ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas No:1962/277
Karar No:1963/34
Karar tarihi:19/2/1963
Resmi Gazete tarih/sayı:22.5.1963/11409
İtirazda
bulunan: Elazığ Asliye Ceza Mahkemesi
İtirazın
konusu : 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 104 üncü maddesinin l
inci fıkrasının 3 numaralı bendinin Anayasa'ya aykırı bulunduğu ileri
sürülmüştür.
Olay
: Mehmet Çakır'ı yaralamaktan sanık Hasan Kılıçtepe'nin sorgusunun yapılması
yararın mağdurun hayalını tehlikeye düşürmüş bulunması ve çevrede asayişin
bozuk olması sebebiyle tutukluluğuna karar verilmesi verilmesi, hususunda
Cumhuriyet Savcılığınca ileri sürülen isteğin yetkili Sulh Hâkimi tarafından
reddi üzerine konuyu itiraz yoluyla inceleyen Elâzığ Asliye Ceza Hâkimliğince
adı geçen sanığın istek uyarınca tutukluluğuna 15/8/1962 gününde karar
verilmiştir. Sonradan açılan kamu dâvası üzerine adı geçen sanığın Asliye Ceza
Mahkemesinde yapılan duruşmasında Cumhuriyet Savcısı, sanığın tutukluluğunun
dayandığı C, M. U. Kanununun 104 üncü maddesinin l inci fıkrasının 3 numaralı
bendinin Anayasa'nın 30 uncu ve 11 inci maddelerine aykırı bulunduğunu iddia
etmiş, mahkemece de sanığın tevkifine esas olan ve Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununun 104 üncü maddesinin l inci fıkrasının 3 numaralı bendinde yazılı
"Asayişi İhlâl" keyfiyetinin mehaz kanunda bulunmadığı ve Anayasa'nın
30 uncu, 10 ve 11 inci maddelerindeki açıklamalara göre Anayasa'ya aykırı
olduğu gerekçesi ile sözü geçen 3 numaralı bendin Anayasa'ya aykırı bulunduğu
kanısına varıldığından Anayasa Mahkemesine başvurulmasına ve Anayasa'nın 151
inci maddesi gereğince dâvanın görülmesinin geri bırakılmasına 6/11/1962
gününde karar verilerek dosya Mahkememizce gönderilmiştir.
Anayasa
Mahkemesi içtüzüğünün 15 inci maddesi gereğince yapılan ilk incelemede;
başvurma, Anayasa'nın 151 inci ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri hakkındaki 22/4/1962 gün ve 44 sayılı kanunun 27 nci maddelerine uygun
görüldüğünden esasın incelenmesine dair verilen 24/12/1962 günlü karar üzerine
düzenlenen rapor, Elâzığ Asliye Ceza Mahkemesi kararı ve ekli yazı örnekleri,
1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 104 üncü maddesi ve gerekçesi,
Anayasa'nın olayla ilgili hükümleri, Temsilciler Meclisi, Anayasa Komisyonu
raporu ve görüşme tutanakları okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü.
Mahkeme
kararında ve buna dayanan yazıda, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 104 üncü
maddesinin l inci fıkrasının 3 numaralı bendindeki hükümlerin Anayasa'nın 30 uncu
maddesi ile 11 inci maddesinin 2 nci fıkrası hükümlerine aykırı bulunduğu
gerekçesi ile 3 numaralı bendin tümünün iptalini istemiş ise de; dâvaya
bakmakta olan mahkemenin, ancak o dâva sebebiyle uygulanacak kanun hükümlerinin
Anayasa'ya aykırı olduğu kanısına varırsa itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine
başvuracağı, Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri hakkındaki 44
sayılı kanunun 27 nci maddesinde açıklanmıştır. Olayda uygulanan kanun hükmü
ise, gerek Cumhuriyet Savcısının tutuklama isteğinde, gerek bu isteğin kabulü
suretiyle verilen tutuklama kararında belirtildiği üzere sözü geçen 104 üncü
maddenin 3 numaralı bendinde yazılı (Memleketin asayişini bozan fiillerden
bulunur) hükmüdür. Bu sebeple incelemenin anılan 3 numaralı bendin bu hükmüne
hasrı ve bu bentteki diğer tutuklama sebeplerinin inceleme konusu dışında
bırakılması üyelerden Rifat Göksu, İsmail Hakkı Dikmen, Şemsettin Akçoğlu,
Celâlettin Kuralmen ve Ekrem Korkut'un, incelemenin bu bentte yazılı hallerin
tümünü kapsaması gerektiği yolundaki muhalefetleriyle ve oy çokluğu ile
kararlaştırılmıştır.
334
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının konu ile ilgili 10 uncu maddesinin l
inci fıkrası, 11 inci ve 14 üncü maddeleriyle 30 uncu maddenin l inci fıkrası
hükümleri aynen şöyledir:
Madde
10- Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve
hürriyetlere sahiptir.
Madde
11- Temel hak ve hürriyetler, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak ancak
kanunla sınırlanabilir. Kanun kamu yararı, genel ahlâk, kamu düzeni, sosyal
adalet ve millî güvenlik gibi sebeplerle de olsa bir hakkın ve hürriyetin özüne
dokunamaz.
Madde
14- Herkes yaşama, maddî ve manevi varlığını geliştirme haklarına ve kişi
hürriyetine sahiptir. Kişi dokunulmazlığı ve hürriyeti, kanunun açıkça gösterdiği
hallerde, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça kayıtlanamaz.
Kimseye
eziyet ve işkence yapılamaz. İnsan haysiyeti ile bağdaşmıyan ceza konulamaz.
Madde
30- Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler ancak kaçmayı ve
delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadiyle veya bunlar
gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunla gösterilen diğer hallerde hâkim
kararı ile tutuklanabilir. Tutukluluğun devamına karar verilebilmesi aynı
şartlara bağlıdır.
Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun 104 üncü maddesi ise şöyledir :
Madde
104- Suçu işlediğine dair aleyhinde kuvvetli emmareler elde edilen maznun
aşağıda yazılı hallerde tevkif olunabilir.
1-
Kaçmak şüphesini uyandıracak vakıalar bulunursa,
2-
Suçun izlerini yok etmeğe veya şeriklerini uydurma beyanata yahut şahitleri
yalan şahitliğe veya şahadetten kaçırmaya sevk eyleyeceğini gösteren haller
bulunursa.
3-
Suç Devlet veya Hükümet nüfuzunu kırar veya memleketin asayişini bozan
fiillerden bulunur veyahut adabı umumiye aleyhinde olur sa,
Bu
vakıalar ve haller kararda gösterilir.
Anayasa'mızın
metinleri yukarıya aktarılan hükümlerinden; müşterek vasılları 10 uncu maddede
belirtilmiş olan temel hak ve hürriyetlerin Anayasa'nın sözüne ve özüne uygun
olarak ancak kanunla sınırlanabileceği ve bu sınırlama sırasında da hiç bir
sebep ve vesile ile hakkın özüne dokunulamıyacağı kesin olarak anlaşılmaktadır.
Temel
hak ve hürriyetlerin en basta geleni, şüphesizki kişi hürriyetini de, içine
alan kişi dokunulmazlığıdır. Toplum hayatının zorunlu kıldığı hallerde kişi
hürriyetinin kayıtlanabileceği esas itibariyle kabul olunmakla beraber, bu
konuda tam bir serbesti ile hareketin hukuk anlayışına uygun düşmiyeceği
dikkate alınarak 14 üncü maddeye konulan hükümlerle kanun koyucunun yetkileri
iki yönden sınırlandırılmıştır. Bu hükme göre kişi hürriyetinin kayıtlanmasını
gerektiren sebeplerin kanunda açıkça gösterilmesi zorunlu olduğu gibi hâkim
kararının mevcudiyeti de şarttır.
Genel
bir deyimle, kişi hürriyetinin zorunlu ve geçici bir sınırlandırılmasından
ibaret bulunan tutuklamanın da, yukarda belirtilen prensiplere uygun olarak
düzenlenmesi gerektiği açıktır. İşin önemini ve geçmiş uygulamayı gözönünde
tutan Anayasa koyucusu 30 uncu maddede bu konuyu düzenlemekle beraber kanun
koyucunun tutuklama hallerini belli etmekte izliyeceği yolu da göstermiştir.
Şu
halde, Elâzığ Asliye Ceza Mahkemesinin Anayasa'ya aykırı bulunduğunu belirttiği
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 104 üncü maddesinin l inci fıkrasının 3
numaralı bendinde yazılı hallerden inceleme konusu olan (Memleketin asayişini
bozan fiillerden bulunur) hükmünün Anayasa'nın sözü geçen 30 uncu maddesinin
kapsamına girip girmediğinin anlaşılması için maddenin Anayasa Komisyonunda
hazırlanan metni ile Temsilciler Meclisinde yapılan görüşmeler ve maddenin
aldığı son şekil gözden geçirilmelidir.
30
uncu maddenin Anayasa Komisyonunda hazırlanan metni (Suçluluğu hakkında
kuvvetli belirli bulunan kişiler, ancak kaçmayı ve delillerin yok edilmesini
veya değiştirilmesini önlemek için hâkim kararı ile tutuklanabilir) suretinde
olup, tutuklamayı kaçmak veya delilleri yok etmek veya değiştirmek hallerine
hasretmişti.
Komisyonun
böylece tesbit ve teklif etliği metin; Temsilciler Meclisi Umumi Heyetinde
yapılan görüşmede üyelerin tenkit ve itirazlarına uğramış ve bu konu etrafında
geniş tartışmalar olmuştur.
Temsilcilerden
bir kısmının Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 104 üncü maddesinin 3 numaralı
bendinde yazılı halleri kapsamaması sebebiyle maddenin ihtiyaca cevap vermekten
uzak bulunduğunu ve 30 uncu maddede gösterilen iki şart, yani kaçma ihtimali ve
delilleri yok etmek keyfiyeti mevcut bulunmadığı takdirde bir katilin bile
tutuklanamıyacağını ve memleketin huzur ve asayişini bozduğu açıkça görülen
böyle bir kimsenin serbest bırakılmasının mahzurlarını ileri sürerek yaptıkları
itirazlara karşı, komisyon sözcüsü, maddenin milletlerarası bir vesikaya,
Avrupa İnsan Haklarını Koruma Sözleşmesinin 5 inci maddesinin (c) bendine uygun
surette düzenlendiğini ve maddede ele alınan iki tutuklama halinin bizim de
imzaladığımız milletlerarası bir belgede kaydedilmiş olduğunu açıklamak,
uygulamalarda tutuklama müessesesinin çok kötüye kullanılmış olduğuna dair
örnekler vermek ve prof. Tahir Taner'in bu konudaki görüşlerini de belirtmek
suretiyle maddeyi savunmuştur. Bu konuda görüşmelerin devamı üzerine tekrar söz
alıp Türkiye'de çok suistimal edilmiş bu tevkif müessesesini, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinde derpiş edilen şekle uygun olarak ve ceza otoritelerinin
de talep ettiği iki hale hasretmekte aksak bir taraf görmediğini, komisyonunun
üçüncü tevkif halini makûl ölçüde olursa bu genel formülün içinde dahil
saydığını söylemiş ve maddenin komisyonunun teklif ettiği şekilde kabulünde
İsrar etmiştir. Ancak üyelerden biri, bu madde hakkında (104 üncü maddenin
tevkife taallûk eden bentlerinden sadece kaçmayı, delilleri yok etmeyi veya
delilleri değiştirmeyi tevkif sebebi olarak almıştır. Komisyonun düştüğü
endişeye rağmen bu üç halin dışında artık bir tevkif müessesesinin, bir tevkif
sebebinin bulunmaması lâzım gelir. Casusluk gibi Devletin emniyetiyle alâkalı
suçlar, Devletin temel nizamlarına karşı işlenebilecek bir takım suçlar var.
Bunların faili kaçmamaya mütemayil görülmektedir. Delilleri yok etmek veya
değiştirmek durumunda da değildir. Anayasa'nın koyduğu bu üç şart olmayınca
Devletin temel nizamlarına karşı islenen suçun failini tevkife imkân olup
olmıyacağı düşünülecek bir hal alacaktır. Temel nizamın korunmasına mütevveccih
bir takım tedbirleri almak imkânı olmıyacaktır. Bu itibarla bu kadar sert bir
takyidat yerine eğer komisyon iltihak buyururlarsa maddenin bu fıkrasının
değiştirilmesini rica edeceğim. Kanunun koyduğu sair sebeplerle bu noksan
tamamlanabilir. Bu şekilde olursa madde hem ferdin hürriyetlerini himaye ve hem
de Devletin nizamını sağlamış olur kanaatindeyim) yolunda yaptığı konuşmadan
sonra komisyon ilk teklifini geri alarak görüşmelerin ışığı altında yeniden
düzenlediği son şekli umumi heyete sunmuştur. Komisyon sözcüsü, yapılan bu
değişikliğin niteliğini ve kapsamım Meclis kürsüsünden şöyle açıklamıştır: (Maddenin
lehinde ve aleyhinde konuşmaların gayeleri aynıdır. İstiyoruz ki bu memlekette
tevkif müessesesi artık kötüye kullanılmasın. Evet, bunun en büyük teminatı
mahkeme istiklâlidir. Ama biz bu hususta daha da hassas davrandık. Fakat bazı
arkadaşlarımız, bu sefer de haklı olarak memleket emniyet ve asayişi bakımından
endişe etmektedirler. Biz zannediyorduk ki görüştüğümüz madde, bu hususları da
kapsayacaktır. Ama bir çok kıymetli arkadaşlarımız, tecrübeli hukukçularımız
"hayır" diyorlar. Şimdi bu endişeleri de bertaraf edebileceğini
zannettiğimiz bir formülü getiriyoruz. Arkadaşımızın teklifinden de ilham
alıyoruz. Yalnız bir nokta da ayrılmaktayız. O da kanun koyucuya rasgele tevkif
sebebi yaratmaması için bir istikamet göstermekten ibarettir. Başka tevkif
sebepleri için imkân veriyoruz ama, bir istikamet koymayı da ihmal etmiyoruz.
Bu yeni formülümüzü kabul buyurursanız hiçbir endişeye yer kalmıyacaktır. Şimdi
maddeyi okuyorum. Yukarıdaki iki satır aynen kalıyor. "Suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmayı veya delillerin yok edilmesini
veya değiştirilmesini önlemek..." dendikten sonra üçüncü satır başlarken
"Maksadiyle veya onlar gibi tutuklamayı zaruri kılan ve kanunla gösterilen
diğer hallerde..." diye madde devam ediyor. Bu eklediğimiz iki kelime ile
hem fert hürriyeti bakımından bir teminat yaratılmıştır ve hem de diğer
arkadaşlarımızın endişe ettikleri asayiş ve emniyet bakımından da lüzumlu olan
imkân bahşedilmiştir, ikisi birbirini tamamlamaktadır. Bu şekli ile madde daha
iyi bir hale gelmiş olacaktır) demiştir.
Bundan
sonra yapılan görüşmeler sonunda madde, teklif edilen bu şekli ile kabul
edilmiştir.
Bu
görüşmeler (Memleketin emniyet ve asayişini bozan hallerin) tutuklama sebepleri
arasına girmesi lâzım geldiğini göstermektedir. Özellikle komisyon sözcüsünün
açık ve kesin sözleri (Veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan) kaydının
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 104 üncü madesindeki (Veya memleketin
asayişini bozan fillerden bulunur) hükmünün Anayasaya uygunluğunu göstermek
amacı ile maddeye eklendiğini belirtmektedir.
Diğer
taraftan maddedeki (Bunlar gibi) kelimesini sadece kaçmak ve delilleri yok
etmek hallerine bağlamaya da imkân yoktur. Gerek 30 uncu maddenin yazılış
tarzı, gerek bu kaydın ilâvesi sebebi esasen böyle bir anlayışa engeldir.
Maddeye eklenen hüküm tutuklamayı zorunlu kılmak yönünden bunlara benzeyen
hallerin de kanun koyucu tarafından tutuklama sebebi olarak kabul olunabileceği
anlamını taşımaktadır. Nitekim komisyon sözcüsü de, (Kanun koyucuyu tamamen serbest
bırakmıyor, onu bir direktifle bağlıyoruz. Kanunda ancak diğer iki hal gibi
tevkif için zaruret arzeden sebepler derpiş edilebilecektir) demek suretiyle bu
yönü de açıklamıştır.
Milletlerin
sosyal ve psikolojik şartları daima birbirinin aynı değildir. Her toplumun ayrı
tedbirleri gerektiren özellikleri vardır. Anayasa koyucusu da toplumumuzun
şartlarını ve özelliklerini dikkate alarak, memleketin emniyet ve asayişine
ilişkin konularda daha hassas davranmak lüzumunu duyduğundan bu halin de
tutuklama sebepleri arasına alınmasına imkân vermiştir. Bu itibarla mahkemenin
mehazımız olan Alman Ceza Mahkemeleri Usulü Kanununda böyle bir hüküm mevcut
bulunmadığı yolundaki gerekçesinin de işin çözümlenmesinde etkisi yoktur.
Esasen
Anayasa koyucusu, tutuklamayı gerektiren hallerin yalnız kanunla belli edilmesi
lüzumu ile yetinmemiş, tutuklamanın her halde bir hâkim kararına dayanmasını da
bir teminat hükmü olarak şart kılmıştır. Bir olayda tutuklamayı gerektiren
hallerin mevcut olup olmadığı, bağımsızlıkları Anayasa ile sağlanmış hâkimler
tarafından tâyin ve takdir olunacaktır. Mahkemelerin kendilerine verilen
görevleri yerine getirirken Anayasa'nın kişi hürriyetine verdiği Önemi
gözönünde bulundurarak takdirini Anayasa'nın özüne uygun olarak kullanacağı
tabiidir. Toplumun güvenini önemli surette bozan ve tutuklama tedbiri
alınmasını gerektiren hallerde bu tedbire başvurulması Anayasa'ya aykırı
düşmez.
Anayasa'mız
belirli sebeplerden ötürü hâkim kararı ile geçici bir tedbir olarak tutuklamayı
kabul etmiş ve memleketin asayişini bozan fiillerin de bu sebepler arasına
alınmasını ön görmüş olduğundan bu tutukluluk sebebinin, kişi dokunulmazlığının
özüne iliştiği ve bu yönden Anayasa'nın 11 inci ve 14 üncü maddelerine aykırı
olduğu düşünülemez.
Yukarıda
gösterilen sebeplerle, mahkemece ileri sürülen itirazın reddi gerekir.
Sonuç
: 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 104 üncü madesinin l inci
fıkrasının 3 numaralı bendinde yazılı (Memleketin asayişini bozan fiillerden
bulunur) hükmü Anayasa'ya aykırı olmadığından itirazın reddine 19/2/1963
gününde oyçokluğu ile karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
Sünuhi
Arsan
|
Başkanvekili
Tevfik
Gerçeker
|
Üye
Rifat
Göksu
|
Üye
İ.
Hakkı Ülkmen
|
|
|
|
|
Üye
Lütgi
Akadlı
|
Üye
Şemsettin
Akçoğlu
|
Üye
İbrahim
Senil
|
Üye
Salim
Başol
|
|
|
|
|
Üye
Celâlettin
Kuralmen
|
Üye
Yekta
Aytan
|
Üye
Ekrem
Korkut
|
Üye
Ahmet
Akar
|
|
|
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
Üye
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
Ekrem
Tüzemen
|
MUHALEFET
ŞERHİ
Ceza
Usulünün 104 üncü maddesinin birinci fıkrasının 3 numaralı bendinde yazılı
"veya memleketin asayişini bozan fiillerden bulunur." hükmü
Anayasa'ya aykırıdır. Çünki :
Tutuklama
bir tedbirdir. Hiç bir zaman cezai bir nitelik arzedemez. Tutuklama sebepleri,
kaçmayı veya delillerin yok edilmesini veya değiştirmesini önlemek gibi
soruşturma ile ilgili olacaktır. Yoksa, memleketin asayişini bozan fiillerden
bulunması veya ibreti müessire olması gibi soruşturma ile alâkası bulunmayan
umumî sebeplere dayanılarak yapılan tutuklamalar cezai bir nitelik taşır.
Nitekim, Usul Kanununun alındığı Alman Ceza Usulünde bu sebep yoktur. İstanbul
Komisyonu tasarısında da yok iken Ankara Komisyonunda "ihtiyacımızın icap
ettirdiği bazı ilâveler" gerekçesiyle bu sebep, tutuklama sebeplerine
ilâve edilmiştir.
Anayasa
Komisyonu tasarısında da yok iken genel kurulda "veya bunlar gibi
tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunla gösterilen diğer hallerde" şeklinde
yapılan ilâvenin de yine soruşturma ile ilgili olması gerekir. Aksi takdirde
ceza usulündeki bu sebebin bir değiştirmeyi tabi tutulmaksızın olduğu gibi
alınması icap ederdi. Esasen bu sebep, bizim de kabul ettiğimiz "Avrupa
insan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Koruma Sözleşmesinde" de yoktur.
Bu
sebeplerle karara muhalifiz.
|
|
Başkan
Sünuhi
Arsan
|
Üye
Salim
Başol
|
MUHALEFET
ŞERHİ
Karar
metninde açıklandığı üzere Anayasa'nın 30 uncu maddesinin Temsilciler Meclisi
Anayasa Komisyonunda hazırlanan şekli ile Kurucu Meclis tarafından kabul edilen
kesin şekli arasında bir fark, mevcut ise de bu fark, çoğunluk düşüncesinde
ileri sürüldüğü üzere 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 104 üncü
maddesinin birinci fıkrasının 3 numaralı bendini teşkil eden (Memleketin
asayişini bozan fiillerden bulunur.) ibaresinin Anayasa'ya uygunluğunu izah
etmekten uzak olup aksine Anayasa'ya aykırılığını ortaya koyacak bir nitelik
taşımaktadır.
Zira
Anayasa'nın kişilerin tutuklanabilmelerine cevaz veren hükmü ihtiva eden 30
uncu maddesi, Anayasa Komisyonu tarafından, Ceza Hukuku Prensiplerine ve bizim
de imzaladığımız Avrupa İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Koruma
Sözleşmesine uygun olarak düzenlenmiş, buna karşı Temsilciler Meclisi Genel
Kurulunda 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 104 üncü maddesinin
birinci fıkrasının 3 numaralı bendinde yazılı halleri ihtiva etmemesi tenkit
konusu yapılmış ve Anayasa da tutuklama sebeplerinin yer almaması, bu hususun
usul kanunlarına bırakılması gerektiğinden bahisle maddenin reddi istenmiş,
mütalâa itibar görmeyince memleketimizin şartlarına göre Anayasa Tasarısının 30
uncu maddesinde yazılı üç tevkif sebebinin ihtiyaca cevap vermeyeceği, bunların
dışında yurdun emniyet ve asayiş ve Devletin temel nizamlarına karşı işlenen
suçlarda da, kaçma ve delilleri yok etme veya değiştirme ihtimali olmasa bile,
suçlunun tutuklanması zaruri olacağından Anayasa'nın buna cevaz vermesi
gerektiği ileri sürülmüş ve Anayasa Komisyonunca bu mütalâaların ışığı altında
maddenin yeniden düzenlenmesi için geri alınmış ve madde tekrar kaleme alınarak
bugünkü şekli ile meclise sunulmuş ve meclisçe de kabul edilmiştir.
Burada
beliren husus Anayasa'nın 30 uncu maddesiyle, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun
104 üncü maddesinin l inci fıkrasının ilk iki bendinde yazılı tutuklama
sebepleri aynen alındığı halde üçüncü bendinde yazılı sebep, yani bu dosya ile
Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülen (Memleketin asayişini bozan fiillerden
bulunur) fıkrası uygun görülmemiş ve hatta bunun kabul edilmemesi hususunda
büyük titizlik gösterilmiş, ancak; görüşmelerde ileri sürülen memleketin
emniyet ve asayişi ile ilgili önemli durumlarda tutuklamayı sağlayabilmek için
bu konununda Usul Kanununda Anayasa'nın yeni prensiplerinin ışığı altında
yeniden tanzimine imkân vermek üzere (... veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu
kılan ve kanunla gösterilen diğer hallerde) fıkrası maddeye ilâve edilmiştir.
Bu
fıkra Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 104 üncü maddesinin birinci fıkrasının
3 numaralı bendinde yer alan (Veya Memleketin asayişini bozan fiillerden
bulunur) ibaresine cevaz verir mahiyette değildir. Zira bu ibare mutlak olup
hiç bir kayıt ve şarta bağlanmamıştır.
Elazığ
Asliye Ceza Hâkimliğinin itirazına konu olan bu dosya ile ilgili bulunan
hâdise, Mehmet Çakır adındaki bir şahsın İbrahim ve Hasan Kılınçtepe
adlarındaki iki kişi tarafından yaralanmasından ibaret olup tutuklama için
savcılıkça ileri sürülen gerekçe (Mağdurdaki yararıın hayatî tehlike tevlit
etmesi ve muhitte asayişin bozuk olması) dır. Mahkemece de (Mağdura ait raporda
hayatî tehlike melhuz bulunması ve mevcut deliller) muvacehesinde Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun 104 üncü maddesinin birinci fıkrasının 3 numaralı
bendine istinaden tutuklama kararı verilmiştir.
Olaylar
bu zaviyeden ele alındığı takdirde her işlenen suçta memleketin asayişini bozan
bir taraf bulunduğu cihetle, başka bir sebep aramağa lüzum olmaksızın sadece bu
hükme dayanarak hemen bütün sanıkların tutuklanması İmkân dahiline girer.
Nitekim,
maddedeki ibarenin hiç bir kayıt ve şarta tabi olmaksızın mutlak olarak
(Memleketin asayişini bozan filler) - tutuklama için kâfi sebep teşkil etmesi
ve her hangi bir yaralama da, münferit bir hâdise olsa bile netice itibariyle
asayişi bozan bir olay bulunması sebebiyle bu maddeye dayanılarak kişinin
tutuklanması cihetine gidilebilmiştir.
Halbuki
Temsilciler Meclisinde cereyan eden müzakereler sırasında, maddedeki bu mutlak
ve kayıtsız şartsız ifadenin geçmiş yılardaki kişinin hürriyetini hiçe indiren
tatbikatından uzun uzadıya yakınılarak bu hükmün Anayasa'ya alınmamış olduğu
izah edilmiş ve neticede suçlunun kaçması, delilleri yok etmesi veya
değiştirilmesi gibi (Tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunla gösterilen)
durumların da tutuklamaya cevaz veren bir ha olmak üzere kabul edilmesi
suretiyle memleketin emniyet ve asayişi ile ilgili suçlarda, hangi hallerde
tutuklanın yapılabileceğinin kayıt ve şartları belirtilmek suretiyle kanunla düzenlenebileceği
esası konulmuştur.
Esasen
maddenin yeni şeklini teklif eden Anayasa Komisyonu sözcüsünün bu konu ile
ilgili açıklaması da, memleketin emniyet ve asayişine karşı suç işlenmesi
halinde, Anayasa'nın 30 uncu maddesinde öngörükmüş bulunan şartların ışığı
altında ne suretle tutuklama yapılabileceğinin, Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununa eklenecek bir hüküm ile yeniden tanzim edilmesinin mümkün
olabileceğini anlatmaktadır.
Bu
bakımdan 30 uncu maddenin müzakeresi sırasında ceza hukuku prensiplerine ve
Avrupa İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesine aykırı bulunduğu
için kabulüne yanaşılmayan Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 104 üncü
maddesinin birinci fıkrasının 3 numaralı bendinde yer alan ve hiç bir kayıt ve
şarta bağlı olmaksızın mutlak bir şekilde (veya memleketin asayişini bozan
fiillerden bulunur) ifadesiyle basit yaralama hâdiselerinde bile kişinin
tutuklanmasına imkân veren hükmün Anayasa'ya aykırılığı aşikârdır.
Bu
sebeple karara muhalifim.
MUHALEFET
ŞERHİ
l-
Kanunun maddî vakıaya tatbiki, mahkemelere aittir. Mahkeme uygulamayı dâvanın
taayyün eden neticesine göre, ancak hüküm safhasında yapacak ve ifade
edecektir. Hükümden evvel olaya kanunun hangi hükmünün tatbik edileceğini
kesinlikle bilmeğe ve belirtmeğe imkân yoktur. Bilhassa ceza dâvalarında, suç
vasfının yargılama sırasında değişmesi ihtimali daima mevcut bulunduğu için,
uygulama bakımından peşin bir kanaat izharından çekinmek lâzımdır.
Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası'nın 151 ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri hakkındaki 44 sayılı kanunun 27 nci maddelerinde istikbal sığası ile
hüküm sevk edilmiş olmasıda, tatbikatın bünyesinde mevcut bu özelliğin
gözönünde tutulduğunu göstermektedir.
Hüküm
anından önce uygulanacak kanun maddesinin kesinlikle tesbitindeki imkânsızlık
ve zorluk muvacehesinde, tatbiki muhtemel görülen hükümler sebebi ile aykırılık
iddiasında bulunabilmesine imkân, tanımakta ve (Uygulanacak kanun hükmü)
ifadesini bu istikamette mânalandırmakta zaruret ve fayda vardır.
Zaruret
vardır, çünkü hem dâvanın inkişafına göre ayrı ayrı aykırılık iddialarının
dermeyanı ihtimali önlenmiş ve sürat temin edilmiş olacaktır. Hem de yargıçlar,
kararlarından önce kanaatlerini izhara zorlanmamış bulunacaktır.
Fayda
vardır. Çünkü Anayasa'ya aykırı hükümlerin süratle tasfiyesi sağlanacak ve
kazaî denetim ile güdülen hedefe bir an evvel ulaşılacaktır.
Mahkemelerin
aykırılık iddiasında bulunma yetkilerini tâyin bakımından itiraz edilen hükmün
dâva ile alâkasının tesbîti zaruri ve bu bakımdan Anayasa Mahkemesi yetkili
bulunmakta ise de bu maksatla yapılacak incelemenin belirtilen
mahzurları bertaraf edecek şekilde ve genişlikte yapılması lâzımdır. Böyle
hareket edilmiyerek dâva ile alâkasızlığı açıkça belli olan hükümler dışında, bir
maddenin veya fıkranın tümü hakkında vâki itiraz karşısında, bunların muhtevi
olduğu hükümlerden hangisinin dâvaya uygulanabileceğinin Anayasa Mahkemesince
tesbiti, mahallî mahkemeye ait uygulama işine müdahale demek olacağı ve dâvanın
devamı sırasında neticede tatbik edilecek hükmün ancak tahmini mahiyetinde
kalacağı cihetle, isabetli olmayacaktır.
Bu
esaslar karşısında mahkemenin 104 üncü maddenin birinci fıkrasının 3 numaralı
bendinin, Anayasa'ya aykırı olduğu hakkındaki itirazının bu bentteki "Suç
memleketin asayişini bozan fiillerden bulunur" hükmüne hasredilerek
incelemesi şeklinde tecelli eden ekseriyet görüşüne iştirak edilmemiştir.
2-
Temel hak ve hürriyetlerin Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla
sınırlandırılması ve kamu yararı, genel ahlâk, kamu düzeni sosyal adalet ve
millî güvenlik gibi sebepler de olsa hak ve hürriyetin Özüne dokunulamaması,
Anayasa'nın II nci maddesinde ifadesini bulan hukuk kuralının, bir icabıdır.
Bu
itibarla, bir kısım tutuklama sebeplerini açıkladıktan sonra "Bunlar gibi
tutuklamayı zorunlu kılan diğer sebeplerin kanunla düzenleneceğini"
bildiren 30 uncu madde hükmünü, bu prensibin ışığı altında yorumlamak ve
binnatice memleketin asayişini bozan suçlar hükmile, kişi dokunulmazlığının
özüne dokunulmuş olup olmadığını tesbit etmek icabedecektir.
Bir
hak ve hürriyetin hangi hâl ve şartlar içinde özüne dokunulmuş olacağı hakkında
kesin bir tarif vermeğe ve bir kıstas sevk etmeğe imkân bulunmadığı aşikârdır.
Bunu, hadisesine ve bahis konusu hak ve hüriyetin mahiyetine göre Anayasa
Mahkemesi tesbit edecektir. Mahkemenin bu maksada matuf çalışmalarında, hak ve
hürriyetin bünyesinden, genel hukuk kurallarından ve nihayet tatbikattan
faydalanacağı tabiidir.
Tutuklama
neticede masumiyetini ispat etmesi muhtemel sanığın hükümden önce hürriyetinin
zaruri ve muvakkat bir tahdidi olarak tarif edilmiştir. Böylece olunca zaruret
nispetinde ve miktarında, gayesine uygun şekilde tatbik edilmeli ve ancak bu
hudut içinde meşru sayılmalıdır.
Masum
olması muhtemel kişiler hakkında uygulanabilmesi, bunun olağanüstü sebep ve
zaruretlerle kabul edildiğini göstermektedir. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası "Zorunlu kılan sebepler" tabiri ile müesseseyi, zaruret
kavramı ile izah eden görüşü benimsemiş bulunmaktadır.
Zaruret
hallerini kanunların göstermesi fertler için bir teminattır ve şüphe altında
dahi olsa fert hürriyetinin bahis konusu olduğu yerde böyle bir teminata
ihtiyaç vardır. Diğer taraftan nelerin yasak olduğunu bilmeleri, fertler için
bir haktır. Bu sebepledir ki "Haksız ve kanunsuz bir tevkife mani olmak
için tutuklamayı zorunlu kılan hallerin ayrı ayrı gösterilmesinde ve bu hallere
uygun olmıyan tevkifin "Kanunsuz sayılmasında" isabet görülmüştür.
Tevkife,
hükümden evvel başvurulduğuna ve neticede suçluluğu anlaşılan şahsın cezası
ayrıca tesbit ve tatbik edildiğine göre,- tutuklamanın bir ceza mahiyeti
almaması lâzımdır. Hükümden evvel ceza verilmesini, hukuk devleti anlayışı ile
telife imkân yoktur. Bu sebepledir ki hakkında son tahkikatın açılmasına karar
verilen sanığın derhal tevkif edileceği hakkında 1609 sayılı kanunun 3 üncü
maddesi Anayasa'ya aykırı görülerek ahiren 12/2/1963 tarihli ve 178 sayılı
kanunla kaldırılmıştır.
Zaruret
kavramı ve tevkifte ceza mahiyeti bulunmadığı esasından hareket edilince,
tutuklamanın, tahkikatın ve onun netayicinin selâmeti namına, sanığın adaletin
eli altında bulundurulması gibi, muhakeme hukukunun zaruri kıldığı bir maksatla
kabul edilmiş olduğu neticesine varmak icabedecektir.
Türk
Ceza Kanununda olduğu kadar ceza hükümlerini muhtevi diğer kanunlarda da
"Memleket asayişini bozan suçlar" tabirinin karşılığı ve mesnedi
yoktur. Umumi ve geniş mânada alındığı surette en hafif bir suçun dahi memleket
asayişini ihlâl ettiğini iddia etmek ve bu sebeple verilecek bir tevkif kararını
kanuni bulmak mümkün olacaktır. Halbuki kanun vâzının maksadının bu olmadığını
ve olsa olsa huzur ve asayişi ehemmiyetli surette ihlâl eden oldukça ağır
suçları ifade etmek istediğini tahmin etmek güç değildir. Bu takdirde ise
esasen 104. maddenin üçüncü fıkrasının l sayılı bendine dayanarak tutuklama
kararı verilebilecektir. Bu sebepledir ki mehaz kanunda olmıyan bu hükmün
faydasız olduğu ve tevkif sebeplerini tek tek saymakta fayda gören kanunun
maksadına aykırı tatbikata yol açacağı için mahzurlu bulunduğu ileri sürülmüş
ve hatta, kanunun insicamını teminen metinden tamamen çıkarılması tavsiye dahi
edilmiştir. Bu hüviyeti itibariyle "Suç memleket asayişini bozan
fiillerden bulunur". Hükmü, tevkif sebeplerinin açıkça gösterilmesi
gerektiği hakkındaki hukuk ve kanun anlayışına aykırı düşmektedir.
Kaldıki,
bu hüküm ile tevkifi gerektiren suçlar açıkça belli edilmediği için, ferd hak
ve hürriyeti bakımından teminat olmak vasfından da mahrum bulunmaktadır.
Sevk
edilen hükmün muayyen suç tiplerini ifade etmemiş ve objektif bir mahiyette
bulunmamış olması, mânalandırma ve uygulama işinin normal hudutlar dışında
hâkimlerin anlayış ve takdirlerine bırakılması zaruretini tevlit etmiştir.
Sınırsız bir takdir hakkının, velev bir yargıçtan sâdır olsa dahi hak ve
hürriyetler, bakımından doğuracağı tehlike aşikârdır..
Her
türlü suistimale müsait ve elâstikî mahiyeti itibariyle, hükmün, ciddi
endişeler doğuran ve huzuru bozan vahim tatbikata sebep olduğu. Temsilciler
Meclisi Anayasa Komisyonu raporunda açıklanmış bulunmaktadır.
Tatbikatın
bu istikamette tecellisi, isabetsiz takdirlerden önce, kanun hükmünün vuzuhtan,
sağlam ve sabit ölçülerden mahrum bulunmasının bir neticesidir. Bu itibarla,
hak ve hürriyetlerin özünü zedeliyecek şekilde bir tatbikata müsait olan bir
hükmü, Anayasa'ya uygun kabul etmeğe imkân yoktur.
Memleket
asayişini bozan suçlardan dolayı tutuklamanın kabulü, sanığın peşinen
cezalandırılması demek olup, mahkeme hukukunun gayesi dışında kalmaktadır, ve
bu sebeple de hukuka aykırı bulunmaktadır.
Tevkifin
gayeleri arasında hükümet otoritesini göstermek, ibret dersi vermek, âmme
efkârını yatıştırmak gibi gayelerinde de bulunduğu ileri sürülmemiş değildir.
Ancak bu sebeplerin hiç biri, muhakeme hukuku gayesi ile telif edilemediğinden
ilim âleminde rağbet görmemiş ekseriyet reyini toplamamıştır.
Türkiye
Cumhuriyeti Anayasa'nın metine dahil ön sözünden anlaşıldığına göre bu kanun
bütün icap ve müesseseleriyle demokratik devlet kurma amacını takip etmektedir.
O halde bir kanun hükmünün Anayasa'ya uygunluğu sadedinde, bu ruha ve maksada
sadık kalarak demokratik hukuk devleti ilkeleri bakımından bir inceleme yapmak
icabedecektir.
Mehaz
kanunda bulunmayan ve İstanbul Komisyonu raporunda da yer almıyan bu bent
Ankara'da Bakanlıkta kurulan ikinci komisyon tarafından metne ilâve edilmiştir.
Zikri geçen komisyonun müzakere tutanakları yayınlanmamış ve kanunun mecliste
müzakeresiz kabul edilmiş olmasına rağmen zamanın Adalet Bakanının imzasını
taşıyan takdim yazısındaki "vatanda devlet, hükümet ve bunların mesnedi
olan hak otoritesinin, haksızlığa karşı tarsin ve takviyesinin esaslı bir umde
olarak gözönünde tutulduğu" hakkındaki satırlardan faydalanarak, hükmün
kabulüne saik olan görüşe intikal etmek mümkündür. Devlet otoritesini üstün
tutma hedefine matuf bir görüşü, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının demokratik
esaslara dayanan hukuk devleti fikriyle telife imkân olmadığı aşikârdır.
Bu
sebepler ile de bahis konusu hüküm, Anayasa'nın ruhuna aykırıdır.
Varılan
bu neticeden sonra, Temsilciler Meclisi müzakerelerine intikal etmek ve bu
konuşmalar neticesinde yapılan tadilâtın 3 No. lu bendin muhafazası lüzumuna
işaret sayılıp sayılmayacağını incelemek icabedecektir.
Temsilciler
Meclisi Anayasa Komisyonu bidayette, zikri geçen bendin her türlü suistimale
müsait elâstiki bir mahiyet arzettiğini gözonünde tutarak şahıs hüriyetini ve
kişi dokunulmazlığını korumak maksadıyle tevkif sebeplerini "kaçma,
delilleri yok etme veya değiştirme" hallerine hasreden bir metin tavsiye
etmiştir. Görüşmeler sırasında, tutuklama sebeplerinin Anayasa yerine usul
kanunlarında belirtilmesinin daha doğru olacağı ve kabul edilen 14. madde
muvacehesinde esasen 30. maddeye yer bulunmadığı hakkındaki itirazlar dışında
"sevk edilen hükmün devletin temel nizamlarına karşı işlenen suçların faillerini
tevkife müsait bulunmadığı, halbuki hem ferdin hüriyetini himaye etmenin ve hem
de Devlet nizamım sağlamanın mümkün olduğu" ileri sürülmüştür. Bu
görüşmelerden alınan ilhamla, teklif edilen metin geri alınarak bu günkü şekil,
tasvibe arzedilmiştir.
Dikkat
nazarından kaçmaması lâzımdır ki, Temsilciler Meclisinde, 104 üncü maddenin
bahis mevzuu 3 No. lu bendinin kanuna ve Anayasa'ya uygunluğu iddia edilmemiş,
aynen muhafazası da ileri sürülmemiştir, İtiraz, Devletin temel nizamlarına
karşı işlenen suçlar ile mahiyetleri itibariyle toplum için büyük vehamet
arzeden suçlar bakımından, tutuklamayı temin edecek bir formülün Anayasa'ya
alınmamış olmasına karşıdır. O halde Anayasa Komisyonunun anlayışı dahilinde üç
numaralı bend kanundan çıkacak ve fakat yerine maksada elverişli bir hüküm
gelecektir. Teklifi yapan dahi, Devletin temel nizamlarından bahsetmiştir. Bu
suretle vahim bir suçluluk halinin bahis konusu edildiği aşikârdır. Kanun
koyucu, Devletin temel nizamı ve toplumun selahiyeti ile ilgili gördüğü suçları
muayyen Ölçüde ve tarifler içinde belirtecek ve bunlar hakkında tutuklamayı
mümkün kılacaktır. Bunu yaparken mahkeme hukuku gayesini Ön plânda tutacağından
şüpheye mahal yoktur. Aksi takdirde toplumun menfaatini ferd menfaatine tercih
etmiş ve bir cezanın peşinen tatbikine rıza göstermiş olacaktır. Bu sebepledir
ki metinde mevcut (Bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan diğer haller)
tabirini, evelkiler gibi muhakeme hukuku ile ilgili, diğer sebepler olarak
mütalâa ve Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu sözcüsünün de işaret ettiği
üzere (Bu tadil ile kanun koyucuya rastgele tevkif sebebi yaratmaması için bir
istikamet gösterildiği) ni kabul etmekte isabet vardır.
Bu
sebeplere binaen Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 104 üncü maddesinin 3 üncü
bendindeki bahis konusu (Suç memleket asayişini bozan fiillerden bulunur) hükmü
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının 11 ve 14 üncü maddeleriyle 30 uncu maddesinin
sözüne ve ruhuna aykırı olduğundan iptali gerekeceği düşüncesi ile çoğunluk
kararına muhalifiz.
|
|
|
|
Üye
Rifat
Göksu
|
Üye
İ.
Hakkı Ülkmen
|
Üye
Celâlettin
Kuralmen
|
Üye
Ekrem
Korkut
|