektir. Ereği ise giderilmiş kamu yararını bozulmuş
hak düzenini, cezalı kanunların uygulanması yolu ile sağlanmasına çalışmaktır.
Yargılama makamını harekete getirdikten sonra dâvasını amacına ulaştırmak için
çalışacak, sanıkta veya kanunların madde veya hükümlerinde yanıldığım anladığı
takdirde kamu hizmeti görmesi ve kanunları doğru uygulamakla görevli olunması
dolayısiyle açtığı dâvayı hak ve gerçeğe bağlayacak şekilde düzeltmek gerekirse
sanığın beraatini veya daha lehte bir kanun hükmünün uygulanmasını istemek de
görevidir.
Bu
görevleriyle savcıların yargılamadaki yeri neresidir.
İstisnalar
dışında yargılama, iddia, savunma ve hüküm mevkilerinin bulunmasını gerektirir.
Ceza dâvası dolayısiyle, bir kanun ve kamu düzeninin belirli kişi veya kişiler
tarafından ihlâl edildiğini iddia eden savcının karşısında elbetteki ittiham
edilen kişi veya kişilerin savunması ve onların vekillerinin müdafaası yer
alacaktır. Bunların karşılıklı isnat ve def'ileri, hâkim önünde yapılacak ve
hükmün hazırlanmasına, iddia kadar müdafaa da yardımcı olacaktır. Bunların
eksiklerini ve soruşturmalarının gereklerini, ceza usulü hukuku çerçevesi
içerisinde tamamlayıcı araştırmaları ve soruşturmalariyle yerine getirilecek
olan hâkim, iddia ve savunmadan hangisinin kanuna uygun olduğunu, yoksa
gerçeğin bunların kısmen veya tamamen dışında mı bulunduğunu, karariyle ortaya
koyacaktır. Bu yönleriyle savcılık karar makamı değil iddia makamıdır. Resmi
görevi de taraflardan biri olarak, kamu düzenini bozduğunu iddia ettiği olayı,
dâva konusu yapmak ve dâvayı açtıktan sonra iş bu olayı aydınlatacak
çalışmaları yerine getirmektir.
Kanunun
suç saydığı bir fiilin işlenip işlenmediğini ve suçlusunun kim olduğunu ortaya
çıkarmakla ve böylece kamu düzenini sağlamakla görevli bulunan savcının,
kanunları doğru uygulama ve gerçeği bulma yolunda sanık lehine de çalışmaya
mecbur olması, taraf sayılmasını önlemez.
Bu
açıklamalarla savcıların ceza yargılamasındaki görevleri, mahkememiz kararında
da belirtildiği gibi önemlidir. Bununla beraber savcılığın yeri, yargı ve hüküm
yeri değil iddia yeridir. Yani savcılık görevi ne kadar önemli olursa olsun
hâkimlik de£il dâvacılıktır. Ceza Usulünün 37. maddesinde (duruşma esnasındaki
kararlar iki taraf dinlendikten ve duruşma dışındaki karar Cumhuriyet
savcısının mütalâası alındıktan sonra verilir.) ve 312 nci maddesinde ise
(Hüküm, temviz edilen tarafa... tebliğ edilir.) denmekte ve bu hükümlerle ceza
dâvalarında savcıların taraflardan biri olduğu gösterilmektedir.
İddia
ve savunma ile bağlı olmaksızın yargılama ve soruşturmadan edineceği kanıya
dayanarak karar verecek olan hâkim ile dâva açma ve dâvasını kanunlara uygun
bir şekilde kovuşturma ile görevli bulunan savcı, birbirlerinden daima ayrı
olan ve fakat bir arada çalışan iki meslek sahibidirler.
Savunma
da yargılamanın bir unsuru bulunmasına rağmen yargıdan ayrıdır. Yargılamada,
bilirkişilerin ve zabıt kâtiplerinin de önemli yerleri vardır. Hâkime yardımcı
oldukları halde yargı makamına dahil değildirler. Çünkü bunlar da savcılar gibi
yalnız hâkimlere mahsus bulunan (bir durumun veya bir olayın varlığını kanunî
bir gerçek olarak beyan etmeye) yani karar vermeğe memur bir yetkili
değildirler. Savcı, çelişmeyi halleden değil sadece mahkeme önüne getiren bir
yükümlüdür.
Savcılık,
ceza yargılaması için şart olan bir görevli olmasına rağmen yargı erkinin
dışında kaldığına göre bu müessese, devlet erklerinden hangisinin içinde yerini
alacaktır.
Savcıların
kanunların uygulayıcısı olmaları dolaylarıyle yasama erkinin dışında kaldıkları
da şüphesizdir. Devletin yasama ve yargı erkleri dışında kaldığı böylece
anlaşılınca savcılığın yürütme erki için de düşünülmesi zorunludur. Suçtan
zarar gördüğünü sanan Devleti temsil eden savcının, kamu yararı ve kamu düzeni
adına açtığı dâvanın gayesi, toplum içinde doğmuş olan düzen bozucu olayları,
hüküm alma yoluyla ortadan kaldırmak ve böylece bozulan toplum birliğini yerine
getirmektedir. Kanunları uygulamak, yurt içinde güvenliği sağlamak görevi aynı
zamanda idarenindir de. Nitekim Tekel ve Gümrük Kanunlarına aykırı işlerle suç
işlemiş bulunan kişiler aleyhine dâva açan Gümrük ve Tekel Bakanlığı
temsilcilerinin, dâvacılık sıfatları da savcıların genel olarak kamu dâvacılığı
sıfatları yanında özel dâvacılıklardır. Bu özel davacılar, dâva açma ve
kovuşturma işini yapmaları sebebiyle idarecilik sıfatlarını kaybetmezler.
Yaren
erki dışında tanınması ve idare erki içinde görünmesi sebebiyle savcıların
idare ve yürütme ile ilgi ve münasebeti nasıl olmalıdır.
İdarede
hiyerarşik bir düzen hâkimdir. Memur kademelerinde âmirlere kanun dairesinde
tabiiyet esastır. Kamusal menfaatler ise özel menfaatlerden üstün tutulur. Bu
düzen ortasında savcılar kamusal faydayı ve kamu düzenini korudukları için
yargılamanın hâkimlerden gayri diğer unsurlarından farklı tutulmuştur. Bu
üstünlüğüne rağmen, savcılık iptal edilen hükümler ve diğer Ceza Usulü
kanunları ile adalet müesseselerinden bir çoğunun yürütülmesinden sorumlu
bulunan Adalet Bakanına bağlı olarak bırakılmıştır.
Bu
bağlılık ne ölçüde olacaktır ve çoğunlukça verilen mahkeme kararında
belirtildiği gibi özlük işlerinde Adalet Bakanı, hiç bir tasarrufta
bulunamıyacak mıdır'
Peşinen
söylemek gerekir ki; Adalet Bakanlığının savcılar üzerindeki yetkisi, kural
olarak savcılık işlerinin yürütülmesine değil denetimine ilişkindir. Adalet
Bakanının bu yetkisi ise, önce hukuk devleti ilkesiyle sınırlıdır. Kanunlarla
savcılara verilmiş olan görevlerin icrasına, Bakanlık karışamıyacaktır. Dâvayı
açma, şu istikamette yürüt veya şu kişiler hakkında dâvayı aç, şunlar hakkında
açma diyemiyecektir. Anayasamızın başlangıç kısmında yer alan (...Demokratik
Hukuk Devleti...) ilkesi ile ikinci maddesindeki (Türkiye Cumhuriyeti... Sosyal
bir Hukuk Devletidir.) kuralı, yürütmenin savcılar üzerindeki yetki sınırını
çizmektedir. Ceza usulümüz ise savcının teknik görevinin ne olduğunu, yürütme
ile görev bağlarının nelerden ibaret bulunduğunu göstermiştir.
Adalet
Bakanına, savcılara emir verme yetkisi tanıyan Usulün 148 ve 343. maddeleri
Mahkememizce karara bağlanmış ve bu kararlarla savcıların görev yönünden
hiyerarşik bir bağlantıya sahip bulundukları belirtilmiştir.
Bakanın
görevini sınırlayan Anayasa'nın 118. maddesinin her memura sağladığı teminat ve
yine görevinin önemi dolayısiyle Anayasa'mızın 137. maddesiyle yalnız savcılara
tanınan teminat hükümleri de Adalet Bakanlığı yetkililerinin başlıca sınır
çizgileridir.
137.maddenin
savcılara ayrıca teminat sağlaması, görevlerini daha iyi yapmalarını sağlamak
içindir. Sayın çoğunlukla bu noktada beraberini. Ayrıldığım nokta; Mahkememiz
kararında bu teminatın sınırsız olduğu ve yürütmenin savcılık kaderi üzerinde
herhangi bir tasarrufa sahip bulunmadığı görüşüdür, Anayasa'nın bu husustaki
hükümlerinin yürütmenin, savcılar hakkında yer değiştirme kararı almaya yetkili
bulunduğu kanısındayım.
Gerçekte
bağımsız olmadıkları, mahkememizin diğer kararlarıyla de kabul edilmiş bulunan
savcıların teminat sınırı hakkında değişik görüşler, öne sürülmüştür. Bunun
için sorunun çözümlenmesini, teorilerde, ilim adamlarının öne sürdükleri
görüşlerde değil, Anayasa'mızda aramak gerekmektedir. Çünkü, teminatın ereği,
savcıları yürütmenin etkisinden tamamen kurtarmaktır, teminat bütündür ve
derecelen dinlemez diyen ilim adamları yanında aksini, memur olduklarını bildiren
ilim adamları ve savcılık teminatına hiç yer vermeyen Fransız ve Alman
Anayasaları bulunmaktadır. İtalyan Anayasasında ise savcılık teminatının
düzenlenmesi işi, kanuna bırakılmıştır. Uygarlıkta ileri dereceleri bulunan
yukarıda gösterilen üç devletin Anayasalarına göre, bizim Anayasa'mız daha
ileridir. Nevi istediği ve neyi istemediği, hükümlerinin karşılaştırılma siyle
anlaşılmaktadır. Bunun için Anayasa'mızın sistematiği bir tarafa bırakılarak
savcılara tanınan teminatın ereğine göre kapsamının da tayini yoluna gidilmesi
ve böyle bir yorumun benimsenmesi,
Anayasa
koyucunun kastı dışında ve kamu düzenini aksatabilecek bir sonuca götürebilir.
Savcıların
hâkimler gibi bağımsız ve hâkimler gibi teminatlı olmaları görüşünü Anayasa'mız
benimsememiştir. Savcıların hâkimler gibi bağımsız olmaları, ceza adaletinin de
aleyhinde olur. Bu takdirde savcıyla hâkim arasında fark kalmayacak, dâva ile
yargı bir tutulmuş olacaktır. Hâkimler Anayasa'nın 132. maddesiyle bağımsız
tanındıkları için hiç bir kimseden emir almadan vicdanlarına göre kararlarını
vereceklerdir. Savcılara ise yalnız teminat tanınmamıştır. Teminatla
bağımsızlık ayrı olduklarından savcıların bağlı bulundukları bakanlıktan emir
almalarına Anayasa hükümleri engel değildir. Adaletin gerçekleştirilmesine hâkimler
yetkili ve görevli kılındıkları için onlara bağımsızlık tanınmıştır, îddia ve
savunma ise her zaman adaletin kendisi değildirler. Savcının iddiasının ve
iddianamesinin adil olduğuna dair bir öngörüş, hâkimin takdirine müessir olur
ve iddia ile hükmün birleşmesi gibi bir sonuç doğurur. Bunun için çoğunluğun
kabul ettiği gibi, savcıların açtıkları dâvalarda ve yaptıkları iddialarda
yanasızlık değil bir yanalık vardır ve çünkü davacıdır. Yanasızlık, sadece
hâkimin hareket, takdir ve kararındadır. Hâkim ne zarar gördün diyen Devlet
adına dâva açmış olan savcılığın iddia ve talepleriyle, ne de masumum diye
haykıran sanık ve müdafiinin savunmalariyle kayıtlıdır. Adalet ölçülerini
yanasızca kullanacak ve serbestçe adalete ulaşacaktır. Çoğunlukça verilen Mahkememiz
kararının bir davana£ı olan (Yanasızlık), esasen savcılık görevi ile bağdaşmaz.
O halde Anayasamız savcılık için teminat hükmü koymaya ve buna yargı bölümünde
yer vermeye neden lüzum görmüştür.
Yukarıda
da belirtildiği gibi savcılık, ceza dâvası tekeline bırakılmış, kamu düzeninin
koruyucusu, cezalı kanunların uygulayıcısı olan bir müessesedir. (Cumhuriyet
savcılığı) adının verilmesi de Devlet düzeninde kendisine verilen mevkii
belirtir. Görevinin bu önemi karşısında teminata sahip olması da gerekir. İşte
Anayasa'mızın 137. maddesi bu görevin iyi yapılması için konmuştur. Bu teminat,
kabul edildiği gibi sadece siyasî güce karşı değildir. Savcıların, kişilerin
saldırısına ve ittihamlarına karşı da korunması lâzımdır. Hiç bir kimseden
çekinmemesi, hakaret ve müessir fiillere uğramaması, açtığı dâvalardaki
isnatlarından dolayı cezalandırılma endişesi taşımaması da gerektir.
Ceza
Kanunumuzun 266/3 ve 271/1. maddeleriyle savcılara hakarette bulunan veya
müessir fiil icra edenlere, diğer kişi ve memurlara yapılanlardan daha fazla
ceza tayin edilmiş ve böylece savcılar korunmuştur. Ayrıca savcıların
sorumsuzlukları da vardır. Dâva gereğinden olarak kişileri suçlamasından ve
hakaret sayılabilecek sözleri kullanmasından dolayı sorumlu olmamaları da
gereklidir. Ceza Kanunumuzun 486. maddesiyle bu yolda da teminat sağlanmıştır.
Bunlar da savcıların görevlerini iyi yapabilmeleri için sağlanmış teminat
hükümler indendir.
Ayrıca
özlük işlerinde yani meslekte gelişme ve ilerlemelerinde ve disiplin
kovuşturulmalarında da diğer Devlet memurlarından daha çok teminata sahip
olmaları gereklidir. Aylığından yoksun bırakılmamak, işteşti dışında emekliye
çıkarılamamak ve azledilememek gibi teminatlara da ihtiyacı vardır ki bu
sebeplerle Ceza Kanununun diğer memurlardan farklı olarak savcılara tanıdığı
özellik gibi Anayasa'mızda savcılara memurlardan daha ileri ve hâkimlerden daha
dar bir teminat tanımıştır.
Savcılık
teminatına, yargı bölümünde yer verilmesinin sebebine gelince, çoğunluk
kararında açıklandığı gibi bu sebep savcının ceza dâvasında ve ceza
yargılanmasındaki görevinin, teminat sebebini teşkil etmiş bulunmasıdır.
Bununla beraber savcılık teminatına, yargı bölümünde yer verilmesi, bu
teminatın yargı teminatı cinsinden bir teminat olduğunu düşünmeye hak
kazandırmaz.
Hâkim
ve savcı teminatının farkını belirtmek için Anayasa'mızın Cumhuriyetin temel
kuruluşuna ayrılan 3. kısmının 3. bölümünün sistematiğine göz atmak icap
etmektedir.
Bölümün
birinci maddesi olan 132. madde, hâkimlerin bağımsızlığını, hiç bir dış etkiye
uymaksızın Anayasa'ya kanuna, hukuka ve vicdani kanaatlerine göre hüküm
vereceklerini saptamaktadır.
133.
maddesi ise hâkim teminatını, azil olunamayış, kendisi istemedikçe Anayasa'da
gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamayış, aylığından yoksun kılınamayış gibi
üç esasa hasretmektedir. Bu iki madde genel hükümlerdir.
134.
madde de, hâkimliğin nitelikleri, atanmaları, hakları ve ödevleri ile aylık ve
ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, görev yerlerinin sürekli veya geçici olarak
değiştirilmesi, haklarında disiplin kovuşturması yapılması görev suçlarından
dolayı soruşturma yapılmasına ve yargılanmasına karar verilmesi, meslekten
çıkarılmayı gerektiren suç ve yetersizlikleri ve diğer özlük işleri
(Bağımsızlık) esasına göre kanunla düzenlenir prensibini koymaktadır. Bu hüküm
umumî mahkeme hâkimlerine ait ve bu yönü ile özel bir hükümdür.
Bu
maddenin konumuza ışık tutacak prensibi, hâkimlerin yer değiştirmelerinin dahi
teminat esasına göre değil bağımsızlık esasına göre düzenleneceği prensibidir.
Anayasa'nın
144. maddesinde diğer bir hâkim teminatından bahsedilmekte ve o da umumî
mahkeme hâkimlerinin bütün özlük işleri hakkında karar verme yetkisinin Yüksek
Hâkimler Kuruluna verilmesinden ibaret bulunmaktadır. Bu hüküm de bütün yargı
ölçüsünde değil dir. Anayasa'nın bu bölümü yukardaki kuralları koyduktan sonra
askerî yargı için 138. maddeyi getirmiş ve bunda (... askerî yargı organlarının
kuruluşu, günlük işleyişi, askeri hâkimlerin özlük işleri, mahkemelerin
bağımsızlığı, hâkimlik teminatı ve askerî hizmet gereklerine göre özel kanunla
düzenlenir.) ibaresini kullanmıştır. İdarî ilk ve yüksek mahkeme niteliğinde
olan Danıştay'a, yargı bölümünün genel hükümlerini toplayan (a) ayrımında
değil, yüksek mahkemeleri gösteren (b) ayrımında yer verilmiş ve 140. maddenin
son fıkrasında (... meslekte ilerlemeleri, haklarında disiplin kovuşturması
yapılması... mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatının esaslarına göre
kanunla düzenlenir) denmiştir.
Askerî
Yargıtay için hüküm koyan 141. maddenin son fıkrasında da aynı şekilde (...
üyeler hakkındaki disiplin işleri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik
teminatının esaslarına göre kanunla düzenlenir) kuralı bulunmaktadır.
Anayasa'nın
yargı bölümünü bu sistematiğine göre 132. madde ile hâkimlerin bağımsızlığı ve
133. madde ile de hâkimlik teminatı, genel olarak gösterilmiştir. Bundan sonra
umumî mahkeme hâkimlerine iliş kin olarak 134. madde ile, askerî yargı ve idarî
yargıya ilişkin olan 138. ve 140 maddelerle de bu mahkemeler hâkimlerinin
nitelik ve özlük işlerini düzenleyecek olan kanunların (Mahkemelerin
bağımsızlığı) veya (Mahkemelerin bağımsızlığı ile teminatı) esaslarına uygun
olacağı belirtilmekle ve 132. madde ile 133. maddelere gizli gönderme
yapılmakla yetinilmiştir.
132
madde gerekçesinde (Anayasa tasarısının kabul ettiği temel prensiplerden
birisi, yargı görevinin bağımsızlığıdır. Yargı organlarının kuruluşu,
yetkileri, hâkimlerin özlük işleri bu temel prensipten hareket ederek
düzenlenmiştir... Yargı "yetkisinin kullanılmasında" hâkimlere ve
mahkemelere müdahale edilmemesi esası da yargı görevinin bakımsızlığı
prensibinin neticelerindendir.) denmiş ve bağımsızlığın sadece yargı görevine
ve yargı yetkisini kullanan hâkimlere hasredildiği belirtilmiştir.
Bu
sistematiğe göre 132. ve 133. maddelerle öngörülen bağımsızlık ve teminat
hükümlerinden her çeşit mahkeme hâkimleri faydalanacaktır. Özlük işlerinin
yürütmeden tamamen alınarak Yüksek Hâkimler Kurulunun tedvirini, hâkimler
eliyle çevrilmesini öngören ve Anayasa'nın 143 - 144 maddesiyle sağlanan
teminat ise sadece umumî mahkemeler hâkimleri için tanınmıştır. Askerî ve idarî
mahkemeler hâkimlerinin özlük işlerine ait kanunlar bağımsızlık esasına göre
düzenleneceği için yürütmenin bu işlerdeki yetkileri, görev gereklerine göre
düzenlenmesi zorunludur. Bununla beraber askerî ve idarî mahkemeler
hâkimlerinin özlük işleri için Yüksek Hâkimler Kurulu gibi bir kurul tesis
edilmemiş ve müessese teminatı, diğer hâkimlere dahi sağlanmamıştır. Bu sistem
göstermektedir ki bağımsızlık yönünden bütün mahkemeler hâkimleri bir durumdadır.
Buna karşılık teminat yönünden farklıdırlar ve umumî mahkeme hâkimlerinin
teminatı daha üstündür. Bu gerçek göstermiştir ki Anayasa'mızda hâkim teminatı
dahi derecelidir ve aynı değildir.
Anayasa'nın
144. maddesinin gerekçesinde "... Yüksek Hakimler Kurulu, hâkimlik
teminatının özlük işlerinde karar verme yetkisi, yalnız bu kurula
tanınmıştır... Bu madde ile hâkimlerin denetimi hakkında da yeni bir esas
konmaktadır. Üst derecedeki hâkimler marifetiyle yapılacaktır." denmek
suretiyle, hâkimlerin bütün özlük işlerini yürütecek ve hasren bakacak olan bu
kurulun hâkim teminatı gayesiyle kurulduğunu açıklamıştır.
Bunu
tamamlayan bir gerekçe de Anayasa'nın 133. maddesinin gerekçesidir. Bunda
"... tasanda kabul edilmiş teminat sistemi ana hatları ile şudur : 134.
madde de işaret edilen ve hâkimlik mesleğinin ve hâkimlerin özlük işlerini
düzenleyecek olan kanundaki bütün konularda karar vermek yetkisi yalnız ve
yalnız Yüksek Hâkimler Kuruluna verilmiştir... Bu suretle yürütme organının
hâkimlerin atanması, meslekte yükseltilmeleri, görev yerlerinin
değiştirilmesi... konularında herhangi bir tasarrufta bulunabilme yolu
kapatılmıştır.
Hâkimler
kendileri istemedikçe emekliye ayrılamıyacaklardır... Maaşlarından yoksun
kılınamıyacakları hakkındaki hükümleri ile emeklilik yaşı hakkındaki hüküm ve
Anayasa'ca konmuş teminat sisteminin tamamlayıcı hükümleridir" esasları
açıklanmakta ve Yüksek Hâkimler Kurulunun, Anayasa'nın 134. maddesinde
bahsedilen umumî mahkemeler kanununu bütünü ile uygulayacakları ve bu müessesenin
hâkim teminatının başında geldiği belirtilmektedir.
Anayasa'nın
137. maddesiyle savcılara sağlanacak teminat ise umumî mahkeme hâkimlerinden
iki, idarî ve askerî mahkemeler hâkimlerinden ise bir yönden farklıdır ve daha
dardır.
137.
madde "Kanun Cumhuriyet Savcılarının ve kanun sözcülerinin özlük işlerinde
ve görevlerini yapmalarında teminat sağlayıcı hükümler koyar" esaslarını
taşımaktadır.
Bu
madde de sadece teminattan bahsediliyor. Bu teminat, hangi teminattır. Bunu,
133. maddede bahsedilen, istek ve kanunî yaş dışı emekliye sevk edilememek,
azlolunmamak ve maaşından yoksun kılınmamak teminatı olarak anlamak gerekir.
Anayasa'nın üçüncü kısmını, üçüncü bölümünün yukarıda açıklanan sistematiğine
göre genel hüküm olarak konmuş bulunan 132 ve 133. maddeler de bağımsızlık ve
teminattan ne anlaşılması gerektiği, prensip olarak açıklanmış ve diğer
mahkemelere ilişkin maddelerde (Anayasa 138 ve 140) sadece
"bağımsızlık" ve "teminat" şeklinde bahsedilmiş,
bağımsızlık ve teminattan ne kasdedildiği, hudut ve sınırının ne olduğunu
ayrıca o maddelerde tasrih edilmemiş bulunduğundan 137. madde de savcılar için
bahsedilen teminat ile de 133. maddedeki teminatın kasdedildiği ortaya
çakmaktadır. Bu teminat arasında ise yer teminatı yoktur. 132. maddedeki
bağımsızlıkta savcılara tanınmamıştır ki 134. madde de tasrih edildiği gibi,
özlük işlerini ve yer değiştirmeyi düzenleyen kanunların bağımsızlık prensibine
uygunluğu koşulunu, Anayasa koyucusunun benimsememiş olduğu iddia edilebilsin.
Çünkü bu husustaki kanunların bağımsızlık esasına göre düzenlenmesi zorunluğu,
Anayasa'nın 134, 138 ve 140. maddelerinde açıkça gösterilmiştir.
Bu
nedenlerle 137. maddedeki teminat hükmünü, Anayasa'nın 133. maddesindeki 3
esastan daha geniş uygulamak mümkün değildir. Aksi takdirde savcılara, hâkimlerden
üstün bir teminat tanınmış olur ki bu da Anayasa'nın "yargı" bölümüne
hâkim olan ve yukarıda belirtilen ruhuna aykırı olur.
Hâkimler
için 134. maddenin gösterdiği hâkimlik sorunlarına ve bu arada ver değiştirme
işlemine ilişkin kanun hükümlerini uygulamakla görevlendirilmiş bulunan Yüksek
Hâkimler Kuruluna benzeyen bir teminat müessesesine ve onu düzenleyen 143 ve
144. maddeler gibi bir hükme de, savcılar için Anayasa'da yer verilmediğine
göre savcılara, teminatın bu çeşidi tanınmamıştır.
Eğer
Anayasa koyucu isteseydi umumî, askerî ve idari yargı için tedvin ettiği
134,138 ve 140. maddelerde olduğu gibi bağımsızlık esasına ilişkin bir
sarahati, savcılar için de hüküm haline getirirdi. 143-144. maddeler gibi
müessese teminatından da yoksun bulunan savcılar, adalet memuru olduklarına
göre her memur gibi hiyerarşi kademesinde bir bakana, özellikle Adalet Bakanına
bağlı olacaklardır. Aksine bir hüküm olmadıkça tayin ve yer değiştirme
tasarrufu da bu bakana ait kalacaktır. Anayasamız, 144. maddesiyle, hâkimlerin
Anayasa'nın 134. maddesindeki işlemlerini ve yer değiştirmeye ait
tasarruflarını, Adalet Bakanından almış ve yukarıda yazılı 133. maddesinin
gerekçesiyle de soruna açıklık kazandırılmıştır.
Savcıların
yürütme ile olan bağlılık ve hiyerarşik düzeni ise sadece Anayasa'nın 133.
maddesi ölçüsünde değişmiştir. Savcı da Bakanın tasarrufu ile azledilmiyecek,
emekliye ayrılamıyacak ve aylığından yoksun edilemiyecektir. Bunlar da bir nevi
özlük işlemleri ve görev teminatıdır. Görevdeki teminatlardan bazıları da
yukarıda belirtildiği gibi Ceza Usulü ve Ceza Kanunlarında yeralmıştır.
Savcılar teminatını, Anayasa'nın 133 üncü maddesinden daha geniş olarak yasa
koyucu düzenleyebilir. Nitekim 45 sayılı Kanunla bu yola gidilmiştir de fakat
133. madde teminattan daha fazla verilmemesi, karar da olduğu gibi Anayasa'ya
aykırılık teşkil etmez.
Özetlenecek
olursa:
a-
Savcılar da hâkimler gibi memurdurlar.
b-
Her memur hiyerarşi kademesinin en üstünde bulunan yürütmenin o idare bölümü
ile görevli bakanının denetimi altındadır.
c-
Yargı erki, özgür bir organ olan yargı organı tarafından kullanılmakta olduğu
için Anayasa'nın açık hükümleri ile yargı görevi yapan hâkimler üzerindeki
yürütmeye ait yetkiler kaldırılmış ve bu kaide dışına çıkarılmıştır.
ç-
Savcıların, yargılamada ve daha çok ceza dâvalarında temelli işleri olduğu için
Anayasa'ca diğer memurlardan farklı hale getirilmiş ve görevi ile maaşından
edilememek teminatı sağlanmıştır. Buna karşılık yürütmenin yer değiştirme
işlerine ait tasarruflarda bulunmak yetkileri kaldırılmamıştır ve eski düzende
olduğu gibi kalmıştır. Bu işlerin yürütmeden alınmadığı, Yüksek Hâkimler Kurulu
gibi bir kurulun kurulmamış olması ile de belirmektedir.
Anayasa
koyucu, savcılara ilişkin özlük işlerini, tamamen yürütmeden olmayı isteseydi
hâkimler için olduğu gibi Anayasa'ya, bu işleri yapmakla görevlendirilecek
kurula ait bir hüküm koyardı.
d-
Savcılar için bağımsızlık da bahse konu olmadığına göre savcıların görev ve
özlük işlerini düzenleyen hükümlerin, bağımsızlık sınır ve koşulları ile de
kayıtlı olacağını düşünmeye imkân yoktur.
e-
Bunlardan dolayı Anayasa'nın yargıya ilişkin olan ve bu bölümde savcılara ait
bulunan hükümleri, her yönü ile açık ve birbirileriyle karıştırılmayacak kadar
belirgindir.
f-
Herhangi bir konu Anayasa'da açıkça düzenlenmişse yoruma gitmek, Anayasa'nın
düzenlediği bir sahayı, Anayasa'ya rağmen bir düzenlemeye tabi tutmak olur.
Teminatın kapsamı, teminat hükmünü genel olarak düzenleyen 133. madde ile
açıklanmıştır. Bunun dışındaki teminat, yalnız umumî mahkemeler hâkimleri için
143 - 144. üncü maddelerde gösterilmiştir. Buna rağmen yoruma gitmek,
bölümündeki sistematiği ihmal etmek ve bu sistematik ile beliren Anayasa
ruhunun dışında çıkmak olur.
g-
Anayasa'nın 3. kısmının 3. bölümünde tam teminatın yalnız hâkimlere tanındığı,
savcılara ise yürütme ile bağlantısı, bazı kayıtlarla korunarak muayyen teminat
tanınmış olduğu bir gerçek iken savcıların gördüğü işler mühimdir, onlara
sağlanan teminat, siyasî gücün etkisinden korunmak içindir, yer değiştirme
yetkisinin yürütmeye bırakılması, savcıları etkiler ve teminat gereklerine
aykırı düşer gibi düşüncelerle yürütmeye yer değiştirme yetkisi tanıyan hükümlerin
iptali, Anayasa'ya uygun bir yorum olmaz.
h-
Hukuk devleti ilkesinin gereği olarak her idarî tasarruf bir kazaî denetime
tabidir. Şayet yürütme, hukuka aykırı bir yer değiştirme tasarrufunda bulunursa
iptal dâvası ile Anayasa ve kanun hükümlerini yerine getirmek her zaman
kaabildir.
i-
Anayasa hükümlerinin aşırı yorumu ile savcıların yürütmeyle olan bağları
kesilirse kamu yaran île kamu düzeninden sorumlu bulunan yürütme, güç durumda
kalacak, yetersizliğini ve hatta birçok sebeplerle vazifesini yapamaz hale
geldiğini gördüğü savcıyı, memleket yararının istediği çabuklukla
değiştiremiyecektir. Bu da kamusal hizmetteki kamusal ihtiyaçtan doğar-ın
gerektirdiği düzgün, duraksız ve bir aksaklığa uğratılmadan yapılması
prensibinin yerine getirilmesini önler. Bu yüzden devlet ve milletin büyük
zararlara ve hatta tehlikelere uğraması ihtimalleri doğabilir.
Nizalar
ve suçlar, toplumun anormal olaylarıdır. Bunlarla toplum düzeni bozulur. Bu
düzensizliğin en kısa zamanda yok edilmesi, kamu yararı icabıdır. Kamu dâvası,
bu amaç için açılır ve bu işlemi ile savcılık, kamu düzenini sağlayan iyi,
çabuk, düzgün çalışması gereken bir müessesedir. Harekete geçmeyen, bozulmuş
sosyal düzene, doğmuş olan emniyetsizliğe rağmen vazifesini yapmayan veya yeni
işlenmiş olan suçların önemi ölçüsünde kudret ve hassasiyete sahip olmadığı
ortaya çıkmış bulunan bir savcının en kısa zamanda değiştirilmesi kamu yaran
düzeninin bir emridir. Fransız ve Alman Anayasalarının savcı teminatından hiç
bahsetmemesi ve İtalya ile Türkiye Anayasalarının, hâkimler için düzenleyici
teminat hükümleri koyduğu halde savcılar teminatım, bazı şartlarla sınırlı
olarak yasama organının düzenlenmesine bırakmaları, bu teminatı, sosyal hayatın
ihtiyaçlarına uydurabilmek içindir.
Yine
bunun içindir ki savcılara özlük işlerinde kurul teminatı tanınmamış ve
bakanların denetimine son verilmemiştir. Anayasa'nın 105/2. maddesi (Her bakan,
kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden
ayrıca sorumludur) hükmünü koymaktadır. Her görev ve sorumluluk bir yetkiyi ve
onun iyi kullanılmamış olmasını gerektirir. Bu sebepledir ki savcıların özlük
işlerine ilişkin kararlan verme işi, yürütmeden alınarak özel bir kuruma
verilmemiştir.
Mahkememiz
kararında Anayasa'nın 137. maddesiyle savcılara tanınan teminatın, siyasî güç
karşısında zarar veya fayda düşüncesine kapılmadan yürütmenin etkisinden masum
bulunduğuna inanarak vazife görmesini sağlamak için konduğu yazılıdır. Bu
tanımlama, hem yürütme organı ve hem de savcılar için acı düşüncelere götürür
ve Anayasa koyucunun amacının çok dışına taşar.
Anayasa'mızın
genel esaslara ait gerekçesinde (iktidar yapısının temel unsurlarından biri de
yürütmedir. Yürütme, esas itibariyle yasamanın gösterdiği alanda hareket eden
tabiî bir organdır... Bakanlar Kurulu ise, yasama organının çizdiği alan
içersinde hükümet etme fonksiyonunu faal ve müessir bir şekilde yürütecek bir
organ seviyesine çıkarılmıştır...) denmektedir. Böylece, yürütmenin, iktidarın
temel unsurlarından biri olduğu yasamanın gösterdiği alanda hareket edeceği ve
devlet iktidarını, millî hâkimiyeti kullanan 3 temel organdan biri bulunduğu,
hükümet etme fonksiyonunun faal ve müessir bir şekilde yürütmesi gerektiği
açıklanmış bulunmaktadır. Devlet iktidarını, millî hâkimiyeti, kendi alanında
kullanmakta olan, demokratik sistemin, millî hâkimiyet rejiminin en çok işleyen
ve kamu düzenini, kamu yararını koruma yetkisi kendisine bırakılmış bir organı
bulunan yürütmeye, siyasî güç olması nedeniyle bu kadar endişeli davranılması,
isabetli olmasa gerek, Kanunları uygulama, hukuk kurallarını, faal ve müessir
hale getirme göreviyle yükümlü bir devlet organının, çoğu zaman hukuku
çiğnemeye hazır görmek, realiteye ve Anayasa'nın yürütmeye gösterdiği itimada
aykırı düşer. Çok uzak ihtimaller ve ender suistimal vakıaları ele alınarak
(Hükümet etme fonksiyonunu faal ve müessir bir şekilde yürütme) görevini
yapamaz hale getirmekte Anayasa'nın yürütmeye verdiği görev gerekleriyle
bağdaşmaz.
Savcılık
müessesesine ve savcılara gelince; bunlardan bir kısmının tam teminat olmayınca
siyasî güç karşısında fayda veya zarar düşüncesiyle kanun ve adalet icapları
dışına çıkabilecekleri ihtimali, millî bir tehlike işaretidir. Bununla beraber
cumhuriyet adliyesinin cumhuriyet savcıları, dünleri ve bugünleri ile bu
ihtimale hak kazandırmazlar. Çünkü Anayasa'larda savcı teminatı diye bir hüküm
yokken ve bütünü ile özlük işlerine ilişkin tasarruflar Adalet Bakanına
bırakılmışken savcılar, yarar veya zarar düşüncesine kapılmadan adalet ve
hukukun gereklerini cesaretle yerine getirmişlerdir. Bunun yanında kuralların
istisnaları, iyiler ve çok iyiler yanında bir kaç zayıf karakterin belirmesi
her zaman mümkündür. Bunlardan sosyal yapıyı koruyacak, teminat hükümleri değil
ancak güçlü bir denetim kurulunu harekete getirmektir ve cezalı kanunlardır.
Kanunların, görevlerine tanıdığı yetkileri, kamu yararına değil de kendi
yararlarına, kamu zararını önlemek için değil de kendisi için vehmettiği
zararları önlemek için kullanabilecek kadar küçülmüş savcılar varsa bunların
meslekte tutulmamaları, böylelerin mesleğe girmemeleri için meslekî tedbirler
alınması ve yine bu çeşit insanlardan topyekûn sosyal hayatı korumak için gayet
esaslı eğitim çabalan harcanması gerekir. Bunlar kamusal idareyi kanunlar
çerçevesi içinde yürütmekle görevli yürütmenin, çok nadir görülebilecek
suistimallerine karşı teminat altına alınsalar bile görevlerine konu olacak
zorbaların, eşkiyanın, kanunla kötü isleri arasına, insanların kötü meyillerine
cevap veren sahnelerden paravanalar koymaya çalışan kaçakçıların ve yurt düzenini
bozmaya uğraşan bazı aşın sağ ve sol teşekküllerin olumsuz güçleri karşısında
bir tüy gibi kalacaklardır.
Kamu
hizmeti görenlerin en büyük teminatı, vazife aşkları, Millî ve meslekî
duyguları ile vicdanlarıdır. Bunlara sahip olmayan insan ruhen cılız, korkak
veya faydacı olur. Bunların bazı cepheleri teminat altına alınsa bile pek çok
cepheleri yıkık ve perişan kalır, övünebilecek bir gerçektir ki savcılar
kadrosuna bu cılız ruhlar ya girmemiş veyahut kısa zamanda ayıklanıp
gitmişlerdir. Bunun içindir ki kararın gerekçe kısmının 3. bölümünde öne
sürülenler, vakıalardan ziyade uzak ihtimalleri ve istisnaları dile getirmekte
ve endişeyi gerektirmemektedir. Kanunlar ve kurullar orta tip insanlar içindir.
En iyinin, iyi hareketi için hiç bir teminata ihtiyacı yoktur. En kötüyü iyi
hareket ettirebilecek bir teminatı ise Anayasa'lar ve Adalet - tarihi
kaydetmemiştir. Bunun içindir ki belirtilmiş olan Anayasa sistematiğine ve
onunla açıkça ortaya çıktığı yukarıda arzolunan Anayasa ruhunu zorlarcasına,
zarar ve fayda ölçülerinden başka insanî ve meslekî delerlerden yoksun bir
savcı tipi gözde tutularak ve Anayasa'dan çok "Gerekir" mantıcına
dayanılarak savcılık düzeninden sorumlu bulunan Bakanın tek yetkisini gösteren
63 ve 77 nci maddelerin iptaline katılmamaktayım. Sönük ruhlu bir kaç savcıya
cesaret vermek düşüncesiyle mahkememizce aşırı teminata lüzum görülmesi,
insanlarda çoğu zaman görülebilen ihmal, yılgınlık, zihniyet temayülü, yeni
beliren vazife koşullarına sahip olmayış, beklenen liyakat ve kudreti gösteremeyiş
hallerinde savcılık hizmetini, kamu hizmeti gerekleriyle dengeleştirmeye mecbur
olan yürütmeyi bu imkândan yoksun hale getirmek sonucunu doğurur.
Savcılar
teminatının, kamu görevinin yolunda ve düzeninde yürütülmesi ereğini ifade
ettiğini kabul buyuran mahkememiz kararında, daha geniş ölçü de kamu hizmeti
gördüğünde şüphe olmayan Adalet Bakanlığının bu hizmeti üzerinde de durulması
gerekirdi.
SONUÇ:
Anayasa'nın
yargı bölümü, her yargı çeşidinin hâkimi ile savcılara ve kanun sözcülerine
ayrı, ayrı ve dereceli olarak teminat tanımış ve teminatın ne olduğu, genel bir
hüküm olarak 133. maddesinde gösterilmiştir. Bu madde dışında, yargı çeşidine
ve savcılığa göre teminat çeşidinden ayrıca bahsetmemiştir. 143 ve 144 üncü
maddelerle umumi mahkemeler hâkimleri için Yüksek Hâkimler Kurulu teminatı
tanınmış, askerî ve idarî yargı ile savcılara ve kanun sözcülerine, teminatın
bu çeşidi gerekli görülmemiştir. Savcıların bütün hâkimler gibi bağımsızlıkları
da yoktur. Anayasa bölümünün bu sistematiği ile beliren savcılık teminatı,
sadece Anayasa'nın 133. maddesindeki teminattan ibaret ve bu maddedeki 3
esasta, savcıların özlük işleri ve görevleri yönünden emniyet sağlayıcı
bulunmaktadır. Anayasa'nın çok açık olan bu hükümlerine ve ruhuna rağmen bazı
mantık sonuçları elde ederek Anayasa'nın 137. maddesini yorumlamaya yer yoktur.
Bu gereği benimsemeyen mahkememiz kararına karşıyım.
MUHALEFET
ŞERHİ
I.
Danıştay 5. Dairesi işin, Anayasa'ya aykırılık yönünden incelenmek üzerine,
Anayasa Mahkemesine gönderilmesine karar verdikten sonra dâvâlı Adalet
Bakanlığı davacının isteminin bu kez yerine getirildiğinden ve dâva konusunun
ortadan kalktığından söz ederek 5. Daireye başvurmuş ve 5. Daire bu dilekçenin
de bir örneğini Anayasa Mahkemesine göndermiştir.
Şu
durum ortaya mahkemece bakılmakta olan bir dâva bulunup bulunmadığı sorununu
çıkarmıştır. Sorunun çözümlenmesi 5. Dairenin, dâvâlının başvurması üzerine bir
karar vermesine bağlıdır. Karar verilmesi ise ancak dosyanın mahkemeye geri
gönderilmesi ile sağlanabilir. Kimi üyelerce ileri sürülen bu görüş çoğunlukça
benimsenmemiş ve dosyanın geri gönderilmesine yer olmadığı karara bağlanmıştır.
Çoğunluk gerekçesi, aşağıda özetlenen iki esasa dayanmaktadır;
a)
Açılmış bir dâvanın sona ermesini gerektiren hukukî bir durumun mahkemeye
bildirilmesi üzerine herhangi bir karar verilmedikçe bakılmakta olan bir dâva
var sayılır.
b)
Anayasa koyucu 151. madde ile de Anayasa'ya aykırı hükümlerin hukuk düzeninden
ayıklanması ereğini gütmektedir.
Mahkemenin,
Anayasa Mahkemesine başvurma kararını verdiği tarihte belli bir dâvaya bakmakta
olması yeterlidir. Bu tarihten sonra dâvanın ortadan kalkmış bulunması; Anayasa
Mahkemesinin işi inceleyip karara bağlama yükümünü etkileyemez.
A)
Olayda dâvanın varlığını etkileyebilecek yeni durum Danıştay, 5. Dairenin
Anayasa Mahkemesine başvurma kararını verdikten sonra ortaya çıkmıştır. Mahkeme
o sırada dâvayı, Anayasa Mahkemesinin vereceği karara kadar, geri bırakmış
bulunduğundan yeni durum üzerinde kendiliğinden inceleme yapıp karar vermek
olanağından yoksundu; dâvâlının başvurmasını Anayasa Mahkemesine duyurmaktan
başka yapabileceği bir iş yoktu. Nitekim mahkemenin davranışı da böyle olmuştur.
Ancak dosyanın Anayasa Mahkemesince geri gönderilmesi mahkemeye, dâvâlının
müracaatını inceleme ve dâvanın ortadan kalkmış olup olmadığını karara bağlama
yolunu açabilecekti. Çoğunluk buna yer görmediği için o yol kapalı kalmıştır.
Şu hale göre, incelenen işte, kararda yazılı olduğu gibi açılmış dâvanın sona
ermesini gerektiren en hukukî bir durumun bildirilmesi üzerine mahkemece
herhangi bir karar verilmediğin den, bunun için de bakılmakta olan bir dâvanın
var sayılması gerekeceğinden söz etmeye imkân yoktur.
B)
Anayasa, Anayasa'ya aykırı kanun hükümlerinin yürürlükten kaldırılması, yahut
kararda kullanılan deyimle ayıklanması için "iptal dâvası"
müessesesini kurmuştur. (Madde 149 ve geçici madde 9/2) Bu müessesenin işleyişi
soyut konularda genel nitelikte sonuçlar doğurur. İptal sonunda iptaline karar
verilen hüküm, karar gününde; iptalin yürürlüğe girmesi için kararda başka bir
gün öngörülmüşse o günde kendiliğinden yürürlükten kalkar. (Madde 152/2)
Anayasa'ya
aykırılık iddialarını Anayasa Mahkemesine getirebilme yolunu mahkemelere açık
tutan düzeni iptal dâvası düzeni ile karıştırmamak gerekir. Bu düzenin
işleyebilmesi : Ortada somut bir olayın yani belli bir dâvanın bulunması,
Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülen kanun hükmünün mahkemenin o dâvada
uygulayacağı bir hüküm olması, aykırılık iddiasının ancak o dâvadaki taraflarca
ileri sürülmesi ve mahkemenin iddianın ciddî olduğu kanısına varması, veya
hükmü kendiliğinden Anayasa'ya aykırı görmesi gibi koşulların gerçekleşmesine
bağlıdır. Anayasa koyucunun bu son derece dar çerçeveli düzenle güttüğü erek
"iptal dâvası" müessesenin varlığına rağmen her nasılsa yürürlükte
kalabilmiş bir takım Anayasa'ya aykırı hükümler yüzünden belirli kişilerin
belirli haksızlıklara uğramalarını önlemektir. Buna bir de mahkemelerin Anayasa'ya
aykırı gördükleri hükümleri uygulamaktan kaçınmalarına, böylece Anayasa'nın
üstünlüğü ilkesinin bu alanda da korunmasına bir yol sağlaması ereği
eklenebilir.
İptal
dâvasını açmaya hakkı olanların bir kanunun yalnızca Anayasa'ya aykırı
bulunduğu yönündeki görüşleri Anayasa denetimi düzenini işletmeye yeterken
burada böyle bir hükmün ancak belirli bir kişinin belirli haklarını etkileme
durumuna geçişi halinde düzen işleme yoluna girebilmektedir. Anayasa'nın 151.
maddesinde öngörülen yolun, 149. maddedekinin tersine, Anayasa'ya aykırılık
konusunun soyut ve genel değil somut ve özel bir açıdan ele alındığının ve
belirli olayları ve olayların taraflarını önalanda tuttuğunun bir başka delili
de, Mahkemelerden gelen Anayasa'ya aykırılık iddiaları üzerine verilmiş
hükümlerin olayla sınırlı ve yalnız tarafları bağlayıcı olmasını yahut tıpkı
bir iptal dâvası sonunda verilmiş kararlar gibi genel nitelikte etkiler
yaratmasını Anayasa'nın, Anayasa Mahkemesinin takdirine bırakmış bulunmasıdır.
(Madde 152/4). Demek ki Anayasa'nın 151. maddesine göre verilen bir hüküm,
ancak Anayasa Mahkemesince aksine karar alınmadıkça, bir iptal dâvası sonunda
verilmiş hükümlerin etki ve kapsamını edinebilir. O halde Anayasa'ya ayları
kanunların ayıklanması 151. maddede öngörülen düzenin baş ereği ve o düzenle
doğrudan doğruya elde edilebilecek bir sonuç değildir. Bunun düzenin dolaylı
bir etkisi, bir yan sonucu gibi görülmesi daha yerinde olur.
151.
madde kapsamına giren işlerde Anayasa Koyucusunun yukarıda açıklanan ereğine
varılması, tabiatiyle mahkemenin el koyduğu dâvanın var olmakta devam edişine
bağlıdır. Dâva şu veya bu nedenle ortadan kalkmışsa Anayasa'ya aykırı bir
hükmün mahkemece o işte uygulanması söz konusu olmayacak; Anayasa koyucunun
böyle bir hükmün bir kimsenin haklarını etkilemesinden duyduğu kayguya yer
kalmayacaktır.
Sorunun,
Anayasa koyucunun ereği bakımından böylece tahlilinden sonra şimdi de
Anayasa'nın konu ile ilgili sözleri üzerinde durmak gerekmektedir
"...
Mahkeme ...... Anavasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar dâvayı geri
bırakır." (Madde : 151/1)
"Mahkeme
Anayasa'ya aykırılık iddiasını ciddî görmezse, bu iddia, Temyiz merciince esas
hükümle birlikte karara bağlanır" (Madde: 151/ 2)
Anayasa
Mahkemesi üç ay içinde karar vermezse "mahkeme Anayasa'ya aykırılık
iddiasını, kendi kanısına göre çözümlüyerek dâvayı yürütür. Ancak, Anayasa
Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse,
mahkemeler buna uymak zorundadır." (Madde: 151/son)
Bütün
bu sözler, 151. maddede, bakılmakta olan dâvanın yalnızca Anayasa Mahkemesine
başvurma kararının verildiği günde varolmasının değil, olağan seyrini izleyerek
varlığın sürdürmesinin öngörüldüğünü açıkça göstermektedir. Esasen Anayasa'ya
aykırılık iddiası, bir dâvada bekletici sorun olarak ortaya çıktığına göre
dâvanın devam etmekte olmasının ve aykırılığı ileri sürülen hükmün mahkemece o
dâvada uygulanabilmesinin olanak içinde kalmasının gerektiği de meydandadır.
Öteyandan
Anayasa Mahkemesi, önceden aranan koşulu yani mahkemece bakılmakta olan bir
dâvanın var olması koşulunu karar sırasında aramazsa olayla sınırlı ve yalnız
tarafları bağlayıcı nitelikte bir karar verebilmesi hiç bir zaman söz konusu
olmayacaktır. Böyle bir tutumun ise Anayasa'nın 152. maddesinin 4. fıkrası
hükmünün ihmaline veya bu hükmün uygulanamaması durumuna düşmesine yol
açacağında ve böyle bir davranışın Anayasa'ya uygun sayılamıyacağından şüphe
yoktur. Yahut da Anayasa Mahkemesi olayla sınırlı karar vermeyi gerekli gördüğü
zaman dâvanın devam edip etmediğini araştıracak; böyle bir kararın verilmesini
gerekli görmediği zaman bu sorun üzerinde durmayacaktır; olayla sınırlı bir
karar verilmesini gerekli görmesine rağmen dâvanın o sırada ortadan kalkmış
bulunduğunu görünce genel nitelikte bir iptal kararı verme zorunda kalacaktır.
Aynı hukukî yolun uygulanmasında böylece belirecek iki ayrı tutumun ise
savunulur yanı yoktur.
Yukarıdan
beri açıklananlar göstermektedir ki 151. maddenin işletilmesinde yalnızca
mahkemenin, Anayasa Mahkemesine başvurmağa karar verdiği gün bakmakta olduğu
bir dâvanın bulunması yeterli değildir. Anayasa Mahkemesi, inceleme ve karar
sırasında da dâvanın varlığını aramak ve araştırmak zorundadır. İncelenen işte
dosya Danıştay 5. Dairesine geri gönderilseydi mahkemenin dâvanın varlığını
etkileyecek bir karar vermesi ihtimal içinde idi. Bu yapılmadığı için dâvanın
kalıp, kalmayacağı bilinmeden esasın incelenmesine geçilmesi gerekmiş ve belki
de davacının durumu üzerinde hiçbir etkisi olamıyacak bir kararın verilmesine
doğru yol alınmıştır. Böyle bir tutumun 151. maddenin sözü ve özü ile
bağdaştırılması mümkün değildir.
II.
Anayasa Mahkemesi çalışmaya başladığından beri bütün ilk incelemeler daima
esasın incelenmesine geçilmesi kararı ile sona ermekte bulunmuştur. 1966/31
sayılı iste ise 27/6/1967 günlü toplantıda dâvâlının dâva konusu kalmadığı
yolundaki iddiası üzerine bir karar verilmesini sağlamak için dosyanın
Danıştay'a geri gönderilmesinin gerekip gerekmediği görüşülmüş ve oturum
dosyanın geri gönderilmesine yer olmadığı karariyle kapanmıştır.
13/12/1967
günlü toplantıda isin esasının incelenmesi söz konusu edilince evvelce bu yolda
bir karar verilmemiş olduğu; böyle bir kararın gerektiği, hiç değilse 27/6/1967
günlü kararın bu bakımdan açıklanmasına gidilmesi ileri sürülmüştür. Çoğunluk
bu görüşü benimsememiş ve 27/6/1967 günlü kararın açıklanmasına yer olmadığı
yolunda karar verilmiştir.
Oysa
27/6/1967 günlü karar, sadece dâvâlının dâva konusu kalmadığı yolundaki iddiası
üzerine bir karar verilmesini sağlamak için dosyanın mahkemeye geri
gönderilmesine yer olmadığı hakkındadır. Bunun, bu haliyle "dosyada
eksiklik olmadığından esasın incelenmesine karar verildiği" fikrini ifade
edebilmesine, hele açıklanmasına da gidilmediğine göre, imkân yoktur. Esasın
incelenmesine geçiş fiilî olmuştur. Böyle bir davranışın ise, Anayasa
Mahkemesinin takarrür etmiş inceleme ve görüşme düzenine aykırı bulunduğu, uzun
uzadıya açıklamayı gerektirmeyecek kadar ortadadır.
III.
22/4/1962 günlü ve 45 sayılı Yüksek Hâkimler Kurulu Kanununun 77. maddesinin
başlığı "savcılık mesleğine atanma" dır. Madde metni de bu başlıkla
uyarlık durumundadır. Çünkü burada yalnızca "atanma" dan söz
edilmiştir. "Atama" nın ise "tayin" sözcüğü karşılığında
kullanılmakta olduğu bilinmektedir.
Yer
değiştirmenin de bir çeşit atanma sayılabileceği ve bu nedenle 77. maddenin yer
değiştirme uygulamalarını da kapsayacağı yolundaki bir anlayışa Hâkimler
Kanununun değişik 63. maddesinin varlığı engeldir. Bu madde, savcıların
yerlerini değiştirme yetkisini herhangi bir kurulun mütalâası da alınmaksızın,
doğrudan doğruya Adalet Bakanına tanımaktadır. 45 sayılı Yasanın 77. maddesi
yer değiştirmeleri de kapsamına almış olsaydı bu yasanın 103. maddesi uyarınca
Hâkimler Kanununun 77. maddeye aykırı bulunan 63. maddesi
yürürlükten kalkacaktı. Oysa bu hükmün yürürlükte bulunduğu kabul edilmiş ve
Anayasa'ya aykırılığı nedeniyle bu kez iptaline gidilmiştir. Demek ki 45.
sayılı Yasanın 77. ve Hâkimler Kanununun 63. maddelerinden her biri apayrı ve
bağımsız bir konuyu düzenlemektedir. 77. madde savcılık mesleğine ilk tayin;
63. madde ise savcılık mesleğine atanmışlara yer değiştirme hakkındadır. Eğer
idare yer değiştirmelerde de 77. maddede yazılı usule uyuyorsa bu tutum ancak
bir tereddüdün veya ihtiyatlı bir uygulamanın ifadesi olur; hükmün hukukî
kapsamını değiştiremez ve genişletici bir yoruma dayanaklık edemez.
Anayasa'nın
137. maddesinde Cumhuriyet Savcılarına teminat sağlanmasından söz edilmektedir.
Bir kimsenin böyle bir teminatın kapsamı içine girebilmesi için savcılık
mesleğine alınmış bulunması gerekir. Daha önce bir teminat söz konusu olamaz.
45. sayılı Yasanın 77. maddesi ise savcılık mesleğine atanma işlemi
hakkındadır. Bu kimse ancak bu atanmadan sonra Cumhuriyet Savcısı olacak ve
teminata hak kazanacaktır. Şu duruma göre 77. maddenin Anayasa'nın 137. maddesine
aykırılığı; hatta bu madde ile bir ilişkisi yoktur. İtirazın 77. maddeyle
ilgili bölümünün reddi gerekir.
1966/31
- 1967/45 sayılı ve 18/12/1967 günlü karara bu bakımlardan ve yukarıda
açıklanan nedenlerle karşıyım.
Sayın
Avni Givda'nın muhalefet şerhinin "I" sayılı bendinde açıklanan
düşüncelere katılıyorum.
KARŞI
OY GEREKÇESİ
l-
İtirazcı mahkemenin bakmakta olduğu dâva bir Cumhuriyet Savcısının görev
yerinin değiştirilmesi işleminin iptali dâvası olduğuna göre mahkemenin
uygulayacağı hüküm C. Savcılarının görev yerlerinin değiştirilmesine ilişkin
Hâkimler Kanununun değişik 63 üncü maddesidir. Mahkeme dâva konusu idarî
işlemin kanuna uygun olup olmadığına ve iptali gerekip gerekmediğine bu maddeye
dayanarak karar verecektir. Tarafların iddia ve müdafaalarında başka hükümlere
de dayanmış olmaları sonucu değiştirmez. Her ne kadar, mahkemenin, taraflarca
ileri sürülen bütün hükümlere dâva da uygulanacak bir hüküm olun olmadığını
anlamak için bakması gerekir ise de bu inceleme bu hükümlerin dâvada
uygulanması anlamına gelmez. Dâvalı Bakanlığın iptali istenilen işlemi yaparken
45 sayılı Kanunun 77. maddesini uyguladığı yolundaki savunması da, C.
Savcılarının ilk kez atanmalarına ilişkin olup görev yerlerinin
değiştirilmeleriyle bir ilgisi bulunmayan 77. maddenin, dâva konusu işlemin
kanuna uygun olup olmadığının belirtilmesinde dayanılacak bir hüküm olarak
kabulü için bir sebep teşkil etmez. Bu itibarla Anayasa'ya aykırılık
incelemesinin yalnız Hâkimler Kanununun değişik 63. maddesine hasredilmesi
gerekir.
2-
Öte yandan 77. madde C. Savcılarının ilk kez mesleke alınmalarına ilişkin olduğuna
göre bu işlemin maddede yazılı şekilde yapılmasında Anayasa Ya bir aykırılık
yoktur. Çünkü bu işlemler savcılık sıfatının kazanılmasından ve savcılık
görevinin başlamasından öncesine ilişkindir ve Anayasa'nın 137. maddesine
aykırılık söz konusu değildir.
Bu
sebeplerle kararın bu bölümlerine karşıyım.