“Davacı … … vekili AV. … … tarafından, 1136 sayılı Avukatlık
Kanunu'nun 36. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca Kocaeli Cumhuriyet
Başsavcılığı İdari Yaptırım Bürosunun 06.01.2021 tarih ve 2019/56 defter
numaralı, 2021/34 karar numaralı kararıyla … Tesisat Ürünleri Toptan Satış
İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi'ne verilen toplam
180.732,00-TL idari para cezasının süresi içinde ödenmediğinden bahisle 6183
sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un mükerrer 35. maddesi
uyarınca asıl borçlu şirketin kanuni temsilcisi sıfatıyla alacağın davacıdan
tahsili amacıyla Acısu Vergi Dairesi Müdürlüğünce düzenlenen 29.11.2022 tarihli
ve 2022112966SIw0000002 ana takip dosya numaralı ödeme emrinin
2022112914SJ0000003 takip dosya numaralı 9317 alacak kodlu, 13.05.2022 vade
tarihli 179.638,27-TL tutarlı kısmının iptali istemiyle Acısu Vergi Dairesi
Müdürlüğüne karşı açılan davada; davanın reddi yolunda Kocaeli 1. İdare
Mahkemesince verilen 30/11/2023 tarih ve E:2023/132, K:2023/1777 sayılı karara
davacı tarafından yapılan istinaf başvurusu üzerine dava dosyası incelenerek
işin gereği görüşüldü:
İptali İstenilen Kanun Hükmü:
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'a
25/5/1995 tarihli 4108 sayılı Kanun'un 11. maddesiyle eklenen "Kanuni
Temsilcilerin Sorumluluğu" başlıklı mükerrer 35. maddesinin birinci
fıkrasında yer alan "Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar
ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen
veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme
alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare
edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil
edilir." düzenlemesinin kanuni temsilcinin sorumluluk dönemindeki hukuki
belirsizlik nedeniyle iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmaktadır.
İlgili Anayasa Hükümleri:
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 2. maddesinde "Türkiye
Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan
haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir." kuralı
yer almaktadır.
Anayasa'ya Aykırılığın Değerlendirilmesi:
Kamu alacaklarının süresi içinde ödenmemesinde kanuni
temsilcilerin sorumluluğuna ve dolayısıyla alacağın kanuni temsilciden tahsil
edilebilmesine yönelik olarak mülga 07/06/1949 tarih ve 5432 sayılı Vergi Usul
Kanunu'nun 10. maddesinde ve 04/01/1961 tarih ve 213 sayılı Vergi Usul Usul
Kanunu'nun 10. maddesinde düzenlemelere yer verilmiştir. Ancak bu düzenlemeler
vergi ve vergiye bağlı alacakları kapsamaktadır.
Vergi alacağı dışındaki diğer kamu alacaklarının kanuni
temsilciden takip ve tahsili için 1995 yılında 4108 sayılı Kanunla 6183 sayılı
Kanun'a mükerrer 35. madde eklenmiştir.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'a
25/5/1995 tarihli 4108 sayılı Kanun'un 11. maddesiyle eklenen "Kanuni
Temsilcilerin Sorumluluğu" başlıklı mükerrer 35. maddesinde "Tüzel
kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği
olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen
veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve
tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu
Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.
Bu madde hükmü, yabancı şahıs veya kurumların Türkiye’deki
mümessilleri hakkında da uygulanır.
Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş
olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait
sorumluluklarını kaldırmaz.
Temsilciler, teşekkülü idare edenler veya mümessiller, bu madde
gereğince ödedikleri tutarlar için asıl amme borçlusuna rücu edebilirler."
hükmüne yer verilmiştir.
Söz konusu maddenin gerekçesinde, "213 sayılı Vergi Usul
Kanununun 10. maddesiyle, tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar
ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi
sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevlerin kanuni temsilcileri, tüzel
kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri ile
yabancı şahıs ve kurumların Türkiye'deki temsilcileri tarafından yerine
getirileceği, yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri
yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya
kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların, kanuni ödevleri yerine
getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı hükme bağlanmıştır. Bu hükümden
hareketle, tüzel kişiliğin varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve
buna bağlı alacakların tüzel kişiliğin kanuni temsilcilerinden 6183 sayılı
Kanunun cebri tatbikata ilişkin hükümlerine göre takip ve tahsili cihetine
gidilmektedir. Öte yandan, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu kapsamına girmeyen
fiyat farkı, kur farkı, haksız yere alınan ihracatta vergi iadesi, kaynak
kullanımı destekleme primi gibi bazı amme alacaklarının tüzel kişiliğin mal
varlığından tahsil imkanı bulunmadığından kanuni temsilciler hakkında tatbikata
geçilmiş ancak Danıştay'ca verilen muhtelif kararlarla 213 sayılı Vergi Usul Kanunu
kapsamına girmeyen alacakların takibinde mezkur maddenin tatbik imkanı
bulunmadığı yönünde görüş birliğine varılmıştır. Vergi Usul Kanunu kapsamına
girmeyen bu tür alacakların takibinde genel hükümlere başvurulması uzun zaman
alacağı gibi bu hükümlerin uygulanması idareye pratik bir fayda
sağlamayacaktır. Bu itibarla amme borçlusunun mal varlığından alınamayan bu tür
alacakların kanuni temsilcilerinin, teşekkülü idare edenlerin veya yabancı
şahıs veya kurum mümessillerinin mal varlığından 6183 sayılı Kanun hükümlerine
göre tahsilini temin etmek ve Vergi Usul Kanunu kapsamına giren vergi ve buna
bağlı alacaklarda sorumlu olan bu şahısların diğer amme alacaklarının
ödenmesinden de sorumlu olmalarını sağlamak amacıyla 6183 sayılı Kanuna
mükerrer 35. madde eklenmiştir." denilmektedir.
2008 yılında 5766 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle de mükerrer 35.
maddeye beş ve altıncı fıkralar eklenmiş ise de bu fıkralar Anayasa
Mahkemesinin 19/3/2015 tarihli ve E.2014/144, K.2015/29 sayılı kararıyla iptal
edilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin 19/3/2015 tarihli ve E.2014/144, K.2015/29
sayılı kararı incelendiğinde, Anayasa Mahkemesi, vergi ve diğer mali ödev ve
sorumluluklarını zamanında ve eksiksiz olarak yerine getiren kanuni
temsilcilerin sonradan görevde olmadığı, müdahale şanslarının bulunmadığı bir
dönemde gerçekleşen bir eylemden müteselsilen sorumlu tutulmaları sonucunu
doğurduğu gerekçesiyle ek beşinci fıkrayı; kanuni temsilciler için 213 sayılı
Kanun kapsamında öngörülen sorumluluk türü ile 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35.
maddesinde öngörülen sorumluluk türünün farklı olduğundan her iki kanunun aynı
maddi olaya uygulanabilmesi nedeniyle, iki ayrı kanuni düzenlemeden hangisinin
uygulanacağı konusunda belirsizlik oluştuğu gerekçesiyle ek altıncı fıkrayı
iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesi kararında, bireyin (kanuni temsilcinin) bu
şekilde belirsiz ve güvencesiz bir biçimde kendi kusurundan kaynaklanmayan bir
nedenle başkalarının eylem veya ihmali sonucu oluşacak sorumluluğa ortak
olmasının adalet ve hakkaniyetle bağdaşmayacağını vurgulamıştır.
Kanuni temsilcinin sorumluluğunu düzenleyen 6183 sayılı Kanun'un
mükerrer 35. maddesinin birinci fıkrası Anayasa Mahkemesince iptal edilmemiş
olup halen yürürlüktedir.
6183 sayılı Kanun'un mükerrer 35. maddesiyle, tüzel kişiden
tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan kamu alacaklarının, tüzel
kişinin kanuni temsilcisinden tahsili olanağı getirilmiştir. Buna göre, 6183
sayılı Kanun'un mükerrer 35. maddesine göre kamu alacağının kanuni temsilciden
tahsili için bazı koşulların gerçekleşmesi gerekmektedir.
Asıl borçlu tarafından ödenmeyen kamu alacağının, 6183 sayılı
Kanun'un mükerrer 35. maddesine göre tahsili için, öncelikle kamu alacağının
6183 sayılı Kanun kapsamında bulunması, alacağın usulüne göre yapılacak
tebligat ile asıl borçludan istenilmesi, verilen süre içinde borcun ödenmemesi
durumunda, yine usulüne göre yapılacak tebligat ile 6183 sayılı Kanun
kapsamında ödeme emrinin borçluya gönderilmesi, verilen süre içinde borcun
ödenmemesi durumunda, borcun asıl borçludan kısmen veya tamamen tahsil
edilememesi veya tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması gerekmektedir. Kamu
alacağının tahsil edilemediği veya edilemeyeceğinin somut olarak anlaşılması
durumunda, kanuni temsilciden, mükerrer 35. madde uyarınca alacağın tahsili
yoluna gidilebilecektir.
Tüm bu açıklamalara göre, 6183 sayılı Kanun'un mükerrer 35.
maddesine göre borçlu tüzel kişisinin kanuni temsilcisinin takip edilebilmesi,
tüzel kişinin kesinleşmiş ve takip edilebilir borcunun olması, yani borcun
takip ve tahsil zamanaşımına uğramamış bulunması, ilgilinin kanuni temsilci
olması ve alacağın borçlu tüzel kişiden kısmen veya tamamen tahsil olanağının
kalmadığının belirlenmiş olması koşullarının birlikte gerçekleşmesine
bağlanmıştır.
6183 sayılı Kanun'un mükerrer 35. maddesinde öngörülen
sorumlulukta, kanuni temsilcilere yüklenen bir görevin yerine getirilip,
getirilmediğine bakılmaksızın kanuni temsilcilik sıfatının taşınıyor olması
yeterli kabul edilmekte ve bu hâliyle esasen kusursuz sorumluluk ilkesinin
benimsenmiş olduğu görülmektedir.
Kanun koyucu, amme alacağını güvenceye almak ve tahsil imkânını
artırmak bakımından sorumluluğun yaygınlaştırılması yoluna gidebileceği gibi
müteselsil sorumluluk da öngörebilir (AYM, E.2014/144, K.2015/29, 19/3/2015).
Kanuni temsilcinin, yönettiği şirkete ait borçlardan sorumlu
tutulmasına yönelik düzenleme yapılması şirketi daha özenle yönetmesini ve
şirketin kamusal yükümlülüklerini kanunlarda gösterilen usul ve esaslara uygun
olarak ve zamanında yerine getirmesini temin etme amacı taşımaktadır. Diğer bir
ifadeyle kanuni temsilciye mali sorumluluk yüklenmesiyle güdülen gaye, ekonomik
ve ticari alanın başat aktörlerinden olan ticari şirketlerin faaliyetlerini
düzenlemek ve kontrol etmektir (Anayasa Mahkemesinin 25.07.2017 tarihli
2014/15237 bireysel başvuru numaralı kararı).
Dosyanın incelenmesinden;
- 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 36. maddesinin üçüncü fıkrası
uyarınca Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı İdari Yaptırım Bürosunun 06.01.2021
tarih ve 2019/56 defter numaralı, 2021/34 karar numaralı kararıyla … Tesisat
Ürünleri Toptan Satış İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi'ne
verilen toplam 180.732,00-TL idari para cezasının süresi içinde ödenmediğinden
bahisle 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un mükerrer
35. maddesi uyarınca asıl borçlu şirketin kanuni temsilcisi sıfatıyla alacağın
davacıdan tahsili amacıyla Acısu Vergi Dairesi Müdürlüğünce düzenlenen
29.11.2022 tarihli ve 2022112966SIw0000002 ana takip dosya numaralı ödeme
emrinin 2022112914SJ0000003 takip dosya numaralı 9317 alacak kodlu, 13.05.2022
vade tarihli 179.638,27-TL tutarlı kısmının iptali istemiyle işbu davanın
açıldığı;
- Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi'nde yer alan ilanlara göre,
davacının … Tesisat Ürünleri Toptan Satış İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret
Anonim Şirketi'nde 01.12.2016-03.09.2020 tarihleri arasında kanuni temsilci
olarak görev yaptığı,
- 6183 sayılı Kanun'a tabi olan idari para cezasının eylem
tarihlerinin 2018, 2019 ve 2020 yıllarına ait olduğu,
- Vade tarihinin 13.05.2022 tarihi olduğu, olduğu
anlaşılmaktadır.
İstinafa konu Kocaeli 1. İdare Mahkemesince, borcun doğduğu
tarih itibarıyla (2018, 2019 ve 2020 yılı) davacının asıl borçlu şirketin
kanuni temsilcisi olduğu kabul edilerek davanın reddine karar verilmiştir.
Somut olayda, borcun doğduğu 2018, 2019 ve 2020 yılı döneminde
davacının asıl borçlu şirketin kanuni temsilcisi olduğu, ancak kamu alacağının
vade tarihinden önce kanuni temsilcilik görevinden ayrılmış olduğu, dolayısıyla
asıl borçlu şirketin kanuni temsilcisi olarak bir dönem görev yapmış olan
davacının hangi dönem itibarıyla borcun tahsilinde kanuni temsilci sıfatıyla
sorumluluğu olduğu hususunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Kanuni temsilcilerin sorumluluğuna esas alınan amme
alacaklarının doğduğu zamanlar, dönemleri ve ödeme zamanları kriterleri yargı
kararlarında benimsenmiş, ancak bu zamanlarda farklı şahısların kanuni temsilci
olması halinde sorumlu tayininde kararlar içinde görüş birliğine varılmaması
üzerine 2008 yılında 5766 sayılı Kanunun 4. maddesiyle mükerrer 35. maddeye beş
ve altıncı fıkralar eklenmiştir. Eklenen beşinci fıkrada "Amme alacağının
doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare
edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının
ödenmesinden müteselsil sorumlu tutular" kuralına yer verilmiştir. Ancak
anılan fıkra, Anayasa Mahkemesinin 19/3/2015 tarihli ve E.2014/144, K.2015/29
sayılı kararıyla, vergi ve diğer mali ödev ve sorumluluklarını zamanında ve
eksiksiz olarak yerine getiren kanuni temsilcilerin sonradan görevde olmadığı,
müdahale şanslarının bulunmadığı bir dönemde gerçekleşen bir eylemden
müteselsilen sorumlu tutulmaları sonucunu doğurduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir.
Kanuni temsilcinin sorumluluğunu düzenleyen 6183 sayılı Kanun'un
mükerrer 35. maddesinin birinci fıkrası Anayasa Mahkemesince iptal edilmemiş
olup halen yürürlüktedir. Anılan maddenin "Kanuni Temsilcilerin
Sorumluluğu" başlıklı mükerrer 35. maddesinin birinci fıkrasında
"Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi
tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil
edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin
ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu
Kanun hükümlerine göre tahsil edilir." kuralı yer almaktadır.
Davaya konu ödeme emri 6183 sayılı Kanun'un mükerrer 35.
maddesinin birinci fıkrasına dayanmaktadır.
6183 sayılı Kanun'un mükerrer 35. maddesinde kamu alacağının
tahsilinde asıl borçlunun kanuni temsilcisinden tahsil edileceği düzenlemesine
yer verilmiş olmakla birlikte, birinci fıkra ve devamı maddelerinde, kanuni
temsilcinin sorumlu olduğu dönem açıkça belirlenmemiştir. Kamu alacağında;
borcun doğduğu, tahakkuk işleminin (örneğin idari para cezası işleminin) tesis
edildiği, ödeme müddeti dönemi, vade tarihi, vade tarihinden borcun ödenmesine
kadar gibi dönemler bulunmakta olup, kamu borcunun tahsilinde kanuni temsilcinin
sorumlu olup olmadığı bu dönemlere göre değişecektir.
Anayasanın 152. maddesinde, "Bir davaya bakmakta olan
mahkeme, uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini
Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık
iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda
vereceği karara kadar davayı geri bırakır." hükmüne yer verilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 2. maddesinde "Türkiye
Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan
haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir." kuralı
yer almaktadır.
Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, Anayasa'ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve
yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin
önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan, kanunun metni,
bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve
kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır.
Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanunun, muhtemel etki ve sonuçlarının
yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir (Anayasa Mahkemesi, E.2013/39,
K.2013/65, 22/5/2013).
Hukuk devleti ilkesinin gereklerinden bir diğeri ise
belirliliktir. Belirlilik ilkesi bireylerin hukuk kurallarını önceden
bilmeleri, tutum ve davranışlarını bu kurallara göre güvenle belirleyebilmeleri
anlamını taşımaktadır. Belirlilik ilkesi yalnızca yasal belirliliği değil daha
geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Bir başka deyişle hukuk
kurallarının belirliliğinin sağlanması yalnızca kanunla düzenleme yapılması
anlamına gelmemektedir. Yasal düzenlemeye dayanarak erişilebilir, bilinebilir
ve öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla mahkeme
içtihatları ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Hukuki belirlilik ilkesinde
asıl olan, bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya çıkacak sonuçların o hukuk
düzeninde öngörülebilir olmasıdır (Anayasa Mahkemesi, E.2017/35, K.2019/35,
15/5/2019).
Kamu alacağının 6183 sayılı Kanun'un mükerrer 35. maddeye göre
tahsilinde hangi dönemdeki (Kamu alacağında; borcun doğduğu, tahkukuk işleminin
tesis edildiği, ödeme müddeti dönemi, vade tarihi, vade tarihinden borcun
ödenmesine kadar gibi dönemler bulunmaktadır) kanuni temsilcinin sorumlu
olduğuna ilişkin maddede açık bir düzenleme olmadığı gibi bu hususta yargı
kararlarında da görüş birliği yoktur.
Maddeye 2008 yılında 5766 sayılı Kanunla eklenen beşinci
fıkrayla "amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlar"
ibaresiyle kanuni temsilcinin sorumlu olduğu döneme ilişkin düzenleme
getirilmekle birlikte, söz konusu fıkra Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir.
Ancak Anayasa Mahkemesince verilen karar, kanuni temsilcinin hangi dönemden
sorumlu olduğuna yönelik bir gerekçe içermemektedir. Yine 6183 sayılı Kanun'un
"Limited şirketlerin amme borçları" başlıklı 35. maddesinin üçüncü
fıkrasında yer alan "Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği
zamanlarda" ibaresinin de Anayasa'ya aykırı olduğu sebebiyle yapılan
başvuruda ise, bu ibare Anayasa Mahkemesinin 13.12.2017 tarih ve E:2016/14,
K:2017/140 sayılı kararıyla Anayasa'ya aykırı görülmemiştir.
Anayasa Mahkemesinin anılan kararları ile 6183 sayılı Kanun'un
mükerrer 35. maddesi kapsamında kanuni temsilcinin sorumlu olduğu döneme
ilişkin bir açıklamaya, gerekçeye yer verilmemesi nedeniyle de, kanuni
temsilcinin hangi dönemden sorumlu olduğuna ilişkin olarak daha önce de var
olan tereddüt giderilememiştir.
Danıştay Onüçüncü Dairesinin 26.03.2024 tarih ve E:2019/1644,
K:2024/1457 sayılı kararında "kamu alacağının doğduğu ya da ödenmesi
gerektiği zaman"; Danıştay İkinci Dairesinin 10.01.2023 tarih ve
E:2021/16594, K:2023/15 sayılı kararında "amme alacağının doğduğu veya
ödenmesi gerektiği zaman"; Danıştay Onuncu Dairesinin 03.06.2020 tarih ve
E:2016/3163, K:2020/1540 sayılı kararında "alacağın doğduğu tarih",
kanuni temsilcinin sorumlu olduğu dönem olarak belirtilmiş; İstanbul Bölge
İdare Mahkemesi Onuncu İdari Dava Dairesinin 16.11.2022 tarih ve E:2022/1477,
K:2022/2802 sayılı kararında "idari para cezasının ödenmesi gerektiği
zamanlarda şirketin kanuni temsilcisi" olduğu gerekçesiyle verilen karar
Danıştay Onüçüncü Dairesince onanmıştır.
Danıştay kararlarında "borcun doğduğu ve ödenmesi gereken
zamanlarda" dönemi esas alınmakla birlikte, bu ifadenin yer aldığı 6183
sayılı Kanun'un mükerrer 35. maddesinin beşinci fıkrası Anayasa Mahkemesince
iptal edilmiştir.
Maddi bir varlığı bulunmayan ve hukuk düzenince tüzel kişilik
vasfı tanınan ticari şirketlerin hukuki iş ve işlemleri; bunlar adına, bunların
yönetim ve idaresinden sorumlu gerçek kişiler tarafından yapılır. Şirketin
kanuni temsilcisi sayılan bu gerçek kişiler, temsil ettikleri tüzel kişiliğin
hukuki işlemlerini yürütmek, personelini ve mal varlığını idare etmek, yatırım
ve faaliyetlerinin yönünü tayin etmek, iktisadi ve mali durumunun gerektirdiği
tedbirleri almak gibi imkân ve kudreti haizdir. Bununla bağlantılı olarak
şirketin kamusal ödevlerini ifa etmek ve kamuya olan borçlarını kanuni süreleri
içinde ödemek de kanuni temsilcinin temel ödevleri arasındadır. Kanuni
temsilci, kamu alacağının doğmasına yol açan işlem veya fiilin nihai
sorumluluğunu taşıyan kişi olup sahip olduğu imkân ve gücü kullanarak alacağı
doğuran işlem veya fiilin ortaya çıkmasını önleyebilecek veya doğan kamu
alacağının ödenmesini temin edebilecek en etkin konumdaki şirket personelidir.
Bu nedenle ticari şirketleri yöneten ve şirketi temsilen iş ve işlemler yapan
kanuni temsilcilerin, şirketten tahsil imkânı bulunamayan kamu alacaklarının
müteselsil sorumluluk esasına göre ödemekle yükümlü kılınması yolunda yasal
düzenleme yapılması mümkündür. Kanuni temsilciye tanınan yetki ve yüklenen
ödevler gözetildiğinde ödenmeyen kamu borçlarından müteselsilen sorumlu
tutulmasının kural olarak kanuni temsilciye aşırı ve olağanın dışında bir
külfet yüklemediği anlaşılmaktadır (Anayasa Mahkemesinin 25.07.2017 tarihli
2014/15237 bireysel başvuru numaralı kararı).
Kanuni temsilciye düşen ödev, Şirket borcunu Şirketin mal
varlığından temin ederek ödemektir. Şirketin borcu karşılayacak miktarda mal
varlığı yoksa -aciz durumuna düşmesine fiil ve işlemleriyle katkıda bulunmuş
olması gibi istisnai hâller haricinde- eylemi borcu ödememekten ibaret olan
kanuni temsilcinin sorumluluğuna gidilmesi adalet ve hakkaniyet ölçüsünü
zedeleyebilir (Anayasa Mahkemesinin 25.07.2017 tarihli 2014/15237 bireysel
başvuru numaralı kararı).
Kanuni temsilcilerin sorumluluğunu düzenleyen beşinci fıkra,
sorumluluğun şartları bakımından itiraz konusu kuralla örtüşmekle birlikte
kanuni temsilciler ile limitet şirket ortaklarının sorumluluk hukuku bakımından
aynı kapsamda değerlendirilmesi mümkün değildir. Zira bu iki sıfatın üstlendiği
yetki ve sorumlulukların kapsam ve nitelikleri birbirinden farklıdır. Limitet
şirkette kanuni temsilci, şirket ortaklarından biri olabildiği gibi dışarıdan
seçilen üçüncü bir şahıs da olabilmektedir. Bu kişi her türlü sıfatından
bağımsız olarak kendisine verilen yetkiler çerçevesinde şirketi temsil görevini
yerine getirmekle yükümlüdür. Kanuni temsilcinin sorumluluğu, görevini yerine
getirirken işlediği eylemlerinden kaynaklanmaktadır. Sorumluluğunun temelinde
eylemleri olduğundan bu eylemler nedeniyle sorumluluğuna gidilirken kusur
ilkesine dayanılması olağandır. Ortağın sorumluluğu ise eylemlerinden değil
şirketin mal varlığına sermayesi ile katkı sağlamasından ve şirket yönetimine
ilişkin faaliyetler üzerinde gözetim ve denetim imkânına sahip olmasından
kaynaklanmaktadır (Anayasa Mahkemesi, E.2016/4, K.2017/170, 13/12/2017).
Kamuya ait borçların kanuni süreleri içinde ödenmesi kanuni
temsilcinin temel ödev ve sorumlulukları arasındadır.
6183 sayılı Kanun'un "Ödeme zamanı ve önce ödeme"
başlıklı 37. maddesinde de "Amme alacakları hususi kanunlarında belli
edilen zamanlarda ödenir. Hususi kanunlarında ödeme zamanı tesbit edilmemiş
amme alacakları Maliye Vekaletince belirtilecek usule göre yapılacak tebliğden
itibaren bir ay içinde ödenir. Bu ödeme müddetinin son günü amme alacağının
vadesi günüdür. Amme borçlusu isterse borcunu belli zamanlardan önce ödiyebilir."
kuralı yer almaktadır.
Muaccel, vadesi gelmiş olan ve ödenmesi gereken ya da talep
edilebilen anlamına gelmektedir. İfa zamanının bir süreye bağlandığı hallerde
vadeden söz edilir.
Vadesinde ödenmeyen borç muaccel hale gelmekte olup, kesin vade
olması durumunda ise artık bir ihtar ve süre tayinine gerek yoktur. 6183 sayılı
Kanun'un 37. maddesinde amme alacaklarının özel kanunlarında belli edilen
zamanlarda ödeneceği belirtilmiştir. Vadesi kesin olmayan kamu alacaklarında,
yapılacak tebligatla kamu alacağın bir ay içinde ödenmesinin istenilmesi
gerekir. Ödeme süresinin son günü kamu alacağının vadesi günüdür.
Buna göre vadesi gelmiş bir borcun ödenmesi kanuni temsilcinin
en temel ödevleri arasındadır.
6183 sayılı Kanun'un mükerrer 35. maddesinde kanuni temsilcinin
sorumlu olduğu döneme ilişkin açık bir düzenleme olmadığından, bu husus
maddenin yorumuyla çözümlenmektedir. Ancak özellikle 6183 sayılı Kanun'un
mükerrer 35. maddesinin beşinci fıkrasında yer verilen "borcun
doğduğu" ibaresinin Anayasa Mahkemesince iptali, bununla birlikte Kanun'un
35. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan "borcun doğduğu" ibaresinin
ise Anayasa Mahkemesince iptal edilmemesi durumu, artık kanun metninde yer
almayan "borcun doğduğu" dönem itibarıyla kanuni temsilcinin sorumluluğuna
gidilip gidilemeyeceğine ilişkin hukuki belirsizliklere yol açmaktadır.
Nitekim işbu somut uyuşmazlıkta, borcun doğduğu dönemde
davacının kanuni temsilci olduğu, ancak borcun ödenmesi gereken zamanlarda
(vade tarihinden borcun ödendiği tarihe kadar) kanuni temsilci olmadığı
anlaşılmaktadır.
Ayrıca mükerrer 35. maddede kanuni temsilcinin sorumluluğuna
açıkça yer verilmemesi şeklindeki hukuki belirsizlik, kanuni temsilci açısından
da hangi dönemden sorumlu olduğu yönünden hukuki güvenlik ilkesine aykırılık
teşkil edecektir.
Hukuki belirlilik ilkesi yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de
idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık,
net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir.
Kanuni temsilcinin sorumlu olduğu dönemin hangi dönem olduğuna
ilişkin madde metninde açık düzenleme olmaması şeklindeki hukuki belirsizlik,
kanuni temsilcilerin tutum ve davranışlarını bu kurala göre belirleyebilme
olanağına da engel oluşturmaktadır.
Diğer yandan kamu alacağında, borcun doğduğu, tahakkuk işleminin
(örneğin idari para cezası işleminin) tesis edildiği, ödeme müddeti dönemi,
vade tarihi, vade tarihinden borcun ödenmesine kadar gibi dönemler bulunmakta
olup, bu dönemler içerisindeki kanuni temsilciler de farklı kişiler
olabilmektedir.
Kamu alacağının doğumuna sebebiyet vermemek şeklindeki kanuni
temsilcinin sorumluluğu ile kamuya ait borçların kanuni süreleri içinde
ödenmesi yönündeki kanuni temsilcinin temel ödev ve sorumluluğunda, bu
dönemlerdeki kanuni temsilciler aynı kişi olabileceği gibi kanuni temsilcilerin
farklı kişiler olabilme durumu da bulunmaktadır.
Yine vergiyi doğuran olay (vergi borcunun doğum tarihi) ilişkin
olarak 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 19. maddesinde açık bir düzenleme yer
almakla birlikte, diğer kamu alacaklarının hangi tarihte doğduğuna ilişkin ayrı
bir düzenleme yoktur. "Borcun ödenmesi gerektiği zaman" ifadesinden
de, ödeme müddeti içindeki dönem mi, yoksa ödeme müddetinin son günü olan vade
tarihinden borcun ödendiği tarihe kadar olan dönem mi anlaşılması gerektiği, bu
dönem içerisinde birden fazla kanuni temsilci bulunması halinde tümünün de
sorumlu olup olmadığı yönünden de açık bir düzenleme yoktur.
Bu durumda 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında
Kanun'a 25/5/1995 tarihli 4108 sayılı Kanun'un 11. maddesiyle eklenen
"Kanuni Temsilcilerin Sorumluluğu" başlıklı mükerrer 35. maddesinin
birinci fıkrasında yer alan "Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların,
vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından
tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme
alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare
edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil
edilir." düzenlemesinde, kamu alacağının hangi safhasında-döneminde
(borcun doğduğu, tahakkuk işleminin tesis edildiği, ödeme müddeti dönemi, vade
tarihi, vade tarihinden borcun ödenmesine kadar gibi) kanuni temsilcilerin
sorumlu olduğuna veya kanuni temsilcinin sorumlu tutulma sebebine (Borcun
doğumuna engel olmamak, muaccel hale gelmiş olan borcun ödenmemesi gibi)
yönelik olarak açık bir düzenleme bulunmadığından, kanuni temsilcinin
sorumluluk dönemi ve sesbebi yönünden hukuki belirsizlik nedeniyle, anılan
düzenlemenin Anayasa'nın 2. maddesine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
Sonuç ve İstem:
Açıklanan nedenlerle; bir davaya bakmakta olan mahkemenin, o
davada uygulanacak bir kanun hükmünü Anayasa'ya aykırı görürse ilgili kanun
hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabileceğini düzenleyen
Anayasa'nın 152. ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un 40. maddesinin birinci fıkrası gereğince, 6183 sayılı
Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'a 25/5/1995 tarihli 4108 sayılı
Kanun'un 11. maddesiyle eklenen "Kanuni Temsilcilerin Sorumluluğu"
başlıklı mükerrer 35. maddesinin birinci fıkrasının, Anayasa'nın 2. maddesine
aykırı olduğu kanısına varılması nedeniyle bu kuralın iptali için Anayasa
Mahkemesine başvurulmasına; iptali istenen kuralın Anayasa'nın hangi
maddelerine aykırı olduğunu açıklayan gerekçeli başvuru kararının aslının,
başvuru kararına ilişkin tutanağın onaylı örneğinin, dava dilekçesi ile
dosyanın ilgili bölümlerinin onaylı örneklerinin dizi listesine bağlanarak
Anayasa Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine, 18/12/2024 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi.”