“Tüm bu anlattıklarımız kapsamında ilgili hükmün iptali ile
birlikte iki yol olacaktır. Ya alacak belirli olacak ve belirli dava (tam eda
davası) açılacak ve eksiklik olması halinde HMK m. 119/2 uyarınca talebin açık
olmadığı kabul edilerek, alacağın belirli hale getirilmesi için davacıya bir
haftalık kesin süre verilecek, talep sonucu netleştirilecek, ya da belirsiz
olması halinde bunun gerekçeleri ile ortaya konulması istenecek ve yaklaşık
değeri (11 numaralı iptal davasına konu ettiğimiz hüküm) üzerinden dava
açılacaktır.
Anayasa mahkemesi kararları da bu doğrultudadır. Şöyle ki;
İsmail Avcı Başvurusu, AYM, Başvuru No: 2019/12190, K. T. 22.02.2022, para.69
vd., Resmî Gazete, S: 31815, T: 20.04.2022; Faysal Çifçi ve Diğerleri
Başvurusu, AYM, Başvuru No: 2019/17969, K. T. 08.06.2023, para.21, Resmî
Gazete, S: 32331, T: 06.10.2023. Söz konusu kararlarda Anayasa Mahkemesi,
belirsiz alacak davasının özünde bir eda davası olmasından hareketle belirli
alacaklar bakımından belirsiz alacak davası açılması hâlinde, ancak Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca davacıya süre
verilerek talep sonucuna ilişkin eksikliğin giderilmesinin talep
edilebileceğini, dava şartı eksikliğinin giderilebilir olduğu hâllerde
öncelikle bu eksikliğin tamamlanmaya çalışılması gerektiğini ifade ederek
davanın hukukî yarar eksikliği yönünden reddinin hem zamanaşımına ilişkin maddî
hukuktan kaynaklanan sorunlara sebebiyet vermesi hem de yeniden dava açmaya
zorlanması nedeni ile davacı bakımından aşırı külfetli olduğunu kabul etmiştir.
İtiraz konusu yaptığımız kısmi davanın kaldırılmasıyla birlikte
belirlenemeyen alacaklar açısından belirsiz alacak davası açılacak olup
alacağın tümü için de zamanaşımının dava açılması ile kesilecek, uzun yargılama
ve sonrasında ıslah ile davalının zamanaşımı def’i ileri sürerek davacının
alacağının zamanaşımına uğraması engellenecek, başkaca temerrüt hali olmaması
halinde alacağın tamamı için davanın açıldığı tarihten itibaren faize
hükmedilecek, ıslahın başkaca bir usul işleminde kullanılması veya ıslah yoluna
başvurulmaması halinde ek dava açılmasının önüne geçilmiş olunacaktır.
Uzayan yargılamalar adil yargılanma hakkını ihlal ettiği gibi
yargılamanın uzaması nedeniyle ıslah tarihi itibariyle alacakların kısmen veya
tamamen zamanaşımına uğraması da mülkiyet hakkını ihlal etmektedir. İlgili
maddelerin iptali ile vatandaşın mülkiyet hakkının ihlalinin de önüne geçilmiş
olacaktır.
Belirsiz alacak davasına yönelik olarak uygulamada ortaya çıkan
sorunlardan birisi, davacının dava türüne ilişkin iradesinin dava dilekçesinden
açıkça anlaşılamadığı hâllerde mahkemece ne şekilde karar verilmesi
gerektiğidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından verilen kararlarda, belirsiz
alacak davasının istisnaî niteliği haiz olduğu ve bu davanın açıldığının dava
dilekçesinde açıkça belirtilmesi gerektiği kabul edilmiş; bu şekilde bir
belirleme yapılmadan açılan davalarda Yargıtay’ın bazı daireleri davaya kısmî
dava olarak devam edilmesi gerektiğine, bazı daireleri ise hukukun hâkim
tarafından re’sen uygulanması gerektiğinden hareketle hâkimin davayı belirsiz
alacak davası olarak görmesi gerektiğine karar vermiştir. Kısmi davaya ilişkin
hükmün iptali ile birlikte artık bu tartışmalar da son bulacaktır.
Belirsiz alacak davası özünde bir eda davası olup bu davada
davacı, alacağının varlığının tespitini ve tamamının ödenmesine hükmedilmesini
istemektedir. Belirsiz alacak davasını genel eda davasından ayıran yön, talep
sonucunun zamanaşımı veya davanın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın
artırılabilmesine imkân sağlamasıdır. Belirsiz alacak davasında davacı,
alacağının miktarını veya değerini tam olarak belirleyemediği için davasının
miktarını ya da değerini sonradan artırmak üzere en düşük miktar veya değerden
göstermektedir. Ancak alacağın varlığının tespiti ile karşı tarafın bunu
ödemeye mahkûm edilmesi yönünden belirsiz alacak davasının genel eda davasından
hiçbir farkı bulunmamaktadır. Bunun yanında belirsiz alacak davası, zamanaşımının
tüm alacak yönünden kesilmesi ve alacağın miktarının veya değerinin kesin
olarak belirlenebilir olmasından sonra davanın genişletilmesi yasağına tabi
olmaksızın değerinin artırılabilmesi imkânı sağlaması yönüyle eda davasına
nazaran avantajlar sağlamaktadır. Bu sebeple bir alacağın belirsiz alacak
davası olarak yargılamaya konu edilmesi alacaklılar yönünden tercih edilen bir
durumdur
Kısmi davaya ilişkin iptal kararı vermenin doğru olup olmadığı
tartışmasının esas başlangıç noktası, bu maddenin yokluğunun hukuk düzleminde
bir eksiklik oluşturup oluşturmayacağıdır. Bu maddenin iptali ile yargılamalara
belirli ve belirsiz alacak davaları hakim olacaktır. Alacağın belirli olduğu
durumlarda belirli alacak davası ve belirsiz olduğu durumlarda yaklaşık değeri
belirtilmek suretiyle belirsiz alacak davası açılacaktır. Kısmi dava hukukun
temel mantığına son derece aykırı bir müessesedir. Her ne kadar pratik
usullerin uygulanması yargılamanın olmazsa olması ise de hukuk uygulayıcıları
genelde belirli kalıpların dışına çıkamamaktadırlar. Çünkü yeni ve pratik
metoddan ziyade alışılmış uygulamaları devam ettirme düşünceleri daha çok
tercih edilen bir durumdur. Bu hali ile kısmi dava HUMK döneminden kalma olup
bir türlü bundan vazgeçilememiştir. Kaldı ki belirsiz alacak davası HMK'nın ilk
halinde yer almayıp komisyon görüşmeleri ile eklendiği de göz önünde
bulundurulduğunda belirsiz alacak davasının kısmi davadan daha yararlı olduğu
hususunun dahi öneminin kavranamadığı, kalıplaşmış kismi dava uygulamasından
bir türlü vazgeçilmeyerek hak ihlallerine devam edildiği açıktır.
Kısmi dava yürürlükte kaldıkça bu hükme dayanılarak dava
açılması halinde hak ihlalleri devam edecektir. Belirli alacak davası olarak
açılması gereken hallerde kısmi dava yoluna başvurulduğu hususu göz önünde
bulundurulduğunda "davacı da davasını belirli alacak olarak açsaydı
alacağı zamanaşımına uğramayacaktı veya faiz bu tarihten itibaren işlemeye
başlayacaktı" düşüncesiyle hareket etmek de hatalıdır. Kanunda bu
noksanlığın veya hatanın sonuçlarının, o yola başvuran tarafa yüklenilmesi,
devletin yargılamanın sevk ve idaresine ilişkin yasal düzenlemeler yapma
yükümlüğüne aykırıdır. Talep net olmalıdır. Alacak tamamen belirli ise belirli
alacak davası olarak açılmalı, eksiklik olması halinde ise talebini
netleştirmek üzere HMK 119/1-ğ ve 119/2 maddesi uyarınca mahkemece süre
verilmelidir. Belirsiz alacak davası açılması halinde ise yaklaşık değer
üzerinden dava açılmalı, diğer iptal davalarına konu ettiğimiz üzere harç
tamamlamaya ve ıslaha gerek kalmadan talebin netleşmesi halinde tarafça
belirlenen miktara uygun olarak arttırılıp azaltılma beyanına uygun olarak
hüküm kurulmalıdır. Yoksa kısmi davada olduğu gibi 10 TL üzerinden dava
açılarak hem harçtan kaçınmak, yargılamanın gidişatına göre ıslah yoluna başvurmak
ve harç ödemek herşeyden öte dürüstlük kuralına aykırıdır. Bir hak talep
ediliyorsa en net şekliyle ortaya konulmalıdır. Parça parça talep edilmesi
doğru değildir. Yine şu hususa açıklık getirmek gerekir ki hakkın her zaman
taraflarca belirlenmesi mümkün olmayabilir. Örneğin Yargıtay/BAM
uygulamalarında ve doktrindeki baskın görüşe göre yıllık izin belirli alacak
olarak açılmalıdır. Ancak buna katılmak mümkün değildir. Bir hakim dahi yıllık
kaç gün izin kullandığını UYAP ekranlarını kontrol etmeden bilmesi mümkün
değilken bunu tüm belgeleri işverende bulunan bir işçiden beklemek ve alacağını
belirli olarak açmasını, ya da mevcut uygulama ile kısmi dava açarak uzun süren
yargılamalar sonrası arta kalan kısmı zamanaşımına uğraması hukuki ve vicdani değildir.
Bunun için de kısmi alacak davası olarak açılan davaların bu hükmün iptali ile
birlikte artık belirsiz alacak davası olarak açılması ve böylece belirsiz
alacak davasının kapsamı genişletilerek hak ihlallerinin önüne geçilmesi
sağlanacaktır. Son giydirilmiş brüt ücret üzerinden hesaplanan kıdem tazminatı
veya brüt ücret üzerinden hesaplanan ihbar tazminatlarının hesaplanması
taraflarca yapılabilecek ve belirli alacak davası olarak açılabilecek nitelikte
olsa da Mahkemelerin dahi bilirkişi raporu ile tespit ederek hüküm kurduğu
diğer alacak kalemlerinin belirsiz olarak açılması ve böylece hak ihlallerine
sebebiyet vermeksizin hüküm kurulacak olması göz önünde bulundurulduğunda bu
itiraza konu ilgili kısımların iptali elzemdir.
Kısmi davanın özellikle uzayan yargılamalar nedeniyle alacağın
zamanaşımına uğraması nedeniyle birçok bireysel başvuru yapıldığı ve Anayasa
Mahkemesinin bu hususta ihlal kararları verdiği bilinen bir gerçektir. Yine
uzun yargılama nedeniyle enflasyon karşısında vatandaşın alacağının değerinin
düşmesine karşılık görebileceğimiz faiz hususunun da kısmi davada ıslah ile
birlikte işlemeye başlaması ayrı bir ihlal sebebidir. Bu mağduriyetlerin kökten
çözümünün tek yolu sayın Anayasa Mahkemesinden geçmektedir ve tek çıkış yolu
kısmi davaya ilişkin hükmün iptalidir.
Kısmi davanın olumsuz yanlarında biri de ıslah hakkının
kullanılmasından sonra alacak miktarı ek bilirkişi raporu vs durumlarda artış
gösterdiğinde yeniden ıslah yapılamayacağından ek dava açılması gerekeceğidir.
Bu hususta ekte gönderiğimiz örnek dosyalardan da anlaşılacağı üzere aynı
konuya ilişkin birden fazla kez dava açılması emek mesai iş gücü kaybı ve
devlet için külfettir. Ancak belirsiz alacak davası söz konusu olduğunda böyle
bir durum olsa dahi bedel arttırımından sonra ıslah dilekçesi sunabilecek ve ek
dava açılmasının önü tamamen kapanmış olacaktır.
İPTALİ İSTENEN KANUN MADDESİNİN ANAYASA'ya ve AİHS'ye
AYKIRILIĞI VE HUKUKİ GEREKÇESİ :
Anayasa'nın 2. maddesi (Cumhuriyetin nitelikleri-Hukuk devleti)
uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.
(AYM, E.2023/161, K.2024/53, 22/02/2024, § …) (AYM, E.2017/48, K.2017/129,
26/07/2017, § …)
Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan hukuk
devleti ilkesi gereği kanunlar kamu yararı amacıyla çıkarılır. Anayasa
Mahkemesinin kararlarına göre kamu yararı genel bir ifadeyle bireysel, özel
çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir. Kanunun
amaç ögesi bakımından Anayasa’ya uygun sayılabilmesi için çıkarılmasında kamu
yararı dışında bir amacın gözetilmemiş olması gerekir. Kanunun kamu yararı
dışında bir amaçla yalnız özel çıkarlar için veya yalnızca belirli kişilerin
yararına olarak çıkarılmış olduğu açıkça anlaşılabiliyorsa amaç unsuru
bakımından Anayasa’ya aykırılık söz konusudur. (AYM, E.2023/161, K.2024/53,
22/02/2024, § …)
Kural uyarınca kısmi dava hak arama özgürlüğüne bir engel
oluşturmakla birlikte geçmiş zamandan bu yana süregelen bir uygulamadır.
Devletin bu anlamda temel hak ve hürriyetleri koruyup güçlendirecek şekilde
düzenlemeler yaparak kısmi davanın kaldırılması ve belirsiz alacak davasının
kapsamını genişletmesi gerekmektedir.
Diğer yandan kanun koyucu, takdir yetkisi kapsamındaki
düzenlemeleri yaparken hukuk devleti ilkesinin de bir gereği olan ölçülülük
ilkesiyle bağlıdır. Söz konusu ilke, kuralda öngörülen düzenleme ile ulaşılmak
istenen amaç arasında makul bir dengenin bulunmasını gerektirmektedir (AYM,
E.2020/95, K.2022/3, 26/1/2022, § 17; E.2019/88, K.2022/159, 13/12/2022, § 28).
(AYM, E.2023/161, K.2024/53, 22/02/2024, § …)
Bu bağlamda yukarıda detaylıca açıklandığı üzere kısmi davanın
temel hak ve özgürlüklere müdahale eden bir yanının olduğu, bu müdahalelerin
ölçülü olmadığı, devletin temel hak ve hürriyetleri güçlendirecek şekilde
düzenleme yapma yükümlülüğü olduğu, bu nedenle itiraza konu kısımların iptali
gerekmektedir.
Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön
koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan kanunun metni,
bireylerin gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle hangi somut eylem ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve
kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır.
Dolayısıyla kanunun uygulanması öncesinde muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli
derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013;
Karlis A.Ş., § 34). Belirlilik ilkesi hukuksal güvenlikle bağlantılı olup
birey, belirli bir kesinlik içinde hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal
yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini
doğurduğunu kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda
kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp davranışlarını düzenleyebilir (Karlis
A.Ş., § 34).
6100 sayılı Kanun'un 107. maddesinin gerekçesinden de
anlaşılacağı üzere belirsiz alacak davasının öngörülme amacı hak arama
hürriyetinden yararlanılmayı sağlamak ve kişilerin mahkemeye erişimlerini
kolaylaştırmaktır. Kanun koyucu, alacaklının alacağını tam olarak
hesaplamasının mümkün olmadığı durumlarda usule ilişkin gereklilikler sebebiyle
hak kaybına uğramasını önlemek amacıyla belirsiz alacak davası açılması imkânı
getirmiştir. Bu yönüyle belirsiz alacak davasının esasın usule feda edilmesini
önlemeye yönelik olarak getirilen bir hukuki çare olduğu anlaşılmaktadır. (İsmail
Avcı, B. No: 2019/12190, 22/2/2022, § …)
Kısmi dava ise gerek faiz başlangıcı, gerek temerrüt tarihi
gerekse de zamanaşımı yönlerinden vatandaşın haklarına halel getirmektedir.
Bunun önüne geçebilmek vatandaşın devlete güven duyabilmesinin bir gereğidir.
Ayrıca bu müdahale, müdahaleyi haklı kılacak hiçbir sebebin olmaması nedeniyle
ölçüsüzdür.
Anayasa'nın 5. (Devletin Temel Amaç Ve Görevleri-kişinin temel
hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak) uyarınca
yapılan değerlendirmede;
Anayasa'nın 5. maddesinde "Devletin temel amaç ve
görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır." denilmektedir.
Buna göre kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak devletin
temel amaç ve görevlerindendir.
Anayasa'nın 5. maddesinde; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak devletin temel
amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Buna göre bireylerin yaşam şartlarının
iyileştirilmesi ve hak ve özgürlüklere ulaşmalarının önündeki her türlü engelin
kaldırılması devletin anayasal bir ödevidir. (Tuğçe Akgül Maraş, B. No:
2019/6744, 1/11/2023, § …)
Yasadaki bu ayrım ve bunun neticeleri olarak meydana gelen
hukuki sınırlamalar adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak niteliktedir. Sınırlamalara
kaldırmak devletin yükümlülüğündedir.
Anayasa'nın 10. maddesi (Kanun Önünde Eşitlik) uyarınca yapılan
değerlendirmede;
Anayasa’nın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir./ Kadınlar ve erkekler eşit haklara
sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu
maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz./
Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile
malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz./
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz./ Devlet organları
ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun
olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmek suretiyle kanun önünde eşitlik
ilkesine yer verilmiştir.
Anayasa’nın anılan maddesinde belirtilen kanun önünde eşitlik
ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli
değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı aynı durumda
bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak,
kişiler arasında ayrım yapılmasını ve kişilere ayrıcalık tanınmasını
önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı
kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır.
Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı
anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için
değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı,
ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen
eşitlik ilkesi zedelenmez.
Kısmi dava yürürlükte kaldığı sürece bazı alacak kalemleri için
tartışmalar devam edecek ve o alacak kaleminin kısmi mi yoksa belirsiz mi
açılması gerektiği hususunda uygulamada farklı tartışmalara sebebiyet
verilecektir. Bu tartışmalar nedeniyle aynı alacak kalemlerine ilişkin farklı
kişilerce farklı mahkemelerde açılan davalarda eşit olmayan kararlar çıkacak ve
kısmi-belirsiz nitelemesine göre zamanaşımı, faiz başlangıcı ve temerrüt gibi
hususlarda eşit olmayan kararlar çıkacaktır.
Anayasa'nın 13. maddesi (Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre mahkemeye erişim
hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, ayrıca Anayasa’da
öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip
olması Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de
bir gereğidir. Hukuk devletinde, kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken
bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu
ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM,
E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde
sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde
güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
Anayasa’nın 13. maddesinde güvence altına alınan ölçülülük
ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın amaca ulaşmaya uygun
olmasını, gereklilik amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir
ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile amaç arasında makul
bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Kuralla mahkemeye
erişim hakkına getirilen sınırlamanın elverişlilik, gereklilik ve orantılılık
alt ilkelerine uygun olması gerekir.
Bu kapsamda mahkemeye erişim hakkını sınırlamaya yönelik bir
kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp kuralların keyfîliğe izin
vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olması gerekir.
Kısmi davaya ilişkin düzenleme ile birlikte temerrüt tarihi,
faiz başlangıcı ve zamanaşımı hususlarında farklılıklar bulunduğundan ve kısmi
davanın hak talep edenin aleyhine sonuçlar doğurduğu, bu düzenlemenin hakka
ulaşmaya sınırlama getirdiği ve bu sınırlamanın, amaca ulaşmaya elverişli
olmadığı, zorunlu bir gerekliliğinin olmadığı, ulaşılmak istenen amaç ile bu
sınırlama arasında makul bir dengenin olmaması nedeniyle ölçülülük ilkesine
aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
Anayasa'nın 35. maddesi (Mülkiyet Hakkı) uyarınca yapılan
değerlendirmede;
Anayasa’nın 35. maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir./Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir./
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” denilmektedir.
Anayasa’nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer
ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını
kapsamaktadır (AYM, E.2018/106, K.2019/80, 16/10/2019, § 14). Bu bağlamda, mülk
olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul
mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların
yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına
dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
Bu bağlamda mülkiyet hakkı, maddi varlığı bulunan taşınır ve
taşınmaz mal varlığını kapsadığı gibi maddi bir varlığı bulunmayan hak ve
alacakları da içermektedir. Bu kapsamda bir kısım alacakların zamanaşımına
uğraması, faiz hususunda ıslah tarihinin esas alınması mülkiyet hakkına
müdahaledir. Kısmi davanın iptali ile birlikte alacaklar için bu neviden hak
kayıplarının önüne geçilmiş olacaktır.
Anayasa'nın 36. maddesi (Hak Arama Hürriyeti-adil yargılanma
hakkı) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 36. maddesinde “Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir./Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi
içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” denilmektedir. Anılan maddeyle güvence
altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, bir temel hak niteliği
taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını
ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birini
oluşturmaktadır. Kişinin bir haksızlığa uğradığını iddia edebilmesinin ya da
maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin, uğradığı zararı giderebilmesinin en etkili ve güvenceli
yolu yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM, E.2017/178,
K.2018/82, 11/7/2018, § 11).
Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52).
Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri mahkemeye erişim
hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme
yetkisine sahip bir mahkeme önüne götürülmesi hakkını da kapsar. Kişinin
uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da
maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu
yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM, E.2021/20,
K.2022/84, 30/6/2022, § 10).
Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre temel hak ve
özgürlüklere sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, Anayasa’da
öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
Bu itibarla mahkemeye erişim hakkını sınırlayan kanunun şeklen
var olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde
belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması gerekir.
Adil yargılanma hakkı, niteliği gereği devletin düzenleme
yapmasını gerektiren bir haktır. Zira bu hakkın Anayasa'da zikredilmiş olması
kendi başına bir anlam ifade etmemekte, bireylerin bu haktan yararlanabilmesi
için devletin en azından yargı teşkilatını kurması ve yargılama usullerini
belirlemesi gerekmektedir. Devletin düzenleme yetkisini haiz olduğu alanlarda
belli ölçüde takdir yetkisine sahip olduğunun kabulü gerekir. Bu sebeple adil
yargılanma hakkına yönelik sınırlamalar getirilirken kanun koyucuyu bağlayan
belli bir meşru amaçlar listesi bulunmamaktadır. Ancak kanun koyucunun bu
takdir yetkisinin Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olduğu açıktır (İsmail Avcı,
B. No: 2019/12190, 22/2/2022, § 55).
Faiz başlangıç tarihinin ıslah tarihi olması, ıslah ile talep
edilen miktarın zamanaşımı defi nedeniyle reddine karar verilmesinin mahkemeye
erişim hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır. Bu müdahale, hukuki güvenlik ve
istikrarın sağlanması ile mahkemeye erişim hakkı arasında makul bir denge
kurulması şeklinde meşru bir amaca yönelik olmadığı anlaşılmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6.
maddesinin 1. fıkrasında açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim
hakkından söz edilmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate
alındığında mahkemeye erişim hakkının da garanti altına alındığı sonucuna
ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık [GK] B. No: 4451/70, 21/2/1975,
§§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin 6. maddesinin
birinci fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni
yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp 6. maddenin birinci
fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile
hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır.
Sonuç olarak Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrası, herkesin medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını
kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).
Sözleşme’de açıkça yer almasa da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) mahkemeye erişim hakkını adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından
biri olarak nitelendirmektedir (Roche/Birleşik Krallık [BD], B. No: 32555/96,
19/10/2005, § 117; Stanev/Bulgaristan [BD], B. No: 36760/06, 17/1/2012, § 229).
AİHM, mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren
uygulamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini vurgulamaktadır
(Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36).
AİHM, bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi için
öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin
zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda
öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı
esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, kuralların belirliliği
ve iyi adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi hâlinde
ve davaların esasının yetkili mahkeme tarafından karara bağlanmasını önleyecek
birtakım bariyerler oluşturma fonksiyonu görmeleri durumunda mahkemeye erişim
hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir (Eşim/Türkiye, § 21)
Mahkemeye erişim hakkı kapsamında yapılan değerlendirmede;
Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini, kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya
mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını
önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
Yukarıda yer verilen tespitler ışığında ekte gönderilen
dosyalardan da anlaşılacağı üzere davacının ıslaha konu dava değerinin
artırılan kısmı yönünden davanın zamanaşımından reddedilmesine ilişkin
uygulamanın başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, davacının
katlanmak zorunda kaldığı külfetin hedeflenen meşru amaçla karşılaştırıldığında
orantısız olduğu, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiği açıktır.
Anayasa'nın 40. maddesi (Temel Hak Ve Hürriyetlerin Korunması)
uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 40. maddesinin birinci fıkrasında “Anayasa ile tanınmış
hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden
başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.” denilmiştir. Anılan
hükme göre kişilerin yargı makamları ile idari makamlar önünde haklarını
arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması anayasal bir zorunluluktur. Bu
zorunluluk, temel hak ve özgürlüğü ihlal edilen ya da ihlal edildiğini iddia
eden kişilerin ilgili yargı veya idari merciler nezdinde şikâyetlerini dile
getirmesi hususunda devlete gerekli ve yeterli mekanizmaları oluşturarak uygun
koşulları sağlama yükümlülüğü getirmektedir (AYM, E.2019/102, K.2019/99,
25/12/2019, § 16).
Bu çerçevede Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan
etkili başvuru hakkı; anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren herkese
hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul,
erişilebilir, etkili, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da
sonuçlarını ortadan kaldırmaya elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda
bulunabilme imkânının sağlanmasını teminat altına almaktadır (AYM, E.2019/102,
K.2019/99, 25/12/2019, § 17).
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede adil yargılanma hakkı ve
mülkiyet hakkından kaynaklanan haklarını yargı mercileri önünde ileri
sürebilmesi için uygun şartların sağlanması etkili başvuru hakkının bir
gereğidir. Uygulama farklılığı sebebiyle bazen kısmi dava açılması gerekirken
koşulları oluşmadan belirsiz alacak davası açılması nedeniyle dosyanın esası
incelenmeksizin dava şartı yokluğundan reddedilmesi mahkemeye erişim hakkına
müdahale teşkil ettiği, kısmi davanın faiz ve zamanaşımı yönlerinden mülkiyet
hakkına sınırlama getirdiği, bu sınırlamaların amaç unsurunda eksiklik olduğu
anlaşılmakla ilgili düzenleme Anayasanın 40. maddesine aykırıdır.
Anayasa'nın 141. maddesi (Duruşmaların Acık Ve Kararların
Gerekçeli Olması-Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Yargılamada taraflara belirli usule ilişkin güvenceler sağlayan
adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri de makul sürede yargılanma
hakkıdır. Anayasa'nın 141. maddesinde "Davaların en az giderle ve mümkün
olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir" denilmek suretiyle
davaların makul bir süre içinde bitirilmesi gerekliliği açıkça ifade edilmiştir.
Bu ilke gereğince devlet, yargılamaların gereksiz yere uzamasını engelleyecek
etkin çareler oluşturmak zorundadır. Bu bağlamda hukuk sisteminin ve özellikle
yargılama usulünün yargılamaların makul süre içinde bitirilmesini mümkün
kılacak şekilde düzenlenmesi ve davaların nedensiz olarak uzamasına yol açacak
usul kurallarına yer verilmemesi, mahkemelerin nicelik ve nitelik bakımından
yeterli miktarda insan kaynağı, araç ve gereçlerle donatılması makul sürede
yargılanma ilkesinin bir gereğidir (AYM, E.2013/4, K.2013/35, 28/2/2013).
Dolayısıyla yargılamaların makul sürede tamamlanması amacıyla mahkemeye erişim
hakkına müdahalede bulunulması mümkündür.
Anayasa’nın hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkını
düzenleyen 36. maddesinde bu hakka yönelik herhangi bir sınırlama nedeni
öngörülmemiş ise de mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve
yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğini öngören Anayasa’nın 142. ve
davaların mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını ifade eden Anayasa’nın 141.
maddelerinin hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının kapsamının
belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Nitekim Anayasa’nın tüm
maddeleri aynı etki ve değerde olup aralarında bir üstünlük sıralaması
bulunmadığından uygulamada bunlardan birine öncelik tanımak mümkün değildir. Bu
nedenle Anayasa kurallarından biri, diğerinin sınırını oluşturabilmektedir. Bu
bağlamda hukuk sisteminin ve özellikle yargılama usulünün, yargılamaların makul
süre içerisinde bitirilmesini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi ve bu
düzenlemelerde davaların nedensiz olarak uzamasına yol açacak usul kurallarına
yer verilmemesi makul sürede yargılanma ilkesinin bir gereğidir. Ancak bu
amaçla alınacak kanuni tedbirlerin yargılama sonucunda işin esasına yönelik
adil ve hakkaniyete uygun bir karar verilmesine engel oluşturmaması gerektiği
de tartışmasızdır. Bu ilkelere uygun olmak kaydıyla yargılama yöntemini
belirlemek ise Anayasa’nın 142. maddesi gereğince kanun koyucunun takdir
yetkisindedir.
Etkili başvuru hakkı kapsamında yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 40. maddesinde, Anayasa'da güvence altına alınmış
hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkesin yetkili makama geciktirilmeden
başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkı (etkili başvuru hakkı) güvence
altına alınmıştır. Etkili başvuru hakkı, kamusal görev ve yetkilerin
kullanımında temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğinin
denetlenmesinin bir yolu olarak düzenlenmiştir.
Etkili başvuru hakkı anayasal bir hakkının ihlal edildiğini
ileri süren herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği
makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da
sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlama) elverişli idari ve
yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânı sağlanması olarak tanımlanabilir
(Y.T. [GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019, § 47; Murat Haliç, B. No: 2017/24356,
8/7/2020, § 44).
Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek
gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden
kaynaklanabileceği gibi yapısal sorunlardan ve organizasyon eksikliğinden de
ileri gelebilir. Anayasa’nın 36. ve 141. maddeleri devlete, hukuk sisteminin
-yargılama makamlarının davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere- adil yargılanma hakkının güvencelerini yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir. Devlet,
yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların ve davaların makul sürede
sonuçlandırılması için gerekli tüm tedbirleri almakla yükümlüdür. Bu
yükümlülük, hukuk sisteminin adil yargılanma hakkının temel güvencelerini
yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunun bir görünümüdür.
Yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliklerinin yol açtığı
gecikmeler nedeniyle yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların uzun
bir süre içinde artması ve birikmesi sonucu yargılamalarda makul sürenin
aşılması Anayasa'nın 36. maddesinin ihlaline yol açmaktadır. Anayasa’nın 36.
maddesi gereğince, yargılama sisteminin mahkemelerin davaları makul bir süre
içinde karara bağlama yükümlülüğünü yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi
zorunludur. Hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin
eksikliklerin yargılama faaliyetinin makul sürede sonuçlandırılmamasını izah edemeyeceği
açıktır.
Bu kapsamda Anayasa'nın 36. maddesinde koruma altına alınan
makul sürede yargılanma hakkının korunmasının sağlanabilmesi, kamu makamlarının
kişilerin bu haklarını ihlal etmelerinin önüne geçilebilmesi için makul sürede
yargılanma hakkının ihlali iddialarına yönelik başvuruda bulunulabilecek etkili
hukuk yollarının bulunması gerektiği açıktır. Bu yolun şikâyet konusu
yargılamanın veya davanın uzun sürmesi nedeniyle ortaya çıkacak zararları
giderecek çözümler sunabilmesi gerekir.
Yukarıda itirazın gerekçesi kısmında detaylıca açıklandığı üzere
kısmi davanın harç tamamlama, alacağın zamanaşımına uğraması, faizin başlangıç
tarihi yönüyle diğer dava türünden ayrıldığı ve bu farklılıkların yargılamanın
en kısa sürede ve en az giderle sona erdirilmesi ilkesine aykırılık teşkil
ettiği, ayrıca devletin gerekli düzenlemeleri yapma görevi kapsamında etkin
başvuru hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
Netice itibariyle yasadaki kısmi dava belirsiz alacak davası
ayrımına son verilmesi, kısmi davanın kaldırılması, tam eda (belirli alacak)
davası ve belirsiz alacak davası şeklinde ikili bir ayrım oluşturmak üzere
kısmi davaya ilişkin kısımların Anayasa'nın Hukuk devleti, Devletin kişinin
temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmak, Kanun Önünde Eşitlik, Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması,
Mülkiyet Hakkı, Hak Arama Hürriyeti, Temel Hak Ve Hürriyetlerin Korunması ve
Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması maddelerine
aykırılık teşkil ettiği anlaşılmakla iptaline karar verilmesi gerekmektedir.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun 43. maddesinin 3. fıkrası uyarınca Mahkemenizce re'sen
gözetilecek diğer gerekçeler de göz önünde bulundurularak iptal kararı
verilmesi talep olunur.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Yukarıda açıklanan gerekçelerle;
1- Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 152/1 maddesi uyarınca,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun;
"Kısmi dava" madde başlığıyla düzenlenen 109. maddesinin
madde başlığı olan
"Kısmi dava"
ibaresinin,
1. fıkrasının;
"Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu
durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir."
tamamının,
3. fıkrasında yer alan;
"...kısmi..."
ibaresinin,
Anayasanın 2., 5., 10., 13., 35., 36., 40. ve 141. maddelerine
aykırı olması nedeniyle re'sen Anayasa Mahkemesine itiraz yoluna başvurulmasına
ve hükmün bu ibarelerinin İPTALİNİN istenilmesine,
2- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesi uyarınca;
a- Başvuru kararının aslı ile tutanağın ve dava dosyasında yer
alan evrakın onaylı birer örneğinin oluşturulacak dizi listesine bağlanılarak
bir dosya halinde Anayasa Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
b- Başvuru dosyasının Anayasa Mahkemesine gönderilmesinden
itibaren 5 ay BEKLENİLMESİNE, bu süre içinde karar verilmezse davanın
yürürlükteki hükümlere göre (Anayasa Mahkemesinin kararı esas hakkında karar
kesinleşinceye kadar gelmesi halinde Anayasa Mahkemesi hükmüne uyulması
koşuluyla) SONUÇLANDIRILMASINA,
3- Sayın Mahkemenin iptal yönünde tam bir kanaate ulaşmaması ve
gerek görmesi halinde 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 43/1. maddesi uyarınca, bilgilendirilmemiz halinde,
hazır BULUNULACAĞINA,
4- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 41/2; "İtiraz yoluna başvuran mahkemede itiraz
konusu kuralın uygulanacağı başka dava dosyalarının bulunması hâlinde, yapılmış
olan itiraz başvurusu bu dosyalar için de bekletici mesele sayılır."
maddesi uyarınca mahkememizde birçok davanın bekletici mesele yapılacağı, bu
minvalde tüm dosyalardaki yargılamaların uzayacağı anlaşılmakla hak kayıpların
mahal vermemek adına sayın Anayasa Mahkemesince uygun görülmesi halinde
itirazların İVEDİ OLARAK değerlendirilmesinin istenilmesine,
5- Kararın bir nüshasının bilgi amaçlı olarak taraflara
tebliğine,”