"...
“Davacı vekilinin dava dilekçesinde özetle; 30/06/2024 tarihinde davalıların oğlu olan … … … müvekkiline ait olan 06 … 135 plakalı aracı müvekkilinin izni dışında kullanmaya başladığını, müvekkilinin onu her ne kadar engellemeye çalışsa da küçük … … …'nun ısrarla aracı sürmeye devam ettiğini ve direksiyon hakimiyetini kaybederek yoldan çıktığını ve kaza mahallinde bulunan bir evin garajına girerek kazaya sebebiyet verdiğini, … … …'nun doğum tarihi 07/09/2007 olduğunu ve kaza günü henüz 18 yaşını doldurmadığını, … … … reşit değilken bu kazanın meydana gelmesine ve müvekkilinin aracının zarar görmesine sebep olduğunu, küçüğün haksız fiili nedeniyle ev başkanı olarak anne ve babası davalı sıfatına haiz olduklarını, öncelikle dava sürecinde geçecek zamanın uzunluğu da gözetilerek tensiple beraber ve ivedilikle müvekkiline ait 06 … 135 plakalı aracın hasarının keşif yapılarak tespit edilmesini, meydana gelecek trafik kazası nedeniyle şimdilik 40,00 TL araç mahrumiyet bedeli, 40,00 TL hasar-tamirat bedeli ve 20,00 TL değer kaybı olmak üzere toplamda 100,00 TL maddi tazminatın (belirsiz alacak davası) kaza tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalılar üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılara usulüne uygun şekilde tebligat yapılmış, davalı … … cevap dilekçesinde; öncelikle Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olması nedeniyle görevsizlik kararı verilmesini, esasa ilişkin olarak da anahtarın davacı tarafından çocuğa teslim edildiğini, aracın lastiklerin kötü durumda olduğunu iddia ederek davanın reddini talep etmiştir.
MAHKEMEMİZİN ANAYASAYA AYKIRILIK İDDİASI:
Öncelikle hukuki durumu kısaca açıklamak ve mahkememizin görevli olduğunu, dolayısıyla 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 369. maddesinin eldeki davada uygulanacak hüküm olduğunu açıklamak gerekmektedir.
Dava küçüğün fiilinden dolayı ortaya çıkan zararın tazmini talebine ilişkindir.
Ayırt etme gücüne sahip küçükler tarafından haksız fiilin işlenmesi durumunda sorumluluk iki çeşittir. Küçük, 6098 Sayılı TBK 49. maddesi uyarınca haksız fiilin faili olarak, anne ve babası ise 4721 Sayılı TMK 369. maddesi uyarınca ev başkanı olarak zarar görene karşı sorumludurlar. Her iki sorumluluk da birbirinden farklı hukuki nedenlere dayalı olup, zarar gören küçüğe ve ev başkanına karşı birlikte veya ayrı ayrı davalar açabilir. Aynı zarardan her ikisi de kendi malvarlıkları ile ayrı ayrı sorumlu olurlar. Haksız fiili gerçekleştiren kişi, davanın açıldığı tarihte ergin olsa bile, bu durum 4721 Sayılı TMK 369. maddesinde düzenlenmiş bulunan ev başkanının sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır.
Aile başkanı'nın sorumluluğunun yasal dayanağı, 4721 Sayılı TMK'nun 369. maddesi kanunun ikinci kitabında yer almakta olup 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usullerine Dair Kanun’un 4/1. maddesi, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun Üçüncü Kısım hariç olmak üzere İkinci Kitabı (TMK md. 118-395, 5133 sayılı K. md. 2) ile 3/12/2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanuna göre aile hukukundan doğan dava ve işlere Aile Mahkemesinde bakılacağı hükme bağlamıştır.
Reşit olmayan küçüğün haksız eylemi nedeniyle açılan davanın Aile Mahkemesinde görülebilmesi için davanın 4721 sayılı TMK'nun 369. maddesine dayalı olarak açılması gerekmektedir." (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2008/4-153 Esas,2008/139 Karar sayılı ve 20/02/2008 tarihli kararı, Yargıtay 17. Hukuk Dairesi'nin 2015/19195 Esas, 2018/11539 Karar sayılı ve 29/11/2018 tarihli kararı)
Eldeki davada, dava dilekçesinde açıkca TMK 369. maddesine dayanıldığı belirtilmiş olduğuna göre, 4787 Sayılı Aile Mahkemesinin Kuruluş Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun’un 4. maddesi gereğince görevli mahkeme Aile Mahkemesidir.
4721 sayılı TMK 369. maddesi gereğince; ''Ev başkanı, ev halkından olan küçüğün, kısıtlının, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunan kişinin verdiği zarardan, alışılmış şekilde durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle onu gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe sorumludur'' düzenlemesini içermektedir.
4721 sayılı TMK 369. maddesinde yer alan ''küçüğün'' ibaresinin aşağıda açıklanan nedenlerle ''ayırt etme gücüne sahip küçükler'' yönünden Anayasanın 2., 10., 20., ve 35. maddelerine aykırı olduğu kanaatine varıldığından, TMK 369. maddesinde düzenlenen ''küçüğün'' ibaresinin '' ''ayırt etme gücüne sahip küçükler'' yönünden iptaline karar verilmesi talep olunur.
TMK 369. maddesinde yer alan ''küçüğün'' ibaresi Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan ''Hukuk Devleti'' ilkesine aykırıdır.
Ayırt etme gücü TMK'da düzenlenmiş olup, TMK 16/2. maddesine göre; ''Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar haksız fiillerinden sorumludurlar.''
Ayırt etme gücüne sahip olan küçüğün haksız fiilinden sorumlu olacağı kanunda açık bir şekilde düzenlenmiştir. Medeni Hukuktaki ayırt etme gücüne ilişkin benzer düzenleme ceza hukukunda da mevcut olup, 5237 sayılı TCK 31. maddesinde yaş küçüklüğü hali ve küçüklerin fiillerinden hangi hallerde sorumlu olacağı düzenlenmiştir.
TMK 16. maddesinde ayırt etme gücüne sahip küçüğün haksız fiilinden sorumlu olacağı düzenlendiğine göre, kendi kusuruyla başkasına zarar veren haksız fiil faili olan küçüğün tazminat sorumluluğu da 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 49 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.
Ayırt etme gücüne sahip küçüğün haksız fiilinden sorumlu olmasına, haksız fiil sorumluluğunun da TBK'da ayrıntılı olarak düzenlenmesine rağmen, kendi fiiliyle başkasına zarar veren küçüğün filinden dolayı ev başkanı adı altında kusursuz bir kişiyi sorumlu tutmak hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Zaten ev başkanının sorumluluğunun düzenlendiği TMK 369. maddede küçüğün verdiği zararda ev başkanını sorumlu tutarken, aynı hükümde küçükle birlikte kısıtlıyı, akıl hastasını ve akıl zayıflığı bulunan kişileri birlikte saymıştır. Aslında kanun koyucunun amacının; akıl hastası ve kısıtlıda olduğu gibi ayırt etme gücü bulunmayan küçüklerin eylemleri dolayısıyla ev başkanını sorumlu tutmak olduğu anlaşılmaktadır. Ev başkanı sorumluluğunun kusursuz sorumluluk hali olduğu dikkate alındığında da, kusur isnat edilemeyen kişilerin fiillerinden dolayı ortaya çıkan zararın tazmini için bu hükmün mevcut olduğu düşünülmektedir. Kusur sorumluluğu kapsamında kendi fiilinden sorumlu olan ayırt etme gücü bulunan küçük yönünden ise ev başkanını sorumlu tutmanın hukuka aykırı olduğu, uygullamada bu haliyle TMK 369, TMK 16/2 ve TBK 49 ve devamı maddeleri arasında çelişki olduğu, bu durumun hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu, bu sorunun da TMK 369. maddesinde ''küçüğün'' ibaresinin ayırt etme gücü bulunan küçükler yönünden iptal edilmesi halinde hukuki karışıklığın giderileceği kanaatine varıldığından huzurdaki başvuruyu yapma gereği hasıl olmuştur.
TMK 369. maddesinde yer alan ''küçüğün'' ibaresi Anayasa'nın 10. maddesinde yer alan ''Kanun Önünde Eşitlik'' ilkesine aykırıdır.
Anayasa'nın 10/1 maddesinde; ''Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.'' hükmü yer almaktadır.
Yukarıda açıklandığı gibi, ayırt etme gücüne sahip haksız fiilinden sorumludur. Ayırt etme gücüne sahip herkesin olduğu gibi, ayırt etme gücüne sahip küçük de kusur sorumluluğu kapsamında zarar görene karşı sorumludur. Ayırt etme gücüne sahip kişilerin haksız fiil sorumluluğu herkes için eşit uygulanabilir iken TMK 369 maddesinde yer alan düzenleme bu eşitliği ortadan kaldırmakta ve ayırt etme gücüne sahip küçükler yönünden ayrıca ev başkanını da sorumlu tutarak ayırt etme gücüne sahip kişiler arasında kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı hukuki bir durum ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle TMK 369. maddesinde ''küçüğün'' ibaresinin ayırt etme gücü bulunan küçükler yönünden iptal edilmesi halinde bu eşitsizliğin giderileceği kanaatine varılmıştır.
TMK 369. maddesinde yer alan ''küçüğün'' ibaresi aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı ve aile hayatının gizliliği kapsamında Anayasa'nın 20. maddesinde yer alan ''Özel Hayatın Gizliliği'' ilkesine aykırıdır.
Anayasanın 20. maddesine göre; Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
Yukarıda açıklandığı üzere TMK 369. maddesi ayırt etme gücüne sahip küçüklerin fiillerinden dolayı ev başkanının sorumlu olduğunu düzenlemektedir. Ancak bu durum aile hayatına saygı gösterilmesini ve aile hayatının gizliliğini ihlal etmektedir. Dava konusu olayda olduğu gibi, ayırt etme gücüne sahip küçük ev hayatı dışında, anne ve babanın kontrolü altında değilken başkasına zarar verdiği durumda, ev hayatı dışında anne ve babayı küçüğün fiilinden sorumlu tutmak aile hayatına saygıyı ihlal eder. Her an her vakit anne ve babanın çocuğunu kontrol altında tutması, çocuğun davranışlarını yönlendirmesi beklenemez. Kaldı ki, ayırt etme gücüne sahip küçüklerin de ev hayatı dışında anne ve babalarından ayrı olarak anne ve babanın dahil olmadığı bir hayatları, sosyal çevreleri, arkadaşları vardır. Anne ve babanın da ayırt etme gücü bulunan çocuğun hayatına her an müdahalesi de kabul edilemez. Zaten böyle bir durum, yani anne babanın her an çocuğun hayatına müdahil olması da kişinin bağımsız bir birey olarak maddi ve manevi varlığını geliştirmesine engel olur.
Ayırt etme gücüne sahip küçüğün ev düzeni dışında, anne ve babadan habersiz bir şekilde kendi kusuruyla meydana gelen haksız fiil sorumluluğunu anne babaya yüklemek aile hayatına haksız müdahale teşkil eder. Ev başkanının kusursuz sorumluluğu ancak ayırt etme gücü bulunmayan küçüklerin fiilleriyle başkasına zarar verdiği durumda gündeme gelmesi gerekir. Bu haliyle TMK 369. maddesinde ''küçüğün'' ibaresinin ayırt etme gücü bulunan küçükler için de geçerli olması aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı ve aile hayatının gizliliğine aykırıdır ve iptal edilmesi gerekir.
TMK 369. maddesinde yer alan ''küçüğün'' ibaresi Anayasa'nın 35. maddesinde yer alan ''Mülkiyet Hakkı''na aykırıdır.
Ayırt etme gücü bulunan küçük kendi fiilinden sorumlu olduğu halde, küçüğün fiiline iştirak etmeyen anne babayı ev başkanının sorumluluğu kapsamında kusursuz sorumlu olarak kabul etmek ev başkanı olan anne babanın mülkiyet hakkına doğrudan müdahale niteliğindedir. Kusur sorumluluğu kapsamında tazmin edilebilecek ve faili belli olan fiilden kusursuz sorumluluk kapsamında kanunen anne babayı sorumlu tutmak mülkiyet hakkına aykırılık oluşturduğu kanaatiyle TMK 369. maddesinde ''küçüğün'' ibaresinin ayırt etme gücü bulunan küçükler yönünden iptali gerekmektedir.
Yukarıda açıklanan ve sayın Mahkemece re'sen göz önüne alınacak diğer Anayasaya aykırılık halleri dikkate alınarak; 4721 sayılı TMK 369. maddesinde yer alan ''küçüğün'' ibaresinin ''ayırt etme gücüne sahip küçükler'' yönünden Anayasanın 2., 10., 20., ve 35. maddelerine aykırı olduğu kanaatine varıldığından, TMK 369. maddesinde düzenlenen ''küçüğün'' ibaresinin '' ''ayırt etme gücüne sahip küçükler'' yönünden iptaline karar verilmesi Türk Milleti adına talep olunur.”
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:2025/139
Karar Sayısı:2025/205
Karar Tarihi:8/10/2025
R.G.Tarih-Sayı:31/12/2025-33124
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Kırşehir 2. Aile Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 369. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “…küçüğün,…” ibaresinin “ayırt etme gücüne sahip küçükler” yönünden Anayasa’nın 2., 10., 20. ve 35. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Trafik kazası nedeniyle açılan tazminat davasında itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN VE İLGİLİ KANUN HÜKÜMLERİ
A. İptali İstenen Kanun Hükmü
Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 369. maddesi şöyledir:
“II. Sorumluluk
Madde 369- Ev başkanı, ev halkından olan küçüğün, kısıtlının, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunan kişinin verdiği zarardan, alışılmış şekilde durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle onu gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe sorumludur.
Ev başkanı, ev halkından akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunanların kendilerini ya da başkalarını tehlikeye veya zarara düşürmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.
Zorunluluk hâlinde gerekli önlemlerin alınmasını yetkili makamdan ister.”
B. İlgili Görülen Kanun Hükümleri
Kanun’un;
1. 16. maddesi şöyledir:
“Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar
Madde 16- Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler. Karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanmada bu rıza gerekli değildir.
Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar haksız fiillerinden sorumludurlar.”
2. 339. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve uygularlar.”
3. 340. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Ana ve baba, çocuğu olanaklarına göre eğitirler ve onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâkî ve toplumsal gelişimini sağlar ve korurlar.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Kadir ÖZKAYA, Hasan Tahsin GÖKCAN, Basri BAĞCI, Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR Muhterem İNCE, Yılmaz AKÇİL, Ömer ÇINAR ve Metin KIRATLI’nın katılımlarıyla 17/6/2025 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu ve ilgili görülen kanun hükümleri, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Anlam ve Kapsam
3. 4721 sayılı Kanun’un 367. maddesinin birinci fıkrasında aile hâlinde yaşayan birden çok kimsenin oluşturduğu topluluğun kanuna, sözleşmeye veya örfe göre belirlenen bir ev başkanının olması durumunda evi yönetme yetkisinin ona ait olduğu belirtilmiştir. Buna göre ev başkanlığından bahsedebilmek için birden çok kişinin ortak bir ev başkanlığı yönetimi altında birlikte yaşaması gerekmektedir.
4. Anılan fıkraya göre ev başkanlığı kanuna, sözleşmeye veya örf ve âdete göre kurulabilir. Söz konusu Kanun’un 335. maddesinde ergin olmayan çocuğun, ana ve babasının velayeti altında olduğu, yasal sebep olmadıkça velâyetin ana ve babadan alınamayacağı; 336. maddesinde ise evlilik devam ettiği sürece ana ve babanın velayeti birlikte kullanacakları düzenlenmiştir. Ayrıca Kanun’un 186. maddesinin ikinci fıkrasında evlilik birliğini eşlerin beraberce yönetecekleri belirtilmiştir. Dolayısıyla anne ve babasıyla yaşayan ergin olmayan çocukların anne ve babanın velayeti altında olmaları, velayeti birlikte kullanmaları ve evlilik birliğini birlikte yönetmelerine ilişkin bu düzenlemeler anne ve baba ile küçük arasındaki ev başkanlığı ilişkisinin kanuni temelini oluşturmaktadır.
5. Öte yandan 367. maddenin birinci fıkrasına göre bir arada yaşayan kişilerin sözleşmeyle ev başkanını belirlemeleri de mümkündür. Sözleşme ilişkisine dayalı ev başkanı, gerçek kişi olabileceği gibi özel hukuk tüzel kişisi de olabilir. Geniş ailenin söz konusu olduğu birden çok kan ve/veya kayın hısımlarının bir arada yaşadığı durumlarda ise ev başkanı örf ve âdete göre belirlenebilir.
6. Dolayısıyla ev başkanı ilişkisinden bahsedebilmek için aile hâlinde birlikte yaşama iradesine sahip kişiler üzerinde bir yönetim yetkisinin bulunmasının gerektiği anlaşılmaktadır. Söz konusu yönetim yetkisi zamana göre değişebilecek, diğer bir ifadeyle kişi farklı zamanlarda iki farklı ev başkanının yönetimine tabi olabilecek ve bu hâllerde ev başkanlığı yönetimi ve bu kapsamdaki sorumluluk birinden diğerine geçebilecektir.
7. Anılan fıkrada her ne kadar “Aile hâlinde yaşayan…” ibaresine yer verilmişse de söz konusu maddenin ikinci fıkrasında evi yönetme yetkisinin kan veya kayın hısımlığı, işçilik, çıraklık veya benzeri sebeplerle ya da koruma ve gözetme ilişkisi içinde ev halkı olarak bir arada yaşayanların hepsini kapsadığının belirtildiği gözetildiğinde ev başkanlığı ilişkisinde bir arada yaşayan insanların sadece birbiriyle kan veya kayın hısımlığı bulunan aile bireyleri olması zorunluluğunun aranmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla koruma ve gözetme ilişkisinin bulunması şartıyla fıkrada sayılmayan başka bireylerin de ev başkanının yönetimine tabi kişiler olması mümkündür.
8. 369. maddede ev başkanının sorumluluğu düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında ev başkanının ev halkından olan küçüğün, kısıtlının, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunan kişinin verdiği zarardan, alışılmış şekilde, durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle onu gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe sorumlu olduğu belirtilmiştir. Anılan fıkrada yer alan “…küçüğün…” ibaresi itiraz konusu kural olup kural “ayırt etme gücüne sahip küçükler” yönünden incelenmiştir.
9. Doktrin ve yargı kararlarında da belirtildiği üzere maddede ev başkanının yönetimi altındaki kişiler üzerindeki bu sorumluluğun dikkat ve özen yükümlülüğüne dayanan kusursuz sorumluluk olduğu anlaşılmaktadır (birçok karar arasından bkz. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, E.2023/2412, K.2024/625, 14/2/2024; E.2023/1757, K.2023/3745, 14/12/2023). Birden fazla ev başkanının olduğu hâllerde ise ev başkanları gözetim ve denetimi altındaki kişilerin verecekleri zararlardan müteselsil olarak sorumlu olacaklardır (aynı yönde bkz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E.2017/3-1049, K.2021/799, 17/6/2021; Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, E.2023/2431, K.2024/341, 23/1/2024).
10. Öte yandan ev başkanının aynı zamanda veli olması durumunda ev başkanının ayırt etme gücüne sahip küçükler üzerindeki özen ve gözetim yükümlüğü velayet hakkından doğmaktadır. 339. maddenin birinci fıkrasında anne ve babanın çocuğun bakımı ve eğitimi konusunda onun menfaatini gözönünde tutarak gerekli kararları alacağı ve uygulayacağı; 340. maddenin birinci fıkrasında ise anne ve babanın olanaklarına göre çocuğu eğitecekleri ve onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve toplumsal gelişimini sağlayarak koruyacakları düzenlenmiştir. Anne ve babaların ayırt etme gücüne sahip çocuklarının üçüncü kişilere verdiği zararlardan sorumlu tutulmaları bu özen ve gözetim yükümlülüğünden kaynaklanmaktadır.
11. 369. maddenin birinci fıkrasında ayrıca ev başkanı/başkanlarına kurtuluş kanıtı getirme imkânı sağlanmak suretiyle bu kişilerin alışılmış şekilde, durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle zarar vereni gözetim altında bulundurdukları veya bu dikkat ve özeni gösterselerdi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceklerini ispat etmeleri hâlinde sorumluluktan kurtulacakları belirtilmiştir. Anılan fıkrada ayrıca ev başkanının gözetim ve denetimi altındaki kişilerin verdiği zararlardan sorumlu olacağı belirtilerek sorumluluğun kapsamının haksız fiillerle sınırlandığı anlaşılmaktadır.
12. Diğer yandan ev başkanının/başkanlarının sorumlu olduğu zararın üçüncü kişilere verilen maddi ve manevi zararları kapsadığı anlaşılmaktadır (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, E.2017/2764, K.2017/11656, 25/10/2017).
13. Kuralda geçen küçük ibaresi ergin (reşit) olmayan kişiyi ifade etmektedir. Öte yandan 11. maddenin birinci fıkrasında erginliğin on sekiz yaşın doldurulmasıyla başlayacağı; ikinci fıkrasında evlenmenin kişiyi ergin kılacağı; 12. maddesinde de on beş yaşını dolduran küçüğün, kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkemece ergin kılınabileceği düzenlenmiştir.
14. 13. maddede ise yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkesin Kanun’a göre ayırt etme gücüne sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla kuralın kapsamını oluşturan ayırt etme gücüne sahip küçüklerin on sekiz yaşını doldurmamış ve ergin kılınmamış olmakla birlikte akla uygun davranma yeteneğinden yoksun olmayan çocukları ifade ettiği anlaşılmaktadır.
B. İtirazın Gerekçesi
15. Başvuru kararında özetle; ayırt etme gücüne sahip küçüklerin haksız fiil sorumluluklarının bulunmasına karşın itiraz konusu kural gereğince ev başkanının da küçüğün eylemi nedeniyle aynı zarardan sorumlu olduğu, bu durumun normlar arasında çelişki oluşturduğu, bu yönüyle kuralın hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı, kuralla ayırt etme gücüne sahip küçükler ile ayırt etme gücüne sahip diğer kişiler arasında haksız fiil sorumluluğu bakımından eşitsizlik meydana getirildiği, ayrıca her anne ve babanın, çocuklarının fiillerinden kusursuz olarak sorumlu tutulmalarının çocuklara ev dışındaki hayatlarında sürekli olarak müdahale edilmesine neden olacağı, bu durumun özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkıyla örtüşmediği, anne ve babanın kusuru olmaksızın zarardan sorumlu tutulmalarının ise mülkiyet hakkına ölçüsüz sınırlama getirdiği belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 10., 20. ve 35. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
C. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
16. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 5. ve 17. maddeleri yönünden de incelenmiştir.
17. Anayasa’nın 17. maddesinde “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmiştir. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklarındandır.
18. Anayasa’nın 5. maddesi insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamayı devletin temel amaç ve görevleri arasında saymıştır.
19. Anayasa’nın 17. maddesinde temel haklar olarak güvence altına alınan yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının etkili şekilde korunması yalnızca devletin bu haklara müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Bu bağlamda Anayasa’nın 5. ve 17. maddeleri uyarınca devletin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Anılan pozitif yükümlülükler bazı durumlarda söz konusu temel hakların korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirir (benzer yöndeki karar için bkz. AYM, E.2019/11, K.2019/86, 14/11/2019, § 13).
20. Devletin söz konusu pozitif yükümlülüğü, kişinin uğradığı zararı tespit ve tazmin edecek etkili mekanizmalar kurma, bu kapsamda gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal prosedürleri sağlama, bu suretle yargısal ve idari makamların kişilerin idare ve özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermelerini temin etme sorumluluğunu da içermektedir (AYM, E.2021/82, K.2022/167, 29/12/2022, § 49).
21. Öte yandan Anayasa’nın 35. maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir./ Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir./ Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır.
22. Mülkiyet hakkı; kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun semerelerinden yararlanma imkânı veren bir haktır (AYM, E.2022/128, K.2023/136, 26/7/2023, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri [1. B.], B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32).
23. Anayasal anlamda mülkiyet hakkı ekonomik değer ifade eden ve değeri parayla ölçülebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2018/106, K.2019/80, 16/10/2019, § 14). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî ve sınai mülkiyet haklarının yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. AYM, E.2017/172, K.2018/32, 28/3/2018, § 26; Mahmut Duran ve diğerleri [2. B.], B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
24. Mülkiyet hakkının etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin bu hakka müdahaleden kaçınmasıyla sağlanamaz. Anayasa’nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Devlet; kişilerin mülkiyet hakkından tam anlamıyla yararlanabilmeleri ve etkili bir şekilde mülkiyet hakkının korunması amacıyla yasal, idari, mali, yargısal ve diğer önlemleri almak zorundadır.
25. Devletin söz konusu yükümlülük çerçevesinde -özel kişiler arası uyuşmazlıklarla ilgili olsun ya da olmasın- alacakların tahsilinin düzenlenmesi ve kişilerin alacaklarına kavuşması bakımından etkili bir sistem kurma sorumluluğu bulunmaktadır. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri, karşılıklı hak ve menfaatler dengesine dayanmaktadır (AYM, E.2024/10, K.2024/97, 4/4/2024, § 23; E.2021/82, K.2022/167, 29/12/2022, § 17; E.2019/11, K.2019/86, 14/11/2019, §§ 13-14; Eyyüp Boynukara [1. B.], B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39, 40).
26. Bununla birlikte kanun koyucunun öngördüğü düzenlemelerde menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine ölçüsüzlüğe neden olması mülkiyet hakkı yönünden pozitif yükümlülüklerle bağdaşmayabilir. Bu bağlamda her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir netice doğuracak şekilde sonuçlandırılmaması gerekir. Menfaat dengesinin adil bir şekilde kurulup kurulmadığının değerlendirilmesinde ise taraflara tanınan tüm imkânların gözönünde bulundurulması zorunludur (bazı değişikliklerle birlikte AYM, E.2019/11, K.2019/86, 14/11/2019, § 16).
27. İtiraz konusu kural, ayırt etme gücüne sahip küçüklerin haksız fiil işlemek suretiyle üçüncü kişilere verdikleri zararlardan ev başkanının sorumlu olmasını öngörmektedir. Kuralın ev başkanının ve üçüncü kişinin mal varlığı değerleri ile maddi ve manevi varlıklara ilişkin düzenleme içermesi nedeniyle Anayasa’nın 17. ve 35. maddeleri bağlamında devlete yüklenen pozitif yükümlülükler çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir. Bu kapsamda yapılacak değerlendirmede ise zarar gören üçüncü kişilerin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ve mülkiyet hakkı ile ev başkanının mülkiyet hakkından kaynaklanan menfaat dengesi dikkate alınmalıdır.
28. Ayırt etme gücüne sahip küçükler, 4721 sayılı Kanun’un 16. maddesine göre haksız fiillerinden dolayı üçüncü kişilere verdikleri zarardan sorumludurlar. Bununla birlikte kuralla, ayırt etme gücüne sahip küçüklerle birlikte, gözetiminde oldukları ev başkanları da küçüğün üçüncü kişiye verdiği zararlardan sorumlu tutulmuştur. Diğer bir ifadeyle ev başkanının sorumlu olması küçüğün sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır.
29. Nitekim yargı kararlarında da fiil ehliyetine sahip bulunmayan küçükler tarafından haksız fiil işlenmesi durumunda iki tür sorumluluğun ortaya çıktığı, küçüklerin haksız fiil faili olarak, ev başkanının ise anılan Kanun'un 369. maddesi gereğince zarar görene karşı sorumlu oldukları, her iki sorumluluğun da birbirinden farklı hukuki nedenlere dayandığı, zarar görenin küçüğe ve aile başkanına karşı birlikte veya ayrı ayrı dava açılabileceği, aynı zarardan her ikisinin de kendi mal varlıkları ile ayrı ayrı sorumlu oldukları belirtilmiştir (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, E.2023/5776, K.2024/3527, 5/11/2024). Haksız fiilde bulunan küçüğün yanında ev başkanının da meydana gelen zararlardan sorumlu tutulması, hukuken sorumlulukları bulunsa da küçüklerin çoğunlukla kendi mal varlıklarının bulunmaması nedeniyle fiilen zararı tazmin etmekten yoksun olmalarından kaynaklanmaktadır (benzer yönde bkz. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi, E.2015/12161, K.2018/5977, 7/6/2018; Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, E.2017/2764, K.2017/11656, 25/10/2017). Nitekim sadece küçüğün sorumlu tutulduğu hâllerde çoğunlukla zarar gören kişilerin bu zararlarını tazmin edemeyecekleri açıktır.
30. Diğer yandan anne ve/veya babanın küçüğü topluma hazırlamak amacıyla dikkatli ve özenli eğitmesi ve yetiştirmesi, Kanun’un 339. ve 340. maddeleri gereğince anne ve babalara yüklenen bir yükümlülüktür. Bu yükümlülüğün ev başkanı olan anne ve/veya baba tarafından yerine getirilmemesi sonucu üçüncü kişilerin zarar görmesi hâlinde ev başkanının ortaya çıkan zarardan sorumlu olmasının hakkaniyete aykırı olduğu söylenemez.
31. Ayırt etme gücüne sahip küçüklerin anne ve baba dışında ev başkanı olabilecek diğer kişilerin gözetiminde yaşamaları da mümkündür. Böyle bir durumda ev başkanı ile küçük arasında velayet bağı bulunmamakla birlikte küçük üzerinde özen ve gözetim yükümlülüğünü ev başkanına yükleyen hukuksal bir bağ kurulduğu açıktır. Her hâlükârda ev başkanının sorumluluğu küçük üzerindeki özen ve gözetim yükümlüğünden kaynaklanmakta olup bunun kapsamını söz konusu yükümlülüğün yerine getirilip getirilmemesi oluşturmaktadır.
32. Kuralla ayırt etme gücüne sahip küçüğün üçüncü bir kişiye zarar vermesi hâlinde ev başkanının bu zarardan sorumlu olması, karine olarak kabul edilmekle birlikte ev başkanı alışılmış şekilde, durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle küçüğü gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat ettiği takdirde söz konusu sorumluluktan kurtulabilecektir. Kuralda yer alan alışılmış şekilde durum ve koşulların gerektirdiği dikkat ölçütü her olayın özelliğine göre değerlendirilecektir.
33. Dolayısıyla ayırt etme gücüne sahip küçüklerin üçüncü kişilere verdikleri zarardan ev başkanının özen ve gözetim yükümlülüğünden kaynaklanan sorumluluğunun öngörülebilir ve sınırlı olduğu, söz konusu yükümlülüğün yerine getirildiği veya getirilse bile zararın oluşmasına engel olunamayacağının ortaya konulması hâlinde sorumluluktan kurtulmanın da mümkün olduğu anlaşılmaktadır.
34. Öte yandan ev başkanının kurtuluş kanıtıyla sorumluluk karinesinin aksini ispat etmesi durumunda doğrudan ayırt etme gücüne sahip küçüğün sorumluluğuna gidebilecektir. Ayrıca ayırt etme gücüne sahip küçüğün haksız fiilinden doğan zarardan küçüğün yanı sıra ev başkanının sorumlu tutulmasına ilişkin kuralın üçüncü kişinin zararının giderilmesi açısından tamamlayıcı nitelikte olduğu açıktır.
35. Bu itibarla kural kapsamında ayırt etme gücüne sahip küçükler yönünden üçüncü kişiye verilen zararlardan dolayı ev başkanının sorumlu tutulmasının buna ilişkin kurtuluş kanıtının varlığı da gözetildiğinde ev başkanı aleyhine aşırı bir külfete yol açmadığı, ayrıca zarar gören açısından ayırt etme gücüne sahip küçüğün doğrudan sorumluluğuna gidilebileceği dikkate alındığında tarafların çatışan menfaatleri arasındaki makul dengenin de ortadan kaldırılmadığı, bu yönüyle kuralda devletin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile mülkiyet hakkından kaynaklanan pozitif yükümlülüğüyle çelişen bir yönün bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
36. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 5., 17. ve 35. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 5., 17. ve 35. maddeleri kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 10. ve 20. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
IV. HÜKÜM
22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 369. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “…küçüğün,…” ibaresinin “ayırt etme gücüne sahip küçükler” yönünden Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE 8/10/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Kadir ÖZKAYA
Başkanvekili
Basri BAĞCI
Üye
Engin YILDIRIM
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Kenan YAŞAR
Muhterem İNCE
Yılmaz AKÇİL
Ömer ÇINAR