ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas No:1963/174
Karar No:1963/115
Karar günü:20/5/1963
Resmi Gazete tarih/sayı:2.8.1963/11470
İptal dâvasını açan : Türkiye İşçi Partisi
İptal dâvasının konusu : 5442 sayılı İl İdare
Kanununun 23. ve 38 inci maddelerinin Anayasa'nın 125 inci maddesine; aynı
kanunun 13 üncü maddesinin (c) bendinin 3 üncü fıkrasının, 31 inci maddesinin
(1) bendinin ve 42 nci maddesinin 6738 sayılı kanunla değişik (E) bendinin
Anayasa'nın 31. ve 118 inci maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüş ve
Anayasa'nın 149 uncu maddesine dayanılarak bu hükümlerin iptali istenilmiştir.
İlk inceleme :
1- Türkiye İşçi Partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde
temsilcisi bulunduğu ve başvurmanın kanuni süresi içinde olduğu anlaşılmış ve
böylece dâvanın Anayasa'nın 149. ve geçici 9 uncu maddelerine ve 44 sayılı ve
22/4/1962 günlü kanunun 21. ve geçici 5 inci maddelerine uygunluğu oybirliği
ile tesbit edilmiştir. Ancak dâvanın açılmasına karar veren Merkez Yönetim
Komitesinin en yüksek merkez organı olup olmadığı konusunda oylar ikiye
ayrılmış ve Türkiye İsçi Partisi Tüzüğünün 17 nci maddesinin l inci fıkrasının
açık hükmü karşısında dâvanın 44 sayılı ve 22/4/1962 tarihli kanunun 25 inci
maddesinin l sayılı bendine uygun olarak açıldığına oyçokluğu ile karar
verilmiştir.
2- Davacı, 28/2/1963 gününde Anayasa Mahkemesi Kalemine havale
edilmiş aynı tarihli ve Türkiye îşçi Partisi Genel Başkam Mehmet Ali Aybar'ın
imzasını taşıyan dilekçe ile ayrıca 765, 788, 2559, 3546 sayılı kanunların bazı
hükümlerinin de iptalini istemiş ve bu hal, incelemeyi güçleştirmekte bulunmuş
olduğundan örnekler çıkarılmak ve ayrı dosyalar yapılmak suretiyle dâvaların
ayrılması karara bağlanmıştır.
3- İlk incelemede işte eksiklik ve 44 sayılı ve 22/4/1962
tarihli kanunun 26 nci madde 4 üncü fıkrasının uygulanmasına yer
görülmediğinden esasın incelenmesi 11/3/1963 gününde kararlaştırılmıştır.
Esasın incelenmesi :
Dâvanın esasına ilişkin rapor, dâva dilekçesi ve ekleri,
Anayasaya aykırılığı ileri sürülen hükümlerle dayanılan Anayasa hükümleri,
bunların gerekçeleri ve bunlarla ilgili meclis görüşme tutanakları okunduktan
sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
Dâva konusu hükümler nitelikleri ve aralarındaki ilintiler
bakımından iki bölüm halinde ele alınmıştır.
I- 5442 sayılı kanunun 23 ve 38 inci maddeleri :
23 üncü madde valice resen verilen emirler bakımından vali ile
idare şube başkanları ve kaymakamlar, 38 inci madde kaymakamca resen verilen
emirler bakımından kaymakamla idare şube başkanları arasındaki münasebetleri
düzenlemektedir. Bu maddeler (Emri yerine getirme durumunda olanların emri
kanun, tüzük, yönetmelik ve hükümet kararlarına uygun görmezlerse düşüncelerini
yazı ile bildirmeleri, vali veya kaymakamın ısrar etmeleri halinde, yazılı emir
vermeleri ve durumu ayrıca üst mercie bildirmeleri ve cevap gelinceye kadar
emrin, verenin sorumluluğu altında, uygulanması) esasını koymuştur.
Anayasa'nın üst ile ast arasındaki emir verme ve emri yerine
getirme konusunda temel hukuk kuralını belirten 125 inci maddesine göre : (Kamu
hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse üstünden
aldığı emri yönetmelik, tüzük, kanun ve Anayasa hükümlerine aykırı görürse
yerine getirmez; aykırılığı emri verene bildirir. Ancak üst, emrinde ısrar eder
ve emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir. Bu halde emri yerine
getiren sorumlu olmaz. Konusu suç teşkil eden emir hiçbir suretle yerine
getirilmez; yerine getiren kimse sorunluluktan kurtulamaz. Askerî hizmetlerin
görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için
kanunla gösterilen istinalar saklıdır.)
Davacı:
a) Dâva konusu her iki maddede emrin, Anayasa karşısındaki
niteliği üzerinde durulmayarak, sadece kanun, tüzük, yönetmelik ve hükümet
kararlarına aykırılığın öngörülmesinin Anayasanın 125 inci maddesinin l inci
fıkrasına;
b) Yine her iki maddede emrin, suç konusu teşkil etmesi halinin
gözönünde tutulmamasının ve böylece görevlilerin konusu suç olan emirleri
yerine getirmek zorunda bırakılmalarının Anayasa'nın 125 inci maddesinin 2 nci
fıkrasına aykırılığını ileri sürmekte ve sözü geçen hükümlerin bu bakımlardan
iptalini dâva etmektedir.
Anayasa'nın 8 inci maddesinde Anayasa hükümlerinin yasama,
yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri bağlayan temel
hukuk kuralları olduğu belirtilmiş; Anayasa'nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı
ilkesi ve hukuki mevzuat kademelerindeki yüce yeri bu maddede böylece ifadesini
bulmuştur. Şu hale göre İl İdaresi Kanununun 23 ve 38 inci maddelerinde emrin
Anayasa'ya uygun olmaması halinin öngörülmemesinde Anayasa'ya aykırılık, hatta
bir eksiklik ve boşluk dahi var sayılmaz. Çünki emrin Anayasaya aykırı
bulunması hali, Anayasanın 125 inci madesinde yer almış ve bu hüküm 8 inci
maddede yazılı organ, makam ve kişileri bağlamakta bulunmuş, dâva konusu
maddelerde ise emrin, kanunlara uygun olmaması hali gözönünde tutulmuştur.
Hukuki mevzuat içinde Anayasa'nın yerinin kanunlar bölümü olduğunda ve (Kanun)
deyiminin Anayasayı da kapsadığında hiç şüphe yoktur. Anayasanın 125 inci
maddesinde (Kanun) dan ayrı olarak (Anayasa) deyiminin de kullanılması faydalı
ve uyarıcı bir tekrardan ibaret olmak gerekir.
Dâva konusu maddelerde emrin suç konusu olması halinin gözönünde
tutulmadığı ve bu yüzden ilgililerin konusu suç olan emirleri yerine getirmek
zorunda bırakıldıkları iddiasında da durum böyledir. Anayasa 125 inci
maddesinin 2 nci fıkrasiyle (Konusu suç teşkil eden emrin hiç bir suretle
yerine getirilmiyeceği; yerine getiren kimsenin sorumluktan kurtulamıyacağı)
temel hukuk kuralını koymuştur. Kaldı ki kanunların genel olarak suç saydığı
bir eylemde bulunan kişinin, meselâ askerî hizmetlerin görülmesi ve acele
hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması durumlarında olduğu gibi,
yine kanunda aksine bir sarahat bulunmadıkça, memurun emir aldığı bahanesinden,
hukuki bir mazeretmişçesine, faylanması hiç bir zaman düşünülemez.
II- 5442 sayılı kanunun 13 üncü maddesinin (c) bendinin 3 üncü
fıkrası; 31 inci maddesinin l inci bendi ve 42 nci maddesinin 6738 sayılı
kanunla değişik (E) bendi :
Bu hükümlerden birincisinde; valilerce re'sen verilen uyarma ve
kınama cezalarının kesin olduğu; bunlar aleyhine idarî ve adli kazaya
başvurulamıyacağı; tebliğ tarihinden itibaren sicile geçeceği;
İkincisininde; kaymakamların kimlere re'sen uyarma ve kınama
cezalarını verip uygulayabileceği gösterildikten sonra, bu cezaların kesin
olduğu; aleyhlerine idarî veya adlî kazaya başvurulamıyacağı; tebliğ tarihinden
itibaren sicile geçeceği;
Üçüncüsünde; bucak müdürlerinin kimlere uyarma cezası verip
uygulayabileceği gösterildikten sonra, bu cezaların kesin olduğu; aleyhlerine
idarî veya adli kazaya başvurulamıyacağı; müdürün cezayı memurun siciline
geçirilmek üzere vali veya kaymakama bildireceği;
Belirtilmiştir.
Anayasanın 31 inci maddesine göre : (Herkes meşru bütün vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya dâvâlı
olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme görev ve yetkisi içindeki dâvaya bakmaktan
kaçınamaz.) Yine Anayasanın 118 inci maddesine göre : (Memurlar ve kamu kurumu
niteliğindeki meslek teşekkülleri mensupları hakkında yapılacak disiplin
kovuşturmalarında isnat olunan hususun ilgiliye açıkça ve yazılı olarak
bildirilmesi, yazılı savunmasının istenmesi ve savunma için belli bir süre
tanınması şarttır.
Bu esaslara uyulmadıkça disiplin cezası verilemez.
Disiplin kararları yargı mercilerinin denetimi dışında
bırakılamaz.
Asker kişiler hakkındaki hükümler saklıdır.)
Davacı :
a) İl İdaresi Kanununun sözü geçen maddelerindeki disiplin
cezaları aleyhine idarî ve adlî kazaya başvurulmasını yasaklıyan hükümlerin
Anayasa'nın 31 inci maddesine ve 118 inci maddesinin 3 üncü fıkrasına;
b) Aynı maddelerde disiplin cezası verileceklere savunma
hakkının tanınmamış olduğundan bu halin Anayasa'nın 118 inci maddesinin l inci
fıkrasına;
Aykırılığını ileri sürmekte ve söz konusu hükümlerin bu
bakımlardan iptalini dâva etmektedir.
l- Davacının dayandığı ve yukarıya tıpkısı çıkarılan Anayasa
hükümleri karşısında dâva konusu maddelerdeki disiplin cezaları aleyhine idari
ve adlî kazaya başvurulmasını yasaklıyan hükümlerin Anayasa "ya aykırılığı
tereddüde, tartışmaya ve hattâ uzun gerekçelere yer bırakmıyacak açıklıktadır.
Aykırılığın gerekçesi, sözü geçen Anayasa hükümlerinde doğrudan doğruya
ifadesini bulmaktadır.
2- Üyelerden Hakkı Ketenoğlu ve Muhittin Gürün, dâva ve inceleme
konusu maddelerde memurun savunmasının alınması gerektiği yolunda bir hükmün
bulunmayışını Anayasa'nın 118 inci maddesinin l inci fıkrasına aykırı
görmüşlerdir.
Anayasanın 118 inci maddesi, disiplin kovuşturmalarında isnat
olunan hususun ilgiliye açıkça ve yazılı olarak bildirilmesini, yazılı
savunmasının istenmesini ve savunma için belli bir süre tanınmasını şart
kılmıştır. Bu, bağlayıcı bir temel hukuk kuralıdır. İnceleme konusu maddelerle
Anayasa kuralı arasında bir çelişme doğabilmesi için maddelerde savunma
alınmasını engelliyen, açık bir hükmün bulunması gerekir. Böyle bir hüküm ise yoktur.
Esasen Anayasa Mahkemesinin iptal yetkisi ancak var olan bir hüküm dolayısiyle
işliyebilir. Hüküm yokluğunun iptal konusu olabilmesi düşünülemez. Bu bakımdan
çoğunluk, sözü geçen görüşe katılmamış ve davacının bu cihete yönelen aykırılık
iddiasını yerinde görmemiştir.
3- Üyelerden İsmail Hakkı Ülkmen, Celâlettin Kuralmen, Hakkı
Ketenoğlu ve Fazıl Uluocak iptal kararının 5442 sayılı kanunun 13 üncü
maddesinin (C) ve 31 inci maddesinin (I) bentlerindeki uyarma ve kınama
cezalarının tebliğ tarihinden itibaren sicile geçmesini öngören hükümlere de
teşmili gerektiği görüşünü ileri sürmüşlerdir.
Davacının, dilekçesinden açıkça anlaşılacağı üzere, bu cihete
yönelen bir iddiası ve istemi yoktur. Anayasa Mahkemesinin istemle bağlı
kalması gerekir. Gerçi 44 sayılı ve 22/4/1962 tarihli kanunun 28 inci maddesi,
başvurma bir kanunun belirli hükümleri aleyhinde yapılmış olup da bunların
iptali kanunun diğer bazı hükümlerinin uygulanmaması sonucunu doğuruyorsa o
hükümlerin iptalinin de karar altına alınmasına cevaz vermektedir. Ancak söz
konusu hükümler böyle bir nitelikte değildir. Sicile geçmiş bir disiplin
cezası, yargı yerince kaldırılırsa, şerh verilmek suretiyle sicilden
çıkartılır. O halde disiplin cezaları aleyhine yargı yerlerine başvurma yolunu
kapatan hükmün iptali ile cezanın önceden sicile geçmesi hükmünün uygulanamaz
hale geleceği düşünülemez. Bu sebepten çoğunluk, söz konusu görüşe
katılmamıştır.
Sonuç :
I- 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 23 ve 38 inci maddeleri
Anayasa'ya aykırı olmadığından bu maddelere ilişkin iptal isteminin reddine
oybirliğiyle;
II- 1. 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun: :
a) 13 üncü maddesinin (c) bendinin 3 üncü fıkrasındaki (Bunlar
aleyhine idarî ve adlî kazaya müracaat olunamaz) hükmü;
b) 31 inci maddesinin (I) bendindeki (Bunlar aleyhine idarî veya
adlî kazaya müracaat olunamaz) hükmü;
c) 42 nci maddesinin 6738 sayılı kanunla değişik (E) bendindeki
(Bunun aleyhine idarî ve adlî kazaya müracaat olunamaz) hükmü;
Anayasa'ya aykırı olduğundan dâvanın bu bakımdan kabulüne ve
sözü geçen hükümlerin iptaline oybirliğiyle;
2. Aynı kanunun dâva konusu aynı madde, fıkra ve bentlerinde
ilgili memurun savunmasının alınması gerektiğine dair hüküm bulunmayışı
Anayasa'ya aykırılık teşkil etmediğinden bu cihete yönelen iddia ve istemin
reddine, üyelerden Hakkı Ketenoğlu ve Muhittin Gürün'ün muhalefetleriyle ve
oyçokluğu ile;
3. İptal kararının aynı kanunun 13 üncü maddesinin (c) ve 31
inci maddesinin (I) bentlerindeki uyarma ve kınama cezalarının tebliğ
tarihinden itibaren sicile geçmesini öngören hükümlere de teşmilinin caiz
olamayacağına, üyelerden İsmail Hakkı Ülkmen, Celâlettin Kuralmen, Hakkı
Ketenoğlu ve Fazıl Uluocak'ın muhalefetleriyle ve oyçokluğu ile;
Anayasa'nın 149, 152 ve geçici 9 uncu maddeleri gereğince
20/5/1963 gününde karar verildi.
Başkan
Sünuhi Arsan
|
Başkan Vekili
Tevfik Gerçeker
|
Üye
Osman Yeten
|
|
|
|
Üye
Rifat Göksu
|
Üye
İ. Hakkı Ülkmen
|
Üye
Lütgi Akadlı
|
|
|
|
Üye
Şemsettin Akçoğlu
|
Üye
İhsan Keçecioğlu
|
Üye
Celâleddin Kuralmen
|
|
|
|
Üye
Hakkı Ketenoğlu
|
Üye
Fazıl Uluocak
|
Üye
Avni Givda
|
|
|
|
Üye
Ahmet Akar
|
Üye
Muhittin Gürün
|
Üye
Ekrem Tüzemen
|
MUHALEFET
ŞERHİ
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri hakkındaki
44 sayılı kanunun 25 inci maddesinin birinci fıkrasının l numaralı bendine göre
siyasî partilerin genel başkanları tarafından Anayasa Mahkemesinde iptal dâvası
açabilmesi için parti tüzüğüne göre en yüksek nıerkez organının üye sayısının
salt çoğunluğu ile, bu hususta, bir karar vermesi gerekmektedir.
Türkiye îşçi Partisi Tüzüğünün 15 inci maddesine göre Genel
Yönelim Kurulu, iki kongre arasında, partinin en yüksek (Sevk, idare ve
denetleme organı) olup bu görev ve yetkilerini Merkez Yönetim Komitesi eliyle
kullanmakta olmasına ve yine Parti Tüzüğünün 18 inci maddesi hükmüne göre de,
Merkez Yönetim Komitesinin, Genel Yönetim Kurulu kararlarını uygulamakla
görevli bulunmasına göre Türkiye İşçi Partisinin en yüksek merkez organının,
Genel Yönetim Kurulu olduğu anlaşılmaktadır.
Şu duruma göre adı geçen siyasî partinin genel başkanı
tarafından Anayasa Mahkemesinde bir kanun hükmünün iptali istemiyle dâva
açılabilmesi için daha önce, bizzat partiyi temsilen, Genel Yönetim Kurulunun
belli bir kanun hükmünün Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptali için hakkında
dâva açılması gerektiğine kanaat getirerek bu kanaatini bir kararla tesbit
etmesi diğer bir ifade ile hakkında dâva açılacak kanun hükmünün neden ibaret
olduğunu, Genel Yönetim Kurulu tarafından verilecek bir karar ile açıkça
belirtilmesi gerekmektedir.
Halbuki dâva dosyasında mevcut belgelerden, Türkiye İşçi Partisi
Genel Yönetim Kurulunun 10/2/1963 günündeki 68 inci oturumunda (...... En başta
Türk Ceza Kanununun 141 ve 142 nci maddeleri olmak üzere Anayasa'ya aykırı
kanunlar hakkındaki dâva açmak hakkı kazanılmış bulunduğundan bu hususta
Anayasa Mahkemesinde dâva açılmasına, bu dâvanın mevzularının tâyini ile
gerekli iptal dâvalarının açılması ile ilgili muameleleri yapması için Merkez
Yönetim Komitesine tam yetki verilmesine ve bu yolda Merkez Yönetim Komitesinin
de ayrıca karar almasına) karar verilmiş ve bu karara istinaden Merkez Yönetim
Komitesi de 14/2/1963 günündeki 69 uncu oturumunda verdiği bir kararla
haklarında iptal dâvası açılacak kanunların isimlerini, bazılarının kanun
numaraları ve ilgili madde numaraları da gösterilmek suretiyle, bir liste
halinde tâyin etmiş ve bu karara istinaden Parti Genel Başkanı tarafından iptal
dâvası açılmıştır.
Görüldüğü üzere Genel Yönetim Kurulunun sözü geçen kararında
sadece Türk Ceza Kanununun iki maddesinden bahsedilmek suretiyle, bu iki madde
ile ilgili dâva konusu tâyin ve tesbit edildiği halde bunların dışında kalan
(Anayasa'ya aykırı kanunların) tâyin ve tesbit olunarak haklarında dâva
açılması işi Merkez Yönetim Komitesine devredilmiş ve Merkez Yönetim Komitesi
de, bu nitelikte gördüğü konuları tesbit ederek haklarında dâva açılmasını
kararlaştırmıştır.
Halbuki Anayasa'nın 149 uncu maddesiyle iptal dâvası açmak hakkı
siyasî partilere tanındığına ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri hakkındaki 44 sayılı kanunun 25 inci maddesinin birinci fıkrası da
siyasî partilerin, bu haklarını, en yüksek merkez organlarının kararı üzerine
genel başkanları veya vekilleri tarafından dâva açmak suretiyle
kullanabileceklerini belirtmiş bulunduğuna göre en yüksek merkez organının, bu
görevini, bu dâvada olduğu üzere, kendisinden sonra gelen diğer bir organa
devretmesi ve bu ikinci sıradaki organın kararı üzerine Parti Genel Başkanı
tarafından dâva açılması izah edilen kanun hükümlerine aykırıdır.
Bu sebeplerle kanundaki hükme uygun olmayarak açılmış bulunan
davanın evvel emirde bu noktadan reddi gerekir.
2- a: 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 23 ve 38 inci maddelerinin
Anayasa'ya aykırı görülmemiş olmaları sonucunu, Mahkememizin bu kararında, pek
te açık olmamakla beraber, ileri sürüldüğü gibi Anayasanın 8 inci maddesi
delâletiyle 125 inci maddesine, kısmen de olsa, dayandırmakta isabet yoktur.
Gerçekten Anayasa Temel Kuraları koymaktadır. Ancak herhangi bir
konu bir kanun hükmü ile tanzim edilmiş bulunuyorsa herkesin bu kanuna riayet
etmesi zaruridir. Kanunun Anayasaya aykırı bir hükmü mevcut ise bunu ancak yine
Anayasanın yetkili kıldığı makam, kurul, kurum ve kişiler, Anayasada ve 44
sayılı kanunda belirtilen hal ve şartlar içerisinde Anayasa Mahkemesine
başvurmak suretiyle dermeyan edebilirler. Bunların ve Anayasanın 151 inci
maddesinin son fıkrasındaki halin dışında, hiç bir makam, kurul, kurum ve kişi Anayasa'ya
aykırılığından bahisle ve Anayasa'nın 8 inci maddesini ileri sürerek
kendiliğinden bir kanun hükmüne riayetsizlikte bulunamaz ve uygulama da kusur
gösteremez.
Bu sebeple İl İdaresi Kanununun 23 ve 38 inci maddelerinde, vali
ve kaymakamlar tarafından verilecek emirlerin uygun bulunmaları gerektiği
belirtilen mevzuat arasında Anayasadan bahsedilmemiş olmasına rağmen Anayasa'ya
aykırılık görülmemiş olmasının sebebini, bu noktada kanunda bir boşluk olması
ve bu boşluğun da Anayasanın 8 inci maddesi muvacehesinde 125 inci maddesiyle
doldurulmuş sayılması teşkil etmemekte; (Anayasa) nın kendisi de (Kanun) deyimi
içerisinde bulunduğu ve verilen emrin kanunlara uygun olması gerektiği de 23 ve
38 inci maddelerde açıkça belirtilmiş olduğu cihetle, metinlerinde (Anayasa)
deyiminin ayrıca yazılmamış olmasına rağmen maddelerin, bu halleriyle dahi,
vali ve kaymakamlar tarafından belli bir kanun hükmüne dayanmayarak verilecek
emirlerin, temel kanun olan Anayasaya uygun olmaları gerektiği hükmünü de
kapsamakta olmalarından ileri gelmektedir.
b: Keza aynı maddelerde emrin konusunu suç teşkil etmesi halinin
gözönünde tutulmamış olmasının Anayasaya aykırılık teşkil etmemekte olması da,
yukarıda (a) fıkrasında açıklanan gerekçe ile, Anayasanın 125 inci madesinde bu
cihetin temel kural olarak konulmuş olmasından değil, İl İdaresi Kanununa tabi
memurların, aynı zamanda 788 sayılı Memurin Kanununa tabi olduklarından ve bu
kanunun 40 ıncı maddesinin son iki fıkrasında ise, konusu suç olan emirlerin
uygulanamıyacağı hakkında hüküm bulunmasından dolayıdır.
Bu sebeplerle kararın İl İdaresi Kanununun 23 ve 38 inci
maddelerle ilgili kısımlarının gerekçelerine muhalifim.
3- 5442 sayılı İl idaresi Kanununun 13 üncü maddesinin C fıkrası
ile 31 inci maddesinin (İ) fıkrası ve 42 nci maddesinin, 6738 sayılı kanunla
değişik (E) bendi; valileri, kaymakamları ve bucak müdürlerini, bu fıkralar ile
re'sen vermeğe yetkili kılındıkları disiplin cezalarını (Uyarma, kınama,
aylıktan kesme gibi) vermeden evvel, ilgililerin savunmalarını almağa mecbur
tutmamıştır. Diğer bir ifade ile bu âmirler ilgililerin savunmalarını almadan
bu fıkralarda yazılı disiplin cezalarını re' sen vermeğe yetkili
kılınmışlardır.
Bahse konu hükümlerin açıkça görülen bu durumunu, Mahkememizin
kararının çoğunluk kısmında ileri sürüldüğü üzere, (Maddelerde savunma
alınmasını engelleyen açık bir hüküm olmadığından Anayasaya aykırılık yoktur.)
şeklinde özetlenebilecek bir muhakemeye tabi tutmakta isabet yoktur. Zira bir
kanun hükmünde Anayasaya aykırılık olması için behemehal Anayasada derpiş
edilen bir durumu engelleyen bir hükmün mevcut bulunması şart olmayıp aynı
zamanda, neticesi itibariyle Anayasa ile konulan bir mecburiyeti bertaraf eden
ve böyle bir mecburiyete riayet edilmiyebileceği haline cevaz veren bir hüküm
de Anayasaya aykırı olur.
Nitekim bu konuda Anayasa, disiplin cezası verilebilmesi için
önceden ilgiliden savunma alınması mecburiyetini koyduğu halde İl İdaresi
Kanununun bahis konusu hükümleri bu mecburiyeti koymamış ve bu suretle savunma
alınmadan disiplin cezası verebilme yetkisini âmirlere tanımıştır.
Sözü geçen hükümlerin izah edilen bu sebeplerle Anayasa'ya
aykırılığı meydanda olduğundan iptalleri gerekir.
Bu bakımdan kararın bu konu ile ilgili kısmına da muhalifim.
MUHALEFET
ŞERHİ
Bir memurun, memuriyete ilk intisabından ayrıldığı güne kadar
olan meslekî ve ahlâkî faaliyet ve durumunu gösteren siciline geçirilecek kayıt
ve malûmatın kesinleşmiş hususları muhtevi olması lâzımdır. Nitekim idare
âmirleri tarafından re'sen verilen aylıktan kesme cezasının kesinleştiği
tarihten itibaren sicile geçileceği kanunda açıklanmıştır. Filhakika uyarma ve
kınama cezalarının kesin olduğu ve tebliği ile birlikte sicile geçirilmesi
kabul edilmişse de, kanunun koyduğu sisteme göre bu cezalar aleyhine idarî ve
adlî kaza mercilerine müracaat yolu kapalı bulunduğundan başka türlü muamele
yapılması düşünülemezdi. Bu kere bu cezalara karşı kanun yoluna müracaat imkânı
vermeyen hükümler iptal edildiğine göre bu cezaların da kesinleştikten sonra
sicile geçirilmesi lâzım gelir. Bu hal kararın mesnedini teşkil eden,
Anayasa'nın disiplin cezaları hakkında yargı denetiminin kabulüne mütedair esas
kaidenin tabii bir neticesi olup dâvada bu yolda bir talebin bulunmayışı, bu
hususun nazara alınmamasını icap ettirmez. Bu itibarla kanundaki "Uyarma
ve kınama cezalarının tebliği ile birlikte sicile geçirileceği" hakkındaki
hükümlerin de iptali gerekeceği düşüncesindeyim.
MUHALEFET
ŞERHİ
Memurlar hakkında disiplin cezalarının, uygulanması ile sicile
geçirilmesini birbirinden ayırmak gerekir. Sicil, memurun meslekî hayat ve
faaliyetinin bir ayınesidir. Oraya geçirilecek her kayıt, onun meslekî hayatı
üzerinde müsbet veya menfi bakımdan tesir yaratır. Bu itibarla bu kayıtların
sicile geçirilmesi için tekemmül etmiş ve değişmez hale gelmiş olması gerekir.
Beraet-i zimmet asıl olduğuna göre bir memur hakkında vali, kaymakam veya bucak
müdürü tarafından re'sen verilen ihtar ve tevbih cezaları da sicile ancak
kesinleştikten sonra geçirilmek lâzım gelir.
5442 sayılı İl idaresi Kanunu'nun dâva konusu olan 13 üncü
maddesinin (c) bendinin üçüncü fıkrasında "aylık kesme cezasının
kesinleştiği tarihten itibaren sicile geçeceği" nin belirtilmiş olması da
bu görüşü teyit etmektedir. Maddede, uyarma ve kınama cezaları aleyhine idarî
ve adlî kazaya müracaat yolu kapatıldığı içindir ki, bu cezaların tebliğ
tarihinden, aylık kesme cezası hakkında yargı denetimi yolu kapatılmamış olduğu
cihetle bu cezanın da kesinleştiği tarihte sicile geçeceği kabul edilmiştir. Şu
halde cezanın uygulanması ile sicile geçirilmesi yekdiğerinden ayrı birer
işlemdir. Bahis konusu fıkrada uyarma ve kınama cezalarının kesin olduğunun
belirtilmiş bulunması yargı denetimi yolunun kapatılmış olmasından doğduğu
cihetle bu yolu kapatan hükmün iptali ile birlikte kesinlikte müratebe
müracaatını münhasır kalmakta ve binaenaleyh tebliğ ile birlikte sicile
geçeceği hükmünün de iptali gerekmektedir.
Dâvacının dilekçesinde bu noktayı ayrıca zikir ve tasrih etmemiş
olması dâvanın sonucunda kendiliğinden ortaya çıkan bu durumun dikkat nazarına
alınmamasını gerektirmez. Her ne kadar kesinleşmeden sicile geçirilen uyarma ve
kınama cezalarının yargı mercilerince kaldırılması halinde bu husus da ayrıca
sicile kaydedilmek suretiyle evvelki kaydın düzeltilmesi mümkün ise de
haksızlığı ve yersizliği yargı kararı ile sabit olmuş olan bir cezanın sicilde
yer alması memur hakkında daima şüphe uyandıracak bir durum yaratmaktan hali
kalamaz.
Bu sebeplere binaen dâva konusunda dâhil bulunan bu durumun
nazara alınarak uyarma ve kınama cezalarının tebliğ ile birlikte sicile
geçeceği hakkında 5442 sayılı kanunun 13 üncü maddesinin (c) ve 31 inci
maddesinin (l) yazılı hükümlerinin de iptali gerekeceği reyiyle çoğunluk
kararının bu kısımlarına muhalifim.
MUHALEFET
ŞERHİ
Kanunun "13" üncü maddesinin "C" ve
"31" inci maddesinin "l" bendindeki uyarma ve kınama
cezaları aleyhine yargı yolunu kapatan hükümlerin iptali neticesinde ilgiliye
yargı yoluna müracaat suretiyle bu cezaları kaldırtabilmek imkânı sağlamış
olmasına göre kesinleşmeden bu cezaların "Tebliğ tarihlerinde sicile
geçeceğini" öngören hükümlerin de uygulanmaması lâzım geleceği kanısında
bulunduğumuzdan 44 sayılı kanunun 28 inci maddesi gereğince bu hükümlerin de
iptali reyindeyiz.
|
Üye
Hakkı Ketenoğlu
|
Üye
Celâlettin Kuralmen
|