ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas No:1963/198
Karar No:1965/1
Karar tarihi:5/1/1965
Resmi Gazete tarih/sayı:24.5.1965/12005
İstemde
bulunan: Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar
İstemin
Konusu: 18 Mart 1340 günlü ve 442 sayılı Köy Kanununun 12., 13., 14., 15., 16.,
49., 50 nci ve 51 inci maddelerinin Anayasa'nın temel ilkeleriyle 2., 7., 12 ve
42 nci maddelerine aykırı olduğundan iptallerine karar verilmesi istenmiştir.
İlk
İnceleme: Türkiye İşçi Partisi tarafından verilip 1963/170 esas sayılı dosyaya
konulan 28/2/1963 günlü dilekçe ile , bu karara konu teşkil eden, Köy
Kanunundan başka bazı kanunların bir kısım hükümlerinin de Anayasa'ya
aykırılığı iddia edilerek iptalleri için Türkiye İşçi Partisi Merkez Yönetim
Komitesi kararına dayanılarak açılan dava üzerine Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün
15 inci maddesi uyarınca yapılan ilk incelemede:
Türkiye
İşçi Partisi Merkez Yönetim Komitesinin Parti Tüzüğünün 17 nci maddesinde
belirtildiği üzere Partinin en yüksek merkez organı olduğu anlaşıldığından bu
organ tarafından iptal davası açılması hususunda karar verilmiş olmasının
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri hakkındaki 22/4/1962 günlü
ca 44 sayılı kanunun 25 inci maddesinin 1 sayılı bendine uygun bulunduğu
üyelerden İsmail Hakkı Ülkmen , İbrahim Senil, Celalettin Kuralmen ve Muhittin
Gürün'ün dâva açma kararının Parti Tüzüğünün 15 inci maddesi uyarınca partinin
en yüksek merkez organı olan Genel Yönetim kKurulunca ve Şemsettin Akçaoğlu'nun
da Partinin en yüksek organı olan büyük kongrece verilmesi gerektiği yolundaki
muhalefetleriyle ve oyçokluğu ile kararlaştırıldıktan sonra dosyada eksiklik
olmadığına ve başvurmanın Anayasa'nın 149 uncu ve geçici 9 ve 44 sayılı kanunun
21., 25., 26 ncı ve geçici 5 inci maddelerine uygun bulunduğuna ;
b)
Çeşitli kanunlarda yer alan hükümlerin iptallerinin bir dilekçe ile istenmesi
dâvaların çözümlenmesini güçleştireceğinden her kanuna ilişkin hükümler için
örnekler çıkarılarak ayrı dosyalar her kanuna ilişkin hükümler için örnekler
çıkarılarak ayrı dosyalar teşkiline ve dâvaların böylece ayrılmasına;
c)
Dosyada eksiklik bulunmadığı anlaşılmakla işlerin esasının incelenmesine;
11/3/1963
gününde karar verilmekle bu karar uyarınca 1963/170 sayılı dosyadan ayrılarak
teşkil olunan 1963/198 sayılı dosya üzerine hazırlanmış rapor, Köy Kanununun
gerekçesi, dâva ile ilgili maddeleri ve Büyük Millet Meclisi müzakere
tutanakları, Anayasa'nın ilgili maddeleri, gerekçeleri ve Kurucu Meclis
müzakere tutanakları okunarak gereği görüşülüp düşünüldü :
Türkiye
İşçi Partisi 28/2/1963 günlü dâva dilekçesinin (istek konusu) başlığı altındaki
dâva konusuna ilişkin kısmında 442 sayılı Köy Kanununun iptallerini istediği
maddeleri arasında 15., 16. ve 50 nci maddeleri göstermediği halde :
1)
Dilekçenin gerekçe bölümünün Köy Kanununa ilişkin 7 nci bendinin başında 50
inci maddenin Anayasa'ya aykırılığından söz etmiş ve aykırılık nedenlerini
açıklıyan kısmında ise 49 uncu ve bununla ilgili 51 inci maddelerin
aykırılığını ileri sürmüş,
2)
Ve yine gerekçe bölümünün 7 nci bendinin başlığında dahi 15 inci ve 16 nci
maddeleri belirtmemiş iken aykırılık nedenlerini açıklayan bölümde ayrıca 15
inci ve 16 ncı maddelerin de Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri sürerek
iptallerini istemiş,
Olması
dolayısiyle ilk önce dâvanın konusunun belli edilmesi için yapılan görüşme sonunda:
Dâva
dilekçesinin yazılması sırasında bazı daktilo yanlışlıkları yapıldığı açık olup
bu yanlışlıklar yüzünden 50 inci ve 51 inci maddelerden hangisinin dâvanın
konusu içinde bulunduğu kesin olarak anlaşılmamış olmakla birlikte her iki
maddenin de dâvanın açılmasından sonra yürürlüğe giren 18/7/1963 günlü ve 286
sayılı kanunun 3 üncü maddesiyle yürürlükten kaldırılmış olması yüzünden bu
maddelerden hangisinin dâva konusu içinde bulunduğu üzerinde durulmasına yer
olmadığına oybirliğiyle ve 15 inci ve 16 nci maddeler her ne kadar dâvanın
konusu başlığı altında gösterilmemiş ise de gerekçede ayrı ayrı her ikisinin de
Anayasa'ya aykırılık nedenleri açıklanmakla birlikte dilekçenin sonuç bölümünde
dâva konusu kanunların numaraları ve bu arada işbu dâvanın ilişkin olduğu 442
sayılı Köy Kanununun numarası gösterilerek bu kanunların dâva dilekçesinde
belirtilen madde ve fıkralarının iptali istenilmiş olduğu gözönüne alınmış ve
her iki maddenin de dâvanın konusu içinde bulunduğuna üyelerden İsmail Hakkı
Ülkmen'in muhalefetiyle ve oyçokluğu ile karar verilmiştir.
Gerekçe
:
l -
18 Mart 1340 günlü ve 442 sayılı Köy Kanununun 12., 13. ve 14 üncü maddeleri :
Davacı
parti özet olarak Köy Kanununun bu maddelerinin köylü yurttaşlara şehirde
oturanlardan farklı ve fazla olarak bir takım görevler yüklendiğini ve bunları
yapmıyanları ceza müeyyidesi altında bulundurduğunu, 14 üncü maddede sözü
edilen işlerin her ne kadar köylünün isteğine bağlı işler olduğu belirtilmiş
ise de bunların bazı hallerde zorunlu işler arasında konulmasına cevaz vermiş
olduğundan bunları yapmıyanların da cezalandırılmalarının öngörülmüş olduğunu
belirterek bu halin Anayasa'nın 12 nci maddesiyle teminat altına alınmış olan
eşitlik ilkesine aykırı bulunduğunu, köylü yurttaşlara angarya yüklediğini ve
köylü yurttaşların kendi haline bırakıldığını ve kendi kendine yeter
sayıldığını, her ne kadar Anayasa'nın 42 nci maddenin 3 üncü fıkrası "...
memleket ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda vatandaşlık ödevi niteliği
alan beden veya fikir çalışmalarının şekil ve şartları, demokratik esaslara
uygun olarak, kanun ile düzenlenir." hükmünü kabul etmiş bulunmakta ise de
bu hüküm, köylülere şehirde yaşıyanlardan ayrı olarak müekellefiyet
yükletilmesi anlamını kapsamayıp bu fıkranın şehir ve köy arasında bölge ve
toplum ayrılığı gözetmeden gerek şehirli gerekse köylü vatandaşların bazı
hallerde çalıştırılabileceğini ve bu çalışmaya da yurt ihtiyaçlarının zorunlu
kıldığı alanların varlığını, yurttaşlık ödevi niteliğini, demokratik esaslara
uygun kanunlarla düzenlemeyi koşul olarak kabul ettiğini, bu koşulların genel
olduğunu, herhangi bir bölgeye, il'e veya herhangi bir kişi topluluğuna
münhasır bulunmadığını, bu sebeple Köy Kanununun bu şekilde ayırma yaratan bu
hükümlerinin Anayasa'nın 2., 12. ve 42 nci maddelerine açıkça aykırı olmakla
iptali gerektiğini ileri sürmüştür.
Köy
kanununun dâva konusu 12 nci maddesi köye ait işlerin 1) zorunlu olan işler, 2)
köylünün isteğine bağlı olan işler şeklinde iki bölüme ayrıldığını belirttikten
sonra köylünün zorunlu olan işleri yapmazsa ceza göreceğini, isteğe bağlı olan
işlerde ceza bulunmadığını, ancak köylünün İsteğine bağlı olan bu gibi işlerde
köy derneğinin yarısından çoğu kararlaştırırlar ve il'e bağlı olan yerlerde
vali ve ilçeye bağlı olan köylerde kaymakamın rızasını alırlar ise o işin bütün
köylü için zorunlu olacağım ve yapmayanın ceza göreceğini hükme bağlamıştır.
13
üncü madde "Köylünün mecburi işleri şunlardır" hükmü ile 37 fıkra
halinde zorunlu olan işleri saymakta 14 üncü maddede yapılması köylünün
isteğine bağlı olan işleri 32 fıkra halinde belirtmektedir.
Köy,
Anayasa'nın 116 ncı maddesinde belirtildiği gibi kendi halkının müşterek
mahallî ihtiyaçlarını karşılayan ve genel karar organı halk tarafından seçilen
bir kamu tüzel kişisi, bir mahallî idare kuruluşudur. Yine aynı maddenin son
fıkrasında "mahallî idarelerin kuruluşları, görevleri, yetkileri maliye ve
kolluk işleri ve merkezî idare ile karşılıklı bağ ve ilgileri kanunla
düzenlenir, bu idarelere görevleriyle orantılı gelir kaynakları sağlanır."
diye yazılıdır.
Köy
Kanunu, Belediye Kanunununda olduğu gibi köy mahallî idaresinin görevlerini
birer birer sayarak belli etmiştir.
Topluca
anlatılmak istenirse Bayındırlık, Sağlık, Millî Eğitim ve Sosyal Yardım
işlerini kapsayan birer mahallî kamu hizmeti olduğu söylenebilecek olan bu
hizmetlerden bir kısmının kanun koyucu tarafından zorunlu sayılması, bunların
köy toplumunun ve dolayısıyle Türk toplumunun genel çıkarlarını çok yakından
ilgilendiren önemli ve hayatî hizmetlerden olması bakımından bunların yapılmasının
köy karar organının takdirine bırakılmak istenilmemiş ve her halde yapılması
zorunluğu öngörülmüş olmasından başka bir anlam taşımadığı açıktır. Nitekim köy
mahallî idaresinin her bakımdan daha büyüğü olan belediye idaresi için de
3/4/1930 günlü ve 1580 sayılı Belediye Kanununun 15 inci maddesiyle aynı esas
kabul edilmiş ve belediyeler için bir takım zorunlu ve isteğe bağlı görevler
tesbit olunmuştur.
Bu
suretle gerek bilgi ve görgü gerekse hizmet araç ve imkânları bakımından
merkezî idareden daha güçsüz olan ve mahallî erk ve etkilere daha çok mâruz
bulunan köy ve belediye organlarının işlerinin doğru olarak yürütülmesi
bakımından korunması ve mahallî etkilerin olabildiği kadar dışında tutulması ve
onlara bir nevi iş programı verilmesi sağlanmak istenmiştir. Bu usûl, mahallî
hizmetlerin genel çıkarlara uygun şekilde tesisi ve yürütülmesi bakımından
diğer memleketlerde de genellikle kabul edilmiş, bir sistemden ibaret olup
davacı partinin iddiası gibi köylülere şehirlilerden ayrı ve daha fazla bir yükün
yükletilmesi anlamında kabul edilemez. Kaldı ki, zorunlu işleri yapmayan
köylülerin ceza müeyyidesi altına alınması, aşağıda 15 inci madde hakkındaki
açıklamalarda belirtileceği üzere imece yükümünün müeyyidelendirilmesini
sağlamak amacını gütmekte olup, zorunlu işleri yapmayan köy idaresini
cezalandırmak gibi bir amaç gözetilmemiş bulunmaktadır.
Bu
hizmetler köylülerin mahallî nitelikteki ortaklaşa ihtiyaçlarının sağlanmasına
yarayan kamu hizmetleri olması bakımından bunlardan doğrudan doğruya bütün köy
halkının yararlanacağı tabiidir. Bu nedenle bazı hizmetlerin köyü için zorunlu
sayılmasını bir angarya saymak ta mümkün değildir : zira olayda bir karşılıksız
çalıştırma, bir kişinin hizmetinden bedava yararlanma durumu bulunmamaktadır.
Anayasa'nın
42 nci maddesinin "Memleket ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda
vatandaşlık ödevi niteliği alan beden veya fikir çalışmalarının şekil ve
şartları demokratik esaslara uygun olarak kanunla düzenlenir." yolundaki
üçüncü fıkrası hükmünü davacının iddia ettiği gibi bir bölgeye, il'e veya
herhangi bir kişi topluluğuna yöneltilmediği şeklinde anlamak ve yorumlamak da
mümkün değildir. Zira köy idaresine yüklenmiş olan zorunlu hizmetler, belli bir
bölgeye, il'e veya kişi topluluğuna değil, Türkiye Cumhuriyetindeki kırkbinden
fazla köy idaresinin hepsine yöneltilmiş bir yurt hizmeti olduktan başka
Anayasa'nın bu hükmü olayların niteliğine, oluşu zamanına ve yerine göre bazı
bölge veya kişi topluluklarına yurt yükümü şeklinde zorunlu ödevler
yüklenmesini yasaklayan bir anlam da taşımamaktadır. Nitekim Temsilciler
Meclisi Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanan raporun bu maddeye ilişkin
açıklamalarında "Ancak 1950 Anayasa'sında da belirtildiği üzere, normal
vatandaşlık vazifeleri arasına girecek mahiyetteki (Yani âmme vicdanının ve
sorumluluk hissesine sahip ferd vicdanının cebri çalışma saymıyacağı) bazı mükellefiyetlerin
bu hüküm dışında kalması toplum hayatının zaruretleri icabındandır. Bundan
Ötürüdür ki, yalnız askerlik hizmeti değil icabında gençlerin kısa bir müddet
köy hizmeti yapmaları vesaire gibi diğer bir takım hizmetler zaruri bir
ihtiyaca cevap verdiği nispette vatandaşlara yükletilebilecektir. Bilhassa
memleketimizin ihtiyaçları ve süratle kültürel ve sosyal kalkınması zarureti
böyle bir istisnayı haklı kılmaktadır." denilmiş olması da davacının
iddiasının aksini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Köyde oturan
vatandaşların yararlanacakları yol, su, mezarlık, su birikintilerinin
kurutulması, okul vesaire gibi kamu hizmetlerini bedenen çalışarak yapmalarını
kamu vicdanı hiçbir zaman zorla çalışma saymayacağı meydandadır. Her ne kadar
bu hizmetler arasında (Köy halkından askerde bulunanların ve bakacak kimsesi
olmıyanların tarlalarını, bağ ve bahçelerini imece yoluyla sürüp ekmek,
harmanlarını kaldırmak) gibi bazılarını ilk bakışta kişisel yararlanmalar için
zorunlu hizmet konulmuş olduğu sanısını yaratmakta ise de kanımızca bu gibi
sosyal yardımlar da demokrasilerin başlıca dayanaklardan biri olan ulusal
dayanışma ilkesine uyularak mahallî idarelere yüklenmekte ve hatta Devletçe de
yüklenilmekte olduğu gibi Anayasa'mızın başlangıç kısmında "Milletimizin bütün
fertlerinin kederde, kıvançta ve tasada ortak olarak bölünmez bir bütün"
olduğu açıklanmak suretiyle bu ilkeye işaret edilmiştir ki bu da bu sanının
doğru ve yerinde olmadığını göstermektedir. Köylülerin kendi haline terkedilmiş
olduğu iddiasına gelince, köy idarelerinin sosyal ve ekonomik durumlarının
başarmağa yetmediği hizmetlere, Devlet gerek eleman gerekse araç ve para
yardımları yaparak (Köy okul ve yollarının yapılması ve içme suyu getirilmesi
işlerinin Devletçe ele alınmış olması gibi) köy kalkınmasına katılmakta ve bu
amaçla merkezi idarede bir Köy İşleri Bakanlığı da kurulmuş bulunmaktadır. Bu
da köylü vatandaşların kendi hallerine terkedilmemiş olduğunu göstermeğe yeter.
Anayasa'nın
2 nci maddesinde, "Türkiye Cumhuriyeti, insan Haklarına ve başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk
Devletidir." ve 12 nci maddesinde de "Herkes, dil, din, ırk,
cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin
kanun Önünde eşittir.
Hiç bir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz." denilmektedir.
Yukarıdaki
açıklamalarda köy hizmetlerinin zorunlu ve isteğe bağlı olmak üzere iki bölüme
ayrılmasının yalnız köye inhisar etmediği, şehir ve kasabalarda da aynı
esasların kabul edilmiş bulunduğu belirtilmişti. Bu durum, köy hizmetlerinin
zorunlu ve isteğe bağlı şekilde ayrılmasiyle köylü ve şehirli vatandaşlar
arasında 12 nci maddeye aykırı bir eşitsizlik yaratılmış olmadığını ve hiç bir
zümreye imtiyaz tanınmış bulunmadığını gösterir. Bu durumda, Anayasa'nın 2 nci
maddesinde ifadesini bulan Türkiye Cumhuriyetinin temel ilkelerine ve insan
haklarına aykırı bir husus da yoktur.
Bu
nedenlerden ötürü koy kanunun 12 nci, 13 üncü ve 14 üncü maddeleri Anayasa'nın
2 nci, 12 nci ve 42 nci maddelerine aykırı bulunmadığından bu hususlara
yönetilen iddiaların reddi gerekir.
2 -
Köy Kanununun 15 inci maddesi
Davacı
parti, bu maddenin de Anayasa'nın 2 nci, 12 nci ve 42 nci maddelerine aykırılık
teşkil ettiğini, eşitliği zedeleyici durumun ve bu nedenle Anayasa'ya
aykırılığın bu madede de açıkça kendisini gösterdiğini, maddenin köylü
vatandaşa bazı işlerin yapılması için zorunluk yüklediğini, bir çok yerlerde
Devletin yapması gereken işlerin sonuçlanmasını köylüden beklediğini, belediye
teşkilâtı olan şehirlerde yaşayan yurttaşlardan ayrı olarak konulan bu yükün
arada bir eşitsizlik yarattığını ve köyü köylüsü ile başbaşa bıraktığını, bu
nedenle de Anayasa'ya aykırı olmakla iptali gerektiğini ileri sürmektedir.
Köy
Kanununun 15 inci maddesi : "Köy işlerinin bir çoğu bütün köylü birleşerek
imece ile yapılır." hükmünü koymuştur. İmece köyün zorunlu ve isteğe bağlı
görevlerinin yapılması için köy halkının ortaklaşa ve eşit koşullar altında
çalışmasından ibaret bir ödevdir.
Yukarıda
birinci bendde de açıklandığı gibi köyün zorunlu görevleri köyün mahallî
nitelik taşıyan ortaklaşa ihtiyaçlarını gidermeye yarayan kamu hizmetleridir.
Bu kamu hizmetlerinin gerektirdiği giderlerin, vergi, resim ve harçlarla
köylüden toplanacak gelirlerle karşılanması zorunludur. Köylerimizin ekonomik
durumu ve köylümüzün ödeme gücü bu giderleri karşılayacak gelirleri sağlamağa
yetmiyeceğinden bu işlerin köylü tarafından çalışarak yapılması köylü
yurttaşların bugün içinde bulundukları koşullara uygun bulunmaktadır.
Hiç
şüphesiz imece üstün nitelikte bir usul değildir. Ancak ekonomik durumları
yeter derecede gelişmemiş olan memleketler için kamu hizmetlerinin görülmesinde
imece, uygun bir esas olarak kabul edilmek gerekir.
Mahallî
nitelik taşıyan hizmetlerin giderlerinin o yerde oturan kişi tarafından
karşılanması maliye biliminin kabul ettiği bir ilkedir. Bu hizmetlerin
giderlerinin tümünü genel kamu gelirleri ile karşılamak ve doğrudan doğruya
Devlete yüklemek mümkün olmayınca mahallî Ödeme gücü de gözönüne alınarak o
yerde oturanlara bir çalışma yükümü yüklemek, kamu oyunun zorunlu çalışma
saymayacağı bir vatan yükümü niteliğini alır. Şehir ve kasabalarda oturan
yurttaşlara da, o şehir ve kasabaların kamu hizmetlerini karşılamak için
belediye için belediye vergi ve resimleri yükletilmiş olması bakımından köylü
ve şehirli yurttaşlar arasında bir eşitlik sağlanmış olduğunu kabul etmek
gerekir.
Kanunun
imece hakkında koymuş olduğu hüküm, çok kısa ve hasta ve malûl yurttaşların
genç ve yaşlıların bir ayrım gözetilmeksizin çalıştırılmalarına elverişli
bulunmakta ise de tatbikatta ancak bedenle çalışabilecek olanların bu ödeve
bağlı tutulması tabiî bulunduğu gibi kanunların daha üstün esas ve hükümlerle
düzenlenmesi kanun koyucuya düşen bir yasama görevi olması yönünden kanun
hükmünün kısalığı Anayasa'ya bir aykırılık sayılamaz. Esasen Ânayasa'nın 42 nci
maddesi, gerekçesindende anlaşılacağı üzere, böyle bir yüküme yol açmış
bulunmaktadır. Öte yandan Devletimizin de 6366 sayılı Kanunla katılmış olduğu
İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesinin 4 üncü maddesinin 3
üncü bendinin (d) işaretli paragrafı da askerlik ödevinden başka "Normal
medeni (civiques-vatani) mükellefiyetler şumulüne giren her türlü çalışma ve
hizmetin zorla çalıştırma sayılamayacağı esasını kabul etmiştir.
Görüşme
sırasında, Ânayasa'nın 43 üncü maddesi "kimsenin yaşına, gücüne ve
cinsiyetine uygun olmayan bir işte çalıştırılamayacağını, çocuklar, gençler ve
kadınların çalışma şartları bakımından özel olarak korunacağını"
belirtilmekle imece Ödevinin bu maddeye aykırılığı bazı üyeler tarafından ileri
sürülmüş ise de, sözü edilen bu hükümlerin kamu ödevlerinden çok çalışma ve iş
hukuku alanında kanun koyucuya bir direktif teşkil ettiği Kurucu Meclis Anayasa
Komisyonu raporundaki açıklamalardan anlaşıldığından çoğunluk bu görüşü
benimsememiştir. Bununla birlikte çoğunluk kadınlarla çocukların imece ödevinde
korunmayacağı görüşünde değildir, sadece Anayasa'nın bu maddesinin imece ödevi
ile ilgili olmadığı kanısına varmıştır.
Köy
Kanununun 56 nci maddesi. 13 üncü maddede yazılan zorunlu işleri yapmıyan
köylüden, ihtiyar meclisinin kararı ile, haline göre bir kuruştan yüz kuruşa
kadar ceza alınacağını ve ceza giyenlerin, o işten yine kaçarlarsa, cezanın iki
kat alınacağını açıklamış ve ceza miktarı 10/6/1949 günlü ve 5435 sayılı
Kanunla beş kata çıkarılmış olmakla beraber bu cezalar önemli bir miktar teşkil
etmediği gibi nitelik itibariyle de nakdî vergi borcunu Ödemeyenlerin
mallarının haczi ve satılması hakkındaki kamu alacaklarının tahsili usulüne
dair olan kanundaki zorla tahsil usulünü karşılaması ve Ödevin yerine
getirilmesini sağlamak için bir müeyyideye de ihtiyaç bulunması bakımından bir
eşitsizlik ve insan haklarına bir aykırılık sayılamıyacağı açıktır.
Bu
nedenlerden ötürü Köy Kanununun 15 inci maddesi Anayasa'nın 2 nci, 12 nci ve 42
nci maddelerine aykırı bulunmadığından bu konuya ilişkin iddianın da reddi
gerekir. Üyelerden Rifat Göksu, İbrahim Senil, İhsan Keçecioğlu ve Celâlettin
Kuralmen bu görüşe katılmamışlar ve muhalefet şerhlerinde belirtecekleri sebeplerden
Ötürü madde hükmünün Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri sürerek iptali lâzım
geldiği düşüncesinde bulunmuşlardır.
3 -
Köy Kanununun 16 nci maddesi
Davacı
parti bu maddenin, Anayasa'nın temel ilkelerine ve 2 nci, 12 nci ve 42 nci
maddelerine aykırılığını ileri sürerek salma denilen yükün köylüye
yüklenmesinde bir ölçünün bulunmadığını, bunun vergilendirme prensiplerine
dayanmadığını, maddenin anlamındaki keyfiliğin Anayasa'nın söz konusu
maddelerine tamamen aykırı olduğunu, vergi alınmasında bazı Ölçüler olduğu ve
bu ölçüler yükümlünün gelir durumu, eşitlik ve kamu düzeni ile ilgili bulunduğu
halde burada alınan paranın tamamen haksız bulunduğunu ve maddenin, Anayasa'ya
aykırılığı dolayısiyle iptali gerektiğini iddia etmiştir.
Köy
Kanunun 16 nci maddesi ilk önce 2/6/1936 günlü ve 2491 sayılı kanunla sonra da
5/7/1939 günlü ve 3664 sayılı Kanunla değiştirilmiştir; bugün yürürlükte olan
şekil şöyledir :
"Köy
gelirleri, köy işlerini gören köyün aylıklı adamlarının aylık ve yıllıkları ile
köy sınırları içinde yapılacak mecburi köy işlerine yetmezse, en yüksek haddi
yirmi lirayı aşmamak üzere herkesin hal ve vaktine göre köy ihtiyar meclisi
kararı ile köyde oturanlara ve köyde maddi alâkası bulunanlara salma
salınır."
Görüldüğü
gibi salma köy mahallî hizmetlerini karşılamak üzere köyde oturan veya
oturmamakla birlikte köyde maddi ilgisi bulunanlardan alınan dağıtmalı bir
çeşit genel gelir vergisi niteliğinde bir vergidir.
3664
sayılı Kanunun 2., 3. ve 4 üncü maddelerine göre salma, "köyde
oturanlar için hane başına salınır ve salma tevzi edilirken her hanenin ödeme
kudreti gözönünde tutulur. Köy dışında oturup da köyde maddi ilgisi
bulunanların vergi miktarı köydeki ilgi ve istifadelerinin derecesi nisbetiyle
ölçülür ve ona göre tâyin olunur."
"Köyün
aylık adamlarının ücretleriyle mecburi işlerden başka hiç bir iş için hiç bir
nam ve maksatla salma salınamaz. Bu suretle toplanan paralar bu işlerden maada
hiç bir yere ve hizmete tahsis olunamaz."
"Salınan
salmaların nisbet, cins ve miktarı köyde herkesin görebileceği bir yere
asılacak cetvelle ilân olunacağı gibi, salınan salmalarda kanun hükümlerine
uygunsuzluk veya nisbetsizlîk olduğunu iddia edenler için önce koy ihtiyar
meclisine, onun kararına kanaat etmeyenler de köyün bağlı olduğu kaymakam veya
valiye itirazda bulunabilirler."
Bu
hükümler salmanın, herkesin ödeme gücüne göre aile itibariyle koyulacak bir
vergi olduğunu açıkça göstermektedir. Anayasa'nın 61 inci maddesi herkesi malî
gücüne göre kamu giderlerini karşılamak üzere vergi ödemekle yükümlü tutmuş, vergi,
resim ve harçların ve benzeri yükümlerin ancak kanunla konulacağı
açıklanmıştır.
Anayasa'da
malî gücün ne suretle belli edileceği konusunda, kanun koyucuya bir direktif
verilmiş olmadığına ve salmaya yer veren 3664 sayılı kanunla salmanın hane
başına salınacağı, en yüksek haddinin yirmi lirayı geçmiyeceği, salma
salınırken her hanenin Ödeme gücünün gözönünde tutulacağı, salmada oransızlık
ve kanuna uygunsuzluk olduğunu iddia edenlerin bu iddialarını inceleyerek
karara bağlayacak itiraz ve temyiz mercileri de belli edilmiş bulunduğuna göre
davacının keyfilik iddiası yerinde görülmemiştir.
Her
ne kadar salmaya ilişkin 3664 sayılı Kanunda modern vergi prensipleri yer
almamış ve malî gücü belirtecek maddi ölçüler gösterilmemiş ise de bu kanunu
uygulayacak olan köy ihtiyar meclislerinin okuma, yazma durumları ve köyde
oturan yurttaşların her birinin mülkü ve arazisi, hayvanları ve tarımı yani
gelir sağlayacak araçları hakkındaki kesin bilgileri gözönüne alındığı takdirde
modern vergi prensiplerinin ve malî gücü belirtecek ölçülerin ayrıca kanunda
gösterilmemiş olmasının uygulama bakımından bir eşitsizlik doğurmayacağı ve
esasen en yüksek haddi yirmi lira gibi az bir miktarı geçmiyen bir vergi için
modern vergi prensiplerinin öngörülmemiş olmasının ne insan haklarına, ne
sosyal adalete, ne de hukuk devleti ve kanun önünde eşitlik ilkelerine bir
aykırılık sayılamıyacağı açıktır.
Bu
nedenlerden Ötürü Köy Kanununun 16 ncı maddesi Anayasa'nın 2 nci, 12 nci ve 42
nci maddelerine aykırı bulunmadığından iddianın reddi gerekir. Üyelerden Rifat
Göksu ve Celâlettin Kuralmen muhalefet şerhlerinde belirtecekleri nedenlerden
ötürü maddenin Anayasa'ya aykırı olduğu ve iptali gerektiği düşüncesinde
bulunmuşlardır.
4 -
Köy Kanununun 41 inci, 49 uncu, 50 nci ve 51 inci maddeleri
Bunlardan
41 inci madde dâvanın açılmasından sonra yürürlüğe konulan Köy Kanununda
değişiklik yapılmasına dair 18/7/1963 günlü ve 286 sayılı Kanunun 2 nci
maddesiyle değiştirilmiş ve dâva konusu diğer maddeler de aynı kanunun 3 üncü
maddesiyle yürürlükten kaldırılmış olduğundan bu maddeler hakkında karar
verilmesine yer bulunmamaktadır.
Sonuç
:
1 -
Dâva dilekçesinde Köy Kanunun 50 nci ve 51 inci maddelerinden söz edilmekte ve
bunlardan hangisinin iptali istenildiği kesin olarak anlaşılamamakta ise de;
her iki madde de dâvanın açılmasından sonra yürürlüğe konulan 18/7/1963 günlü
ve 286 sayılı kanunla yürürlükten kaldırılmış olduğundan bu yönün
araştırılmasına yer olmadığına oybirliği ile,
2 -
Aynı kanunun 12 nci ve 13 üncü ve 14 üncü maddelerinin Anayasa'ya aykırı
olmadığına ve bu maddelere ilişkin dâvanın reddine oybirliği ile,
3 -
Aynı kanunun 15 inci ve 16 nci maddelerinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve bu
maddelere ilişkin dâvanın reddine 15 inci madde hakkında Üyelerden Rifat Göksu,
İbrahim Senil, ihsan Kececioğlu ve Celâlettin Kuralmen'in ve 16 nci madde
hakkında da Rifat Göksu ve Celâlettin Kuralmen'in muhalefetleriyle ve oyçokluğu
ile,
4 -
Aynı kanunun 41 inci maddesi dâvanın açılmasından sonra yürürlüğe konulan
18/7/1963 tarihli ve 286 sayılı kanunla değiştirilmiş ve 49 uncu, 50 nci ve 51
inci maddeleri de aynı kanunla yürürlükten kaldırmamış olduğundan bu maddeler
hakkında karar verilmesine yer olmadığına oybirliği ile,
5/1/1965
gününde karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
Lûtfi
Akadlı
|
Üye
Asım
Erkan
|
Üye
Raif
Göksu
|
Üye
İ.
Hakkı Ülkmen
|
|
|
|
|
Üye
Şemsettin
Akçaoğul
|
Üye
İbrahim
Senil
|
Üye
İhsan
Keçecioğlu
|
Üye
A.
Şeref Hocaoğlu
|
|
|
|
|
Üye
Celâlettin
Kuralmen
|
Üye
Hakkı
Ketenoğlu
|
Üye
Fazıl
Uluocak
|
Üye
Avnİ
Givda
|
|
|
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
Üye
Lûtfi
Ömerbaş
|
Üye
Ekrem
Tüzemen
|
MUHALEFET
ŞERHİ
Köy
Kanunun iptali istenen 15 inci maddesi, köy işlerinin bir çoğunun bütün
köylünün birleşerek imece yoluyla yapılacağını âmirdir. Bu hüküm, hiç bir
istisna kabul etmemeksizin ve bir güna kayıt ve şart aranmaksızın büyük, küçük,
kadın, erkek, hasta ve sağlam bütün köy halkını hizmet mükellefiyeti altına
sokmaktadır. Bu haliyle madde Anayasa'nın 43 üncü maddesine aykırıdır.
Bundan
başka, imece usulüyle ve bir yükümlülük sistemi içinde yapılacak çalışmaların
toplum hayatının zaruretleri icabı olan köy hizmetlerine hasredilmeyip köy
halkından bazılarının şahsî işlerine de teşmil edilmesi karşısında iptal konusu
hükmü, Anayasa'nın 42 nci maddesiyle de bağdaştırmak mümkün olamaz.
Anayasa'nın
"çalışma şartları" kenar başlığı altındaki 43 üncü maddesinde (Kimse,
yaşama gücüne ve cinsiyetine uygun olmayan bir işte çalıştırılamaz. Çocuklar,
gençler ve kadınlar çalışma şartları bakımından Özel olarak korunur.)
denilmetedir.
Anayasa
Komisyonu gerekçesinde denildiği gibi İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde yer
alan bu hükmün, Anayasamızda da belirtilmesinin lüzum ve zarureti aşikârdır.
Sözü geçen Köy Kanununun 15 inci maddesi, yaş ve cinsiyet farkı aranmaksızın
herkesi aynı yükümlülüğe tabi tutmaktadır. Bu maddenin insanların ancak bedenî
güç ve takatları nisbetinde yaş ve cinsiyet ayırımım da nazara alarak
çalıştırabileceği esasını koyan Anayasa'nın 43 üncü maddesine aykırılığı
zahirdir.
Anayasa,nın
42 nci maddesinin birinci fıkrası ile, çalışmanın herkesin hakkı ve ödevi
olduğu yolunda genel bir prensip konulmuştur. Çalışmanın herkes için bir görev
olduğu ifade edilmek suretiyle vatandaşların topluma karşı önemli bir
vazifesine işaret edilmiştir. Bununla beraber çalışmanın bir vazife olduğu
yolundaki hükmün, umumi ve mutlak anlamda mecburi çalışmanın kabulüne kadar
gidemiyeceği zahirdir. Zİra aynı maddenin istisnai bir nitelik taşıyan son
fıkrası, (Memleket ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda vatandaşlık ödevi
niteliği alan beden veya fikir çalışmalarının şekil ve şartları, demokratik
esaslara uygun olarak kanunla düzenlenir.) şeklinde kabul ettiği mecburi
çalışmayı, muayyen ve mahdut sahaya inhisar ettirmiştir. Bu da, vatandaşlık vazifeleri
arasına girecek nitelikte ve zarurî bir ihtiyaca cevap verdiği nisbette toplum
için yapılması gerekli ve istisnai memleket ve köy hizmetleri olabilir. Halbuki
15 inci madde köy hizmetinin her sahasında mükellefiyet esasını tesis ettiği
gibi, gerçek şahısların hususî ihtiyaçlarını da karşılamak yönünden köy halkını
çalışmaya mecbur tutmaktadır.
2 -
Köy ihtiyar meclisleri kararıyle köyde oturanlara ve köyde maddî alâkası
bulunanlara salma salınacağına dair hükmü kapsayan Köy Kanunun 16 nci maddesi
de Anayasa'nın 61 inci maddesinin 2 nci fıkrasına aykırıdır.
Anayasa'nın
61 inci maddesinin l nci fıkrasında (Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere,
malî gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür, denildikten sonra 2 nci fıkrasında
(Vergi, resim ve harçlar ve benzeri malî yükümler ancak kanunla konulur.)
denilmektedir.
Salma,
malî bir yükümlülük olduğuna göre konuyu Anayasa'nın 61 inci maddesi içinde
incelemek gerekir.
Gerçekten
salmanın bir kanun hükmü olan bahis konusu 16 nci madde ile konulması,
Anayasa'nın kast ve istihdaf ettiği anlamda bir düzenleme sayılamaz. Zira
Anayasa'ya göre vatandaş vazifelerinin en önemlilerinden olan malî
yükümlülüğün, vatandaşın (Malî gücü) ne göre konulması esası, modern maliye
ilmi ve sosyal adalet prensiplerinin bir sonucu ve icabıdır. Bu maksat ve
esasın sağlanabilmesi için de verginin kişilere ne nispette ve hangi Ölçülere
göre alınabileceğinin, umumî hatları ve esaslarının kanunda belirtilmek
suretiyle düzenlenmesi gerekir. Bu esaslar kanunda belirtilmiyerek verginin
takdirinin köy ihtiyar meclislerine bırakılmasının her türlü hatalara ve
keyfiliğe yol açacağı meydandadır. Mesele verginin azlığı veya çokluğu değil
prensibin halli işidir.
3664
sayılı kanunun 2 nci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri de salmanın hangi esas ve
ölçülere göre ve ne nisbette salınacağını tâyin etmemiş ve işi yine ihtiyar
meclislerinin takdirine bırakmıştır.
Bu
sebeplere binaen Köy Kanunun 15 inci ve 16 ncı maddelerinin Anayasa'ya aykırı
olmadığı yolunda verilen ekseriyet kararına muhalifiz.
|
|
Üye
Rıfat
Göksu
|
Üye
Celalettin
Kuralmen
|
MUHALEFET
ŞERHİ
Köy
Kanununun 15 inci maddesinde "Köy işlerinin bir çoğu, bütün köylü
birleşerek imece ile yapılır." denilmektedir. İmece, bazı işlerin, bedenen
çalışmak suretiyle yapılması demektir. Köy işlerinde bu usulün uygulanması,
esas itibariyle, Anayasa'ya aykırı değildir. Bu konuda üzerinde durulması
gereken cihet, 15 inci madde hükmünün kapsamıdır. Metinde hiç bir sınırlama
bulunmadağına göre kişiler arasında ayırım yapılmaksızın çalışma zorunluğu
herkese yüklenebilecektir. Anayasa'nın 43 üncü maddesinde, kimsenin yaşına,
gücüne, cinsiyetine uygun olmayan bir işte çalıştırılamıyacağı, çocukların,
gençlerin ve kadınların, çalışma şartları bakımından özel olarak korunacakları
yazılıdır. İmecenin uygulanmasında da bu hükmün gözönünde tutulması doğaldır.
Sözü geçen 15 inci madde ise, yukarıda da belirtildiği üzere, yaş, güç ve
cinsiyet ayırımı yapılmaksızın herkesin çalışma zorunluğuna tabi tutulmasına
müsaittir. Bu yönden Anayasa'nın 43 üncü maddesine aykırı olduğundan iptali
gerekir, çoğunluğun 15 inci maddeye ilişkin kararına bu sebeple muhalifiz.
|
|
Üye
İhsan
Keçecioğlu
|
Üye
İbrahim
senil
|