ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas No.:1963/16
Karar No.:1963/83
Karar tarihi:8/4/1963
Resmi Gazete tarih/sayı:9.7.1963/11449
İtirazda
bulunan : Ankara Birinci Ağır Ceza Mahkemesi
İtirazın
konusu : Anayasa Nizamını, Millî güvenlik ve Huzuru bozan bazı fiiller
hakkındaki 5/3/1962 günlü ve 38 sayılı kanunun l inci maddesinin (B) bendinin
Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülmüştür.
Olay
: Yeni Demokrat Parti Genel Başkanı Fuat Köprülü'nün 21/4/1962 gününde parti
genel merkezinde yaptığı basın toplantısında, toplantıya katılan gazete
muhabirlerine yazılı bir beyanı okunduktan sonra bir gazete muhabirinin
sorusuna karşı verdiği cevapta "Siyasi kanaatten dolayı kimseye ceza
verilemiyeceğine göre, af ancak bir haksızlığın tamiri olacaktır" demek
suretiyle Anayasa Nizamını Millî güvenlik ve Huzuru Bozan Bazı Fiiller
hakkındaki 5/3/1962 günlü ve 38 sayılı kanunun l inci maddesinin (B) bendine
aykırı hareket ettiği iddiasiyle aleyhine kamu dâvası açılmış,
Ankara
Sorgu Hâkimliğince de sanık Fuat Köprülü hakkında 38 sayılı kanunun l inci
maddesinin (B) bendi uygulanmak ve duruşması Ankara Birinci Ağır Ceza
Mahkemesinde yapılmak üzere Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 196 ncı maddesi
gereğince son tahkikatın açılmasına 21/9/1962 gününde karar verilmiştir.
Ankara
Birinci Ağır Ceza Mahkemesinde 1/11/1962 gününde yapılan duruşmada sanık
müdafileri tarafından müvekkilleri hakkınca uygulanması istenilen 38 sayılı
kanunun l inci maddesinin (B) bendinin, Anayasa'nın 8, 11 ve 20 nci maddelerine
aykırı olduğu söz ve yazı ile ileri sürülerek işin Anayasa Mahkemesine intikal
ettirilmesi istenilmiş ve mahkemece de Cumhuriyet Savcısının kanunun Anayasa'ya
aykırı bulunmadığı yolundaki düşüncesine ve Başkanın muhalif oyuna karşı
verilen kararda sanık müdafilerinin iddiaları özetlendikten sonra aynen :
"Her
ne kadar başlangıç hükmünde Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlariyle
meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı Türk Ulusunun bir direnişi olarak
tarif edilen 27 Mayıs ihtilâlinin maksat ve ifadesi olan 334 sayılı Anayasamız
insan hak ve hürriyetlerini, millî dayanışmayı, fert ve toplumun huzur ve
refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik
hukuk devletini bütün hukuki ve sosyal temelleriyle kurarken bu temel hak ve
hürriyetleri de en geniş ölçüde tanımış ve itiraz dilekçesi ve aykırılık
iddialarında söz konusu edilen 11 inci maddenin ikinci fıkrasında kanun, kamu
yararı, genel ahlâk, kamu düzeni, sosyal adalet ve millî güvenlik sebepleriyle
de olsa bir hak ve hürriyetin özüne dokunulamıyacağı ve 20 nci maddesinde de
herkesin hürriyetine sahip olduğu düşünce ve kanaatlerini söz, yazı ve resim
ile veya başka yollarla tek başına açıklıyabileceği ve yayabileceği bir yandan
kabul edilmiş olmakla beraber, öbür yandan da yurtdaşlara tanınan her hak gibi
bu temel hürriyet hakkı da hiçbir zaman sonsuz olmayıp başka hak ve
hürriyetlerle sınırlandırılmış ve hiçbir kimse veya zümrenin kendisine bu temel
haklardan serbestçe düşünmek ve kanaat sahibi olmak ve düşünce ve kanaatlerini
söz, yazı, resim veya başka yollarla açıklayıp yayabilmek hürriyetini Anayasa
ile tanımış olan en başta 27 Mayıs ihtilâlini zedelemeye her bakımdan imkân
bulunamıyacağı tabii görülmüş ve istisnaları bulunan her kaide gibi 11 inci
maddenin ikinci fıkrasında gösterilen sebeplerle de olsa özüne dokunulamıyacağı
bildirilen bu temel hak ve hürriyetlerin birinci fıkrasında Anayasa'nın sözüne
ve ruhuna uygun olarak ancak kanunla sınırlandırılabileceği hükmü konmuş ve bir
temel hak ve hürriyetin özüne dokunmaksızın yalnız kanunla
sınırlandırılabilmesi de mümkün görülmüş ise de;
Söz
konusu edilen bu 38 sayılı kanunun l inci maddesinin (B) bendinin Anayasa'nın
sözüne ve ruhuna uygunluk derecesinin, demokrasimizin en baş dayanağı olan
Anayasa Mahkemesince de kontrolü ile bu kanunun en küçük ne bir itiraz ve ne de
herhangi bir aykırılık iddialarına yer vermiyecek kesinlikte bir uygulama
üstünlüğüne ve sonuç olarak da yayınlandığı gündenberi her çeşit basının
maksada göre anlayış çerçevesindeki yaptıkları ayrı ve şaşırtıcı yayınlar
karşısında güvensizliğe düşürülmüş olan umumi efkârın yatıştırılması ve
sanıkların müdafaa haklarının da umumi ceza prensipleri içinde lâyık olduğu bir
üstünlük değerine ulaştırılabilmesi için 44 sayılı kanunun 27 nci maddesinin
ikinci bendi gereğince sanık müdafiinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının
ciddi olduğu kanısına varılarak" gerekli evrak örneklerinin çıkarılıp
mahkememize gönderilmesine oyçokluğu ile karar verildiği belirtilmiştir.
İnceleme:
Ankara C. Savcılığının 28/11/1962 gün ve a/40837 sayılı yazısı ile mahkememize
gönderilen dosyanın Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15 inci maddesi gereğince
24/12/1962 gününde yapılan ilk incelemesinde sanık müdafiinin Anayasa'ya
aykırılık iddiasını kapsayan dilekçesi örneğinin gönderilmemiş olduğu
anlaşılarak bu eksiğin tamamlanması için dosyanın mahkemeye geri çevrilmesi
hakkında verilen karar üzerine, dosya eksikleri tamamlanarak Ankara C.
Savcılığının 16/1/1963 günlü ve 5/1564 sayılı yazısı ile gönderildiğinden esasın
incelenmesi hakkında verilen 28/1/1963 günlü karar uyarınca düzenlenen rapor,
sanık müdafiinin Anayasa'ya aykırılık iddiasını kapsayan dilekçesi örneği,
mahkeme kararı ile Bakanın muhalefet şerhi, ilgili yazı Örnekleri, 5/3/1962
günlü ve 38 sayılı kanunun l inci maddesinin (B) bendi, bu kanunun gerekçesi,
kanun teklifini inceleyen Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu Karma
Komisyonları ile Meclis ve Senato görüşme tutanakları, Anayasa'nın ilgili
maddeleri ve bunlara ilişkin Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu raporu ve
görüşme tutanakları okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
Önce,
334 sayılı Anayasa'nın 151 inci ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri hakkındaki 22/4/1962 günlü ve 44 sayılı kanunun 27 nci maddelerinde
mahkemelerin itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesine gönderecekleri aykırılık
itirazları, bakmakta oldukları bir dava dolayısiyle uygulanacak bir kanun
hükmünü Anayasa'ya aykırı görmeleri veya taraflardan birinin ileri süreceği
aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varmaları ile mümkün olup, itirazın
mahkememizce tetkikine başlanmasından Önce yürürlüğe girmiş olan Bazı Suç ve
Cezaların Affı hakkındaki 23/2/1963 günlü ve 218 sayılı Kanunun l inci
maddesinin (A) bendi gereğince olayda söz konusu olan suç hakkında kovuşturma
yapılmasına artık imkân kalmamış olduğundan İtirazda bulunan mahkemece olayda
38 sayılı kanunun l inci maddesinin (B) bendi uygulanamıyacağına göre itirazın
tetkikine cevaz olup olmadığı incelendi :
Anayasa'ın
147 nci maddesi gereğince Anayasa Mahkemesi, kanunların ve Yasama Meclisleri
İçtüzüklerinin Anayasa'ya uygunluğunu denetlemek amacı ile kurulmuş bir mahkeme
olup bu denetlemeyi yine Anayasa'nın 148 ve 149 uncu maddeleri gereğince iptal
dâvası veya itiraz yolu ile gelen işler üzerinde yapmakla görevli
bulunmaktadır. Mahkemelerde ileri sürülecek aykırılık itirazlarını Anayasa
Mahkemesine intikal ettirmek yetkisi, fertlere tanınmış olmayıp, ancak bu
iddiaların ciddi olduğu kanısına varan mahkemelere tanınmıştır. Yine
Anayasa'nın 152 nci maddesi, bu iki yoldan kendisine intikal eden aykırılık
iddiaları üzerine Anayasa Mahkemesince verilecek kararlar arasında kapsam ve
sonuç bakımından bir ayırma yapmış değildir; sadece mahkemelerden gönderilen
aykırılık iddiaları üzerine verilen iptal kararlarının yalnız tarafları
bağlayıcı olmasına karar verilebilmesi de istisnaen kabul edilmiştir,
istisnaların mevridine maksur olup esas kaideyi ihlâl edememesi ise bir hukuk
kuralıdır. Anayasa Mahkemesinin görevi, Anayasa Hukuku bakımından, yasama
organını denetlemek olduğuna ve 152 nci madde gereğince Anayasa Mahkemesi
kararları Devletin yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını,
gerçek ve tüzel kişileri bağlayıcı nitelikte bulunduğuna ve fert veya mahkeme
iradesinin Anayasa Mahkemesi kararlarına etkisi bulunmamasına göre, itirazın
Anayasa Mahkemesine intikal ettirilebilmesi için Anayasa'nın 151 ve 44 sayılı
kanunun 27 nci maddelerinin öngördüğü "Bir dâvaya uygulanacak bir kanun
hükmünün mevcudiyeti" şartı ancak iptidaen aranacak bir şart olup İntihaen
bu şartın devamını aramaya yer olmamak lâzım gelir. Bu itibarla Anayasa
Mahkemesine intikal ettirildiği tarihte dâvaya 38 sayılı kanunun uygulanması
mümkün bulunduğuna göre sonradan yürürlüğe girmiş olan 218 sayılı kanunun,
dâvayı ortadan kaldırmış olması, Anayasa Mahkemesince usul ve kanun hükümlerine
uygun olarak el konulmuş olan itirazın incelenmesini engelleyici bir tesiri
haiz olamıyacağı üyelerden Rifat Göksu, Lûtfi Akadlı, İbrahim Senil, Ahmet
Akar, Muhittin Gürün ve Ekrem Tüzemen'in muhalefetleriyle ve oyçokluğu ile
kararlaştırıldıktan sonra esasın incelenmesine geçildi.
Sanık
müdafi ilerinin Anayasa'ya aykırılık iddiası, dosyada mevcut dilekçeleri
örneğinde özetle şu gerekçelere dayandırılmıştır. "Demokratik
memleketlerde Anayasa nizamını mer'i Ceza Kanunları korur, hatta Anayasa
Nizamını korumak için dahi olsa ayrıca hususi kanunlar çıkarılamaz. Bu nizamı,
Anayasa hükümlerine aykırı tasarruflarda bulunmamak suretiyle, korumak
mümkündür. Anayasa sarih ve vecizdir. 27 Mayıs ihtilâli demokratik hukuk
devletini bütün hukuki ve sosyal temelleriyle kurmak için yapılmıştır. 38
sayılı kanunun 1 inci maddesinin (B) bendinin Anayasa'ya uygunluğu esasen
meşkûktür. Bir kaza merciince verilmiş ve kesinleşmiş kararlar hakkında
vatandaşın düşünce ve kanaat beslemesi ve bu düşünce ve kanaatini söz, yazı,
resim ile tek başına veya toplu olarak açıklaması 38 sayılı kanunun l inci
maddesinin (B) bendi ile yasak edilmiştir, veya daha doğrusu lehteki düşünce ve
kanaatını açıklaması serbest, fakat aleyhteki düşünce ve kanaatini açıklaması
suçtur. Halbuki düşünce ve kanaat hürriyetine sahip olmak demek, bir mevzuda
lehte ve aleyhte düşünce ve kanaat hürriyetine sahip olmak demektir ve keza bir
mevzuda lehte ve aleyhte düşünce ve kanaatini açıklayabilmek hak ve hürriyetine
sahip olmak demektir. Düşünce ve kanaat hak ve hürriyetinin özü budur. Bu özün
dokunulamaz. Bahis mevzuu olan derdest dâvalar değil, kesinleşmiş hükümlerdir.
Binaenaleyh teşrii organ tarafından 11 inci maddede yazılı sebep ve
zaruretlerle de olsa ezcümle kamu düzeni ve millî güvenlik gibi Anayasa'nın 8,
11 ve 20 nci maddelerine mevzu âmir hükümlere aykırı kanun çıkarılamaz."
Aykırılık iddiasına mesnet tutulan 334 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'nın 8
inci maddesi Anayasaya aykırı kanunlar çıkarılamıyacağını, Anayasanın devletin
bütün organlarını bağlayan temel hukuk kuralları olduğunu, 11 inci maddesi,
temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasında uyulacak esasları ve sınırlamada bir
hak ve hürriyetin özüne dokunulamıyacağını belirtmekte olup itirazla doğrudan
doğruya ilgili bulunan 20 nci maddesi ise aynen şöyledir:
"Madde
20- Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir; düşünce ve kanaatlerini söz,
yazı, resim ile veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklayabilir
ve yayabilir.
Kimse
düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz."
Ankara
Birinci Ağır Ceza Mahkemesince Anayasa'ya aykırılığı iddiasının ciddi olduğu
kanısına varılan 5/3/1962 günlü ve 38 sayılı kanunun l inci maddesinin (B)
bendi ile bu bendi de ilgilendiren 3 üncü maddesi de aynen şöyledir :
"B)
27 Mayıs 1960 devrimini zedeliyebilecek şekilde :
Bu
devrimin neticesi olarak Yüksek Adalet Divanınca veya sair kaza mercilerince
verilmiş ve kesinleşmiş olan karar ve hükümleri, söz yazı, haber, havadis,
resim, karikatür veya sair vasıta ve suretlerle kötüleyenler, veya üstü kapalı
da olsa matufiyeti belli olacak şekilde kötülemeye çalışanlar veya mahkûm
edilenlerin mahkûmiyetlerine esas teşkil eden fiillerini, yahut şahıslarını
övenler veya neticelenmiş hazırlık, ilk, son tahkikat veya infaz safhalariyle
ilgili resim, hatırat, röportaj yapanlar veya beyanat verenler."
"Madde
3- Birinci maddenin A, B, ve D bentleri ile ikinci maddede yazılı suçların
tekevvünü için Türk Ceza Kanununun 153 .üncü maddesindeki aleniyet
şarttır."
Gerekçe
: Düşünce ve kanaat hürriyeti insanların en tabii haklarındandır. Herkes
istediği gibi düşünmekte, istediği fikre inanmakta serbesttir. Kişinin iç alemi
kanunun her çeşit müdahalesinin dışındadır. Ancak kişinin iç aleminde kaldığı
surece mutlak ve sınırsız olan düşünce ve kanaat hürriyeti, toplum hayatını
ilgilendirdiği andan itibaren hukukun ve kanunun sahasına girer ve toplumsal
yaşayışın gerektirdiği bazı kayıtlamalara bağlanabilir, insanların toplum
halinde yaşayabilmeleri ancak toplum hayatının bazı esaslara ve kurallara
bağlanması ile yani düzenlenmesi ile mümkündür. Bu zaruret insanın iç hayatı
bakımından mutlak ve sınırsız olan düşünce ve kanaat hürriyetinin, söz yazı,
resim ve saire gibi çeşitli vasıtalarla açığa vurulurken toplumsal yaşayışın
sürekliliği (Devam ve bekası) sağlanmak için belli esaslara ve kurallara
bağlanmak suretiyle kayıtlanmasını zorunlu kılar. Zira, toplum hayatına zarar
veren düşünce ve kanaatlerin açığa vurulması toplumu huzursuzluğa sevk ederek
toplumsal yaşayışın ve Devletin güvenliğini sarsar. Bu bakımdan diğer hak ve
hürriyetler gibi düşünce ve kanaat hürriyeti de her türlü sorumsuz davranışlara
cevaz veren mutlak ve sınırsız bir hürriyet olarak telâkki ve kabul edilemez.
Bu hürriyeti toplumsal yaşayışın ve demokratik nizamın icaplariyle bağdaştırmak
ve toplumsal yaşayışa düşünce ve kanaat hürriyetini denge halinde tutmak
gereklidir.
Bu
itibarla Anayasamızın, metni aynen yukarıya çıkarılan, 20 nci madde hükmünü
düşünce ve kanaatlerin mutlak ve sınırsız bir şekilde ve hiçbir sorumluluk
duygusuyla bağlı olmaksızın her düşünceyi açıklamaya cevaz veren bir hak gibi
telâkki etmemek icabeder. Aksine olarak onu Anayasada yer almış diğer hükümler
ve ilkeler ile birlikte ve Anayasa'nın bütünü içinde bir parça olarak ele almak
ve değerlendirmek gerekir. Nitekim maddenin Temsilciler Meclisinde görüşülmesi
sırasında bu maddenin düşünce ve kanaat hürriyetine bir sınır çizmediği, bu
şekli ile fertleri meselâ kominizmi, nasyonal sosyalizme veya irticaa kayan
düşünceleri veyahut ahlâksızlığı teşvik eden fikirleri de açıklamak ve yaymak
hususunda serbest bırakmış gibi bir intiba yarattığı ileri sürülerek bu
bakımdan kayıtlanması istenilmesine karşı, Anayasa Komisyonu sözcüsünün yaptığı
açıklamada "Maddeyi yalnız başına ele alarak yani diğer hükümlerden tecrit
ederek manalandırmanın caiz bulunmadığını, hukukta doğru olan tefsirin gai
tefsir yani hükümlerin gayeye göre tefsir edilmesi olduğunu, tefsir konusu olan
hüküm hangi kanunda ve Anayasa'da ise o kanun veya Anayasa'nın tümü ve ruhu
gözönünde tutularak yorumlama yapılacağını, Anayasamızın esas itibariyle
hürriyetleri imha edici faaliyetleri yasak eden ve realist bir hürriyet
anlayışını kendisine temel olarak almış olan bir Anayasa olduğunu, bu bakımdan
herkese tanınan düşünce hürriyetinin Anayasa ile tesbit olunan Devlet nizamına
ve demokratik nizama uygun kanaatleri belirtmek için sağlandığını ve bu sebeple
lâik ve demokratik nizamı yıkmak, Devletin ve Milletin bütünlüğünü parçalamak
isteyen düşüncelerin açıklanmasının düşünce hürriyetine dahil sayılamıyacağını
ve bilâkis suç teşkil edeceğini" bildirmiş olması düşünce ve kanaat
hürriyetinin de Anayasa'nın temel hak ve hürriyetlerin niteliklerini açıklayan
ikinci kısmının (Genel hükümleri) unvanlı birinci bolümde yer almış olan 11
inci maddesi uyarınca "Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla
sınırlanabileceğini" kolayca anlatmaya kâfidir.
Sınırsız
hürriyetin anarşiden başka bir şey olmadığı gözönüne alınınca 20 nci maddeye,
düşünce ve kanaat hürriyeti hakkında hiçbir kayıtlama kıstası konulmamış
olmasını, bu hürriyeti, Anayasa'nın dayandığı temel ilkelere uygun olmak ve
Anayasa'nın 11 inci maddesinde gösterilen esaslar dahilinde kalmak şartiyle;
her istikamette sınırlıyabilmek hususunda Anayasa vazının kanun koyucuya takdir
hakkı tanınmış olduğu şekilde yorumlamak tabii bulunmaktadır.
Öte
yandan düşünce ve kanaat hürriyetini tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan
basın hürriyeti de düşünce ve kanaat hürriyeti gibi mutlak ve sınırsız bir
hürriyet değildir. Anayasamız, 22. maddesiyle basın hürriyetinin millî
güvenliği ve genel ahlâkı korumak, kişilerin şeref, haysiyet ve haklarına
tecavüzü suç işlemeye kışkırtmayı önlemek maksadiyle sınırlanabileceğini kabul
ettiği gibi, gerekli hallerde gazete ve dergilerin toplatılmasına da cevaz
vermiştir.
Geniş
halk kitlelerinin düşünce ve kanaatleri üzerinde etki yapan basının hür olması,
toplumun huzur ve selâmetini ve Devletin güvenliğin i ihlâl edecek mahiyetteki
beyanların ve yazıların cezasız bırakılması demek değil, sadece basının Önceden
kayıtlama ve kısıntıya tabi tutulmaması demektir.
İçtimai
görevini yerine getirebilmesi için basının hür olması kadar sorumluluk şuuru
ile hareket etmesi de şarttır. Sorumluluk şuurundan yoksun bir basın, her
sorumsuz kuvvet gibi er geç soysuzlaşır ve toplum hayatını sarsan ve millî
güvenliği tehlikeye koyan bir kuvvet halini alır. Düşünce ve basın hürriyetleri
ne kadar mukaddes olursa olsun böyle bir durum karşısında toplum düzenini ve
millî güvenliği korumakla görevli olan kanun koyucu gerekli tedbirleri almak
zorunluğundadır.
İtiraza
konu olan 5/3/1962 günlü ve 38 sayılı kanun, 27 Mayıs Devriminin bir sonucu ve
felsefesi olan 334 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile kurulmuş demokratik
ve sosyal hukuk devleti nizamını korumak ve yerleştirmek ve âmmenin huzur, güvenlik
ve selâmetini sağlamak maksadiyle çıkarılmıştır.
Anayasanın
metnine dâhil bulunan ve onun dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten
başlangıç kısmında 27 Mayıs Devrimi "Anayasa ve hukuk dışı tutum
davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı Türk Milletinin
direnme hakkını kullanması" olarak vasıflandırılmış ve Anayasa'nın
dayandığı temel görüş ve ilkeler "insan hak ve hürriyetlerini, millî
dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını
gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik hukuk
devletini "bütün hukuki ve sosyal temelleriyle kurmak" şeklinde ifade
edilmiştir.
Demokratik
hukuk devleti ilkesi hukuka bağlı, istikrarlı ve gerçekçi bir hürriyet rejimini
ifade eder; bu rejim, hiç bir suretle anarşi anlamına alınmaz. Bu esasta
hareket edilince ve yukarda yapılan açıklamalar da nazara alınınca, düşünce ve
kanaat hürriyetinin kapsamı içine Anayasanın dayandığı insan hakları, millî
dayanışma, sosyal adalet, fert ve toplumun huzur ve refahı gibi temel ilkeleri
yıkmaya ve yok etmeye varacak düşünce ve kanaatlerin açıklanması ve yayılması
serbestisinin de dâhil bulunduğunu kabule İmkân tasavvur olunamaz. Nasılki
Milletlerarası bir hukuk vesikası olan ve düşünce ve kanaat hürriyetini de
kapsayan insan Hakları Evrensel Beyannamesinde, bu beyannamenin hiçbir
hükmünün, içinde ilân olunan hak ve hürriyetlerin bir devlet, zümre veya fert
tarafından yok edilmesini güden bir faaliyete girişmeye veya fiilen bunu
işlemeye herhangi bir hak verdiği şekilde yorumlanamıyacağı belirtilmek
suretiyle bu esas açıkça ilân edilmiştir.
Anayasa'nın
11 ve 20 nci maddelerine aykırılığı ileri sürülen 38 sayılı kanunun l inci
maddesinin (B) bendi ile yasaklanmış olan fiiller, 27 Mayıs Devrimini
zedeleyecek şekilde bu devrimin neticesi olarak Yüksek Adalet Divanınca ve
diğer yargı mercilerince verilmiş ve kesinleşmiş olan karar ve hükümlerin
sözle, yazı resim veya diğer yayın vasıtalariyle kötülenmesi, adı geçen divan
tarafından mahkûm edilenlerin mahkûmiyetlerine esas teşkil eden fiillerinin
veya şahıslarının övülmesidir. ve l inci maddenin (B) bendi sadece bu bakımdan
düşünce ve kanaat hürriyetini sınırlamaktadır.
Yüksek
Adalet Divanı veya diğer yargı mercilerinin verdiği kararların kötülenmesi ve
mahkûm edilmiş olanların mahkûmiyeti intaç eden fiillerinin veya şahıslarının
övülmesi, sonucu itibariyle 27 Mayıs Devriminin meşruluğunu ve haklılığını
inkâra yol açan ve halk efkârına bu devrimi yani Türk Milletinin meşruluğunu
kaybetmiş bir iktidara karşı direnmesini yersiz ve gayrimeşru gibi göstermeye
müncer olan ve bu yoldan vatandaşları birbiri aleyhine tahrik ederek onlar
arasında kin ve düşmanlık duyguları yaratan bir davranış teşkil etmektedir.
Böyle
bir davranışa cevaz verilmesi, vatandaşlar arasında kin ve düşmanlık duyguları
yaratılmasına ve millî huzurun devamlı şekilde ihlâline yol açar; bu ise
Anayasa'nın dayandığı temel ilkeleri tahrip etmek sonucunu doğurur; bu itibarla
böyle bir davranışı mezkûr ilkelerle bağdaştırmak mümkün değildir. Zira
Anayasa'nın dayandığı millî dayanışma, fert ve toplum huzuru gibi ilkeler,
ancak siyasi kanaatleri ne olursa olsun aynı toplumun fertleri olan vatandaşlar
arasında karşılıklı anlayış ve saygı duygularının ve toplum şuurunun
kuvvetlenmesiyle doğar ve yerleşir. Bu duyguları yok etmeyi ve vatandaşlar
arasında ikilik yaratmayı hedef tutan her hareketin Anayasa'nın sözüne ve
ruhuna aykırı olduğuna şüphe edilemez. Bu bakımlardan düşünce, kanaat ve basın
hürriyetlerinin bu istikamette sınırlandırılmasında kamu yararı bulunduğu ve bu
sınırlamanın Anayasa'nın 11. ve 20 nci maddelerine aykırı olmadığı açıktır.
Demokratik
memleketlerde Anayasa nizamının Ceza Kanunu ile korunacağı ve bu nizamı korumak
için olsa dahi ayrıca özel kanunlar çıkarılamıyacağı yollu düşünce hiçbir ilmi
mesnede dayanmadığı cihetle yerinde görülmemiştir. Anayasa nizamını koruyan ve
bu maksatla bazı hürriyetleri sınırlayan hükümler, umumi ceza kanununa
konulabileceği gibi özel kanunla da düzenlenebilir. Bu, bir hukuk kuralı değil,
bir sistem meselesidir. Anayasa nizamının Anayasa'ya aykırı tasarruflarda
bulunmamakla korunacağı bir gerçek ise de bu gerçeğin kemaliyle tahakkuk
edebilmesi Anayasa'ya aykırı tasarrufların kanun koyucudan sâdır olması kadar,
vatandaşlardan sâdır olmasını da Önlemekle yani hürriyetlerin kötüye kullanamamalarını
sağlıyacak bazı kayıtlamalara tabi tutulması ile mümkün olabileceği de
aşikârdır. Elverir ki bu kayıtlamalar, hürriyetlerin Özüne dokunmasın ve o Özü
tahrip etmesin.
Temsilciler
Meclisi Anayasa Komisyonunun raporundan ve Anayasa tasarısının Meclisteki
görüşmelerinden de anlaşılacağı veçhile bir hak ve hürriyetin gayesine uygun
şekilde kullanılmasını son derece zorlaştıran veya onu kullanılamaz duruma
düşüren kayıtlara tabi tutulması halindedir ki o hak ve hürriyetin özüne
dokunulmuş olması söz konusu edilebilir.
Bahsi
geçen kanunun l inci maddesinin (B) bendi ile yapılan kayıtlamayı bu mahiyette
telâkki etmek mümkün değildir. Önce bu kayıtlama, itiraz dilekçesinde belirtildiği
gibi vatandaşın 27 Mayıs Devrimi hakkında herhangi bir kanaat beslemesini men
edici mahiyet taşımamaktadır. Esasen kanaat besleme, kişinin iç âlemini
ilgilendirdiği cihetle bir kayıtlamaya da tabi tutulamaz.
Bu
kanaatin söz, yazı, resim ve saire gibi vasıtalarla açığa vurulmasıdır ki 38
sayılı kanunun l inci maddesinin (B) bendi ile bazı kayıtlamalara tabi
kılınmıştır. Kanunun 3 üncü maddesi hükmüne göre kayıtlamalara aykırı
davranışların suç niteliği alması için bu davranışların, Türk Ceza Kanununun
153 üncü maddesinde belirtilen şekilde:
1-
Basın yolu ile veya herhangi bir propaganda vasıtasiyle,
2-
Umumi veya umuma açık olan mahalde ve birden ziyade kimseler huzurunda,
3-
Toplanılan yer veya toplantıya katılanların adedi veya toplantının konusu ve
gayesi itibariyle Özel mahiyeti haiz olmayan bir toplantıda islenmiş olması,
Şarttır.
Bu bakımdan 38 sayılı kanunla yapılan kayıtlama düşünce, kanaat ve basın
hürriyetlerinin özüne dokunacak bir nitelik taşımamakta, sadece toplum hayatını
zarardan korumayı ve güvenliği sağlamayı hedef tutmaktadır.
Kaldı
ki, sözü geçen. (B) bendindeki yasaklama ile basın sansüre tabi tutulmamış,
gazete ve dergi çıkarılması Önceden izin alma ve malî teminat gösterme şartına
bağlanmamış, haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayınlanmasını engelleyici
ve zorlaştırıcı iktisadi, malî ve teknik kayıtlar konulmamıştır. Şu halde bahsi
geçen bent ile düşünce ve kanaat hürriyetinin gayesine uygun şekilde
kullanılmasını zorlaştıran veya imkânsızlaştıran bir sınırlama yapılmamıştır. Bu
itibarla bent hükmü ile düşünce ve kanaat hürriyetinin özüne dokunulmamış ve bu
öz tahrip edilmemiştir.
Sonuç
: Yukarıda açıklanan sebeplerle Anayasa Nizamını, Milli Güvenlik ve Huzuru
Bozan Bazı Fiiller hakkındaki 5/3/1962 günlü ve 38 sayılı kanunun 1 inci
maddesinin (B) bendi Anayasa'ya aykırı olmadığından itirazın reddine, üyelerden
Ekrem Korkut'un muhalefetiyle ve oyçokluğu ile 8/4/1963 gününde karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
Sünuhi
Arsan
|
Başkanvekili
Tevfik
Gerçeker
|
Üye
Osman
Yeten
|
Üye
Rifat
Göksu
|
|
|
|
|
Üye
İ.
Hakkı Ülkmen
|
Üye
Lütfi
Akadlı
|
Üye
Şemsettin
Akçoğlu
|
Üye
İbrahil
Senil
|
|
|
|
|
Üye
Salim
Başol
|
Üye
Hakkı
Ketenoğlu
|
Üye
Ekrem
Tüzemen
|
Üye
Ahmet
Akar
|
|
|
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
Üye
Hakkı
Ketenoğlu
|
Üye
Ekrem
Tüzemen
|
MUHALEFET
ŞERHİ
38
sayılı kanunun birinci maddesinin B bendiyle sevk edilen hükümlerle düşünce ve
basın hürriyetlerinin kayıtlandığı bir gerçektir. Böyle olunca bu
kayıtlamaların Anayasa'nın ruhuna ve lâfzına uygun olması ve her halükârda
bunların özüne dokunmamış bulunması lâzımdır. Aksi takdirde tedvin sebepleri ne
kadar haklı ve kuvvetli ve hattâ zarurî olursa olsun kanunun aykırılık
hükmünden kurtulması mümkün olamıyacaktır.
Bilindiği
üzere Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının 20 nci maddesi düşünce hürriyetinin
sınırlamasına müsait hiç bir hüküm ihtiva etmemektedir. Diğer hürriyetlerde
derece derece sınırlama sebeplerini açıklamayı itiyat ve ihtiyar edinmiş olan
kanun koyucusu bu sahada mutlak bir ifade kullanarak "herkes düşünce ve
kanaat hürriyetine sahiptir. Düşünce ve kanaatlerini yazı, resim ile veya başka
yollarla tek basma veya toplu olarak açıklıyabilir ve yayabilir" esasını
koymuştur.
Metin
bu hali ve dış görünüşü İle düşünce hürriyetinin hiçbir sebeple
sınırlanamıyacağı kanısını vermektedir. Bu sepepledir ki maddenin hakikatte
sınırsız bir düşünce hürriyetini sağlayıp sağlamadığı hususu temsilciler
Meclisinde münakaşa konusu olmuş ve tereddütlere vesile teşkil etmiştir.
Filhakika herhangi bir kimsenin meselâ nasyonal sosyalizme kaçan, kominizme
temayül eden, irticai veya ümmetçiliği benimseyen fikirlerin tek basma veya
toplu olarak açıklanıp açıklanmıyacağı üzerinde durulmuş, bu arada düşünce
hürriyetinin "Cumhuriyet prensiplerine ve demokrasi esaslarına
aykırı" olarak kullanılamıyacağının metinde belirtilmesi istenmiş
ve ayrıca kanunların da üstünde yer alan ve her milletin hususiyetlerine ve
geleneklerine göre ayrı bir değer taşıyan ahlâk ilkelerine aykırı düşüncelerin
bu hürriyetten faydalanıp faydalanamıyacağı meselesi ortaya atılmıştır.
Temsilciler
Meclisi Anayasa Komisyonu sözcüsü maddeyi savunur ve suallere cevap verirken
kısaca şu esas fikirlere dayanmıştır : "Hukukta doğru olan gaitefsirdir.
Kanunların maksada göre yorumlanması esastır. Anayasa demokratik bir
Anayasa'dır. İnsan hak ve hürriyetlerine dayanan bir Anayasa'dır.
Demokrasilerde bir tarafta "hürriyetler hudutsuzdur. Hürriyet
hürriyettir." diyen bir görüş ve tatbikat olduğu gibi diğer taraftan basın
hürriyetini, söz hürriyetini ve parti kurma hürriyetini sınırlamayı bilhassa
hürriyet nizamının muhafazası için caiz ve zaruri gören realist bir görüş
vardır, Anayasa'mız bu yolu tutmuştur. Sadece 19 uncu maddede değil 55 inci
maddede de açıkça kominizmin men edildiğini ifade ettik. 55 inci maddedeki bir
hükmü sevkeden bir Anayasa, hürriyeti imha edici faaliyetleri men eden realist
bir Anayasa'dır. Binaenaleyh o Anayasa'daki hürriyetle ilgili hükümlere, bu
ışık altında mâna vermek lâzımdır. Fikir hürriyeti lâik ve demokratik nizamı
yıkmak isteyen bir fikrin ifade edilmesi demek değildir. Bu asla fikir hürriyetine
dahil sayılmaz ve pek tabiidir ki suç teşkil edecektir."
Komisyon
sözcüsünün bu görüşünde ifrata gitmiş olup olmadığı münakaşa dışı bırakılırsa
gerek irat edilen suallerden ve gerek verilen cevaplardan "Anayasa'nın
temelini teşkil eden demokratik cumhuriyet olma ilkelerine ve bu ilkelere
dayanan düzeni yıkmak İsteyen" düşünce hürriyetinin bu sebeple ve bu
zaruret nisbetinde kayıtlanabileceği neticesini çıkarmak mümkündür.
Filhakika
bir hürriyet, ancak Anayasa nizamı içinde manalı ve kıymetlidir. Anayasa'sız
bir cemiyet düzeni ve o düzen içinde bir hürriyetin varlığı düşünülemez. Bu
sebeplerledir ki Anayasa düzeninin ve dayandığı temellerin korunması Anayasa'ya
aykırı olmaktan çıkar ve bilâkis Anayasa'nın kanun koyucuya yüklediği bir
vecibe mahiyetini alır.
Bir
düşünce mevcut toplumsal düzende hukuk dışı yollardan bir değişiklik yapılması
amacını takip ettiği takdirde, o düşüncenin ve yayınlanmasının önlenmesini
tabii ve zaruri görmek ve bunu Anayasa'nın korunması gayesiyle meşru telâkki
etmek lâzımdır.
Hiç
bir Devlet ve hukuk düzeni kendi gayri meşruluğunu kabul ve yıkmayı amaç bilen
faaliyetleri tecviz edemez. Her Devlet düzeninin kendisini hukuk dışı yollarla
ortadan kaldırma gayretlerine karşı meşru müdafaa hakkı vardır. Binaenaleyh
düşünce hürriyeti ancak Anayasa nizamının korunması gayesiyle sınırlanabilir ve
böyle bir kayıtlama Anayasa'nın ruhuna da uygun düşer. Bu sebeple ve zaruret
dışında her hangi bir mülâhaza ile bu hürriyete müdahale edilmesinde ise
Anayasa'nın ruhuna ve lâfzına aykırılık vardır.
Türkiye
Cumhuriyeti Anayasa'sının 22 nci maddesi basın ve haber alma hürriyetinin
"Millî güvenliği veya genel ahlâkı koruma, kişilerin haysiyet, şeref ve
haklarına tecavüz, suç işlemeğe kışkırtmayı önlemek ve yargı görevinin amacına
uygun olarak yerine getirilmesini sağlamak için" kanunla sınırlanabileceğini
kabul etmiştir. Anayasa koyucusu hürriyetlerin mahiyetine göre hangi sebeplerle
kayıtlama yapılacağının açıklamayı tercih etmiş olduğundan 22 nci maddede
yazılı sebepler dışında yapılacak bir sınırlamanın Anayasa'ya aykırı olacağı
tabiidir. Böyle olunca 38 sayılı kanunun birinci maddesinin B bendindeki
hükümlerin Anayasa'ya uygunluğu, ancak yukarda belirtilen sebep ve zaruretlerle
yapılmış olduğunun isbatına bağlı kalmaktadır.
Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası 27 Mayıs Devrimini "Anayasa ve hukuk dışı tutum ve
davranışları ile meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı Türk Miletinin
kullandığı direnme hakkı" olarak tarif ve tescil ettiği gibi bundan ayrı
olarak Anayasa'nın "İnsan hak ve hürriyetlerini, millî dayanışmayı, sosyal
adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat
altına almayı mümkün kılacak ve demokratik hukuk devletini bütün hukuki ve
sosyal temelleriyle kurmak amacını güttüğü" açıklamıştır. Bu itibarla
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının getirdiği esaslar ve koyduğu hükümler 27 Mayıs
Devrimini meşrulaştıran toplumsal ihtiyaçlara, toplumun gerçek bir demokratik
düzen içinde yaşama dileğine cevap teşkil etmektedir. Bir başka deyişle Anayasa
devrimin ulaşmak istediği gayenin vasıtası ve neticesidir. Ve bu sebeple de 27
Mayıs Devrimi mer'i ve müesses Anayasa nizamının mesnedini ve temelini teşkil
etmekte devrim ile rejim "birbirine bağlı bulunmaktadır. Böyle olunca
Anayasa nizamı red edilmeden veya bu nizamın bozulması çabası güdülmeden
devrimi Anayasa'nın varlığından ayrı olarak düşünüp kıymetlendirmeğe imkân
yoktur. Bunun içindir ki 27 Mayıs Devriminin meşruiyeti kabul edilmediği
takdirde Anayasa düzeni temelsiz ve mesnetsiz kalacaktır. Devrim ve Anayasa
birbirini tamamlayan ve ayrılmayan bir bütün olduğuna göre devrimin yersizliği,
haksızlığı ve meşruiyetsizliği iddiası, müesses nizamın gayrı meşru olduğu
neticesine ulaşır. Bu takdirde ise gayrı meşru nizamın ve iktidarın her
vasıtadan faydalanılarak devrilmesi fikrinde ve çabasında meşruiyet bulunur.
27
Mayıs Devriminin meşruiyetinin tanınması ve korunması bn sebeplerle müesses
Anayasa nizamının meşruiyeti ve varlığı ile alâkalı olduğu içindir ki bu
maksadı teminen sevk edilen birinci maddenin A bendindeki düşünce hürriyetini
sınırlayan hükümler, Anayasa'nın ruhuna uygun görülmüştür.
Devrimin
meşruiyetini inkâra müntehi fikirlerin basın yolu ile yayınlanması, kanun dışı
zorlamaları kolaylaştırarak millî güvenliği tehlikeye düşüreceği ve aynı
zamanda suç olan bu kabil fiilleri teşvik edici bir hüviyet göstermiş olacağı
cihetle, aynı bentteki basın hürriyetini sınırlayan hükümler Anayasa'nın 22 nci
maddesine uygundur.
Kaldı
ki 27 Mayıs haksızlığı, yersizliği ve gayri meşruluğu gibi müesses nizamı
temelinden yıkma sonucunu verebilecek olan düşünce ve basın hürriyetlerinin bu
zaruretlerle kayıtlanmasına mukabil Devrimi müteakip Devlet idaresini ele alan
iktidar birinci maddenin A bendi ile demokratik anlayışa aykırı bir şekilde
himaye de edilmemiştir.
Fertler
ve basın Anayasa'nın makbul gördüğü hudutlar içinde iktidar her cephesi ile
tenkit ve murakabe hakkına sahiptir. Ekalliyet, kendisini idare edenlere karşı
düşüncesini her vasıtadan faydalanarak açıklıyabilecektir. Devletin bütün
organları en geniş anlamiyle umumî efkârın kontrolü altındadır. Böyle olunca
birinci maddenin A bendi ile düşünce ve basın hürriyetinin özüne dokunulduğunu
iddia etmek mümkün değildir.
Halbuki
aynı gerekçeleri B bendi hakkında ileri sürmek güçtür, Çünkü : her şeyden evvel
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının ruhunda ve metninde mündemiç 27 Mayıs'ın
meşruiyeti sebepleriyle bu bendin önlemek istediği olaylar arasında bir
yakınlık yoktur. Zira bahis konusu yasakların ihlâli halinde 27 Mayıs
meşruiyetini kaybetmiyecek, müesses nizam bundan zarar görmiyecek ve bütün bu
fiil ve hareketler yeni bir nizamın tesisi gücünden ve çabasından daima mahrum
kalacaktır.
27
Mayısın meşruiyetini Anayasa'nın kabul ve teyit ettiği sebep ve gayeler dışında
kalan hareket ve tutumlara bağlı görmek ve göstermek aslında mevcut ve Türk
Milletinin ekseriyet reyi ile tastık edilmiş meşruiyetin kâfi görülmediği
mânasına yorumlanabilir ve bu takdirdedir ki meşruiyet, zedelenme tehlikesine
mâruz bırakılmış olur. Halbuki bahis konusu B bendi yasaklanan fiiller ile 27
Mayıs'ın meşruiyeti arasında bir irtibat kurmakta ve bu suretle meşruiyetin
zedelenebileceği ihtimalini kabul etmektedir.
Devrimin
meşruiyeti, eski iktidar sorumlularının mahkûmiyetine bağlanmamıştır. Nitekim
beraat kararı verilmiş olsaydı dahi gayri meşru olmıyacaktı. Devrimin
meşruiyetini kabul ve teyid eden ekseriyet reyi, Yüksek Adalet Divanı
kararlarından önce tecelli etmiş ve Anayasa bu meşruiyeti bir başka desteğe
lüzum kalmadan tesbit eylemiştir.
Bu
noktada Anayasa metnine dâhil başlangıç kısmında sabık iktidar sorumluları için
"tutum ve davranış" tabirlerinin kullanılmış olmasına dikkati çekmek
ve bu tabirlerde suçluluk hali dışında kalan durumların da dâhil bulunduğuna
işaret etmekte fayda vardır.
Yüksek
Adalet Divanı kararları haricinde kalan diğer yasaklar için de aynı görüşü
savunmak mümkündür. Bu olayların hiçbiri meşru ve müesses Anayasa nizamının
hukuk dışı yollarla değiştirilmesi mânasına ve gücüne sahip değildir.
Dikkat
nazarından kaçmamalıdır ki Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sı 27 Mayıs Devrimini
yapan sosyal güçlerin temsilcileri olarak idareyi ele alan, yasama ve yürütme
yetkisini kullanan Millî Birlik Komitesinin, devrimin başarı göstermesi ve
yaşaması ile alâkalı tasarruflarını dahi devrimin meşruiyetine bağlamış
değildir. Bu tasarrufların Anayasa'nın kabul ettiği usullere uyularak
değiştirilmesi yahut tenkit ve münakaşa konusu yapılması mümkündür. Böyle
olunca, Anayasa'da belirtilen sebepler dışında bir meşruiyet mülâhazasına yer
verilmesinde ve onun zedeleneceği düşüncesinde Anayasa'nın ruhuna aykırılık
vardır.
Belirtilen
sebeplerle B bendinde yasaklanan fiiller, Anayasa düzenini tahrip edici ve lâik
demokratik cumhuriyet olma ilkelerini yıkıcı bir mahiyet taşımadıkları için
düşünce hürriyetinin kısıtlanması Anayasa'nın. 20 nci maddesinin lâfzına da
aykırıdır.
Diğer
taraftan B bendinde bahis konusu edilen yasakların Anayasa'nın kabul ettiği
basın hürriyetini kayıtlayıcı sebeplerle bir ilgisi yoktur. Bunların
yayınlanması ile 22 nci maddede açıklanan kayıtlanma zaruretlerinin tahakkuk
edeceğini ileri sürmek mümkün değildir. Millî güvenlik terimi askerî
mülâhazalarla ve millî müdafaa zaruretleriyle Devletin iç ve dış güvenliğin i
ifade eder ve kamu yararı ile kamu düzeninden ayrı bir mânaya sahiptir. Bu
bakımdan, basın hürriyetinin kayıtlanmasını, kamu yararı ve düzeni açısından
varit görmek doğru olamayacaktır. 22 nci maddede yazılı kısıtlama sebeplerine
uymıyan kayıtlamalar bakımından B bendi Anayasa'ya aykırıdır.
Kaldı
ki zedeleme tabiri yazılı değildir. Meclis konuşmalarından anlaşıldığı üzere
kaza mercilerinin kararları ilmi bir tenkide tabi tutulabilecek, sabık iktidar
sorumlularının şahısları hakkında olduğu kadar faaliyetleri için de muayyen
ölçüler içinde yazışma ve konuşma yapılabilecektir. Ve fakat bütün bunlar 27
Mayısı zedelediği zaman suç olacaktır. Devrimin meşru olmadığı kanaatini veren
ve hiç değilse bu hususta şüphe uyandıran konuşma ve yazışmalar esasen A bendi
gereğince cezayı müstelzimdir. Böyle olunca bu hal dışında zedelemenin kabulüne
müsait şartların, kanunilik vasfına uygun şekilde açıklanmış olması lâzımdır.
Umumi tabirler ile Anayasa'nın kabul ettiği kanunilik prensibi yerine
getirilmiş olamaz. Kanunilik, yalnız suç olan fiilin kanunda açıklanmasını
değil aynı zamanda bütün şartların ve unsurların da belirtilmesini zaruri
kılmaktadır. Zedeleme tabirinin tatbiki ise, mevcut netin bakımından, hâkimin
takdirine bırakılmıştır. Taktir, hâkimden sâdır olsa dahi daima tehlikelidir ve
hakkın özünü tahrip etme imkânına sahiptir. Bu bakımdan kullanılan terimi
kanunilik vasfı ile telife imkân yoktur.
Arz
edilen sebeplerle 38 sayılı kanunun birinci maddesinin B bendi Türkiye
Cumhuriyeti Anayasa'sının 20, 22 ve 33 üncü maddelerinin lâfzına aykırıdır.
MUHALEFET
ŞERHİ
Kanunların
Anayasa'ya aykırı olduğu hakkındaki dâvalar ve iddialar, Anayasa Mahkemesine
doğrudan doğruya iptal dâvası şeklinde veya mahkemelerden itiraz yoluyla
intikal eder. İptal dâvasının kimler tarafından açılabileceği 334 sayılı
Anayasa'nın 149 uncu ve itiraz yoluyla iddiaların mahkemelerden nasıl intikal
edeceği de 151 inci maddesinde yazılıdır. Mevzuumuzla ilgili Anayasa'nın 151
inci maddesi ile Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri hakkındaki
44 sayılı kanunun 27 nci maddesi, bir dâvaya bakmakta olan mahkemenin
uygulayacağı bir kanun hükmünü Anayasa'ya aykırı görmesi veya taraflardan
birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması
halinde, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar dâvayı geri
bırakacağından bahsetmektedir.
Şu
halde mücerret ve genel bir mahiyet arzeden ve doğrudan doğruya açılan İptal
dâvası ile müşahhas bir dâva üzerine belli kayıt ve şartlara tabi olarak
mahkemelerce Anayasa Mahkemesine itiraz yolu ile intikal edinilen Anayasa'ya
aykırılık iddiası birbirinden ayrıdır.
İtiraz
yolu ile ve bir bekletici mesele olarak (Meselei müstehire) mahkemelerden gelen
Anayasa'ya aykırılık iddiasının ancak, bir dâva üzerine ileri sürülebilmesi
karşısında Anayasa Mahkemesince esas bakımından bir karar ittihazı, mahkemedeki
dâvanın devam etmekte olmasına ve mahkemece itiraz edilen kanun hükmünün
uygulanmasının mümkün bulunmasına bağlıdır.
Anayasa'nın
152 nci maddesinin 4 üncü fıkrası ile Anayasa Mahkemesi, diğer mahkemelerden
gelen Anayasa'ya aykırılık iddiaları üzerine verdiği hükümlerin, olayla sınırlı
ve yalnız tarafları bağlayıcı olacağına da karar verebilir şeklinde sevkedilen
hüküm, ekseriyet kararındaki bu hususla ilgili gerekçenin hilâfına olarak
Anayasa Mahkemesince itirazın incelenmesi için mahkemedeki dâvanın devam
etmekte olmasının meşrut bulunduğu yolunda yukarıda açıklanan düşüncemizi teyit
eder. Zira, Anayasa Mahkemesi itiraz yolu ile gelen iddialar üzerine umumi ve
mücerret mahiyette bir iptal kararı verebileceği gibi bahsi geçen 152 nci maddenin
4 üncü fıkrasına istinaden hâdiseyi olarak ve yalnız tarafları bağlayıcı bir
kararda ittihaz edebileceğine göre mahkemedeki dâva ortadan kalkmış olduğu
takdirde Anayasa Mahkemesince böyle bir hükme varılması mümkün olamaz. Bundan
dolayıdır ki, önceden aranması gereken şartın karar sırasında da mevcut olup
olmadığının mahkememizce aranması zaruridir. Aksi takdirde Anayasa Mahkemesi,
istisnai bile olsa 152 nci maddenin, 4 üncü fıkrasını ihmal etmek veya bu hükmü
uygulayamıyacak gibi bir duruma düşerki, buna Anayasa'nın ne sözü ne de ruhu
müsaade etmez. Hâdisemizde sanığa isnat edilen suçun 218 sayılı Af Kanununun
kapsamına girdiğinden bahisle hakkındaki âmme dâvasının mahkemece ortadan
kaldırılmış bulunduğu anlaşıldığından ortada halledilecek bekletici bir mesele
kalmadığı gibi bir kanun hükmünün uygulanması da bahis konusu değildir.
Mahkemece
ileri sürülen Anayasa'ya aykırılık iddiasının isin esasına girmeden bu
sebeplerden mahkememizce incelenmesine mahal olmadığına karar verilmesi
gerektiği cihetle ekseriyet kararının işin esasının incelenmesi ile ilgili
kısmına muhalifiz.
|
|
|
|
Üye
Rifat
Göksu
|
Üye
Lütfi
Akadlı
|
Üye
İbrahim
senil
|
Üye
Ahmet
Akar
|
|
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
Üye
Ekrem
Tüzemen
|