“Usul hukukumuza yeni ve en önemli bir kurum olarak davaların ön
inceleme safhası dâhil edilmiştir. Bu kurumun yavaş işleyen yargılamayı
hızlandıracağı, davaların kısa süre içinde bitirileceği düşüncesinin bir
yansımasıdır. Böylelikle; ön inceleme aşaması da dâhil edilerek usul
hukukumuzda ilk derece yargılamasının beş kademeden oluştuğu görülecektir.
Ön incelemenin amacı, yargılamanın gecikmemesi ve usul
ekonomisine uygun olarak sonuçlandırma hedefini gerçekleştirmektir. Ön
inceleme, dilekçeler aşaması ile tahkikat aşaması arasında ayrı ve bağımsız bir
aşama olacak şekilde, beş yargılama aşamasından biri olarak öngörülmüştür. Bu
aşamada ilk itirazlar ve dava şartları yönünden dosyanın bir incelemeye tabi
tutulması ve tarafların uyuşmazlık içerisinde olduğu konular ile anlaştıkları
konuların ayrılarak, delillerin toplandığı ve değerlendirildiği tahkikat
aşamasına eksiksiz ve hazır bir şekilde geçilmesi istenmiştir. Ön inceleme
kurumu, dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşaması tamamlandıktan sonra ve
tahkikat aşamasından önce düzenlenmiş, böylelikle hem tarafların, hem taraf
vekillerinin hem de hâkimlerin duruşmaya hazırlıklı çıkmaları sağlanmak
istenmiştir.
Ön inceleme aşamasına kadar dilekçeler tamamlanmış ve tahkikat
aşamasında toplanması gerekenler dışında kalan deliller toplanmış olacak,
böylece artık tahkikat aşamasında kural olarak delil toplanması söz konusu
olmayacağından, duruşmalar delillerin tartışıldığı oturumlar hâline gelmiş
bulunacaktır.
Ancak uygulamada bu mümkün olmamaktadır. Ön inceleme duruşmaları
tarafların matbu beyanları ile geçiştirilen, yargılamanın seyrine olumlu katkı
yapmayan göstermelik işlemler olmaktan öteye geçememiştir.
Duruşmasız ön inceleme uygulamada olduğu gibi, kanun koyucu
tarafından da kabul gören bir durum olduğu halde Yargıtay bu durumu bozma
sebebi olarak görmese de yanlış bir durum olduğuna dikkat çekmiştir. Kanunun
cevaz vermesine rağmen Yargıtayın bu görüşüne katılmak mümkün değildir. Kanundaki
takdir yetkisinin aksine öninceleme duruşmaları tamamen dosya üzerinden
yapılmalıdır. Ancak kanunun duruşmasız ön inceleme yapılmasına sınırlı olarak
cevaz vermesi karşısında Yargıtay'ın kısmen haklı olduğu sonucuna varılabilir.
Ön incelemenin duruşmalı yapılması pratikte zaman kaybından
öteye geçememektedir. Taraflar veya vekillerin katılımıyla matbu şablonlarla
duruşmalar yapılmaktadır. Pratikte tarafların imza atıp ayrıldıkları bir
safahattan başka birşey değildir. Yoksa ön inceleme aşaması, dilekçelerle sabit
olan uyuşmazlık konusunu duruşmada zapta geçirmek, taraflara sulh olup
olmayacaklarını sorma ritüelini yerine getirmek ve tüm bunları imza altına
almak değildir.
Bunun yanısıra dava açıldıktan yaklaşık üç ay sonrasına gün
verildiği düşünüldüğünde bu kadar süre hiçbir işlem yapılmadan beklenmekte,
yapılan ilk duruşmada ise tarafların imzası alınmaktan başka birşey
yapılmamaktadır.
Ön inceleme aşaması gereklidir, yargılamanın önemli bir
safhasıdır. Ancak ön inceleme safhasının duruşmalı yapılması son derece
hatalıdır. Zira öninceleme aşamasına duruşma açılması yargılamayı hiçbir
şekilde ilerletmemektedir. Bu nedenle istisnasız tüm ön inceleme duruşmaları
dosya üzerinden yapılmalıdır. Yargılamada temel prensip davayı en az duruşma
ile neticeye vardırmak olmalıdır. Zira her duruşmanın ortalama 3 aya tekabül
ettiği düşünüldüğünde duruşma sayılarının sırf usulden kaynaklı olarak
arttırılması yargılamayı gereksiz yere uzatmaktadır. Bunun için olması gereken
ise öncelikle itiraz konusu kısımların iptal edilerek ön inceleme duruşmasını
dosya üzerinden yapmanın zorunlu hale getirilmesidir. Sonrasında ise UYAP'a
yapılacak bir güncelleme ile davalı tarafın cevap dilekçesi sunması, cevap
dilekçesi sunmamışsa bu sürenin dolması, ya da ek süre verilmişse bu sürenin dolması
veya bu süre içinde cevap verilmesinin hemen akabinde UYAP üzerinden otomatik
olarak uyarı verilmesi ve bir nevi tensip hazırlanır gibi öninceleme duruşması
yapılarak tahkikat için gün verilmelidir. Böylelikle hem zamandan tasarruf hem
emekten tasarruf sağlanarak yargılama kısaltılmış olacaktır. Diğer itiraz
konusu ettiğimiz ıslah harcı tamamlamaya ilişkin maddenin de iptal edilmesi ile
birlikte ortalama 6 celsede biten bir basit yargılama dosyası 4 celsede
nihayete erdirilmiş olacaktır ki bu da yargılamayı %30 oranında daha
kısaltacaktır.
İPTALİ İSTENEN KANUN MADDESİNİN ANAYASA'ya ve AİHS'ye AYKIRILIĞI
VE HUKUKİ GEREKÇESİ :
Anayasa'nın 2. maddesi (Cumhuriyetin nitelikleri-Hukuk devleti)
uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.
(AYM, E.2023/161, K.2024/53, 22/02/2024, § …) (AYM, E.2017/48, K.2017/129,
26/07/2017, § …)
Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan hukuk
devleti ilkesi gereği kanunlar kamu yararı amacıyla çıkarılır. Anayasa
Mahkemesinin kararlarına göre kamu yararı genel bir ifadeyle bireysel, özel
çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir.
Kanunun amaç ögesi bakımından Anayasa’ya uygun sayılabilmesi için
çıkarılmasında kamu yararı dışında bir amacın gözetilmemiş olması gerekir.
Kanunun kamu yararı dışında bir amaçla yalnız özel çıkarlar için veya yalnızca
belirli kişilerin yararına olarak çıkarılmış olduğu açıkça anlaşılabiliyorsa
amaç unsuru bakımından Anayasa’ya aykırılık söz konusudur. (AYM, E.2023/161,
K.2024/53, 22/02/2024, § …)
Kural uyarınca ön incelemenin duruşmalı yapılmasının yargılamayı
uzattığı, bu hali ile devletin adil bir hukuk sistemi kurup geliştirme
yükümlülüğüne aykırı olduğu aşikardır. Ayrıca bu madde hukuk devletinde
kanunların konuluş amacı olan kamu yararına da aykırıdır.
Diğer yandan kanun koyucu, takdir yetkisi kapsamındaki
düzenlemeleri yaparken hukuk devleti ilkesinin de bir gereği olan ölçülülük
ilkesiyle bağlıdır. Söz konusu ilke, kuralda öngörülen düzenleme ile ulaşılmak
istenen amaç arasında makul bir dengenin bulunmasını gerektirmektedir (AYM,
E.2020/95, K.2022/3, 26/1/2022, § 17; E.2019/88, K.2022/159, 13/12/2022, § 28).
(AYM, E.2023/161, K.2024/53, 22/02/2024, § …)
Bu bağlamda yargılamayı kısaltma gayesiyle getirilen ön inceleme
safhasının duruşmalı yapılması yargılamayı uzatmaktadır, düzenleme ile amaç
arasındaki makul dengeyi sağlamadığından bu kuralın ölçülü olmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
Hukuk devletinin temel unsurlarından biri de belirlilik
ilkesidir. Bu ilkeye göre yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Belirlilik ilkesi,
hukuksal güvenlikle bağlantılı olup kişinin kanundan belirli bir kesinlik
içinde hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun
bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini verdiğini bilmesini
zorunlu kılmaktadır. Kişi ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri
öngörebilir ve davranışlarını ayarlayabilir. Hukuki güvenlik ilkesi bireylerin
tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal
düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli
kılar (AYM, E.2020/80, K.2021/34, 29/4/2021, § 25; E.2022/9, K.2022/80,
21/6/2022, § 11).
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede, ön inceleme duruşmalarının
dosya üzerinden yapılmayıp duruşma açılarak yapılması hukuki yarar sağlamayıp
mahkemeye erişimi zorlaştırdığından bu hali ile keyfi bir düzenlemedir, hukuki
güvenlik ve belirlilik ilkelerine aykırıdır.
Anayasa'nın 5. (Devletin Temel Amaç Ve Görevleri-kişinin temel
hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak) uyarınca
yapılan değerlendirmede;
Anayasa'nın 5. maddesinde "Devletin temel amaç ve
görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
denilmektedir. Buna göre kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak devletin temel amaç ve görevlerindendir.
Anayasa'nın 5. maddesinde; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak devletin temel
amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Buna göre bireylerin yaşam şartlarının
iyileştirilmesi ve hak ve özgürlüklere ulaşmalarının önündeki her türlü engelin
kaldırılması devletin anayasal bir ödevidir. (Tuğçe Akgül Maraş, B. No:
2019/6744, 1/11/2023, § …)
Buna göre vatandaşın adalete erişimini zorlaştıran ve süreci
uzatan hükmün bu kısmının iptali gerekmektedir.
Anayasa'nın 13. maddesi (Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre mahkemeye erişim
hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, ayrıca Anayasa’da
öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip
olması Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de
bir gereğidir. Hukuk devletinde, kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken
bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu
ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM,
E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde
sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde
güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
Anayasa’nın 13. maddesinde güvence altına alınan ölçülülük
ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın amaca ulaşmaya elverişli
olmasını, gereklilik amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir
ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile amaç arasında makul
bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Kuralla mahkemeye
erişim hakkına getirilen sınırlamanın elverişlilik, gereklilik ve orantılılık
alt ilkelerine uygun olması gerekir.
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede ilgili madde, sınırlamanın
belirtilen gerekçelerle amaca ulaşmaya uygun olmaması nedeniyle elverişli
olmadığı, amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmaması nedeniyle gereklilik
ölçütüne aykırı olduğu, diğer bir ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama
ile ulaşılmasının mümkün olduğu, hakka getirilen sınırlama ile amaç arasında
makul bir dengenin gözetilmemesi nedeniyle orantılılık ölçütüne aykırı olduğu
sonucuna varılmıştır.
Anayasa'nın 36. maddesi (Hak Arama Hürriyeti-adil yargılanma
hakkı) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 36. maddesinde “Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir./Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi
içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” denilmektedir. Anılan maddeyle güvence
altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, bir temel hak niteliği
taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
birini oluşturmaktadır. Kişinin bir haksızlığa uğradığını iddia edebilmesinin
ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri
sürüp kanıtlayabilmesinin, uğradığı zararı giderebilmesinin en etkili ve
güvenceli yolu yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM,
E.2017/178, K.2018/82, 11/7/2018, § 11).
Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52).
AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye
erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını
gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak
AİHM; bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek
şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade
etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan
sınırlamalar Sözleşme'nin 6. maddenin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz
ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No:
59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No:
28028/95, 19/2/1998, § 34).
AİHM, bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi için
öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin
zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda
öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı
esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, kuralların belirliliği
ve iyi adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi
hâlinde ve davaların esasının yetkili mahkeme tarafından karara bağlanmasını
önleyecek birtakım bariyerler oluşturma fonksiyonu görmeleri durumunda mahkemeye
erişim hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir (Eşim/Türkiye, § 21)
İtiraz konusu kural ön incelemenin duruşmalı yapılması daha kısa
yöntem olan ön incelemenin dosya üzerinden yapılmasının aksi yönünde bir
uygulama getirerek süreci uzatması suretiyle mahkemeye erişim hakkına sınırlama
getirmektedir.
Adil yargılanma hakkı, niteliği gereği devletin düzenleme
yapmasını gerektiren bir haktır. Zira bu hakkın Anayasa'da zikredilmiş olması
kendi başına bir anlam ifade etmemekte, bireylerin bu haktan yararlanabilmesi
için devletin en azından yargı teşkilatını kurması ve yargılama usullerini
belirlemesi gerekmektedir. Devletin düzenleme yetkisini haiz olduğu alanlarda
belli ölçüde takdir yetkisine sahip olduğunun kabulü gerekir. Bu sebeple adil
yargılanma hakkına yönelik sınırlamalar getirilirken kanun koyucuyu bağlayan
belli bir meşru amaçlar listesi bulunmamaktadır. Ancak kanun koyucunun bu
takdir yetkisinin Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olduğu açıktır (İsmail
Avcı, B. No: 2019/12190, 22/2/2022, § 55).
Temel bir hak olarak kabul edilen adil yargılanma hakkı,
yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmasını, bu surette bireylerin
haklarına mümkün olan en kısa sürede kavuşmalarını da içermektedir. Bu bağlamda
çağdaş hukuk devletinde, devletin temel hizmetlerinden birisi olarak yargı
hizmetleri ve adalet dağıtımı, yargılama faaliyetinin hızlı bir şekilde
gerçekleştirilip, hak arayanların makul sürede haklarına kavuşmalarının
sağlanmasını gerektirmektedir.
Bu kapsamda itirazın gerekçesi kısmında belirttiğimiz üzere ön
incelemenin duruşmalı yapılması yargılamayı uzatmakta olup devletin bu
sınırlamaya ilişkin yeniden düzenleme yapması gerekmektedir. Çünkü bu hali ile
iyi bir adalet yönetimi sağlanmamakta ve mahkemeye erişim hakkı ihlal
edilmektedir.
Anayasa'nın 40. maddesi (Temel Hak Ve Hirriyetlerin Korunması)
uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 40. maddesinin birinci fıkrasında “Anayasa ile
tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.”
denilmiştir. Anılan hükme göre kişilerin yargı makamları ile idari makamlar
önünde haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması anayasal bir
zorunluluktur. Bu zorunluluk, temel hak ve özgürlüğü ihlal edilen ya da ihlal
edildiğini iddia eden kişilerin ilgili yargı veya idari merciler nezdinde
şikâyetlerini dile getirmesi hususunda devlete gerekli ve yeterli mekanizmaları
oluşturarak uygun koşulları sağlama yükümlülüğü getirmektedir (AYM, E.2019/102,
K.2019/99, 25/12/2019, § 16).
Bu çerçevede Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan
etkili başvuru hakkı; anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren
herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul,
erişilebilir, etkili, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da
sonuçlarını ortadan kaldırmaya elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda
bulunabilme imkânının sağlanmasını teminat altına almaktadır (AYM, E.2019/102,
K.2019/99, 25/12/2019, § 17).
İtiraz konusu kural, öninceleme duruşmalarının, mümkün olan
hallerde duruşma yapılmaksızın, dosya üzerinden yapılacak inceleme ile
yapılabileceğini düzenlemektedir. Bu haliyle -itirazın gerekçesi kısmında
detaylıca açıkladığımız üzere- matbu şablonlarla yapılan ön inceleme duruşmaları
yargılamayı 1 celse uzatmaktadır. Bundan dolayıdır ki mahkemeye erişim ve karar
alma hakkına sınırlama getirilmektedir. Bu minvalde vatandaşın adalete
erişimini zorlaştıran bu düzenlemenin, etkili başvuru hakkı kapsamında
vatandaşın haklarını yargı mercileri önünde daha etkili bir şekilde ileri
sürebilmesi için kaldırılması gerekmektedir.
Anayasa'nın 141. maddesi (Duruşmaların Acık Ve Kararların
Gerekçeli Olması-Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Yargılamada taraflara belirli usule ilişkin güvenceler sağlayan
adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri de makul sürede yargılanma
hakkıdır. Anayasa'nın 141. maddesinde "Davaların en az giderle ve mümkün
olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir" denilmek suretiyle
davaların makul bir süre içinde bitirilmesi gerekliliği açıkça ifade
edilmiştir. Bu ilke gereğince devlet, yargılamaların gereksiz yere uzamasını
engelleyecek etkin çareler oluşturmak zorundadır. Bu bağlamda hukuk sisteminin
ve özellikle yargılama usulünün yargılamaların makul süre içinde bitirilmesini
mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi ve davaların nedensiz olarak uzamasına yol
açacak usul kurallarına yer verilmemesi, mahkemelerin nicelik ve nitelik
bakımından yeterli miktarda insan kaynağı, araç ve gereçlerle donatılması makul
sürede yargılanma ilkesinin bir gereğidir (AYM, E.2013/4, K.2013/35,
28/2/2013). Dolayısıyla yargılamaların makul sürede tamamlanması amacıyla
mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulması mümkündür.
Anayasa’nın hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkını
düzenleyen 36. maddesinde bu hakka yönelik herhangi bir sınırlama nedeni
öngörülmemiş ise de mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve
yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğini öngören Anayasa’nın 142. ve
davaların mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını ifade eden Anayasa’nın 141.
maddelerinin hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının kapsamının
belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Nitekim Anayasa’nın tüm
maddeleri aynı etki ve değerde olup aralarında bir üstünlük sıralaması
bulunmadığından uygulamada bunlardan birine öncelik tanımak mümkün değildir. Bu
nedenle Anayasa kurallarından biri, diğerinin sınırını oluşturabilmektedir. Bu
bağlamda hukuk sisteminin ve özellikle yargılama usulünün, yargılamaların makul
süre içerisinde bitirilmesini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi ve bu
düzenlemelerde davaların nedensiz olarak uzamasına yol açacak usul kurallarına
yer verilmemesi makul sürede yargılanma ilkesinin bir gereğidir. Ancak bu
amaçla alınacak kanuni tedbirlerin yargılama sonucunda işin esasına yönelik
adil ve hakkaniyete uygun bir karar verilmesine engel oluşturmaması gerektiği
de tartışmasızdır. Bu ilkelere uygun olmak kaydıyla yargılama yöntemini belirlemek
ise Anayasa’nın 142. maddesi gereğince kanun koyucunun takdir yetkisindedir.
Makul Sürede Yargılanma Hakkı ile Bağlantılı Olarak Etkili Bir
Başvuru Yolu Oluşturmanın Gerekliliği:
Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek
gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin
gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi yapısal sorunlardan ve organizasyon
eksikliğinden de ileri gelebilir. Anayasa’nın 36. ve 141. maddeleri devlete,
hukuk sisteminin -yargılama makamlarının davaları makul bir süre içinde karara
bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere- adil yargılanma hakkının
güvencelerini yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu
yüklemektedir. Devlet, yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların ve
davaların makul sürede sonuçlandırılması için gerekli tüm tedbirleri almakla
yükümlüdür. Bu yükümlülük, hukuk sisteminin adil yargılanma hakkının temel
güvencelerini yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunun bir
görünümüdür.
Yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliklerinin yol açtığı
gecikmeler nedeniyle yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların uzun
bir süre içinde artması ve birikmesi sonucu yargılamalarda makul sürenin
aşılması Anayasa'nın 36. maddesinin ihlaline yol açmaktadır. Anayasa’nın 36.
maddesi gereğince, yargılama sisteminin mahkemelerin davaları makul bir süre
içinde karara bağlama yükümlülüğünü yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi
zorunludur. Hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin
eksikliklerin yargılama faaliyetinin makul sürede sonuçlandırılmamasını izah
edemeyeceği açıktır.
Bu kapsamda Anayasa'nın 36. maddesinde koruma altına alınan
makul sürede yargılanma hakkının korunmasının sağlanabilmesi, kamu makamlarının
kişilerin bu haklarını ihlal etmelerinin önüne geçilebilmesi için makul sürede
yargılanma hakkının ihlali ihtimalini ortadan kaldırabilecek etkili hukuk
yollarının bulunması gerektiği açıktır. Bu yolun itiraz konusu yargılamanın
veya davanın uzun sürmesi nedeniyle ortaya çıkacak zararları giderecek çözümler
sunabilmesi gerekir.
Netice itibariyle ön inceleme duruşmalarını duruşmalı yapılması
yargılamaları gereksiz yere uzattığı, bu hali ile Anayasa'nın Hukuk devleti,
Devletin, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırma yükümlülüğü, Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması, Hak
Arama Hürriyeti, Temel Hak Ve Hürriyetlerin Korunması ve davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması maddelerine aykırılık teşkil
ettiği anlaşılmakla iptaline karar verilmesi gerekmektedir.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun 43. maddesinin 3. fıkrası uyarınca Mahkemenizce re'sen gözetilecek
diğer gerekçeler de göz önünde bulundurularak iptal kararı verilmesi talep
olunur.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Yukarıda açıklanan gerekçelerle;
1- Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 152/1 maddesi uyarınca,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun;
"Ön inceleme ve tahkikat" madde başlığıyla düzenlenen
320. maddesinde 1. fıkrasında yer alan;
"...mümkün olan hallerde..."
ibaresinin,
Anayasanın 2., 5., 13., 36., 40. ve 141. maddelerine aykırı
olması nedeniyle re'sen Anayasa Mahkemesine itiraz yoluna başvurulmasına ve
hükmün bu ibaresinin İPTALİNİN istenilmesine,
2- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesi uyarınca;
a- Başvuru kararının aslı ile tutanağın ve dava dosyasında yer
alan evrakın onaylı birer örneğinin oluşturulacak dizi listesine bağlanılarak
bir dosya halinde Anayasa Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
b- Başvuru dosyasının Anayasa Mahkemesine gönderilmesinden
itibaren 5 ay BEKLENİLMESİNE, bu süre içinde karar verilmezse davanın
yürürlükteki hükümlere göre (Anayasa Mahkemesinin kararı esas hakkında karar
kesinleşinceye kadar gelmesi halinde Anayasa Mahkemesi hükmüne uyulması
koşuluyla) SONUÇLANDIRILMASINA,
3- Sayın Mahkemenin iptal yönünde tam bir kanaate ulaşmaması ve
gerek görmesi halinde 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 43/1. maddesi uyarınca, bilgilendirilmemiz halinde,
hazır BULUNULACAĞINA,
4- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 41/2; "İtiraz yoluna başvuran mahkemede itiraz
konusu kuralın uygulanacağı başka dava dosyalarının bulunması hâlinde, yapılmış
olan itiraz başvurusu bu dosyalar için de bekletici mesele sayılır."
maddesi uyarınca mahkememizde birçok davanın bekletici mesele yapılacağı, bu
minvalde tüm dosyalardaki yargılamaların uzayacağı anlaşılmakla hak kayıpların
mahal vermemek adına sayın Anayasa Mahkemesince uygun görülmesi halinde
itirazların İVEDİ OLARAK değerlendirilmesinin istenilmesine,
5- Kararın bir nüshasının bilgi amaçlı olarak taraflara
tebliğine,”