ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas No:1967/9
Karar No:1967/41
Karar tarihi:21/11/1967
Resmi Gazete tarih/sayı:18.6.1968/12927
İtiraz
eden : Kurucaşile Sulh Ceza Mahkemesi.
İtirazın
konusu : 1322 sayılı Kanunun 11. maddesi ile 5617 sayılı Kanunun 18. maddesinin
1322 sayılı Kanuna gönderme yapan hükmünün Anayasa'nın 12. maddesine aykırılığı
nedeniyle iptaline karar verilmesi istenmiştir.
Olay
:
Başkanın
sahip olduğu Karasığır büyükbaş hayvanı lüzumuna göre açıkta bırakılan yerden
çalmaktan sanık kişiler hakkında C. Savcılığınca düzenlenen iddianame ile
bunların, eylemlerine uygun düşen T. C. K. nun 491/5, 525, 5617 sayılı Kanunun
13. maddeleri gereğince cezalandırılmaları için kamu dâvası açılmıştır.
İlk
inceleme :
Anayasa
Mahkemesi içtüzüğünün 15. maddesi uyarınca yapılan ilk incelemede, dosyada
eksiklik bulunmadığı anlaşıldığından esasın incelenmesine 24/2/1967 gününde
karar verilmiştir.
Esasın
İncelenmesi :
İncelenmesine
ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükümleri,
Anayasa'nın
konu ile ilgili hükümleri ve bunların gerekçeleri okunduktan sonra gereği
görüşülüp düşünüldü :
İtiraz
Konusu Kanun Maddeleri :
Kanunların
ve nizamnamelerin sureti neşri ve ilânı ve mer'iyet tarihi hakkındaki
28/Mayıs/1928 günlü ve 1322 sayılı Kanunun 11. maddesi şöyledir :
"Cezaya,
vergiye, askerliğe ve halkı alâkalandıran diğer hususlara ait kanun, nizamname
vesaire derhal şehir veya kasabalarda mutad veçhile belediyeler ve köylerde
muhtarlar vasıtasıyla ilân ettirilir. Ve keyfiyet zabıt varakası ile tespit
edilerek dosyasında saklanır."
Hayvan
hırsızlığının men'i hakkındaki 22/Mart/1950 günlü ve 5617 sayılı Kanunun 18.
maddesi de şöyledir :
"Bu
Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer ve ilânı hususunda 1322 sayılı Kanunun
11. maddesi uygulanır."
Dayanılan
Anayasa Maddesi :
"Madde
12 : Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep
ayırımı gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiç bir kişiye, aileye, zümreye
veya sınıfa imtiyaz tanınamaz."
Gerekçe
:
l-
28 Mayıs 1928 günlü ve 1322 sayılı Kanunun 1. 4. maddeleri birinci bölümde,
ondan sonraki maddeleri de ikinci bölümde yer almıştır. Birinci bölüm, (Resmî
Gazete ile neşri mecburî mevad, kanunların ve nizamnamelerin mer'iyet tarihi)
başlığını ikinci bölümünde (kanun ve nizamnamelerin tab'ı ve tevzileri)
başlığını taşımaktadır.
Birinci
bölümün 3. maddesinde "Kanun ve nizamnameler metinlerinde başka suretle
sarahat bulunmadığı takdirde, Resmî Gazete ile neşrini takip eden günün
başlangıcından hesap edilmek üzere 45 inci günün hitamından itibaren,
Türkiye'nin her tarafında aynı zamanda mer'i olur." denilmektedir.
Görülüyor
ki, kanun ve tüzüklerin yürürlük tarihleri hakkında 1322 sayılı Kanuna açık
hüküm konulmuştur. 11. maddenin yer aldığı bölümün başlığından, bu maddeden
önce ve sonra gelen maddelerin birlikte incelenmesinden, anılan maddede
öngörülen ilân hükmü ile halkın belli konularda uyarılması ereğinin güdüldüğü
ve böylece 11. maddenin bir yürürlük koşulu getirmediği meydana çıkmaktadır. O
halde, bir kanunun 11. madde uyarınca yurt içinde ayrı ayrı zamanlarda ilân
edilmiş yada hiç ilân edilmemiş olması o yasa'nın yayım gününde yürürlüce
girmesine engel olamıyacağından uygulama bakımından bireyler arasında
eşitsizlik meydana geleceği kabul edilemez. Bu nedenlerle itiraz yerinde
değildir.
2-
5617 sayılı Kanunun 18. maddesinin itiraz konusu "... ve ilânı hususunda
1322 sayılı Kanunun 11. maddesi uygulanır." hükmüne gelince; görüşmeler
sırasında, kimi üyeler bu hüküm maddeye konulmuş olmasa idi dahi, söz konusu
11. maddenin buyurucu hükmü uyarınca, kanunun ilân edilmesi gerekli olduğunu,
kanun koyucunun bu hükmü maddeye eklemekle gereksiz bir tekrara yer vermiyeceği
gözönünde tutulursa, anılan hükümle Resmî Gazete'de yayını koşuluna ek bir
yürürlük koşulu öngörmüş bulunduğunu, Yargıtay içtihatlarına göre kanunun
uygulanmasında da bu görüşün benimsendiğini uygulama alanında belirdiği üzere
çeşitli nedenlerle ilân koşulunun gerçekleşmemesi yüzünden, kimi yerlerde
yürürlüğe girmeyen kanunun o yerlerde uygulanmadığını ve böylece aynı hukukî
durumdaki kişiler arasında eşitsizliğe yol açan hükmün Anayasa'nın 12.
maddesine aykırılığı nedeni ile iptali gerektiğini ileri sürmüşlerdir.
Bu görüş,
çoğunlukça benimsenmemiştir. Şöyle ki :
Bir
kez, itiraz konusu hükümle, Resmî Gazete'de yayın yolu ile yürürlük koşuluna
bir de, ilân yolu ile yürürlük koşulu eklenerek bir kanun için aynı maddede iki
yürürlük koşulunun öngörüldüğünü kabule her şeyden önce, maddenin yazılışı
engel bulunmaktadır. Gerçekten, kanunun yayımı tarihinde yürürlüğe gireceğini
belirten hükümle ondan sonra gelen "... ve ilânı hususunda 1322 sayılı
Kanunun 11. maddesi uygulanır." hükmü arasında yürürlük koşulu bakımından
bir bağlantı kurmak olanağı yoktur. Az önce de açıklandığı üzere 11. madde ile
bir yürürlük hükmü değil uyarma hükmü konulmuştur, îtiraz konusu hükümde yer
alan sözlerle, bu maddeye açık bir gönderme yapılmış, ve o hükmün uygulanacağı
belirtilmekle yetinilmiş bulunduğundan, burada dahi ilân yolu ile halkın
uyarılmasının hedef tutulduğu anlaşılmakta, ve başka bir biçimde yorum, hükmün
yazılışına uygun düşmemektedir.
Öte
yandan, kanunların yorumlanmasında kanun koyucunun ereğine göre yorum, bu gün
gerek doktrinde gerek uygulama alanında benimsenen bir yorum kuralıdır. Tasanda
bulunmadığı halde, sonradan eklenen ilân hükmüne ilişkin Adalet Komisyonu
gerekçesinde, "... kanunun yayımına teallûk eden 17. maddede (Kanun madde
18) köylerimizde bu hükümlerin iyice duyurulmasını temin maksadı ile ilânın
1322 sayılı Kanunun 11. maddesinde yazılı şekilde olması maksada daha uygun
mütalâa olunmuştur..." denilmektedir.
Görülüyor
ki, hükmün maddeye konulması ile yürürlüğe girmesinden önce hayvan çalma
suçlarına verilen cezaların bu kanunla bir kaç katına çıkarılması karşısında,
1322 sayılı Kanunun 11. maddesinin uygulanmasında belirmiş olan aksaklıklara
meydan verilmemesi duyurma ve uyarma hükmünün her halde uygulanması ereğinin
güdüldüğü anlaşılmakladır. O halde, anılan hükmün bir yürürlük koşulu olarak
yorumlanması kanunların, kanun koyucunun ereğine göre yorumlanması kuralına da
uygun değildir.
Burada
bir kanun hükmünün Yüksek Mahkemelerce uygulanış veya yorumlanış biçiminin
kanunların Anayasa'ya uygunluğunun denetiminde bağlayıcı nitelikte olup
olmadığına da değinmek yerinde olacaktır.
Anayasa
Mahkemesinin, Anayasa denetimi görevini yaparken bir kanun hükmünün Yüksek
Mahkemelerce uygulanmasında benimsenen içtihatlarla bağlı olduğunu gösteren bir
hüküm ne Anayasa'da ne de Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkındaki 44 sayılı Kanunda yer almıştır. Esasen Yüksek Mahkeme içtihatlarının
değişmez olmadığı, zaman zaman, içtihat değişikliklerinin meydana geldiği,
Yüksek Mahkeme Daireleri ile Genel Kurul kararlarının aynı kuruluş içindeki
diğer daireleri dahi bağlayıcı niteliği bulunmadığı gözönünde tutulunca,
bunların, Anayasa Mahkemesini bağlayıcı olduğunu ileri sürebilmek için haklı
bir hukukî neden gösterilemez. Bu açıklamalardan şu sonuç çıkmaktadır: Anayasa
Mahkemesi, gerek iptal gerek itiraz yolu ile Anayasa'ya aykırılığı öne sürülen
bir kanun hükmünün anlamını, kendi hukuk anlayışı açısından incelemeli ve o
hükmün bu anlam içinde Anayasa'ya uygunluğu denetlenmelidir.
Açıklamaların
tümü özetlenirse, 5617 sayılı Kanunun 18. maddesinde yer alan itiraz konusu
hüküm, bir yürürlük koşulu değildir. Kanun Resmî Gazete'de yayınlanmakla
yürürlüğe girmiş ve her yerde uygulama olanağı doğmuştur. 1322 sayılı Kanunun
11. maddesine göre ilân yapılmış olup olmaması yasa'nın uygulanmasına engel
bulunmadığından hukukî durumları aynı olan kişiler arasında bir eşitsizlikten
de söz edilemez. Bu nedenlerle itirazın reddi gerekir. Üyelerden Salim Başol,
Celâlettin Kuralmen ve Muhittin Gürün bu görüşe, Üyelerden Fazlı Öztan ve Recai
Seçkin gerekçeye katılmamışlardır.
Sonuç:
1-
1322 sayılı Kanunun 11. maddesine yöneltilen itizarın reddine oybirliğiyle;
2-
22 Mart 1950 günlü ve 5617 sayılı Kanunun 18. maddesinde yer alan "... ve
ilâm hususunda 1322 sayılı Kanunun 11. maddesi uygulanır." şeklindeki
hükme yöneltilen itirazın reddine Üyelerden Salim Başol, Celâlettin Kuralmen ve
Muhittin Gürün'ün esasta, Fazlı Öztan ve Recai Seçkin'in gerekçede karşı
oylarıyla ve oyçokluğu ile 21/11/1967 gününde karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
İbrahim
Senil
|
Başkanvekili
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
Salim
Başol
|
Üye
Feyzullah
Uslu
|
|
|
|
|
Üye
A.Şeref
Hocaoğlu
|
Üye
Fazlı
Öztan
|
Üye
Celâlettin
Kuralmen
|
Üye
Hakkı
Ketenoğlu
|
|
|
|
|
Üye
Sait
Koçak
|
Üye
Muhittin
Taylan
|
Üye
İhsan
Ecemiş
|
Üye
Recai
Seçkin
|
|
|
|
Üye
Ahmet
Akar
|
Üye
Halit
Zarbun
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
KARŞIOY
YAZISI
l-
Anayasa Mahkemesi de bir mahkeme olmak dolayısıyla Anayasa'nIN 132.
maddesindeki (Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasa'ya, kanuna, hukuka
ve vicdanî kanaatlarına göre hüküm verirler.) hükmüne göre görevli mahkemelerin
verdikleri kararlarda benimsedikleri yorumlara yabancı kalamaz. Anayasa
hükmündeki (Hukuk) sözünün kapsamına mahkemelerin verdikleri kararlarda sürekli
olarak benimsenen yorumlar da girer. Ceza Genel Kurulunun bir olayda verdiği
karara uygun olarak, hayvan hırsızlığı suçuna ilişkin mahkeme kararlarını
inceleyen Yargıtay Daireleri, hayvan hırsızlığına ilişkin yasanın 1322 sayılı
Yasanın 11. maddesine göre halka duyurulmuş olmasını, o yasanın bir yürürlük
koşulu olarak, aramaktadırlar. Eğer bu durum Anayasa'ya aykırı ise, Anayasa'ya aykırı
yasa kurallarının ortadan kaldırılmasını sağlamak için kurulmuş bulunan Anayasa
Mahkemesinin iptal kararı vererek Anayasa'ya aykırı bir durumu ortadan
kaldırması, Mahkemenin görevi gereğidir. Anayasa Mahkemesi bir yasanın
Anayasa'ya uygun olup olmadığını, o yasayı kendi anlayışına göre yorumladıktan
sonra belli edecektir; iptal kararı verirse yasa ortadan kalkar ve bu karar
herkesi bağlar; ancak, iptal kararı vermezse, bu kararın özel yasanın yorumuna
ilişkin bölümü, öbür mahkemeleri bağlamaz; çünkü, Anayasa Mahkemesi kararının
bağlayıcı niteliği taşıyan yanı, hüküm fıkrasıdır ki bu da iptale yer olmadığı
yolundaki sonuç bölümüdür yoksa yasanın şu veya bu anlama geldiği yolundaki
görüş değildir. Zira bu anlayış, kararın gerekçesidir, gerekçe ise karar demek
değildir ve bundan dolayı Anayasa'nın, Anayasa Mahkemesi kararlarını
bağlayıcılığına ilişkin 152. maddesinin son fıkrasının kapsamı dışında kalır.
Demek ki, Anayasa Mahkemesinin özel yasaları kendi hukuk anlayışına göre
yorumlaması yetkisi, başka mahkemelerin bu yasaların yorumu konusunda kökleşmiş
bir içtihadı sonunda Anayasa'ya aykırı yasal (Kanunî) bir durumun
gerçekleşmemiş olmasıyla sınırlıdır.
Anayasa
Mahkemesinin bu yetkisi salt olarak tanınırsa, bir-yasanın Anayasa'ya aykırı
biçimde yorumlanması sonunda (Bir Yüksek Mahkemenin kökleşmiş içtihatları
yüzünden) benimsenmiş bulunan Anayasa'ya aykırı yasal durumun hukuk düzeninde
sürüp gitmesini önlemek olanağı kalmaz. Bu konuda içtihadı birleştirme yoluyla
durumun düzeltilmesi hatıra gelirse de içtihadı birleştirme için birbirine
aykırı iki kararın verilmiş olması veya bir dairede kökleşmiş içtihada aykırı
bir çoğunluğun gerçekleşmiş olması gerektiği gibi içtihadı birleştirme kararını
verecek kurulun yasanın yorumunda Anayasa Mahkemesince Anayasa'ya uygun sayılan
anlamı benimseyeceği de kesinlikle bilinmez, o halde bu yol, aykırı kararlar
veya eskisine karşıt görüşü benimseyen yeni bir çoğunluğun bulunmaması halinde
kapalıdır ve bu yoldan gidilse bile, sonucun ne olacağı da belli değildir.
Bu
açıklamalardan anlaşılıyor ki mahkememizin, öbür mahkemelerin yasalara ilişkin
yorumlarıyla salt olarak bağlı bulunmadığı yollu gerekçe, hukuka uygun
değildir.
2-
Bununla birlikte, yasanın özel duyurma koşulunun yerine getirilmiş olduğu
durumlarda uygulanması, öbür durumlarda uygulanmaması, sanık yurttaşlar
arasında bir ayıran gözetilmesi sonucunu doğurmakta ise de yalnızca bu ayırım,
Anayasa'nın 12. maddesindeki yasa karşısında eşitlik ilkesine aykırılık meydana
getirmeğe yetmez; çünkü mahkememizin bir çok kararlarında benimsendiği gibi,
aynı durumda gözüken kimseler arasında ayırım yapılması için haklı bir neden
bulunması eşitlik ilkesinin çiğnenmiş sayılmasına engel olur. (Örneğin
Mahkememizin henüz yayınlanmamış olan 1966/11 esas, 1966/44 karar sayılı ve 29
/ 11/1967 günlü kararın gerekçeler bölümü III d).
Burada
özel duyurma işleminin yapılmamış olması, yasanın uygulanmaması için haklı bir
nedendir; o halde inceleme konusu hükmün eşitlik ilkesine aykırı bir hüküm
olduğu ileri sürülemez ve buna ilişkin itirazının bu yönden reddi gerektir.
Şunu
hatırlatalım ki Anayasa'da yasaların yürürlüğe girmesi için Resmî Gazetey'le
yayınlanmasının yeterli olduğu yollu bir hüküm bulunsaydı, o zaman bu hükme
aykırılık söz konusu olabilirdi ama Anayasa'da yasaların yürürlüğü için
yapılacak yayını sınırlandıran bir hüküm yoktur.
Sonuç:
Yukarıda
(1) de yazılı nedenlerle 5617 sayılı Yasanın yorumunda Mahkememizin Yargıtay
içtihatlarıyla bağlı bulunmadığı yollu gerekçeye karşıyım ve yine yukarıda (11
de) gösterilen nedenlerden ötürü, sözü edilen yasanın 18. maddesinin Anayasa'ya
aykırı olmadığı görüşündeyim.
Yukarıda
yazılı düşüncelerle kararın gerekçesine muhalifim.
MUHALEFET
ŞERHİ
l-
Hayvan hırsızlığın 'in men 'i hakkındaki 22/3/1950 günlü ve 5617 sayılı
Kanunun, yürürlük tarihini belirten, 18. maddesinde :
(Bu
kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer ve ilânı hususunda 1322 sayılı Kanunun
11. maddesi uygulanır.) denilmektedir.
Görüldüğü
gibi bu maddeye, kanunların yürürlük maddelerinin düzenlenmesine genel olarak
yer verilmekte olan hükümlerden çok değişik şekilde bir hüküm eklenmiş
bulunmaktadır. Gerçekten, maddede yer alan (Ve ilânı hususunda 1322 sayılı
Kanunun 11. maddesi uygulanır.) hükmü, adedi binleri aşan kanunlarımızın hiç
birinde mevcut değildir.
Bu
hükmün maddeye ekleniş sebebinin 1322 sayılı Kanunun 11. maddesine göre ilân
yapılması hususunda ilgileri sadece uyarma maksadından ibaret bulunduğu
görüşüne katılmak mümkün değildir. Zira böyle bir düşüncenin, (mevcut bir kanun
hükmünü hatırlatmak için dahi kanun yapılması) gibi, yasama çalışmalarında
hiçte adet olmayan bir usule bu kanunda müracaat edilmiş olmasını izah edecek
kandırıcı bir niteliği yoktur.
Gerçekten
kanunların yapılmasında hiç başvurulmamış olan böyle bir düzenleme tarzına
sebep olarak, mevcut kanun hükmünün .sonraki bir kanun hükmü ile hatırlatılmak
istenilmiş olmasının gösterilmesi, kandırıcı olmaktan uzaktır. Çünkü sözü geçen
1322 sayılı Kanun, (Kanunların ve nizamnamelerin sureti neşir ve ilânı ve
mer'iyet tarihi hakkında) olup 11. maddesi de, esasen ilgili görevlilerin sık
sık uyguladıkları bir hükümden ibarettir. Buna rağmen bazı hallerde ve yerlerde
bu hükmün uygulanmamış olduğu da bir gerçektir. Şu halde kanunda hüküm bulunmuş
olması, ilânın o yolda yapılmasını kesin olarak sağlayan bir çare teşkil
etmemektedir. Aynı suretle, başka bir kanundaki uyarma maddesinin, bu ilânı,
mutlaka sağlayacağına güvenmek de mümkün değildir. Nitekim 5617 sayılı
Kanundaki bu hükme rağmen, bazı yerlerde, öngörülen şekilde ilânın yapılmamış
olduğu da anlaşılmaktadır.
Buna
göre, cezaya ait bir kanun olması itibariyle, aslında 1322 sayılı Kanunun 11.
maddesi gereğince ilân edilmesi zorunlu olan 5617 sayılı Kanunun yürürlük
maddesine, (Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer) hükmünü koyduktan sonra,
bir de, dâva konusu olan (Ve ilânı hususun4a 1322 sayılı Kanunun 11. maddesi
uygulanır) hükmünün ilave edilmiş olmasının gerçek sebebini basit bir
(Hatırlatma) arzusuna bağlamak doğru değildir.
O
halde gerçek sebebin ne olduğunun kanuna ait meclis çalışmalarının incelenmesi suretiyle
araştırılması icabeder :
Bir
milletvekili tarafından yapılmış olan kanun teklifinde mevcut olmayan bu hüküm,
şu gerekçe ile B. M. Meclisi Adalet Komisyonu tarafından maddeye eklenmiştir:
(...
kanunun yayımına taallûk eden 17. (Ki kanunda 18. madde olmuştur) maddede
köylerimizde bu hükümlerin iyice duyurulmasını temin maksadiyle ilânın 1322
sayılı Kanunun 11. maddesinde yazılı şekilde olması maksada daha uygun mütalâa
olunmuş... tur.)
Bu
gerekçede ifadesini bulan düşünceden, söz konusu hükmün, esasen mevcut ve bu
kanunun ilânı hususunda da uygulanması zarurî bulunan bir kanun hükmünün
hatırlatılması maksadiyle değil, getirdiği ceza hükümlerinin istisnaî niteliği
gözönünde bulundurularak, adı geçen kanunun, sadece 1322 sayılı Kanunun 1.
maddesine göre normal yayın vasıtası olan Resmî Gazete ile neşrolunmasiyle
yetinilmeyerek, yürürlüğe girebilmesi için aynı kanunun 11. maddesi gereğince
ilân olunmasının da daha uygun olacağı düşüncesiyle maddeye ilave edilmiş
olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Buna göre kanun koyucunun bu hükmü, cefaları çok
ağırlaştırmış olması sebebiyle bu kanunun mahallinde duyulmuş olmasını temin
için bir yürürlük şartı olarak maddeye eklediği meydandadır.
Nitekim
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22/12/1952 günlü ve E : 21127, K ; 158 sayılı
kararında :
(5617
sayılı Kanunun mer'iyetine dair olan 18. maddesinde, bu kanunun yayımından
itibaren yürürlüğe gireceği ve diğer kanunların mer'iyet maddelerinden farklı
olarak da (Ve ilânı hususunda 1322 sayılı Kanunun 11. maddesinin uygulanacağı)
yazılı bulunmaktadır. 5617 sayılı Kanun, cezaya taallûk ettiğinden kanunların
sureti nesir ve ilânından bahseden 1322 sayılı Kanunun 11. maddesi mucibince
esasen ilâna tâbi dir. Şu halde bu kanunun 18. maddesinde ayrıca bir ilândan
bahsedilmesi, ya lüzumsuz bir tekrar veya yayım şartına ilaveten ayrı ilân,
yeni bir mer'iyet şartı tesisi maksadına matuf olmak icabeder. Kanun vâzının
mer'iyet maddesine lüzumsuz bir kayıt eklediğini kabul etmek için herhangi bir
sebep bulunmadığına ve yayın ile ilân birbirine bağlı ve birbirini tamamlayan
şartlar olarak mer'iyet maddesinde getirildiğine göre bu ilavenin mer'iyet için
lüzumlu bir şart tesisi maksadı ile olduğunun kabulü zaruridir. Diğer taraftan
1322 sayılı Kanunun 11. maddesinde bahsedilen ilân; kanunun mer'iyetine müessir
olmayan idarî bir muameledir ve bu görüş, içtihatları birleştirme suretiyle
verilen 20/9/1939 gün ve 54 sayılı kararla teyit olunmuştur. Bu münasebetle
5617 sayılı Kanunun bilhassa mer'iyet maddesinde bahsi geçen ilânın, 1322
sayılı Kanunun 11. maddesinde olduğu gibi mer'iyete müessir olmayan idarî bir
muamele olduğunu kabule mantıkan da imkân mutasavver değildir. Netice, 5617
sayılı Kanunun 18. maddesi gereğince bu kanunun mer'iyete girmesi için yalnız
gazete ile yayım kâfi olmayıp, ayrıca ilân yapılmış olması da icabeder ve bu
ilân mer'iyetin kayıt ve şartlarındandır.)
denilmek
suretiyle yüksek yargı organınca da yukarıda açıklanan görüşün benimsenmiş
bulunduğu görülmektedir.
Bu
açıklamalardan anlaşıldığına göre 5617 sayılı Kanunun 18. maddesinin itiraz
konusu olan hükmü, kanunun yürürlüğe girmesinin bir şartıdır. Bunun sonucu
olarak, bu kanun konusuna giren bir hayvan hırsızlığının faili, şayet
hırsızlığın yapıldığı yerde sözü geçen kanun 1322 sayılı Kanunun 11. maddesine
göre ayrıca ilân edilmiş ise bu kanuna güre, yani ağırlaştırılmış olarak, aksi
takdirde ceza kanununun genel hükümlerine göre, ceza görecektir. Şu halde
vurdun çeşitli bölgelerinde aynı günde meydana gelen hayvan hırsızlığı
olaylarının failleri, kanunun 18. maddesindeki yürürlük şartının yerine
getirilmiş olmasına veya olmamasına göre farklı cezalara çarptırılacaklardır.
Bu farklı uygulamayı haklı bir nedene bağlayarak eşitlik ilkesinin
bozulmadığını düşünmek mümkün değildir. Zira bu farklı uygulama, haklı bir
nedenin sonucu olmayıp, sırf maddeye eklenen bir hükmün gereğinin, yurdun her
tarafında bir anda, yerine getirilmesindeki maddi imkânsızlık ve aynı zamanda
idarenin uygulamadaki ihmalinin neticesidir. Bu sonucun doğmasına da, hiç bir
haklı neden olmadığı, halde söz konusu hüküm sebep olmaktadır.
Gerçi
kanun koyucunun, maddeye bu hükmü eklemiş olmasının nedeni, yukarıda da
açıklandığı üzere, cezaları fazlaca ağırlaştırmış olan kanun hükümlerinin
halkın yakın bilgisine ulaştırılarak uyarılmalarının sağlanmasıdır, bu bakımdan
hükmün konulmasında haklı bir neden görülebilir. Ancak bu sınırlar içinde
kalması şartiyle haklı olan bu nedenin, bu sınırlar dışarısına taşarak, aynı
kanun hükmünün yurdun değişik yerlerinde değişik zamanlarda uygulanmasına ve bu
suretle kişiler arasında eşitsizlik yaratmasına hak verdirecek bir niteliği
yoktur. Yani sözü geçen hükmün bu suretle uygulanması, haklı bir nedene
dayanmamaktadır.
Bu
sebeple hükmün düzenlenmesi sırasında Anayasa'nın 2. ve 12 maddelerindeki
ilkelerin zedelenmemelerinin de gözönünde bulundurulması gerekirdi. Meselâ
yurdun her tarafında bu ilânların yapılmasından sonra kanunun yürürlüğe
gireceği şeklinde veya uygun görülecek bir başka biçimde düzenleme yapılarak
söz konusu Anayasa ilkelerinin saklı tutulması sağlanabilirdi. Böyle yapılmamış,
hiçbir haklı neden olmadığı halde hüküm, Anayasa'ya aykırı nitelikte bir
uygulamaya yer verecek surette düzenlenmiştir. Bu bakımdan bu nitelikteki bir
hükmün uygulanmasından doğan eşitsizliklerin haklı bir sebebe dayandığım kabul
etmeğe imkân yoktur.
Şu
halde hüküm, Anayasa'nın 12. maddesindeki (Herkesin kanun önünde eşit olduğu)
ve 2. maddesindeki (Hukuk Devleti) ilkelerine aykırıdır ve bu nedenle iptali
gerekir.
2-
Konu ile doğrudan ilgili olmamakla beraber yukarıki kararda sözü edilmiş olması
sebebiyle, (Bir kanun hükmünün yüksek mahkemelerce uygulanış veya yorumlanış
biçiminin kanunların Anayasa'ya uygunluğunun denetiminde bağlayıcı nitelikte
olup olmadığı) konusu üzerinde durulması da zorunlu bulunmuştur.
Şüphesiz
bir kanun hükmünün Anayasa'ya uygun olup olmadığının tesbiti sırasında, yargı
organlarının o hükmü şu veya bu yolda yorumlamamış olmalarının Anayasa
Mahkemesini bağlamıyacağı ve bu bakımdan bu mahkemenin kararlarına etki
yapamıyacağı doğrudur. Ancak aynı suretle doğru olan diğer bir husus da,
Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı olan tarafının sonuç kısmı yani hüküm
fıkrası olup o neticeye varmak için başvurulan gerekçelerin diğer yargı
organlarını hiç bir suretle bağlıyamıyacağı keyfiyetidir.
Anayasa
Mahkemesi bu kararında, 5617 sayılı Kanunun 18. maddesinin itiraz konusu olan
hükmünün yürürlük şartı olmadığını ve binaenaleyh kanunun, Resmî Gazete ile
ilânından itibaren yurdun her tarafında yürürlüğe girmiş bulunduğunu
belirtirsen, olaylar üzerine mahkemelerce verilecek kararları nihaî derecede
inceleyecek olan Yargıtay Ceza Genel Kurulu da bunun yürürlük şartı olduğunu
kabul etmekte ve önüne gelen mahkeme kararlarını, bu esasa göre tasdik veya
nakzetmektedir. Ceza Genel Kurulunun içtihadını, Anayasa Mahkemesinin bu
kararına rağmen değiştirmemesi ve uygulamayı ona göre devam ettirmesi de
mümkündür.
Bu
gibi hallerde, şayet bir kanunun yargı organlarının içtihadı ile beliren
uygulaması Anayasa'ya aykırı bir sonuç vermekte ve kişilerin Anayasaldaki bazı
haklarını zedelemekte ise, Anayasa Mahkemesinin uygulamanın bu yolda olmaması
düşüncesinde olsa bile, duruma el koyarak yargı mercilerince Anayasa'ya aykırı
biçimde uygulanmaya imkân veren bu hükmü iptal etmesi zorunludur. Aksi
takdirde, yargı organlarının içtihatlariyle teessüs etmiş bulunan fiilî duruma
göre Anayasa'ya aykırı nitelik kazanmış olan bir kanunun kişi haklarını ihlâl
etmekte devam etmesine Anayasa Mahkemesinin kendisi imkân vermiş olur. Bununla
da Anayasa'nın maksadına aykırı bir tutum olduğu meydandadır.
Binaenaleyh
Anayasa denetimi yaparken Anayasa Mahkemesinin önüne çıkacak yüksek yargı
organları içtihatlarının, mahkememizin bu kararında yapıldığı gibi, bağlayıcı
olup olmadıkları açısından değil, yukarıdaki açıdan ele alınarak ona göre
değerlendirilmesi doğru olur.
Bu
sebeplerle kararın bu konuya ilişkin kısmına da katılmamaktayım.
Muhittin
Gürün Yukarıdaki muhalefet şerhinde açıklanan düşüncelere katılıyorum.
KARŞI
DÜŞÜNCE AÇIKLAMASI
5617
sayılı Kanunun 18. maddesinin 1322 sayılı Kanunun 11. maddesine gönderme yapan
hükmü ile sözü geçen 11. maddenin eşitsizlik yarattığı nedeni ile iptalleri
istenmiştir.
1322
sayılı Kanunun 11. maddesinde : "Cezaya, vergiye, askerliğe ve halkı
alâkalandıran diğer hususlara ait kanun, nizamname vesaire derhal şehir veya
kasabalarda mutad veçhile belediyeler ve köylerde muhtarlar vasıtasiyle ilân
ettirilir. Ve keyfiyet zabıt varakası ile tespit edilerek dosyasında
saklanır." denilmiştir.
5617
sayılı Kanunun 18. maddesinde de : "Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe
girer ve ilânı hususunda 1322 sayılı Kanunun 11. maddesi uygulanır."
denilmektedir.
5617
sayılı Kanunun cezaya ilişkin bir kanun olduğuna göre 18. maddede yapılan bu
gönderme olmasa dahi yine sözü geçen 11. maddeye göre ilân edilecek idi. Beri
taraftan 11. maddedeki "ilân yürürlüğe etkili olmayıp idarî bir işlemdir.
Nitekim 20/9/1939 gün ve 54 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı ile bu
görüş tespit ve teyit olunmuştur. Şimdi bu böyle olunca kanun koyucunun
lüzumsuz bir tekrar da yaptığı düşünülemiyeceğine göre 5617 sayılı Kanunun 18,
maddesinde bu 11. maddedeki ilâna açık bir gönderme yapmış olmasının neden ve
ereği 5617 sayılı Kanunla cezaların çok: ağırlaştırılmış olması gözönünde
bulundurularak bunun yurttaşlara duyurulmasını bir koşul olarak öngördüğünün
kabulü gerekir. Çünkü, örneğin büyükbaş bir hayvanın sütnadan mevsuf bir şekil
de çalınması halinde aşağı had üzerinden faillere verilecek ceza 15 seneyi
tutmaktadır. Adeta adam öldürme cezası kadar ağır. Bu kadar ağır ceza
karşısında, kanun koyucu "îlânı" yürürlük maddesine almış ve bunu
yürürlüğün bir koşulu saymıştır. Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun
22/12/1952 gün ve esas 2127, karar 158 sayılı kararında (5617 sayılı Kanunun
mer'iyetine dahil olan 18. maddesinde, bu kanunun, yayımından itibaren
yürürlüğe gireceği ve diğer kanunların mer'iyet maddelerinden farklı olarak da
"... ve ilânı hususunda 1322 sayılı Kanunun 11. maddesinin
uygulanacağı." yazılı bulunmaktadır. 5617 sayılı Kanun, cezaya taallûk
ettiğinden kanunların sur'eti neşir ve ilânından bahseden 1322 sayılı Kanunun
11. maddesi mucibince esasen ilâna tabidir. Şu halde, bu kanunun 18. maddesinde
ayrıca bir ilândan bahsedilmesi, ya lüzumsuz bir tekrar veya yayım şartına ilâveten
ayrı ilân yanı yeni bir mer'iyet şartı tesisi (maksadına matuf olmak icap eder.
Kanun vaz'ının mer'iyet maddesine lüzumsuz bir kayıt eklediğini kabul etmek
için herhangi bir sebep bulunmadığına ve yayın ile ilân birbirine bağlı ve
birbirini tamamlayıcı şartlar olarak mer'iyet maddesinde gösterildiğine göre bu
ilâvenin mer'iyet için lüzumlu bir şart tesisi maksadı ile olduğunun kabulü
zaruridir. Diğer taraftan, 1322 sayılı Kanunun 11. maddesinde bahsedilen ilân,
kanunun mer'iyetine müessir olmayan idarî bir muameledir. Ve bu görüş,
içtihatları birleştirme suretiyle verilen 20/9/1939 günlü ve 54 sayılı kararla
da teyit olunmuştur. Bu münasebetle 5617 sayılı Kanunun bilhassa mer'iyet
maddesinde olduğu gibi mer'iyete müessir olmayan idarî bir muamele olduğunu
kabule mantıkan da imkân mutasavver değildir. Netice: 5617 sayılı Kanunun 18.
maddesi gereğince, bu kanunun mer'iyete girmesi için yalnız gazete ile yayım
kâfi olmayıp ayrıca ilân yapılmış olması da icap eder. Ve bu ilân, mer'iyetin
kayıt ve şartlarındandır.) denilmektedir. Gerçi, Anayasa denetiminde hiçbir
mahkeme karan ve bu meyanda Yargıtay Ceza Genel Kurul Kararı Anayasa
Mahkemesini bağlayamaz. Bundan şüphe yoktur. Ancak, Ceza Genel Kurul
kararındaki görüş 15 yıldan beri gerek mahal mahkemelerince, gerek yargıtay
dairelerince benimsenmiş ve yerleşmiş bir içtihat niteliğini kazanmıştır.
Bunun, kanunun yorumunda ve manalandırılmasında bir değeri olmak gerekir.
Yurdun
her tarafında "ilân" ın aynı anda yerine getirilmesine imkân yoktun
5617 .sayılı Kanun memleketin her tarafında ilân edildikten sonra yürürlüğe
girer ve uygulanır tazında bir hüküm de olmadığına göre ilân yapılan yerde
kanun artırıcı şekliyle uygulanacak, ilân yapılmayan yerde artırıcı hüküm
uygulanmayacaktır. Bu bir eşitsizlik meydana getirir. Halbuki kanunların yurtda
eşit olarak uygulanması gerekir. Eşitsizlik bizatihi adaletsizliktir.
18.
maddedeki bu hüküm, Anayasa'nın 12. maddesindeki "Herkesin kanun önüne
eşit" olduğu ilkesine aykırıdır, iptali gerekir.
Bu
nedenlerle çoğunluk kararına katılmıyorum.