ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas No:1963-173
Karar No:1965-40
Karar tarihi:26/9/1965
Resmi Gazete tarih/sayı:25.7.1967/12656
Dâvacı:
Türkiye işçi Partisi
Dâvanın
konusu: Türk Ceza Kanununun 5844 sayılı kanunla değişik 141/1. ve 142/1.
maddelerinin Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmeleri isteminden
ibarettir.
İLK
İNCELEME:
Anayasa
Mahkemesi içtüzüğünün 15 inci maddesi uyarınca 11/3/1963 gününde yapılan ilk
incelemede, İşçi Partisi Tüzüğünün 17 nci maddesine göre partinin en yüksek
merkez organının Merkez Yönetim Komitesi olduğu üyelerden ismail Hakkı Ülkmen,
ibrahim Senil, Celâlettin Kuralmen ve Muhittin Gürün'ün Parti tüzüğünün 15 inci
maddesi gereğince partinin en yüksek Merkez Organının Genel Yönetim Kurulu
olduğu yolundaki muhalefetleriyle tesbit olunduktan sonra, olayda Türk Ceza
Kanununun 141 inci ve 142 nci maddelerinin l numaralı bentleri hakkında iptal
dâvası açılması için Genel Yönetim Kurulunda Merkez Yönetim Komitesine tam
yetki verildiği ve bu komitece de dâva açılmasının kararlaştırıldığı
anlaşıldığından dâvanın, Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
hakkındaki 44 sayılı kanunun 25 inci maddesinin l numaralı bendine uygun
olarak, partinin yetkili organı tarafından açıldığının kabulüne üyelerden
Şemsettin Akçoğlu'nun dâva acrna kararının, partinin en yüksek organı olan
Büyük kongrece verilebileceği yolundaki muhalefeti ile karar verilmiş olmakla
hazırlanan rapor, dâva dilekçesi, sözlü açıklama tutanağı, Türk Ceza Kanununun
iptali istenen maddeleri ile Anayasanın dâva ile ilgili hükümleri, bunlara
ilişkin gerekçeler, komisvon raporları, Meclis görüşme tutanakları okunduktan
sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
DAVACININ
SÖZLÜ AÇIKLAMASI :
Bu
konudaki isteğinin Mahkemece kabul edilmesi üzerine yapmış olduğu sözlü açıklamasında
Dâvacı, dilekçesindeki görüşlerini çeşitli açılardan tekrarladıktan ve dâva
konusu maddelerle ilgili bazı uygulamalardan sözettikten sonra özet olarak :
"Anayasamızın,
sosyalizme açık bir anayasa olduğunu, Anayasada (Bu Anayasa, sosyalist Anayasadır.)
diye yazılmasına lüzum bulunmadığını, buna mukabil Anayasamızın kapitalizme ve
liberalizme (kamu yararı) ile ve (Devlete sosyal Ödevleri gerçekleştirmeyi
yükümlemesi) ile sınır koyan bir Anayasa olduğunu, sosyalizme ise kat'iyen
sınır tanımadığını, Anayasa'nın, her türlü dikta rejimini yasakladığını,
iktidara hangi yoldan gelirse gelsin herhangi bir şahsın veya partinin tahakküm
kurmasına ve millî egemenliği tekeline almasına imkân olmadığını, bu bakımdan
birer dikta rejimleri olan komünizmi de faşizmi de yasakladığını, bundan başka
Anayasamızın Cumhuriyetçiliğe aykırı, bölgecilik amacı güden, Türk Milletini
bölen, yahut Padişahlığı getirecek bir düzen tasavvur eden partileri de
yasakladığını, bunların dışında Anayasamızın hiç bir partiyi yasaklamadığını ve
141/1. ve 142/2. maddelerin de sadece komünizmi yasakladığına dair olan
iddiaların yerinde olmadığını, zira maddede komünizmin bir tarifinin
bulunmadığını ve maddede bahsi geçen sınıf tahakkümünün ise, sadece komünist
rejiminin mümeyyiz vasfı olmayıp, faşizmin de mümeyyiz vasfı olduğunu, halbuki
bu maddelerin yalnız komünizmi yasaklamayıp sosyalizmi de yasakladığını"
ileri sürmüştür.
Yukarıdanberi
yapılan açıklamalardan da anlaşıldığı üzere Dâvacının esas görüşü; sözü geçen
141/1. ve 142/1. maddelerin, sadece sınıf tahakkümüne, komünizme, anarşizme
yönelen çabaları yasaklamayıp, Anayasa'nın çeşitli maddelerinin teminatı
altında bulunan başka fikir ve dernek (siyasî parti dahil) çalışmalarını, bu
arada sosyalizmi de yasakladığına ve dört kez değiştirilmiş oldukları halde,
faşist karakterlerinin değiştirilmemiş bulunduğuna dayanmakta ve dilekçede
çeşitli yönlerden ele alınmış bulunan Anayasa'ya aykırılık iddialarının da, bu
nedenlerle öne sürüldüğü görülmektedir.
ESASIN
İNCELENMESİ :
Türk
Ceza Kanununun 141. ve 142. maddelerinin, iptalleri istenilen l numaralı
bentleri şöyledir :
"Madde
141/1. Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis
etmeğe veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmağa veya memleket içinde müesses
iktisadî veya sosyal temel nizamlardan her hangi birini devirmeye matuf
cemiyetleri her ne suret ve nam altında olursa olsun kurmaya tevessül edenler
veya kuranlar veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare edenler
veya bu hususlarda yol gösterenler (...............) cezalandırılır.
Bu
kabil cemiyetlerin bir kaçını veya hepsini sevk ve idare edenler hakkında
(..................) cezası hükmolunur."
"Madde
142/1. Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis
etmek veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmak yahut memleket içinde müesses
iktisadî veya sosyal temel nizamlardan herhangi birini devirmek veya devlet
siyasî ve hukukî nizamlarını topyekûn yok etmek için her ne suretle olursa
olsun propaganda yapan kimse (...............) cezalandırılır."
Bu
hükümlerin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere :
141.
maddenin l numaralı bendinde;
a)
Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmeğe;
b)
Sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmağa;
c)
Memleket içinde müesses iktisadî veya sosyal temel nizamlardan herhangi birini
devirmeğe;
Matuf
cemiyetleri, her ne suret ve nam altında olursa olsun, kurmağa tevessül etmek
veya kurmak, veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare etmek veya
bu hususlarda yol göstermek;
142.
maddenin l numaralı bendinde de :
a)
Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmek;
b)
Sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmak;
c)
Memleket içinde müesses iktisadî veya sosyal temel nizamlardan herhangi birini
devirmek;
ç)
Devlet siyasî ve hukukî nizamlarını topyekûn yok etmek;
İçin
her ne suretle olursa olsun propaganda yapmak;
Eylemleri
suç sayılarak yasaklanmışlardır.
Bunlardan
141. maddenin l numaralı bendinde yer alan (sosyal bir sınıfın diğer sosyal
sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmeğe matuf cemiyetleri, her ne suret ve
nam altında olursa olsun, kurmaya tevessül etmek veya kurmak veya bunların
faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare etmek veya bu hususlarda yol
göstermek.) eylemi ile 142. maddenin l numaralı bendinde yer alan (sosyal bir
sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesisetmek için her ne
suretle olursa olsun propaganda yapmak) ve (Devlet siyasî ve hukukî nizamlarını
topyekûn yok etmek için her ne suretle olursa olsun propaganda yapmak.)
eylemlerini yasaklayan hükümlerin, Anayasa'ya aykırı olup olmadıklarının
bentlerin kapsadığı diğer hükümlerden önce incelenmesi, bunların değişik
açılardan ele alınmalarının mümkün olması bakımından, uygun görülmüştür.
l-
Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmeğe
matuf cemiyetleri her ne suret ve nam altında olursa olsun kurmağa tevessül
etmek veya kurmak veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare etmek
veya bu hususlarda yol göstermek eylemleri ile sosyal bir sınıfın diğer sosyal
sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmek için her ne suretle olursa olsun
propaganda yapmak eylemi her şeyden önce, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan
"Türkiye Cumhuriyeti, İnsan Haklarına ve başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, millî, demokratik, lâik ve sosyal bir Hukuk Devletidir."
Hükmüne ve bu maddenin gönderme yaptığı başlangıç kısmında belirtilen;
(Bütün
fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde,
millî şuur ve ülküler etrafında toplayan ve mîlletimizi, dünya milletleri
ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak millî birlik ruhu içinde
daima yüceltmeyi amaç bilen Türk milliyetçiliğinden hız ve ilham alarak ve;
"Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesinin, millî mücadele ruhunun, millet
egemenliğinin, Atatürk devrimlerine bağlılığın tam şuuruna sahip olarak;
İnsan
Hak ve Hürriyetlerini, millî dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun
huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak
demokratik hukuk devletini bütün hukukî ve sosyal temelleriyle kurmak
(...............) amaçlarına aykırıdır.
Sosyal
bir sınıfın diğer sosyal sınıflara tahakkümü halinde, milletin bütün fertlerinin
kader, kıvanç ve tasa ortaklığının yerini, sınıflara mahsus, ayrı kıvanç ve
tasalar alacağından, Anayasa'nın bu konularda öngördüğü birlik yıkılacaktır.
Sınıfların birbirine zıt olan duyguları, millî birliği zedeleyecek ve yurt
içinde sulh ve sükûnu bozacaktır. Belki de sınıf mücadelesi, hukuk sahası
dışına çıkabilecek, ezmek ve ezilmemek çabaları, iç boğuşma haline
gelebilecektir.
Sınıf
tahakkümünü korumak yolundaki bu çatışmalar, millî mücadele ruhunu, Anayasa'nın
millet egemenliği kuralını ve Atatürk devrimlerine bağlılık şuurunu da kökünden
sarsacaktır.
Millî
mücadele ruhu, bütün milletin vatanı kurtarma çabasında el birliği yapması ve
her türlü fedakârlığa seve seve katlanması anlamını taşır. Belli bir sınıfın
tahakkümünü tesis etme çabalarının yaratacağı kin yüzünden mîllî mücadele ruhu
da sarsılacaktır.
Sınıf
tahakkümünün bulunduğu yerde millî egemenliğin var olduğu savunulamaz. Çünkü,
egemenlik milletin tümünde değil, hükmeden sınıfta olacaktır.
Sosyal
bir sınıfın diğer sosyal sınıflara tahakkümü, Atatürk devrimlerine bağlılık
şuuru ile de bağdaşamaz. Çünkü, Atatürk devrimleri "Türk milletini her
alanda çağdaş uygarlık düzeyine çıkartmayı ve huzura kavuşturmayı gaye
edinmiştir. Bütün devrimler, topyekûn milletin yükselmesi amacı ile yapılmıştır.
Bir
sınıfın diğer sınıflara tahakkümü eylemi, insan hak ve hürriyetlerine de
aykırıdır.
Anayasa'mız,
kişinin temel haklarını ve ödevlerini çeşitli maddelerinde göstermiştir. Sınıf
tahakkümünü, bu hak ve Ödevlerin, belli sınıflara hasredilmesine veya bunların
özlerine dokunacak şekilde kısıtlanmasına imkân verdiği için, insan hak ve
hürriyetleri düzenine uygun düşmez.
Bu
eylem, sosyal adalet ve sosyal güvenlik ilkelerine de aykırıdır. Çünkü bunlar
bir sınıfı değil, sınıfı ne olursa olsun bütün kişileri kapsayan ilkelerdir.
Sınıf hâkimiyetine dayanan bir Devlet sisteminde ise, sosyal adalet ve sosyal
güvenliğin bütün kişiler için varolduğu söylenemez.
Bu
eylem, hukuk devleti esaslarına da aykırıdır. Anayasa'mızın kurduğu devlet
düzeni, hukuk devleti niteliğinden ayrılmaz. Hukuk devleti de, bütün
faaliyetlerinde hukukun hâkim olduğu bir devlet düzenidir. Sınıf hakimiyetinde
böyle bir devlet düzeninden söz edilemiyeceği aşikârdır.
Bu
eylem, lâiklik ilkesine dokunulmasına da yol açabilir. Çünkü, sınıf tahakkümü
düzeninde bu ilkeyi zedeleme arzusuna karşı koyabilecek bütün güç ve engeller
ortadan silinmiş durumdadır.
Bu
eylem, demokratik devlet esaslarına ve Anayasa'nın, "Türkiye
Cumhuriyetinin her türlü saltanat, şahıs ve zümre hâkimiyeti şekillerini reddeden,
demokratik bir devlet olduğu" gerekçesine dayanan ve "Türkiye devleti
bir Cumhuriyettir." hükmünü koyan 1. maddesine de aykırıdır.
Demokratik
devlet, egemenliğin bir kişi, zümre veya sınıf tarafından, belli sınıflar
yararına kullanılamadığı serbest ve genel seçimin iktidara gelmede ve
iktidardan ayrılmada tek yol olarak kabul edildiği ve iktidarın bütün millet
yararına kullanıldığı, kısacası, demokrasi prensiplerinin hâkim olduğu bir
idare biçimidir. Sınıf tahakkümünde ise, bu prensiplerin yer alması
düşünülemez.
Kaldı
ki Anayasa'nın 4. ve 12. maddeleri, iptali istenilen bentler yönünden, kesin ve
açık hükümler taşımaktadır.
Bunlardan
4. maddede (Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir.
Millet,
Egemenliğini, Anayasa'nın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle
kullanır.
Egemenliğin
kullanılması hiç bir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.
Hiç bir kimse veya organ kaynağını Anayasa'dan almayan bir devlet yetkisini
kullanamaz."
denmektedir.
Anayasa'nın
bu maddesi, konuya kesinlik getirmektedir. Madde, sosyal bir sınıfın diğer
sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etme eylemini açıkça reddetmekte ve
Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir." hükmü ile de sınıf
egemenliğini Anayasa dışına itmektedir.
Maddenin
ikinci ve üçüncü fıkraları ise; egemenliğin, Anayasa'nın belirttiği esaslar
çerçevesinde ve yetkili kıldığı organlar eliyle kullanılabileceğini, bunların
dışında hiç bir kişi, zümre veya sınıfın, buna sahip çıkamıyacağını, kesin
olarak belirtmektedir.
12.
maddede "Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din
mezhep ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.
Hiç
bir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz."
hükümleri
yer almıştır.
Sınıf
tahakkümünü Anayasa'nın bu maddesi de yasaklar. İkinci fıkradaki "Hiç bir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz." hükmünün sınıf
imtiyazına dahi müsaade etmemesi karşısında, hukuk kurallarını, insan hak ve
hürriyetlerini daha ağır derecede bozan sınıf tahakkümünün, Anayasa düzenine
tamamiyle aykırı olacağından şüphe edilemez.
Anayasa'nın
57. maddesi de sınıf tahakkümünü önleyen hükümler taşımaktadır. Özellikle maddenin
birinci fıkrasının "Siyasî partilerin tüzükleri, programları ve
faaliyetleri, insan hak ve hürriyetlerine dayanan demokratik ve lâik cumhuriyet
ilkelerine ve Devletin ülkesi ve milleti ;le bölünmezliği temel
hükmüne uygun olmak zorundadır. Bunlara uymayan partiler temelli
kapatılır." şeklindeki hükmü ile, siyasî partilerin, demokrasi düzenini,
cumhuriyet ilkelerini, insan hak ve hürriyetlerini ve lâiklik esasını yıkacak
bir kuvvet haline gelmeleri Önlenmiştir.
Yukarıda
belirtildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti, saltanat, zümre ve sınıf hâkimiyeti
şekillerini reddeden demokratik bir devlet biçimidir. Bu esası, Anayasa'nın 1.
maddesinin gerekçesinde bulduğumuz gibi, 2. maddesinde belirtilen Türkiye
Cumhuriyetinin niteliklerinde de bulmaktayız.
İnsan
haklarını çiğnediği, fert huzurunu ve başlangıçtaki temel ilkeleri bozduğu,
millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti nitelikleri ile
bağdaşmadığı için, sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflara hâkimiyetini amaç
edinmiş siyasî partiler de Anayasamıza uygun bir müessese olarak kalamazlar.
Böylece bir maksat güden siyasî partilerin demokratik düzeni ve Cumhuriyetin
temel ilkelerini yıkacakları aşikârdır.
Bu
nedenlerle, Türk Ceza Kanununun 141. ve 142. maddelerinin l numaralı
bentlerinde yer alan sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde
tahakkümünü tesis etmeğe mautf cemiyetleri her ne suret ve nam altında olursa
olsun kurmaya tevessül etmek veya kurmak veya bunların faaliyetlerini tanzim
veya sevk ve idare etmek veya bu hususlarda yol göstermek veya bu konularda her
ne suretle olursa olsun propaganda yapmak eylemlerini yasaklayan hükümlerde
Anayasa'ya aykırılık yoktur.
II-
Dâva konusu 142. maddenin l numaralı bendinde yer alan (Devlet siyasî ve hukukî
nizamlarını topyekûn yok etmek için her ne suretle olursa olsun propaganda
yapmak) eyleminin yasaklanması da Anayasa'ya aykırı değildir. Çünkü bu eylem,
anarşizme yol açan niteliktedir. Anarşizm ise, demokratik bir hukuk devleti
düzeni ile hiç bağdaşmayan ve Anayasa'nın topyekûn kaldırılmasını öngören bir
sistem olduğundan, böyle bir düzeni kurma yolundaki çabaların yasaklanmasının,
Anayasa'ya uygun ve onu korumaya yönelen bir tedbir olduğu, başkaca açıklamayı
gerektirmiyecek derecede meydandadır.
III-
141. ve 142. maddelerin iptalleri istenilen l numaralı bentlerinde yer alan ve
yukarıda incelenenler dışında kalan :
Sosyal
bir sınıfı ortadan kaldırmaya;
Memleket
içinde müesses iktisadî veya sosyal temel nizamlardan herhangi birini
devirmeğe;
Matuf
cemiyetleri, her ne suret ve nam altında olursa olsun kurmağa tevessül etmek
veya kurmak veya bunların faaliyetlerini sevk ve idare etmek veya bu hususlarda
yol göstermek (Madde 141/1);
Sosyal
bir sınıfı ortadan kaldırmak;
Memleket
İçinde müesses iktisadî veya sosyal temel nizamlardan herhangi birini devirmek;
için
her ne suretle olursa olsun propaganda yapmak (Madde 142/1); eylemlerine
gelince :
Bu
eylemlerin gerçek niteliklerini anlıyabilmek için, bunları yasaklayan
hükümlerin Ceza Kanunumuza hangi maksatlarla alındıklarının araştırılması ve bu
bakımdan söz konusu hükümlere ilişkin gerekçelerin incelenmesi gerekmektedir.
Türk
Ceza Kanununun 141. ve 142. maddelerinin iptalleri istenen l numaralı bentleri;
1930 tarihli İtalyan Ceza Kanununun (ki Türk Ceza Kanununa esas olan 1889
tarihli kanunun yerini almıştır.) 270. ve 272. maddelerinden, ilk kez 1936
günlü ve 3038 sayılı kanunla, Ceza Kanunumuza aktarılmış ve bu hükümler,
sonradan 3531, 4934, 5435. ve 5844. sayılı kanunlarla dört kez
değiştirilmiştir.
3038
sayılı kanunla yapılan değişiklikten önce Türk Ceza Kanununun konu ile ilgili
hükümleri şöyle idi :
Türk
Ceza Kanununun, 125. maddesi ile başlayan ikinci kitabının (Devletin emniyetine
karşı cürümler) başlıklı birinci babının, (Vatan aleyhinde cürümler) başlıklı
birinci faslında yer alan hükümleri, Devleti, siyasî ve mülkî bütünlüğüne
doğrudan doğruya yapılacak tecavüzlere karşı korumakta ve fakat zora dayanan
siyasî rejimlerin ve bu arada komünizmin kurulması hazırlıklarını önlememekte
idi. 1930 tarihli İtalyan Ceza Kanununun 270. ve 272. maddelerinden yararlanarak
hazırlanan ve 1936 yılında yayımlanan 3038 sayılı Kanunla Ceza Kanunumuza bu
konularda Önleyici hükümler konmuştur.
Millî
sınır tanımayan ve özellikle Dünya ihtilâli iddiasında bulunan ihtilâlci
sosyalizm (komünizm) in yayılması tehlikeleri karşısında her devlet, kendi
rejimini korumak ihtiyacını duymuş ve bu yüzden memleketimiz de sözü geçen 3038
sayılı Kanunla bu yöndeki boşluğu kapatmak istemiştir.
Türk
Ceza Kanununun 7/4/1936 günlü ve 3038 sayılı Kanunla değiştirilmiş olan 141. ve
142. maddelerinin birinci fıkraları şöyledir.
"Memleket
dahilinde içtimaî bir zümrenin diğerleri üzerinde tahakkümünü şiddet kullanmak
suretiyle tesis etmeye veya içtimaî bir zümreyi şiddet kullanarak ortadan
kaldırmaya veya memleket dahilinde teşekkül etmiş iktisadî veya içtimaî
nizamları şiddet kullanarak devirmeğe matuf cemiyetleri tesis eden, teşkil
eden, tanzim eden kimse .........cezalandırılır." (Madde 141)
"Memleket
dahilinde içtimaî bir zümrenin diğerleri üzerinde tahakkümünü şiddet kullanmak
suretiyle tesis etmek veya içtimaî bir zümreyi şiddet kullanarak ortadan
kaldırmak veya memleket dahilinde teşekkül etmiş iktisadî veya içtimaî
nizamları şiddet kullanarak devirmek, yahut memleketin siyasî ve hukukî
herhangi bir nizamını yıkmak içm propaganda yapan kimse cezalandırılır."
(Madde 142)
Bu
maddelerin gerekçeleri özetle şöyledir :
".......
Son zamanların bazı hadiseleri delâletiyle mevcut ceza hükümlerimizin bu hâdiseleri
dairei şümulüne almadığı görülerek Devletin emniyet ve selâmetini her türlü
fena hareketlere karşı cezaî müeyyidelerle mahfuz bulundurma lüzumu tahakkuk
etmiştir. (.........) 141. madde, Türkiye'de teşekkül etmiş veya edecek olan
maksatları siyasî ve içtimaî nizamı bozmaya matuf bulunan siyasî cemiyetleri
istihdaf etmektedir.
Maddenin
sarahatine ve ihtiva ettiği hususlara nazaran komünist ve anarşist cemiyetler
bu maddenin şümulüne dahil bulunmaktadır. Devletin selâmet ve hayatını bu gibi
muzır ve yıkıcı faaliyetlere karşı korumak için böyle bir maddeye lüzum vardır.
(.........) 142. madde ise, bu gayeye matuf propagandaları tecziye etmektedir.
(Türkiye Büyük Millet Meclisi zabıt ceridesi Yıl 1936, Cilt : 12 S. Sayı 250).
16
Temmuz 1938 gününde yayımlanan 3531 sayılı kanunla değiştirilmiş olan 141. ve
142. maddeler şöyledir :
"Madde
141.- Memleket dahilinde içtimaî bir zümrenin diğerleri üzerinde tahakkümünü
tesis etmeğe veya içtimaî bir zümreyi ortadan kaldırmaya veya memleket
dahilinde teşekkül etmiş iktisadî veya içtimaî nizamları devirmeğe matuf
cemiyetleri tesis eden, teşkil eden, tanzim eden veya sevk ve idare eden kimse
(.........) cezalandırılır.
Maksada
vüsul için şiddet kullanmak da istihdaf edilmiş ise verilecek ceza
(............) ağır hapistir.
(..............)"
"Madde
142.- Memleket dahilinde içtimaî bir zümrenin diğerleri üzerinde tahakkümünü
tesis etmek veya içtimaî bir zümreyi ortadan kaldırmak yahut memleket dahilinde
teşekkül etmiş iktisadî veya içtimaî nizamları devirmek yahut memleketin siyasî
veya hukukî bir nizamını yıkmak için propaganda yapan kimse (............)
cezalandırılır.
Propaganda
yukarıki fıkrada yazılı hareketleri şiddet kullanarak elde etmeye matuf
bulunduğu takdirde verilecek ceza (............) ağır hapistir.
(.................)"
3038
ve 3531 sayılı kanunlarda yer alan hükümlerin karşılaştırılmasından
anlaşılacağı üzere, Önce suç unsurları arasında bulunan şiddet kullanma hali,
bu kanunla suç unsuru olmaktan çıkarılmış, ancak, yeni maddelere cezayı
artırıcı sebep olarak alınmıştır.
Bu
değiştirmelerin gerekçeleri özetle şöyledir :
".......
141. ve 142. maddeler, Ceza Kanunumuzun, rejimi koruyucu hükümleri ihtiva eden
iki mühim maddesidir. (......) Bu hükümler, memieket dahilinde rejimi tam bir
surette korumak için kâfi görülmemektedir. Zira, Hükümet şeklini tağyir
maksadına müstenit cemiyetlerin müessisleri ile idare heyeti azaları ve içtima
mahallinin sahip veya müsteciri haklarında Cemiyetler Kanununun koyduğu para
cezasına dair olan hüküm istisna edilirse, mevzuatımızda, gayesi yukarıda
yazılı maksatlar olduğu halde buna vusul için şiddet kullanmayı istihdaf
etmeyen cemiyetlerin tesis ve teşkili ve bunlara girmek ve bu maksatlar için
propaganda yapmak keyfiyeti bir ceza tehdidi altında bulunmamaktadır.
Bundan
başka son defa Teşkilâtı Esasiye Kanununda yapılan değişiklikle Devletçilik,
Milliyetçilik, inkılâpçılık, Halkçılık ve Lâiklik Devletin ana vasıfları olarak
kabul edilmiştir. Bu vasıflara muhalif gayesi olan cemiyetlerin tesis ve
teşkilini ve böyle bir cemiyete girmek keyfiyetini ve bu yolda propaganda
yapmayı ceza tehdidi altında menedici bir hüküm de yoktur. İşte bu iki maddede
yapılan değişiklikle bu noksanlar ikmâl edilmiş ve tatbikatta herhangi bir
tereddüde mahal verilmemek üzere propagandanın fiil, söz veya her nevi neşir
vasıtasiyle olabileceği tasrih edilmiştir. (T.B.M.M. Zabıt Ceridesi Yıl 1938
Cilt : 26 S. Sayı: 320).
141.
ve 142. maddelerde 13/6/1946 günlü ve 4934 sayılı Kanunla yakılan değişiklikler
şöyledir :
"Madde
141.- Memleket içinde içtimaî bir zümrenin diğerleri üzerinde tahakkümünü tesis
etmeğe veya içtimaî bir zümreyi ortadan kaldırmaya veya memleket içinde
teşekkül etmiş iktisadî veya içtimaî nizmaları devirmeğe matuf cemiyetler
tesis, teşkil tanzim veya sevk ve idare eden kimse ............ cezalandırılır.
(.........)
Bu
maksatlara varmak için şiddet kullanılmak da istihdaf edilmiş ise veya zor
kullanılmış ise verilecek ceza ............ ağır hapistir.
(.............)"
"Madde
142.- Memleket içinde içtimaî bir zümrenin diğerleri üzerinde tahakkümünü tesis
etmek veya içtimaî bir zümreyi ortadan kaldırmak yahut memleket içinde teşekkül
etmiş iktisadî veya içtimaî nizamları devirmek veya siyasî veya hukukî
nizamları yıkmak için propaganda yapan kimse (.........) cezalandırılır."
Propaganda,
yukarıdaki fıkrada yazılı hareketleri şiddet kullanarak elde etmeye matuf
bulunduğu takdirde verilecek ceza ...... ağır hapistir.
(...........)"
Bu
değiştirmenin gerekçeleri özetle şöyledir :
".......
Ceza Kanunumuza, 1938 yılında yapılan değişiklikler neticesinde konulan bâzı
maddelerin, memleketin güvenliğine, bünyesine ve ihtiyacına göre doğru ölçüler
dahilinde değiştirilmesi, partiler teşkiline karşı koyması ihtimali olan
hükümlerin değiştirilmesi amacı ile incelemeler yapılmış ve vatandaşların sınıf
menfaatleri üzerine parti kurmalarına kanun yolu ile mani olmamak ve kökü
dışarda yani yabancı aleti olan cemiyet ve partiler ve onlardan mülhem olan
cemiyet ve partilere karşı kanun yolu ile karşı koymaya devam etmek şeklinde
hülâsa edilebilen Ölçüler dahilinde bir değişiklik yapmak üzere bu tasarı
meydana getirilmiştir. (.........)
141.
madde sınıf esası üzerine kurulacak partilere karşı koymamaktadır. Çünkü
demokratik bir rejimde partiler birbirlerini yok etmek veya diğerleri üzerinde
tahakküm tesis etmek gayesi ile kurulmazlar. Bu madde içtimaî bir sınıfın
diktatörlüğü veya içtimaî bir sınıfın ortadan kaldırılması gayesi ile kurulacak
cemiyetleri ceza tehdidi ile yasak etmek suretiyle parti diktatörlüğünü
önlemekte ve çok partili demokrasi esaslarını sağlamaktadır.
İkinci
fıkradaki siyasî veya hukukî nizamın ortadan kaldırılması mevzuundaki ortadan
kaldırmanın, zor yani kanuna aykırı yollarla yapılmasının gaye edinilmesi
men'edilmek istenilmiş ve bu suretle kanun yolları ile değişiklik yapılması
için partiler kurulmasına imkân verilmiştir.
Memleketin
güvenliğine, bünyesine ve ihtiyacına göre hangi nizamın kanun yolları ile dahi
değiştirilmemesi gerektiğini açıkça göstermek lüzumu karşısında demokrasinin en
ileri şekli olan cumhuriyeti korumak maksadı ile gayesi cumhuriyetçiliğe aykırı
olan cemiyetler yasak edilmiştir." (Tutanak dergisi yıl 1946, Cilt : 24,
S. Sayı : 171.)
5435
sayılı Kanunla değiştirilen 141. ve 142. maddeler şöyledir :
"Madde
141.- Memleket içindeki içtimaî bir sınıfın değerleri üzerinde tahakkümünü
tesis etmek veya içtimaî bir sınıfı ortadan kaldırmak veya memleket içinde
kurulmuş iktisadî veya içtimaî ternel nizamları devirmek amacı ile cemiyet
tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse (......) cezalandırılır.
Amacı,
cemiyetin siyasî veya hukukî herhangi bir temel nizamını devirmek olan yıkıcı
cemiyetleri memleket içinde tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse
birinci fıkrada yazılı cezayı görür.
Yukarıdaki
fıkralarda yazılı amaçlara varmak için cemiyetlerce her ne suretle olursa olsun
tehdit etmek vasıta olarak kabul edilmişse veya ne suretle olursa olsun cebir
ve şiddet kullanmak veya her ne suretle olursa olsun tehdit etmek vasıta olarak
kabul edilmişse veya bu cihet açıklanmamış olmakla beraber cebir ve şiddet veya
tehdit başarı için gerekli bulunmuş ise cemiyeti tesis, teşkil, tanzim veya
sevk ve idare eden kimseye verilecek ağır hapis cezası ......... aşağı olamaz.
(.................)"
Madde
142.- Memleket içindeki içtimaî bir sınıfın diğerleri üzerinde tahakkümünü
tesis etmek veya içtimaî bir sınıfı ortadan kaldırmak, yahut memleket içinde
kurulmuş iktisadî veya içtimaî temel nizamları devirmek veya siyasî veya hukukî
temel nizamları yıkmak için her ne suretle olursa olsun propaganda yapan kimse
(.........) cezalandırılır.
Propaganda,
yukarıdaki fıkrada yazılı amaçlara varmak için cebir ve şiddet kullanmayı veya
tehdit etmeyi de tazammun ediyorsa ilk fıkra uyarınca verilecek ceza (......)
aşağı olamaz.
(............)"
Bu
değiştirmelerin gerekçeleri, özetle şöyledir :
"Son
zamanlarda komünistlik ve dincilik propaganda ve cereyanları, dikkati çekecek
bir mahiyet almıştır. Hal ve vaziyetin imkân ve müsaadesine göre çeşitli ve çok
değişik şekillerde çalışmalarla cemiyet nizamlarını, komünist esaslara ve dinî
akidelere uydurmak isteyenlerin gizli ve açık her nevî hareket ve faaliyetleri,
memleket ve halkın emniyet ve selâmeti, ilerleme ve gelişmesi namına tehlike
teşkil etmeğe başlamış ve cemiyeti içinden gevşetip çökertmeğe matuf bu türlü
bozguncu faaliyetlerin lâyık oldukları şiddet ve emniyetle takip ve tenkilini
gerekli kılmıştır. (.........)
141.
maddenin ilk fıkrası ile yasaklanan eylemlerden birisi de memleket içinde
kurulu iktisadî veya içtimaî nizamları devirmek amacı ile cemiyet kurmaktır.
İçtima'î
nizam, bir cemiyetin varlığını koruyan bütün kaide ve müesseseleri, iktisadî
nizam ise bir cemiyette, servetin istihsal ve tedavül ve taksimini ve sermaye
ve emek sahipleri arasındaki münasebeti düzenleyen esas ve usulleri ifade eder.
(............)
Komünizm,
cemiyetin içinde zümre tahakkümünü kurmak veya bir zümreyi kaldırmak isteyen
bir fikir sistemi olduktan başka, cemiyetin iktisadî ve içtimaî nizamlarını
devirerek yerine kendi görüşüne uygun iktisadî ve içtimaî bir nizam kurmayı tek
gaye sayar. Bu sebepledir ki komünist cemiyetler maddenin ilk fıkrasına göre
men ve zecredilmiş bulunurlar. (............)
Maddenin
üçüncü fıkrası birinci ve ikinci fıkralarda yazılı suçların şiddet sebeplerini
bildirir. Bu halde ceza, fıkrada görüldüğü veçhile, artırılmıştır. Cebir ve
şiddet maddî surette eşya veya şahıslara yonetilebileceği gibi manevî olarak
tehdit suretiyle de olabileceğinden, bu cihetler kanunda açıklanmakla beraber,
bunların çeşitli işlenme tarzları (Herne suretle olursa olsun) sözü ile yasak
edilmiştir. Bundan başka cemiyetlerce başarı vasıtası olarak cebir ve şiddet
kullanmak veya tehdit etmek, evvelden sözleşilip açıklanmamış olsa bile
cemiyetin muhtemel mukavemetine karşı böyle bir vasıtaya müracaat etmeden amaca
varmanın imkânsızlığı anlaşılırsa, cebir ve şiddet icra veya tehdit ikaı
evvelden kabul edilmişcesine cezanın artırılacağı fıkrada beyan
olunmuştur." (T.B.M.M. Tutanak Dergisi Yıl 1949, Cilt 20-S. Sayısı :257)
5844
sayılı kanunla değişitirilen ve bugün yürürlükte bulunan 141. ve 142.
maddelerin l numaralı bentleri şöyledir :
Madde
141/1.- Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis
etmeye veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmaya veya memleket içinde müesses
iktisadî veya sosyal temel nizamlardan herhangi birini devirmeğe matuf
cemiyetleri her ne suretle ve na altında olursa olsun kurmaya tevessül edenler
veya kuranlar veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare edenler
veya bu hususlarda yol gösterenler (.........) cezalandırılır.
Bu
kabil cemiyetlerin bir kaçını veya hepsini sevk ve idare edenler hakkında (.........)
hükmolunur."
"Madde
142/1.- Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis
etmek veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmak yahut memleket içinde müesses
iktisadî veya sosyal temel nizamlardan herhangi birini devirmek veya Devlet
siyasî ve hukukî nizamlarını topyekûn yoketmek için her ne suretle olursa olsun
propaganda yapan kimse (.......) cezalandırılır."
Bu
değiştirmelerin gerekçeleri, özetle şöyledir :
".......
Demokrasi bir mefkûredir. Bu mefkurenin ilham almakta olduğu tek kaynak ise
hürriyettir. Hürriyetin muayyen bir felsefe ışığı altında tefsir edilmesine
göre ortaya çeşitli siyasî sistem örnekleri çıkmaktadır. Bilhassa ikinci Dünya
Harbinden önce Almanya, İtalya, Japonya gibi devletlerde yerleşmek imkânını
bulan faşist rejimler demokrasi idealini külliyen inkâr etmiş olmakla bu
mefkureyi yaşatmak isteyen siyasî camialar için onlara karşı müdafaa ve
muhafaza'î- nefs tedbirleri ittihaz olunması zaruridir.
Lâkin
faşist diye tavsif olunan siyasî rejimin yanı başında hürriyeti ve demokrasi
idealini inkâr etmemekle beraber, bu kıymetleri, anlaşılmaları icap eden
tarzdan başka türlü anlayan ve gayeye varmak için her türlü imkân ve
vasıtaları, makyavelist bir inanışla mübah ve meşru gören marksist bir
demokrasi telâkkisi mevcuttur.
Marksizm
aslında muayyen bir doktrinden ibaret olmayıp, insan ve dünya hakkında umumî
bir görüş tarzı meydana getirir.
Marksist
görüşün ekseriya zannedildiği gibi sadece bir iktisadî doktrini yoktur, aynı
zamanda siyasî bir doktrini de vardır.
Marksist
siyasî doktrinin esası tahakkümdür, yani diktatörlüktür. Tahakkümle hürriyet
bir arada mütalâa edilemiyeceğine göre, marksist siyasî akidenin de gerçek
demokrasi ile bir münasebeti kurulamaz. Bilâkis, Marksist siyasî telâkkiyi
gerçek demokrasinin zıddı olarak mütalâa etmekte isabet vardır. (.........)
Şu
halde hürriyeti boğan, istibdada sürükleyen ve baskı yaratan tekmil cereyanlara
karşı ferdi ve cemiyeti masum bulundurabilmek için Devlet hukuk nizamında
kifayetli kaideler tesis etmiş olmalıdır.
Türk
Ceza Kanununun halen mer'i bulunan 141., 142., 163. maddeleri Türk
vatandaşlarının, Anayasa ile tanınan kamu haklarını ve Türk demokrasisini,
ifrat cereyanlara, hürriyeti boğucu hareketlere ve bozguncu faaaliyetlere karşı
himaye eden hükümleri muhtevi bulunmaktadır.(............)
Gerçekten
kanun vaz'ının ifrat teşkil eder mahiyetteki bozguncu hareketlere karşı daima
uyanık bulunması zarureti aşikârdır. Menşeini hariçte bulan ve yurt
istiklâlini, vatandaş haklarını imha gayretini güden istilâcı hareketler, takip
eyledikleri bozguncu gayelerini gizlemekte büyük maharet göstermekte, Türk
cemiyetinin karşısına türlü kisvelere bürünerek çıkmaktadırlar. Takibedilen
usulleri, Metodları zamanın icablarına uydurmakta ve bu suretle müdafaa
vasıtalarının tesirine karşı korunmakta büyük maharet göstermektedirler. Bu
sebepler dolayısiyle kanun vaz'ının bu bozguncu ve Türk Cemiyet ve
demokrasisinin kalpgâhına müteveccih hareketleri dikkatle takip eylemesi ve
yeni metodlara karşılık yeni müdafaa vasıtalarım tesbit ve tâyin ederek
mevzuatı teçhiz eylemesi bir zarurettir. Ceza Kanunumuzun 141., 142. ve 163.
maddeleri değiştirilirken hareket noktası mezkûr müşahade olunmuştur.(...)
141.
maddenin birinci fıkrasında komünist birleşmelerin kurulmasınana tevessül
olunması, bunların teşkil, tanzim, sevk ve idare edilmesi ve bu hususta yol
gösterilmesi suç sayılmış bulunmaktadır. Bu maksat bir sosyal sınıfın diğer
sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünün tesisi) ibaresi ile ifade olunmuştur.
Aynı fıkrada mevcut (Bir sosyal sınıfı cebir yolu ile kısmen veya tamamen
ortadan kaldırmaya veya memleket içinde müesses iktisadî ve sosyal nizamları
cebren yoketmeye matuf birleşmeler ...) ibaresi ile istihdaf edilen gaye, cebri
vasıta olarak kullanan sosyalist ve sair mahiyetteki birleşmeleri tecrim
eylemektir. (.........)
İktisadî
ve siyasî nizam tabirleri, çok geniş bir mâna ihtiva eylemeleri dolayısiyle her
türlü bozucu ve bozguncu faaliyetleri ihata eylemek maksadiyle istimal
edilmişlerdir. Bu itibarla meselâ iktisadî nizam, ferdî mülkiyete mütedair
nizam olduğu gibi, mutevası iktisadî olan bütün hukukî münasebetler nizamını da
ifade eder. Kanunlarca tanzim edilmiş bulunan sanayi, ziraat ve ticaret
nizamları da keza iktisadî nizam çerçevesine dahildir. Buna nazaran menşei
iktisadî olmayan topluluk nizamları da hukukî nizamı teşkil eder. (.........)
Maddenin
ikinci fıkrası, anarşizm, mehilizm gibi cemiyet binasını bütünü ile yıkmayı
istihdaf eden ve bunun yerine nizamsızlık ve teşkilâtsızlığı ikâme eylemek
isteyen bozguncu cereyanların tecrim ve tecziyesini istihdaf eylemektedir. Bu
maksadı daha iyi ifade edebilmek için fıkraya (topyekûn) tâbirinin ilâvesi
muvafık sayılmıştır. Fıkradaki (Siyasî ve hukukî nizam) ibaresi ile Devleti
teşkil eden siyasî ve hukukî müesseselerin bütünü kastolunmuştur ......."
(T.B.M.M. Tutanak Dergisi Yıl : 1951, Cilt : 10 S. Sayı : 264)
Yukarıda
özetlenen gerekçelere dayanan ve cebir unsurunu da kapsayan Hükümet Tasarısı
ile yine cebir unsurunu kapsayan Adalet Komisyonu tasarısı ve raporu Genel
Kurula sunulmuş, cebir unsurunun leh ve aleyhinde yapılan görüşmelerden sonra
maddeler, tasarıdaki cebir unsuru çıkarılmak suretiyle kabul edilmiştir.
Bu
gerekçeler göstermektedir ki, söz konusu hükümlerin Ceza Kanunumuza
alınmalarına sebep, demokratik Anayasa rejimimizi, demokrasi esasları ile
bağdaşmayan fikir akımlarına karşı korumaktır. Ceza Kanunumuz, dâvaya konu olan
maddeleri ile faşizm, anarşizm, komünizm ve ırkçılık gibi hürriyet ve
demokratik hukuk devleti rejimi ile bağdaşmayan doktrinlerin gerçekleştirilmesi
çabalarını yasaklamıştır.
Faşizm
ve ırkçılık gibi sistemler, dâva konusu maddelerin dâva dışında kalan diğer
bentleri ile yasaklamış ve ceza tehdidi altına alınmıştır. Maddelerin, l
numaralı bentlerinde yer alan hükümlerle sadece komünizme yönelen çabaların
yasaklanmalarının öngörüldüğü, yukarda yazılı gerekçelerinden, açıkça
anlaşılmaktadır.
Komünizmin;
insan haklarına dayanan ve millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti
niteliğini taşıyan Türkiye Cumhuriyeti ilkelerine aykırı bulunduğu bir
gerçektir. Çünkü komünist doktrininin ana nitelikleri bakımından proletarya
sınıfının hakimiyetini, mülkiyetin ortadan kaldırılmasını Öngördüğü ve kendi
sistemini desteklemeyen bütün temel hak ve hürriyetleri reddettiği, bilinen bir
keyfiyettir. Böyle bir istemin ise, Anayasa ile bağdaşmadığı açıktır.
Bu
nedenlerle komünist bir rejimin memleketimizde kurulmasını sağlamak maksadı ile
sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmaya veya memleket içinde müesses iktisadî veya
sosyal nizamlardan herhangi birini devirmeye matuf cemiyetleri (siyasî partiler
dahil) her ne suret ve nam altında olursa olsun kurmaya tevessül etmeyi veya
kurmayı veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare etmeyi veya bu
konularda propaganda yapmayı yasaklayan söz konusu hükümler de Anayasa'ya
aykırı değildir.
Maddede
yer alan ve komünizmin kapsamına girdiği açık bulunan (sosyal bir sınıfın diğer
sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etme) yolunda dernek kurma veya
bunun için propaganda yapma eylemlerini yasaklamanın Anasaya'ya aykırı olmadığı
da, Anayasa'nın çeşitli ilkeleri bakımından, yukarıda I numaralı bölümde ayrıca
belirtildiğinden burada bu konuya tekrar değinilmemiştir.
XXX
Dâvacı,
141. ve 142. maddelerin l numaralı bentlerinde yer alan deyimlerin anlam ve
kapsamlarını belli etmenin kolay olmadığını, bunların suç olmayan eylemleri de
suç saymayı mümkün kılan açıklıktan uzak ve şaşırtıcı nitelik taşıdığını,
Hükümet Tasarısında var olan cebir unsurunun metinden çıkarılmasının, bu
halleri daha da artırdığını ve bu bakımdan söz konusu bentlerin (kanunsuz suç
olmaz) ilkesini zedelemek suretiyle Anayasa'nın 33. maddesine aykırı
bulunduğunu ileri sürmüştür.
Yukarıda
tüm ayrıntıları ile açıklanan dâva konusu hükümler, genel çizgileri ile :
1-
Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmek için
dernek kurmayı ve propaganda yapmayı;
2-
Memlekette anarşizmi gerçekleştirmek için propaganda yapmayı;
3-
Komünizme hazırlık amacı ile dernek kurmayı ve propaganda yapmayı;
yasaklamışlardır.
Her
üç eylem bakımından sözü geçen hükümlerin anlam ve kapsamlarının açıklık
taşımadığı iddiası yerinde değildir.
Çünkü,
bu eylemlerin doktrin açısından niteliklerini belli etmek güç olmadığı gibi,
sınıf tahakkümünün ve komünizmin çeşitli memleketlerdeki uygulamaları yönünden
teşhis edilmeleri de güç değildir.
Niteliklerinin
tâyin ve teşhisi mümkün olan bu eylemlerin suç oldukları kanun hükmü ile tesbit
ve ilân edilmiş bulunduğuna göre de (kanunsuz suç olmaz) prensibinin bozulmuş
olduğundan söz edilemez.
Maddede
cebir ve şiddetin suç unsuru olarak kabul edilmemiş olması da (Kanunsuz suç
olmaz) prensibinin zdeemiel nolşğduu 3ut ELAÖI LAÖ kılmaz.
O
kadar ki, sosyal bir sınıfın, diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakküm
kurmasının, rıza ve muvafakat sonucu olmayıp, (zor) ile gerçekleştirilebilecek
sosyal bir olay olduğundan şüphe edilemez.
Anarşizmde
de durum böyledir.
Komünizme
gelince :
Hatırlamak
gerekir ki, komünist sistem, aslında ihtilâl ile iktidara gelmek ve zorla
proletarya hâkimiyetini sağlayarak diğer sınıfları yok etmek ve demokratik,
sosyal ve iktisadî düzeni yine zorla kaldırıp, yerine kendi düzenini kurmak
amacını güder.
Bundan
başka önceden ihtilâl yolu ile iktidara gelmeyi amaçları arasına almayan ve
mevcut hukuk düzeninden yararlanarak iktidara gelmeyi düşünen ve açık amacı
memlekette komünist idare kurmak olan bir derneğin sonuçta cebre dayanacağı söz
götürmez bir gerçektir. Böyle bir derneğin amacına ulaşıncaya kadarki
faaliyetlerinde iktidardan evvel ve sonra olmak üzere iki aşama vardır. İkinci
aşama olan iktidara gelinince, komünist rejimin gerçekleştirilmesi için mutlaka
cebir ve şiddet kullanılacaktır. İktidara gelininceye kadar cebir kullanılması
öngörülmemiş olsa dahi, komünist rejim, sonuçta cebirle kurulacak ve
sürdürülecektir.
Bu
amaç için propaganda yolu ile veya dernek kurmak suretiyle hazırlık çalışmaları
yapanlar, cebirle kurulacak ve sürdürülecek olan bir sistemin hazırlığını
yaptıklarını elbet te bilirler. Onun içindir ki komünist rejimin kurulması
hazırlıklarını yasaklayan dâva konusu hükümlerde ayrıca cebir unsuruna yer
verilmemiştir.
Yukarıdaki
açıklamalardan anlaşıldığı üzere, her üç eylemin nefsinde cebir ve şiddet
mündemiç olduğundan, maddede bu eylemlerin cebir ve şiddet kullanılarak
yapılmış olmaları halinin ayrıca suç unsuru olarak kabul edilmemiş olmasının
(kanunsuz suç olmaz) prensibini zedelediği iddiası da yerinde değildir.
Bu
sebeple dâva konusu hükümlerde Anayasa'mızın 35. maddesine aykırılık
bulunmamaktadır.
XXX
Dâvacının,
bu maddelerin, her şeyden önce, Anayasa'nın temel ilkelerine aykırı ve faşist
dünya görüşünün, faşist devlet ve toplum anlayaşının bir ifadesi olduğu, dört
kez değiştirilmiş oldukları halde faşist anlayışının değişmediği, yurdumuzdaki
tek parti ve toprak ağaları rejimini koruduğu, demokratik görüş ve yaşayışın,
hürriyetçi ve insancı felsefenin tam karşıtı bir felsefeyi yansıttığı yolundaki
iddiaları üzerinde de ayrıca durulması gerekmektedir.
1917
ihtilâli ile uygulama alanına giren marksizm ve ondan sonra Devlet teşekkülü
olarak beliren faşizm karşısında, her rejim ve devlet kendi düzen ve sistemini
korumak zorunda kalmıştır. Bazı rejimler esasta birbirinden çok ayrı oldukları
halde, varlıklarını savunma tedbirlerinde birleşmişler ve Ceza Kanunlarına aynı
hükümleri almışlardır.
1930
tarihli italyan Ceza Kanununun 270. ve 272. maddelerindeki esasların, 1936
yılında Türk Ceza Kanununa alınmış olmasıyla faşizm esaslarının da, bu
hükümlerle birlikte, Türkiye'ye getirilmiş gibi gösterilmesi doğru değildir.
Zira,
yukarıda da açıklandığı üzere dâva konusu hükümler, sadece sınıf tahakkümünü,
anarşizmi ve komünizmi yasaklamayı öngörmektedirler. Bu yasaklamalardan, faşist
görüşün savunulduğu, tek parti rejiminin veya toprak ağalığının muhafazası
maksadının güdüldüğü anlamını çıkarmak mümkün değildir.
Kaldı
ki, dâva dışında kalan 141. maddenin 3 numaralı ve 142. maddenin 2 numaralı
bentlerinde yer alan hükümlerle faşizm prensipleri de açıkça yasaklanmış
bulunmaktadır. Bu da göstermektedir ki, dâva konusu hükümler, Faşist italya'dan
alınmış oldukları halde ne faşizmi korumakta, ne de faşist toplum anlayışını
benimseyen esaslar taşımaktadırlar.
Öte
yandan Türkiye'nin siyasal, sosyal ve iktisadî hayatında büyük değişme ve
gelişmeler olmuş, tek parti sisteminden çok partili sisteme, iki dereceli
seçimden tek dereceli seçime geçilmiş, fakat bu maddeler, bu gelişme ve
değişmelere engel olmamışlardır. O kadar ki iptali istenen hükümlerdeki 1946
değişikliğinin çok partili siyasî hayatın duraksamasız sağlanması amacı ile
yapıldığı da buna ilişkin gerekçede belirtilmişir.
Bunlar
da göstermektedir ki iptali istenen hükümler, statükocu, engelleyici, gelişmeyi
önleyici olmamışlardır.
XXX
Dâvacının,
Anayasa'mızın sosyalizme sınırsız olarak açık bulunduğuna ilişkin iddiası da, üzerinde
önemle durulması gereken konulardan birisidir.
Dâvacı,
sözlü açıklamasında bu görüşünü özetle :
".......
Anayasa'mız mülkiyet hakkını kamu yararı ile sınırlayan, toprak reformunu
öngören bütün özel sektör faaaliyetlerinin kamu yararı mülâhazası ile
kamulaştırılabileceğini ifade eden ve her vatandaşa iş bulmayı Devlete ödev
olarak veren, herkese insanlık seviyesi ile mütenasip ücret almayı öngören, hak
olarak tanıyan, plânlı bir ekonomiyi, sosyal sağlık ve sosyal sigorta
meselelerini ele alan bir Anayasa'dır.
Bütün
bu hususları ele alan bir Anayasa sosyalizme açık bir Anayasadır. Anayasa'da
(Bu Anayasa Sosyalist Anayasa'dır.) diye yazılmasına lüzum yoktur. Buna mukabil
kapitalizme sınır koyan Liberalizme sınır koyan bir Anayasadır. Nedir bu sınır'
kamu yararı sınırıdır. Anayasa Devlete bu görevleri bir an Önce
gerçekleştirmeyi yüklemiştir. Anayasa'nın bir maddesi bütün sosyal Ödevleri
devletin ancak mali gücü elverdiği zaman yapacağını söyler, amma bu demek
değildir ki (ah benim malî gücüm yok, binaenaleyh yapmam) hayır o, malî gücü
elde etmekle görevlidir. Bunun için de devletçiliğe dayanacaktır. Devlet eliyle
millî varlığı geliştirecektir ki bu ödevleri her gün daha geniş ölçüde yerine
getirebilsin. Demek ki Anayasa'mız sosyalizme kat'iyen bir sınır tanımayan
Anayasadır."
Demek
suretiyle açıklamakta ve iptalini istediği hükümlerin sosyalist fikirlerin yayımına
müsait bulunmadığını öne sürmektedir.
Çeşitli
memleketlerde, farklı uygulamaları görülen sosyalizmin, kesin bir tarifini
yapmak veya belli bir devleti sosyalizm uygulamasına tek örnek olarak göstermek
mümkün değildir. Komünist memleketler dahil, sosyalist devletlerden hiç birisi
doktrinini bütünü ile uygulayamamıştır.
Sadece
bu hal dahi, Anayasa'mızın sosyalizme sınırsız olarak açık bulunduğu iddiasının
yerinde olmadığını gösterir.
Öte
yandan Anayasa'nın gerekçeleri ve Kurucu Mecliste geçen görüşmeleri üzerine
yapılan inceleme de bu sonucu desteklemektedir.
Temsilciler
Meclisi Anayasa Komisyonu'nun, Anayasa tasarısına ilişkin raporunun 13.
sahifesinde şöyle denmektedir :
".......
İşte bu sebepledir ki İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde de oybirliği ile
kabul edilen sosyal haklarla ilgili hükümler, artık bütün Anayasa'larda yer
alan insan hürriyet ve haysiyetinin gerçek zaferi olarak karşılanan Hukuk
kaideleri haline gelmiştir. (...............)
Ancak
bir kere daha belirtmek gerekir ki, sosyal hakları tanımak, bazılarının yanlış
olarak ifade ettiği gibi, asla sosyalizmi kabul etmek mânasına gelmez. Bugün
sosyalizmle hiçbir ilgisi olmayan memleketlerde dahi hem sosyal devlet mefhumu
benimsenmiş ve hem de sosyal haklar tanınmıştır. Sosyal haklar, iktisadî bir
doktrinin değil, her şeyden önce hümanizmin ve insanlığın adalet duygusunun
mahsulüdür; fert haysiyetine hürmetin ve ferdi mukaddes bir varlık olarak kabul
etmenin mantıkî ve hattâ kaçınılmaz neticesidir. Nihayet Devletin iktisadî
gücünün bu tedbirlere yetmiyecegini ileri sürerek endişe duymaya da mahal
yoktur. Zira 51. (Anayasa 53.) madde bu gibi endişeleri giderecek hükmü
taşımaktadır." (Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi cilt : 2, S. Sayı-35)
Anayasamızın
ikinci maddesinin sosyal devlet ilkesine ait gerekçesinde :
"Türkiye
Cumhuriyeti sosyal bir devlettir. Başka bir deyimle çalışma ve sosyal adalet
ilkelerine dayanır.
(Sosyal
devlet) fertlere yalnız klâsik hürriyetleri sağlamakla yetinmeyip, ayni
zamanda, onların insan gibi yaşamaları için zarurî olan maddî ihtiyaçlarını
karşılamalarını da kendisine vazife edinen Devlettir. Modern Anayasa, asgarî
geçim şartlarından, sıhhî bakımdan, öğrenim imkânlarından ve hele barınacak bir
konuttan yoksun bir kişinin gerçek anlamda hür olamıyacağını kabul eden zamanımızın
hukuk ve siyaset ilmine ve devlet görüşüne uygun olarak fertlere ve
vatandaşlara sosyal bir takım haklar tanımak zorundadır.
Her
sınıf halk tabakaları için refah sağlamayı kendisine vazife edinen zamanımızın
devleti (refah devleti), iktisaden zayıf olan kişileri, bilhassa işleri
bakımından başkalarına tâbi olan işçi ve müstahdemleri, her türlü dar
gelirlileri ve yoksul kimseleri himaye edecektir. (.........)
Nihayet
şurasını da kaydetmek gerekir ki, sosyal adalete karşı kaygısız kalan
devletler, toplum hayatının, müfrit sol ve müfrit sağ cereyanlara kapılarak
totaliter istikâmette sürüklenmesine engel olamamaktadırlar. (............)
Bu
sebepledirki sosyal zihniyet yalnız fertlerin refah ve saadeti için bir teminat
değil, aynı zamanda toplum hayatının geleceği bakımından da demokrasinin en
şaşmaz garantisidir. Zira komünizme karşı en tesirli kalkan, onu lüzumsuz hale
getiren sosyal adaletin gerçekleşmesidir."
denmektedir.
(Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi Cilt : 2, S. Sayısı : 35)
Anayasa
Komisyonu Başkanı, Temsilciler Meclisine tasarıyı sunarken
".......
Anayasa'mızın ikinci özelliği, doktrinci bir Anayasa olmayışıdır.
Anayasa'mızın, bu gibi müfrit temayüllere kapılarını sımsıkı kapatmıştır. Bu
suretle milletimizin geleneksel temayüllerini bir defa daha burada tesbit etmiş
bulunmaktayız.
Anayasa'mızın
üçüncü özelliği (.........) demokrasi ve hukuk devleti esaslarını kapsamış
bulunmasıdır.
Nihayet
son özelliği, milletimizin refah ve saadetine ehemmiyet verdiği halde,
milletimizin bu konularda belirli bir felsefeye sahip olduğu belirtilerini
katiyen taşımaması ve insanlık ülkülerine mutabık bulunduğunu tesbit
etmesidir."
demiştir.
(Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi Cilt : 2 Sahife : 366)
Anayasa
tasarısının tümü üzerinde Temsilciler Meclisinde geçen görüşmeler sırasında
Anayasa Komisyonu sözcüsü de bu konuda şunları söylemiştir :
".......
Arkadaşlar, bu Anayasa'da asla doktrin yoktur. Bu Anasaya'da hiç bir partinin
programı yoktur. Ne devletçilik vardır Ne liberalizm, ne sosyalizm ve ne de
herhangi bir (izm) vardır. Bu Anayasa renksiz fakat renksiz dediysek
karaktersiz değil karakter sahibi bir Anayasa'dır. 20 nci asrın ulaştığı
medeniyet seviyesine uygun her parti programının tatbik edilmesine imkân veren
bir Anayasa'dır. Orada devletçilik de tatbik edilebilir. Liberalizm de tatbik
edilebilir; fakat komünistlik asla tatbik edilemez. Sosyalizmi tatbik
edebilirsiniz, çünkü o da insan haklarına hürmetkardır, demokrasiyi tanır,
insan haklarını tanır, hukuk devletini tanır. Onun yanında sosyal zihniyete de
sahiptir. Keza 20 nci asrın liberalizmini tatbik edebilirsiniz. Çünkü o da
sosyal hakları tanır, insan haysiyetine gerçek mânada hürmet eder. Yoksa, sekiz
yaşındaki çocukları, yüksek bacaları temizletmek işinde kullanan (üç defa inip
çıktıktan sonra, ölürse ölsün beni ilgilendirmez.) diyen, 19 uncu asrın
liberalizmi değil. (............)
Anglosakson
çevrelerini ele alacak olursak, görürüz ki, orada dahi en sosyal fikirleri
getirmiş olan meselâ bir Beveriç liberaldir. Bugünün liberalizmi dahi
sosyaldir. Bugün artık sosyal olmak, medenî olmanın en başta gelen şartıdır.
Sosyal olmak, komünizmin memleketten uzaklaştırılması için hakikî çaredir. Evet
(sosyallik) artık bir doktrin değildir. Bugün ne liberal Devlet olan isviçre'de
dahi, meselâ Anayasa Profesörü Kegin'in kitabında, isviçre Demokrasinin şu
vasıfları bilhassa belirtmekmektedir. (İsviçre hürriyetçi bir demokrasidir,
isviçre sosyal bir demokrasidir.) isviçre için dahi, (sosyallik) kendisinden
vazgeçilmez bir devlet vasfı haline gelmiştir." (Temsilciler Meclisi
Tutanak Dergisi : Cilt : 2, sahife : 494)
Aynı
sözcü, yine genel görüşmeler sırasında, sosyalliğin totaliter anlayışa kadar
gidip gitmiyeceği konusunda beliren tereddütlere karşı :
".......
Sosyallik vasfını ilân eden Anayasa aynı zamanda (demokratik), (hürriyetçi) ve
(hukuk devleti) vasıf ve umdelerine de yer vermiştir. Biz dedik ki sosyal
kelimesinin yanlış tefsirlere yol açmaması için, demokratik vasfının yanında
hürriyetçilik vasfını da ayrıca belirtmek uygun olur. (......) Böyle bir yolu
kapamak için, sosyal derken, klâsik hakların ortadan kaldırılamıyacağını
belirtmek maksadiyle demokratik kelimesinden başka hürriyetçi mânasına gelen tâbiri
koyduk. Yani : (insan hak ve hürriyetleri esasına) ibaresini eklemek lüzumunu
hissettik .......) (Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi Cilt-2, sahife :
524-525) şeklinde açıklamada bulunmuştur.
Anayasanın
çeşitli maddelerinin Temsilciler Meclisinde görüşülmesi sırasında Anayasa
Komisyonu Sözcüleri tarafından bu konuya ilişkin açıklamalar yapılmıştır :
4.
maddenin görüşülmesinde :
".......
Bu madde egemenliğin bir sınıfta tecelli etmesini doktrin olarak müdafaa eden,
daha sarih bir ifade ile arzedeyim, proletarya diktatörlüğünü savunanlara karşı
konulmuş olan bir hükümdür. Seçim olur, işte millî hâkimiyet tecelli etti
denir; fakat iktidarı alan idarenin rejimi, proletarya diktatörlüğünü andıran
rejim olursa, Türk Anayasa'sı bu rejimi kabul etmez. Binaenaleyh sınıf
kelimesinden kasdedilen mâna budur. Yoksa, sınıfların menfaatleri gibi meselâ
sosyalist partilerin doktrinleri, münakaşaları maddenin anlamına girmez. Amma,
bir sınıf adına İktidara el koymak isteyen partileri bu Anayasa kanun dışı
kabul etmekle kalmıyor hudutları dışına sürüyor." (Temsilciler Meclisi
Tutanak Dergisi Cilt 2. Sayfa 711.)
11.
maddenin görüşülmesinde :
".......
Hiç bir kaziyyeyi, yanm olarak ele aldığımız zaman müsbet bir neticeye
varamayız. Fikirleri, hele müesseseleri, daima kül halinde mütalâa etmek
gerekir. (Sosyallik nereye götürür') evet komünizme kadar götürebilir. Eğer
Komisyonumuz, sadece (Türk Cumhuriyeti sosyal bir devlettir.) deseydi, o zaman
böyle bir tehlikeden bahsedilebilirdi. Amma (insan haklarına bağlı), yani (hürriyetçi),
(demokratik bir devlettir.) (bir hukuk devletidir.) dersek, bu tehlike varit
olamaz. (......) Demokrasi ve hukuk devletinin prensipleri, (sosyallik)
hedefinin sınırını teşkil etmektedir. Alabildiğine sosyal olacağım. Ne şartla'
fert hukukunu ortadan kaldıracak, klâsik hak ve hürriyetleri ortadan kaldıracak
hiç bir adım atmamak şartıyla (......) (Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi
Cilt : 3 sayfa : 46)
38.
maddenin görüşülmesinde :
"........
Klâsik anlamda liberal iktisat sistemini bir doktrin olarak kabul eden
arkadaşlardan farkımız şuradadır : Onlar, Anayasa Komisyonu gibi, demokrasiyle
bağdaşabilen bütün iktisadî doktrin ve programlar karşısında tarafsız davranan
bir Anayasa hükmü istemiyorlar. Diyorlarki; (Liberal doktrinin icabı,
kamulaştırma bedelinin hiç bir suretle taksite bağlanmaması, kamulaştırmanın
bütün hallerde peşin tediye ile yapılmasıdır. İşte bu hal suretinin Anayasa'da
yer almasını istiyoruz; caiz ve muteber biricik yol olarak, Anayasa hükmü ile
dondurulmasını istiyoruz.) Biz de diyoruz ki, Anayasa, demokrasi ve hürriyet
rejimi ile, hukuk devleti prensipleri ile bağdaşabilen bütün iktisat sistemleri
ve iktisadî plân ve programlar karşısında tarafsız kalmalıdır. Anayasa'da ne o
liberal sistem, ne bu devletçi veya sosyalist sistem ilân edilmelidir. Hangi
iktisat sisteminin ve programının uygulanacağı sorununun hallini gelecekte
halkın vereceği reye bırakmalıyız. Programı ile bir parti gelir, (Ben toprak
ıslâhını şu kadar taksite bağlıyacağım.) derse, (şu şu hallerde milileştirme,
devletleştirme yaparak, şu kadar milyondan yukarı bedelleri taksite
bağlıyacağım.) derse ve seçimleri kazanırsa bu programı uygulamaya, hangi
sınıra kadar mezundur, işte bunu tesbit ediyoruz. Yani partilerin,
iktidarların, içinde kalmaya mecbur olduğu çerçevenin, özünü, sağını, solunu
tesbit ediyoruz. Çerçevenin içi boştur. Yalnız oraya bir kayıt koyuyoruz,
diyoruz ki; (Sen sağa sola giderken, tamamen istediğin gibi hareket edemezsin,)
Meselâ evelki teklifimizde de olduğu gibi, (Kamulaştırılan topraklarda, toprağın
doğrudan doğruya işleten vatandaşın hakkaniyet ölçüleri içinde, geçinebilmesi
için zaruri olan bedeli peşin vereceksin.) diyoruz. Hülâsa gelecek iktidar,
gelecek kanun koyucular, Anayasa'da mülkiyet hakkının teminatı olarak konmuş
kayıtlara saygı göstermekle mükelleftir. Yoksa görüştüğümüz Anayasa hükmü icabı
ileride kabul edilecek kanunlar belli hallerdeki bütün kamulaştırmanın taksitle
ödenmesini öngörmek zorunda değildirler. (......) İşte bütün çırpınmamız da,
ilerde özel durumlar, böyle taksitle tediyeyi zaruri kılarsa ve o zamanın
seçmeni ve kanun koyucusu da bunu isterse; Anayasa'mızın, bu ihtiyaçların
karşısına engel olarak çıkmamasını sağlamaktan ibarettir ..." (Temsilciler
Meclisi Tutanak Dergisi Cilt : 4, sahife : 420)
Ve
aynı konuya ait başka bir konuşmasında :
"...Mamafi
tekrar belirtmek isteriz ki, tasarıya koymak istediğimiz taksit kaydı ile, hiç
bir kamulaştırma daha şimdiden taksite bağlanmış olacak değildir. Anayasa,
kanun koyucuya bu imkânı sağlamıştır; işte o kadar. Geleceğin kanun koyucusu,
Anayasa'nın ruhuna uygun düşecek kamulaştırma ve ödeme şartlarını
düzenleyecektir. Arkadaşlar, tekrar arzediyorum, gelecekte bir kaç
maceraperest, normal yoldan bu hükümleri insan haklarına zıt bir surette
mânalandıramıyacak; bu hükümlere dayanarak bazı temel hakları tahrip
edemiyecektir.
Anayasa
Mahkemesi de, bu alanda bekçilik edecektir. Yine hatırlatayım ki, kabul
ettiğimiz hükümler, daima 10 uncu ve 11 inci maddelerin ışığında
değerlendirileceğine ve kanunlar, bu genel hükümlere uygun olacağına göre, eğer
kamulaştırma bedellerinin taksite bağlanmasına lüzum varsa, bunu düzenleyecek
kanun hükümleri ile, hiç bir zaman mülkiyet hakkının özü tahrip edilmiyecektir
..." (Temsilciler meclisi tutanak dergisi, Cilt : 4, Sahife : 434)
Anayasa'nın
41 inci maddesinin görüşülmesi sırasında Anayasa Komisyonu Başkan Vekili
tarafından Komisyonca da benimsendiği belirtilen bir konuşmada :
"...
40 ıncı madde (Anayasa Madde 41 inci) ve Anayasamız, ne liberal nede sosyalist
bir mahiyet taşımamaktadır. Bu Anayasa ile fevkalade bir liberalizme imkân
vermek mümkün olduğu gibi (...) sosyalist bir devlet iktisadiyatını yürütmeyi
de imkân dahiline sokmaktadır. (......) Burada bahis konusu olan mesele
demokratik yollarla denmiş olması, açıkça bazı rejimlerin dışarıda bırakıldığını
gösteriyor. Bunun dışında hürriyet nizamına riayet ederek bir partinin elindeki
imkânları açık bırakıyor. (...)
Netice
olarak biz sosyalist bir Anayasa yapmıyoruz. Amma liberal bir Anayasa yaparak
bir kısım vatandaşların ve siyasî teşekküllerin düşünce ve fikirlerini de yasak
etmek istemiyoruz." (Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi cilt : 3, sahife
: 274-275).
Yukarıdaki
açıklamalardan da anlaşıldığı üzere Anayasamız, (İzm) li doktrinlerden hiç
birini ve bu arada sosyalizmi Türk Devlet sistemi alarak tesis etmemiş olmakla
beraber Komünizm ve insan hak ve hürriyetlerini, demokratik hukuk devleti
esaslarını reddeden diğer dikta rejimleri hariç olmak üzere demokratik
sistemlerin her çeşidinin gerçekleştirilmelerine imkân vermiş, fakat bunların
ve örneğin sosyalizmin hangi şekil ve ölçüler içerisinde
gerçekleştirilebileceğini de göstermiştir.
Dâvacının,
görüşünü savunmak amacı ile ileri sürdüğü Anayasa maddeleri, Anayasa'nın
sosyalizme sınırsız açık olduğunu ısbatlamaktan uzaktır. Aksine Anayasa'nın
çeşitli hükümleri bu sınırı açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır.
Ancak
Anayasa'ya aykırılıkları iddiasıyla iptal edilmeleri istenilen Türk Ceza
Kanununun 141/1 inci ve 142/1 inci maddelerinin Anayasa'ya uygunluklarını
denetlemek durumunda olan Mahkememiz, bu maddelerin kapsamları dışında kalan
Anayasanın sosyalizmin hangi çeşidinin veya ne gibi sınırlarla çevrili bir
sosyalizmin Türkiye'de gerçekleştirilmesine elverişli bulunduğu veya diğer bir
deyimle, Anayasa'nın cevaz verdiği sosyalizmin sınırlarının neler olduğu sorunlarının
çözümlenmesine ve incelemenin bu alana taşırılmasına yer görmemiştir.
XXX
Dâva
dilekçesinde 141/1 inci ve 142/1 inci maddelerin Anayasa'nın, 8 inci maddesi
delaletiyle 10, 11, 12, 20, 21, 56, 57 inci ve 155 inci maddelerinede aykırı
olduğu iddia edilmiştir.
Anayasa'nın
12 nci madesinde "Herkes dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşünce, Felsefî
inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz." denmektedir.
Bu
madde ile, iptali istenilen 141/1 inci ve 142/1 inci maddelerin anarşizm ve
komünizm çabalarını yasaklayan hükümleri arasında, bir çelişme ve çatışmanın
söz konusu olmadığı, herhangi bir açıklamayı gerektiremiyecek derecede,
meydandadır.
Aynı
maddelerin sınıf tahakkümünü yasaklayan hükümleri ise, kararın baş tarafında
belirtildiği üzere, 12 inci madde hükümlerine, aykırı olmayıp, tamamiyle
uygundurlar ve aynı amaca ulaşmayı öngörmektedirler.
Bu
sebeple, Dâvacının dâva konusu hükümlerini Anayasanın 12 nci maddesine aykırı
bulunduğu yolundaki iddiası yersizdir.
Dâva
konusu maddelerin Anayasa'nın 20 inci maddesine aykırı olduğu iddiasına gelince
:
Dâvacı
bu konuda :
"Anayasa'nın
20 inci maddesi, her türlü düşünce ve inancı söz, yazı, resim ve başka yollarla
açıklamak hakkını mutlak olarak tanımıştır. Bu mutlak hak ve hürriyet, 11 inci
maddeye göre Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olmak şartı ile ancak kanunla
sınırlanabilir, fakat bu sınırlamalar temel hak ve hürriyetlerini Özüne
dokunamazlar."
demektedir.
Bu
iddiaya göre Dâvacının, düşünce ve kanaat hürriyetinin de Anayasa'nın 11 inci
maddesi uyarınca sınırlanabileceğini kabul etmekte olduğu, fakat iptali istenen
maddelerle yapılan sınırlamalarla bu hürriyetin özüne dokunulduğu sonucunu
çıkardığı anlaşılmaktadır.
Gerçekten
dâva konusu 141/1 inci ve 142/1 inci maddeler, sosyal bir sınıfın diğer sosyal
sınıflar üzerinde tahakkümünü tesise veya kominizme yönelen dernek kurmayı veya
gerek bu konular, gerekse anarşizm için propaganda yapmayı yasaklamakla
Anayasa'nın 20 inci ve 29 uncu maddelerinde yer alan düşünce hürriyetinde ve
dernek kurma hakkında sınırlamalar yapmaktadırlar.
Anayasa'mız,
düşünce ve kanaat hürriyetine ilişkin genel kuralı 20 inci maddesinde
belirtmiş, düşünce ve kanaatlerin belli başlı açıklama ve yayma şekil ve
yollarını da sonraki maddelerinde düzenlemiştir. Nitekim, Anayasa'nın, bilim ve
sanat hürriyetinden bahseden 21 inci basın ve yayımla ilgili hükümleri belirten
22-27 nci toplantı ve gösteri yürüyüşü ve dernek kurma haklarını gösteren 28
inci ve 29 uncu maddeleri, düşünce ve inançları, bu maddelerde belirtilen şekil
ve yollarla, açıklamaya ve yaymaya ilişkin hükümleri ve sınırları
göstermektedirler. Şu halde kişiler, düşünce ve inançlarını bu yollarla
açıklamak ve yaymak istedikleri takdirde, ilgili maddelerdeki sınırlamalara
riayet etmek zorundadırlar.
Düşünce
ve kanaatin bu maddelerde öngörülenler dışındaki yollardan açıklanması ve
yayılması konusunda ise, Dâvacı tarafından da kabul edildiği gibi, Temel hak ve
hürriyetlerin genel olarak ne suretle ve hangi ölçüler içerisinde
sınırlanabileceklerini gösteren Anayasa'nın 11 inci maddesi hükmü önümüze
çıkar.
Bu
maddede :
"Temel
hak ve hürriyetler, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak ancak kanunla
sınırlanabilir.
Kanun,
kamu yararı, genel ahlâk, kamu düzeni, sosyal adalet ve millî güvenlik gibi
sebeplerle de olsa, bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunamaz."
denmektedir.
Görüldüğü
gibi madde, temel hak ve hürriyetlerin, Anayasa'nın açık bir hükmüne veya
ruhuna uygun olarak ancak kanunla sınırlanabileceğini kabul etmekte, fakat bu
sınırlamalarla, kamu yararı, genel ahlâk, kamu düzeni, sosyal adalet ve millî
güvenlik gibi sebeplere dayanılsa da, hak ve hürriyetin özüne dokunulmasını
yasaklamaktadır.
Anayasa'mız,
22 nci maddesiyle basın ve haber alma hürriyeti, 29 uncu maddesi ile dernek
kurma hakkı üzerinde özel sınırlama sebepleri kabul ettiği gibi, 11 inci
maddesiyle de genel nitelikte olmak üzere temel hak ve hürriyetler için
sınırlama sebepleri kabul etmiş bulunduğuna, iptali istenen maddelerin
yasakladığı eylemler ise, bu sınırlama sebeplerini de kapsayacak şekilde
Anayasa'nın özünü teşkil eden insan haklarına, başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olan
Türkiye Cumhuriyetini temelinden yıkarak bu niteliklerle bağdaşması mümkün
olmayan bir başka rejime çevirme çabalarından ibaret bulunmasına göre, bu
eylemleri yasaklamak suretiyle düşünce hürriyeti ve dernek kurma hakkı üzerinde
yapılan sınırlamaların Anayasa'ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
Diğer
taraftan söz konusu sınırlamaların, dernek kurma hakkını ve düşünce
hürriyetini, genel olarak, ortadan kaldırmayıp, yukarıda nitelikleri belirtilen
yasak eylemler ölçüsünde konulmuş olduklarına ve sözü geçen hak ve
hürriyetlerden yararlanmayı yok edecek derecede önleyici veya engelleyici,
dolaylı veya dolaysız, herhangi bir etkileri de bulunmadığına göre, bu hak ve
hürriyetlerin özüne dokunduğu da söylenemez.
Bu
sebeple iptali istenen hükümler Anayasa'nın 20 nci maddesine aykırı değildir.
Dâvacı,
toplumcu nitelikteki bilimlerin serbestçe öğrenme ve Öğretme, açıklama, yayma
ve araştırmasının yasaklanması sonucuna vardığı gerekçesiyle T. C. Kanununun
142 nci maddesinin Anayasa'nın 21 inci maddesile de çeliştiğini, halbuki bu
hürriyetin, hiçbir suretle, sınırlandırılmayacağını öne sürmektedir.
Türk
Ceza Kanunun 142 nci maddesinin iptali istenen l numaralı bendi, yukarıda da
açıklandığı üzere sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü
tesis etmek veya rejimi kominizme veya anarşizme çevirmek için her ne suretle
olursa olsun propaganda yapmayı yasaklamaktadır.
Görüldüğü
gibi sözü geçen madde hükümleri, bu konulardaki bilimsel inceleme ve
araştırmaları yasaklamış değildir. Propaganda sınırına girmek şartiyle her
çeşit toplumcu bilimler ve bu açıdan anarşizm ve komünizm üzerinde öğrenme,
öğretme, açıklama, yayma ve araştırma yapılması, bu maddelerdeki yasakların
kapsamına girmez. Şüphesiz bilimlerin kendilerine özgü ve bilimsel nitelikte
öğrenme, öğretme, inceleme ve araştırma metodları vardır. Bunlara uyulmak, yani
bilimsel nitelikleri korunmak ve 21 inci maddede öngörülen kayıtlar gözönünde
tutulmak şartiyle bilim ve sanat çalışmaları serbesttir.
İptali
istenen 142 nci maddenin l numaralı bendi ise, bu nitelikteki bilimsel eylemleri
değil, propaganda niteliğindeki eylemleri yasaklamıştır. Bir eylemde bu
niteliğin mevcut olup olmadığı sorununun çözümlenmesi ise, Önüne bu yolda bir
dâva gelmiş olan hâkime düşer.
Şu
duruma göre 142/1 inci madde hükümleri Anayasa'nın 21 inci maddesinde yer alan
bilim ve sanat hürriyetinde yapılan bir sınırlama niteliği taşımadığından
Dâvacının, bu konuya yönelen iddiası da yerinde değildir.
Dâvacı,
iptalini istediği maddelerin Anayasa'nın 56 ncı ve 57 nci maddelerine de aykırı
olduğunu iddia etmekte ve bu konuda özetle :
"Söz
konusu maddeler, toplumcu nitelikte siyasî düşüncenin ve bu düşünce etrafında
teşkilâtlanma hürriyetinin özünü ortadan kaldırmaktadır. Zira bu maddeler
toplumun ekonomik ve sosyal düzenlerini emek esasına göre yeniden düzenlemek ve
değiştirmek için teşkilât kurulmasını ve bu yolda propaganda yapılmasını
yasaklamıştır. Elbette siyasî parti mefhumunun ilmî mahiyetine uygun olarak,
ekonomik, sosyal ve politik görüş ayrılığına sahip olan sosyal sınıflar için
karşılıklı münasebetlerinin çeşitli yönlerden düzenlenmesi imkânları aranacak
ve emeği ile yaşayanların, kendi menfaatlerine uygun bir veya bir kaç siyasî
parti kurarak yine kendi menfaatlerine uygun bir politik sosyal ve ekonomik
düzen değişikliği için propaganda yapacaktır. Fakat 141/1 ve 142/1 inci
maddeler bu yoldaki partileri de propagandaları da yasaklamaktadır ve böylece
de Anayasa'nın 56 ncı ve 57 nci maddelerine aykırıdır."
görüşünü
savunmaktadır.
Halbuki
daha önce belirtildiği üzere iptali istenen maddeler sınıf tahakkümü ve komünizm
için dernek kurmayı, bunlarla birlikte anarşizm için de propaganda yapmayı
yasaklamaktadır. Bu bakımdan bunların dışında kalan ereklerle dernek (siyasî
parti dahil) kurulması veya propaganda yapılması, söz konusu maddelerin
kapsamına girmez.
Öte
yandan Anayasa'nın 57 nci maddesi de, siyasî partilerin tüzük, program ve
faaliyetlerinin, insan hak ve hürriyetlerine dayanan demokratik ve lâik
Cumhuriyet ilkelerine ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği temel
hükmüne uygun olmak zorunda olduğunu ve bunlara uymayan partilerin temelli
kapatılacağını belirtmektedir.
Bir
sınıfın tahakkümünü sağlamak veya komünist rejimi getirmek amacıyla kurulan,
bunların veya anarşizmin propagandasına girişen siyasi bir partinin Anayasa'nın
sözü geçen 57 nci maddesine göre temelli kapatılması zorunlu olduğundan bu gibi
eylemleri ceza tehdidi altında yasaklayan 141/1 ve 142/1 inci madde hükümleri
de Anayasa'nın 56. ve 57 nci maddelerine aykırı olmayıp, aksine bu maddelere
uygun bulunmakta ve onların bir bakıma da müeyyidesini teşkil etmektedir.
Bu
nedenle Dâvacının bu konudaki iddiasında da isabet yoktur.
Dâvacı,
söz konusu maddelerin, düşünce ve kanaat hürriyeti ve dernek kurma hakkı ile
olan ilişkisi bakımından (insan haklarını ve ana hürriyetleri korunmaya dair
sözleşme.) nin 9., 10. ve 11 inci maddelerine de aykırı olduğunu ve daha sonra
imza ve tasdik edilmiş olan bu sözleşmenin (sonraki kanun evvelkini tadil eder)
kuralınca 141/1 inci ve 142/1 inci maddeleri hükümden düşürdüğünü ileri
sürmektedir.
İnsan
haklarını ve ana hürriyetleri korumaya dair sözleşmenin, söz konusu
maddelerinde, iptali istenilen hükümlerin belirttiği eylemlerin
yasaklanamıyacakları ve bu gibi eylemlerin sınırsız olarak serbest oldukları
yolunda bir hüküm bulunmaması bir yana maddelerin 2 numaralı bentlerinde
sayılan nedenlerle, düşünce ve kanaat hürriyetleriyle dernek kurma hakında
sınırlamalar yapılabileceği açıklandığı gibi, sözleşmenin 17 nci maddesindede;
"Bu
sözleşme hükümlerinden hiç biri, bir devlete, topluluğa veya ferde, işbu
sözleşmede tanınan hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya mezkûr sözleşmede derpiş
edildiğinden daha geniş ölçüde tahditlere tâbi tutulmasını istihdaf eden bir
faaliyete girişmeye veya harekette bulunmaya matuf herhangi bir hak sağladığı
şeklinde tefsir olunamaz."
denilmek
suretiyle sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmaya
yani bir sınıfa üstün haklar tanıyıp diğer sınıfların temel hak ve
hürriyetlerinde kısıntılar yahut tüm kaldırmalar yapmaya veya bütün
hürriyetlerin yok edilmesi sonucunu doğuracak komünizme yönelen çabalar için bu
sözleşmede tanınan hak ve hürriyetlerden yararlanılamıyacağı ve böylece bu hak
ve hürriyetlerde sınırlamalar yapılabileceği kabul edilmiş bulunmaktadır.
Görülüyor
ki insan haklarını ve ana hürriyetleri korumaya dair sözleşme hükümleri ile
iptali istenilen hükümler arasında aykırılık bulunduğu ve bu nedenle de
(Sonraki kanun öncekini değiştirir) kuralı uyarınca 141/1 inci ve 142/1 inci
maddelerin hükümden düşmüş olduğu iddiası yerinde değildir.
Öte
yandan Anayasa'da yazılı temel hak ve hürriyetlerden her hangi birisinin Özüne
dokunduğu sabit olan bir kanun hükmünün iptal olunması gerekmekte ise de,
yukarıda, bundan önceki kısımlarda da belirtildiği gibi, sözü edilen 141/1 inci
ve 142/1 inci madde hükümlerinin konusunu teşkil eden eylemlerin yasaklanmış
olmaları dolayısiyle düşünce, kanaat, dernek (siyasî parti dahil) kurma hak ve
hürriyetlerinde yanılmış olan sınırlamaların Anayasa'ya aykırı bir yönü
bulunmadığından bu hükümlerin iptallerine ilişkin istek de yerinde
görülmemiştir.
Dâvacı,
söz konusu hükümlerin Anayasa'nın 155 inci maddesine de aykırı olduğunu ileri
sürmekte ve bu görüşünü özetle şu yolda açıklamaktadır :
"141/1
inci ve 142/1 inci maddeler, halen mevcut bir sınıfın tahakkümünü dondurmuş ve
bu suretle Anayasa'nın evolütif sosyal adalet anlayışına karşı bir engel niteliğini
almıştır. Halbuki Anayasa'nın 10 uncu maddesi bu engelleri kaldırmak görevini
Devlete yüklediği gibi, 155 inci madesi de Anayasa'nın bu uğurda
değişebileceğini kabul etmektedir. Devlet şeklinin (Cumhuriyet) olduğunu
belirten hükmü dışında kalan ve istihsal düzenine, toplumun ekonomik ve sosyal
yapısına, bu yapı içinde sosyal sınıfların karşılıklı münasebetlerine ve
memleket içinde müesses iktisadî ve sosyal temel nizamlara ait bütün hükümler
değiştirilebilecektir. Ancak bu değişikliklerin Anayasa'nın çizdiği yoldan
olması şarttır."
Görüldüğü
gibi Dâvacı bu konuda da 141/1 inci ve 142/1 inci maddeleri, kanun koyucu
tarafından düşünülmiyen istikametlerde yorumlamakta ve Anayasa'ya aykırılık
iddiasını da bu görüşe dayanmaktadır.
Anayasa'nın,
değiştirilme şekil ve şartları 155 inci maddesinde gösterilmiştir. Oradaki
usullere uyularak, Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm hariç
olmak üzere, Anayasa hükümlerinin değiştirilebileceğinden şüphe edilemez.
Ancak
Anayasa'nın bu maddesinde (değiştirilme) den söz edilmesi sebepsiz değildir. Bu
maddeyi hazırlayan Kurucu Meclisin ve Anayasayı kabul ve (hürriyete, adalete,
fazilete âşık evlâtlarının uyanık bekçiliğine emanet etmiş bulunan Türk
Milletinin Anayasa'nın ve niteliklerini belirttiği hukuk devletinin temelinden
kaldırılması ile onun tam zıddı rejimlerin getirilmesini öngörmüş bulunduğu
düşünülemez. 155 inci maddenin, Türk toplumunu daha ileri uygarlık düzeyine
çıkarmak için, Anayasa'nın ruhuna uygun değişmelere imkân sağlamak maksadiyle
kabul edilmiş olduğu söz götürmez bir gerçektir. Ancak, Türk toplumunu
geriletici, temel hak ve hürriyetleri, hukuk devleti ilkesini yok edici, bir
kelime ile, 1961 Anayasa'sının Özünü ortadan kaldırıcı ve bu niteliği ile
(değişiklik) olarak kabul edilmesi caiz olmayan ve Anayasa'nın devrilmesini
öngören maksatların, sözü geçen 155 inci maddenin gölgesin de
gerçekleştirilebilmelerini düşünmek mümkün değildir.
141/1
inci ve 142/1 inci maddelerin yasakladığı eylemler ise, sosyal bir sınıfın
diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmaya, komünizme veya anarşizme
yönelen çabalar niteliğinde olduklarından, Dâvacının öne sürdüğü gibi, Türk
toplumunun sosyal, siyasî ve ekonomik alanlarda ilerlemesini sağlamazlar,
aksine toplumu geriletir ve Anayasa'mızın kişilere tanıdığı temel hak ve
hürriyetleri ve bütün nitelikleriyle birlikte hukuk devleti esaslarını kökünden
reddederler.
Bu
nedenlerle Anayasa'nın temelinden kaldırılmasını önleyici nitelikte olan bu
yasaklamaların, Anayasa'nın 155 inci maddesine aykırı bulunduğu iddiası da
yerinde değildir.
Yukarıdaki
açıklamalardan da anlaşıldığı üzere, iptali istenilen hükümler, Anayasa'ya
uygun bulundukları gibi, temel hak ve hürriyetlerin özlerini de
zedelememektedirler.
Buna
göre, söz konusu hükümlerin, Anayasa'nın temel hak ve hürriyetlerin
niteliklerini belirten 10., bu hakların Özüne dokunulamıyacağını gösteren 11.
ve kanunların Anayasa'ya aykırı olamıyacağını belirten 8 inci maddelerine
aykırı bulunduğu yolundaki iddiaların da dayanaksız kaldığı kendiliğinden
meydana çıkmaktadır.
XXX
Buraya
kadar yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Mahkememiz, iptali istenen
hükümlerin; münhasıran sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde
tahakkümünü tesis etmeye ve komünizme yönelen dernek kurmak veya bunlarla
birlikte anarşizme matuf propaganda yapmak suretiyle girişilen çabaları
yasakladığını, Anayasa düzenine uygun bulunan derneklerle Anayasa'nın cevaz
verdiği ölçüde sosyalizmi tahakkuk ettirmek amacını güden partileri kurma ve bu
amacın propagandasını yapma hallerinin ise bu hükümlerin kapsamı dışında
kaldığını tesbit etmiş ve buna göre de söz konusu maddelerde Anayasa'ya aykırı
bir yön görmemiştir.
Bu
sonuca göre; sözü geçen maddelerin yasakladığı eylemlerin, yani bir sosyal
sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etme, komünizmi kurma,
memlekette anarşiyi hâkim kılma hedefine çevrili çabaların ceza tehdidi altında
yasaklanmış olmalarının Anayasa'ya aykırı bir yönü olup olmadığının
araştırılması ile yetinilmesi gerekmiş, bunların dışında kalan ve Dâvacı
tarafından bu maddelerle yasaklandıkları sanılan başka eylem ve hareketler
bakımından ileri sürülen diğer Anayasa'ya aykırılık iddiaları üzerinde herhangi
bir tartışma yapılmasına yer bulunmamıştır.
Çünkü
söz konusu maddelerle, sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde
tahakkümünü tesis etmek veya memlekette komünist bir idareyi iş başına getirmek
yolunda çaba sarfetmek üzere dernek (siyasî parti dahil) kurulmasının veya
gerek bu maksatlar, gerekse anarşizm için propaganda yapılmasının yasaklanmış
olmasında, dâva dilekçesinde öne sürülen ve Anayasa'da yer aldıkları iddia
olunan (Halkçılık, insan haklarına dayanan çağdaş anlamda demokrasi,
devletçilik, Türk milliyetçiliği ve lâiklik, devrimcilik, barışçılık) temel
ilkelerinden herhangi birisi bakımından aykırılık bulunmadığı başkaca bir
açıklamayı gerektirmeyecek derecede meydandadır. Esasen Dâvacı tarafından bu
konularla ilgili Anayasa'ya aykırılık iddiası, 141/1 inci ve 142/1 inci
maddelerin yasakladıkları, yukarıda belirtilmiş olan, eylemler bakımından ileri
sürülmüş olmayıp, bu maddelerle yasaklandığı sanılan sair eylemler açısından
öne sürülmüş bulunmaktadır.
Bu
nedenlerle bu konulara ilişkin iddialar da yerinde değildir.
XXX
SONUÇ
:
Türk
Ceza Kanununun 141 inci maddesinin, iptali istenen, l numaralı bendinde :
a)
Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmeğe;
b)
Sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmaya;
c)
Memleket İçinde müesses iktisadî ve sosyal temel nizamlardan her hangi birini
devirmeğe;
Matuf
cemiyetleri, her ne suret ve nam altında olursa olsun, kurmaya tevessül
edenleri veya kuranları veya bunların faaliyetlerini sevk ve idare edenleri ve
bu hususlarda yol gösterenleri;
Aynı
kanunun 142 nci maddesinin yine iptali istenen, l numaralı bendinde de
ç)
Yukarıda (a), (b) ve (c) harfleri ile işaretlenen konularla;
d)
Devlet siyasî ve hukukî nizamlarım topyekûn yok etme;
Konusunda,
her ne suretle olursa olsun, propaganda yapanları;
Cezalandıran
hükümler yer almaktadır.
l-
İptal konusu hükümlerin öngördüğü hallerden (a) harfiyle işaretlenen fıkrada
yer alan hüküm, Anayasa'nın da sınıf tahakkümünü kesin olarak yasaklaması, (d)
harfi ile işaretlenen hükmün de, anarşizme yol açan nitelik taşıması bakımından
Anayasa'ya aykırı olmadıklarına;
2-
(b) ve (c) harfleri ile işaretlenen hükümlerle, bunlara muvazi olarak 142 nci
maddenin l numaralı bendinde yer alan ve yukarıda (ç) harfi ile işaretlenen
hükümlerin komünizmi benimseyen cemiyetler kurulmasını ve bu konularda
propaganda yapılmasını yasaklamaları ve Anayasa düzenine uygun bulunan
cemiyetlerle Anayasa'nın cevaz verdiği Ölçüde sosyalizmi tahakkuk ettirmek
amacını güden partileri kurma ve bu amacın propagandasını yapma hallerinin ise bu
hükümlerin kapsamı dışında kalmaları bakımından Anayasa'ya aykırı olmadıklarına
ve
Dâvanın
reddine;
(a)
ve (d) işaretli bentlerde oybirliğiyle, (b) işaretli bentte üyelerden Şemsettin
Akçoğlu, Celâlettin Kuralmen, Sait Koçak ve Muhittin Gürün'ün (c) işaretli
bentde de bu üyelerle birlikte İbrahim Senil'in muhalefetiyle ve oyçokluğu ile;
29/6/1965
gününde karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
Lütfi
Akadlı
|
Başkanvekili
Rifat
Göksu
|
Üye
Cemâlettin
Köseoğlu
|
Üye
Asım
Erkan
|
|
|
|
|
Üye
Şemsettin
Akçoğlu
|
Üye
İbrahim
Senil
|
Üye
A.
Şeref Hocaoğlu
|
Üye
Salim
Başol
|
|
|
|
|
Üye
Celâlettin
Kuralmen
|
Üye
Hakkı
Ketenoğlu
|
Üye
Sait
Koçak
|
Üye
Ahmet
Akar
|
|
|
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
Üye
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
Ekrem
Tüzemen
(5/9/1966
gününde ölmesi nedeniyle imzası alınamamıştır)
|
MUHALEFET
ŞERHİ
l-
Karar gerekçesinin (1) numaralı bölümünde T. C. K. nun 141 ve 142. maddelerinin
(1) numaralı bentlerindeki (sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde
tahakkümünü tesis etmeye matuf cemiyetlerin kurulması) nı ve (aynı maksatla
propaganda yapılması) nı yasaklayan hükümler ele alınıp Anayasaya uygunlukları
belirtilmiştir.
Bu
konuda Anayasa'nın 4. maddesinde açık hüküm vardır. Maddenin üçüncü fıkrasiyle
hertürlü tahakküm yasaklanmıştır. Bu hükümle yetinilmesi ve gerekçeye başka
sebepler katılmaması görüşündeyim.
Anayasa'nın
sözüne uygun olan bir hükmün ayrıca Özüne de uygunluğunu belirtmeye lüzum
olmadığı gibi, Anayasa'nın başlangıç kısmından gerekçeye alınan amaçlardan
bazılarının konu ile ilgisi de münakaşaya değer.
Bu
sebeplerle, gerekçenin bu kısımlarına katılmıyorum.
2-
Karar gerekçesinin (III) numaralı bölümünde (sosyal bir sınıfı ortadan
kaldırmaya), (memleket içinde müesses iktisadî veya sosyal temel nizamlardan
herhangi birini devirmeye) matuf cemiyetlerin kurulmasını yasaklayan 141/1.
madde hükmiyle (ayni maksatlarla propaganda yapılmasını) yasaklayan 142/1.
madde hükmünün incelenmesinde, sadece, kanun tasarılariyle gerekçelerinden
Komisyon raporlarına geçen gerekçelerden ve Büyük Millet Meclisinde yapılan
görüşmelerden faydalanılmış, kararda da, bu gerekçelerde ve görüşmelerde
beliren maksada göre (bu hükümlerin, komünizmi benimseyen cemiyetler
kurulmasını ve bu konuda propaganda yapılmasını) yasaklamak gayesiyle
sevkedildiklerinin açıkça anlaşıldığı kanaatine dayanılmıştır.
Kanun
hükümlerinin kabulüne esas olan gerekçelerin, Kanun Koyucunun maksadım öğrenmek
bakımından, önemi inkâr edilemezse de kanunların, herzaman, sevklerindeki
maksada uygun bulunduğunun kabulü mümkün değildir. Bu dâva dolayısiyle,
gerekçesi ve sevk maksadı belli olan bu hükümlerin sadece komünizmi mi
yasakladığı, yoksa, sair fikir hareketlerini de mi sınırladığı hususlarının
incelenmesi gerekirdi. Dâvacı Partinin iddiaları da bu incelemeyi zarurî
kılıyordu.
Diğer
taraftan; kanuniyet kazanan hükümlerin, sevk ve kabullerindeki maksada uygunluk
derecesi, kanunun uygulanması sırasında meydana çıkar.
T.
C. K. nun 141. ve 142. maddeleri 3038 sayılı Kanunla değiştirilirken şu
gerekçeye dayanılmıştır : "141 ve 142. maddeler, Türkiyede teşekkül etmiş
veya edecek olan, maksatları, siyasî ve içtimaî nizamları bozmaya matuf siyasî
cemiyetleri istihdaf etmektedir. Maddenin sarahatine ve ihtiva ettiği hususata
nazaran komünist cemiyetler bu maddenin şümulüne dahil bulunmaktadır. Devletin
selâmet ve hayatını muzır yıkıcı faaliyetlere karşı korumak için böyle bir
maddeye lüzum vardır".
Maddeler
metinlerinin- Kanun Koyucunun maksadı dışında sair kuruluşları ve fikir
hareketlerini de önlediği, fertlerin, idarecilerin ve hâkimlerin, kanun
ibarelerindeki müphemiyet sebebiyle, müşkülât içinde kaldıkları, maddelerin son
değişikliklerine ait tasarının ve Adalet Komisyonunun gerekçelerinden
anlaşılmaktadır.
5844
sayılı Kanun tasarısının gerekçesinde aşağıda yazılı fikirler göze çarpmaktadır
:
-
Kanunun ihtiva ettiği hükümler ve mevcut tabirler, mâna ve muhtevalarını tâyin
bakımından kolaylık temin edecek şekilde olmayıp bazı tabirlerin muhtevalarını
tâyin hususunda hâkimlerin müşkülât karşısında kaldıkları görülmüştür.
- Bu
maddelerin metinleri, memleketimizin demokratik inkişafını tam olarak takip
edebilmiş değildir. 13/6/1946 tarihinde yapılan tadilâtla, çeşitli partilerin
kurulabilmesini teminat altına almak maksadı takip edilmişse de metinlerin,
bilhassa 141. maddenin birinci fıkrasının tetkiki bu gayenin tamamiyle
sağlanamamış bulunduğunu ortaya koymuştur.
-
Demokratik rejimin ana prensiplerinden biri de vatandaşların menolunan
hareketlerle müsaade olunan hareketler arasındaki sınırları emniyetle ve
tereddütsüz olarak tâyin edebilmeleridir. Bu prensip, ceza kanununda (kanunsuz
suç olmaz) düsturunda ifadesini bulur. Bu maksadın tahakkuku, ceza kanunu
metinlerinin mümkün olduğu ölçüde açık ve yazılı olmasiyle mümkündür. ......
Kanun metinlerindeki umumiyet içtimaî müdafaanın lehinedir. Fakat vatandaşları
lüzumsuz müdahalelere karşı korumak, siyasî partilerin, kanun hudutları içinde
endişesiz olarak faaliyette bulunabilmelerini sağlamak için, bilhassa bu
mevzuda, metinlerde mümkün olan sarahati tesis eylemek zarureti aşikârdır
...... Bilhassa bu mülâhaza, mevzuubahis maddelerin tadilinde esas gayelerden
birini teşkil eylemiştir.
-141.
maddenin birinci fıkrasındaki "sosyal bir sınıfı, cebir yoluyla, kısmen
veya tamamen ortadan kaldırmaya veya memleket içinde müesses iktisadî ve sosyal
nizamları cebren yoketmeye matuf birleşmeler" ibaresiyle istihdaf edilen
gaye, cebri vasıta olarak kullanan sosyalist ve sair mahiyetteki birleşmeleri
teorim eylemektir. Maddenin bugünkü halinde mevcut ibare dolayısiyle sosyalist
ve müşabih mahiyetteki partilerin teşkiline hukuken imkân mevcut değildir.
Kanun vazıı( temel nizamları devirmek) tabirlerini kullanmak suretiyle bir
tahdide vasıl olmaya çalışmış ise de bunların, gayeyi istihsal bakımından kâfi
olmadığı neticesine varılmıştır. Tasarıda, fıkranın bu kısmının tahakkuku cebir
unsuruna bağlandığından ...... ve demokratik bir rejimde mücadelenin kanun
hudutları içinde olması ve siyaset mücadelelerinde hukukî vasıtaların istimal
edilmesi zarurî bulunduğundan ...... cebren yokedilecek nizamların, temel nizam
veya temel olmayan nizam olmasının ehemmiyeti yoktur. Bu sebeple metinde
lüzumlu değişiklik yapılmıştır.
Cebir
unsuru zımnen dahi mevcut bulunabilir. Meselâ, birleşmenin mahiyeti itibariyle
tahakkuk ettirmek maksadını güttüğü gaye cebir istimal edilmeksizin sağlanamayacaksa,
ifade edilmese dahi, cebir unsuru mevcut sayılmak lâzımgelir.
Tasarıda,
gerekçede; değinilen (metinlerdeki vuzuhsuzluk), (uygulama müşkülâtı) ve
(hâkimlerin tereddüdü), (cebir) unsurunun fıkralara ilâve edilmesi yoluyla
giderilmek istenmişken ve tasarının (cebir) unsurunu ihtiva eden hükümleri
Adalet Komisyonunca da kabul edilmişken müzakereler sonunda bu unsur çıkarılmış
bulunmaktadır. Böylece, yukarıda zikredilen ve dâva konusu hükümlerin tadile
muhtaç olduklarının gerekçelerini teşkil eden ipham, tereddüt ve müşkülât bugün
de devam etmektedir.
Bu
muhalefet şerhinin yazıldığı güne çok yakın bir günde Yargıtay Birinci Ceza
Dairesinden çıkan bir karardaki malûmat, dâva konusu hükümlerdeki vuzuhsuzluğu
açık şekilde belirtmektedir :
Bir
kimse, yazdığı bir kitapla komünizm propagandası yaptı diye, takibata maruz
kalmıştır. Bu dâva dolayısiyle mütalâasına müracaat edilen bilirkişilerden biri
"bu eserde komünist propagandası yapıldığı, emekçi sınıfın hukuk dışı
yollarla tahakkümünü kurmak yollarının gösterildiği ve binnetice T. C. K. nun
142. maddesinin l numaralı bendinin ihlâl edildiği"; seçilen üç kişilik
bilirkişi heyetine dahil olanlardan ikisi- evvelki bilirkişinin raporunda
dermeyan olunan mütalealar ve istinat edilen gerekçeler birer birer ele alınıp
incelenerek reddedildikten sonra "kapsadığı aslî ve talî bütün
konulariyle, temas ettiği ve işlediği tekmil ana ve fer'î temalariyle, derpiş
ve tavsiye ettiği bütün çözüm yollariyle kitapta, komünizme hâs ideoloji mevcut
olmadığı gibi komünizmi tavsif ve teşhis eden proletaryanın ihtilâl yoluyla
Devleti ele geçirmesi ve bir proletarya devleti ve diktası kurulması görüşü
asla yer almamakta, aksine bu görüş ve bunun bilcümle icapları sarahatle ve
kat'iyetle reddolunmaktadır ...... Tetkik konusu kitapta hiçbir bakımdan ve
cihetten komünizm propagandası yapılmış olmadığı" ve ayni heyete dahil
üçüncü bilirkişi de "genel eğilimi ve bilhassa son bentte ileri sürülen
fikirler karşısında eserin, sosyalizm hududunu aştığı" kanaatlerine
varmışlardır. Hepsi de Üniversite Profesörü olan bu bilirkişilerin dahi hudut
şümulünü tâyinde birleşemedikleri bir kanun hükmünün (kanunsuz suç olmaz)
prensibini zedelemeyen bir açıklıkta olduğu kabul edilemez.
Bu
maddelerin, komünizm dışında kalan fikir hareketlerini de yasakladığı Hükümetçe
de kabul edilmiş ve 5435 Sayılı kanunla yapılan tadilâta rağmen devam eden
tereddütlerin ve yanlış tatbikatın düzeltilmesi maksadiyle 5844 sayılı Kanun
sevkedilmiştir. Bu son Kanundaki değişiklik, dâva konusu fıkralara (cebir) unsurunun
ilâvesinden ibaret olup 5435 sayılı Kanunla yürürlüğe giren metinlerde başka
bir değiştirme yapılmamıştır. (Cebir) unsuru maddelerden çıkarıldığına göre
5844 sayılı Kanun tasarısının gerekçesindeki sebepler bugün de ayaktadır.
Bu
sebeplerle, dâva konusu hükümlerin, yalnız komünizmi Önlemekle kalmayıp bunun
dışındaki fikir hareketlerini ve binnetice iktisadı ve içtimaî tekamülü de
önlediği kanaatiyle kararın 2 numaralı bendine muhalifim.
3-
Kararın hüküm fıkrasının 2 numaralı bendinde "Anayasa düzenine uygun
bulunan cemiyetlerle Anayasa'nın cevaz verdiği ölçüde sosyalizmi tahakkuk
ettirmek amacını güden partileri kurma ve bu amacın propagandasını yapma
hallerinin dâva konusu hükümlerin kapsamı dışında kaldığı" kabul
edilmiştir.
İhtilâlci
sosyalizm rejimi dışında kurulan sosyalist partileri, programlarının Anayasa
zaviyesinden incelenmesi suretiyle sınıflara ayırmak, bir kısmının kuruluşuna
ve propaganda yapmasına cevaz verip diğer bir kısmım takibata maruz bırakmak,
yalnız kanun hükümlerinin değil Kanun Koyucunun maksadının da dışına çıkacak
bir tatbikata yol açar.
Bu
görüşe de katılmıyorum.
MUHALEFET
ŞERHİ
l
Mart 1926 günlü ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 3 Aralık 1951 günlü ve 5844
sayılı Kanunla değiştirilmiş bulunan 141 ve 142 nci maddelerinin l numaralı
bentlerinde yer alan hükümlerin tüm olarak Anayasa'ya uygun bulunduğunu
belirten yukarıki kararda, söz konusu bentlerin :
a-
Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerindeki tahakkümünü tesis etmeye
matuf cemiyetleri her ne suret ve nam altında olursa olsun kurmaya tevessül
edenleri veya kuranları veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare
edenleri veya bu hususlarda yol gösterenleri (Madde 141/1) veya sosyal bir
sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmek için her ne
suretle olursa olsun propaganda yapanları (Madde 142/1);
b-
Devlet siyasî ve hukukî nizamlarını topyekûn yok etmek için propaganda
yapanları (Madde 142/1);
c-
Sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmaya, yahut memleket içinde müesses iktisadî
veya sosyal temel nizamlardan herhangi birini devirmeye matuf cemiyetleri her
ne suret ve nam altında olursa olsun kurmaya tevessül edenleri veya kuranları
veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare edenleri veya bu
hususlarda yol gösterenleri (Madde 141/1) veya sosyal bir sınıfı ortadan
kaldırmak yahut memleket içinde müesses iktisadî veya sosyal temel nizamlardan
herhangi birini devirmek için herne suretle olursa olsun propaganda yapanları
(Madde 142/1);
Cezalandırdıkları
belirtilerek bunlardan a ve b fıkralarında gösterilen eylemleri cezalandırılmış
olmasında, kararda ayrıca belirtilmiş bulunan gerekçelerle Anayasa'ya aykırılık
bulunmadığı açıklanmakta ve c fıkrasında belirtilen eylemlerin
cezalandırılmasının ise münhasıran komünizmi benimseyen cemiyetler kurulmasını
ve bu konularda propaganda yapılmasını yasaklamak amacını güttüğü bunun dışında
Anayasa dümenine uygun bulunan cemiyetlerle Anayasa'nın cevaz verdiği ölçüde
sosyalizmi tahakkuk ettirmek amacını güden siyasî partileri kurma ve bu amacın
propagandasını yapma hallerinin bu hükümlerin kapsamı dışında kaldığı
gerekçesiyle Anayasa'ya aykırı olmadığı hükmüne varılmaktadır.
Gerçekten
yukarıda a ve b fıkralarında işaret edilen, bir sosyal sınıfın diğer sosyal
sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmayı sağlamak amacile dernek veya siyasî parti
kurulmasını ve bu maksat için propaganda yapılmasını veya devlet siyasî ve
hukukî nizamlarının topyekûn yok edilmesi için propaganda yapılmasını
yasaklamakta, kararda yazılı gerekçelerle, Anayasa'ya aykırı bir yön yoktur.
Ancak
dâva edilen bentlerde yer alan yukarıda c fıkrası ile gösterilen
yasaklamaların, sadece komünizme müteveccih bulunduğu gerekçesine dayanılarak
Anayasa'ya uygun bulunduğu neticesinin çıkarılması mümkün değildir.
Karardan
anlaşıldığına göre, Mahkememizin çoğunluğunu bu kanıya vardıran husus, Ceza
Kanununun 141 ve 142, maddelerinde 1936-1951 yılları arasındaki 15 senelik bir
devrede dört defa yapılmış bulunan değişikliklere ait gerekçelerde,
değişikliğin sebepleri arasında komünizmi önleme maksadının da açık bir surette
yazılmış olmasıdır.
Gerçekten
T. C. Kanununun 141 ve 142. maddelerinde ilk değişikliği yapan 11/6/1936 günlü
ve 3038 sayılı Kanuna ait gerekçede ve daha sonra aynı maddelerde değişiklikler
yapan 29/6/1938 günlü ve 3531 saydı ve 13/6/1946 günlü ve 4934 sayılı ve
10/6/1949 günlü ve 5435 sayılı ve nihayet halen yürürlükte olan ve iptali
istenilen hükmü getiren 3/12/1951 günlü ve 5844 sayılı kanunlara ait
gerekçelerde komünizmi yasaklama maksadının yer aldığı görülmektedir.
Ancak
söz konusu gerekçelerde, değişikliğe ait sebepler arasında komünizmi önleme
maksadının da yer almış bulunması, söz konusu hükümlerin sadece ve münhasıran
komünizmi hedef tutmuş olduğunu kabul etmek için, iki bakımdan, yeter sebep
değildir.
l-
İlk önce gerekçelerdeki açıklamalar tüm olarak ele alındıkları takdirde bu
yolda bir mâna çıkarmaya müsait bulunmamaktadırlar Çünkü :
a)
3038 sayılı Kanuna ait gerekçede : 141 inci maddenin : (Türkiye'de teşekkül
etmiş veya edecek olan maksatları siyasî ve içtimaî nizamı bozmaya matuf
bulunan siyasi cemiyetleri istihdaf etmekte) olduğu genel nitelikte
belirtildikten ve bu suretle siyasî ve içtimaî nizamda değişikliği öngören her
türlü siyasî cemiyetlerin maddenin kapsamı içinde bulunduğu gösterildikten
sonra, (Maddenin sarahatına ve ihtiva ettiği unsurlara nazaran komünist ve
anarşist cemiyetler bu maddenin şümulüne dahil bulunmaktadır.) denmek
suretiyle, uygulamada çıkacak tereddütlere, bu iki nev'i cemiyet bakımından
açıklık getirilmek istenmiş ve maddenin kapsamı bakımından iki misâl
gösterilmiştir. Bu ifadenin, maddenin kapsamının sadece komünist ve anarşist
cemiyetlerle sınırlı bulunduğu, bunların dışında kalan cemiyetlerin, durumları
maddede yazılı suç unsurlarına uygun bulunsa dahi, maddenin kapsamı dışında
kaldıkları mânasının çıkarılması mümkün değildir. Nitekim aynı gerekçenin 142
nci maddeye ilişkin olan kısmı da bu görüşe hak vermektedir. Zira burada da :
(141.
madde siyasî ve içtimaî nizamı bozmaya matuf cemiyetleri cezalandırmaktadır.
142. madde ise bu gayeye matuf propagandaları tecziye etmektedir. Bir içtimaî
sınıfın diğeri üzerine hâkimeyitini tesis etmek veya bir içtimaî sınıfı ortadan
kaldırmak veya cemiyetin siyasî ve hukukî her hangi bir nizamını bozmak veya
millî hissi sarsmak gibi maksatlarla yapılan muzur propagandalara müsamaha
etmek ve Devletin emniyet ve selâmetile telif edilemiyeceğinden bu maddeler
memleket ve rejimin en kuvvetli müeyyidelerinden birini teşkil edecektir.)
denmek suretiyle fıkra hükümlerinin kapsamının geniş bir alana yaygın bulunduğu
belirtilmektedir. (T. B. M. Meclisi Zabıt Ceridesi, Dönem : 5, Toplantı : l.
Cilt : 12, Birleşim : 78. S. Sayısı : 250)
b)
3531 sayılı Kanuna ait gerekçede ise, komünizm veya anarşizmden hiç söz
edilmiyerek maddede yazılı suç unsurları üzerinde durulmakla yetinilmiş,
tasarıyı inceleyen Adliye Encümeni Mazbatasında da yine madde metnine muvazi
açıklamalar yapılmış ve komünizm, anarşizm hareketlerinden, bunların
bünyelerinde mevcut "şiddet kullanma" niteliği sebebile ve
dolayısiyle bahsedilmiştir. (T. B. M. M. Zabıt Ceridesi, Dönem : 5, Toplantı :
3, Cilt : 26, Birleşim : 83, S. Sayısı : 320)
c)
4934 sayılı Kanuna ait gerekçede de, genel ifadelerle kökü dışarıda bulunan ve
Milletlerarası mahiyette olan cemiyet ve partilerden gayesi Türk kanunlarına
aykırı olanlara değinilmiş ve bu maddenin, içtimaî bir sınıf diktatörlüğü veya
içtimaî bir sınıfın ortadan kaldırılması gayelerile kurulacak cemiyetleri yasak
etmek suretile parti diktatörlüğünü önlemekte ve çok partili demokrasi
esaslarını sağlamakta olduğu belirtilmiş, tasarıyı inceleyen B. M. M. Adalet
Komisyonu Raporunda ise, Hükümet gerekçesine muvazi açıklamalar yapılmış ve
ancak "zor" unsuru dolayısiyle anarşist partilere temas edilmiştir.
(T. B. M. M. Tutanak Dergisi, Dönem : 7, Toplantı : 3, Cilt : 24, Birleşim :
64, S. Sayısı : 171)
ç)
5435 sayılı Kanuna ait gerekçede; maddenin ilk fıkrasının, içtimaî bir zümrenin
diğer zümreler üzerinde tahakkümünü tesis etmek veya içtimaî bir zümreyi
ortadan kaldırmak veya memleket içinde kurulmuş iktisadî ve içtimaî nizamları
devirmek amacı ile cemiyet kurmayı yasakladığı izah edildikten sonra komünizmin
gayesinin de bu yasaklanan fiiller olması itibariyle fıkra hükmü ile komünizmin
de yasaklanmış bulunduğu açıklanmış ve (...... bununla beraber komünist olmayan
ve fakat kendisine has bir nizamı koymak için, memleket içinde kurulmuş bir
içtimaî veya iktisadî nizamı devirmek amacı ile cemiyet kuran kimseler de bu
fıkra hükmünce ceza görürler.) denilmek suretiyle fıkra hükmünün genel
niteliği, her türlü tereddüdü giderecek surette ortaya konulmuştur.
Tasarıyı
inceleyen Adalet Komisyonu Raporunda da maddede yer alan suç unsurları üzerinde
durulmuş, maddenin ilk fıkrası ile, kanunlar Önünde eşit olan sınıflardan
birinin değerlerini ortadan kaldırmasını veya tahakküm altında tutmasını
istihdaf edecek her türlü hareketin cezalandırılmasının, meselâ bir işçi sınıfı
diktatörlüğü kurulmasının, bir kapitalist sınıf tahakkümü tesisinin
önlenmesinin istihdaf edildiği belirtilmiş ve maddenin yasakladığı, içtimaî ve
iktisadî nizamları devirmek amacı ile cemiyet kurmak fiiline misâl olarak
komünizm ve anarşizm ele alınarak bu sistemlerin neden Ötürü yasaklanmalar
gerektiği konusunda açıklamalar yapılmıştır. (T. B. M. M. Tutanak Dergisi :
Donem : 8, Topbntı : 3, Cilt : 20, Birleşim : 104, S. Sayısı : 257)
d)
Halen yürürlükte bulunan ve iptali istenilen 5844 sayılı Kanuna ait gerekçede
ise; söz konusu 141. ve 142 nci maddelerin metinlerindeki müphemiyeti ortadan kaldırmak,
yıkıcı ve bozguncu hareketler bakımından hükümlerini ikmal eylemek, siyasî
inkişafımızla muvazi demokratik değişiklikleri yapmak, yeni ağırlaştırıcı ve
hafifletici sebepler ilâve etmek ve müeyyideleri şiddetlendirmek maksadile bu
değişikliğin yapıldığı belirtildikten sonra 141 inci maddenin birinci fıkrasile
komünist birleşmelerin kurulmasına tevessül olunmasının bunların teşkil, tanzim
ve idare edilmesinin ve bu hususta yol gösterilmesinin suç sayılmış
bulunduğuna, bu maksadın, madde içinde "Bir sosyal sınıfın diğer sosyal
sınıflar üzerinde tahakkümünün tesisi." ibaresile ifade olunduğuna işaret
edilmiştir. Daha sonra; (Aynı fıkrada mevcut "bir sosyal sınıfı cebir
yoluyla kısmen veya tamamen ortadan kaldırmaya veya memleket içinde müesses
iktisadî ve sosyal nizamları cebren yok etmeğe matuf birleşmeler ..."
ibaresi ile istihdaf edilen gaye, cebri vasıta olarak kullanan sosyalist vesair
mahiyetteki birleşmeleri tecrim eylemektir. Maddenin bu günkü halinde mevcut
ibare dolayısiyle sosyalist ve müşabih mahiyetteki partilerin teşkiline hukuken
imkân mevcut değildir ...... iktisadî ve siyasî nizam tâbirleri çok geniş
mânayı ihtiva eylemeleri dolayısiyle her türlü bozucu ve bozguncu faaliyetleri
ihata eylemek maksadıile istimal edilmişlerdir ...) denilmek suretiyle maddede
yer alan suç unsurlarının genel niteliği ve kapsamının genişliği bir kere daha
ortaya konulmuştur.
Tasarıyı
inceleyen Adalet Komisyonu Raporunda da Hükümet gerekçesinde muvazi
açıklamalarla yetinilmiştir. (T. B. M. M. Tutanak Dergisi, Dönem : 9, Toplantı
: 2, Cilt : 10, Birleşim : 5, S. Sayısı : 264)
Tasarının
Büyük Millet Meclisinde müzakeresinde ise tasarıyı savunanlar
"komünizm" konusunu işleyerek kanunun bunu önleyeceğini ileri
sürmüşler, karşı görüşe sahip olanlar da maddede "cebir" unsuru
bulunmadığı takdirde komünizm dışındaki siyasî teşekküllerin de
yasaklanabileceğini belirtmişler ve bu tartışmalar sonunda tasarı
"cebir" unsurunu ihtiva etmeksizin kanun halini almıştır. (T. B. M.
M. Tutanak Dergisi, Dönem : 9, Toplantı : 2, Cilt : 10, Sahife : 110-121,
125-126, 131-165, 172-211, 221-252, 254-263, 270-274, 331-335, Cilt : 11,
Sahife : 9-21)
Yukarıdaki
açıklamalarda da görüldüğü üzere 141 ve 142 nci maddelerin l numaralı
bentlerinde yer alan ve :
Sosyal
bir sınıfı ortadan kaldırmaya veya memleket içinde müesses iktisadî ve sosyal
temel nizamlardan herhangi birini devirmeğe matuf cemiyet kurmayı veya bu
konularda propaganda yapmayı yasaklayan hükümlerin, sadece ve münhasıran
komünizmi öngördüğü ve yasakladığı görüşüne, bu kanuna ait Hükümet gerekçeleri,
Komisyon raporları veya T. B. M. Meclisinde geçen müzakereler hak verdirecek
nitelikte değildir.
2-
Kaldı ki söz konusu belgeler, ileri sürüldüğü nitelikte bir sarahati taşısalar
bile madde metninin çok açık olan hükümleri karşısında, bu hükümlerin bir
kenara bırakılması sonucunu doğuracak bir tatbikata yol verilmesi de mümkün
değildir. Her ne kadar kanun tasarısı ve tekliflerine ait gerekçelerle, Meclis
Komisyonları raporlarının ve Genel Kurul Müzakerelerinin, metinlerinde gerekli
açıklık bulunmayan kanunların yorumlanmasında başvurulacak pek değerli
kaynaklar olduğunda şüphe yoktur. Ancak bu düşüncenin, açık olan kanun
hükümlerinin bir kenara itilmesini ve bu belgelerdeki açıklamaların kanun
maddesi yerine konularak ona göre uygulama yapılmasını gerektirecek derecede
ileri götürülmesi de mümkün değildir.
Kanun
Koyucu, T. B. M. Meclisindeki müzakereler sırasında yapılan ikazlara rağmen,
maddeyi, komünizmi yasakladığım açıkça ifade edecek surette düzenlemeyerek,
komünizmi de ihtiva edecek şekilde ve genel nitelikte suç unsurlarını belirtmek
suretile kanunlaştırmıştır. Bu suretle de maddenin kapsamında, Anayasa'nın
yasakladığı komünizm ile birlikte, yasaklamadığı sair dernek ve siyasî parti
çalışmaları da girmiş bulunmaktadır.
Halbuki
Anayasa'nın 20 nci maddesinde; herkesin düşünce ve kanaat hürriyetine sahip
olduğu ve bunu söz, yazı, resim ile veya başka yollarla tek başına veya toplu
olarak açıklayıp yayabileceği, 29 uncu maddesinde; herkesin önceden izin
almaksızın dernek kurma hakkına sahip olduğu, 56 ncı maddesinde; vatandaşların
siyasî parti kurma ve usûlüne göre partilere girme ve çıkma haklarına sahip
bulundukları, siyasî partilerin önceden izin almadan kurulacakları ve serbestçe
faaliyette bulunacakları, siyasî partilerin ister iktidarda, ister muhalefette
olsunlar, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurları bulundukları
belirtilmiş, 57 nci maddesinde ise; (siyasî partilerin tüzükleri, programları
ve faaliyetleri, insan hak ve hürriyetlerine dayanan demokratik ve lâik
Cumhuriyet ilkelerine ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği temel
hükmüne uymak zorundadırlar. Bunlara uymayan partiler temelli kapatılır ...)
denilmek suretiyle siyasî partilerin uymak zorunda oldukları genel kurallar ve
faaliyetlerinin sınırları da gösterilmiştir.
Türk
Ceza Kanununun 141 ve 142 nci maddelerinin iptalleri istenen l numaralı
bentlerinde yer alan ve yukarıda değinilen Anayasa kuralları karşısındaki
nitelikleri aşağıda belirtilen hükümler ise düşünce hürriyetinde ve Dernek
kurma hakkında kısıtlamalar yaptığı gibi siyasî parti kurma hakkına ve siyasî
partilerin serbestçe faaliyette bulunmalarına da sınırlar çizmektedir. Bu
kayıtlama ve kısıtlamalar ise Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olmadıktan
başka bu hakların özüne de dokunacak niteliktedirler.
Diğer
taraftan bu yasaklamalar, siyasî partileri Anayasa'nın 57 nci maddesinde
öngörülenler dışında ve hattâ onlarla zıt istikâmette yeni bazı kayıtlamalara
tâbi tutmaktadır ki bu bakımdan da Anayasa'ya aykırılıkları ortadadır.
Madde
metninde yer almış olan hükümleri bu açıklamalar açısından inceleyelim :
l-
Kanunun yasakladığı eylemlerin bir kısmı; (Sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmaya
matuf cemiyetleri her ne suretle ve nam altında olursa olsun kurmaya tevessül
etmek veya kurmak veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare etmek
veya bu hususlarda yol göstermek -141/1 -veya sosyal bir sınıfı ortadan
kaldırmak için her ne suretle olursa olsun propaganda yapmak -142/1-) tır.
Şüphesiz komünizmin gayeleri arasında sosyal bir sınıf olan (sermayeci) nin
ortadan kaldırılması da vardır. Ancak komünizm bunu kendi metodları ile yani ya
ihtilâl yolu ile veya başlangıçta demokratik gibi görünen yollarla iktidara
geldikten sonra yapacağı hukuk dışı "darbe" sonucunda iktidarda kalarak
komünizmi uygulamaya geçme yolu ile yapar. Görüldüğü gibi her iki yol da,
cebir, şiddet ve zora dayanmaktadır. Bu bakımından bu gibi hareketlerin
yasaklanmasında Anayasa'ya aykırı bir cihet yoktur.
Ancak
bir de bunun karşısında, tamamen demokratik usullere sadık kalarak üretim
araçlarının topluma ait olmasını ve bu sebeple Özel sermayenin kaldırılmasını
isteyen, bunu da çeşitli kademe ve dozlarda olmak üzere Öngören ve
"demokratik sosyalizm" genel adı altında toplanan düşünce çeşidi
yönünde bir kanaate sahip olan kişilerle, bunların "dernek" veya
"siyasî parti" niteliğinde kurdukları toplulukları bulunabilir.
Bunlar, fikirlerini demokratik yollarla topluma yaymak ve gerek iktidara
gelmek, gerekse iktidardan ayrılmak için seçimi yegâne meşru vasıta saymak
hususunda samimî kanaate sahip olabilirler. Zor ve şiddet yolu ile iktidara
gelmek ve halkın arzusuna rağmen sistemlerini uygulamak düşüncesi akıllarının
köşesinden geçmeyebilir. İşte 141/1 ve 142/1 inci maddelerin yukarıda
açıkladığıma hükümleri bunların hareket ve faaliyetlerini de yasaklayan bir
genellik taşımaktadır.
Diğer
taraftan, sosyal sınıflar, bir memleketteki siyasî ekonomik ve sosyal şartların
sonucu olarak tarih içinde meydana gelen ve bu şartlardaki değişmelere uyarak
kendiliğinden yeni şekiller alan veya büsbütün ortadan kalkan içtimaî birer
vakıadır. Anayasa'mız, hiçbir yerinde, yürürlüğe girdiği tarihte var olan
sosyal sınıfları, bu içtimaî kanuna karşı çıkarak, oldukları gibi muhafaza
etmeyi taahhüt etmemiştir. Binaenaleyh bu içtimaî kanunun bizim Cumhuriyetimizde
de hükmünü yürüterek kendi yolunda yürümesine engel olmak mümkün değildir. Bu
konuda cemiyet fertlerine düşen görev, bu sosyal olayın oluşumunu
kolaylaştıracağına inandığı yönde faaliyette bulunmaktadır. Zor kullanmayı
düşünmeksizin ve Anayasa'nın tahribini Öngören yollara sapmaksızın her ferdin
bu konularda doğru bildiği yönde düşünmesi ve düşündüğü yönde faaliyet
göstermesi Anayasa ile tanınmış temel haklarındandır.
Türk
Ceza Kanununun 141/1 ve 142/1 inci maddelerinde yer alan ve sosyal bir sınıfın
ortadan kaldırılmasını sağlamaya matuf dernek veya siyasî parti kurulmasını ve
bu yolda propaganda yapılmasını yasaklayan hükümleri, bu açıdan ele alındıkları
zaman, Anayasa'ya uygun bulmaya imkân yoktur. Zira bu işlerin zor ve şiddet
kullanarak yapılmasının öngörülmesi, suç unsuru olarak, kanuna ait Hükümet
teklifinde mevcut olduğu halde, kanun koyucu tarafından kabul edilmemiş ve
metinden çıkartılmıştır. Su hale göre, tamamen demokratik ve kanunî yollardan
hareket edilmek ve alınacak iktisadî ve içtimaî tedbirlerle ve Anayasa teminatı
altında kişi hak ve hürriyetlerine riayet olunmak suretiyle içtimaî sınıflardan
birisinin kaldırılması yolundaki çalışmaları bir derneğin veya siyasî partinin
gayeleri arasına almak, hattâ bu hedefe ulaşmak üzere tamamen düşünce sahasında
kalarak propaganda yapmak fiilleri, bu hükümlerle yasaklanmış durumdadır.
Halbuki
bir kısım vatandaşlar, yurt kalkınmasının, üretim araçlarının tamamının veya
bazı ölçüdeki kısmının Devlet elinde toplanmasına ve bu suretle sermayedar
sınıfın sahneden çekilerek yerini topluma bırakmasına bağlı olduğuna samimî
olarak inanabilirler. Bu düşüncelerini, ya Anayasa'nın mevcut hükümleri
içerisinde, veya rejimin, insan haklarına dayanan demoktarik, lâik bir hukuk
devleti niteliğine halel vermeksizin, bazı Anayasa maddelerinin değişmesi
suretiyle meydana gelecek yeni bir ortanı içinde gerçekleştirilebilecekleri
kanaatiyle dernek veya siyasî parti kurmayı ve topluma fikirlerini anlatmak ve
bunlar etrafında taraftar toplamak için propaganda yapmayı düşünebilirler.
141/1
ve 142/1 inci maddelerinin l numaralı bentleri ise, bu gibi hareketleri yasaklamakta
ve bu suretle Anayasa düzeni içindeki düşünce hürriyetinin ve dernek kurma
hakkının Özünü zedelemektedir.
Bu
sebeple 141 inci maddenin l numaralı bendinde yer alan ve (Sosyal bir sınıfı
ortadan kaldırmaya matuf cemiyetleri her ne suretle olursa olsun kurmaya
tevessül edenleri veya kuranları veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk
ve idare edenleri veya bu hususta yol gösterenleri suçlayan hüküm ile 142 nci
maddenin l numaralı bendinde yer alan ve (Sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmak
için her ne suretle olursa olsun propaganda yapanları) suçlayan hükmün
Anayasa'ya aykırı olduklarından iptal olunmaları gerekmektedir.
2-
Aynı bentlerde yer alan ve (Memleket içinde müesses iktisadî ve sosyal temel
nizamlardan herhangi birini devirmeye matuf cemiyetleri her ne suret ve nam
altında olursa olsun kurmaya tevessül edenleri veya kuranları veya bunların
faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare edenleri veya bu hususlarda yol
gösterenleri- Madde 141/1 veya memleket içinde müesses iktisadî veya sosyal temel
nizamlardan herhangi birini devirmek için her ne suretle olursa olsun
propaganda yapanları- Madde 142/1-) cezalandıran hükümleri Anayasa'ya
aykırılıkları ise, uzun tartışmaları gerektirmeyecek derecede meydandadır.
Zira
bu hükümler; söz konusu fiilleri, cebir ve şiddet kullanmaksızın
gerçekleştirmenin öngörüldüğü sabit olsa dahi, mutlak bir şekilde
cezalandırmaktadır. Maddede görülen (ortadan kaldırma), (devirme),
terimlerinden, bu hareketlerin suç sayılabilmeleri için şiddet kullanarak
yapılmalarının öngörülmesi gerektiği suretinde bir mâna çıkartılması mümkün
değildir. Zira, Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda yapılan uzun müzakereler
sırasında ileri sürülen ve cebir kullanma kasdı olmasa dahi mücerret bu
eylemlerin cezalandırılmalarının gerektiğini savunan itirazlar üzerine, Hükümet
tasarısında suç unsuru olarak yer almış bulunan (cebir yolu ile ortadan
kaldırma) veya (cebren yok etme) ibarelerinden, (cebir yolu ile) ve (cebren)
terimlerinin kaldırılmaları kabul edilmiş ve neticede metinler halen yürürlükteki
şekli almışlardır. "Buna göre, yürürlükteki metinlerde görülen ve
tasarıda, (cebir) ile birlikte kullanılmış olan (yoketme), (devirme)
terimlerinin, (cebir) unsurunun kaldırılışına muvazi olarak düzeltilmelerinin
hatıra gelmemesi neticesinde metinde kaldıkları, kanun koyucunun suçun
tekevvünü için (cebir) şart saymayan açık iradesi karşısında, unutma neticesi
metinde kalmış bulunan kelimelerden (cebir ve şiddet) mânası çıkarmaya
çalışmanın mümkün olmadığı kolayca anlaşılmaktadır.
Sonuç
olarak söz konusu hükümlerin; bir zümre vatandaşların ayrı bir sosyal sınıf
olarak belirmesini sağlayan şartlarda Anayasa'nın temel düzenine uygun sosyal
ve iktisadî düzeltmeler yapmak suretiyle bir sosyal sınıfın ortadan
kaldırılmasının sağlanmasını veya aynı yollarla iktisadî veya sosyal temel
nizamlardan herhangi birinin değiştirilmesini Önlemek maksadını taşıdıklarını
kabul etmenin zorunlu olduğu anlaşılmaktadır.
Bu
neticeye göre, Anayasa'nın temel niteliklerini saklı tutmak, yani (İnsan
haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik,
lâik ve sosyal bir hukuk devleti) olan Cumhuriyet idaresi esası içinde ve bu
esası zedelememek şartiyle, mevcut kanunlarda veya Anayasa'nın diğer bazı kural
ve esaslarında değişiklikler yapılması suretiyle memleketin bugünkünden farklı
bir ekonomik ve sosyal düzene ulaştırılmasını öngören ve bunu yurdun geri
kalmışlıktan bir an önce kurtarılmasını öngören ve bunu yurdun geri
kalmışlıktan bir an önce kurtarılması ve kişinin kalkınmış diğer dünya
parçalarında yaşıyan insanların ulaştığı, (insanlık haysiyetine yaraşır bir
yaşavış seviyesi) ne tezelden kavuşabilmesi için, samimi olarak, zorunlu sayan
vatandaşlar, bu maksatlarını gerçekleştirmek maksadiyle dernek veya siyasî
parti kurarlar veya propaganda yaparlarsa Türk Ceza Kanununun 141. ve 142.
maddelerinin dâva edilen l inci bentlerinde yer almış bulunan bu hükümler
gereğince cezalandırılabileceklerdir.
Halbuki
Anayasamız : kararda da açıklandığı üzere, komünizme ve Cumhuriyetimizin
yukarıda belirtilen nitelikleri ile bağdaşması mümkün olmayan her çeşit dikta
çabalarına kanalı olup, bunların dışında kalan ve memlekete yeni bir düzen
getirmeyi öngören bütün fikir akımlarına ve bu sınırlar içindeki sosyalizmin
her çeşidine ve bunların memleketimizde gerçekleştirilmeleri yolundaki çabalara
açık bulunmaktadır Yukarıdaki açıklamalara göre, iptali istenen hükümlerin ise,
Anayasa'nın ret ettiği konularla birlikte, serbest bıraktığı konularda da
yasaklar koyduğu görülmektedir ki bu halin Anayasa'ya aykırılığı meydandadır,
3-
Bundan başka söz konusu hükümlerde yer alan "sosyal sınıf" ve
"iktisadî ve sosyal temel nizam" terimlerinin tarifi, kanunda
yapılmış değildir. Sosyal sınıfların, her toplumda mevcut birer içtimaî gerçek
oldukları ve doktrinde de tarifinin yapılmaya çalışıldığı bilinmekte ise de
"sosyal sınıf" kavramının çeşitli açılardan ele alındığı ve ne gibi
zümrelerin "sosyal sınıf" olarak nitelenmesi gerektiği üzerinde
ittifak edilemediği, bir düşünürün "sosyal sınıf" olarak kabul ettiği
bir zümrenin bir başkası tarafından benimsenmediği de görülmektedir.
Dâva
edilen bentlerde yer alan ve bir sosyal sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde
tahakkümünü yasaklayan hükmün esası, "tahakkümü" ret etmekten ibaret
olduğundan ve Anayasa'mız, kişi, zümre veya sınıf farkı gözetmeksizin, nereden
gelirse gelsin tahakkümün hiç bir çeşidini kabul etmemiş bulunduğundan,
maddenin bu hükmünde yer alan "sınıf" teriminin vuzuhsuzluğu bir
mahsur teşkil etmemektedir.
Fakat
maddenin "bir sosyal sınıfın ortadan kaldırılmasını yasaklayan hükmü
bakımından bu husus önem kazanmaktadır. Zira bir eylemin cezalandırılabilmesi
için suç konusunun kesinlikle belli olması lâzımdır. Halbuki bu hükümlerde suça
konu olan "sosyal sınıf" teriminin neyi ifade ettiği kesin olarak
belli değildir.
Aynı
suretle, dâva edilen hüküm ile (devrilmeleri) yasaklanan (iktisadî veya sosyal
temel nizamlar) ın neler olduğu da büsbütün meçhuldür. (Memleket içinde müesses
iktisadî veya sosyal temel nizamlar); bilgi seviyesine, iktisadî, hukukî,
siyasî ve sosyal temayüllere göre çok farklı şekillerde mânalandırılan
konulardır. Bu konulardaki anlayış farklılığının, geniş vatandaş kitlesinde
olduğu gibi bilim adamları ve kanunu uygulamada görev alanlar arasında olması
da tâbidir. Şu halde vatandaş; bu kanunla neyin yasaklanmış olduğunu önceden
kesinlikle bilecek durumda değildir ve kanunu çeşitli safhalarda uygulayacak
olan mercilerin, ezcümle idare, savcılar ve nihayet hâkimlerin "sosyal
sınıf", "memleket içinde müesses iktisadî veya sosyal temel
nizam" anlayışına göre takibe uğrayacak veya ceza giyecektir.
Özetlemek
gerekirse, iptali istenen hükümler, suçu kesinlikle tâyin etmediklerinden, bir
taraftan, ne gibi eylemlerin suç sayıldıklarının önceden ve kesin olarak
bilinmesine imkân vermemekte, diğer taraftan da, hududu, şümulü ve niteliği,
uygulayıcıların görüş açılarına göre değişebilecek olan fiilleri
cezalandırmaktadır.
Halbuki
Anayasa'nın 33 üncü maddesi bir fiilin ancak kanunla suç sayılabileceğini ve
cezaların da ancak kanunla konulabileceğini ifade etmekle "kanunsuz suç
olmaz" prensibini dile getirmiş bulunmaktadır.
Söz
konusu hükümler bu bakımdan da Anayasa'ya aykırı niteliktedirler.
Sonuç
olarak :
Türk
Ceza Kanununun 141 inci maddesinin l numaralı bendinde yer alan :
(Sosyal
bir sınıfı ortadan kaldırmaya veya memleket içinde müesses iktisadî veya sosyal
temel nizamlardan herhangi birini devirmeye matuf cemiyetleri her ne suret ve
nam altında olursa olsun kurmaya tevessül edenler veya kuranlar veya bunların
faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare edenler veya bu hususlarda yol
gösterenler) in,
142
nci maddesinin l numaralı bendinde yer alan :
(Sosyal
bir sınıfı ortadan kaldırmak yahut memleket içinde müesses iktisadî veya sosyal
temel nizamlardan herhangi birini devirmek için her ne suretle olursa olsun
propaganda yapanlar) ın,
cezalandırılacaklarına
dair olan hükümler yukarıda yazılı nedenlerle Anayasa'ya aykırı
bulunduklarından iptalleri gerekmektedir.
Bu
sebeplerle kararın bu hükümlere ilişkin kısmına muhalifiz.
|
|
|
Üye
Celâlettin
Kuralmen
|
Üye
Sait
Koçak
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
Yukarıki
muhalefet şerhinin :
"Türk
Ceza Kanununun 141. maddesinin l nolu bendinde yer alan memleket içinde müesses
iktisadî ve sosyal temel nizamlardan her hangi birini devirmeye matuf
cemiyetleri her ne suret ve nam altında olursa olsun kurmaya tevessül edenler
veya kuranlar veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare edenler
veya bu hususlarda yol gösterenlerin; ve 142. maddesinin l nolu bendinde yer
alan, memleket içinde müesses iktisadî veya sosyal temel nizamlardan herhangi
birini devirmek için her ne suretle olursa olsun propaganda yapanların,
cezalandırılmasına dair olan hükümlerin" iptalleri gerektiği hakkındaki
kısmına katılıyorum.
Gerekçeli
karara aykırılığımız sebepleri
Bu
karar oybirliği ve çoğunlukla verilmiş bulunan iki kısımdan ibarettir. Esas
kararın her iki kısmında da sayın heyetle beraber isemde kararın yazılış tarzı
ve gerekçesinin yetersizliği dolayısiyle aşağıdaki sebeplerle aykırıyım :
Bu
aykırılık 3 noktada toplanacaktır.
1-
Dâvanın temel ilkelere ait kısmının gerekçesiz olarak reddedilmesi.
2-
141/1 ve 142/1. maddelerin metinleri üzerinde durulmaksızın sadece
gerekçelerine dayanılarak komünizmi yasaklamak için tedvin edildikleri sonucuna
varılması,
3-
Anayasa'mızın sosyalizme sınırsızca açık olduğu iddiasının sadece Anayasa
gerekçesine ve Temsilciler Meclisi tutanaklarına dayanılarak ve Anayasa'nın
ilgili maddelerinden bir kısmının veya tamamının metinlerine başvurulmadan
reddedilmiş olmasıdır.
l-
Dâvacı, dâva dilekçesinin 3. sahifesinde (iptali istenilen Türk Ceza Kanununun
141/1 ve 142/1. maddeleri Anayasa'mızın dayandığı temel ilkelere ve aşağıda
gösterilen belirli maddelerine ve ...... insan haklarını ve ana hürriyetlerini
koruma sözleşmesinin keza belirli maddelerine açıkça aykırıdır) demektedir.
Böylece
dâva, iptali istenen Ceza Kanunu hükümlerinin Anayasamızın dayandığı temel
ilkelere, belirli Anayasa maddelerine, insan haklarını ve ana hürriyetlerini
Koruma Sözleşmesinin belirli maddelerine aykırılık sebeplerine dayanılarak
açılmış bulunmaktadır. Anayasa Maddelerine ve sözleşme hükümlerine aykırılık
iddiaları nasıl ayrı ayrı ele alınmış ve gerekçeleri gösterilerek red edilmişse
Anayasa'nın temel ilkelerine muhalefet iddiası da ayrı ayrı incelenmeli, tahlil
ve münakaşa edilmeli ve karar yerinde gerekçeleri gösterilerek kabul veya reddi
yapılmalıydı.
Mahkememiz
böyle yapmamış ve temel ilkelere yönelen dâva kısmını gerekçe göstermeden red
etmiştir. Kararın son bölümünün üçüncü paragrafında (zira söz konusu maddelerle
sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmek veya
memlekette komünist bir idare kurmak yolunda çaba sarfetmek üzere dernek
"siyasî parti" kurulmasının veya gerek bu maksatlar, gerekse anarşizm
için propaganda yapılmasının yasaklanmış olmasında dâva dilekçesinde öne
sürülen ve Anayasa'da mevcut oldukları iddia olunan "halkçılık, insan
haklarına dayanan çağdaş anlamda demokrasi, devletçilik, Türk milliyetçiliği ve
lâiklik, devrimcilik, barışçılık" temel ilkelerinin herhangi birisi
bakımından aykırılık bulunduğu iddiası başkaca açıklamayı gerektirmeyecek
derecede meydandadır.
Esasen
dâvacı tarafından bu konularla ilgili Anayasa'ya aykırılık iddiası, 141, 142/1.
maddelerinin yasakladıkları, yukarıda belirtilmiş olan eylemler bakımından öne
sürülmüş bulunmaktadır. Bu nedenlerle bu konulara ilişkin iddialar da yerinde
değildir" denilmiş ve temel ilkelere aykırılık iddialarına bu ölçüde
değinilmiştir.
Dâvacı,
iptalini istediği madde bentlerinin Anayasa'mızın temel ilkelerine de aykırı
bulunduğunu iddia etmiş ise de, Mahkemenin sonuç olarak kabul ettiği gibi dâva
konusu maddelerin münhasıran bir sınıfın tahakkümü ile komünizm ve anarşizm
kurma çabalarını önleyen maddeler olduğu anlayışına katıldığını, dilekçenin
hiçbir yerinde belirtmemiştir. Kaldı ki Dâvacı sınıf tahakkümünü, yani dikta
rejimlerinin komünizmin ve anarşizmin Anayasa'ya aykırı olduğunu kabul etmekte
ve buna rağmen temel ilkelere aykırılık iddiasını da ayrıca öne sürmüş
bulunmaktadır.
Böyle
olunca iddianın bu kısmını da ayrı ayrı ele almak ve gerekçelerle kabul veya
red etmek, Anayasa'mızın 135. maddesinin "Mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır" hükmünün icabı iken bu zorunluğa riayet
edilmemiştir. Dâvacının bu yöndeki iddialarının da davaya temel teşkil ettiği
aşağıdaki açıklamalarla ortaya çıkmaktadır. İlkelerden yalnız
"Halkçılık" ilkesine aykırılık iddiasını gözden geçirmek
muhalefetimizin sebebini açıklamaya çalışacağız.
Dâva
dilekçesinde bu ilkeye ait itiraz kısaca şöyledir :
"Kurtuluş
savaşından bu yana bütün Anayasalarımızın en belirgin özelliği halkçı
karakterde oluşlarıdır. Halkçılık, hiç şüphesiz Anayasa'mızın ilham aldığı,
temel ilkedir" diyen Dâvacı, Atatürk'ün 1921 tarihli nutkundan "...
Biz hayatını, istiklâlini korumak için çalışan erbab-ı sayiz ... Kurtulmak,
yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız ... Arka üstü yatmak
ve hayatını saiyden muarra geçirmek isteyen insanların bizim heyeti
içtimaiyemiz içinde yeri yoktur, hakkı yoktur. Ohalde ifade ediniz efendiler,
halkçılık, nizamı içtimaisini sayine hukukuna istinat ettirmek isteyen bir
meslekî içtimaidir... "pasajını almış ve halkçılığın tarifini de şu
şekilde yapmıştır : "Halkçılık, halkı yaratıcı kaynak ve son gaye olarak
bilen, toplum hayatını, emeği ile yaşayan halkın menfaatları açısından
düzenlemeyi şart gören, ekonomik, sosyal, politik ve ahlâki bir meslektir"
demekte ve yine (... toplum hayatında maddî manevî zenginliklerin, bütün
değerin halkın yaratıcı emeği ile meydana geldiğine inanan halkçılık, emeği
toplumda en yüce değer olarak tanır. Halk emeği ile yaşar, her şey emeğin
ürünüdür, Atatürk yukarıya aldığımız sözleriyle bu gerçeği kuvvetle ortaya
koyuyor. Bugünkü Anayasamız da halkçılık temelinden hareket etmiştir diye
iddialarının izahına devam etmiştir.
Halkçılık
ilkeline Anayasamızda yer verildiği şüphesizdir. Türkiye Cumhuriyetinin
niteliklerini gösteren Anayasa'nın ikinci maddesinde bu niteliklerden birisi
olarak ""demokratik" vasfı görülmektedir. Demokrasinin halk için
halk idaresi diye özetlendiği de bir gerçektir. O halde sadece bu yönü ile dahi
Anayasamız halkçıdır.
Yalnız
"halkçılık" ilkesi, doğu ve batıda ayni anlamda ele alınmamaktadır.
Batı demokrasinin temel ilkesi olan halkçılık ile topyekûn millet, seçme ve
seçilme haklarını kullanarak halk idaresini tecelli ettiren kitle, anlaşılmakta
bu kitlenin fayda ve huzurunu, güvenlik ve sağlığını temin çalışması da
devletin görevini teşkil etmektedir.
Sosyalist
rejimlerin çoğunda ise, halkçılık, emekçiyi esas alan, sermayeciye toplum
düzeninde yer vermeyen, toplum hayatını emekçilerin faydasına düzenlemeyi gaye
bilen ve milletin idaresini emekçi halka bırakan bir halkçılıktır. Demokratik
sosyalizm gibi mutedil olanları var ise de doktrin ve rejim olarak sosyalizmin
çoğu işçi sınıfını esas almaktadır.
Anayasamızın
kabul ettiği halkçılık, batılı anlamda olduğundan toplum içindeki bütün
sınıfları herhangi bir ayırıma tâbi tutmadan hepsine ayni hak ve hürriyeti
tanımayı gerektirir. Bir sınıfın faydasına ve diğer sınıfların zararına toplum
düzenlemesini kabul etmez.
İşte
bu Ölçüde halkçılık, zorla bir sınıfın hakidiyetini ve bir sınıfın ortadan
kaldırılmasını önleyen kuralları saklayan dâva konusu 141 ve 142. maddelerin
birinci bentleri hükümlerine tamamen uygundur.
Buna
karşılık sosyalist gruptan pek çoğunun benimsediği işçi ve emekçi sınıf
faydasına toplumu düzenleme prensibini kabul eden halkçılık ise Anayasamıza
aykırıdır. Çünki :
a)
Başlangıç kısmında açıklandığı gibi Anayasanın, Millî birlik ruhunu, millî
dayanışmayı, milli mücadele ruhunu ve millet egemenliğini esas almış ve Türk
milliyetçiliğini hız ve ilham kaynağı tanımıştır. Cumhuriyet devletinin
dayandığı bu ilkeler dahi başlı basına Anayasa'mızın, sınıf hakimiyetini ifade
eden halkçılığa karşı olduğunu belirtir.
b)
Anayasamızın ikinci maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti niteliklerinin biri de
(millî) lik vasfıdır. Bu da emekçi ve işçi yararına halkçılığı önler. Çünkü her
sınıfı içine alan "millî" lik bir sınıfa imtiyaz tanınmasına
engeldir.
c)
"Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir ... Egemenliğin
kullanılması hiç bir suretle bir kişiye, zümreye veya sınıfa
bırakılamaz..." esaslarını taşıyan 4. madde de zümre ve sınıf yararına
toplumu düzenlemek isteyen bölücü sınıf halkçılığına karşıdır.
Temel
haklarla ödevlere ilişkin kuralları tesbit eden Anayasa'nın ikinci kısmı
hükümleri ile diğer benzeri hususlarda Anayasa'mızın kabul ettiği halkçılığın
garp demokrasilerine temel olan ve millet kapsamında bulunan halkçılık
olduğunun delilleridir. Bu hükümler, ferdi mukaddes ve muhterem tanıyan, onun
huzur ve emniyetini gaye bilen zihniyeti ifade eden hükümlerdir. Birçok
sosyalizmde fert cemiyete feda edilmiş, oralarda ferdin hak ve hürriyetlerine
teminat tanınmamıştır.
ç)
Anayasamızın 76. maddesinin (Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri seçildikleri
bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün milleti temsil ederler) hükmü
de Anayasamız halkçılığını aydınlatan kurallardan birisidir. Anayasamız bu
hükmü ile de halk hakimiyetinin değil, millet hakimiyetinin esas olduğunu
tekrarlamıştır. Halk hakimiyeti esas alınmış olsaydı seçilmiş olanlar ancak
kendilerini seçmiş olanları temsil eder, seçildikleri bölgenin veya seçenlerin
mümessili sıfatiyle hareket edebilirlerdi. Milletin değil seçenlerin menfaatini
müdafaa eder ve güderlerdi. Böyle bir halkçılık ise yukarıdaki 76. maddenin
"Milleti temsil" prensibine aykırı düşer. Böyle olunca 76. madde de
işçi veya sermayeci sınıfın hakimiyetine götüren bir halk anlayışının reddini
icap ettirir.
Binaenaleyh
Dâvacının dediği gibi "toplum hayatını, emeği ile yaşayan halkın menfaatleri
açısından düzenlemeyi şart gören ekonomik, sosyal, politik ve ahlâki bir
meslek" olduğu yolunda tarif edilen halkçılık, sosyal sınıflardan
birisinin menfaatini esas alması ve millet menfaatini ikinci plâna itmesi
dolayısiyle Anayasamız halkçılığına uygun düşmemektedir.
Dâvacının
iddia ettiği halkçılık anlayışına kaynak teşkil ettiği bildirilen Atatürk'ün
1921 nutkunun pasajından alınan halkçılığa gelince :
Atatürk,
"Millî mücadele" nin Başkumandanı, "Misakı millî" ve
"Hududu Millî" yi tesbit eden kongrenin tertipçisi ve bunlara ait
belgelerin imzacısıdır. Hakimiyet bilâkayd ve şart milletindir" esasını
Büyük Millet Meclisi salonuna astıran, muhafaza ettiren bir lider, İstiklâl
Savaşının, milletin kurtarılması, yurdun düşmandan temizlenmesi amacı ile
yapıldığını birçok yerlerinde tekrar eden büyük nutkun hatibi ve "Ne Mutlu
Türküm Diyene" hitabını bütün kalbiyle, en içten ve en derinden haykıran,
millî heyecanı yüksek bir Türk ve Devlet Başkanıdır.
"Amasya
Tamimi" adiyle tarihimizde mevkiini almış olan yazıda Atatürk
"Vatanın bütünlüğü, bütün milletin bağımsızlığı tehlikededir ... Sivas'ta
bir millî kongre toplanmalıdır", Erzurum Kongresi beyannamesinde "Her
türlü işgale karşı direnilecektir, millî irade hakim olacaktır........" cümlesiyle
maksadını açıklar.
23
Nisan 1920 de Büyük Millet Meclisini toplar ve millî hakimiyeti ilân eder.
Kurduğu hükümetin adı da "Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti" dir.
1932
yılı Meclis açış nutkunda "... millî kültürün ... yükselmesini, Türk
milletinin temel direği olarak temin edeceğiz ..." demiş ve 1931 yılında
kurulan (Türk Tarihini tetkik) Heyeti önünde konuşurken de "... Büyük
devletler kuran atalarımız, büyük ve şümullü medeniyetlere sahip olmuşlardır.
Türk çocuğu, atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet
bulacaktır".) demek suretiyle dil ve tarihinin millî kültürdeki yerini ve
önemini göstermiş bulunmaktadır. Böylece Atatürk"çülük, bir yönü ile batı
uygarcılığı, diğer yönü ile de Türk Milliyetçiliğidir. Bunun için millî
dayanışma ve birlik yerine bir sınıfın hak ve menfaat üstünlüğünü iddia eden
halkçılık Atatürk'çülüğe aykırıdır.
1937
tarihinde, 1924 Anayasa'sına, "milliyetçilik" ilkesi girmiş ve bu da
Atatürk hayatta iken olmuştur.
Dâvacının
dayandığı pasaj, kendi tüzüklerinin başında yeni Türkçeye çevrilmiş olarak yer
almış ve dilekçeye geçmeyen kısmında ise "... Efendiler : Biz bu hakkımızı
korumak, bağımsızlığımızı güven altında bulundurabilmek için toptan, milletçe,
bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı milletçe savaşmayı uygun gören bir
doktrini izleyen insanlarız" cümleleri bulunmuştur.
Dilekçeye
alınan kısmı ile bu kısım birleştirilince ve nutkun söylendiği tarihte
Türkiye'de gayet geri bir çifçilik ekonomisinden başka ekonomi olmadığı, mevcut
sanayi ve enerji müesseselerinin tamamen yabancıların elinde bulunduğu göze
alınınca Atatürk'ün bu nutku ile benimsediği "halkçılık" yine millet
ölçüsündeki halkçılıktır. Düşmanı da yurdu işgal etmiş bulunan, milleti esir
etmeğe kalkışan emperyalisttir. Yurda saldırmış, varlığımıza kasdetrniş
düşmanlarla bütün milletin mücadele edeceğinde şüphe yoktur. Bu sebep dahi
söylevdeki halkçılık'ın, milleti kapsadığını gösterir.
Bütün
hayatı, millet için ve milletin yükselme ve refaha ulaştırması uğruna harcanmış
bulunan Atatürk'ün, milletin yalnız emekçi sınıfından ibaret ve yalnız onun
faydasına çalışan, toplum düzenini onun yararına kuran bir halkçılık duygusunu
benimsemesi, çok sevdiği milletini bölmesi düşünülemez.
Atatürk'ün
ortaya koyduğu ve bugün de Türk devlet idaresinin bir yönetim kuralı olan ve
Anayasamızın başlangıç ilkeleri arasında yer almış bulunan "yurtta sulh
ilkesi de Atatürk'ün millî huzur ve dayanışmayı amaç bildiğinin bir kanıtıdır. Yurtta
sulh istemek, sınıflar arasında husumetin doğmasını istememek, sosyal tesanüdü
esas tanımaktır. Emekçi veya sermayeci sınıf yararına toplum düzenlemesi
yapılırsa, karşı sınıfın zararı ile sonuçlanacak ve bu biçim düzenleme de
sosyal tesanudün yerini sınıf kavgası alacaktır.
Nitekim
Dâvacı da iptalini istediği maddelerin genel ilkelerine aykırılığını iddia
ettiği sırada C bendinde (... anılan maddeler statükocu, toprak ağaları ve kamu
zararına çalışan spekülâsyoncu ve sömürücü sermaye sahibini korumakla
Anayasa'nın halkçılık ve sosyal adalet ilkelerine aykırıdır.) demektedir. Eğer
maddeler milleti bölecek sermayeci ve toprak sahibini korusa idi hiç düşünmeden
maddelerin iptaline gidilirdi. Çünkü maddeler Anayasamızın millet bütünlüğünü
kapsayan halkçılık ilkesine aykırı tedvin edilmiş olurdu. Ayni sebeple milletin
bir sınıfını, işçi sınıfını diğerlerine üstün tutan halkçılık anlayışı da
Anayasamıza aykırı olur.
8/4/1923
tarihinde halk partisinin kuruluşu dolayısiyle verdiği söylevinde Atatürk;
"... Hakimiyet milletindir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin haricinde hiç
bir makam, mukadderatı milliyeye hakim olamaz. Bilcümle kavaminin tanziminde
her nevi teşkilâtta idarede, terbiyei umumiyede, iktisatta, esasatı milliye
dahilinde hareket olunacaktır" demektedir.
Bu
söylev ile Atatürk milliyetçiliği ortaya konmuş, sosyal ve ekonomik
hareketlerde, yasama ve genel terbiye işlemlerinde "millî esaslar" ın
kaynak olacağı prensibi açıklanmıştır. Kendisi tarafından kurulan halk
partisinin, şu veya bu sosyal sınıfın insanlarını değil de milletin, zengin ve
fakir, topraksız ve topraklı, okumuş ve cahil her sınıfı içine alan ve üye
olarak kabul eden bir parti olması da Atatürk halkçılığının sınıfçı değil
millet ölçüsünde bulunduğunu belirten başka bir karinedir.
Özetlenirse,
gerek Atatürk ve gerekse yeni Anayasamız, ferdin hak ve hürriyetleri ile
sınırlı bulunan sosyal adaleti gerçekleştirmek suretiyle sınıflar arasındaki
fark ve çelişmeleri göze batmaz hale getirmek ve herkesi mülksüz yapmak yerine
herkesi mülk sahibi kılmak amacını taşırlar. Bu sonuca ulaşmakla, sosyal
sınıfların birbirine hasım değil birbirini tamamlar varlıklar olarak toplumda
yer alacaklarında da şüphe edilemez.
"Emek
yücedir, her şey onun faydasınadır" diyen ve üretimi tamamen devlete
hasreden pek çok sosyalist düzenin halkçılığında ferdin hakları, hürriyetleri
silinir, kapitalist ve ayni zamanda çok kudretli ve bütün kontrollerden uzak
bulunan devletin karşısında bu fert çok zayıf kalır. Bu düzenlerin halkı da hak
ve hürriyeti kısıtlanmış fertlerden terekküp etmektedir. Netice olarak dâva
dilekçesinde yer alan ve iptali istenilen maddelerin Anayasasa'mızın halkçılık
ilkesine aykırı olduğu iddia edilen kısmının önemi açıktır. Dâvanın, karar
yerinde münakaşa ve tahlili yapılırken bu konuya gerekli derecede önem
verilmesi ve yapıldığı gibi bir cümle ile değil geniş gerekçelerle reddinin
yapılmış olması lâzım idi. Aksine hareket olunması Mahkememizin hizmet gereklerine
ve yukarıda belirtildiği gibi Anayasa'nın 135. maddesinin yüklediği (gerekçeli
karar) şartına aykırı düşmüştür. Dâva dilekçesinde "halkçılık diğer
ilkelere temeldir, demokrasi, cumhuriyet, devletçilik, devrimcilik ilkeleri de
bu temel üzerine oturtulmuştur" denmiş bulunması, bu ilkeye ayrı bir önem
kazandırmaktadır. Bunun içindir ki muhalefetimin sebebini belirtmek için ve
misal olmak üzere halkçılık ilkesi üzerinde biraz durmak zorunda kalınmıştır.
Diğerlerinin de bu ölçüde olsun incelenmesi maksada uygun düşmediğinden ele
alınmamıştır.
Aksi
anlayışlara meydan vermemek için şurasını açıklamak lâzımdır ki Anayasamız,
işçinin verilmemiş haklarını, sağlanmamış faydalarını, ulusal üretimden
kabiliyet ve çalışmaları ölçüsünde hisse almalarını, işsizlik, yoksulluk,
hastalık ve ihtiyarlık hallerinde aç ve bakımsız kalmamalarını temin etmekle
devleti görevlendirmiştir. İşçi ve emekçi istemesede, istesede Anayasa'nın
devlete vermiş olduğu bu vazife yapılacaktır. Millet bu görevi gerçekleştirme
yükümü altında bulunan devlet organlarını kontrol edecek ve icraya
zorlayacaktır. İşçi de bunu, yazarak, söyleyerek, dernek, sendika ve parti
kurarak sağlamağa uğraşacaktır. Husumete gitmeden, millî birlik ve milli
tesanüt içerisinde bu hak ve faydalarını gerçekleştirecektir. Anayasa'mız bunu
ister. Sermayeci de ayni durumdadır. O da haklarını, faydalarını yine hukuk
devleti ilkelerine dayanarak cebir ve tahakküm yoluna başvurmaksızın, işçinin
insan haysiyetine yaraşır şekilde yaşama hakkını kabul etmek suretiyle iktisadî
düzenini işletecektir. Sınıfçı halk anlayışı yerine millet ölçüsünde halk
anlayışı bu sonuca götürür.
2-
141/1 ve 142/1. madelerin metinleri üzerinde durulmaksızın sadece gerekçelerine
dayanılarak kominizmi yasaklamak için tedvin edildikleri sonucuna varılması,
Sayın
heyetten ayrılışımın diğer sebebi de şudur : Çoğunluk kararı, dâva konusu
hükümleri, tedvin ve değiştirme gerekçelerine dayanarak kominizmi gaye edinen
çabaları önlemek için tedvin edildiğini kabul etmiştir. Bu kabul yerinde ise de
gerekçesi yetersizdir.
Çünkü
bir kanun hükmünün sadece gerekçelere dayanarak tefsiri, isabetli sonuca
götürmeyebilir. Gerekçeler, aydınlatıcı olmakla beraber bağlayıcı değillerdir.
Kanun hükümleri, her halde metinlerinde saklıdır. Bunun için 141/1 ve 142/1.
madde metinleri üzerine eğilmek ve bu metinlerdeki yasaklayıcı hükümlerle hangi
eylemlerin ve rejimlerin hukuk dışına itildiğini ortaya koymak ve bundan sonra
da yasaklanan eylemlerin kominizmi ifade edip etmediğini ve böylece
gerekçelerin metinleşip metinleşmediğini belirtmek gerekirdi. Çünkü iddia dâva
konusu metinlerin diğer doktrin ve fikir akımlarının tartışılma ve
savunulmasını da yasakladığı ve fikir hürriyetini önlediği yolundadır. Bu
nedenlerle doktrin ve uygulama olarak marksizm ve kominizmin genel kurallarının
ele alınması ve iptali istenilen maddeler bentlerinde, gerekçelerde yazıldığı
gibi bu esasların bulunup bulunmadığının araştırılması ve metinlerde kominizmi
kapsıyorsa gerekçelerle ahenkli bulunduğunun dile getirilmesi gerekirdi.
Bu
görüşümüzü aydınlatabilmek için aşağıdaki incelemeyi yapalım :
Önce
komonizmin ne olduğunu ana çizgileri ile belirtelim. Bundan sonradır ki
kominizmde şunlar, madde de onlar var denebilsin.
Marksizmi
ortaya atan Karl Marks ve arkadaşlarının yazdıkları kitap ve beyannamelere baktığımız
zaman aşağıdaki esasları görürüz.
a)
Kapitalizmin gelişmesi ile emekçi kitlesi büyümektedir. İşçi sayısının artması
mücadele şuur ve hamlesini arttıracak ve bu artış işçinin zaferini
sağlayacaktır.
b)
Bu zafer mülkün sosyalleşmesi ve iktidarın işçi sınıfına geçmesi ve ayni
zamanda bu sınıfın diğer sınıfları ortadan kaldırması demek olacaktır.
c)
İktidarı ele alma, mülkü sosyalleştirme ve diğer sınıfları ortadan kaldırma
ancak ihtilâlle gerçekleştirilecektir.
ç)
Zaferin geçici olmaması için kapitalizmle mücadelenin milletler arası nitelik
taşıdığını ve bu uğurda çalışmak gerektiğini işçi sınıfı bilmeli ve bunun
bilincine varmalıdır ki mîllî olarak başlayan ve sonuçlanan ihtilâllerin
dünyaya yayılması gerçekleşsin,
d)
Proleterya zaferi dünya ölçüsünde sağlanırsa sınıflar yok olacağı için bir
sınıfı korumakla görevli bulunan devlet de tarihe karışacaktır.
e)
Tarihi olayların temelinde ekonomik sebepler saklıdır ve bu sebepler her vakit
maddîdir.
Ana
prensiplerinin başlıcalarını bunların teşkil ettiği marksizmin mücadelesi,
diğer sınıfları kaldırmak, işçi sınıfını hakim kılmak, mülkü sosyalleştirmek ve
bu amaçlara ihtilâlle ve dünya çapında ulaşmaktır.
Bu
doktrin, yani marksizm 1917 yılında Rusya'da uygulanmaya başlanmış ve 1919 da
Moskova'da toplanan üçüncü emternasyonal ise "Rusya'da muvaffak olmuş olan
usulün, yani ihtilâlin her memlekette muvaffak olabileceği, sosyalist anlayışın
marksizmi zayıflatmaktan başka bir işe yaramadığı" görüş ve kanaatına
varmıştır.
1939
yılında yapılan 18 inci komünist partisi kongresinde Stalin "komünist
devirde devleti devam ettirecekmiyiz" sualini soruyor ve cevabı yine
kendisi "evet, kapitalistlerin muhasarası tasfiye edilmedikçe devleti
devam ettireceğiz" cevabını veriyor.
Komünizmin
uygulanması sebebiyle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği Anayasasının
birinci bölümünün "sosyal bünye" başlığını taşıyan kısmından bazı
maddeler :
Madde
: l- Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, işçilerin ve köylülerin sosyalist
devletidir.
Madde
: 2- Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğinin siyasal temelini, büyük toprak
ve sermaye sahipleri iktidarın devrilmesi sonucunda işçi diktatörlüğün zaferi
sayesinde büyümüş ve kuvvetlenmiş olan işçi temsilcilerinin meclisleri teşkil
eder.
Madde
: 3- Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğinde şehir ve köy işçileri, işçi
temsilcileri meclislerinin şahsında, bütün iktidara sahiptir.
Madde
: 4- Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin ekonomik temelini, kapitalist
ekonomi sisteminin artırılması, üretim araçlarının özel mülkiyetinin
kaldırılması ve insanın insan tarafından sömürülmesinin yokedilmesi üzerine
kurulmuş olan sosyalist ekonomi sisteminin ve üretim araçlarının sosyalist
mülkiyeti meydana getirir.)
Yukarıdaki
belgelerden ve şeflerin söylevlerinden alınan ve kominizmin ana hatları
belirtilen esaslara göre komünizm :
a)
Sermaye sınıfının ve orta sınıfın üzerine işçi sınıfın tahakkümünü tesis
etmeyi,
b)
İşçi diktatoryası kurulduktan sonra diğer sınıfları cebir yolu ile ortadan
kaldırmayı,
c)
Memleket içindeki demokratik ve Anayasal iktisadî ve sosyal temel nizamları
yıkarak materyalist felsefeye dayanan komünizmin iktisadi ve sosyal nizamını
kurmayı,
d)
Bu kuruluşlardan sonra ve özellikle dünya ihtilâli gerçekleşince (Stalinin
nutkunda belirtdiği gibi) devleti ortadan kaldırmayı prensip olarak kabul
etmiştir.
Türk
Ceza Kanununun 141 ve 142. maddelerinin birinci bentlerinde yer alan;
1-
Sosyal bir sınıfın diğer sosyal bir sınıf üzerinde tahakkümünü tesis etmeye,
2-
Sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmaya,
3-
Memleket içinde müesses iktisadî ve sosyal temel nizamlarından herhangi birini
devirmeğe matuf cemiyetleri kurmak ve bu cemiyetlere girmek ve,
4-
Yukarıdaki eylemlerle birlikte devlet siyasî ve hukukî nizamlarını topyekûn
yoketmek için propaganda yapmak,
Eylemleri
de, komünizmin yukarıdaki esasları ile mutabakat halindedir. Bu kısa inceleme
dahi gerekçelerle metinlerin birbirlerine uygun bulunduklarını ortaya
çıkarmaktadır.
Dâva
konusu madde gerçekleri, kül halinde yazılmıştır. Halbuki maddeler bentlerinde
bütün yıkıcı doktrin ve fikir çabalarının yasaklanması kastedilmiştir.
Komünizmin yanında anarşizm, faşizm, ırkçılık gibi ve aynı zamanda fert ve
zümre diktası gibi akımların yasaklanması da aynı maddelerle yapılmakta ve
bunun için gerçekler birbirine girmiş halde bulunmaktadır.
Birinci
bentlerin yalnız komünizme ilişkin çabaları yasaklamaya hedef tuttuğu, kararda
belirtildiği gibi 5435 sayılı Kanunun gerekçesindeki sarahatten ve son tadil
gerekçesinde yine komünizme yer verildiği halde diğer bentleriyle başka
fiillerin yasaklanmış ve komünizmin birinci bentde yer almış olmasından
anlaşılmaktadır.
Bu
mukayese ile yalnız gerekçeleri ile değil metinleri ile de dâva konusu 141/1 ve
142/1. maddelerin sadece komünizmi yasakladıkları ve başka yıkıcı doktrinlerin
diğer bent ve maddelerde yer aldıkları anlaşılmış bulunmaktadır.
İddia
edildiği gibi bu bentler, komünizmin dışında kalan ve demokratik metodlarla
iktidara gelme amacını güden doktrin ve akımların yayımına, dernek ve parti
kurarak gerçekleştirme çabalarına engel olan hükümleri kapsamamaktadırlar.
Komünizmin ihtilâlle iş başına gelmeyi, demokratik yollarla ve maksadını
gizliyerek iş başına gelse dahi yine sınıfları imha, ortadan kaldırma ve mülkü
sosyalleştirme işlerini cebirle yapmayı ve komünist idarenin savunma ve
korunmasını yine cebirle icra etmeyi prensip bildiği için maddeler bentleriyle
sadece komünizme ilişkin çabalar yasaklanmış ve meşru yollarla gerçekleştirme
çabaları bu bentlerin yasaklanmış ve meşru yollarla gerçekleştirme çabaları bu
bentlerin yasaklayıcı hükümleri dışında kalmıştır
Çoğunluk
kararında, iptali istenilen madde bentlerindeki ilk üç eylem ile komünizm
çabalarının yasaklanması öngörülmüştür. Hükmüne yer verilmiş iken kararın
sistematiği bu kabule uydurulmamıştır. Bu kabule göre her üç eylemin bir arada
ele alınması, yani sınıf tahakkümü, sınıf imhası, sosyal ve ekonomik temel
nizamların ortadan kaldırılması eylemlerinin bir arada incelenip karara
bağlanması gerekirdi. Böyle yapılmayarak "sosyal bir sınıfın tahakkümünü
tesis" eylemi, komünizm çerçevesi dışında ve Anayasa'nın bazı hükümlerine
muhalefet sebepleriyle sonuca bağlanmıştır.
3-
Anayasamızın sosyalizme sınırsızca açık olduğu iddiasının sadece Anayasa
gerekçesine ve Temsilciler Meclisi tutanaklarına dayanılarak ve yine Anayasanın
ilgili maddelerinden bir kısmının veya tamamının metinlerine başvurulmadan
reddedilmiş olmasıdır.
Anayasamız
sosyalizme tamamen açık olduğu halde dâva konusu maddelerin bu fikrin yayınına
ve savunmasına imkân vermediği hususundaki iddia kısmının münakaşasında da
Anayasa metinlerine yer verilrniyerek bazı Anayasa maddelerinin gerçekleriyle
Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu üyelerinin, meclisteki beyanlarını karara
almakla yetinilmiştir. Yukarıda açıkladığımız gibi metinler olmaksızın gerekçe
ve meclis görüşmelerinin aydınlatıcı değerinden başka bir değeri olmadığı ve
hükümlerinin metinlerde saklı bulunduğu şüphesiz iken bu gereğe riayet
edilmemiştir.
Kararın
bu konuya ilişkin gerekçesinde yüksek heyet (... Anayasamız izm'le biten
doktrinlerden hiçbirisini ve bu arada sosyalizmi Türk devlet sistemi olarak
tesis etmiş olmamakla beraber komünizm, insan hak ve hürriyetlerini ve
demokratik hukuk devleti esaslarını red eden sair dikta rejimleri hariç olmak
üzere diğer sistemlerin Türkiye'de gerçekleştirme imkânlarının açık bırakmış,
ancak bunların ve bu arada sosyalizmin Türkiye'de hangi şekil ve Ölçüler içinde
gerçekleşebileceklerini gösteren sınırları da tayin etmiştir. Dâvacının
görüşünü savunmak için de öne sürdüğü Anayasa maddeleri de sosyalizmin sınırsız
olduğunu isbat etmekten uzaktır.) demiş iken Anayasanın hangi hükümlerinin
sosyalizm ve benzerlerine sınır olabileceğini göstermiş ve Dâvacının sosyalizme
açık olduğu iddiasına mesnet olarak gösterdiği Anayasa maddelerinin neden bu
(sınırsız olmayı isbat etmekten uzak) olduğunu belirtmemiştir. Hükmün bu
kısmının da Anayasa metinlerine dayanmaması sınırlı bulunduğuna dair hüküm
gerekçesinin açıkça gösterilmemesi karar için kusur teşkil etmiştir.
Dâvacının
idiasını dayandırdığı maddelerden bazılarını incelemek ve kararın dayandığı
gerekçe ile Anayasa Komisyonu Sözcülerinin Anayasanın görüşülmesi sırasındaki
beyanlarının öngördüğü esasların metinlere geçip geçmediğini aramak bu eksiği
tamamlayabilecekti.
Dâvacı
(Anayasamız sosyalizme açık bir Anayasadır ... Kapitalizme sınır koyan,
liberalizme sınır koyan bir Anayasadır. Bu sınır kamu yararı sınırıdır.
Anayasamız
evvelâ mülkiyet hakkını kamu yararı ile sınırlayan, toprak reformunu öngören,
bütün özel sektör faaliyetlerinin kamu yararı mülâhazası ile kamulaştırmasını
ifade eden bir Anayasadır.) demekte olduğundan Anayasamızın bu husustaki
maddelerini incelemek zorunludur.
Mahkeme
kararında belirtildiği üzere Anayasa'mız izm ile biten doktrinlerden hiç
birisini bütünü ile kabul etmemiştir. Bunun için kapitalizm kadar liberalizm ve
o derece sosyalizm de sınırlıdır. Çünkü her rejimin ve her doktrinin kendine
mahsus hükümleri ve esasları vardır. Hiçbir devlet rejimi için "bu rejim
şu veya bu rejime tamamen açıktır" demek, muhal değilse bile, çok güçtür.
Bu
özellik ve karekterler diğer rejimlerle topyekûn bağdaşmaz.
Anayasamız
mülkiyet hakkını, 36. maddesinde tanzim etmiş ve,
"Herkes
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu
haklar ancak kamu yararı amacı ile, kanunla sınırlanabilir." demiştir. Bu
bir Anayasa hükmü, ferde tanınan bu hak ve hürriyetin kaynağıdır. Kamu yararı
gerekirse bu hak, fayda yönünden ortadan kaldırılmamak şartiyle ve yine kamu
yararı ölçüsünde sınırlanabilir.
37.
madde ile toprak mülkiyetine ilişkin hükümler tesbit edilmektedir. Bu madde :
"Devlet,
toprağın verimli olarak işletilmesini gerçekleştirmek ve topraksız olan veya
yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlamak amaçları ile gereken tedbirleri
alır" hükmünü koymaktadır. Bu hüküm topyekûn toprağı kamulaştırmaya giden
bir toprak reformunu değil, herkesi toprak sahibi kılmaya, mülksüzü, mülklü
yapmağa ve mülk sahiplerinin verimli şekilde topraklarını işletmelerini
sağlamaya devleti vazifelendiren bir hükümdür. Bu hüküm, ana hükümdür. Ayni
fıkra :
"Kanun,
bu amaçlarla değişik tarım bölgelerine ve çeşitlerine göre toprağın genişliğini
gösterebilir. Devlet çiftçinin işletme araçlarına sahip olmasını
kolaylaştırır" hükmünü taşır ve bu hüküm her çiftçinin toprak sahibi
olmasını ve araçsıza araç sağlanmasını öngören hükümdür. Ayrıca tarım
bölgelerindeki toprağın genişliğini, tahdide devleti yetkili kılmakta ve bu
yetki, mülkiyet hakkının kaldırılmasını değil her çiftçiye toprak temini
amacını gütmektedir. Bu madde hükümleri de Anayasa'nın, mülkiyet hakkını esas
aldığını ve toprak mülkiyetinde birkaç şahsın çok araziye sahip olmasını değil
her çiftçinin yeteri kadar toprağa sahip olması gereğinin Anayasa prensibi
olduğunu belirtmektedir.
Bu
madde, toprak mülkiyetinin devlete hasrına ve ziraî işletmeciliğin yalnız
devlet veya kooperatifler tarafından yapılması tarzına müsaade etmez.
38.
madde kamulaştırma hükümlerini tesbit etmektedir. Bu madde de :
"Devlet
ve kamu tüzel kişileri, kamu yararının gerektirdiği hallerde gerçek
karşılıklarını peşin Ödemek şartiyle, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların
kanunda gösterilen esas ve unsurlara göre tamamını veya bir kısmını
kamulaştırmağa veya bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmağa yetkilidir"
denmektedir. Burada mülkiyet hakkının kamu yararı vardır mülâhazası ile ortadan
kaldırılması değil özel mülkiyette bulunan muayyen taşınmaz malın kamu
yararının gerektirmesi, gerçek karşılıklarının peşin ödenmesi ve kanunda
gösterilen usullere riayet edilmesi şartiyle kamulaştırmaya gidilebileceğini
göstermektedir. Bu madde ile kamu yararına kayıtlanabilen taşınmaz mallardır,
mülkiyet hakkı değildir. Muayyen şartların gerçekleştirilmesi ile
kamulaştırmaya gidilse dahi mülkiyet hakkının icabı olarak sahibinin
faydalandırılması prensibine dokunulmamaktadır.
Maddenin
diğer fıkraları büyük kamulaştırma bedellerinin taksitlerle ödenebileceği
hususunu ve onun şartlarını titizlikle tesbit etmektedir.
Bütün
bunlar mülkiyet hakkının esas, kamu yararına kamulaştırmanın ise istisna olduğunun
ifadesidir. İstisnaların kaideyi bozmayacağı ise genel bir hukuk ve mantık
kuralıdır. Bunun için kamu yararı namına mülkiyet hakkının bazı smıırlamaya ve
bazı taşınmaz malların kamulaştırmaya tâbi tutulmaları imkânı, bu hakkın
inkârına veya ortadan kaldırılabileceği anlayışına hak kazandırmaz.
39.
madde ise devletleştirmenin şekil ve şartlarını tesbit etmektedir.
40.
madde ile kişiye tanınan "dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine
sahip olma ve özel teşebbüs kurma serbestisi 39. madde hükümleri ile
sınırlamaya tabi tutulmaktadır. 39 madde de:
"Kamu
hizmeti niteliğini taşıyan özel teşebbüsler, kamu yararının gerektirdiği
hallerde, gerçek karşılığı kanunda gösterilen şekilde ödenmek şartiyle
devletleştirilebilir" denmektedir.
40.
maddenin sağladığı hak ve hürriyet gereğinden olarak kurulmuş olan özel
teşebbüsün ancak "kamu hizmeti" niteliği taşıyanları ve bunlardan da
kamu yararı bulunanlar, gerçek karşılığı Ödenmek suretiyle
Devletleştirilebilecektir. Demekki, kamu hizmeti niteliğini taşımayan özel
teşebbüslerin devletleştirilmesine imkân yoktur ve bu kısım özel teşebbüs çok
geniştir. Kamu yararı bulunmayan Özel teşebbüsler için de böyledir. Bu şartlar
bulunsa dahi özel teşebbüsün en çok 10 yıl içerisinde eşit taksitlerle ve faizi
de dahil olmak üzere bedelleri ödenecektir 40. maddenin sağladığı hürriyet ve
hak 39. madde ile takyit dilmiştir amma kuvvetli zabıta hükümleri konmuştur.
Kamu hizmeti niteliğinde bulunmayan bir çok Özel teşebbüs sahalarına kamu
yararı bulunsa dahi devletleştirilmecilik yaklaştırılamayacaktır. 40. maddenin
ikinci fıkrasında ki (Kanun bu hürriyetleri ancak kamu yararı amacı ile
sınırlayablir") hükmü konmakla hürriyetlerin şartlarla sınırlanabileceğini
bir kez daha belirtiyor.
40.
maddenin üçüncü fıkrasında da (Devlet, özel teşebbüslerin, millî iktisadın
gereklerine ve sosyal amaçlarına uygun yürümesini, güvenlilik ve kararlılık
içerisinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır) esaslarını koymaktadır. Bu
fıkra ile devlete, özel teşebbüsü millî iktisadın gereklerine ve sosyal
amaçlara uygun yürütme için tedbir alma vazifesini verirken aynı özel
teşebbüsün güvenirlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlamak görevini de
vermektedir. Millî iktisadın gereklerine ve sosyal amaçlara uydurmaya yetkili
devlet aklına geldiği zaman istediği özel teşebbüs sahasını
devletleştiremiyecek, programının gerçekleştirilmesi için bütçesinde para
bulamadığı zaman özel teşebbüsü devletleştirme yoluna gidemeyecektir. Aksi
halde aynı devlet, özel teşebbüsün güvenlilik ve kararlılığını bozmuş, 40/3.
madde ile verilen devlet vazifesi çiğnenmiş ve Anayasa hükümleri ihlâl edilmiş
olur.
Dâvacı,
bu konudaki iddiasını ifade ederken (bütün özel sektör faaliyetlerinin (kamu
yararı mülâhazası ile kamulaştırılmasını ifade eden Anayasa) tabirini
kullanmakla Anayasa'nın yukarıda yazılı hükümlerini manada anladığını
açıklıyor.
Dâvacı
bu kısma ilişkin iddiasının izahına devam ederek (her vatandaşa iş bulmayı,
devlete ödev olarak veren, herkese insanlık seviyesi ile müt nasip ücret almayı
öngören, hakolarak tanıyan plânlı ekonomiyi, sosyal sağlık ve sosyal sigortayı
ele alan bir Anayasadır) diyerek Anayasa'nın sosyalizme açık olduğunun
delillerini beyan etmeğe çalışmaktadır.
Çalışma
hakkı Anayasa'mızın 42. madesinde yerini almıştır. Madde de
"çalışma
herkesin hakkı ve Ödevidir.
Devlet
çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi
için sosyal, iktisadî ve malî tedbirlerle çalışanları korur ve çalışmayı
destekler, işsizliği önleyici tedbirleri alır" hükümlerini görmekteyiz.
Maddenin birinci fıkrası ile çalışmanın herkez için bir hak ve ödev olduğunu
belirtmektedir. Çalışma hakkının gerçekleştirilmesi için iki ödevin birleşmesi
gerekmektedir.
Birincisi
ferde düşen gerekli şekilde çalışma ödevi, ikincisi de çalışmak isteyen ferde
iş bulmak, insanca yaşaması ve çalışırken kararlılık İçinde işinin gelişmesi
için sosyal, iktisadî ve malî tedbirlerle çalışanları korumak ve desteklemek
mevkiinde olan devletin ödevidir. Görülmektedir ki bu madde de (bütün) cü,
millet ölçüsünde halkçıdır. Çünkü (çalışma herkesin hakkıdır) demekle toplum
hayatında çalışma mevkiinde bulunan bütün insanların çalışması
kastedilmektedir. İşçi, sermayeci, çiftçi, topraklı ve topraksız, memur ve
öğretmen demeden, hepsinin, mîllet fertlerinin çalışması bu madde ile ele alınmaktadır.
Türkiye demokrasisinde sınıflar arasında geçilmez sınır bulunmadığına, işçinin
patron ve patronun işçi haline gelmesinin her vakit mümkün olmasına ve
sermayecinin de kararlılığa, malî tedbirlerle korunmaya ve desteklenmeye muhtaç
bulunmasına göre devletin çalışanlara yardımı herkes için ihtiyaçtır. Esnafa
kredi sağlayacaktır, işçinin sosyal ihtiyaçlarını yerine getirecektir ve
sanayicinin muhtaç olduğu ilkel maddeleri de dışardan saklanması icap ediyorsa
gereklerine başvuracaktır. Binaenaleyh 42. madde ile sadece işçi ve emekçi
sınıf değil toplum iş hayatında yerini alan her yurtdaş bu madde hükmünden
faydalanabilecektir.
Anayasa'mızın
43, 44, 45, 46, 47. maddeleri ise daha çok işçi olarak çalışanların korunmasını
sağlayan maddelerdir. Bu maddelerle devlete, çalışanların cinsiyet ve
sıhhatleri ile bağdaşmayan işlerde çalıştırılmamaları, dinlenmeyi ve adil bir
ücret elde etmelerini, sendika kurma, toplu sözleşme ve grev yapma haklarını
sağlama görevleriyle devlet görevlendirilmiştir. Devletin bu görevleri, sosyal
devlet oluşunun icabıdır. Anayasa'mızın temel haklar ve ödevler kısmının
birinci bölümünün genel hükümlerinden olan 10. maddesinin ikinci fıkrasında
(devlet kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert, huzuru, sosyal adalet ve
hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasî, iktisadî ve
sosyal bütün engelleri kaldırır, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi
için gerekli şartları hazırlar.) Hükümleri bulunmakta ve bu hükümler, sosyal
devletin görev ve amaçlarını açıklıkla ortaya koymaktadır. Devletin bu
vazifesi, fert hak ve hürriyetlerini, belli ölçülere uymayacak şekilde
sınırlıyan engelleri kaldırmaktır. Bu engellerden kim zarar görürse o, devletin
sosyalliği esasının harekete geçmesini ister. İsçi, sermayeci, topraklı ve
topraksız, köylü, kim olursa olsun bu istekte bulunmaya, sosyal devletin bu
husustaki yetkilerinden faydalanmağa haklıdır. Her sınıf, herkes, her meslek
erbabı bu hakka sahiptir.
İşçiye
hususî haklar tanıyan ve yukarıda kısaca incelenmiş bulunan Anayasa'nın 43 ve
devamı maddeleri, 10. maddenin ikinci fıkrasının devlete yüklediği genel
vazifenin ayrıntılarını belirtmektedir. Ve devlet, bu hususlarda zayıf olan
işçiyi yalnız bırakmamakta ve korumaktadır.
Anayasa'nın
48. maddesi de sosyal güvenliği sağlamak için sosyal sigortalar ve sosyal
yardım teşkilâtı kurmak ve kurdurmakla devleti vazifelendirmektedir. Sosyal
güvenlik, her yurtdaşın yarınından emin olmasını sağlamak demek olduğuna göre
bu ilke'de geneldir ve bütün yurtdaşlar içindir. 49 uncu maddenin devlete
verdiği ferdin ruh ve beden sağlığını temin görevi de geneldir.
Hak
ve hürriyetlerin özel maddelerindeki düzenleyici hükümlerin dışında kalan
Anayasa kurallarından ve hepsine hâkim Anayasa'nın ruhundan da kısaca bahsetmek
yerinde olur :
a)
Anayasa'mızın ikinci maddesi Türkiye Cumhuriyetinin insan haklarına dayandığını
bildirir. Böylece Cumhuriyetimizin bir niteliğini ortaya koyar. Mülkiyet hakkı,
özel teşebbüs kurma hakkı, serbest, istediği işte ve istediği yerde çalışma hak
ve hürriyetleri ve sosyal güvenlik hakkı da ferdin temel hak ve
hürriyetlerindendir. Anayasa'nın 10. maddesinin ikinci fıkrası emri icabından
olarak devlette bu hak ve hürriyetleri korumakla vazifelidir. Devlet Anayasa
kurallarına aykırı hareket edemez ve ettirmez. Esasen devletin gayesi de budur.
Temel hak ve hürriyetlerin bazı kayıtlarla sınırlanabilmesi, ancak her hakkı
ilişkin maddelerde gösterilen aşılamayacak şartlar içinde olabilecektir.
Cumhuriyetin bu niteliği de sınırlamada insan haklarına uygun hareket etmeyi
gerektirir.
b)
Anayasa'mızın 8. maddesi de Anayasa'nın üstünlüğü prensibini koymakta ve
hükümlerinin yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve
kişileri bağlayan temel hukuk kurallarından biri olduğunu ilân etmektedir. Bu
maddenin bağlayıcı hükümleri varken yasama, yürütme ve yargı organlarının
Anayasa'nın yukarıda belirtilen hak ve hürriyet kuralları ile şartlarının
dışına çıkacakları düşünülemez. Aynî hükümlerle bağlı oldukları için fertler de
Anayasa kaidelerine saygı göstermek zorundadırlar.
c)
Anayasa'nın ikinci maddesinde yer alan "Hukuk devleti" prensibi de
Anayasa hükümlerinin, hukuk kurallanmn başında bulunması dolayısiyle Anayasa'ya
aykırı teşebbüsleri durduracak derecede kuvvetlidir.
ç)
Bunlardan başka Anayasa'mızın 11. maddesinin ikinci fıkrası vardır ki
Anayasa'nın sağladığı temel hak ve hürriyetlerin hepsine, kesin ve aşılmaz
sınırı çizmektedir. Bu fıkra, ne kamu yararı, genel ahlâk, kamu düzeni, sosyal
adalet ve ne de millî güvenlik gibi sebeplerle hak ve hürriyetlerin özüne
dokunulamıyacağını ortaya koymaktadır. Bu kadar kesin bir hüküm varken
mülkiyet, serbest teşebbüs kurma, istediği işte ve yerde çalışma, yarınından
emin olma hak ve hürriyetlerinin özü yok edilemez.
d)
Zabıta hükümlerinden birisi de Anayasa'nın 4. maddesinin üçüncü fıkrasındaki
"hiç bir kimse veya organ, kaynağını Anayasa'dan almayan bir devlet
yetkisini kullanamaz" hükmüdür. Bu cümle : açıkça demektedir ki Anayasa
hükmü ortada iken hiç bir organ ve kimse o, hükümlere aykırı, o hükümlerden
alınmamış yetki kullanamaz ve kullanırsa bu yetki meşru olmaz.
e)
Anayasa metinlerinin ve başlangıç hükümlerinin sakladık bir mh vardır. Bu ruh,
bütün millet fertlerini, kaderde, kıvançta, tasada ortak, bölünmez bir bütün
halinde, millî şuur ve ülküler etrafında toplayan; millî birlik içinde daima
yücelmeyi amaç bilen, Türk milliyetçiliğinden hız ve ilham alarak millî
dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını
gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik hukuk
devletini, bütün hukukî ve sosyal temelleriyle kurma ruhudur. Anayasa'mızla
kurulan devlet, bu amacı gerçekleştirecektir. Bu devlet, görevinin icabı olarak
(ferdi olan sevinç ve ızdıraplar dışında) bir sınıfın ağlaması yanında diğer
sınıf veya sınıfların gülmesini yaratacak olan iktisadî ve sosyal oluşlara
meydan vermeyecek, milletçe gülme, milletçe sevinme, milletçe huzur, milletçe
refah sonuçlarına götüren bütün tedbirleri alacaktır. Millî birliğin, millî
dayanışmanın kuvvetlenmesi, gelişmesi ve korunması için gerekli işleri
yapacaktır.
İşte
bu Anayasa ruhu ve devlet görevi, sınıf kavgasına sebep olan; bir sınıfın diğer
sınıflara üstün tutulmasına, bir sınıfa diğer sınıflardan fazla hak ve fayda
sağlanmasını öngören bir sosyal ve siyasal düzenlemeye izin vermez. Milleti
bölen, birbirinden ayıran, millî ruh ve tesanüdü hırpalayan bütün sebepleri
ortadan kaldırmak ve bu arada sınıf kavgalarını önlemek devletin görevidir.
Tabiatiyle
fertler kadar sınıflarda Anayasa'da belirtilen hak ve faydalarını sağlamak için
bütün imkânlardan yararlanacaklardır. Sendika, basın, grev, parti, dernek ve
seçim yollariyle bu hak ve faydalarını gerçekleştireceklerdir. Yalnız bu
uğurdaki çabaları Anayasa'nın ruhu içerisinde kalacak, millî tesanüt ve millî
birlik yerine milletin bölünmesi, sınıfların husumeti istikametinde
gelişemeyecektir.
Anayasa'nın
koyduğu temel hak ve hürriyetler, zabıta hükümleri diye sınırlanan kural ve
ilkelerle Anayasa'nın ruhu meydanda iken, hangi devletin uyguladığı sosyalizme,
Anayasa'mızın tamamen açık olduğu belirtilmeden, hangi partinin programına
girmiş bulunan sosyalizm ve hangi kökten gelen sosyalizm olduğu ortaya
konmadan, öne sürülen rejimin bütün kuralları, amaçları anlaşılarak
Anayasa'mızla karşılaştırılmasına imkân verilmeden genel olarak Anayasa'mızın
sosyalizme tamamen açık olduğu iddiası, tartışmaya dahi yeterli değildir.
Şu
ciheti belirtmek gerekir ki "Anayasa'mız meçhul rejimlere ve yine bu arada
meçhul kalan sosyalizme açık değildir" derken Anayasa'mız tadil edilmeden
bu Anayasa içerisinde uygulanması istenilen rejim veya sosyalizm kurallarının
bütünü ile uygulanamayacağı kasdedilmiş bulunmaktadır. Yoksa komünizm, faşizm,
anarşizm ve cumhuriyet dışı rejimlerden gayri olan ve demokratik raetodlarla
iktidara gelmeyi ve gitmeyi amaç bilen her rejim ve sosyalizm Anayasa'mızın
demokratik yapısı içinde, rejim ve programlarının Anayasa'mızla çatışmayan
hüküm ve kısımlarını uygulayabilirler. Yine bunlar Anayasa'mızın demokratik ve
hürriyetçi yapısı içinde fikrî çalışmalarda bulunmak, parti ve dernek kurarak
çaba sarfetmek hak ve hürriyelerine sahiptirler. Yalnız uygulamada Anayasa'nın
çizdiği sınırlara, sağ ve sol hudutlara, yukarıda belirtilen temel hak ve
hürriyetlerle zabıta hükümlerine riayet etmek zorundadırlar.
Üçüncü
gurupta yapılmış olan Anayasa hükümlerinin bu incelemelerinin konuya biraz daha
aydınlık getirdiği düşünülebilir. Sayın heyetçe ele alınmış olsaydı daha
isabetli ve mükemmel netice elde edilebilirdi.
Böylece
kararın sistemine, (yazılış tarzına), gerekçesiz olarak veya lüzumu kadar
gerekçe gösterilmiyerek ve yine dâva konusu maddelerle Anayasa maddelerinin
metinleri üzerinde durmaksızın kararın tesbit edilmiş olmasına ilişkin
muhalefet yazımda sona ermiştir.