ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas No.:1963/336
Karar No.:1967/29
Karar tarihi:26-27.9.1967
Resmi Gazete tarih/sayı:19.10.1968/13031
Davacı
: Türkiye işçi Partisi
Dâvanın
konusu: 15.7.1963 günlü ve 274 sayılı Sendikalar Kanununun, 1. ve 2.
maddelerinin l sayılı bentlerinin Anayasa'nın 46. maddesinin birinci, 11.
maddesinin ikinci fıkralarına, 4 maddesinin 1 sayılı bendinin (b) fıkrasının,
Anayasa'nın 46. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarına, 8 maddesinin, 1 ve 2
sayılı bentlerindeki itiraz üzerine İş Mahkemesince verilen kararların
kesinliğine ilişkin hükümlerinin, Anayasa'nın 31. maddesine, 10. maddesinin
ikinci fıkrasının Anayasa'nın 4., 6. ve 7. maddelerine, 14 maddesinin 1 sayılı
bendinin (h) fıkrası hükmü ile aynı maddenin 4 sayılı bendindeki lokavta
ilişkin hükmün, Anayasa'nın başlangıç kısmına ve 2., 36/3, 41, 42/1, 2 ve 47.
maddelerine, 23 maddesinin 4 sayılı bendinin son cümlesindeki kanun yollarına
başvurmayı önleyen hükmün, Anayasa'nın 31. maddesine, 27. maddesinin son
fıkrasındaki yargı mercileri dışında kalan makamlara verilen yetkiye İlişkin
hükmün, Anayasanın 12. ve 15. maddelerine, 29. maddesinin tümünün Anayasa'nın 11.,
46/1. ve 47. maddelerine, 30. maddesinin 5 sayılı bendinin, Anayasa'nın 30.,
31. maddelerine, 31. maddesinin 8 sayılı bendinin, Anayasa'nın 11., 46/1. ve
47. maddelerine, yine 31. maddesinin dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye
kullanma dolanlı iflas" a dair konulan tahdit dışındaki bütün hükümlerin,
Anayasa'nın 10., 11., 12. ve 46. maddelerine aykırı bulunmaları nedenleriyle
iptallerine karar verilmesi isteminden ibarettir.
İlk
inceleme:
Başkan
Sünuhi Arsan ile Üye Osman Yeten, Rıfat Göksu, İsmail Hakkı Ülkmen, Lütfi
Akadlı, Şemsettin Akçoğlu, İbrahim Senil, İhsan Keçecioğlu, Salim Başol,
Celâlettin Kuralmen, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Ahmet Akar, Muhittin Gürün
ve Ekrem Tüzemen'in katıldıkları 25.10.1963 günlü toplantıda, Anayasa Mahkemesi
İçtüzüğünün 15. maddesi gereğince yapılan ilk incelemede, davanın parti genel
yönetim kurulunca verilen yetkiye dayanılarak merkez yönetim kurulu tarafından
ittihaz ve genel yönetim kurulunca tasvip olunan kararlar dairesinde açıldığı
tetkik edilen evrak münderecatından anlaşıldığından başvurmanın 44 sayılı
kanunun 25. maddesinin 1 sayılı bendine uygun bulunduğuna üyelerden Şemsettin
Akçoğlu'nun (Dâvanın açılmasına partinin en yüksek organı olan büyük kongrece
yetki verilmesi gerektiği) yollu karşı oyu ile ve oyçokluğu ile karar
verildikten sonra;
1-
Davacı partinin; dâvanın açıldığı 18.10.1963 gününde yasama meclislerinde
temsilcisi olduğuna dair belgenin bir ay içinde gönderilmesi;
2-
Dilekçede iptali istenen kanunun 29. maddesiyle 31. maddesinin 8 numaralı bendinin,
Anayasa'nın hangi maddesine aykırı bulunduğu gösterilmediğinden bu cihetin ayni
sürede açıklanması, hususlarında 44 sayılı Kanunun 26. maddesinin ikinci ve
dördüncü fıkraları uyarınca davacı partiye tebligat yapılmasına oybirliği ile
karar verilmiştir.
Türkiye
İşçi Partisinin yukarıdaki kararın gereklerini süresi içinde yerine getirmiş
olduğu ve dosyada eksiklik bulunmadığı görüldüğünden esasın incelenmesine
4.12.1963 gününde oybirliği ile karar verilmiştir.
Esasın
incelenmesi:
Hazırlanan
rapor, dâva dilekçesi, 274 sayılı Sendikalar Kanunu ile Anayasa'nın konu ile
ilgili hükümleri, gerekçeleri, komisyon raporları ve meclis görüşme tutanakları
okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
İstemin
özeti:
1-
Anayasa'nın 46. maddesi, sendika kurmak ve sendikaya üye olmak hakkını bu. tün
çalışanlara tanımıştır. Sendikalar Kanununun 1. maddesinin 1 sayılı bendi ise,
sendika kurma hakkını "bu kanuna göre işçi sayılanlar" demek
suretiyle sınırlanmış bulunmaktadır. Çalışanlar, deyimi ile işçi deyimi
arasında geniş bir fark vardır. Anayasamız,
46.
maddesinde "çalışanlar" dan söz ederken, toplu sözleşme ve grev
hakkını kapsayan
47.
maddesinde "işçiler" deyimine yer vermiştir. Demek ki toplu sözleşme
yapabilecek olanlar, işçiler yani tabi işlerde çalışanlar olduğu halde, sendika
kurabilecek olanlar, çalışılan işte tâbiiyet farkı yapılmaksızın mutlak olarak
"çalışanlar" dır.
Ayrıca
bu kanuna göre işçi sayılan kimseler de, kanunun 2. maddesinin 1 sayılı
bendinde tahdit edilmiştir. Halbuki sayılan bu çalışanların dışında, gerek
ferden ve gerekse tabi olarak çalışan büyük bir kitle bulunmaktadır.
2.
maddenin 1 sayılı bendi nakliye mukavelesine müsteniden bedenî hizmeti galip
olarak çalışanları zikretmekle hizmet akdine, bütün istihdam edilmeyi hedef
tutan akitleri içine alacak bir mana vermediğini göstermiştir. Türk hukukundaki
pratik ve nazari işlenişi itibariyle, sadece müstahdemleri kapsayan hizmet
akdi, en geniş bir şekilde tefsir edilse dahi, Anayasa'nın 46. maddesinde yer
alan (çalışanlar) mefhumunu kapsayamaz.
Partimizin
görüşüne göre; Anayasa, ister tâbi işte, ister ferden çalışsın bütün
çalışanlara sendika kurmak hakkını mutlak olarak tanımıştır. Bu hakkı
sınırlayan Sendikalar Kanununun 1. maddesinin 1 sayılı bendi ile isçiyi dar bir
çerçeve içinde tarif eden 2. maddesinin 1 sayılı bendi, Anayasa'nın 46.
maddesinin birinci fıkrasına ve temel hak ve hürriyetlerin özüne
dokunulamayacağı hakkındaki 11. maddenin ikinci fıkrasındaki teme! ilkeye
aykırı bulunmakta olduğundan Sendikalar Kanununun anılan hükümlerinin iptali
lâzımdır.
II-
Sendikalar Kanununun 4. maddesinin 1 sayılı bendinin (b) fıkrası, 22. maddenin
2 sayılı bendine gönderme yapmaktadır. Bu bentte kamu hizmeti gören ve görmeyen
iki çeşit müessese yer almıştır. 4. maddedeki müesseselerin bir kısmında
çalışanlar, bu müesseselerin kamu hizmeti görmemesi bakımından kamu hizmeti
görevlisi değildirler Kamu hizmeti görmeyen çalışanların, sendika kurma
hakları, Anayasa'nın 46. maddesinin birinci fıkrasında kesin olarak kabul
edilmiştir. İşçi niteliği taşımıyan kamu hizmeti görevlilerinin, bu alandaki
haklarının da kanunla düzenleneceği, aynı maddenin ikinci fıkrasında
belirtilmiştir. Devletin veya diğer kamu müesseselerinin iştirak ettiği özel
hukuk kuruluşları mensuplarının sendika kurmak hakları, sıfatlarına göre İşçi
veya işveren safında, kesin olarak vardır. Böylece 4. maddenin (b) fıkrası,
kamu hizmetlisi sayılmayacak kişilerle, kamu hizmetlisi sayılacak kimi
kişilerin sendika kurmak haklarını kaldırması bakımından, Anayasa'nın 46.
maddesinin birinci ve ikinci fıkralarına aykırı bulunmaktadır.
III-
Sendikalar Kanununun 8. maddesinin 1 ve 2 sayılı bentlerinde, iş mahkemesine
yapılan itirazlarda mahkemenin vereceği kararın, kesin olduğu hükmü yer
almıştır. Hukukumuzda, pek ehemmiyetsiz alacaklara taallûk eden hususlar
dışında bütün dâvalar için kanun yolları açık bulunmaktadır. Sendika üyesi
olmak, şahsın hukukuna taallûk eden bir meseledir. Bu itibarla diğer cemiyet
üyeliklerinde ve şahsın hukukunu ilgilendiren diğer meselelerde olduğu gibi,
sendika üyeliği sebebiyle açılacak dâvalarda da kanun yollarının tıkanmaması
gerekir. 8. maddenin 1 ve 2 sayılı bentlerinde yer alan ve kanun yollarına
müracaatı önleyen hükümler, Anayasa'nın ruhuna ve "hak arama
hürriyeti" ni koyan 31. maddesine aykırı bulunmaktadır.
IV-
Sendikalar Kanununun 10. maddesinin ikinci fıkrasının, milletlerarası
teşekküllere katılma kararlarını iptal etme yetkisini Bakanlar Kuruluna veren
hükmü, Anayasa'ya aykırı bulunmaktadır.
Sendikalar,
özel hukuk şahıslarıdır. Bakanlar Kuruluna tanınan yetkiyle bir nevi vesayet
makamı ihdas edilmektedir. Sendika bir amme hükmî şahsiyeti olmadığından onun
aldığı kararın iptal edilmesi, sendikaları vesayet altına sokmak demektir. Öte
yandan milletlerarası teşekküllere katılma kararının iptaline ilişkin Bakanlar
Kurulu kararı, her ne kadar ilk bakışta idarî bîr karar gibi gözükmekte ise de
gerçekte bir yargı kararı niteliğindedir. Çünkü özel bir hükmî şahsiyetin
kararları aleyhine ancak mahkemeye müracaat etmek söz konusu olabilir.
İdare,
eğer ilk fıkrada sözü geçen maddelere aykırı hareket eden bir milletlerarası
teşekküle üye olma durumu varsa, bunun aleyhine yargı organlarına başvurabilir
ve tedbir olarak katılmanın durdurulmasının dâva sonuna bırakılmasını
isteyebilir.
İdareye
böyle bir yetki tanıyan Sendikalar Kanununun 10. maddesinin ikinci fıkrası,
Anayasa'nın 4., 6. ve 7. maddelerine aykırı bulunmaktadır.
V-
Anayasa'nın 47. maddesi grevi, bir temel hak olarak kabul ettiği halde lokavta
yer vermemiştir. Anayasa'nın yer vermediği lokavtı, bir hak olarak tanıyan Sendikalar
Kanununun 14. maddesinin 1 sayılı bendinin (h) fıkrası ile 4 sayılı bendindeki
lokavta ilişkin hüküm Anayasa'nın değişik hükümlerine aykırıdır. Şöyleki;
a)
Anayasa'nın başlangıç kısmına göre demokratik hukuk devletinin bütün hukukî ve
sosyal temelleri ile kurulması gereklidir. Ve yine Anayasanın 2. maddesine göre
Türkiye Cumhuriyeti, sosyal bir hukuk devletidir. Bu iki hükümde görüldüğü gibi
Türkiye Cumhuriyetinin temel karakterlerinden başlıcası, sosyal devlet
olmasıdır. Sosyal devlette İse çalışanların, işten atılarak aç bırakılmağa
mahkûm edilmeleri mümkün değildir. Sosyal devlet mefhumu ile lokavtın
bağdaşmasına imkân yoktur.
b)
Anayasa'nın 36. maddesinin üçüncü fıkrasına göre mülkiyet hakkının kullanılması
toplum yararına aykırı olamaz. Sendikalar Kanunu ile tanınan lokavt hakkı,
işverene, çalışanları toptan işten atmak yetkisini vermekte ve bu suretle
mülkiyet hakkı sahibine, toplum yararı dışında tasarrufta bulunmak yetkisini
Anayasa'ya aykırı olarak sağlamaktadır.
c)
Anayasa'nın 41 maddesine göre iktisadî ve sosyal hayat, adalete, tam çalışma
esasına ve herkes için insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesi
sağlanması amacına göre düzenlenir. Lokavt hakkı, bu düzenle bağdaşmaz,
Anayasa'nın 41 maddesinin birinci fıkrasında yer alan amaçlara göre,
düzenlemenin başlıca şartlarından biri, çalışanın işsiz bırakılmaması,
dolayısiyle lokavta yer verilmemesidir.
ç)
Anayasa'nın 42. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarına göre çalışma, herkesin
hakkı ve ödevidir. Devlet, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının
kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, İktisadî ve malî tedbirlerle
çalışanları korur ve çalışmayı destekler. İşsizliği önleyici tedbirler alır.
Halbuki lokavtın bir hak olarak kabulü ile ferdin çalışma hakkı zedelendiği
gibi, çalışmaya ve işsizliğe ilişkin Anayasa hükümleri de İhlâl edilmiş olur.
d)
Nihayet Anayasa'nın hiç bir hükmünde lokavt diye bir hak tanınmamıştır.
Anayasa'nın 47. maddesi grevi bir hak olarak kabul ettiği halde, lokavttan
bahsetmemesi lokavtı kabul etmediğini göstermektedir.
VI-
Sendikalar Kanununun 23. maddesinin 4 sayılı bendinin son fıkrası, yapılan
itiraz üzerine verilen kazaî kararın kesin olduğu hükmünü kapsamaktadır. Kazaî
organlarda açılan dâvalarda kanun yollarının kapanması, III. bölümde arzedilen
nedenlerden dolayı Anayasa'ya aykırı bulunmaktadır.
VII-
Sendikalar Kanununun 27. maddesinin son fıkrası ile yargı mercileri dışındaki
makamlara verilen yetki, Anayasa'ya aykırıdır. Sendikalar özel hukuk
şahsiyetleridir. Bunlarda vazifeli olanların malî durumları şahsî gizlilikleridir.
Bu hususta, yargı mercileri hariç, hiçbir makamın kontrol hakkı olmamak
gerekir. Devlet kendi malî hukuka bakımından vatandaşları bazı bildirimlere
bağlayabilir ve bunların kontrolleri için hükümler koyabilir. Fakat hiç bir
sendika İdarecisinin şahsî servet durumu, kazaî makamlar dışında, münakaşa ve
tetkik konusu yapılamaz.
Yargı
mercileri dışında konulan mecburiyet, Anayasa'nın 12. maddesindeki eşitlik
ilkesine, 15. maddesindeki özel hayatın gizliliği prensibine ve Anayasa'nın
ruhuna aykırı bulunmaktadır.
VIII-
Sendikalar Kanununun 29. maddesi tüm olarak Anayasa'ya aykırı bulunmaktadır.
Sendikaların malî vesair durumlarının Çalışma Bakanlığına bildirmesi, bu
durumlarının alenileşmesini intaç edecektir. İşçi Sendikalarına verilen grev
yapma yetkisi, malî durumunun aleniyete dökülmesiyle zedelenmektedir.
Grev,
sürpriz tarzında yapılabildiği taktirde ve grev yapacak teşekkülün malî durumu
hakkında karşı teşekkülün yeterli bilgiye sahip olmaması halinde faydalı bir
harekettir. Yoksa bir işçi teşekkülünün malî durumu işverence biliniyorsa, işçi
sendikasının kudreti hakkındaki bütün gizliliklere peşinen, vakıf olunacak
demektir. Bu durumda ise işçi teşekkülü, karşı tarafın şartlarına önceden
mahkûm edilmiş olur.
Sendika
faaliyetlerini, işçi haklarını savunma imkânlarını, kamu düzeni ve genel ahlâk
dışında sınırlayan bu hükümler, Anayasa'nın 11., 46/1. ve 47. maddelerinin söz
ve ruhuna aykırı bulunmaktadır.
IX-
Sendikalar Kanununun 30. maddesinin 5 sayılı bendi, tevkif müessesesine
benzetilerek, bir suçtan dolayı hakkında takibata geçilen sendikanın bu
fiilinin sübutundan evvel dahi Cumhuriyet Savcısının talebi ile mahkemece
faaliyetten men edilebileceği hükmünü koymaktadır. 5 sayılı bentte yer alan
kaide, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 104 maddesinde sanığın tevkifine dair
konulan kaide ile aynı mahiyette bulunmaktadır. Sendikanın kapatılması veya
faaliyetten menedilmesi keyfiyeti, suç teşkil eden fiilin sübutu halinde
olabilir. Suçluluk durumunun bir mahkeme kararı ile sübutundan evvel sübjektif
taktirlerle sendikanın faaliyetten men'ine karar verilmesi, sendika hakkında
mahkûmiyetten evvel infazın başlaması neticesini verecektir.
Tevkif
müessesesinde suçun işlendiğine dair kuvvetli emarelerin bulunması, tevkif için
kâfi addedilmemiş, başkaca şartların da tahakkuku aranmıştır.
5
sayılı bent hükmü ise, mücerret suç islendiğine dair kuvvetli emarelerin
mevcudiyetini kâfi görmekle muhakeme yapılmadan verilmesi meşkûk olan cezanın
uygulanmasına cevaz vermektedir.
Sendika
gibi bir şahıs topluluğunun, hükümden evvel faaliyetten menedilmesi, sendika
kurma hak ve hürriyetini zedelediği gibi, bu durum, Anayasa'nın 30. maddesinin
söz ve ruhuna aykırı bulunmaktadır. 5 sayılı bent hükmü, müdafaa hakkının
kullanılmasından evvel hükmün infazı neticesini vermesi bakımından, Anayasa'nın
31. maddesine de aykırıdır.
X-
Sendikalar Kanununun 31. maddesinin 8 sayılı bendi, aynı kanunun 29. maddesinin
yaptırımını teşkil etmesi ve 29. madde ile olan bağı sebebiyle 29. maddenin
Anayasa'ya aykırılığında ileriye sürülen gerekçelerden ötürü, Anayasa'nın 11.,
46/1. ve 47. maddelerine aykırıdır.
XI-
Sendikalar Kanununun 31. maddesinin 12 sayılı bendinin "ve alelıtlak
zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı
kötüye kullanmak, dolanlı "iflâs" a dair koyduğu tahdit dışındaki
bütün hükümleri Anayasa'ya aykırı bulun maktadır.
Anayasa'nın
46. maddesinde sendika kurma hürriyeti bütün çalışanlara tanınmıştır. Sendika
kurmak hakkı, orada görev almak hakkını da kapsar. Anayasa'nın Milletvekili
veya Senatör olmak için aramadığı şartlar sendikalarda, sendika yöneticiliği,
haysiyet divanı üyeliği ve deneticilik vazifelerinde bulunacak sendika
azalarında aranmaktadır, 12 sayılı bentte öngörülen kısıtlamalar, özellikle
işçi sendikaları yöneticilerinin, işçinin dâvalarını savunurken giydiği bir
mahkûmiyetten sonra bir daha sendika içinde herhangi bir vazife almasını
önlemektedir. Bu kısıtlama o derece ağır tutulmuştur ki, suçun umumî af ile
düşmesi halinde de bu yasak devam etmektedir. Keza tecil için dahi aynı hüküm
konulmuştur.
12
sayılı bendin ikinci fıkrasında yer alan hükümler uyarınca sendika faaliyeti
sebebiyle cezalandırılan sendika idarecisinin, ayrıca bu kanuna göre kurulan
teşekküllerde belli bir süre görev alma hakkını kaybetmesinin hiç bir izahı
yoktur.
Şahsî
hayatında işlediği bir suçtan dolayı sendikanın hiç bir temsilî organında
vazife alamaması, yalnız Türk Sendikalar Kanunu tarafından konulmuş bir
memnuniyettir ki örneği hiç bir batı ülkesinde mevcut değildir.
Sendika,
bir hususî hukuk hükmi şahsiyetidir. Temsilî organlarında vazife alabilecek
şahısların niteliklerini tayin etmek kendi tüzüğüne ait olmak gerekir.
Anayasa'nın
46. maddesinin birinci fıkrasına göre Sendikalar Kanununa dahi lüzum yoktur.
Cemiyetler Kanunu ve Medenî Kanun bu sahayı nizamlamaya kâfidir.
Bu
sebeplerle 12. bent hükmü, Anayasa'nın kişinin temel haklarını sınırlaması
sebebiyle 10. maddesine, temel hakların özünü Anayasa dışı kayıtlaması
bakımından, 11. maddesine, hükmî şahıslar arasında eşitliği ihlâl etmesi
bakımından 12. maddesine, Anayasa'nın Milletvekili ve Senatör olmak için
aradığı şartlar 68. maddede gösterildiği halde 46. maddesinde bu kabil
şartların ileriye sürülmemesi ve Anayasa'nın hiç bir hükümde sözü edilen
organlarda yer almak için hiç bir şart aranmaması ve nihayet sendika kurma ve
aza olmanın sözü edilen organlarda yer almayı da kapsaması gerekeceği
noktasından Anayasa'nın 46. maddesinin lâfzına ve ruhuna aykırı bulunduğundan
12 sayılı bendin iptali lâzımdır.
Yukarda
XI sayı altında özetlenen dâva konuları, aynı sıra izlenmek suretiyle
incelenmiştir:
İstemle
ilgili Anayasa hükümleri:
"Madde
11- Temel hak ve hürriyetler, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak ancak
kanunla sınırlanabilir.
Kanun,
kamu yararı, genel ahlâk, kamu düzeni, sosyal adalet ve millî güvenlik gibi
sebeplerle de olsa, bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunamaz."
"Madde
46- Çalışanlar ve İşverenler, önceden izin almaksızın, sendikalar ve sendika
birlikleri kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten ayrılma hakkına
sahiptirler.
İşçi
niteliği taşımayan kamu hizmeti görevlilerinin bu alandaki hakları kanunla
düzenlenir.
Sendika
ve sendika birliklerinin tüzükleri, yönetim ve işleyişleri demokratik esaslara
aykırı olamaz."
Sendikalar
Kanununun dâva konusu hükümleri:
"Madde
1- 1. Sendika, birlik, federasyon ve konfederasyonlar, bu kanuna göm işçi
sayılanların ve işverenlerin, müşterek iktisadî sosyal ve kültürel
menfaatlerini korumak ve geliştirmek için kurdukları meslekî teşekküllerdir.
"Madde
2- 1. Hizmet akdine göre çalışmayı veya nakliye mukavelesine göre esas
İtibariyle bedenî hizmet arzı suretiyle çalışmayı yahut neşir mukavelesine göre
eserini naşire terk etmeyi meslek edinmiş bulunanlar ve âdi şirket mukavelesine
göre ortaklık payı olarak esas itibarîyle fizikî veya fikrî emek arzı suretiyle
bir işyerinde çalışanlar bu mukavelenin aynı durumdaki herkese fiilen açık
olması kaydı ile bu kanun bakımından işçi sayılırlar. Bu kanun bakımından işçi
sayılan kimseler, işçi sendikası kurmak ve işçi sendikalarına üye olmak hakkına
sahiptirler.
İşçi
niteliği taşımayan kamu hizmeti görevlilerin bu madde gereğince sendika kurmak
ve sendikalara üye olmak hakları ve bunların kuracakları sendikalarla bu
sendikaların kuracakları birlik, federasyon ve konfederasyonların özellikleri
özel kanunla düzenlenir,
Bu
maddenin kapsamına girip de kooperatif şirketlerde ortak olanlar ile anonim
şirket hissedarlarından herhangi bir suretle imtiyazlı hisse sahibi
olmayanların işçi sendikası kurmak ve işçi sendikalarına üye olmak hakları
saklıdır.
1
inci fıkra kapsamına giren kimselerden Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı
Kanununa tabi olanlar ile Millî Savunma Bakanlığına ve İçişleri Bakanlığı
Jandarma Genel Komutanlığına bağlı işyerlerinde çalışıp askerlik yükümünü
yerine getirmekte olanlar dışında kalanların, işçi sendikası kurmak ve işçi
sendikalarına üye olmak haklan saklıdır."
1-
Sendikalar Kanununun 1. maddesinin 1 sayılı bendi, bu kanuna göre işçi
sayılanlarla işverenlerin kuracakları sendika, birlik, federasyon ve
konfederasyonların kuruluş amaçlarını belirtmek için konulmuştur. Bu maddede
İşçi tanımlanmış değildir; sadece bu kanunun uygulanacağı işçilerin, bu kanunla
tanımlanan işçiler olduğu anlatılmaktadır.
Bu
kanuna göre İşçi sayılanların kimler olduğu da, kanunun, 2. maddesinin 1 sayılı
bendinde belirtilmiştir.
1.
maddenin 1 sayılı bendinin dâva konusu yapılması, bu bentte "bu kanuna
göre işçi sayılanlar" sözünün geçmiş olmasından ötürüdür. Dâvanın ağırlığı
2. maddenin bir sayılı bendi üzerinde toplanmıştır.
Bunlardan
dolayı her iki madde birlikte ele alınıp incelenmiştir.
2-
Davacı, Anayasa'nın 46. maddesindeki (Çalışanlar) sözünün Sendikalar Kanununun
1. ve 2. maddelerinin 1 sayılı bendleri ile sınırlandırılmış olduğunu, bu
sınırlama dışında "çalışanlar" deyimine girecek işçiler bulunduğunu
ve bundan dolayı anılan sınırlayıcı hükümlerin Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri
sürmektedir.
Görülüyor
ki bu konuya ilişkin dâvanın çözümlenmesi, Anayasa'nın 46. maddesinin birinci
fıkrasındaki (Çalışanlar) deyimine verilecek anlama bağlıdır.
Hiç
şüphe yokki (Çalışanlar) genel bir deyimdir. Bunu, sözlük anlamı ile değil,
Anayasa'da kullanıldığı, oturtulduğu yer yönünden anlamlandırmak gerekir.
Bu
nedenle, Anayasa koyucusunun (Çalışanlar) deyiminden kimleri kastettiğinin
tespiti için konu, önce Anayasa yapısından, sonra 46. maddede geçen sözlerin
sıralanması yönünden ve son olarak da sosyal açıdan ele alınmıştır:
a)
Anayasa'ya göre Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayanan millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Anayasa'da kişinin siyasî haklan yanında sosyal ve ekonomik haklarına geniş bir
ölçü ve anlayış içinde yer verilmiş, sosyal ve iktisadî haklar ve ödevler
bölümünde kişinin, ailenin ve toplumun sosyal ve ekonomik haklan ve bunlar
karşısında Devletin ödevleri, özelliklerinin gerektirdiği ayrıntılı bir biçimde
belirtilmiştir.
Gerçekten
Anayasa, ekonomiye el atmanın, vatandaşların vazgeçilmez temel haklarından
olduğunu belirttikten sonra, özel teşebbüslerin, millî iktisadın gereklerine ve
sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını
sağlayacak tedbirleri almakla Devleti ödevlendirdiği gibi, 41.-46. maddelerinde
de iktisaden zayıf durumda olanları, geçimleri maddî ve fikrî emek karşılığında
bir gelire bağlı bulunan kişileri, emekçileri ele alarak, bu tür çalışanların
insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal,
iktisadî ve malî yönlerden çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek ve
işsizliği, emeğin sömürülmesini önleyici tedbirleri almakla da Devleti ödevli
kılmıştır.
Bu
tedbirlerin yanında da Anayasa, 46. ve 47. maddeleriyle, yaşama ve çalışma
koşullarını düzenlemek ve geliştirmek için çalışanlara ayrıca bazı haklar ve
özgürlükler tanımıştır. Bunların başında sendika kurma hakkı gelir.
Görülüyor
ki (Çalışanlar) deyimi Anayasa'da, soyut bir deyim olarak değil, sendika
özgürlüğü ile ilgili olarak kullanılmıştır. Bundan ötürü (Çalışanlar) deyimini,
Anayasa'daki yerini gözönünde tutarak, sendika özgürlüğünden batı
demokrasilerinde ne anlaşılıyorsa öyle anlayarak, yorumlamak gerekir.
Bu
nedenlerle 46. maddedeki (Çalışanlar) deyiminden ereğin, geçimini emeği ile
sağlayan kişiler, çalıştırılanlar, geniş anlamı ile, içişler olduğu kolaylıkla
anlaşılır. Bu deyimin, sosyolojik bakımından işçi sınıfını teşkil eden varlıkla,
Özel kesimde ve kamu kesiminde çalıştırılanları kapsadığını kabul etmek, her
iki kitleyi, çalıştırılanlar kavram' içinde düşünmek, yukarıda açıklanan
Anayasa yapısına uygun düşer.
b)
Anayasa'nın 46. maddesinde "çalışanlar" sözünden hemen sonra
"işverenler" sözünün gelişi de yukarıdaki görüşü doğrulayıcıdır.
İşveren,
çalıştıran kişidir. Çalıştıranın karşısında elbette bir çalıştırılan vardır.
Her iki deyim yanyana okunduğu zaman (Çalışanlar) sözü ile güdülen ereğin
çalıştırılanlar olduğu anlaşılır.
Çalıştırılanlar
da, biri işçi niteliğini taşımayan kamu hizmeti görevlileri yani memurlar,
diğeri de geniş anlamı ile işçiler olmak üzere iki türlüdür.
Anayasanın
46. maddesinin birinci fıkrası, her iki tür çalışanların sendikalar ve sendika
birlikleri kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten ayrılma haklarını
belirterek bir kural koymakta, ikinci fıkrası da, gördükleri hizmetin niteliği
yönünden bir ayırım yaparak, yalnız işçi niteliğini taşımayan kamu hizmeti
görevlilerinin bu alandaki haklarının kanunla düzenleneceğini belirtmektedir.
Bundan
ötürüdür ki Anayasa koyucu, anılan maddenin birinci fıkrasında her iki çeşit
çalışanları kapsamı içine alacak genel bir deyimi, (Çalışanlar) deyimini
kullanmıştır.
c)
Sosyal ekonomi açısından insan gücü, çalışanlar, çalıştırılanlar ve kendi
hesabına çalışanlar olmak üzere üçe ve çalışanlar da işçiler ve memurlar diye
ikiye ayrılmaktadır.
Anayasa'nın
bu alanda yaptığı bölüm, sosyal açıdan yapılan bölüştürmeye de uygundur ve
yukarıda belirtilen görüşü doğrulayıcıdır.
(Çalışanlar)
deyimine verilen bu anlama göre, az bir sermaye ile tek başına, kendi hesabına
çalışan, ticarî sermaye ile birlikte vücut çalışmalarına dayanan ve geliri, o
yer geleneklerine göre tacir niteliğini gerektirmeyecek miktarda sınırlı olan
ve bu bakımdan tacir sayılmayan, kendi başına mal sahipliği yapan kişiler,
(Çalışanlar) deyimi dışında kalır. Bunlar Ticaret Kanununun 17. ve 507 sayılı
Esnaf ve Küçük Sanatkârlar Kanununun 2. maddesi gereğince esnaf sayılır ve bu
kanuna göre esnaf ve küçük sanatkârlar derneği kurabilirler.
Sokağın
bir köşesinde tek başına ayakkabı tamirciliği yapan da çalışır ve fakat
Anayasa'daki (Çalışanlar) deyimi kapsamına girmez. Bu ve bu gibiler sendika
kuramazlar ve fakat esnaf derneği kurarak çıkarlarını o yoldan koruyabilirler.
Bunlar, ne işverendirler, ne de (Çalışanlar) deyimi içine giren işçilerdir.
Ancak
esnaf niteliğinde olan kişiler, tek başına çalışmayıp da yanlarında başkalarını
çalıştırırlarsa, bu takdirde kendisi işveren ve yanında çalışanlar da kalfa ve
başka hizmet akdiyle iş sahibine bağlı olduklarından işçi sayılırlar. Bunlar
esnaf derneğine kaydolunmakla birlikte iş sahipleri işveren sendikasına,
işçiler de İşçi sendikalarına üye olabilirler. Bu engelleyen kanunî bir hüküm
yoktur.
Üyelerden
İhsan Ecemiş, kendi hesabına çalışanların Anayasa'nın 46. maddesi kapsamına
girip girmediğinin tartışılmasının gerekmediğini ileri sürerek, yalnız bu
yönden çoğunluğun yukarıda açıklanan görüşüne katılmamıştır.
3-
(Çalışanlar) deyimine verilen bu anlama göre Sendikalar Kanununun 1. ve 2.
maddelerinin 1 sayılı bentleri (Çalışanlar) deyimini sınırlamış mıdır ve varsa
bu sınırlama Anayasa'ya aykırı, anılan deyimi kısıtlayıcı nitelikte midir'
Sendikalar
Kanunu, bu kanununa göre işçi sayılan kişileri 2. maddesinin l sayılı bendinin
birinci fıkrasında şöyle tanımlamıştır:
"Hizmet
akdine göre çalışmayı veya nakliye mukavelesine göre esas itibariyle bendini
hizmet arzı suretiyle çalışmayı yahut neşir mukavelesine göre eserini naşire
terk etmeyi meslek edinmiş bulunanlar ve âdi şirket mukavelesine göre ortaklık
payı olarak esas itibariyle fizikî veya fikrî emek arzı suretiyle bir işyerinde
çalışanlar -bu mukavelenin aynı durumdaki herkese fiilen açık olması kaydiyle-
bu kanun bakımından işçi sayılırlar."
Görülüyor
ki kanun koyucu, hizmet akdini temel olarak ele almış ve bundan başka bazı
akitlere dayanarak emek arzeden ve işçilerle bir arada düşünülmesi Anayasa'nın
yapısına aykırı düşmeyen ve demokratik batı sendikacılığında alışılmış bulunan
bir tür hizmet görenleri de maddenin kapsamı içine almıştır.
a)
Bunlardan hizmet akdi, bir kimsenin ücret karşılığında belirli veya belirsiz
bir süre için hizmet görmeyi, hizmetini iş sahibinin elinde bulundurmayı ve iş
sahibinin de ona bir ücret vermeyi üstüne almasıdır.
Hizmet
akdi, bu akitle bağlı olan her çalışanı içine alır. Yalnız Sendikalar Kanununun
3. maddesinin 2 sayılı bendi, hizmet akdiyle bağlı olup da işveren sayılan
gerçek ve tüzel kişiler adına işletmenin bütününü yürütmeye ve yönetmeye
yetkili olanları, bu kanun bakımından işveren vekili ve işveren vekillerini de
yine bu kanun bakımından işveren saydığından bu tür kişiler, Sendikalar
Kanununa göre işçi değil işverendirler. Bunun dışında hizmet akdine dayanarak
iş görmeyi meslek edinmiş her kişi, Sendikalar Kanununa göre işçidir.
Hizmet
akdi 3 unsuru kapsar: 1- İş unsuru, 2- Ücret unsuru, 3- Bağlılık unsuru.
Bu
akdi, iş görmeye ilişkin diğer akidlerden ayıran, bu bağlılık unsurudur. Hizmet
akdinde işçi az veya çok işverene bağlıdır. Yani o, çalışmasını, hizmetini
işverenin gözetimi ve yönetimi altında yapar. Bu akdin bir yanında işveren,
öteki yanında işçi vardır. Söz gelişi, istisna akdinin ise, bir yanında iş
sahibi, öteki yanında müteahhit, vekâlet akdinde de bir yanda vekâlet veren,
öteki yanında vekil vardır. Müteahhit ve vekil işçi değildirler.
Hizmet
akdinden başka akitlerde bağlılık unsuru yoktur; bulunduğu iddiasında olan
davacı dahi bir tek örnek verememiştir.
Gerçekten
bu akit, davacının iddia ettiği gibi yalnız müstahdemi kapsamaz. Hizmet akdi, bu
akidle bağlı olan her kişiyi, sanayide çalışan işçileri, ticarette çalışan
işçileri, esnaf yanında çalışan İşçileri, Deniz ve Basın iş Kanununa göre
hizmet akdi ile bağlı olan işçileri, tarım işçilerini, evde çalışan
hizmetçileri, kâtibi, veznedarı ve benzerleri her işçiyi içine alır. Davacının
bu yöne yönettiği iddia da yersizdir.
b)
Kanun koyucu, işçi kitlesi denilen varlığı Anayasa'nın 46. maddesindeki
(Çalışanlar) deyimini, hizmet akdiyle çalışanlarla sınırlamamış, maddî ve fikrî
hizmet arziyle geçimini sağlayan ve sosyal açıdan işçi sayılanları da
(çalışanlar) kavramı içinde düşünerek, hizmet akdiyle bağlı olan işçiler gibi
Sendikalar Kanunu yönünden işçi saymıştır.
Bunlardan
biri hamallardır ki taşıma sözleşmesine göre bedence hizmet arzı suretiyle çalışmayı
meslek edinmiş olanlar, diğeri de serbest yazarlardır ki neşir sözleşmesine
göre eserini yayımlayıcıya bırakmayı ve böylece fikrî emeği ile geçimini
sağlamayı meslek edinmiş olanlar ve bir de âdi ortaklık sözleşmesine göre
ortaklık payı olarak fizikî veya fikrî emek arzı suretiyle bir işyerinde
çalışanlardır.
Görülüyor
ki İşçi Sendikaları Kanunu, bu kanuna göre işçi sayılanları, hizmet akdiyle
çalışanlarla sınırlamamış, Sosyal açıdan işçi sayılan kişileri de kapsamı içine
almış, işçileri "çalışanlar" kavramına uygun şekilde tanımlamıştır.
Açıklanan
nedenlerden ötürü, Sendikalar Kanununun yukarıda belirtilen tanımlamasının,
Sendikalar Kanununa göre işçi sayılmak için konulan koşulların, Sendikalar
Kanununun 1. maddesinin 1 sayılı bendiyle 2. maddesinin 1 sayılı bendinin,
Anayasa'nın 46/1. ve 11/2. maddelerine aykırı olmadığı ilkesinde görüş
birliğine varılmıştır.
274
sayılı Sendikalar Kanununun 2. maddesinin 1 sayılı bendinin sınırlayıcı ve
kesin nitelikte olup olmadığına gelince:
Sendikalar
Kanununun 2. maddesinin 1 sayılı bendinin birinci fıkrasındaki tanımlama
dışında kalan ve Anayasa'nın 46, maddesindeki "çalışanlar" deyimi
kapsamına giren işçiler, sosyal açıdan işçi niteliğinde sayılacak kişiler belki
bulunabilir ve iş hayatının çok çabuk gelişmesi, sosyal görüşlerin demokratik
yolda genişlemesi sonucu ileride de meydana gelebilir. Nitekim Sendikalar
Kanununun Millet Meclisi görüşmelerinde komisyon sözcüsü "sosyolojik
bakımdan işçi sınıfını teşkil eden zümre ile, hukukî anlamda işçi sendikası
kurabilecek kimseleri hukukî kıstası bulabildiğimiz ölçüde birbirleriyle
tetabuk haline getirmek için gayret sarf etmişiz" (M.M.T.D.: 69. Birleşim
10.4.1963 S: 211) demekle, metinde sayılanların dışında bir işçi tipi
bulunabileceğini üstü kapalı anlatmak istemiştir.
Mahkememiz
de böyle bir ihtimali kabul etmekle birlikte, sosyal açıdan dahi böyle bir işçi
tipinin bugünkü günde varlığını tespit etmiş, davacı da bu alanda bir tek örnek
göstermiş değildir. Bununla birlikte burada önem taşıyan nokta, işaret olunan ihtimallerin
gerçekleşmesi halinde uygulanacak hükmü tesbittir.
Çoğunluğun
görüşüne göre tanımlama dışında kalıp da "çalışanlar" deyimi içine
giren işçiler hakkında 274 sayılı Sendikalar Kanunu uygulanamaz. Çünkü anılan
fıkra, Sendikalar Kanununa göre işçi sayılma koşullarını örnek vererek değil,
kesin olarak belirtmiştir. Fıkrada (... çalışanlar bu kanun bakımından İşçi
sayılırlar) denilmekle cümle, kesin olarak bağlanmış ve söz gelişi"...
çalışanlar veya bunlara benzeyenler bu kanun bakımından işçi sayılırlar
denilmemiştir. Bundan ötürü buradaki tanımlama sayıcı ve örnek verici değil,
kesin niteliktedir. Metin bu yönden o kadar açık ve uygulanacak hüküm o kadar
belirlidir ki yorumlanmasına hukuk yönünden olanak yoktur. Burada yorum yapmak
hukuk kurallarına aykırı düşer. Bir metin okunur okunmaz anlaşılmaz, başka
başka anlamlara olanak verecek kadar duraksamalar doğuracak nitelikte kapalı
veya yanlışlık apaçık ise ancak o zaman yorum da kanun koyucunun o metni
koymasındaki ereklere göre yapılır.
Bu
nedenlerledir ki kesin metnin dışında kalıp da Anayasa'nın (Çalışanlar) deyimi
kavramına giren işçiler, 274 sayılı Sendikalar Kanununa göre değil, Anayasa'nın
46. maddesi gereğince tüzükleri, yönetim ve işyerleri demokratik esaslara,
Anayasa ilkelerine aykırı olmamak koşulu ile Sendikalar ve sendika birlikleri
kurabilirler.
Zaten
Anayasamız işçilerin sendikalar ve sendika birlikleri kurma temel haklarını
kullanabilmeleri için bir kanun çıkarılmasını özel surette buyurmamıştır.
Yasama organı, Anayasa'nın 5. maddesinin kendisine verdiği genel yetkiye
dayanarak 274 sayılı Sendikalar Kanununu çıkarmıştır. Bu kanunun dışında
kalanlar, yukarıda belirtildiği gibi Anayasa'ya dayanarak sendikalar ve sendika
birlikleri kurar, tutumları, durumları bunların da bir kanun düzeni içine
alınmalarını gerektirirse, yasama organı bunları da yeni bir kanun düzeni içine
alabilir; hatta 3 maddelik bir kanunla bunları da 274 sayılı Sendikalar
Kanununa bağlayabilir. Sendikalar Kanununda bunları önleyici, engelleyici
"bu kanun dışında, sendika kurulamaz" diye yasaklayıcı hiç bir hüküm
yoktur. Bulunsa idi ancak o zaman bu hükmün Anayasa'ya aykırılığı
düşünülebilirdi.
Görülüyorki
Sendikalar Kanununun 2. maddesinin 1 sayılı bendindeki sınırlılık ve kesinlik,
Sendikalar Kanunu yönünden olup, Anayasa'nın 46. maddesindeki (çalışanlar)
deyimini sınırlayıcı ve kısıtlayıcı nitelikte değildir.
Bu
nedenlerle Sendikalar Kanununun 1, ve 2. maddelerinin 1 sayılı bentleri,
Anayasa'nın 46/1. ve 11/2. maddelerine aykırı değildir ve bu konuya ilişkin
iptal isteminin reddi gerekir.
Üyelerden
Celâlettin Kuralmen, Hakkı Ketenoğlu, Muhittin Taylan, Recai Seçkin ve Lûtfi
Ömerbaş, söz konusu bendin, sendika kuracak olanları sınırlayıcı bir nitelik
taşımadığı, kurulacak her sendikanın 274 sayılı Kanun hükümlerine bağlı bulunması
gerektiği, Fazlı Öztan ve Halit Zarbun, söz konusu bendin, bütün sendika
kurabilecek olanları kapsamına aldığı, yani bu sınırlanış dışında sendika
kurabilecek bir çalışanlar topluluğu bulunamıyacağı ve bendin böylece
Anayasa'ya uygun olduğu yolundaki düşüncelerle çoğunluğun benimsediği gerekçeye
katılmamış üyelerden İhsan Ecemiş ise, kendi hesabına çalışanların Anayasa'nın
46. maddesi kapsamına girip girmediğinin tartışılması gerekmediği görüşünde
bulunmuştur.
II.
İstemle
ilgili Anayasa hükümleri:
Madde
46- (l. bölümde bu metin yazılıdır) Sendikalar Kanununun dâva konusu hükmü :
Madde
4- 1. b) 22. maddenin 2 nci bendinde yazılı idare, teşekkül, müessese ve
bankalarda çalışan müfettişler ve kontrolörler ile Umum Müdür Yardımcısı veya
buna eşit ve üst kademelerdeki görevlerde çalışanlar;
Sendika
kuramazlar ve sendikalara üye olamazlar.
22.
maddenin 508 sayılı Kanunun 2. maddesiyle değişik 2 sayılı bendi:
"Genel
ve katma bütçeli idarelerle mahallî idareler ve bunlara bağlı sabit ve döner
sermayeli müesseseler, sermayesinin tamamı devlet tarafından verilmek suretiyle
kurulan iktisadî teşekkül ve müesseselerle sermayelerinde devletin iştiraki
bulunan bankalar, kamu kurumu niteliğindeki meslekî teşekküller dahil olmak
üzere özel kanunlarla kurulan bankalar ve teşekküller bu bentte zikredilen
idare, teşekkül ve bankalar tarafından ödenmiş sermayesinin en az yarısına
katılmak suretiyle kurulan teşekküllerle bunların aynı nispette katılması ile
kurulan müesseseler, işbu kanuna göre kurulan meslekî teşekküllere herhangi bir
şekilde malî yardım ve bağışta bulunamazlar.
8
Ağustos 1961 tarihli ve 344 sayılı Kanunun geçici l inci maddesi hükmü
saklıdır.
a)
İddianın esasının incelenmesine girişilmeden önce, Sendikalar Kanununun 4.
maddesinin 1 sayılı bendinin (b) fıkrasının gönderme yaptığı 22. maddede
17/7/1964 günlü ve 508 sayılı Kanunla değişiklik yapılmış olmasının bu bende
ilişkin dâvanın görülmesine engel olmayacağı konusu görüşülmüş ve engel
olmayacağına oybirliği ile karar verilmiştir.
Dâva
konusu (b) fıkrasında bir değişiklik yapılmadığı, gönderme yapılan 22.
maddedeki değişikliğin, niteliği bakımından dâvaya etkisi bulunmadığı ve bu
gerekçe İle dâvanın bakılmasına engel olmadığı sonucuna varılmıştır. Karşı oyda
bulunan İhsan Keçecioğlu, Salim Başol, Fazlı Öztan, Celâlettin Kuralmen, Hakkı
Ketenoğlu, Muhittin Taylan ve Recai Seçkin göndermenin, belli bir hükmün
gönderme yapan maddede yer alması demek olduğu, gönderme yapılan 22. maddedeki
değişikliğin ise, dava konusu (b) fıkrasının gönderme yaptığı yönü
ilgilendirmediği gerekçesiyle değişikliğin dâvanın görülmesine engel
olamayacağı görüşünü savunmuşlardır.
b)
Dâvanın esasına gelince: Sendikalar Kanununun 4. maddesinin 1. b) fıkrası,
rastgele kişilerin sendika kurma ve sendikalara üye olmak haklarını kaldırmış
değildir. Anılan fıkra ile konulan yasak, ancak 22. maddenin 2 sayılı bendinde
yazılı idare, teşekkül, müessese ve bankalarda çalışan müfettişler ve
kontrolörlerle Umum Müdür yardımcıları ve buna eşit ve üst kademelerdeki
görevlerde çalışan kişilere ilişkindir. Bu kişiler ise, işçi münasebetlerindeki
anlaşmazlıkları çözümlemede işveren vekili durumunda olan, devleti işçiye karşı
temsil eden, onun adına teftiş etme, işi çevirme ve yönetme yetkisi olan
kişiler olup, hizmet akdiyle bağlanmış bile olsalar, gördükleri işin niteliği
bakımından kamu hizmeti gören devlet görevlilerine yakın bir durumdadırlar.
Bunların Sendikalar Kanunundan ayrı bir statüye bağlanmalarında yararlar
vardır.
Söz
gelişi iktisadî devlet teşekküllerinden birinde hizmet akdiyle genel müdürlük
görevi almış olan kimseyi, Sendikalar Kanununa göre kurulan bir sendika üyesi
kabul etmek, o teşekkülün düzeni, disiplini yönünden çok sakıncalıdır.
Sendikacılığın istediği dayanışma ve disiplin yanında bu tür kuruluşun düzenli,
disiplinli ve verimli bir şekilde işlemesi için de ayrı bir disiplin ve düzen
gereklidir. Çünkü bir kez Devletin az veya çok payla katıldığı bu gibi yerlerde
yönetici ve denetleyici olarak çalışanlarla, işçiler arasında buyruk verme ve
buyruğu yerine getirmenin gerektirdiği ayırımının yapılması ikinci olarak da
bütün çalışanların, işlerinin ve görevlerinin özelliği ve esenliği yönünden,
ayrı bir düzene bağlanması zorunludur.
Esasen
Anayasa'nın 46. maddesi, yalnız işçi niteliği taşımayan kamu hizmeti görevlilerinin
sendika kurmaya ilişkin haklarının kanunla düzenleneceğini buyurmuş, diğer
çalışanlar için kanunla düzenlemeden söz etmemiştir.
Kararın
1. bölümünde açıklandığı gibi, ancak yasama organı, Anayasa'nın 5. maddesinin
verdiği genel yetkiye dayanarak Sendikalar Kanununu çıkarmış ve yukarıda
belirtilen kişileri, bu kanunun alanı içine almağı, görevlerinin niteliği ve
özelliği yönünden, kamu yararına uygun görmemiş, bu tür kişilerin yalnız bu
kanuna göre sendika kuramıyacaklarını ve bu sendikalara üye olamıyacaklarını
belirtmiştir.
Sendikalar
Kanunu, bu çeşit kişilerin bu kanun dışında sendika kurma ve sendikalara üye
olma haklarını engelleyici bir hüküm getirmediği gibi, çalışma hayatımızın
içinde çeşitli konularda çalışan bütün kişileri kapsayan bir hüküm de getirmiş
değildir. Yasama organı, ilerde bir tür çalışanları işlerinin niteliğine uygun
ve Anayasa çerçevesi içinde ayrı bir sendika kanununa bağlayabilir.
Nitekim
kanun koyucu, konumuzu teşkil eden kişileri sonradan çıkan 8.6.1965 günlü ve
624 sayılı "Devlet Personeli Sendikaları Kanunu" alanı içine
almıştır. Bu kanunun 8. maddesi şöyledir:
"Madde
8- 15 Temmuz 1963 tarihli ve 274 sayılı Sendikalar Kanununun 4.
maddesinin 1 (b) bendinde yazılı olan hizmet akdiyle çalışan şahıslar, bu
kanuna göre sendika kurabilir ve sendikalara üye olabilirler, 7. madde
hükümleri saklıdır.
Sendikalar
Kanununun yasakladığı sözü geçen kişiler, 624 sayılı Kanuna göre sendika
kurabilecekler ve bu sendikalara üye olabileceklerdir.
Görülüyorki
yukarıda belirtildiği gibi, 274 sayılı Sendikalar Kanunu ile yapılan yasaklama,
Sendika kurma, ona üye olma haklarını kökünden kaldırıcı ve bu hakların özünü
zedeleyici değil, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun sınırlayıcı niteliktedir
ve bu sınırlama da yukarıda belirtilen iş yerlerindeki düzen ve disiplinin
korunması ve görevlerin nitelikleri nedenlerine dayanmaktadır. Bu bakımdan
Sendikalar Kanununun 4. maddesinin 1/b kendi Anayasa hükümlerine aykırı
sayılamaz.
Öte
yanda bu sınırlama, 6366 sayılı Kanunla onaylanmış olan "İnsan haklarını
ve ana hürriyetleri korumaya dair sözleşme"nin 11. maddesinin 2 sayılı
bendine de uygundur.
Sözleşmenin
11. maddesinin 2 sayılı bendinde "Bu hakların kullanılması demokratik bir
toplulukta, zarurî tedbirler mahiyetinde olarak millî güvenliğin, âmme emniyetinin,
nizamı muhafazanın, suçun önlenmesinin, sağlığın veya ahlâkın veya başkalarının
hak ve hürriyetlerinin korunması için ve ancak kanunla tahdide tabi
tutulabilir" denilmektedir. Bu bentdeki "nizamı muhafaza" sözüne
yukarıda belirtilen kuruluşların düzenini korumak dahi girer.
Bu
duruma göre Sendikalar Kanununun 4. maddesinin 1 sayılı bendinin (b) fıkrasının
gönderdiği 22. maddenin 2 sayılı bendinde sayılan Kurum ve kuruluşlarda çalışan
müfettişlerin ve kontrolörlerle, genel müdür yardımcısı veya bunlara eşit ve
üst kademelerdeki görevlerde bulunanlar Devlet Personeli Sendikalar Kanununa
göre sendika kuracaklar ve bu sendikalara üye olabileceklerdir. Yapılan bu
ayırımda Anayasa'ya aykırı bir yön yoktur.
Bu
nedenlerle 274 sayılı Sendikalar Kanununun 4. maddesinin 1 sayılı bendinin (b)
fıkrası Anayasa'nın 46. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarına aykırı
değildir ve iptal isteminin reddi gerekir.
Üyelerden
Fazlı Öztan ve Muhittin Gürün bu görüşe katılamamışlardır.
III
İstemde
ilgili Anayasa hükmü:
"Madde
31- Herkes, meşru bütün vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak, iddia ve savunma hakkına sahiptir.
Hiç
bir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki dâvaya bakmaktan kaçınamaz."
Sendikalar
Kanununun dava konusu hükmü :
"Madde
8- 1. Kanun ve teşekkül tüzüğü hükümleri gereğince teşekkülden çıkarılan
üyenin, çıkarma kararına karşı genel kurula başvurma hakkı vardır. Genel Kurul
kararına karşı, bu kararın ilgiliye tebliğinden itibaren üç ay içinde, İş
davalarına bakmakla görevli mahallî mahkemeye ilgili tarafından itiraz
edilebilir; Mahkemenin kararı kesindir.
2.
çıkarılan üye hakkındaki genel kurul kararı, 12 nci maddede gösterilen resmî
makamlara yazıyla tebliğ edilir. Genel Kurul kararına karşı, bölge çalışma müdürlüğü,
keyfiyetin yetkili resmî makama tebliğinden itibaren üç ay içinde iş davalarına
bakmakla görevli mahallî mahkemeye itirazda bulunabilir; Mahkemenin kararı
kesindir."
Sendikalar
Kanununun 8. maddesi, bir üyenin teşekkülden çıkarılması dolayısiyle iş mahkemesinin
vereceği kararın kesin olduğunu belirtmektedir.
Davacı
bu kesinliğin, Anayasa'nın 31. maddesinin sözüne ve ruhuna aykırı olduğunu
ileri sürmektedir.
Gerçekten
Anayasa'nın 31. maddesine göre herkes, meşru bütün vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya dâvâlı olarak, iddia
ve savunma hakkına sahiptir.
Sendikalar
Kanununun anılan maddesi ise, Anayasa'nın bu hükmünü zedeleyici bir hüküm
getirmemiş, dava yolunu kapatmamış, tersine yargı denetimine yer vermiştir. 8.
madde, teşekkülden çıkarılan üyeye, genel kurula, genel kurul kararına karşı da
hem çıkarılan üyeye, hem de bölge çalışma müdürlüğüne belirli süre içinde iş
mahkemesine başvurma hakkını tanımış ve böylece teşekküllerin, üyeleri
tarafından demokratik denetimi müeyyidelendirmiş ve teşekkülden çıkarma işlemi
yargı denetimine bağlanmıştır.
Ancak,
sözü geçen maddeye göre verilen bu hüküm kesindir.
Bir
hükmün kesin olup olmaması bir usul işidir. Anayasamız 136. maddesinde
(Mahkemelerin kuruluşu, görevi ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri
kanunla düzenlenir) demek suretiyle bu alanların Anayasa'ya uygun olarak
düzenlenmesini yasama organına bırakmıştır. Kanun koyucu da Sendikalar
Kanununun 8. maddesinde çıkarma karan hakkında iş Mahkemesinin vereceği kararın
kesin olduğunu belirtmiştir. Kanun koyucunun bu hükmü, işin niteliği yönünden
yerindedir. Çünkü anılan 8. maddeye göre çıkarılan üyenin, çıkarma kararına
karşı önce genel kurula ve bundan sonra da yetkili mahkemeye başvurma hakkı
vardır.
Görülüyor
ki çıkarma karan, bir kerre teşekkülün iç yapısında incelenmekte ve bu inceleme
de yargı mercii tarafından denetlenmektedir.
Bu
kararın konusunu teşkil eden işlem yönünden, bir kerre de üst derece tarafından
denetlenmesini haklı kılan bir gerek yoktur.
Kaldı
ki Anayasamız, bütün mahkeme kararlarının ayrıksız olarak üst mahkemeden
geçmesinin şart olduğunu belirten bir hükmü de kapsamamaktadır.
Zaten
yargı denetiminde sonsuzluk hiç bir zaman söz konusu olamaz. Onun bir yerde
kesilmesi gerekir. Nitekim Usul Kanunlarında da Kanun yolları gereklere göre
düzenlenmiş ve bazı kararların kesin olduğu belirtilmiştir.
Konumuzda
da, kanun koyucu işlemin niteliğini ve geçirdiği evreleri gözönünde tutarak, İş
Mahkemesinin bu alanda verdiği kararın Yargıtay'ca incelenmesinde bir kamu
yararı görmemiştir.
Bu
nedenlerle Sendikalar Kanununun 8. maddesindeki kanun yollarına başvurmayı
önleyici hüküm Anayasa'nın 31. maddesine aykırı değildir. Bu konuya ilişkin
iptal isteminin reddi gerekir.
Üyelerden
Recai Seçkin bu görüşe katılmamıştır.
IV.
İstemle
ilgili Anayasa hükümleri:
"Madde
4- Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir.
Millet,
egemenliğini, Anayasa'nın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle
kullanır.
Egemenliğin
kullanılması, hiç bir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa
bırakılamaz. Hiç bir kimse veya organ, kaynağını Anayasa'dan almayan bir devlet
yetkisi kullanamaz."
"Madde
6- Yürütme görevi, kanunlar çerçevesinde, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu
tarafından yerine getirilir."
"Madde
7- Yargı yetkisi, Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır."
Sendikalar
Kanununun dâva konusu hükmü :
"Madde
10- Bu kanuna göre kurulan işçi ve İşveren teşekkülleri, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının l ve 2 nci maddeleri, 3 üncü maddesinin 1 inci fıkrası ve 4 üncü
maddesi ve 19 uncu maddesinin son fıkrası ile 57 nci maddesinin 1 inci
fıkrasındaki ilkelere aykırı faaliyet sarfetmeyen milletlerarası işçi ve
işveren teşekküllerine serbestçe üye olabilirler ve üyelikten çıkabilirler.
İlgili teşekkül, katıldığı milletlerarası teşekkülün tüzüğünü, katılma tarihini
takip eden onbeş gün içinde Çalışma Bakanlığına gönderir. Üyelikten ayrılma
halinde de, durumu, ayrılma tarihini takip eden onbeş gün içinde aynı bakanlığa
bildirir.
Bu
kanuna göre kurulan meslekî teşekküllerce alınmış olup kuruluşları yukarıdaki
ilkelere aykırı olan veya bu ilkelere aykırı hareket eden Milletlerarası
teşekküllere katılma kararları, Bakanlar Kurulu kararı ile iptal olunur.
Danıştay, Bakanlar Kurulunun bu konudaki kararları aleyhindeki iptal dâvalarını
üç ay içinde sonuçlandırır."
a)
Sendikalar Kanununa göre kurulan meslekî teşekküller, temelini özel hukuktan
alan birer özel hukuk tüzel kişileridir. Böyle olduğu içindir ki bu
teşekküller, onu kurmak isteyenlerin iradelerini belirten tüzüklerini mahallin
en büyük mülkiye amirine vermekle tüzel kişilik kazanırlar. Kamu tüzel
kişilerinde olduğu gibi doğmaları ve yok olmaları için bir kanuna ihtiyaç
yoktur.
Ancak
bu kuruluşların doğup, yok olmalarının esas itibariyle özel hukuk hükümlerine
bağlı olması, onları derneklerle her yönden bir tutmayı gerektirmez.
Nitekim
Anayasa dahi Sendika kurma hakkını, dernek kurma hakkı çerçevesinden çıkarıp
özel bir şekilde ele almıştır. 1961 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, daha çok
siyasî demokrasiyi getiren 1924 tarihli Teşkilâtı Esasiye Kanunundan başka
olarak, en geniş şekilde sosyal ve ekonomik anlamı ve kapsamı bulunan
demokrasiyi getirmiş, bu yapısı içinde sendika kurma hakkını, dernek kurma
hakkının dışında bir sosyal hak olarak belirtmiştir.
Anayasa'da,
dernek kurma hakkından (Temel haklar ve ödevler) başlıklı ikinci kısmın
"kişinin hakları ve ödevleri" bölümünde, sendika kurma hakkından ise
"sosyal ve iktisadî haklar ve ödevler" bölümünde söz edilmiştir.
Anayasamıza
göre dernek kurma hakkı kişisel bir haktır, sendika kurma, hakkı ise, sosyal ve
iktisadî haklardandır.
Sendika
kurma hakkının ayrı bir bölümde yer almasının nedeni, sendika kurma hakkından
söz eden 46. maddenin gerekçesinde şu şekilde açıklanmıştır. "... Dernek
kurma hak ve hürriyeti, meslekî teşekkülleri kurma hakkını kapsarsa da,
tecrübeler bu alandaki hürriyetin ayrıca belirtilmesine lüzum olduğunu
göstermiştir. Nitekim İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde ve çeşitli
anayasalarda da aynı yola gidilmiştir. (Anayasa Komisyonu raporu S. Sayı : 35),
Görülüyor
ki sendika ve sendika birlikleri kurma hakkı, klâsik kişisel temel hak ve
hürriyetlere yakından bağlıdır ve bunlar, sosyal ve ekonomik alanda etkileri
geniş olan ve özellikleri bulunan, bu nedenle de ayrı bir topluluk sayılması
gereken kuruluşlardır.
Sendikalar
ve sendika birlikleri, gerçekte toplumun büyük bir kitlesinin, ortak ve sosyal
ihtiyaçlarını karşılamak, kalkınmalarını, maddece ve madde dışı gelişmelerini,
bir iş ve meslek edinmelerini sağlamak ve nihayet işçinin ezilmesini veya
işverenle işçi arasında çıkacak uyuşmazlıklar yönünden toplum düzeninin
bozulmasını önleyecek bir denge kurmak suretiyle kamu yararına çalışan birer
kuruluş niteliğindedirler.
Bu
kuruluşlar, bu bakımdan ellerinde topladıkları maddece ve madde dışı erkin,
yerinde kullanılmasını sağlamak yönünden idareyi ilgilendiren ve öteki
derneklerden ayrı bir nitelik gösteren ve kamu kuruluşu niteliğindeki meslek
kuruluşlarına yaklaşan sosyal ve ekonomik alanda önemli etkileri bulunan güçlü
birer toplulukturlar.
Elbette
bu güçlü kuruluşlar, kamu düzeni ve genel ahlâk içinde yaşamak ve sosyal düzeni
ve sükûnu bozucu fiil ve hareketlerde bulunmamak. Özellikle Anayasa ilkelerine
aykırı bir yon tutmamakla ödevlidirler. Bu ödevlerin yerine getirilip
getirilmediğini denetlemek, izlemek gerektiğinde önleyici tedbirler almak ve
gereken kanunî yollara başvurmak, yürütme organının yetkisi içindedir.
Bu
nedenlerledir ki Sendikalar Kanununun 10. maddesi, Sendikalar Kanununa göre
kurulan işçi ve İşveren teşekküllerinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının 1. ve
2. maddeleri, 3. maddesinin birinci fıkrası ve 4. maddesi, 19. maddesinin son
fıkrası İle 57. maddesinin birinci fıkrasındaki ilkelere aykırı olarak kurulan
veya bu ilkelere aykırı hareket eden milletlerarası teşekküllere
katılamıyacakları ve katıldıkları taktirde katılma kararının Bakanlar Kurulu
kararı ile iptal olunacağı hükmünü getirmiştir.
Görülüyor
ki burada Anayasa'nın temel ilkelerine aykırı durumlar, yürütme organı
tarafından, kamu yararının ve kamu düzeninin sağlanması amacı ile ortadan
kaldırılmakta ve bu suretle bazı yabancı emeller uğruna çalıştırılan
ideolojilerin sızma faaliyetleri önlenmekte, kamunun yüksek yararları ve kamu
düzeni korunmaktadır.
b)
İdarenin bu alanda aldığı karar, tamamen idarî niteliktedir. Çünkü bu işlemde ne
bir hakkın yerine getirilmesi ve ne de bir cezalandırma söz konusudur.
Bu
karar, Danıştay'ın denetimine bağlı olduğuna göre, yürütmenin kanuna aykırı
kararlarına karşı bir teminatı da sağlamış bulunmaktadır.
Bu
nedenlerden ötürü burada (Anayasa'nın 7. maddesine aykırı bir yön yoktur.
c)
Burada söz konusu olan, bir vesayet kurulması değil, yukarıdaki açıklamalardan
da anlaşılacağı üzere, kamu düzeninin zorunlu kıldığı bir denetleme tedbirinin
öngörülmesidir.
Bu
nedenlerle Sendikalar Kanununun 10. maddesinin ikinci fıkrası Anayasa'nın 4.,
6. ve 7. maddelerine aykırı değildir ve bu konuya ilişkin iptal isteminin reddi
gerekir.
V.
Konu
ile ilgili Anayasa hükümleri:
"Başlangıç-Tarihi
boyunca bağımsız yaşamış, hak ve hürriyetleri için savaşmış olan; Anayasa ve
hukuk dışı tutum ve davranışları ile meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı
direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 devrimini yapan Türk Milleti;
Bütün
fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde,
millî şuur ve ülküler etrafında toplayan ve milletimizi, dünya milletleri
ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak millî birlik ruhu içinde
daima yüceltmeyi amaç bilen Türk milliyetçiliğinden hız ve ilham alarak ve;
"Yurtda
sulh, cihanda sulh" ilkesinin, millî mücadele ruhunun, millet
egemenliğinin, Atatürk devrimlerine bağlılığın tam şuuruna sahip olarak;
İnsan
hak ve hürriyetlerini, millî dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun
huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak
demokratik hukuk devletini bütün hukukî ve sosyal temelleri ile kurmak için;
Türkiye
Cumhuriyeti Kurucu Meclisi tarafından hazırlanan bu Anayasa'yı kabul ve ilân ve
onu, asıl teminatın vatandaşların gönüllerinde ve iradelerinde yer aldığı
inancı ile, hürriyete, adalete ve fazilete âşık evlâtlarının uyanık bekçiliğine
emanet eder.
"Madde
2- Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, millî demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir."
"Madde
36- Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu
haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet
hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
"Madde
41- İktisadî ve sosyal hayat, adalete, tam çalışma esasına ve herkes için
insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesi sağlanması amacına göre
düzenlenir.
İktisadî,
sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek; bu maksatla,
millî tasarrufu artırmak, yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere
yöneltmek ve kalkınma plânlarını yapmak Devletin ödevidir."
"Madde
42- Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir.
Devlet,
çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi
için, sosyal, İktisadî ve malî tedbirlerle çalışanları korur ve çalışmayı
destekler; işsizliği önleyici tedbirleri alır.
Angarya
yasaktır.
Memleket
ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda vatandaşlık ödevi niteliği alan beden
veya fikir çalışmalarının şekil ve şartları, demokratik esaslara uygun olarak
kanunla düzenlenir."
"Madde
47- İşçiler, işverenlerle olan münasebetlerinde, iktisadî ve sosyal durumlarını
korumak veya düzeltmek amacıyla toplu sözleşme ve grev haklarına sahiptirler.
Grev
hakkının kullanılması ve istisnaları ve işverenlerin hakları kanunla
düzenlenir." Sendikalar Kanununun dâva konusu hükmü :
"Madde
14- 1. Bu kanuna göre kurulan meslekî teşekküller, tüzel kişi olarak genel
hükümlere göre sahip oldukları yetkilerden başka, aşağıda zikredilen faaliyette
bulunabilirler.
h)
Grev veya lokavta karar vermek ve idare etmek;
4.
Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu hükümleri saklıdır."
Davacı,
lokavtın, Anayasa'da öngörülmediği, işçiyi yoksulluğa düşürecek ve işsizliği
doğuracak nitelikte bulunduğu, mülkiyet hakkının toplum yararına aykırı
kullanılması demek olduğu nedenleriyle Anayasa'nın çeşitli hükümlerine karşı
bulunduğunu ileri sürerek 274 sayılı Sendikalar Kanununun 14. maddesinin 1
sayılı bendinin (h) fıkrasında ve 4 sayılı bendindeki lokavta ilişkin
hükümlerin İptalini istemiştir.
Lokavtın
tanımlanmasına ve esasına ilişkin hükümlere 275 sayılı Kanunda yer verilmiş 274
sayılı Kanunda da bu hakka çeşitli nedenlerle değinilmiştir.
15.7.1963
günlü ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun 18.
maddesinin birinci fıkrasında lokavt şöyle tanımlanmıştır;
"Bir
İş kolunda veya iş yerinde faaliyetin büsbütün durmasına sebep olacak tarzda,
işveren veya işveren vekili tarafından kendi teşebbüsü ile veya bir teşekkülün
verdiği karara uyarak işçilerin topluca işten uzaklaştırılmasına lokavt
denir."
Görülüyor
ki lokavt, işverenin, işçileri topluca işten uzaklaştırmasıdır. Elbette bu hal,
bir süre işsizliğe sebep olacak, grevde olduğu gibi insan gücünün geçici olarak
iş hayatından uzaklaşması sonucunu doğuracaktır. Fakat bu, belirli iktisadî
ereklere ulaşmak, sermaye ile emek arasında bir denge kurmak gibi haklı
nedenlere dayanmaktadır. Aşağıda yazılı gerekçelerden ötürü, Kanun Koyucunun
lokavtı bir hak olarak tanıması, Anayasa'mızın yapısına aykırı bir nitelik
taşımamaktadır.
A)
Anayasa'nın 2. maddesinde açıklandığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti, başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan ... demokratik, ... sosyal bir hukuk
devletidir. Demokratik sosyal hukuk devleti; insan hak ve hürriyetlerine saygı
gösteren, ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren ve teminat altına alan, kişi
ile toplum arasında denge kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak
düzenleyen, özel teşebbüsün güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayan,
çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi
için sosyal, iktisadî ve malî tedbirler alarak çalışanları koruyan, işsizliği
önleyici ve millî gelirin, adalete uygun biçimde dağılmasını sağlayıcı
tedbirler alan, adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu, devam ettirmeğe
kendini yükümlü sayan, hukuka bağlı kararlılık içinde ve gerçekçi bir özgürlük
rejimini uygulayan devlet demektir.
İşvereni
bir yana bırakarak, sadece işçinin çıkarları ile uğraşmak, işçileri ele alıp
özel teşebbüsü ihmal etmek Anayasa'nın yapısına, adaletli hukuk düzeni
kavramına uymaz. Nitekim Anayasa, 41. ve onu izleyen maddeleriyle çalışanların
insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için gerekli
tedbirleri almakla devleti ödevli kıldığı gibi 40. maddesiyle de herkesi
dilediği alanda çalışma ve sözleşme yapma hürriyetlerine sahip kılmakta,
vatandaşın iktisat alanında teşebbüs sahibi olmak hakkını temel haklardan
saymakta ve böylece özel teşebbüslerin kurulmasını serbest bırakmakta, devleti,
özel teşebbüslerin, millî iktisadın gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini,
güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirler almakla da
ödevli kılmaktadır.
Görülüyor
ki Anayasa, devleti, iş verenle işçi arasında ekonomik ve sosyal bir denge
kurmak, sermayenin emeği ve emeğin sermayeyi sömürmesini, bu iki varlıktan
birinin ötekini önleyici tedbirleri almakla yükümlü tutmuştur.
Grev,
işçinin kendi çıkarlarını işverene karşı korumak için Anayasanın işçiye
tanıdığı bir haktır. İşçinin bu hakkı karşısında, işverenin de bir takım
haklarının bulunması gerekir. Yoksa işveren İşçinin grevi karşısında, hemen her
zaman işçinin isteklerini kabul etmek zorunda kalır ve böylelikle sosyal ve
ekonomik denge bozulur. Grev nasıl işçiler için ekonomik bir savaş aracı ise,
lokavt da işverenler için ekonomik bir savaş aracıdır. Bunların her ikisi de
toplu iş uyuşmazlıklarının çözümlenmesi hususunda kullanılan haklardır.
Pazarlığa oturan taraflardan birinin eline grev gibi çok önemli ve etkili bir
baskı aracı verilirken diğer tarafı, bir olanaktan yoksun bırakmak, işverenin
güvenini sarsıp toplum için emek gibi önem taşıyan sermaye erkini
zayıflatabilir. Demokratik sosyal hukuk devletinin bütün ereği, bir sınıfın
ezilmesi pahasına diğer bir sınıfın gelişmesine, dengesizliğe olanak
vermemektir. Devlet işsizliği önlerken sermaye sahibini zayıf bir duruma
sokamaz.
Bütün
mesele, işçilerin çıkarları ile işverenlerin çıkarları arasında âdil bir hukuk
düzeni gereği bir bağdaştırma ve uzlaştırma yolunun bulunabilmesidir.
Bunlardan
ötürü davacının dilekçesinde ileri sürdüğü gibi, çalışanların insanca
yaşamalarını sağlayıcı tedbirler almakla ödevli devletin, işçilerin geçici
olarak işsiz kalması sonucunu doğuracak lokavt hakkını işverenlere tanıması,
sosyal devlet kavramına aykırı düşmez.
Devletin,
grev karşısında lokavt hakkının tanınmaması ile birçok işverenlerin, iş
hayatından çekilmeleri sonucunda önü alınamayacak işsizlik durumlarının ortaya
çıkması ihtimalini hesaba katarak, daha büyük bir kötülüğü önlemek için belli
iş yerlerinde veya alanlarında işçilerin geçici olarak işsiz kalmaları sakıncasını
doğuracak bir yola girmek zorunluğunu duyması, Anayasa ile kendine yüklenen
sosyal ödevleri yerine getirmekten kaçındığı anlamına gelmez.
B)
Diğer taraftan Anayasamızın 47, maddesinin son fıkrasında "grev hakkının
kullanılması ve istisnaları ve işverenlerin hakları kanunla düzenlenir"
denmektedir. Bu hüküm, işçinin grev hakkı karşısında, işverenlerin de
haklarının düzenleneceğini açıkça göstermektedir.
Anayasa
koyucu, işçinin grev hakkı karşısında, İşverenin de bir takım haklara sahip
kılınması gereğini kabul etmekte ve bunu düzenlemeyi yasa koyucunun takdirine
bırakmakta, işverene tanınan haklar arasında lokavtın bulunmasını yasaklayıcı
bir hükmü öngörmemektedir.
Gerçekten
Anayasa, lokavt hakkından olumlu veya olumsuz söz etmemiştir. Anayasa bu hakkı ne
teminatı altına almış ve ne de yasaklamıştır. Grev Anayasa'nın teminatı altında
bir temel hak olduğu halde, lokavtta böyle bir nitelik yoktur. Bunun sonucu
şudur:
Anayasa'nın
grevi bir hak olarak kabul ettiği halde lokavttan söz etmemesi, lokavtı reddettiğini
göstermez. Yasama organı, memleketin sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarını gözönüne
alarak lokavtı ister bîr hak olarak tanır, isterse tanımaz; yeterki,
işverenlerle işçiler arasındaki uyuşmazlıkta sosyal dengeyi adalete uygun bir
yolla bağdaştıracak hükümleri koymuş bulunsun. Her iki halde de Anayasa'ya
aykırılık söz konusu olamaz. Fakat grev hakkı temel haklardan olduğu için özel
bir kanunun bu hakkı tanımaması Anayasa'ya aykırı olur. Burada gözönünde
tutulması gereken husus, kanun koyucunun grevi ve gerekli görmesi halinde de,
lokavtı, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak düzenlemek zorunluğunda
olduğudur. Bu esasa riayet şartiyle her iki konuyu da kendi takdir ölçüleri
içinde düzenlemekte kanun koyucu serbesttir.
C)
Anayasa'nın hazırlık çalışmalarına ilişkin belgeler, 47. maddenin gerekçesi,
Mahkememizin yukarıda açıklanan görüşünü doğrulayıcı niteliktedir.
Nitekim
Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu raporunda 46. madde olan Anayasa'nın 47.
maddesine ilişkin gerekçede "lokavt hakkı da, mahiyetinden doğan
farklılıklar hariç, grev hakkına muvazi olarak kanunla düzenlenecektir. Ancak,
bunun bir insan hakkı olarak Anayasa'da zikredilmesi için sebep yoktur. Nitekim
diğer Anayasalarda da durum böyledir." (Temsilciler Meclisi, Sayı: 35-T.
C. Anayasa tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu 5/7 sahife: 24-25) denmektedir.
Yine
sözü edilen maddenin Temsilciler Meclisinde görüşülmesi sırasında, lokavtın
Anayasa'da yer alması dilekleri karşısında söz alan Anayasa Komisyon Sözcüsü
"Anayasa'da bu hususta menfi veya müsbet bir kayıt bulunması için sebep
yoktur. Grev hakkını Anayasa'da belirtmekte ise zorunluk vardır... Bundan başka
Anayasa'ya konulan, temel haklar arasına giren sosyal haklar, iktisaden zayıf
olanları korumak için tanınmış haklardır. Lokavt böyle değildir. Bir insan
hakkı şeklinde ayrıca Anayasa'da belirtilmemesi, gerekirse kanun koyucu
tarafından kabul edilmesi yolu tercih edilmiştir." (Temsilciler Meclisi
Tutanak Dergisi Cilt: 3, 46. Birleşim. 17.4.1961, S. 297-300) demiştir.
Temsilciler
Meclisinin 2.5.1961 günlü oturumundaki görüşme sırasında lokavtın metne
eklenmesi yolunda bîr önerge verilmiş, buna karşı Komisyon Sözcüsü, "grev
gibi lokavtın da ileride bir kanunla Anayasa'nın ruhuna ve zihniyetine uygun
olarak düzenlenebileceğini, lokavtın tanınıp tanınmamasını ve şartlarının kanun
tedvin edilirken münakaşa konusu olacağını" bildirmiş ve önerge oylama
sonunda reddedilmiştir. (Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi 58. Birleşim
2.5.1961-S: 512, Cilt: 4).
Anayasa'nın
47. maddesinin yazılışından ve hazırlık çalışmalarından, lokavtın, bir teme!
hak olarak benimsenmediği, ancak grevin düzenlenmesi sırasında işverenleri,
işçiler karşısında savunmasız bir durumda bırakmamak için kanun koyucu
tarafından onlara bir takım haklar tanınmasının öngörüldüğü, bu haklar arasında
lokavtın bulunup bulunmamasının kanun koyucunun takdirine bırakıldığı sonucu
çıkmaktadır.
D)
Davacı, dilekçesinde, Sendikalar Kanunu ile tanınan lokavt hakkının, işverene,
çalışanları toptan işten atmak yetkisini vermekle, mülkiyet hakkı sahibine
toplum yaran dışında tasarruflarda bulunmak olanağını, Anayasa'nın 36.
maddesine aykırı olarak, sağlamakta olduğunu ileriye sürmektedir.
Önce
eldeki konumuz, mülkiyet hakkının kamu yararına aykırı kullanılması değil, bir
işletmenin güvenlik ve kararlılık içinde çalıştırılmasını ve geliştirilmesini
sağlayıcı tedbirlerin alınmasıdır. Bundan ötürü bir işverenin, ekonomik ve
sosyal zihniyet içinde işini geliştirmek ve daha verimli kılmak için iş
koşullarında ve bunların uygulanması biçim ve usullerinde değişiklik yapmak
ereği ile kanun sınırları içinde lokavt hakkını kullanması, mülkiyet hakkının
toplum yararına aykırı kullanılması niteliğini taşımaz.
Öte
yandan, ekonomik ve sosyal dengeyi sağlamak gibi doğru ve haklı bir düşünceye
dayanılarak kabul edilmiş olduğu için bu hakkın mülkiyet hakkının kamu yararına
aykırı biçimde kullanılması olarak düşünülmesine yer yoktur.
Bu
nedenlerle Sendikalar Kanununun 14. maddesinin 1 sayılı bendinin (h) fıkrası
ile 4 sayılı bendindeki lokavta ilişkin hükümler, Anayasa'ya aykırı değildir ve
davacının bu konuya ilişkin iptal isteminin reddi gerekir.
VI.
İstemle
ilgili Anayasa hükmü :
Madde
31- III. bölümünde yazılıdır.)
Sendikalar
Kanununun dâva konusu hükmü :
"Madde
23- 1. Bu kanuna göre kurulan mesleki teşekküller, üyelerince ödenecek aidat
miktarını, Cemiyetler Kanunundaki kayıtlara bağlı kalmaksızın tespit
edebilirler.
2.
Aidatın tesbiti, azaltılması veya çoğaltılması genel kurul kararı ile olur.
3.
Belli bir işyerinde çalışan işçilerin en az dörtte birinin belli bir sendikaya
veya bir arada hareket eden muhtelif sendikalara mensup olması halinde, bu
işçileri temsil ettiğini tevsik eden sendika veya sendikaların yazılı müracaatı
ve aidatı kesilecek sendika üyesi İşçilerin listesini vermesi üzerine, işveren,
üyelik aidatını ve toplu İş sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu gereğince o
sendikaya veya onun mensubu olduğu federasyona ödenmesi gerekli dayanışma
aidatını, işçilere yapacağı ücret tediyatından kesmeğe ve hangi işçilerin
üyelik veya dayanışma aidatını kestiğini bir liste halinde ilgili sendikaya
bildirmeğe mecburdur. Bu hükme göre üyelik veya dayanışma aidatını kesmeyen
işveren, ilgili sendika veya sendikalara karşı, kesmediği aidat tutarınca
sorumludur.
Sendika,
bu hizmeti karşılığında işverenin masraflarını, işverenin talebi üzerine,
ödemeğe mecburdur.
4.
işverene başvuran işçi sendikası veya sendikalarının 3. bentte gösterilen
vasıfta olup olmadıkları konusunda işverenle sendika veya sendikalar arasında
anlaşmazlık çıkması takdirinde, işveren veyahut sendika veya sendikaların
yazılı müracaatı üzerine, anlaşmazlık, müracaat tarihinden itibaren üç iş günü
içinde bölge çalışma müdürlüğünce çözülür. Bölge çalışma müdürlüğünün bu
konudaki kararlarına karşı ilgililer, kendilerine yapılacak yazılı bildiri
tarihinden başlayarak üç iş günü içinde iş dâvalarına bakmakla görevli mahallî
mahkemeye itiraz edebilirler. Bu itiraz, üç iş günü içinde kesin olarak karara
bağlanır."
Sendikalar
Kanununun 23. maddesinin 4 sayılı bendinde yazılı mahkeme kararının kesinliğine
ilişkin hüküm, III. bölümde açıklanan nedenlerden ötürü Anayasa'nın 31.
maddesine aykırı değildir ve bu konuya ilişkin iptal isteminin reddi gerekir.
VII.
İstemle
ilgili Anayasa hükümleri:
"Madde
12- Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep
ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.
Hiç
bir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz."
"Madde
15- Özel hayatın gizliliğine dokunulamaz. Adlî kovuşturmanın gerektirdiği
istisnalar saklıdır.
Kanunun
açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; kamu
düzeninin gerektirdiği hallerde de, kanunla yetkili kılınan merciin emri
bulunmadıkça, kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz."
Sendikalar
Kanununun dâva konusu hükümleri:
Sendikalar
Kanununun değişik 27. maddesi hükmünce, bu kanuna göre kurulan meslekî
teşekküllerle bunların şube ve temsilciliklerinin başkan ve yönetim kurulu
üyeleri, bu göreve seçildikten sonra üç ay içinde kendilerinin, eşlerinin ve
velayetleri altındaki çocuklarının malik bulundukları mallan ve gelirlerini
gösteren bir bildirimi noterliğe vermek zorundadırlar. Bu bildirimlerde yazılı
olanlar açıklanamaz. Ancak, istek üzerine yargı mercilerine veya denetleme ve
inceleme yetkisi olan makam ve mercilere verilir.
Davacı,
bu bildirimlerin idarî makamlara verilmesini öngören son fıkra hükmünü
Anayasa'ya aykırı bulmaktadır.
a)
IV. bölümünde açıklandığı gibi Sendikalar Kanununa göre kurulan teşekküller,
özel hukuk tüzel kişileri olmakla birlikte, kamu düzenini ve kamu yararını
yakından ilgilendiren kuruluşlar olup, bu yönleri ile idarî denetime bağlı
tutulmaları gerektir. Bu bakımdan, meslekî teşekküllerin özel hukuk tüzel
kişileri ile bir tutulmaları ve yöneticilerinin ayni durumda düşünülmeleri
doğru olamaz.
Burada
söz konusu bildirime bağlı tutulan kişilerin, bildirim verme yükümü, seçil
dikleri görevin ve görev aldıkları kuruluşların niteliğinden doğmaktadır.
Yönetenlerin, kuruluşu, temel ereklerine uygun şekilde yürütmeleri gerektir.
Bunların, görevlerini kanun çerçevesi içinde yapıp yapmadıklarını, görevlerini
şahsî servet sağlamak suretiyle kötüye kullanıp kullanmadıklarını
bildirimlerinin gerçeğe uygun olup olmadıklarını idarenin, Anayasa ilkelerine
uygun olarak, izleyip denetlemesi kamu yararı ve düzeni gereğidir.
Öte
yandan İdare ciddî bir şüphe veya ihbar üzerine hemen ve kendiliğinden hare
kete geçerek gereken inceleme ve denetlemeleri yapabilir. Yargı mercileri ise
ancak dâva yolu ile önlerine gelen uyuşmazlıkları çözümler. Bu bakımdan
bildirimi isteme yetkisinin idareye de verilmesi hem olaya çok çabuk el konması
olanağının sağlanması ve hem de yöneticilerin eğri yollara sapmalarının
önlenmesi yönünden çok yararlı ve etkilidir.
Burada
dikkat edilecek önemli nokta, noterin, istek üzerine, bildirimleri vereceği
idarî makamın, denetleme ve inceleme yetkisi bulunması gereğidir. Kanun veya
tüzükle verilmiş böyle bir yetkisi bulunmayan makam bu bildirimleri isteyemez
ve isterse kendisine verilemez.
27.
maddenin son fıkrasının sözü edilen hükmü, bu anlamı ile Anayasa'ya aykırı
değildir.
b)
Dâva konusu hükmün Anayasa'nın 12. maddesine de aykırı bir yönü yoktur. Çünkü
eşitlik, kişinin toplum içindeki hukukî durumları ile gözönüne alınmak gerekir.
Sosyal ve ekonomik hayatın temel dayanaklarından olan bu kuruluşların başkan ve
yönetim üyelerinin hukukî durumları böyle bir görev almamış olan kişilerle bir
arada düşünülemez. Buradaki ayırım, alınan görevin gereğidir.
Kaldıki
konumuzda Anayasa'nın 12. maddesinde yer alan özelliklerin herhangi birisine
dayanılarak yapılmış bir ayırım da söz konusu değildir.
Bu
nedenlerle olayda eşitlik ilkesine aykırılık da yoktur.
c)
Davacının Özel hayatın gizliliği iddiasına gelince; Anayasa'nın 15. maddesinin
birinci fıkrası hükmü gereğince, özel hayatın gizliliğine dokunulamaz. Bu
hüküm, maddenin gerekçesinde de belirtildiği gibi, özel hayatın dokunulmazlığı
ilkesi, bir kişinin bedeninin tamamlılığına dokunmama, var olan özgürlüğünü
engellememe kuralı yanında, o kişinin maddece ve madde dışı alanda sürüp
gitmesi demek olan özel hayat ile aile hayatının dokunulmazlığını anlatır.
Kişinin mal durumu da özel hayatındandır. Bunun da gizliliğine dokunulmamak
gerekir. Fakat her temel hak gibi bu temel hak da Anayasa'nın 11. maddesi
hükmünce, özüne dukunmamak şartı ile, kamu yararı ve kamu düzeni gereği kanunla
sınırlanabilir. Yukarıda açıklandığı gibi, sözü edilen bildiriminin, istem
üzerine, denetleme ve inceleme yetkisi bulunan idarî makama verilmesinde kamu
yararının var olduğu açıktır.
Öte
yandan bu kayıtlama ile özel hayatın gizliliği ilkesinin özüne de dokunulmuş
değildir. Çünkü bildirim herkese yapılmayacağından iddia edildiği gibi alenilik
söz konusu değildir. Bildirim resmî gizlilik yeri olan notere verilecektir.
Noter, bildirimde yazılı olanları kimseye açıklayamaz ve herhangi bir kişi ve
makama veremez. Ancak, yargı mercileri ile kanun veya tüzük gereğince denetleme
ve inceleme yetkisi olan makam ve mercilere verebilir. Bundan dolayı kanunla
yapılan söz konusu sınırlama hiç bir yönden Anayasa'ya aykırı sayılamaz.
Bu
nedenlerle Sendikalar Kanununun 27. maddesinin son fıkrasındaki "talep
üzerine denetleme ve inceleme yetkisine sahip diğer makam ve mercilere tevdi
olunur- hükmü, Anayasa'nın 12. ve 15. maddelerine aykırı değildir ve bu konuya
ilişkin istemin reddi gerekir.
VIII.
İstemle
ilgili Anayasa hükümleri :
(Madde
11- 1. bölümde yazılıdır.)
(Madde
46/1- 1. bölümünde yazılıdır.)
"Madde
47- İşçiler, işverenlerle olan münasebetlerinde, iktisadî ve sosyal durumlarını
korumak veya düzeltmek amacı ile toplu sözleşme ve grev haklarına sahiptirler.
Grev
hakkının kullanılması ve istisnaları ve işverenlerin hakları kanunla
düzenlenir." Sendikalar Kanununun dâva konusu hükmü :
"Madde
29- Bu kanuna göre kurulan meslekî teşekküller her hesap veya bütçe devresine
ait bilanço ve hesaplarını ve çalışma raporlarını ait olduğu devreyi takip eden
üç ay içinde Çalışma Bakanlığına gönderirler. Bu bilanço ve hesaplar meyanında
teşekkülün o devre içindeki:
1.
Gelirleri ve gelir menbaları;
2.
Giderleri ve sarf yerleri;
3.
Başkana ve idarecilere verilen ücretlerle memur ve müstahdemlere ödenen
meblağlar;
4.
Para mevcudu;
5.
Demirbaş mevcudu;
6.
Gayrimenkul mevcudu;
7.
Çalışma Bakanlığınca teşekkülün malî durumu ile ilgili olarak istenecek sair
bilgiler bulunur."
Sendikalar
Kanununun 29. maddesi, bu kanuna göre kurulan meslekî teşekküllere her hesap
veya bütçe devresine ait bilanço ve hesaplarını ve çalışma raporlarını belirli
süre içinde Çalışma Bakanlığına göndermek görevini yüklemiştir.
Bu
hükümlerin konulmasındaki ereğin, konuyu yakından ilgilendiren bu kuruluşların
idarî denetimini sağlamak olduğu açıktır.
IV.
bölümde belirtildiği gibi sendika, birlik federasyon ve konfederasyonlar,
sosyal ve iktisadî hayatımızda geniş etkileri olan topluluklardır. Bu kadar
önemli kuruluşlarla idarenin ilgisiz kalması düşünülemez.
Nitekim
Anayasa'nın 46. maddesinin birinci fıkrası gereğince, sendikalar ve sendika
birlikleri kurma, ona üye olma ve üyelikten ayrılma temel haklarına sahip olan
çalışanlar, aynı maddenin son fıkrası hükmüne göre, toplumsal çalışmalarını
demokratik kurallara uydurmak zorundadırlar.
Bu
son fıkra, gerekçesinde de belirtildiği gibi. sendikaların soysuzlaşmalarına ve
demokratik düzene aykırı çalışmalarına engel olacak bir teminat hükmünü
kapsamaktadır; bu denetim de idareye aittir.
Bu
tür kuruluşların, Anayasa'da yer almış temel ilkelere aykırı çalışmalarda
bulunup bulunmadıklarını, şu veya bu siyasî partiye araç olarak Türkiye'de
sınıf kavgasını kışkırtmak isteyenlere yardım edip etmediklerini, kimlerden
yardım alıp, kimlere yardım ettiklerini, dıştan malî yardım görüp
görmediklerini özetle nasıl bir yön tuttuklarını izlemek, demokratik sosyal
hukuk devleti içinde devlet idaresi sorumluluğunu omuzlarına yüklenmiş
hükümetin başta gelen görevlerindendir.
Kaldı
ki 29. madde hükmü, esasta gizli kalacak olan bir konunun açıklanmasını
gerektirmiş de değildir. Yukarıda açıklandığı gibi, demokratik bir düzen içinde
çalışmakla yükümlü sendikalar ve sendika birlikleri çalışmalarının ve
hesaplarını genel kurullarına açıklamak zorundadırlar. Çalışma Bakanlığı, Genel
Kurul toplantılarına memurlarını göndererek gerekli bilgilerini edinebilir.
Ayrıca, Sendikalar Kanunu, iş vereni sendika aidatını kesmekle yükümlü
tuttuğuna göre, sendikaların aidatla sağlanan gelirlerinin gizlenmesi de söz
konusu değildir ve sendikaların aidat dışında ne gelir elde ettiklerini bilmek
de idarenin yetkisi içindedir.
Bilanço
ve raporları alan Bakanlık, şüphe yaratan haller ve kanuna aykırı tutumlar
karşısında sendikayı kapatacak veya çalışmalarını durduracak değildir. O,
raporlar üzerinde yaptığı incelemelerde sendikanın çalışmalarında tuttuğu yolun
kanun hükümlerine, demokratik düzene aykırı olduğu kanısına varırsa, kanun hükümleri
çevresinde işlem yapacak, gerekirse Cumhuriyet Savcılığına durumu bildirecek,
sonuç, yargı yerlerinde alınacaktır.
Görülüyor
ki bilanço ve raporların Çalışma Bakanlığına verilmesi, hür sendikacılık temel
hakkının özünü zedeleyici bir nitelik taşımamaktadır.
Öte
yandan siyasî partileri demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsuru sayan
Anayasa, (Madde 56/3) 57. maddesinin ikinci fıkrasiyle bunları, gelir
kaynakları ve giderleri hakkında Anayasa Mahkemesine hesap vermekle yükümlü
kılarak malî denetime tabi tutmuştur. Böyle bir Anayasa düzeni içinde siyasî
partiler gibi, ekonomik ve sosyal hayatımızda önemi açık olan sendikalar ve
sendika birliklerinin de gözetime bağlı tutulmaları, belirli makama hesap
vermek suretiyle malî kaynaklarını, gelir ve giderlerini açıklamaları,
Anayasamızın sözüne ve özüne aykırı sayılamaz.
15.7.1963
günlü ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu grev hakkını
kullanmayı bir takım ön işlemlere bağlı tutmak, grev kararı almayı ve greve
başlamayı belirli sürelere ve işverene haber verme koşullarına bağlamak
suretiyle İşveren tarafından bilinemeyen ve kestirilemeyen bir anda işin
bırakılmasını yasaklamış. Bu yönü ile de malî durumun bildirilmesi ve çalışma
raporunun verilmesi grev yapma yetkisini zedeleyici nitelikte görülmemiştir.
Bu
nedenlerle Sendikalar Kanununun 29. maddesi, Anayasa'nın 11, 46/1 ve 47
maddelerine aykırı değildir ve bu konuya ilişkin istemin reddi gerekir.
IX.
İstemle ilgili Anayasa hükümleri :
"Madde
30- Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmayı veya
delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadiyle veya bunlar
gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunla gösterilen diğer hallerde hâkim
kararı ile tutuklanabilir. Tutukluluğun devamına karar verilebilmesi aynı
şartlara bağlıdır.
Yakalama
ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir;
bunun şartlarını kanun gösterir.
Yakalanan
veya tutuklanan kimselere, yakalama veya tutuklama sebeplerinin ve haklarındaki
iddiaların yazılı olarak hemen bildirilmesi gerekir.
Yakalanan
veya tutuklanan kimse, tutuklama yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için
gerekli süre hariç, 24 saat içinde hâkim önüne çıkarılır ve bu süre geçtikten
sonra hâkim kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun kılınamaz.
Yakalanan
veya tutuklanan kimse, hâkim önüne çıkarılınca durum hemen yakınlarına
bildirilir.
Bu
esaslar dışında işleme tabi tutulan kimselerin uğruyacakları her türlü zararlar
kanuna göre Devletçe ödenir."
Madde
31- (III. bölümde yazılı.) Sendikalar Kanununun dâva konusu hükmü :
"Madde
30- 1. Bu kanuna göre kurulan bir meslekî teşekkülün tüzüğü kanuna aykırı ise,
iş dâvalarına bakmakla görevli mahallî mahkeme:
a)
Bu teşekkülün faaliyetten men'ini; veya
b)
Tüzüğünü kanuna uygun hale getirmesi İçin, teşekküle 60 günü geçmeyen bir mehil
verilmesini kararlaştırır.
c)
(b fıkrasının uygulanması takdirinde, verilmiş olan mehil sonunda, tüzük,
mahkeme kararına uyularak değiştirilmemişse, teşekkülün mahkemece faaliyetten
men'ine karar verilir.
d)
Meslekî teşekkül, tüzüğünü mahkeme kararına uyarak değiştirdiğini 12 nci
maddeye göre yetkili makama bildirir bildirmez faaliyetine tekrar başlayabilir.
2.
Bu kanuna göre kurulan bir meslekî teşekkül, 16 ncı madde ve 1 inci maddenin 3
üncü bendi hükümlerini ihlâl ettiği takdirde, iş dâvalarına bakmakla görevli
mahallî mahkeme kararı ile üç aydan altı aya kadar faaliyetten menedilir.
3.
Bu kanuna göre kurulan bir meslekî teşekkül, 22 nci maddenin 3 üçüncü bendinde
yazılı yasağa aykırı hareket ettiği takdirde, iş dâvalarına bakmakla görevli
mahallî mahkeme kararı ile üç aydan altı aya kadar faaliyetten men edilir.
4.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 1 ve 2 nci maddeleri ile 3 üncü maddesinin 1
inci fıkrası ve 4 üncü maddesi, 19 uncu maddesinin 5 inci fıkrası ve 57 nci
maddesinin 1 inci fıkrasında yer alan ilkelere aykırı amaçlar güden veya
faaliyette bulunan meslekî teşekkül, iş dâvalarına bakmakla görevli mahallî
mahkeme kararı İle kapatılır.
5.
Yargılamanın her safhasında, hükümden önce dahi, işbu kanuna göre kapatmayı
veya faaliyetten men'i gerektiren fiilin işlendiğine dair kuvvetli emareler
bulunmak şartiyle, bu gibi teşekküller, Cumhuriyet Savcısının talebi üzerine,
mahkeme kararı ile faaliyetten men edilebilir.
6.
Faaliyetten men edilen teşekkülün mallarının idaresi ve menfaatlerinin
korunması, medeni kanunun hükümleri gereğince tayin olunacak bir veya üç kayyum
tarafından ifa edilir.
Kapatma
halinde fesih hükümleri uygulanır.
7.
Bu maddede zikri geçen haller dışında, bu kanuna göre kurulmuş meslekî
teşekküller faaliyetten men edilemez ve kapatılamaz.
8.
12 nci maddenin 4 üncü bendi hükmü ile 25 inci maddenin 1 inci bendi hükmüne
aykırı hareket eden meslekî teşekkülün yönetim kuruluna, meslekî teşekkül
mensuplarından birinin başvurması üzerine, iş dâvalarına bakmakla görevli
mahallî mahkeme kararı ile işten el çektirilir. Bu takdirde, görevli mahkeme
teşekkülün genel kurulunu kanun ve tüzük hükümleri gereğince en kısa zamanda
toplamak ve yeni yönetim kurulu seçilinceye kadar cari işleri yürütmekle
görevli olmak üzere, medeni kanun hükümleri gereğince bir veya üç kayyum tayin
eder.
9.
25 inci maddenin 2 nci bendi hükmüne aykırı olarak seçim yapılması halinde,
meslekî teşekkül mensuplarından birinin başvurması üzerine, iş dâvalarına
bakmakla görevli mahallî mahkeme, bu seçimleri iptal eder.
İptal
edilen seçim başkanlık seçimi ise, yönetim kurulu, kendi üyeleri arasından,
yenisi seçilinceye kadar geçecek süre için bir geçici başkan seçer.
İptal
edilen seçim kurulu seçimi ise, 8 inci bent hükmü uygulanır.
İptal
edilen seçim denetçi seçimi ise, mahkeme, yenileri seçilihceye kadar denetçilik
yapmak üzere yeter sayıda denetçi tayin eder.
İptal
edilen seçim haysiyet divanı seçimi ise, genel kurul yenisini seçmek üzere
derhal toplantıya çağrılır."
a)
Dâvacı, Sendikalar Kanununun 30. maddesinin 5 sayılı bendini, tutuklama ile bir
tutmakta ve görüşünü bu yönden yürüterek sendika gibi bir topluluğun, hükmünden
önce faaliyetten men edilmesinin, sendika kurma hak ve hürriyetini zedelediğini
ve bu halin Anayasa'nın 30. ve 31. maddelerine aykırı olduğunu ileriye
sürmektedir.
Anayasa'nın
30. maddesi, gerçek kişilerin özgürlüğünü sınırlayan hükümleri kapsamaktadır;
bundan ötürü bu hükümlerin bir tüzel kişi olan sendikalar bakımından
uygulanması düşünülemez; zaten bir gerçek kişinin tutuklanması ile bir
sendikanın çalışmasının durdurulması, hukuki nitelikte aynı değildir. Bunun
sonucu olarak Anayasa'daki tutuklama nedenleri ile sözü geçen 5 sayılı bentteki
tedbir nedenleri, birbirinden ayrıdır. Ve bu nedenlerin ayrı olmasında da
Anayasa'ya aykırı bir yön yoktur. Çünkü Anayasa, bütün tedbirlerin dayanacağı
nedenlerin, tutuklama nedenlerine uygun olması hükmünü koymuş değildir. tedbir
koşulları, konularının hukuki ve sosyal yönden önemine göre düzenlenir.
Demokratik
sosyal hukuk devletinde, sosyal ve ekonomik sorunların çözümlenmesinde Devlet
hayatına katılmış, Devletin görevlerine yardımcı duruma girmiş bulunan bu
kuruluşların kötü yolda çalışmasından doğacak sosyal tehlike, bir kişinin
tutuklanmasından doğacak sosyal tehlikeden daha etkilidir.
Sendikalar
Kanununun 30. maddesi uyarınca yine bu kanuna göre kurulan teşeküllerin
faaliyetten men edilme ve kapatılma nedenlerini, doğrudan doğruya demokratik
ilkelerle, Devletin bütünlüğü ile, bu kuruluşların kuruluşamaçları ile
ilgilidir. sosyal ve ekonomik hayatın olmaması, Anayasa'nın 46. maddesinin son
fıkrası gereğidir ve bu, bir kamu düzeni sorunudur.
Öte
yandan bu teşekküllerin, siyasi çalışmalarının üstünde, mesleki niteliklerini
korumaları, siyasi parti ve siyasi görüş ayırımı gözetmeksizin üyelerinin
mesleki yararlarını koruyucu ve amaçlarına uygun bir yolda yürümeleri,
soysuzlaşmamaları, kötü yollara sapmamaları da yine kamu yararı gereğidir.
Bu
nedenlerden ötürüdür ki bu kuruluşların siyasi partilerden veya onlara bağlı
kuruluşlardan herhangi bir suretle yardım kabul etmeleri ve onlara maddi
yardımda bulunmaları ve onların teşkilatı içinde yer almaları eşitlik ilkesine
aykırı bir yön tutmaları ve aynı kanunun 22. maddesinin 2 sayılı bendinde
yazılı kurum ve kuruluşlardan bağış almaları ve Türkiye Cumhuriyeti
Anayasa7sının 1. ve 2. maddeleriyle 3. maddesinin birinci fıkrası ve 4.
maddesi, 19. maddesinin beşinci fıkrası ve 57. maddesinin birinci fıkrasında
yer alan ilkelere aykırı amaç gütmeleri ve çalışmaları ve bu ilkelere aykırı
çalışan milletlerarası işçi ve işveren teşekküllerine üye olmaları
yasaklanmıştır. Yapılan bu yasaklamaların önemi ise, çok açıktır.
İşte
bu yasaklara aykırı davranış ve çalışmaların toplum içindeki tehlike ve
zararını bir kişinin tutuklanması ile bir tutmak, konumuzu Anayasa'nın 30.
maddesi ile ilgili görmek, hiç bir zaman doğru olamaz.
b)
Öte yandan 30. maddenin 5 sayılı bendinde sözü edilen hüküm, bir tedbir
niteliğindedir. Bu tedbir, Anayasa'nın 136. ve 140. maddelerine göre, Anayasa
sınırları içinde, kanunla düzenlenmesi gereken ve Anayasa'nın 31. maddesinde
dâva hakkının kullanılmasında yararlanılacağına değinilen, "meşru vasıta
ve yollar" sözünün kapsamına da giren yargılama usullerine ilişkin bir
konudur.
Kanun
koyucu, bu olayda başka koşullar koşmaksızın yalnız belirli fiilin işlendiğini
gösteren kuvvetli emarelerin bulunmasını tedbir için yeterli görmeyi kamu
yararına uygun bulmuştur.
Gerçekten
de bu kuruluşlardan herhangi birinin, anılan yasaklara aykırı hareket ettiğine
dair kuvvetli emarelerin bulunması halinde, çalışmasının durdurulması, bu
işlemin yargılama sonuna bırakılmaması yerinde bir davranış ve açıkça kamu
yararı gereğidir. Çünkü, yukarıda açıklandığı gibi böylece büyük sosyal
tehlikeler önlenmiş ve toplum dirliği korunmuş olacaktır.
Zaten
delil, hüküm için aranır. Tedbir kararı vermek için hüküm vermeğe yetecek güçte
delil aranmasına hukuki bir gerek yoktur. Tersi kabul edildiğinde tedbir,
niteliğini ve gerekliliğini kaybeder.
Sözü
edilen 5 sayılı bentte savunma hakkının kullanılmasını önleyici bir hüküm de
yoktur.
Bu
nedenlerle Sendikalar Kanununun 30. maddesinin 5 sayılı bendi, Anayasa'nın 30.
ve 31. maddelerine aykırı değildir ve bu konuya ilişkin istemin reddi gerekir.
X
Konu ile ilgili Anayasa hükümleri:
Madde
11- (Birinci bölümde yazılıdır).
Madde
46/1- (Birinci bölümde yazılıdır).
Madde
47- (Sekizinci bölümde yazılıdır).
Sendikalar
Kanununun dâva konusu hükmü :
"Madde
31- 8., 29 uncu maddede yazılı bilgi ve belgeleri süresi içinde Çalışma
Bakanlığına göndermeyen teşekkülün tüzüğüne göre sorumlu kişiler hakkında,
beşyüz lİradan ikibin liraya kadar ağır para cezasına hükmolunur.
Bu
bilgi ve belgeleri gerçeğe aykırı olarak verenler hakkında, ikiyüz liradan
ikibin liraya kadar ağır para cezası ile birlikte üç aydan eksik olmamak üzere
hapis cezasına hüküm olunur."
VIII.
bölümde, Sendikalar Kanununun 29. maddesinin Anayasa'nın 1Î, 46/1. ve 47
maddelerine aykırı olmadığı gerekçeleriyle belirtilmiştir.
Sendikalar
Kanununun 31. maddesinin 8 sayılı bendi ise, 29 maddenin bir yaptırımıdır.
Yaptırımın ilgili bulunduğu temel hüküm, Anayasa'ya aykırı olmadığına, kanunla
belirtilen cezada da bir aşırılık ve adalete aykırılık bulunmadığına göre
anılan 8 sayılı bent hükmü Anayasa'ya aykırı değildir.
Bu
nedenlerle Sendikalar Kanununun 31. maddesinin 8 sayılı bendi Anayasa'nın 11.
46/1 ve 47. maddelerine aykırı değildir, ve bu konuya ilişkin istemin reddi
gerekir.
XI
istemle ilgili Anayasa hükümleri :
Madde
10- Herkes, kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve
hürriyetlere sahiptir.
Devlet,
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal adalet ve hukuk
devleti ilkeleri ile bağdaşamayacak surette sınırlayan siyasî, iktisadî ve
sosyal bütün engelleri kaldırır; insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi
için gerekli şartlan hazırlar.
Madde
11- (I. Bölümde yazılıdır).
Madde
12- (XII. Bölümde yazılıdır).
Madde
46- (I. Bölümde yazılıdır).
Sendikalar
Kanununun dâva konusu hükmü :
"Madde
31- 12. Bu kanuna göre kurulan meslekî teşekküllerin faaliyetleri ile ilgili
olarak, ağır hapis cezasını gerektiren bir suçtan veya taksirli suçlar hariç
olmak üzere 6 ay veya daha fazla hapis cezasına hüküm giymiş olanlar ve
alelıtlak zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık
sahtecilik, inancı kötüye kullanmak, dolanlı iflâs gibi yüz kızartıcı suçlardan
biriyle hüküm giymiş teşekkül yöneticileri veya mensupları, kanun hükümlerine
göre haklarında uygulanacak diğer cezalar saklı kalmak kaydiyle, hükmün
kesinleşmesinden itibaren bu kanuna göre kurulan teşekküllerde idare, haysiyet
divanı üyeliği, denetleme veya temsil görevi almak hakkını kaybederler.
Toplu
iş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun 55, 56, 57, 58, 59, 60 ve 61 İnci
maddelerine göre hüküm giymiş olanlar, kanun hükümlerine göre haklarında uygulanacak
diğer cezalar saklı kalmak kaydiyle, hükmün kesinleşmesinden itibaren üç yıl
süre ile, bu kanuna göre kurulan teşekküllerde idare, haysiyet divanı üyeliği,
denetleme veya temsil görevi almak hakkını kaybederler.
Cezanın
tecil veya af ile düşmüş olması, bu bent hükümlerinin uygulanmasına engel
değildir."
a)
IV. Bölümde açıklandığı gibi Sendikalar Kanununa göre kurulun meslekî
teşekkülleri, özel hukuk tüzel kişileri olmakla birlikte derneklerden ayrı bir
özellik gösteren ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına yaklaşan
kurumlardır.
Bu
nedenledir ki Sendikalar Kanununa göre kurulan bu kuruluşları, derneklerle her
yönden bir tutup muhakeme yürüterek, iddia özetinde belirtilen sonuçlara varmak
gerçeklere aykırı düşer.
b)
Sendikalar Kanununun çıkarılmasına bir gerek bulunup bulunmadığına gelince,
yine l. ve II. bölümlerde işaret olunduğu gibi Anayasa'nın 46. maddesi, sendika
ve sendika birlikleri kurmak hakkinin kullanılması için ayrı bir kanun
çıkarılmasını buyurmamıştır. Fakat Anayasa'nın 5. maddesi gereğince, bu
maddenin gerekçesinde belirtildiği gibi, yasama, Anayasa'nın sınırları içinde
ilkel ve genel bir yetkidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi herhangi bir alanı,
Anayasa'ya uygun olmak koşulu ile düzenleyebilir yahut düzenlemeyebilir.
Yasama
organı, dâva konusu bu alanı, ilkel ve genel yetkisine dayanarak kanunla
düzenlemeyi kamu düzeni ve yararı gereği görmüştür. Bunda Anayasa'ya aykırı bir
yön yoktur.
c)
Dâva, Sendikalar Kanununun 31. maddesinin 12 sayılı bendinin "alelıtlak
zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı
kötüye kullanmak, dolanlı iflâs" a dair koyduğu sınırlama dışındaki bütün
hükümlerine ilişkindir. Yani davacı, bendin birinci fıkrasındaki zimmet ve
başkaları gibi yüz kızartıcı suçlardan biri ile hüküm giymiş olanın, hüküm
kesinleştikten sonra bu kanuna göre kurulan teşekküllerde yönetim kurulu ve
haysiyet divanı üyelikleri, denetleme veya temsil görevi alma hakkını
kaybedeceğine ilişkin hükmü dâva dışı bırakmış ve dâvasını 12 sayılı bendin
birinci fıkrasındaki öteki hükümle ikinci ve üçüncü fıkralarına yöneltmiştir.
Birinci
fıkranın ilk cümlesinde sözü edilen hükümlülüğün anılan yasağı meydana
getirmesi için olayda iki koşulun, bulunması gerektir.
Hükümlülüğün:
1-
Sendikalar Kanununa göre kurulan meslekî teşekküllerin faaliyetleri ile ilgili
olarak işlenen;
2-
Ağır hapis cezası veya taksirli suçlar hariç olmak üzere, altı ay veya daha
fazla hapis cezasını gerektiren; bir suçtan meydana gelmiş olması şarttır.
Bundan
ötürü belirli görevlerde bulunan kişinin, meslekî kuruluş faaliyeti ile ilgili
olmayan bir suçtan dolayı hükümlülüğü, anılan yasağı doğurmaz. Söz gelişi, bir
sendikanın haysiyet divanı üyesinin, meslekî faaliyeti ile ilgili olmaksızın
işlediği bir hakaret suçundan altı ay hapis cezası ile hüküm giymiş olması onun
belirtilen görevlerden birini almak hakkını kaybetmesi sonucunu meydana
getirmez.
İkinci
unsura göre de meslekî faaliyeti ile ilgili olarak işlenen suçtan dolayı 6
yıldan az hapis veya para cezası ile hüküm giymiş olmak da kişinin bu kanun
gereğince belli görevleri üzerine alma yeterliğini engellemez.
d)
12 sayılı bendin birinci fıkrasında yer alan dâva konusu suçlar, meslekî
teşekküllerin demokratik bir düzen içinde ereklerine uygun çalışabilmeleri
yönünden özel önem taşımaktadır. Kuruluşun çalışmaları ile ilgili olarak
işlenmiş olan suç, söz gelişi sendikanın komünizm propagandası yüzünden
kapatılmasını gerektiren bir suç ise, sendika kapatılacak, bu sendika
yöneticisi cezalandırılacak, cezasını çektikten sonra bir sendikanın başına bir
daha geçemeyecektir.
İşte
sendika yöneticileri ve mensupları, 31. maddenin 12 sayılı bendinin birinci
fıkrasında yazılı suçlarından dolayı, hüküm giyip, bu hüküm kesinleştikten
sonra sadece Sendikalar Kanununa göre kurulan teşekküllerin herhangi birinde
aynı bentte belirtilen görevleri almak haklarını yitireceklerdir. Bu yasaklama,
sendikalarda belli görevleri alma konusundan öngörülmüş bir sınırlandırmadır.
Gerçi
Anayasa'nın 46. maddesi sendikalar ve sendika birlikleri kurma, bunlara
serbestçe üye olma ve üyelikten ayrılma haklarını temel haklardan saymıştır.
Fakat bu haklar da, Anayasa'nın 11. maddesi gereğince, diğer temel haklar gibi
kamu yararı nedeniyle kanunla sınırlanabilir.
Dâva
konusu bent ile konulmuş olan bu yasaklama, meslek kuruluşlarının, ereklerine
ve hukuk düzenine uygun çalışmalarının sağlanması ve bunun için, bu
kuruluşların yönetim, denetim ve temsil işlerini görenlerin özel niteliklere
sahip kılınması bakımından kamu yaran gereğidir.
Kaldıki
burada bir temel hakkın bir yana bırakılması ve böylece bu hakkın özünün
zedelenmesi değil, bu tür meslekî kuruluşlarda görev alabilme ve o görevde
kalabilme yeteneğinin koşullan söz konusudur. Çünkü herhangi bir kuruluşta
görev alabilme, o kuruluşun özelliklerinin gereği bir niteliğe sahip olmağı
gerektirir. Anılan bent de bu tür meslekî kuruluşlarda belirli görevleri
alabilmek için gereken niteliğe ilişkin bir hüküm getirmiştir. Bu, hükümlülüğün
kanunî bir sonucudur.
İşlenen
bir suçtan dolayı hüküm giymenin bazı hukukî ehliyetsizlikler meydana getirmesi
genel ceza hukuku kurallarındandır.
Sosyal
yaşama, kişiler arasında hak ve ödevlerden meydana gelmiş bir bağlılık doğurur.
Bu hukukî münasebetlerde hükümlülerin başkalarına zarar vermeyecek bir duruma
getirilmeleri gerektir. Bu sebeple hükümlülerin hukukî yeteneği, açık kanunî
hükümlerle ve belirli hallerde sınırlanabilir.
Olayda
da kanun koyucu, anılan bentte yazılı cezalarla hüküm giyen kişinin, hüküm
kesinleştikten sonra Sendikalar Kanununa göre kurulan teşekküllerde belli
görevleri olmasını kamu yasasına aykırı ve zararlı görmüştür.
Böyle
bir kişi, sendikalara üye olabilir ve meslekî kuruluşların çıkarlarından
yararlanabilirse de yukarıda belirtilen görevleri almak hakkını kaybeder.
Bu
bakımlardan yapılan sınırlama ile hakkın özüne dokunulmuş olduğu kabul
edilemez.
e)
Dâva konusu bendin ikinci fıkrasına gelince; Bu fıkra hükmü, Toplu İş
Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun 55. 56, 57, 58, 59, 60 ve 61. maddelerine
göre hüküm giymiş olanların kanun hükümlerine göre haklarında uygulanacak diğer
cezalar saklı kalmak kaydiyle, hükmün kesinleşmesinden başlayarak üç yıl süre
ile Sendikalar Kanununa göre kurulan teşekküllerde belli görevleri alma hakkını
geçici olarak yitireceklerini buyurucudur. Bu hükümde sözü edilen 55. madde;
Devlet, il özel idaresi ve belediye kararlarına etki ereği ile grev ve lokavt
yapılması, 56. madde, grev ve lokavt yasaklarına uyulmaması, 57. madde, grev ve
lokavtı geciktirme kararına uyulmaması, 58. madde verimi düşürmek için toplu hareket,
59. madde, grev oylamasında hile, tehdit ve cebir, 60. madde, grev veya lokavt
halinde işyerinden ayrılmamak ve 61. madde, grev ve lokavtın kapsamına girmeyen
işçilerin çalışmaması hallerine ilişkin cezaî düzenlemeleri ve yaptırımları
kapsar.
Buradaki
geçici hukukî yeteneksizlik de yukarıdaki (d) bendinde açıklandığı gibi
hükümlülüğün bir sonucudur.
Bu
yeteneksizlik, hükümlülerin belirtilen görevlerden geçici olarak yoksun
bırakılmaları, ilgililerin, Toplu iş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu
hükümlerine daha uygun hareket etmelerini sağlama yönünden yararlı olacağı
gibi, meslekî teşekküllerin ereklerine uygun çalışmalarının sağlanması
bakımından da zorunludur.
Bu
nedenlerle 12 sayılı bendin ikinci fıkrası da Anayasa'ya aykırı değildir.
f)
Dâva konusu 31. maddenin 12 sayılı bendinin, özel hukuk tüzel kişileri arasında
eşitliği bozucu bir yönü de yoktur.
Yukarıda
açıklandığı gibi sendikaları ve sendika birliklerini, derneklerle her yönden
bir tutma gerçeklere aykırıdır. Kararın IV bölümünün (a) bendinde de
belirtildiği üzere meslekî teşekküllerle, dernekler ayni hukukî durumda
değildirler. Eşitlik her yönü ile ayni hukukî durum içinde bulunanlar arasında
söz konusu olabilir.
Şu
da varki burada Anayasa'nın 12. maddesinde yazılı özelliklerin herhangi birine dayanılarak
bir ayırım da yapılmış değildir.
g)
12 sayılı bendin son fıkrasına gelince; bu fıkraya göre cezanın tecil edilmesi
veya af ile düşmüş olması bu bent hükümlerinin uygulanmasına engel değildir:
1-
Anayasamız tecilden olumlu, olumsuz söz etmemiştir. Tecil Ceza Hukuku
konusudur. Kanun koyucu bunu kamu yararı gerektiğinde koyar.
Burada
da Kanun koyucu, bentte yazılı dâva konusu suçlardan ötürü verilmiş olan
cezanın infazının geriye bırakılmış olması halinde de bent hükümlerinin
uygulanmasında kamu yararı görmüştür. Bunda Anayasa'ya aykırı bir yön yoktur.
2-
Yine Anayasamız affın niteliğinden ve sonuçlarından söz etmemiş bunu kanuna
bırakmıştır. Bundan ötürü Anayasa sınırları içinde çıkarılacak herhangi bir
kanun, affın etkisini bir yana bırakabilir ve bu durum Anayasa'ya aykırı olmaz.
Bu
nedenlerle Sendikalar Kanununun 31. maddesinin 12 sayılı bendindeki istem
konusu hükümler, Anayasa'nın 10., 11., 12. ve 46. maddelerine aykırı değildir
ve bu konuya ilişkin iptal isteminin reddi gerekir.
SONUÇ
:
15.7.1963
günlü ve 274 sayılı Kanununun 1 ve 2. maddelerinin 1 sayılı bentleri
hükümlerinin, Anayasa'ya aykırı olmadığına esasta oybirliği ile gerekçede ise
üyelerden Fazlı Öztan, Delâlettin Kuralmen, Hakkı Ketenoğlu, Muhittin Taylan,
Recai Seçkin, Halİt Zarbun ve Lûtfİ Ömerbaş'ın karşı düşünceleriyle ve
oyçokluğu ile;
Aynı
Kanunun :
4.
maddesinin 1 sayılı bendinin (b) fıkrasının Anayasa'ya aykırı olmadığına,
Üyelerden Fazlı Öztan ve Muhittin Gürün'ün karşı oylarıyla ve oyçokluğu ile;
8.
maddesinin 1 ve 2 sayılı bentlerinde yer alan "Mahkemenin kararı
kesindir" şeklindeki hükmün, Anayasa'ya aykırı olmadığına Üyelerden Recai
Seçkin'in karşı oyu ile ve oyçokluğuyla;
10.
maddesinin ikinci fıkrasının, kuruluşları birinci fıkrada belirtilen Anayasa
ilkelerine aykırı olan veya bu ilkelere aykırı hareket eden Milletlerarası
teşekküllere katılma kararlarının iptali konusunda Bakanlar Kuruluna yetki
vermesinin, Anayasa ilkelerine aykırı davranışları önlemenin ve ortadan
kaldırmanın Bakanlar Kurulunun başta gelen ödevlerinden bulunması yönünden de
Anayasa'ya aykırı olmadığına oybirliğiyle;
14.
maddesinin 1 sayılı bendinin (h) fıkrası ile 4 sayılı bendinde yer alan lokavta
ilişkin hükümlerin Anayasa'ya aykırı olmadığına oybirliğiyle;
23.
maddesinin 4 sayılı bendinde yer alan ve itirazın kesin olarak karara
bağlanacağına ilişkin bulunan hükmün Anayasa'ya aykırı olmadığına oybirliğiyle;
27.
maddesinin son fıkrasında yer alan ve mal ve gelir bildiriminin denetleme ve
İnceleme yetkisine sahip diğer makam ve mercilere tevdi olunacağına ilişkin
bulunan hükmün, bu yetkinin, kanun veya tüzükte belirtilen makam ve mercilerce
kullanılmasının zorunlu bulunması bakımından Anayasa'ya aykırı olmadığına
oybirliğiyle;
29.
maddesiyle 30. maddesinin 5 sayılı bendinin ve 31. maddesinin 8 sayılı bendi
hükümleri ile 12 sayılı (ve alelıtlak zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet,
hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflâs) a
ilişkin hükümleri dışında kalan ve dâvaya konu yapılan hükümlerinin Anayasa'ya
aykırı olmadığına oybirliğiyle;
26-27
Eylül 1967 günlerinde yapılan toplantılarda karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
İbrahim
Senil
|
Başkanvekili
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
İhsan
Keçecioğlu
|
Üye
Salim
Başol
|
|
|
|
|
Üye
Feyzullah
Uslu
|
Üye
A.
Şeref Hocaoğlu
|
Üye
Fazlı
Öztan
|
Üye
Celâlettin
Kuralmen
|
|
|
|
|
Üye
Hakkı
Ketenoğlu
|
Üye
Muhittin
Taylan
|
Üye
İhsan
Ecemiş
|
Üye
Recai
seçkin
|
|
|
|
Üye
Ahmet
Akar
|
Üye
Halit
Zarbun
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
KARŞI
OY YAZISI
A)
l- Sendika üyeliğinden çıkartma yolundaki karara karşı sendika genel kuruluna
yapılan itirazın reddi üzerine, çıkarılan üye veya bölge çalışma müdürlüğü
tarafından iş mahkemesine yapılan itiraz sonunda iş mahkemesince verilecek
kararın kesin olması 274 sayılı yasanın 8. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında
öngörülmüştür.
Bu
kesinlik yönüne karşı davacının ileri sürdüğü istem, Anayasanın bütün
kararların temyiz edilmesini öngörmediği gerekçesiyle ve kesinliğin kabulünde
kamu yararı bulunduğu ilkesi benimsenerek reddolunmuştur.
II-
5521 sayılı ve 30.1.1950 günlü İş Mahkemeleri Yasasının 8. maddesi uyarınca iş
mahkemelerinden verilen bütün kararlar, temyiz olunabilen kararlardandır. 1086
sayılı Hukuk Usulü Yasasının 5464 sayılı Yasa ile değişik 427. maddesi uyarınca
ancak sulh hâkimlerinin değeri elli lirayı aşmayan alacak dâvalarına ilişkin
kararları kesin olduğu için, bîr üyenin herhangibir dernekten çıkarılmasına
ilişkin kararlara karşı ileri sürülen itiraz üzerine mahkemece verilen
kararlara karşı temyiz yolu açıktır.
III-
Bir sendikadan çıkarılmak, genellikle, sosyal nitelikçe bir dernekten
çıkarılmaktan daha önemli sonuçlar doğurabilen bir olaydır; çünkü, sendika,
kararın bir çok yerlerinde de haklı olarak belirtildiği gibi, Özel hukuk tüzel
kişisi olmakla birlikte, devlet içinde ve iktisadî hayatta çok büyük etkisi
olan ve bir bakıma, kamu hukuku kuruluşlarına yaklaşır bir varlık olması
bakımından, bir kimsenin haksız yere bir derneğin üyeliğinden çıkarılmasının, o
kimse için, sosyal önemi ile bir sendikanın üyeliğinden haksız yere
çıkarılmasının sosyal önemi bir olamaz; başka deyimle, sendikadan çıkarılmak,
dernekten çıkarılmaya göre, çok daha ağır, etkisi çok daha geniş olan bir
durumdur. Bundan ötürü, tartışma konusu hüküm dernek üyeleri ile sendika üyeleri
arasında hukukî güvenlik açısından eşitsizlik doğurmaktadır.
IV-
Sözü edilen kararların kesin olmasını haklı göstermek üzere Kurulda ortaya
atılmış gerekçeler dahi, yerinde ve bu eşitsizliğin haklı sayılmasını
gerektirecek ağırlıkta değildirler. Bu gerekçeler ikidir:
a)
Mahallî verilerin takdiri ile ilgili bir konuda yargıtay denetimine yer yoktur.
b)
Yargıtay denetiminin önlenmesinden doğacak zarar, kötü bir üyenin sendikadan
bir an önce uzaklaştırılmasıyla elde edilecek kazançtan az olacaktır.
Bu
iddialar doğru değildir :
a)
Dernekten üye çıkarılması işinde de, Yargıtay'ın inceleye geldiği binlerce
yüz-binlerce işte de mahallî verilerin taktiri, söz konusudur; zira, Türk
Yargıtay ı, bizde üst mahkemeler (İstinaf mahkemeleri) bulunmadığı için,
dâvaları maddî olayın ve delillerin takdiri yönünden de incelemektedir. Demek
oluyorki yerel özelliklerin değerlendirilmesinin söz konusu olması, temyiz
yolunun kapatılması için bir neden sayılamaz.
b)
Sendikadan çıkartma kararına karşı genel kurula itiraz yetkisinin tanınmış
bulunmasına ve genel kurulun hemen toplanıp bu itirazı görüşmesinin
düşünülemeyeceğine ve genel kurul kararına karşı iş mahkemesine itiraz için üç
ay gibi uzun bir süre tanınmış olmasına göre işin çarçabuk sonuçlanması artık
söz konusu değildir. Bundan başka genel kurul kararına karşı bölge çalışma
müdürlüğüne bile itiraz hakkı tanınarak bu İşte kamu yararının bulunduğu da
belirtilmiştir. Bu durum karşısında yargıtay incelenmesi için geçecek bir kaç
aylık sürenin kazanılmış olmasının büyük bir kazanç sayılamayacağı
kendiliğinden ortaya çıkar; imdi zaman kazancına dayanan gerekçe dahi,
eşitsizliği haklı gösteren bir gerekçe olamaz.
Sonuç:
Bu nedenlerle İnceleme konusu 274 sayılı Yasanın 8. maddesinin 1. ve 2.
fıkralarındaki hüküm, Anayasanın 12. maddesine aykırıdır ve metindeki (Kesin)
sözlerinin iptaline karar verilmelidir.
B)
274 sayılı Yasanın 23. maddesinin 4. bendinin son fıkrasındaki kesinlik hükmü,
bence de, Anayasa'ya aykırı değildir. Ancak buradaki aykırı bulunmayış, benim
yukarı bentte belirttiğim eşitlik ilkesine aykırı durumun burada gerçekleşmiş
bulunmayışı nedenine ve böylece yasa koyucunun kamu yararı düşüncesiyle koymuş
olduğu bir sınırlandırmanın söz konusu olmasına bağlıdır; gerçekten 274 sayılı
Yasanın 23. maddesinin düzenlediği konu belli nitelikteki sendikalara üye olan
işçilerin sendikalara vermeleri gerekli ödentileri (Aidatı) işverenin işçinin
iş parasından keserek sendikaya ödemekle yükümlü olduğu ve iş verene ödentiler
için başvuran işçi sendikasının belli nitelikte bir sendika olup olmadığı
konusunda işverenle sendika arasında çıkacak uyuşmazlıkların Bölge Çalışma
Müdürlüğünce karara bağlanacağı ve Bölge Çalışma Müdürlüğü kararlarına karşı
sendikaca veya işverence ileri sürülerek itirazların o yer iş mahkemesince
kesin olarak çözümleneceğidir. Herhangi bir derneğin üyesinden olan ödenti alacağı
için üyenin işverenine başvurma hakkı tanınmış olmadığından buradaki duruma
benzer bir durum dernekler hukukunda gerçekleşemez ve bundan ötürü, yasa önünde
eşitlik ilkesinin dâva konusu bent ve fıkra bakımından uygulanma olanağı
yoktur; sendika ile işveren arasında ödenti konusunda çıkmış uyuşmazlığın
sürüncemede kalmadan kesin sonuca bağlanması hem sendika, hem işveren açısından
yararlıdır ki bununda iş mahkemesi kararının kesin olmasını çok yerinde ve
haklı gösteren bir kamu yararı sayılması doğrudur. Burada açıkladığım
gerekçelerle çoğunluğun 274. sayılı Yasanın 23. maddesinin 4. bendinin son
cümlesindeki (kesin olarak) hükmünün Anayasa'ya aykırı bulunmadığı görüşüne
katılıyorum.
MUHALEFET
SERHİ
274
sayılı Sendikalar Kanununun 4. maddesinin l sayılı bendinin b fıkrası hükmü
Anayasaya aykırıdır. Çünkü :
Söz
konusu fıkra hükmü, kanunun 22. maddesinin 2. bendinde yazılı idare, teşekkül,
müessese ve bankalarda çalışan müfettişlerin, kontrolörlerin, umum müdür
yardımcılariyle bunlara eşit ve üst kademedeki görevlerde çalışanların, kanunun
2. ve 3. maddelerine göre işçi veya işveren sendikası kurmalarını veya kurulmuş
olanlara girmelerini yasaklamaktadır. Burada sözü geçen İdare, teşekkül,
müessese ve bankaları da kanunun 22. maddesinin 2. bendi, (Genel ve katma
bütçeli idarelerle mahallî idareler ve bunlara bağlı sabit ve döner sermayeli
müesseseler, sermayesinin tamamı. Devlet tarafından verilmek suretiyle kurulan
iktisadî teşekkül ve müesseselerle sermayelerinde Devletin iştiraki bulunan
bankalar, kamu kurumu niteliğindeki meslekî teşekküller dahil olmak özere öze!
kanunlarla kurulan bankalar ve teşekküller, bu bentte zikredilen idare,
teşekkül ve bankalar tarafından ödenmiş sermayesinin en az yarısına katılmak
suretiyle kurulan teşekküllerle bunların aynı nispette katılması ile kurulan
müesseseler,) olarak tanımlamaktadır.
Yukarıda,
sayılan idare ve teşekküllerden bir kısmı (Meselâ, genel ve katma bütçeli
dairelerle bunlara bağlı müesseseler, kanunla kurulu meslekî teşekküller gibi)
kamu kurumu veya o nitelikte ise de diğer bir kısmı (Mesela sermayelerinde
Devletin iştiraki olan ve özel hukuk hükümlerine tabi bulunan müesseseler ve
bankalar gibi) özel hukuk tüzel kişilerinden ibaret bulunmakta, bunlardan
birinci gruba dahil olanlarda (Çalışanlar), "işçi niteliği taşımıyan kamu
hizmeti görevlisi" sayılsalar bile, ikinci gruba dahil kuruluşlarda
çalışanların bu nitelikte sayılmasına imkân bulunmamakta, aksine bunların 274
sayılı Kanunun kapsamına dahil işçiler olduğu pek açık bir şekilde
görülmektedir. Bu duruma göre, 274 sayılı Kanunun A. maddenin 1.
bendinin b fıkrasının, kamu hizmeti görevleriyle birlikte bu nitelikte olmayan
diğer bir kısım, işçileri de, sendika kurmak veya sendikalara üye olmak ve
dolayısiyle de toplu sözleşme ve grev haklarından yoksun bıraktığı ortaya
çıkmaktadır.
Halbuki
Anayasa'nın 46. maddesi:
(Çalışanlar
ve işverenler, önceden izin almaksızın, sendikalar ve sendika birlikleri kurma,
bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten ayrılma hakkına sahiptirler.
İşçi
niteliği taşımıyan kamu hizmeti görevlilerinin bu alandaki hakları kanunla
düzenlenir.
Sendika
ve sendika birliklerinin tüzükleri, yönetim ve İşleyişleri demokratik esaslara
aykırı olamaz.) ilkesini koymuş ve 47. maddesi de işçilere "toplu
sözleşme" ve "grev" haklarını temel hak olarak tanımış
bulunmaktadır.
Görüldüğü
gibi, 46. madde hükmü, çalışanlara, maddenin son fıkrası hükmüne riayet edilmek
şartiyle, sendika kurma veya kurulmuşlara üye olma hakkını mutlak bir şekilde
tanımış, hatta bu konuda bir düzenleme yapılması için yasa koyucuya, diğer bir
çok hak ve hürriyetlere ilişkin olan maddelerde görülen biçimde, herhangi bir
görev de vermemiştir.
Nitekim
Anayasa Mahkemesinin yukarıki kararında, 274 sayılı Kanunun 1. ve 2. maddelerine
ilişkin iddiaların incelenmesi sırasında, bu cihet böylece belirtilerek, esasen
kanunun kapsamı dışında kalmış olan çalışanlar varsa bunların, Anayasadan doğan
mutlak haklarını kullanmak suretiyle, bu kanun hükümleri dışında, sendika
kurabilecekleri veya kurulmuşlarına üye olabilecekleri sonucuna varılmıştır ve
bu sonuca varılırken kanunda bu hususu yasaklayıcı bir hüküm bulunmamasına da
dayanılmıştır.
Anayasa'nın
46. maddesi hükmü, sadece maddenin birinci fıkrasında yer a!an (Çalışanlar)
deyiminin kapsamına girdikleri halde "işçi niteliği taşımıyan kamu hizmeti
görevlisi" durumunda olanların, birinci fıkradaki haklarının, kanunla
düzenleneceğine cevaz vermektedir. Bunların dışında kalan (Çalışanların) bu
alandaki haklarının, maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak şartiyle,
sınırsız olduğu bu suretle bir kere daha belirmektedir.
Halbuki
söz konusu 4. maddenin 1. bendinin b fıkrasıyla, sendika kurmaktan veya
kurulmuşlarına üye olmaktan yasaklanmış bulunanlar, yukarıda açıklandığı gibi,
sadece "işçi niteliği taşımıyan kamu hizmeti görevlileri" olmayıp,
kamu hizmeti görevlisi bulunmayan ve 274 sayılı Kanunun 2. maddesi kapsamına
dahil İşçi niteliğinde olanlar da bu haklarından yoksun bırakılmışlardır.
Gerçekten kanunun 22. maddesinin metni yukarıda yazılı bulunan 2. bendinde,
kamu kurumlariyle kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları yanında, kamu
tüzel kişisi olmayan ve tamamen bir özel hukuk tüzel kişisi olarak kurulan ve
bu sıfatla faaliyet gösteren iktisadî müesseselerle, bankalar ve teşekküller de
sayılmış bulunmakta ve bu surete söz konusu 4. maddenin 1. bendinin b
fıkrasiyle, buralarda çalışan ve "kamu hizmeti görevlisi" niteliğinde
bulunmayan (Müfettiş, kontrolör, umum müdür yardımcısı) ve buna eşit üst
kademelerdeki (Meselâ müşavir, genel müdür ... vb. gibi) görevliler, 274 sayılı
Kanunun 1. ve 2. maddeleri kapsamına girdikleri ve bu kanuna göre işçi
sayıldıkları halde, kendileriyle aynı hukukî durumda olanlara bu kanunla
tanınmış bulunan sendika kurma veya kurulmuşlarına üye olan hakkını kullanmaktan
yasaklanmışlardır. Bu durumun Anayasa'nın 46. maddesinin ilk fıkrasındaki
sendika kurma hakkını ve 12. maddesindeki "kanun önün eşitlik"
ilkesini zedelediği acıktır.
Kararda
bu durumda olanların, sonradan kabul edilen 9.6.1965 günlü ve 624 sayılı
"Devlet Personeli Sendikaları Kanunu"nun 8. maddesi hükmü ile. bu
kanuna göre sendika kurabileceklerinin veya bu sendikalara üye
olabileceklerinin kabul edilmiş olduğuna işaretle bunların sendika kurma veya
sendikaya üye olma haklarının kökünden kaldırılmadığı ve binnetice bu
haklarının özünün zedelenmemiş olduğu öne sürülmektedir.
Halbuki
yukarıda da açıklandığı üzere bunlar kamu görevlisi değildir. Bu sebeple
bunların sendika kurma haklan, 46. maddenin son fıkrası saklı olmak şartiyle,
sınırsızdır. Anayasa'nın 47. maddesine göre işçiler, toplu sözleşme ve grev
hakkına sahiptirler. Söz konusu edilenler de 274 sayılı Kanunun 2. maddesi
kapsamına dahil oldukları ve bu suretle işçi sayıldıkları İçin bunların da bu
haklardan, kendileriyle eşit hukukî durumda olanlar gibi, faydalanmaları
gerekir. Bunların "Devlet Personeli Sendikaları" Kanununa tabî
tutulmalariyle bu haklan kökünden ret edilmekte, yani sendika kurma hakları ile
buna bağlı diğer Anayasa haklarının özel zedelenmektedir.
Kaldı
ki bunların sözü geçen haklarında bu yolda sınırlama yapılması için Anayasa'nın
11. maddesinde öngörülen kamu yararı, gene! ahlâk, kamu düzeni, sosyal adalet
ve millî güvenlik gibi sebeplerden hiç birisi de mevcut değildir. Sözü edilen
22. maddenin 2. bendinde yer alan ve özel hukuk tüzel kişisi durumunda olan bir
banka veya sınaî veya ticarî işletmenin müfettiş, kontrolör, genel müdür
yardımcısı, hatta genel müdürü ile bu yasaklama dışında kalan şube müdürü,
muhasebeci kısım şefi, hatta alelûmum büro memurları arasında, iş hukuku
bakımından fark yaratmak için yeter sebep mevcut değildir. Bunlardan bir
kısmının, bazı hallerde (işveren vekili) durumunda olmaları, hiç değilse kendi
kategorileri içinde, 274 sayılı Kanundan faydalanarak sendika kurmalarına veya
kurulmuşlarına üye olmalarına ve bu suretle "toplu sözleşme" ve
"grev" haklarını kullanmalarına engel olmayıp, aksine işverenin
kendisine karşı Anayasa'nın 46. ve 47. maddelerinde yer alan haklarını
kullanabilmeleri için buna zorunluk da vardır.
Bu
sebeplerle 274 sayılı Kanun 4. maddesinin 1. bendinin, Anayasa'nın 12., 46. ve
47. maddelerinde yer alan İlkelere aykırı hüküm taşıyan b fıkrası hükmünün
iptali gerekmediğinden kararın bu konuya ilişkin kısmına muhalifim.