“Uyuşmazlıkların sulh yoluyla çözümlenmesinin; ön plânda
taraflar ve geri plânda da toplumsal barış açısından büyük önem taşıdığı
muhakkaktır. Ancak bugüne kadarki uygulamada sulh, neredeyse yok denecek kadar
az bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Gözlemlediğimiz kadarı ile bunun
nedenlerinin başında, hâkimlerin (iş çokluğuna bağlı olarak) zamanlarının
darlığı, yapacakları girişimin hâkimi red sebebi oluşturabileceği çekincesi ile
bu konuda bilgi ve deneyim eksikliği gibi nedenler gelmektedir. Bu nedenle ön inceleme
duruşmalarında sulh ve arabuluculuk, tarafların beyanları ile geçiştirilen
duruşmalar haline gelmekte ve bu duruşmalar yargılamanın seyrine olumlu katkı
yapmayan göstermelik işlemler olarak ortaya çıkmaktadır.
Her ne kadar teoride tarafları sulh edip dosyayı hemen neticeye
bağlamanın yargılamaya fayda sağlayacağı düşünülse de pratikte durum böyle
değildir. Bu düşünce, maddi gerçeklikten uzak bir hayal ürünüdür. Bunun sebebi
teoride düşünülen her varsayımın pratikte uygulanabilirliğinin olmamasıdır. Uygulamadan
bihaber kanun maddesi yorumlandığında kanun koyucunun düşüncesi son derece
makul ve uygulanabilir olduğu düşünülebilmektedir. Kanun koyucu uygulamada
bunun mümkün olmadığını tecrübe etmediğinden ön inceleme duruşmasında tarafları
sulh ve arabuluculuğa yönlendirmenin fayda sağlayacağı düşüncesindedir. Bugüne
kadarki ön inceleme duruşmalarında tarafların sulh olmaları hiç yok denecek
kadar az rastlanan bir durumdur. Yaptığımız bilimsel araştırmalar çerçevesinde
Adalet Bakanlığınca hazırlanan 2021 yılı adli istatistik verilerine göre 2021
yılında karara bağlanan 2.582.086 dosyadan sadece ve sadece 1.266 dosya sulh
ile sonuçlandığı tespit edilmiştir. Bu da oransal olarak % 0,05 dir. Kaldı ki
bu sayı yargılamanın ilk duruşması olan ön inceleme aşamasında değil tüm
safhasında olan sayıdır.
Pratikte fayda sağlamayan itiraz konusu kısımlar ayrıca diğer
itiraza konu ettiğimiz ön incelemenin duruşmasız yapılmasına da engel
oluşturmaktadır. Bu itiraz konusu kısımlar ile itiraz konusu ettiğimiz 6
numaralı ve 7 numaralı dosyadaki ilgili kısımların iptali ile birlikte ön
inceleme safhası duruşma yapılmaksızın dosya üzerinden, tarafları sulh ve
arabuluculuğa yönlendirmeden ve taraf imzalarına gerek duymadan en kısa şekilde
yerine getirilecektir. 6, 7 ve 8 numaralı itiraz davalarında iptal kararı
verilir ise şöyle bir durum ortayaca çıkacaktır. Dava dilekçesi ve tensip
zaptının davalıya tebliği ile davalı tarafın cevap verme süresi içinde cevap
verildiği anda, cevap vermezse sürenin dolduğu anda, ek cevap süresi verilmişse
bu süre içinde cevap verildiğinde veya cevap verilmemişse bu sürenin dolduğu
anda UYAP'a eklenecek küçük bir yazılım güncellemesi ile ön incelemesi
yapılması gereken dosyalar uyarısı verilecek ve mahkemece dosya duruşmasız
incelenerek ön inceleme yapılacak ve tahkikata geçilecektir. Tüm bunlar
yapıldıktan sonra yeni tahkikat duruşma gününün de yazılı olduğu ön inceleme
duruşma zaptı aynı tebligat içinde taraflara tebliğ edilecektir.
Mesela ön inceleme için dosyayı kontrol eden iş mahkemesi
hakimi, dava ve cevap dilekçesinde tanık bildirildiğini görünce tanık
dinleyeceğinden duruşmasız olarak yaptığı ön inceleme zaptında tanıklara
davetiye çıkarılması yönünde ara karar kuracak, ya da ortaklığın giderilmesi
dosyasına bakan sulh hukuk hakimi keşfe gitmesi gerekiyorsa bu yönde bir ara
karar kuracak, bilirkişi incelemesi yapması gerekiyorsa bu yönde bir ara karar
kuracaktır. Yine aynı şekilde temerrüt nedeniyle kiralananın tahliyesi davasına
bakan sulh hukuk hakimi eksiklikler giderilmişse dosyayı hesaplama için
bilirkişiye tevdi edecek, eksiklikler giderilince ilk celsede karara (harç
tamamlamaya ilişkin 12 numaralı ve asgari değere ilişkin 11 numaralı kısımların
iptali ile birlikte) çıkarılacaktır. Benzer şekilde kamulaştırma davasına bakan
asliye hukuk hakimi ön inceleme duruşması ile birlikte keşif kararı verecek ilk
celsede dosya karara çıkacaktır. Yine benzer mahiyette nafaka davasına bakan
aile mahkemesi hakimi ön inceleme için dosyayı artış oranlarına göre nafaka
belirlemek üzere dosyayı bilirkiye tevdi edecek ve ilk celsede dosyada karara
çıkacaktır. Bu örnekleri arttırmak mümkündür ancak dilekçelerin hacmini
arttırmamak adına bu kadarıyla sınırlı tutmaktayız.
1950 yılından beri yürürlükte olan 5521 sayılı İş Mahkemeleri
Kanunu’nun 7. maddesinde: “İlk oturumda mahkeme tarafları sulhe teşvik eder.
Uzlaşamadıkları takdirde yargılamaya devam olunur” denilmesine rağmen, bugüne
kadar geçen yetmiş yılda iş mahkemelerinde sulh girişiminde bulunulduğu ve sulh
olunduğu hiç yok denecek kadar az rastlanan, tarafların sulh olması, benzerine
pek az rastlanan nadide vakalar, ekstrem durumlardır.
Yasanın temel felsefesine, Anadolu toplumunun uzlaşı kültürüne,
yazılı olmayan kurallar bütünü olan töresine, gelenek ve göreneklerine
bakıldığında sulh ve arabuluculuk müessesesi toplumumuz açısından oldukça
yerinde bir düzenlemedir. Ancak her düzenlemenin bir uygulanabilirliği olması
gerekmektedir. Maddi gerçekler çerçevesinde değerlendirme yapacak olursak;
günümüzde arabulucular dahi ellerindeki tek dosya ile bazen günlerce mesai
harcayarak tarafları anlaşmaya çalıştırmaktadır. Arabulucuların bu denli
harcadıkları emek ve mesai neticesinde anlaşma sağlandığı hususu da nazara
alındığında bu vazifeyi mahkemelerin üstlenmesi fiilen imkansızdır. Her ne
yapılırsa yapılsın maddenin bu kısmı uygulama alanı bulamayacaktır. Çünkü
yargılamanın işleyişine aykırıdır. Derdest dosyaların sayısı azalsa dahi bu
mümkün değildir. Elbetteki tarafları anlaştırıp aralarındaki husumeti gidermek
toplumsal barış açısından da oldukça mühimdir. Ancak bunu yapmak, esas hakkında
hüküm kurmak ile görevli hakimin vazifesi değildir. Bunu yapmak hakimin
arabuluculuk görevini üstlenmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca taraflar çoğu
zaman anlaşmaya hazır değillerdir, tarafları ikna çabaları da nazara alındığında
tarafları sulh etmenin çok zaman alacağı ve ihtimam gerektiren bir durum olduğu
aşikardır. Hakimin esas vazifesini bir kenara bırakıp taraflar arasında
arabuluculuk yapması kendisinden beklenecek bir husus değildir. Kaldı ki
hakimin kurduğu ara kararlardan dahi reyi bazen belli olabilmekteyken, sulh ve
arabulucukta aktif rol alması hakimin reyini apaçık belli edecektir. Bu husus
kaçınılmaz bir gerçektir. Olmama ihtimali yoktur. Tüm bu hususlar
gözetildiğinde itiraz konusu ettiğimiz kısımların iptali gerekmektedir. Ayrıca
bir çok alanda zorunlu arabuluculuk müessesi ile hedeflenen gayenin
gerçekleştirildiği ve bu müessenin başarısı düşünüldüğünde yasadaki bu mükerrer
uygulamanın artık hukuk düzleminden ilgası zaruret halini almıştır.
İPTALİ İSTENEN KANUN MADDESİNİN ANAYASA'ya ve AİHS'ye AYKIRILIĞI
VE HUKUKİ GEREKÇESİ :
Anayasa'nın 2. maddesi (Cumhuriyetin nitelikleri - Hukuk
devleti) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.
(AYM, E.2023/161, K.2024/53, 22/02/2024, § …) (AYM, E.2017/48, K.2017/129,
26/07/2017, § …)
Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan hukuk
devleti ilkesi gereği kanunlar kamu yararı amacıyla çıkarılır. Anayasa Mahkemesinin
kararlarına göre kamu yararı genel bir ifadeyle bireysel, özel çıkarlardan ayrı
ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir. Kanunun amaç ögesi
bakımından Anayasa’ya uygun sayılabilmesi için çıkarılmasında kamu yararı
dışında bir amacın gözetilmemiş olması gerekir. Kanunun kamu yararı dışında bir
amaçla yalnız özel çıkarlar için veya yalnızca belirli kişilerin yararına
olarak çıkarılmış olduğu açıkça anlaşılabiliyorsa amaç unsuru bakımından
Anayasa’ya aykırılık söz konusudur. (AYM, E.2023/161, K.2024/53, 22/02/2024, §
…)
Kural uyarınca, itirazın gerekçesi kısmında detaylıca
belirttiğimiz sebeplerden ötürü ön inceleme aşamasında tarafların sulh ve
arabuluculuğa sevki ile olumlu yönde netice alınmasının uygulama imkanının
olmadığı, bu hali ile tarafları sulh ve arabuluculuğa sevkinin zorunlu olması
ve bu prosedürün yargılamaya katkı sağlamayan bir durum olduğu gözetildiğinde
bu düzenlemenin devletin adil bir hukuk sistemi kurup geliştirme yükümlülüğüne
aykırı olduğu anlaşılacaktır. Ayrıca bu madde hukuk devletinde kanunların
konuluş amacı olan kamu yararına da aykıdır.
Diğer yandan kanun koyucu, takdir yetkisi kapsamındaki
düzenlemeleri yaparken hukuk devleti ilkesinin de bir gereği olan ölçülülük
ilkesiyle bağlıdır. Söz konusu ilke, kuralda öngörülen düzenleme ile ulaşılmak
istenen amaç arasında makul bir dengenin bulunmasını gerektirmektedir (AYM,
E.2020/95, K.2022/3, 26/1/2022, § 17; E.2019/88, K.2022/159, 13/12/2022, § 28).
(AYM, E.2023/161, K.2024/53, 22/02/2024, § …)
Bu bağlamda ön inceleme duruşmasında tarafların sulh ve
arabuluculuğa sevk edilmesi zorunluluğu ve bunun uygulamada başarı imkanının
olmadığı hususları gözetildiğinde öngörülen düzenleme ile ulaşılmak istenen
amaç arasındaki makul dengeyi sağlamadığından bu kuralın ölçülü olmadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
Hukuk devletinin temel unsurlarından biri de belirlilik
ilkesidir. Bu ilkeye göre yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Belirlilik ilkesi,
hukuksal güvenlikle bağlantılı olup kişinin kanundan belirli bir kesinlik
içinde hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun
bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini verdiğini bilmesini
zorunlu kılmaktadır. Kişi ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri
öngörebilir ve davranışlarını ayarlayabilir. Hukuki güvenlik ilkesi bireylerin
tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal
düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli
kılar (AYM, E.2020/80, K.2021/34, 29/4/2021, § 25; E.2022/9, K.2022/80,
21/6/2022, § 11).
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede tarafların ön inceleme
duruşmasında sulh ve arabuluculuğa sevk edilmesi, hukuki yarar sağlamayıp
mahkemeye erişimi zorlaştırdığından bu hali ile keyfi bir düzenlemedir, hukuki
güvenlik ve belirlilik ilkelerine aykırıdır.
Anayasa'nın 5. (Devletin Temel Amaç ve Görevleri - kişinin temel
hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak) uyarınca
yapılan değerlendirmede;
Anayasa'nın 5. maddesinde "Devletin temel amaç ve
görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır." denilmektedir.
Buna göre kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak devletin
temel amaç ve görevlerindendir.
Anayasa'nın 5. maddesinde; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak devletin temel
amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Buna göre bireylerin yaşam şartlarının
iyileştirilmesi ve hak ve özgürlüklere ulaşmalarının önündeki her türlü engelin
kaldırılması devletin anayasal bir ödevidir. (Tuğçe Akgül Maraş, B. No:
2019/6744, 1/11/2023, § …) ilgili maddenin iptali ile vatandaşın hak arama
özgürlüğü önünde engel olan bu madde kaldırılacak ve hak kayıplarının önüne
geçilecek pratik çözümler uygulama alanı bulacaktır.
Bu hali ile uygulanabilirliği olmayan bir hükmün yargılamanın
önünde engel teşkil edecek şekilde uygulanmaya zorunlu kılınması hukuk
devletinin temel amaç ve görevlerine aykırıdır.
Anayasa'nın 13. maddesi (Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre mahkemeye erişim
hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, ayrıca Anayasa’da
öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip
olması Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de
bir gereğidir. Hukuk devletinde, kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken
bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu
ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM,
E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde
sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde
güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
Anayasa’nın 13. maddesinde güvence altına alınan ölçülülük
ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın amaca ulaşmaya elverişli
olmasını, gereklilik amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir
ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile amaç arasında makul
bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Kuralla mahkemeye
erişim hakkına getirilen sınırlamanın elverişlilik, gereklilik ve orantılılık
alt ilkelerine uygun olması gerekir.
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede ilgili madde, sınırlamanın
belirtilen gerekçelerle amaca ulaşmaya uygun olmaması nedeniyle elverişli
olmadığı, amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmaması nedeniyle gereklilik
ölçütüne aykırı olduğu, diğer bir ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama
olan duruşmasız öninceleme ile ulaşılmasının mümkün olduğu, hakka getirilen
sınırlama ile amaç arasında makul bir dengenin gözetilmemesi nedeniyle
orantılılık ölçütüne aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
Anayasa'nın 36. maddesi (Hak Arama Hürriyeti - adil yargılanma
hakkı) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 36. maddesinde “Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. /Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi
içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” denilmektedir. Anılan maddeyle güvence
altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, bir temel hak niteliği
taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
birini oluşturmaktadır. Kişinin bir haksızlığa uğradığını iddia edebilmesinin
ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri
sürüp kanıtlayabilmesinin, uğradığı zararı giderebilmesinin en etkili ve
güvenceli yolu yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM,
E.2017/178, K.2018/82, 11/7/2018, § 11).
Sözleşme’de açıkça yer almasa da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) mahkemeye erişim hakkını adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından
biri olarak nitelendirmektedir (Roche/Birleşik Krallık [BD], B. No: 32555/96,
19/10/2005, § 117; Stanev/Bulgaristan [BD], B. No: 36760/06, 17/1/2012, § 229).
AİHM, mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren
uygulamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini vurgulamaktadır
(Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36).
Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52).
Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri mahkemeye erişim
hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme
yetkisine sahip bir mahkeme önüne götürülmesi hakkını da kapsar. Kişinin
uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da
maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu
yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM, E.2021/20,
K.2022/84, 30/6/2022, § 10).
İtiraz konusu kural uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara
bağlanmasına engeldir.
AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye
erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını
gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak
AİHM; bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek
şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade
etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan
sınırlamalar Sözleşme'nin 6. maddenin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer
Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye,
B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B.
No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).
Devletin bu müdahalesi daha çok süreler veya usullerle
ilgilidir. Belirli kıstaslar konulması usul yargılamasının doğası gereğidir.
Fakat bu itiraza konu dosyadaki gibi tarafların sulh olmayacaklarını, bunun
uygulanabilirliğinin olmaması da gözetildiğinde amaç ile araç arasında makul
bir orantılılık olmadığı anlaşılacaktır.
Temel bir hak olarak kabul edilen adil yargılanma hakkı,
yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmasını, bu surette bireylerin
haklarına mümkün olan en kısa sürede kavuşmalarını da içermektedir. Bu bağlamda
çağdaş hukuk devletinde, devletin temel hizmetlerinden birisi olarak yargı
hizmetleri ve adalet dağıtımı, yargılama faaliyetinin hızlı bir şekilde
gerçekleştirilip, hak arayanların makul sürede haklarına kavuşmalarının
sağlanmasını gerektirmektedir.
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede ön inceleme duruşmasında
tarafların sulh ve arabuluculuğa sevki emek ve mesai kaybına sebebiyet verdiği,
bu safhanın duruşmalı yapılmasını zorunlu kıldığı, uyuşmazlığın etkili bir
şekilde değerlendirilmesi ve bireyin karar alma hakkını ihlal ettiği açıktır.
Anayasa'nın 40. maddesi (Temel Hak Ve Hirriyetlerin Korunması) uyarınca
yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 40. maddesinin birinci fıkrasında “Anayasa ile
tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.”
denilmiştir. Anılan hükme göre kişilerin yargı makamları ile idari makamlar
önünde haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması anayasal bir
zorunluluktur. Bu zorunluluk, temel hak ve özgürlüğü ihlal edilen ya da ihlal
edildiğini iddia eden kişilerin ilgili yargı veya idari merciler nezdinde
şikâyetlerini dile getirmesi hususunda devlete gerekli ve yeterli mekanizmaları
oluşturarak uygun koşulları sağlama yükümlülüğü getirmektedir (AYM, E.2019/102,
K.2019/99, 25/12/2019, § 16).
Bu çerçevede Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan
etkili başvuru hakkı; anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren
herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul,
erişilebilir, etkili, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da
sonuçlarını ortadan kaldırmaya elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda
bulunabilme imkânının sağlanmasını teminat altına almaktadır (AYM, E.2019/102,
K.2019/99, 25/12/2019, § 17).
İtiraz konusu kural tarafların ön inceleme duruşmasında sulh ve
arabuluculuğa sevkine ilişkin hususları düzenlemektedir. Bu hali ile devletin
adil yargılama hakkının bir görünümü olan mahkeme erişim hakkını, yargı
mercileri önünde dava hakkını etkili bir şekilde ileri sürebilmesi için uygun
şartların sağlanması yükümlülüğüne aykırıdır.
Anayasa'nın 141. maddesi (Duruşmaların Acık Ve Kararların
Gerekçeli Olması - Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 141. maddesinin dördüncü fıkrasında 'Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.' denilmek
suretiyle davaların makul süre içinde bitirilmesi gerekliliği ifade edilmiştir.
Bu ilke gereğince devlet, yargılamaların gereksiz yere uzamasını engelleyecek
etkin önlemler almak zorundadır. Ancak bu amaçla alınacak kanuni tedbirlerin ve
öngörülen çarelerin, yargılama sonucunda işin esasına yönelik adil ve
hakkaniyete uygun bir karar verilmesine engel oluşturmaması gerektiği de
tartışmasızdır. (Bekir Sözen [GK], B. No: 2016/14586, 10/11/2022, § …)
Yargılamada taraflara belirli usule ilişkin güvenceler sağlayan
adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri de makul sürede yargılanma
hakkıdır. Anayasa'nın 141. maddesinde "Davaların en az giderle ve mümkün
olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir" denilmek suretiyle
davaların makul bir süre içinde bitirilmesi gerekliliği açıkça ifade
edilmiştir. Bu ilke gereğince devlet, yargılamaların gereksiz yere uzamasını
engelleyecek etkin çareler oluşturmak zorundadır. Bu bağlamda hukuk sisteminin
ve özellikle yargılama usulünün yargılamaların makul süre içinde bitirilmesini
mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi ve davaların nedensiz olarak uzamasına yol
açacak usul kurallarına yer verilmemesi, mahkemelerin nicelik ve nitelik
bakımından yeterli miktarda insan kaynağı, araç ve gereçlerle donatılması makul
sürede yargılanma ilkesinin bir gereğidir (AYM, E.2013/4, K.2013/35,
28/2/2013). Dolayısıyla yargılamaların makul sürede tamamlanması amacıyla
mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulması mümkündür.
Anayasa’nın hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkını
düzenleyen 36. maddesinde bu hakka yönelik herhangi bir sınırlama nedeni
öngörülmemiş ise de mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve
yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğini öngören Anayasa’nın 142. ve
davaların mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını ifade eden Anayasa’nın 141.
maddelerinin hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının kapsamının
belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Nitekim Anayasa’nın tüm
maddeleri aynı etki ve değerde olup aralarında bir üstünlük sıralaması
bulunmadığından uygulamada bunlardan birine öncelik tanımak mümkün değildir. Bu
nedenle Anayasa kurallarından biri, diğerinin sınırını oluşturabilmektedir. Bu
bağlamda hukuk sisteminin ve özellikle yargılama usulünün, yargılamaların makul
süre içerisinde bitirilmesini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi ve bu
düzenlemelerde davaların nedensiz olarak uzamasına yol açacak usul kurallarına
yer verilmemesi makul sürede yargılanma ilkesinin bir gereğidir. Ancak bu
amaçla alınacak kanuni tedbirlerin yargılama sonucunda işin esasına yönelik
adil ve hakkaniyete uygun bir karar verilmesine engel oluşturmaması gerektiği
de tartışmasızdır.
Makul Sürede Yargılanma Hakkı ile Bağlantılı Olarak Etkili Bir
Başvuru Yolu Oluşturmanın Gerekliliği:
Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek
gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin
gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi yapısal sorunlardan ve organizasyon
eksikliğinden de ileri gelebilir. Anayasa’nın 36. ve 141. maddeleri devlete,
hukuk sisteminin -yargılama makamlarının davaları makul bir süre içinde karara
bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere- adil yargılanma hakkının
güvencelerini yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu
yüklemektedir. Devlet, yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların ve
davaların makul sürede sonuçlandırılması için gerekli tüm tedbirleri almakla
yükümlüdür. Bu yükümlülük, hukuk sisteminin adil yargılanma hakkının temel
güvencelerini yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunun bir
görünümüdür.
Yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliklerinin yol açtığı
gecikmeler nedeniyle yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların uzun
bir süre içinde artması ve birikmesi sonucu yargılamalarda makul sürenin
aşılması Anayasa'nın 36. maddesinin ihlaline yol açmaktadır. Anayasa’nın 36.
maddesi gereğince, yargılama sisteminin mahkemelerin davaları makul bir süre
içinde karara bağlama yükümlülüğünü yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi
zorunludur. Hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin
eksikliklerin yargılama faaliyetinin makul sürede sonuçlandırılmamasını izah
edemeyeceği açıktır.
Bu kapsamda Anayasa'nın 36. maddesinde koruma altına alınan
makul sürede yargılanma hakkının korunmasının sağlanabilmesi, kamu makamlarının
kişilerin bu haklarını ihlal etmelerinin önüne geçilebilmesi için makul sürede
yargılanma hakkının ihlali ihtimaline binaen etkili hukuk yollarının bulunması
gerektiği açıktır. Bu nedenle yargılamanın veya davanın uzun sürmesi nedeniyle
ortaya çıkacak zararları giderecek çözümler sunabilmesi gerekir.
Netice itibariyle ön inceleme duruşmasında tarafların sulh ve
arabuluculuğa yönlendirilmesi Anayasa'nın Hukuk devleti, Devletin, kişinin
temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırma
yükümlülüğüne, Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması, adil yargılanma hakkı,
Temel Hak ve Hirriyetlerin Korunması ve Davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılması maddelerine aykırılık teşkil ettiği anlaşılmakla
iptaline karar verilmesi gerekmektedir.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun 43. maddesinin 3. fıkrası uyarınca Mahkemenizce re'sen
gözetilecek diğer gerekçeler de göz önünde bulundurularak iptal kararı
verilmesi talep olunur.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Yukarıda açıklanan gerekçelerle;
1- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 152/1 maddesi uyarınca,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun;
"Ön incelemenin kapsamı" madde başlığıyla düzenlenen
137. maddesinin 1. fıkrasında yer alan;
...tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda
onları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder...
ibaresinin,
"Ön inceleme duruşmasına davet" madde başlığıyla
düzenlenen 139. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinin;
"b) Tarafların sulh için gerekli hazırlığı yapmaları"
tamamının,
"Ön inceleme duruşması" madde başlığıyla düzenlenen
140. maddesinin 2. fıkrasının:
"(2) Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hâkim,
tarafları sulh ve arabuluculuğun esasları, süreci ve hukuki sonuçları hakkında
aydınlatarak sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder; bu konuda sonuç alınacağı
kanaatine varırsa, bir defaya mahsus olmak üzere yeni bir duruşma günü tayin
eder.
tamamının ve
3. fıkrasında yer alan;
"...sulh veya arabuluculuk faaliyetinden bir sonuç alıp
almadıkları, sonuç alamadıkları takdirde..."
İbaresinin, (not: aynı fıkranın "...Bu tutanağın altı,
duruşmada hazır bulunan taraflarca imzalanır..." cümlesi başka bir itiraz
davasına konu edilmiştir.)
"Ön inceleme ve tahkikat" madde başlığıyla düzenlenen
320. maddesinin 2. fıkrasında yer alan;
"...Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hâkim,
tarafları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder." ibaresi ile
"...sulh olup olmadıkları, sulh olmadıkları
takdirde..." ibaresinin,
Anayasanın 2., 5., 13., 36., 40. ve 141. maddelerine aykırı
olması nedeniyle re'sen Anayasa Mahkemesine itiraz yoluna başvurulmasına ve
hükmün bu ibarelerinin İPTALİNİN istenilmesine,
2- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesi uyarınca;
a- Başvuru kararının aslı ile tutanağın ve dava dosyasında yer
alan evrakın onaylı birer örneğinin oluşturulacak dizi listesine bağlanılarak
bir dosya halinde Anayasa Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
b- Başvuru dosyasının Anayasa Mahkemesine gönderilmesinden
itibaren 5 ay BEKLENİLMESİNE, bu süre içinde karar verilmezse davanın
yürürlükteki hükümlere göre (Anayasa Mahkemesinin kararı esas hakkında karar
kesinleşinceye kadar gelmesi halinde Anayasa Mahkemesi hükmüne uyulması
koşuluyla) SONUÇLANDIRILMASINA,”