“…
A. CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİNİN (CBK) ANAYASAL ÇERÇEVESİ
21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 16 Nisan 2017 tarihli
halkoylamasıyla kabul edilmiş, böylece daha önce 1982 Anayasasının sadece 107.
maddesinde belirtilen cumhurbaşkanlığı kararnamesi, Anayasanın farklı
maddelerinde hem kapsamı genişletilerek hem de niteliği farklılaştırılarak
yeniden düzenlenmiştir. 107. maddenin önceki halinde Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliğinin kuruluşu, çalışma esasları ve personel atama işlemlerinin
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceği belirtiliyordu. Bu iki tür
düzenleme, ad benzerliği dışında kapsam ve sınırları açısından birbirinden
farklıdır.
6771 sayılı Kanun ile getirilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
temel ilke ve koşulları, Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasında ortaya
konulmuştur.
“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.
Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer
alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi
haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler
bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması
durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”
Anayasanın 106. maddesinin 11. fıkrasına göre de; “Bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve
taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
Görüldüğü üzere 2017 Anayasa kurgusu ile, kanun ile
cumhurbaşkanlığı kararnamesi arasındaki hukuki ilişki belirginleştirilmiş ve
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin kanunlara aykırı olamayacağı açıkça
belirtilmiştir.
1- Yasama Yetkisinin Devri Yasağı Karşısında Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleri
6771 sayılı Kanun ile Anayasa’dan kaynaklanan doğrudan
düzenleme yetkisiyle yürütme fonksiyonu daha da güçlendirilmiştir. Bu bağlamda,
Türk anayasa hukukunda tartışılan konulardan biri olan idarenin, kanunla
düzenlenmeyen bir alanda düzenleme yapıp yapamayacağı hususu üzerinde
durulmalıdır. Bunun için öncelikle, yasama yetkisinin devri yasağına Anayasa
Mahkemesi’nin yaklaşımı göz önüne alınmalıdır. Anayasa'nın 7. maddesinde,
" Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu
yetki devredilemez. " denilmiştir. Buna göre, “Anayasa'da kanun ile
düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve sınırları belirsiz
bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir. Ancak yasama organının
temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin
hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamayacağı
gibi yürütme organının yasama organı tarafından çerçevesi çizilmiş alanda genel
nitelikte hukuksal tasarruflarda bulunması, hukuk devletinin belirlilik
ilkesine de aykırı düşmez.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2013/114 K.2014/184,
4.12.2014).
Mahkeme bir başka kararında ise, yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesini şu şekilde ifade etmiştir. “Anayasa Mahkemesinin pek
çok kararında yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinden ne anlaşılması
gerektiği hususu açıklanmıştır. Buna göre, kanunla düzenleme ilkesi, düzenlenen
konudan yalnız kavram, ad ve kurum olarak söz edilmesi değil, bunların kanun
metninde kurallaştırılmasıdır. Kurallaştırma ise düzenlenen alanda temel
ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını ifade eder… Anayasa’da
öngörülen ayrık durumlar dışında, kanunlarla düzenlenmemiş bir alanda, kanun
ile yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Yürütme organına
düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun
olabilmesi için temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz,
geniş bir alanı yürütmenin düzenlemesine bırakmaması gerekir” (Anayasa
Mahkemesi Kararı, E.2013/47 K.2013/72, 6/6/2013).
Bununla beraber Anayasa Mahkemesi’nin daha yakın tarihli
kararlarında bu içtihadı bir miktar esnettiği görülmektedir.
“15… yasama yetkisinin devredilmezliği esasen kanun koyma
yetkisinin TBMM dışında başka bir organca kullanılamaması anlamına gelmektedir.
Anayasa’nın 7. maddesi ile yasaklanan husus, kanun yapma yetkisinin
devredilmesi olup bu madde, yürütme organına hiçbir şekilde düzenleme yapma
yetkisi verilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Kanun koyucu, yasama yetkisinin
genelliği ilkesi uyarınca bir konuyu doğrudan kanunla düzenleyebileceği gibi bu
hususta düzenleme yapma yetkisini yürütme organına da bırakabilir.
16. Yürütmenin türevselliği ilkesi gereğince yürütme organının
bir konuda düzenleme yapabilmesi için yasama organınca yetkilendirilmesi
gerekmektedir. Kural olarak, kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi
verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık
oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması,
vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların atanmaları, özlük
hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda, kanunun temel
esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir. Anayasa
koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü konularda, yasama organının
temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin
hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamaz.”
(Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2017/143 K.2018/40, 2/5/2018).
Sonuçta yalnızca yakın dönem AYM kararları dikkate alındığında,
ilkesel olarak kanun koyucunun “genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli”dir, denilebilir. Ancak Mahkemenin, Anayasa’da farklı
kavramlarla ifade ettiği kanunla düzenleme kaydı içeren konularda ise,
“Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda”, “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda”, “Anayasa koyucunun açıkça kanunla
düzenlenmesini öngördüğü konularda” genel ifadelerle yetkilendirme yapılması
kabul edilemez.
2- İdarenin Yasallığı Kuralı Karşısında Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleri
Öte yandan, yasal idare ilkesi, Türk idare hukukunun temelini
oluşturur. Anayasanın 123/1. maddesinde karşılığını bulan bu ilke uyarınca,
“İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir.” Bu ilke,
idarenin kendiliğinden bir teşkilatlanma yetkisi olmadığını bu yetkinin yasama
organında olduğunu ifade etmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre, “Bu maddede yer
alan düzenleme, idarenin kanuniliği ilkesine vücut vermektedir. İdarenin
kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin kanunla
düzenlenmesini gerekli kılar.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2013/114 K.2014/184,
4.12.2014). Bu ilkeyle kamusal kaynakların toplumun hangi tür gereksinimlerinin
öncelikle karşılanacağını ve bunun hangi usuller uygulanarak sağlanacağını
tespit etme yetkisi yasama organına verilir. Ayrıca, idarenin toplumsal
gereksinimleri karşılarken kamu gücü ve ayrıcalıklarını kullanması ve bunun da
kişilerin temel hak ve hürriyetleri üzerinde olumsuz etkiler de doğurabilmesi,
bu yetkinin yasamaya verilmesi sonucunu getirmiştir.
Yasal idare ilkesi, idarenin eylem ve işlemlerinin hem kanuna dayanmasını,
hem de bu eylem ve işlemlerin kanuna aykırı olmamasını ifade eder. Asli ve
ilksel bir yetki olan yasama yetkisine dayanarak yasama organı, Anayasaya ve
kamu yararına aykırı olmamak şartıyla, Anayasanın herhangi bir şekilde
düzenlemediği bir konuyu düzenleyebilir. Buna karşılık idare, önceden yasa ile
düzenlenmeyen bir alanda faaliyette bulunamaz, ancak böyle bir konuda yasadan
aldığı bir yetkiye dayanarak bir işlem ve eylemde bulunabilir.
6771 sayılı Kanunla getirilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle,
her ne kadar ciddi kısıtlılıklarla çerçevelenmiş olsa da, yürütme organı yasaya
dayanmaksızın ilk elden kural koyma yetkisine sahip olmuştur. Başka bir
ifadeyle, yasama organı yanında yürütme organı da Anayasa’da kanun kaydı olan,
kanunun açıkça düzenlediği konuları içermemek ve kanunlara aykırı olmamak
şartıyla Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ilk elden düzenleme yapabilecektir.
Bununla birlikte, Cumhurbaşkanlığı kararnamesine konu olan alan, yasama konusu
olmaktan çıkmamaktadır. Çünkü Anayasa, Cumhurbaşkanlığı kararnamesine ilişkin
olarak özerk bir normatif alan öngörmemiştir. TBMM, CBK ile düzenlenen bir
alanda her zaman yasa çıkarabilir; bu durumda CBK hükümsüz kalır: “Türkiye
Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi hükümsüz hale gelir.” (madde 104/17). O halde Anayasa’da yasayla
düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacak
iken, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği belirtilen ve düzenlenmiş
olan konularda dahi TBMM yasa çıkarabilecektir. Şu halde, Anayasa’ya uygunluk
kaydıyla asli düzenleme yetkisi, konu bakımından herhangi bir mutlak istisna
bulunmadan, TBMM’ye ait bulunmaktadır. Başka bir anlatımla, Anayasa’nın CBK
konusu olabilecek kimi alanları doğrudan belirlemiş olması, o alanlarda yasama
yetkisinin kullanılmasını engellememektedir.
Bu son saptamayı biraz daha ayrıntılı olarak ele almakta fayda
vardır. 6771 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 7. maddesindeki yasama yetkisinin
devri yasağı ve 123. maddedeki idarenin yasallığı ilkesi muhafaza edilmiş,
ancak belirli idari konuların Anayasa’da açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile düzenleneceği öngörülmüştür. “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması,
görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının
kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.” (madde 106/son). Ayrıca
123. maddenin son fıkrasında kamu tüzel kişiliğinin Kanunla veya
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulacağı kuralına yer verilmiştir. Anayasa
hükümleri arasında hiyerarşi söz konusu olmadığından, bir çelişki kabul
edilmediğinden, bu iki hükmün bir arada, Anayasanın bütünlüğü ve sistematiği
içinde bağdaştırılarak yorumlanması gerekir. Gerçekte Anayasa koyucu 123/1.
maddede genel kuralı, idarenin yasallığı ilkesini koymuş; bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri ile kamu tüzel kişiliği
kurulması yönünden bu genel kurala bir istisna getirmiştir. Bu cihetle; her ne
kadar, Anayasa, idarenin yasallığı ilkesinin 106/son ve 123/son maddelerde
belirtilen hususlar açısından geçerli olmamasına olanak tanısa da; bu alanların
cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenip düzenlenmeyeceği konusunda son sözü
TBMM’ye bırakmaktadır. Yukarıda değinildiği üzere, “Türkiye Büyük Millet
Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
hükümsüz hale gelir.” hükmü; (madde 104/17), Anayasa m.106/son ve m.123/son
açısından da geçerlidir. Gerçekten de, Anayasa koyucu eğer öyle öngörseydi,
tıpkı Anayasa’nın bazı hükümlerinde söz konusu alanın ancak ve ancak kanunla
düzenlenebileceğini amir ifadelerle belirttiği gibi, bazı alanların da yine
ancak ve ancak cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenebileceğini ve a
contrario, kanunla düzenlenemeyeceğini yine açıkça ve amir ifadelerle ortaya
koyardı. Özetle; Anayasa koyucu, bazı konuların kanunla düzenlenmesini zorunlu
kılmış, doğrudan cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenebileceğini belirttiği
alanlarda da son sözü (o konuda kanun çıkarmak ya da çıkarmamak suretiyle)
kanun koyucuya bırakmıştır.
Genel kural ve istisna kural ilişkisine dair kamu hukukunda
kabul edilen birtakım yorum ilkeleri vardır: 1. Bir istisna kuralın varlığından
söz edebilmek için, bu istisnanın ayrıca ve açıkça konulmuş olması gerekir. 2.
İstisna kural, sadece ve sadece genel kuralı koyan makam tarafından
konulabilir, başka bir makamın istisna kural getirme yetkisi yoktur. 3. Genel
kuralı koyan makam açıkça yetkilendirmedikçe, bir başka makam genel kurala
istisna getiremez. 4. İstisna kural koymak, genel kuralı değiştirmek anlamına geldiğinden
istisna kural, yorum yoluyla genişletilemez; yani, yorum yoluyla genel kurala
istisna getirilemez. 5. Genel kuralın geniş yorumlanması esası benimsenmiştir.
6. İstisna kural, dar yorumlanır. Çünkü istisna kural, genel kuralın kapsamını
daralttığından genel kuralı değiştirir, oysa onu değiştirme salt genel kuralı
koyana aittir .
Öte yandan, kamu hukukunda mevzuatın açıkça belirttiği bir
makama ya da makamın görevlisine verdiği yetkiler, devre konu olamazlar. Yargı
kararlarında da yetkinin, mevzuat tarafından kime verilmiş ise, ancak onun bu
yetkiyi kullanabileceği belirtilmiştir. Yetki devrinde yetki devredilen makamın
devraldığı bu yetkiyi kendinden alt bir makama devrinin yasak olduğu hususu,
idare hukukunda ve kamu yönetiminde benimsenen bir ilkedir .
Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrasında öngörülen
Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, normlar hiyerarşisinde yasaya eşdeğer işlemler
değildir. Anayasanın bu tür kararnamelerin salt “yürütme yetkisine ilişkin
konular”la sınırlı olarak çıkarılacağını öngörmesi, bunların yasaya eşdeğer,
yasayla aynı düzeyde kurallar olamayacağını gösterir. Çünkü yürütme yetkisi,
kanunların uygulanmasına yönelik, kanunlara uygun kullanılması gereken bir
yetkidir. Ayrıca aynı fıkrada yer alan “Anayasada münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz;
Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz;
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde,
kanun hükümleri uygulanır; Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun
çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”
şeklindeki düzenlemeler, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yasaya eşdeğer
olmadığının bir başka açık göstergesidir. Bu düzenlemelerden CBK ile
düzenleneceği belirtilen konuların yasayla düzenlenmesi, Anayasa’nın yasama
organına açıkça tanıdığı bir yetkidir.
Kanunsuz emre dair Anayasanın 137. maddesinde yapılan değişiklik
ise, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin, Anayasanın konuya ilişkin diğer
düzenlemeleri ile birlikte değerlendirildiğinde, normlar hiyerarşisindeki yeri
açıkça anlaşılır: “Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta
olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi,
kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı
o emri verene bildirir…”.
6771 sayılı Yasa değişikliği ile Cumhurbaşkanına Anayasada
tanınan diğer yetkiler ise şöyledir: Anayasanın 123. maddenin son fıkrasında
“Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
kurulur” denilerek, CBK ile kamu tüzelkişiliği kurulmasına da olanak
tanınmıştır. Bununla birlikte, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda
kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz kalır”
(md.104/fıkra 17 son) kuralı gereğince, yasa ile kurulmuş bir kamu
tüzelkişiliği CBK ile kaldırılamaz; ancak CBK ile kurulan bir kamu
tüzelkişiliği, yasal düzenlemenin konusunu oluşturabilir.
124. ve 137. maddelerde yer alan tüzük ibaresi, Anayasadan
tamamen çıkarılmıştır. Böylece tüzük uygulaması yürürlükten kaldırılmış; onun
yerine çok daha geniş bir kapsama sahip olan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
konulmuştur. Yönetmelikleri düzenleyen 124. maddede, “Cumhurbaşkanı,
bakanlıklar ve kamu tüzelkişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve
bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler.” hükmünü
öngörmüştür. Ancak bu, tüzük ve cumhurbaşkanlığı kararnamesinin aynı hukuki
nitelikte olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Öte yandan, Cumhurbaşkanı,
“kanunların uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla
yönetmelik çıkarır” (md.104/18).
Kanunların ve CBK’lerin uygulanması amacıyla çıkarılacak
yönetmeliklerde gerekçe yol gösterici işlev görür. Ne var ki, kanunlar
gerekçeli olduğu halde CBK’lerin gerekçesiz olması, yönetmelik hazırlığı
sırasında üst normun yol gösterici işlevinde farklılaşmaya neden olacaktır.
Böylece, kanunun uygulanması için çıkarılacak yönetmelik ile Cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin uygulanması için çıkarılacak yönetmelik eşit olanak ve
koşullarda hazırlanamayacaktır. CBK’yi uygulamaya yönelik yönetmeliğin
hazırlanmasını, yasanın uygulanmasına ilişkin yönetmeliğe göre zorlaştıran ve
belirsiz kılarak, iki ayrı uygulama yönetmeliğini farklı kılacak hiçbir haklı
neden bulunmadığı için, eşitlik ilkesi yönünden Anayasa madde 10’a aykırılık
oluşturmaktadır. CBK gerekçesizliğinin uygulama yönetmeliğinde yaratması
muhtemel belirsizlikler ise, hukuk devleti ilkelerini zedeleyici sonuçlar
doğuracaktır (md.2).
3. - Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılmasının sınırları
Anayasanın 104/17. maddesiyle getirilen CBK ile yürütmeye
tanınan düzenleme alanı oldukça dar ve sınırlıdır. Bu çerçeve, dört kalemde açıklanabilir:
a) “Yürütme yetkisine ilişkin konular”: İlk olarak
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, “yürütme yetkisine ilişkin konularda”
çıkarılabilecektir. Maddenin gerekçesinde ise, cumhurbaşkanına “genel siyasetin
yürütülmesinde yürütme yetkisi ile ilgili ihtiyaç duyduğu konularda kararname
çıkarabilme” yetkisi verildiği ifade edilmektedir. Bu nedenle CBK’leri ancak
yürütme yetkisinin gerektirdiği hususlarda ihtiyaç duyulduğunda
çıkarılabilecek, yasama ve yargı yetkilerinden herhangi birinin alanına giren bir
konuda ise, CBK çıkarılması mümkün olmayacaktır. AYM, bu açık hususu teyit
etmektedir: “... Cumhurbaşkanı’nın yürütme yetkisine ilişkin konularda CBK
çıkarabileceği ifade edilmiştir. Buna göre yürütme yetkisine ilişkin konular
dışında CBK ile düzenleme yapılması mümkün değildir”. (AYM, E. 2018/125, K.
2020/4, 22/1/2020, R.G. 13/5/2020 – 31126, §9. Aynı yönde bkz. AYM, E. 2018/55;
K. 2020/27, 11/6/2020, R.G. 20/7/2020-31194).
b) “Düzenleme yasağı”: İkinci olarak CBK’ler, “Anayasanın ikinci
kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve
ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler”le ilgili
konularda düzenleme yapamaz.
Ancak bu yasak karşısında yanıtlanması gereken soru, sosyal ve
ekonomik haklar ve özgürlüklerin tamamının CBK ile düzenlenip
düzenlenemeyeceğidir. Sadece yukarıdaki ifadeden yola çıkarak yapılan bir
değerlendirme bu soruya olumlu cevap vermeyi gerektirir. Ancak bu cümlenin aynı
fıkradaki diğer hükümler ve Anayasanın konuya ilişkin diğer ilke ve kuralları
dikkate alınarak, Anayasanın bütünlüğü içinde tartışılması ve anlaşılması
gerekir.
Bu konuda, öncelikle “münhasır yasa kaydı” belirtilmelidir: “Anayasada
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılamaz.” Bu açık yasak gereği, ilgili maddede yasayla
düzenlenmesi kaydı bulunan sosyal ve ekonomik hak ve ödevler, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenemeyecektir. Örneğin Anayasa’nın 42/2. maddesinde
“Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.”, 51. maddesinde
“Sendika kurma hakkı … kanunla sınırlanabilir. Sendika kurma hakkının
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”, 63.
maddesinde Tarih, kültür ve tabiat varlıklarından “özel mülkiyet konusu
olanlara getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak
yardımlar ve tanınacak muafiyetler kanunla düzenlenir.” denilmektedir.
Dolayısıyla belirtilen konular CBK ile düzenlenemez. Eğer böyle bir düzenleme
yapılırsa bu, hem Anayasanın 104/17. maddesine hem de o hak ve ödev için kanun
kaydı koyan hükme aykırılık oluşturur. Ancak yasa kaydı içermeyen sosyal ve
ekonomik haklar, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konusu olabilecektir. Örneğin
konut hakkını düzenleyen Anayasanın 57. maddesi böyledir. Bu durumda, dikkat
edilmesi gereken husus, söz konusu hakların sadece düzenleme konusu
olabileceği, ancak bunun sınırlama yetkisini içermediğidir.
Bu nedenle, 104/17. maddenin ikinci cümlesi, sosyal ve ekonomik
haklar alanının CBK ile düzenlenmesini kabul ederken, bu düzenlemenin
sınırlarını da belirtir: ilki, fıkranın ilk cümlesindeki CBK’nin sadece yürütme
yetkisine ilişkin konularda çıkarılabilmesi, diğeri ise üçüncü cümlesindeki
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda çıkarılamamasıdır. Öte
yandan, Anayasanın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla
sınırlanabileceği kuralı dikkate alındığında, CBK’ye konu olabilecek sosyal ve
ekonomik hak ve ödevlerle ilgili cumhurbaşkanının sınırlama değil sadece bir
düzenleme yetkisinden bahsedilebilir. Yani düzenleme ve sınırlama ayrımı
dikkate alındığında, CBK ile sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerin
gerçekleşmesi için birtakım pozitif tedbirleri içeren düzenlemeler
yapabileceği, fakat kişilerin bundan yararlanmasına sınırlama getirilemeyeceği
belirtilmelidir. Zira anayasal çerçevede, bir hakkın kısıtlanması ancak ve
ancak kanun ile yapılabilir.
c) Üçüncü sınır, “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.” hükmüdür. AYM
tarafından yasama yetkisinin devir yasağı çerçevesinde yürütmenin düzenleme
yetkisi açıklanırken kullanılan “münhasıran” kanunla düzenlenmesi gereken
konular ibaresi, Anayasa kuralı haline getirilmiştir (Bkz., AYM E. 2017/143,
K.2018/40, 2/5/2018). AYM’ye göre, “Kural olarak, kanun koyucunun genel
ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına
düzenleme yapma yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine
aykırılık oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması
gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.”.
Bu nedenle, Anayasa’nın münhasıran kanunla düzenlenmesini
gerektirdiği konularda yürütmeye düzenleme yetkisi verilirken, yasanın “temel
esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir”. AYM ayrıca,
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken birtakım konuları örnek
olarak sıralamıştır: “Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması,
vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların atanmaları, özlük
hakları gibi”.
AYM’nin, münhasıran kavramını açıklarken verdiği örnekler ve
açıklamalardan bir konunun münhasıran yasa alanında olması için Anayasanın
özellikle ve ısrarla o konunun yasayla düzenleme öngörmesi, yasayla düzenlemeye
çok özel vurgu yapması gerekmemektedir. Bu çerçevede temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanmasına dair 13. maddede, sınırlamanın “ancak” kanunla yapılabileceği
şartı vardır: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir”. Oysa vergilerle ilgili 73. maddede (Vergi, resim, harç
ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.)
ve kamu hizmeti görevlileriyle ilgili genel ilkeleri koyan 128. maddede
(Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri
kanunla düzenlenir.) yasayla düzenleme öngörülmüş, hiçbir özel vurgu
yapılmamıştır.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konular
kavramı, bu nedenle yasa kaydı olarak anlaşılmak ve uygulanmak durumundadır.
Anayasanın 126. maddesindeki birden çok ili içine alan merkezi idare
teşkilatının (bölge teşkilatının) “görev ve yetkileri kanunla düzenlenir”, 127.
maddesindeki “Mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri, yerinden
yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir.”, 128. maddesindeki
“Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri
kanunla düzenlenir” ve “üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve
esasları, kanunla özel olarak düzenlenir.” hükümleri buna örnek oluşturur.
Özellikle bu son husus, CBK ile yasanın konu itibarıyla iç içe geçme riskini
içerir, karmaşaya yol açma ihtimalini barındırır. Çünkü Anayasanın 104/9.
maddesi cumhurbaşkanı CBK ile “üst kademe kamu yöneticilerini atar, görevlerine
son verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları … düzenler” hükmünü
içerirken, üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları 128.
maddeye göre yasa ile özel olarak düzenlenmek zorundadır.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da salt bir kanunla düzenleme
kaydının bulunmasının, ilgili konuyu cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konu bakımından
yetki alanından çıkarmak açısından yeterli olduğunu ifade etmiştir.
“... Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda CBK çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak Anayasa’da hangi
konuların münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin özel bir hüküm
bulunmamaktadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadında
anayasa koyucunun kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu kapsamda
görülmesi gerektiği kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179,
28/12/2017, § 57; E.2016/180, K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163,
29/11/2017, § 13; E.2016/139, K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47,
K.2013/72, 6/6/2013). Buna göre Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen
alanlarda Cumhurbaşkanı’nın CBK çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.
2018/125, K. 2020/4, 22/1/2020, R.G. 13/5/2020 – 31126, §11).
Dolayısıyla, 104/17. maddede geçen “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla düzenlenir veya
kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu
maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. O halde Anayasanın bir maddesinde bir
konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse, o konunun Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık
oluşturacaktır.
d) Bir diğer sınır ise, “Kanunda açıkça düzenlenen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralıdır. Bir konu yasa ile açıkça
düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Elbette CBK’lerin
çıkarılması için KHK’lerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme gerekmez. Ancak
KHK’ler yasaları değiştirebilirken, CBK’ler yasaların açıkça düzenlediği
hususlarda bir düzenleme yapamamakta, “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta,
“Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelmektedir”. Bu hükümler açıkça
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle yasaların değiştirilemeyeceğini gösterir.
Burada değinilen sınır, kanun hükmünde kararnamelerle açıkça
düzenlenen konuları da kapsar. AYM, bu hususu açıkça ifade etmiştir: “ ...
KHK’ların kanun hükmünde oldukları görülmektedir. Dolayısıyla KHK ile açıkça
düzenlenen bir konuda da Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının
dördüncü cümlesi uyarınca CBK çıkarılamaması gerekir” (AYM, E. 2019/78, K.
2020/6, 23/1/2020, R.G. 13/5/2020–31126, §39).
Bu açıklamalar ışığında Anayasa’nın Cumhurbaşkanı kararnamesiyle
doğrudan düzenleme yetkisi verdiği konularda dahi CBK ile kanunlarda değişiklik
yapılması mümkün değildir. Örneğin Anayasanın 106/son maddesine göre,
“Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı
ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
düzenlenir.” Ancak bu, bakanlıkların kurulmasına ilişkin olarak mevcut
yasalarda CBK ile değişiklik yapılabileceği anlamına gelmemektedir. Sonuç
olarak Anayasanın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının mevcut hükümleri
karşısında hangi konuda olursa olsun CBK ile bir yasayı değiştirmek veya
yürürlükten kaldırmak mümkün değildir.
Nitekim 1 No.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılmadan önce
2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması
Amacıyla Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile bakanlıkları düzenleyen birçok yasa ve
yasa gücünde kararname yürürlükten kaldırılmıştır.
4. Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine İlişkin Anayasa Mahkemesi
Denetiminin Kapsamı
Anayasa Mahkemesi’nin denetim kapsamına giren işlemlerden birisi
de cumhurbaşkanlığı kararnamesidir. Anayasanın 148., 150., 151., 152. ve 153.
maddelerinde daha önce mevcut olan kanun hükmünde kararname yerine
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ibaresi konulmuştur. CBK, Anayasa Mahkemesi
tarafından, “şekil ve esas” bakımından denetlenir.
“Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve
esas bakımlarından uygunluğunu denetler…” (md.148/1).
“Şekil bozukluğuna dayalı iptal davaları Anayasa Mahkemesince
öncelikle incelenip karara bağlanır” (md.149/4).
“Şekil ve esas…” ölçütü, madde 150’de de öngörülmekle, türev
kurucu iktidar, herhangi bir tartışmaya yer vermeyecek biçimde “şekil ve esas”
denetim ölçütlerinin birlikteliğini sürekli teyit ettiği gibi, “şekil
bozukluğunu denetime öncelik” yükümlülüğü getirmiştir.
a) Gerekçe, başlıca şekil denetimi ölçütlerindendir
Hukuk devletinde her türlü resmi işlemin gerekçeli olması,
hukukun genel ilkesidir. Bu ilke, anayasa ve/ya yasalarda yazılı olmasa da,
yargısal içtihat yoluyla uzun zamandan beri kabul edilen bir hukukun genel
ilkesidir . Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin gerekçesiz olması ise, hukuk
devletine açıkça aykırılık oluşturduğu gibi, bu normatif metinlerin anlaşılır
ve öngörülebilir olmalarını da zorlaştırmaktadır. Bu itibarla; AYM, artık
CBK’ler üzerinde şekil denetimi de yaparak gerekçe yokluğunu Anayasa’ya aykırılık
nedeni saymalıdır.
Esasen, Anayasa Mahkemesi’nin bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi
üzerinde verdiği yeni bir kararında CBK’lerin gerekçesizliğine dikkat çekmesi,
yeni bir hukuki durum olarak nitelenebilir:
“22. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 39. maddesinin (4) numaralı
fıkrasında “İptal davalarında Mahkemece esasın incelenmesine karar verilmesi
hâlinde, dava dilekçesi ile ekleri Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı,
Cumhurbaşkanlığı ile iptal davası açmaya yetkili siyasi parti gruplarına
gönderilir. Bu makamlar, iptal davasıyla ilgili yazılı görüşlerini
değerlendirilmek üzere Mahkemeye bildirebilirler.” denilmektedir. CBK’lar
gerekçeleri olmaksızın yayımlanmaktadırlar. Bu nedenle CBK kurallarının
getiriliş amacının tespiti bakımından 6216 sayılı Kanun’un anılan hükmüne
istinaden Cumhurbaşkanlığınca dosyaya sunulan görüş yazıları önem arz
etmektedir.” (AYM, E.2019/96, K.2022/17, 24/02/2022, § 22).
Gerekçe konusu hukukumuzda az işlenmiş olmakla birlikte,
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin gerekçeli olması gerekliliği
doktrinde de savunulan bir görüştür.: “Kanunların ve CB kararnamelerinin
gerekçeli olması gerekir”
2017 Anayasa kurgusu ürünü olan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi,
dört yılda yasaların önüne geçti: Çıkarılan toplam 106 CBK’nin madde sayısı,
2696’dır. Bunların 55 torba tarzında olup, madde sayısı 808’dir. CBK’ler,
hiçbir gerekçe içermemektedir.
6771 sayılı kanunla gerçekleşen Anayasa değişikliği ile 104.
maddede sınırları belirlendiği şekliyle anayasal düzenimize giren
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine ilişkin bir AYM içtihadı tam anlamıyla
oluşturulabilmiş değildir. Temmuz 2022 itibariyle çıkarılan ve yürürlüğe
konulan 106 Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 77’ine ilişkin iptal talebinde
bulunulmuştur. Açılan iptal davalarında, sistematik şekilde, söz konusu
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin konu bakımından yetki yönünden Anayasa
m.104/17’ye aykırı olduğu ve yürütmenin yasamanın yetki alanına tecavüz ettiği
ortaya koyulmuştur. AYM, Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine ilişkin 16 karar
vermiştir. Bu kararların 8’inde iptal edilen hususlar olmakla birlikte diğer
8’i ret edilmiştir. AYM, Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri üzerine ortalama 17
ayda karar verebilmiştir. Yapılan başvuru ve verilen karar oranlandığında ise,
tam olarak başvuruların yaklaşık 1/5’i karara bağlanmıştır. CBK yoluyla kural
koyma alanına ilişkin ivedi ve esaslı bir içtihat oluşturulamamış olması, kanun
alanında çok sayıda ve torba tarzda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılmasına
neden olmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin gerekçesiz olması olgusu,
sürekli şekilde erkler ayrılığını ihlal eden bir kapsamda ihdas edilen bu norm
kategorisinin temel kusurlarından birisi olarak göze çarpmaktadır.
• GEREKÇE, HUKUK DEVLETİ GEREĞİDİR
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak
yazılır” hükmü (md.141/3) dışında ‘gerekçe gereği’, Anayasa’da, yasama ve
yürütme işlemleri için doğrudan öngörülmemektedir.
Bu bir eksiklik değil; zira hukuk devleti, bütün resmi
işlemlerin gerekçeli olmasını gerekli kılar. Nitekim, yasalar ve idari işlemler
açısından, açık hüküm yokluğuna karşın gerekçe yükümlülüğü, Anayasa madde 2’den
kaynaklanır. Anayasalarda gerekçe gerekliliği açıkça öngörülmüş olmasa da,
birel veya düzenleyici işlemler bütünü için gerekçe gerekliliği, içerik olarak
hukuk devleti kavramına içkindir. CBK’lerin gerekçeli olma zorunluluğu da, bu
genel ilke içinde yer alır.
Gerekçesiz CBK’lerde saydamlık yokluğu, işlemin yapılma nedenini
perdeler; ancak daha önemlisi, işlemi yapanın öznel ve keyfi davranma riskini
yaratır ve yine uygulamada da keyfiliğe neden olur. Nitekim torba CBK tarzı,
bunun göstergesidir. Daha önemli sakıncası ise, gerekçesiz CBK, Anayasa
Mahkemesi (AYM) denetimini zorlaştırır. Gerekçe yokluğunun torba düzenleme
yöntemiyle birleşmesi ise, denetimi geciktirdiği gibi etkisizleşmektedir.
Gerekçe, hazırlık aşamasında işlemin nedenleri ve amaçlarının
belirlenmesini gerekli kılar. Bu gereklilik, işlemi yapanı daha özenli
davranmaya yöneltir. Eğer gerekçeli olarak hazırlansa idi, CBK’ler, muhtemelen
özenli ve ihtiyatlı çalışmalar eşliğinde, haliyle öncekiler ile bağlantıları da
gözetileceği için torba CBK tarzında değil, nicelik olarak daha az, ama hukuk
devleti ilkesine yaraşır şekilde daha nitelikli düzenlemeler olacaktı.
Torba CBK’ler, tıpkı torba yasalar gibi AYM denetimini de
güçleştirmektedir; çünkü, AYM raportörleri dosyaları uzmanlık ilkesine göre
inceledikleri için, onlarca konuyu düzenleyen bir torba CBK, o denli çok sayıda
raportör arasında paylaşma güçlüğü nedeniyle, uzmanlık ilkesi ikinci plana
geçmektedir (bkz. AYM İçtüzüğü, md.47). Bu durum ise, CBK’ler üzerinde
derinleştirilmiş denetim sürecini engellemektedir.
TBMM’de bir CBK İzleme ve Değerlendirme Komisyonu kurma
önerisinin TBMM Genel Kurulu’nda reddedilmiş olması da, CBK gerekçelerinin
önemini arttırmaktadır.
Bu bağlamda emsal olabilecek bir uygulamaya da ayrıca dikkat
çekmekte yarar var:
Bilindiği üzere önceki sistemde yürütme tarafından yapılan kanun
hükmünde kararnameler (KHK) için de tıpkı kanunlar gibi Anayasada açıkça
gerekçeli olma zorunluluğu öngörülmemişti. Bununla birlikte uygulamada
KHK’ler’in gerekçesi (gerek Genel Gerekçe gerek madde gerekçeleri) Resmi
Gazetede yayımlanmamakla birlikte, Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar biriminde
KHK’ler’in de tıpkı kanunlar gibi gerekçeleri (gerek Genel Gerekçe gerek madde
gerekçeleri) hazırlanmaktaydı ve sonradan KHK’ler TBMM’ye sunulduğunda mutlaka
işbu gerekçeleri ile birlikte sunulmaktaydı.
Diğer bir ifadeyle KHK’lerin de aslında gerekçeleri
bulunmaktaydı.
Nitekim bu bağlamda bir işlem veya düzenlemenin gerekçesinin
“bulunması” ile bu gerekçenin “yayımlanması veya ilan edilmesi” farklı
kavramlardır.
Kanunlar, KHK’ler, CBK’ler gibi genel kural koyucu üst hukuk
kurallarının gerekçelerinin “bulunması”, hukuk devleti açısından mutlaka
zorunludur. Çünkü gerek bu hukuk normlarının uygulayıcılar tarafından nasıl
yorumlanacağının anlaşılması açısından; gerekse bu üst normların dayanak
alındığı daha alt normların işbu üst normlara uygun biçimde tesis edilebilmesi
açısından, bahsi geçen gerekçenin “bulunması”, hukuka saygılı bir yönetim
anlayışının gereğidir.
Söz konusu gerekçenin en başta yani normun yürürlüğe girdiği
zamanda kamuya ilan edilip edilmemesi ise farklı bir olgudur. Aslında hukuka
saygılı ve vatandaşların kamusal faaliyetler için bilgilenmesini ve saydamlığı
önemseyen bir yönetim anlayışında işbu gerekçelerin en baştan da kamuya
duyurulması daha doğru bir yaklaşımdır. Ancak burada olduğu gibi anılan
gerekçelerin en başta kamuya duyurulmasının zorunlu olduğuna dair açık yasal
kurallar yoksa, gerekçenin baştan kamuya duyurulmamış olması açık bir hukuka
aykırılık olarak görülmeyebilir.
Ne var ki gerekçenin en başta kamuya duyurulmaması hukuka
aykırılık taşımasa da, gerekçenin “hiç bulunmaması” hukuka aykırılık
oluşturacaktır.
Bu bağlamda Türk hukukunda öteden beri kabul edilen yaklaşım,
gerekçenin baştan kamuya ilan edilme zorunluluğu bulunmasa da, gerekçenin
yönetimin elinde bulunmasının ve örneğin dava açıldığında mahkemeye gerekçenin
sunulmasının zorunlu olmasıdır. Böylece hukuka uygunluk denetimi daha mükellef
biçimde yapılabilecektir.
Nitekim Danıştay’ın da uzun süredir yerleşik içtihadı,
yönetmelikler ve tüzükler dahil idari işlemlerin gerekçesinin baştan ilgililere
duyurulması zorunlu olmamakla birlikte, bunlara karşı dava açıldığında idarenin
bunların gerekçesini mahkemeye sunmasının zorunlu olduğu yönündedir .
Dolayısıyla gerekçe “bulunmadan” mahkemeye sunulması da mümkün olmayacağına
göre, bu düzenlemelerin gerekçesinin yönetimin elinde ve kayıtlarında
“bulunması” yani varolması hukuken zorunludur.
Aynı durum CBK’ler açısından da evleviyetle (a priori) geçerli
olmalıdır. Zira CBK’lerin diğer idari düzenlemelere göre daha üst hukuk
normları olduğu kuşkusuzdur.
• ANAYASA MAHKEMESİ, “CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİNİN…
ANAYASAYA ŞEKİL VE ESAS BAKIMLARINDAN UYGUNLUĞUNU DENETLER” “Anayasa Mahkemesi,
kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler…”
(md.148/1)
• AYM, yasalardan farklı olarak, CBK’lerin Anayasa’nın
belirlediği çerçeve içinde çıkarılıp çıkarılmadığını yetki yönünden
denetledikten sonra esasa ilişkin denetime geçmektedir. Yetki yönünden denetim,
açık olarak bir şekil denetimidir. AYM bugüne kadar verdiği kararlarda sadece
CBK’lerin yetki yönünden şekil denetimini dolaylı şekilde yaptığı
görülmektedir. Oysa şekil denetimi salt “yetki unsuruyla” sınırlı değildir.
AYM’nin Anayasanın CBK’lerin şekil yönünden denetimini sadece “yetki”
unusuruyla sınırlı olarak yapması, Anayasanın amir hükmüyle de
bağdaşmamaktadır.
• CBK’leri şekil yönünden denetim, AYM yetkisinde olduğundan,
gerekçe yokluğu böyle bir denetimi işlevsel kılacak belirleyici ölçüttür.
• Nitekim, AYM’nin yukarıda alıntılanan kararı,
Cumhurbaşkanlığından örtülü bir gerekçe istemi anlamına gelmektedir.
• Bu itibarla, AYM’ye tarihsel bir görev düşmektedir: Gerekçe
gerekliliğini biçim yönünden denetim kapsamına almak.
• AYM denetimi, bugüne kadar CBK’ler üzerinde yetki ve esas
yönünden denetimle sınırlı kaldı. Ne var ki, madde 148, açıkça şekil denetimini
öngörmektedir ve alıntılanan kararında AYM’nin gerekçe gerekliliğine işareti,
bu denetim yoluna ilişkindir. Aksi halde, Anayasa’nın CBK’ler bakımından
öngördüğü şekil bakımından denetim kuralı, anlamını büyük ölçüde yitirmiş
olacaktır. Gerekçe yokluğunun iptal nedeni sayılması, CBK’lerin Anayasaya
uygunluk kaygısı ile hazırlanmasını gerekli kılacağından, AYM denetimi de
işlevsellik kazanacaktır.
• Öte yandan, 1982 Anayasası madde 148 ve 6216 sayılı Kanun ve
AYM İçtüzüğü hükümlerinin, kanunlardan farklı olarak CBK'lerin şekil denetimine
ilişkin bir düzenleme içermemeleri, CBK'lerin şekil denetiminin
yapıl(a)mayacağı sonucunu doğurmamaktadır. Tam aksine, Anayasa ve diğer
düzenlemelerde bu konuda hüküm bulunmaması AYM'yi, AY m.151'de yer alan şekil
denetiminin CBK'ler bakımından nasıl uygulanacağını belirleme yükümlülüğü
altına sokmaktadır. Şekil, bir normun Resmi Gazete'de yayımlanana kadar geçen
yöntemsel süreçleri kapsamakta ve bu süreç de normun gerekçesiyle
oluşturulmasıyla başlamaktaysa, CBK'lerin gerekçesiz şekilde yayımlanması, daha
baştan hukuk devleti kuralına aykırılık oluşturmaktadır. Buna ilişkin olarak
TBMM, CBK'lerin nasıl hazırlanacağına ilişkin ve gerekçelerin nerede ve nasıl
yayınlanacağına ilişkin bir kanun yapma yetkisini haiz olmasına rağmen TBMM'ce
böyle bir kanunun yapılmamış olması varılan sonucu değiştirmemekte, AYM'nin
yükümlülüğünün önemini ortaya çıkarmaktadır. AYM, CBK’ler üzerinde şekil
denetiminde yasalara göre daha geniş bir takdir marjına sahiptir; çünkü yasa
için şekil ölçütü Anayasa’da doğrudan ögörülmektedir. Bu itibarla, CBK’ler
üzerinde şekil denetim ölçütlerinin Anayasa Mahkemesi tarafından belirlenmesi,
Anayasa Mahkemesi’nin varlık nedeni ve hukuk devletinin oluşum süreci
bakımından da yerinde ve yararlı olacaktır.
• Gerekçe gereği, norm olarak uygulamada ortaya çıkacak
tereddütlerin giderilmesi için de gereklidir. (AYM bile buna haklı olarak
gereksinim duyduğuna göre..), CBK’yi uygulamak konumunda olan yargı organları
ve idare makamları buna haydi haydi gerek duyar.
• Öte yandan, CBK’ler, çok geniş bir düzenleme alanına
yayılmakta ve hatta sosyal ve ekonomik haklar bile CBK’lerle düzenlenebilmesi
ötesinde, TBMM çoğunluğunun, madde 104/17 cümle sonun verdiği yetkiyi bile
kullanmaktan kaçınması, CBK yoluyla geniş bir yelpazeye yayılan Normatif
düzenlemeleri adeta “sürekli” bir hale getirmiştir.
b) Yetki yönünden şekil denetimi
Anayasa Mahkemesi, bir şekil denetimi türü olan bu denetimi
nasıl ve hangi çerçevede yapmalıdır? Yargısal denetimde AYM öncelikle bir CBK’nin
Anayasada CBK ile düzenlenmesi öngörülen hususlarda düzenleme içerip içermediği
yani yetki yönünden denetleyecektir. Dolayısıyla CBK yetki kapsamı dışında bir
konuyu düzenlemişse doğrudan yetkisizlik dolayısıyla iptal edilmelidir. CBK’nin
yetki kapsamı içinde olduğu sonucuna varırsa AYM, bu kez düzenlemenin esas
bakımından Anayasa’nın ilgili maddelerine uygunluğunu inceleyecektir. Her ne
kadar Anayasanın 148. maddesinde CBK’lerin şekil ve esas bakımlarından
Anayasaya uygunluk denetiminden söz edilmişse de, bu denetim 104. maddenin 17.
fıkrasındaki koşulların bir bütün olarak AYM tarafından denetlenmesini
gerektirir. Çünkü Anayasa’da, Cumhurbaşkanına ancak fıkrada belirtilen sınırlar
içinde CBK çıkarma yetkisi verilmiştir. Bu sınırların aşılması, CBK’yi Anayasa’ya
aykırı hale getirir. Böylece, CBK’nin örneğin kanunun açıkça düzenlediği bir
hususu içermesi onun Anayasa’ya aykırı olması sonucunu doğurur: “Dava konusu
kural 5018 sayılı Kanun’a ekli (1) Sayılı Cetvel’e bazı eklemeler yapmak
suretiyle kanun metninde değişiklik yapılmasını öngörmektedir. Kanunları
değiştirmenin TBMM’nin görev ve yetkileri kapsamında bulunduğu ve 6771 sayılı
Kanun’la yapılan Anayasa değişikliğiyle bu hususta farklı bir düzenleme
öngörülmediği gözetildiğinde kuralın yürütme yetkisine değil yasama yetkisine
ilişkin olduğu açıktır. Dolayısıyla kural, Anayasa’nın 104. maddesinin on
yedinci fıkrasının birinci cümlesiyle bağdaşmamaktadır” (AYM, E.S.: 2018/55;
K.S.: 2020/27; K. T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
Bu açıdan CBK’lerin denetimi yasaların denetiminden farklıdır.
Yasaların esas denetiminde sadece yasanın maddi bakımdan anayasaya uygunluğu
inceleme konusu olurken, CBK’lerin, şekil denetiminden sonra esas yönünden
denetime geçmeden önce yetki yönünden incelenerek, Anayasanın 104/17. maddedeki
sınırlara uyulup uyulmadığı denetlemelidir. Bu çerçevede CBK’nin bir özgürlük
ve hakkı düzenleyip düzenlemediği, Anayasada yasa kaydı olan ya da bir kanun
tarafından düzenlenmiş bulunan bir konuda düzenlemeye yer verilip verilmediği öncelikle
ele alınmalıdır.
AYM de, konuya ilişkin ilk kararlarında, cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin öncelikle yetki açısından denetlenmesi gerekliliğini açıkça
ifade etmiştir:
“CBK’ların ... konu bakımından yetki kurallarına uygun olarak
çıkarılması gerekmektedir. Aksi takdirde içeriği Anayasa’ya aykırılık
oluşturmasa bile bu düzenlemelerin Anayasa’ya uygunluğundan söz edilemez.
Dolayısıyla CBK’ların yargısal denetiminde öncelikle Anayasa’nın 104.
maddesinin on yedinci fıkrasında belirtilen konu bakımından yetki kurallarına
uygunluğunun ele alınması gerekir. Anılan fıkra yönünden herhangi bir aykırılık
tespit edilmemesi durumunda ise bu defa CBK’ların içerik yönünden Anayasa’ya
uygunluk denetimi yapılmalıdır” (Bkz. örneğin : AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4,
K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §13. Aynı yönde bkz. AYM,
E.S.: 2018/55; K.S.: 2020/27; K. T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
Ayrıca sosyal ve ekonomik haklar konusunda CBK’larin özgürlük ve
hak üzerindeki somut etkisi incelemede dikkate alınmalıdır. Bu yönden bir CBK
hak ve hürriyet sınırlayıcı nitelikte ise, konu yasama yetkisinin alanına
kayacak ve CBK Anayasaya aykırı hale gelebilecektir. Bu nedenle sosyal ve
ekonomik haklara ilişkin olarak CBK’lerde yer alan her bir hükmün somut
etkileri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda, örneğin
CBK’de öngörülen sosyal ve ekonomik haklarla ilgili düzenleyici kuralların,
sosyal ve/veya ekonomik haklar bakımından pozitif ayrımcılık yapılmasının
gerekli olduğu bir alanda bunu yapmamaktan ya da tetikleyebileceği dolaylı
ayrımcı sonuçlardan da sorumlu olacağını vurgulamak gerekir. Bu çerçevede hangi
kuralın hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı, hangi kuralın sadece düzenleyici
nitelikte olduğunun tespiti oldukça zor olacaktır.
Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı kararnamelerini yetki
açısından denetlemesinin, sıradan bir Anayasa’ya uygunluk denetimi sorunu
oluşturmadığı vurgulanmalıdır. Anayasa’nın Başlangıç bölümünde, açık şekilde
erkler ayrılığı ilkesine yollama yapılmakla yetinilmemekte, ilkenin aynı
zamanda tanımı da yapılmaktadır. Madde 2’nin öngördüğü hukuk devletinin
gerekleri, normlar hiyerarşisi çerçevesinde kuralı koyan organ ile onu
uygulayan organın birbirinden ayrılmasını, denetim organının ise bağımsız olmasını
ifade eder. Normların aşamalı sırası ise, üst normun alt normun varlık nedeni
olduğu, üst norma uygunluk ise, alt normun geçerlilik koşulu olduğu anlamına
gelir. Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri; yasama, yürütme ve yargı yetkilerini
ayrı ayrı düzenlemektedir. Anayasa’nın 11. maddesine göre; Anayasa hükümleri,
yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlamaktadır. 2017 Anayasa değişikliğiyle
ortaya çıkan kurguda, her ne kadar cumhurbaşkanlığı kararnamesi adı altında
yürütmeye düzenleme yetkisi tanınmış olsa da, bu yetkinin, gerek çerçevesinin
belirlendiği madde 104/17 sınırları içerisinde gerekse Anayasa’nın değinilen
Başlangıç ve genel esasları kapsamında kullanılıp kullanılmadığı konusunda AYM
tarafından gerçekleştirilecek Anayasa’ya uygunluk denetimi, temel bir önem
kazanmaktadır. Öyle ki, AYM tarafından cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki
alanlarında çıkarılıp çıkarılmadığına ilişkin olarak yapılacak her denetim; bir
anlamda, aynı anda Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 11. ve 104. maddelerinin ihlal edilip
edilmediğine ilişin bir ortak bir denetim anlamına da gelecektir. Özellikle
vurgulanmalıdır ki; Anayasa madde 6/3’e göre, “Hiçbir kimse veya organ
kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz”. Bu itibarla,
erkler ayrılığı ilkesine uyulup uyulmadığına ilişkin bir denetim olan
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki alanlarında kalıp kalmadıklarına
ilişkin denetim; son tahlilde, egemenliğin Anayasa’ya uygun şekilde kullanılıp
kullanılmadığını ve anayasal yetkilerin, “Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun”
olarak kullanılıp kullanılmadığını denetlemek anlamına gelmektedir. Kısaca,
AYM’nin Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini denetimi vesilesiyle yapacağı
gözlemler, belirleyeceği ilkeler ve sistemleştireceği ölçütler, Türkiye
Cumhuriyeti’nin anayasal bir devlet olup olmayacağı konusunda belirleyici
olacaktır.
c) Esas yönünden
Bu konuda gösterilmesi gereken hassasiyet ve titizlik; Anayasa
Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı kararnamelerini yetki açısından denetlemesinin,
denetimine tabi tutulan diğer normatif düzenlemelerin Anayasa’ya uygunluk
denetiminden farklı özellikler taşımasına dayanmaktadır. Anayasa, Başlangıç
bölümünde, Devlet örgütlenmesinin erkler ayrılığı üzerine inşa edileceğini açık
bir biçimde öngörmektedir. Cumhuriyet’in niteliklerini sıralayan ve
somutlaştıran madde 2 ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin “başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayan”dığını öngörmekte olup, bunu hukuk devleti olarak
tanımlamaktadır. Hukuk devleti, mekanizma olarak, devlet örgütünün erkler
ayrılığı çerçevesinde örgütlendiği, hukuki yapılanmanın ise normlar
hiyerarşisine dayandığı bir siyasal örgüt ve hukuki yapı olarak tanımlanır.
Madde 2, madde 14 (değişik: 3/10/2001-4709/3 md.) ışığında okunduğunda hukuk
devletinin içerik olarak da tanımlanmış olduğu görülür: “insan haklarına
dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” ve aynı zamanda “sosyal devlet”; yani
sosyal hukuk devleti. Bu arada; AYM’nin hukuk devleti kavramına ilişkin olarak
kanunların Anayasa’ya uygunluğu denetimi bağlamında oluşturduğu içtihadının,
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin denetiminde de aynı şekilde referans
oluşturacağı açıktır (bu yönde bkz.: AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4,
K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §26–28). AYM’ye göre:
“Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti; eylem ve işlemleri hukuka
uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her
alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği
sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla
kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir” (AYM, E.S.
:2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126,
§26). Oysa, cumhurbaşkanlığı kararnamelerine ilişkin (ve özellikle de bunların
konu bakımından yetkisizliğine dayalı) iptal başvurularının böylesine çok
sayıda ve bu kadar uzun süreler karara bağlanmamış şekilde AYM önünde birikmiş
olması, AYM’nin verdiği hukuk devleti tanımındaki her bir unsurun adeta
dondurulması anlamına gelmekte; yürütmeyi, dolaylı olarak, yetkisi dışındaki
alanları sistematik şekilde Anayasa’ya aykırı cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle
düzenleme refleksi konusunda cesaretlendirmektedir.
Anayasa’nın genel esaslar kısmındaki maddeleri, madde 2’nin
yaptığı çerçeve ve temel tanımlar doğrultusunda okumak ve anlamlandırmak
gerekir:
Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri; Devlet örgütü olarak yasama,
yürütme ve yargı yetkilerini ayrı ayrı düzenlemektedir. Normlar hiyerarşisinin
ana çerçevesini koyan madde 11’e göre; Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve
yargı organlarını bağlamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa’nın bu temel
hükümleri ışığında, iptal davası konusu cumhurbaşkanlığı kararnamelerine
ilişkin denetimini titizlikle gerçekleştirmesi, ivedi bir gerekliliktir.
B. 101 sayılı İletişim Başkanlığı Teşkilatı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin bütünü, şekil yönünden Anayasa’ya aykırıdır
101 sayılı İletişim Başkanlığı Teşkilatı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin bütünü, şekil yönünden Anayasa’ya aykırıdır. Aşağıda, söz
konusu Anayasa’ya aykırılığın sebepleri gösterilmiştir.
1. AYM’nin CBK’leri Şekil Bakımından İnceleme Yetkisi
CBK’leri şekil yönünden denetim, AYM’nin yetkisindedir.
Anayasa’nın, AYM’nin görev ve yetkilerine ilişkin 148. maddesinin 1. fıkrasına
göre:
“Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve
esas bakımlarından uygunluğunu denetler ve bireysel başvuruları karara bağlar.”
Anayasa’nın lafzı, tereddütsüz bir açıklıkla, CBK’lerin
Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetleme görev ve yetkisine
sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
2. Süre Yönünden
Anayasa’nın “Dava açma süresi” başlıklı 151. maddesine göre:
“Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açma hakkı,
iptali istenen kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya içtüzüğün Resmî
Gazetede yayımlanmasından başlayarak altmış gün sonra düşer.”
Yine Anayasa’nın 148. maddesinin 2. fıkrasına göre,
“Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın,
öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif
ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı
hususları ile sı nırlıdır. Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir.
Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil
bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def'i yoluyla da ileri sürülemez.”
Görüldüğü üzere, Anayasa, AYM’nin soyut norm denetimine yönelik
başvurulara ilişkin olarak iki farklı süre öngörmüştür. Kanunların şekil
bozukluğuna dayalı iptal davaları, Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on
gün içerisinde açılmalıdır. Söz konusu on günlük hak düşürücü süre, yalnızca
kanunlar bakımından geçerlidir. CBK’ler bakımından bu konuda bir lex specialis
bulunmamaktadır ve CBK’lerin şekil bakımından Anayasa’ya aykırılığına dair iptal
davasının açılması, Anayasa’nın 151. maddesinde öngörülen altmış günlük süreye
tabidir. Gerçekten de, eğer Anayasa koyucu öyle öngörse idi, 148. maddeye,
-tıpkı kanunlar için yaptığı şekilde- CBK’lerin şekil bakımından Anayasa’ya
aykırılıklarına ilişkin olarak iptal davası açması süresinin altmış günden daha
kısa olduğuna ilişkin bir hüküm koyardı.
3. 101 sayılı İletişim Başkanlığı Teşkilatı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin Gerekçesiz Çıkarılmasının Şekil Bakımından Hukuk Devleti İlkesi
Aykırılığı
Anayasa Mahkemesi, yakın tarihli bir kararında CBK’lerin
gerekçesizliği olgusuna aşağıdaki gibi dikkat çekmiştir:
“22. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 39. maddesinin (4) numaralı
fıkrasında “İptal davalarında Mahkemece esasın incelenmesine karar verilmesi
hâlinde, dava dilekçesi ile ekleri Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı,
Cumhurbaşkanlığı ile iptal davası açmaya yetkili siyasi parti gruplarına
gönderilir. Bu makamlar, iptal davasıyla ilgili yazılı görüşlerini
değerlendirilmek üzere Mahkemeye bildirebilirler.” denilmektedir. CBK’lar
gerekçeleri olmaksızın yayımlanmaktadırlar. Bu nedenle CBK kurallarının
getiriliş amacının tespiti bakımından 6216 sayılı Kanun’un anılan hükmüne
istinaden Cumhurbaşkanlığınca dosyaya sunulan görüş yazıları önem arz
etmektedir.” (AYM, E.2019/96, K.2022/17, 24/02/2022, § 22).
Hukuk devletinde her türlü resmi işlemin gerekçeli olması,
hukukun genel ilkesidir. Bunun, yargı kararlarıyla ilgili olarak adil
yargılanma hakkı bakımından böyle olduğu iyi bilinmektedir. Anayasa m. 141/3
uyarınca “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
AİHM içtihatlarına göre, yargı kararları, dayandıkları gerekçeleri yeterli
şekilde ortaya koymalıdır (AİHM, Papon/Fransa n° 2 (kabul edilebilirlik
kararı), 15/11/2001, başvuru n° 54210/00). Yargı kararlarını gerekçelendirme
zorunluluğu, AİHS m.6/1’in içerdiği zımni güvencelere dahildir (AİHM, H/Belçika,
30/11/1987, başvuru n° 8950/80 § 53). Yargı organları gerekçelerin seçimi ve
kanıtların kabulü konusunda belirli bir takdir marjına sahip olsa da,
kararlarının gerekçelerini belirterek işlemlerinin haklılığını ortaya
koymalıdır (AİHM, Suominen/Finlandiya, 01/07/2003, başvuru n° 37801/97, § 36).
Bir taraf tarafından ileri sürülen bir iddia davanın sonucu açısından
belirleyici olduğunda, o iddia, yargı organının özgül ve açık bir yanıtını
gerektirir (AİHM, Ruiz Torija/İspanya, 09/12/1994, başvuru n° 18390/91, § 30).
Yargı kararları ve bireysel normlar açısından gerekli bu gerekçe
zorunluluğunun; belirsiz sayıda kişiye ve beşeri ilişkiye uygulanacak genel
normlar açısından evleviyetle gerekli olduğu kabul edilmek gerekir.
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin gerekçesiz olması ise, hukuk devletine açıkça
aykırılık oluşturduğu gibi, bu türdeki normların anlaşılır ve öngörülebilir
olmalarını da zorlaştırmaktadır. AYM, CBK’ler üzerinde şekil denetimi de
yaparak gerekçe yokluğunu Anayasa’ya aykırılık nedeni saymalıdır.
Gerçekten de; hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk
kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet
organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan
haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya
ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan,
yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri
ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009
tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin ön
koşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
hukuki belirlilik ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde
açık, net, anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM
9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa
Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı).
Hukuki belirlilik ve güvenlik ilkeleri, hiç kuşku yok ki,
CBK’ler bakımından da geçerlidir: “CBK’ların da hem kişiler hem idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması gerekir" (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4,
K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §28).
Oysa gerekçe yokluğu, CBK’lerin açık, net, anlaşılır,
uygulanabilir olma gerekliliklerine aykırıdır. AYM’nin yukarıda alıntılanan
kararında ifade edildiği üzere, “CBK’lar gerekçeleri olmaksızın
yayımlanmaktadırlar. Bu nedenle CBK kurallarının getiriliş amacının tespiti
bakımından 6216 sayılı Kanun’un anılan hükmüne istinaden Cumhurbaşkanlığınca
dosyaya sunulan görüş yazıları önem arz etmektedir.” (AYM, E.2019/96,
K.2022/17, 24/02/2022, § 22). Şu halde, CBK’lerin gerekçesizliğinin, onların
getiriliş amacının bilinmemesi anlamına geldiğini AYM de kabul etmektedir. Oysa
bir normun uygulanabilmesi, onun ratio legis’inin bilinmesini zorunlu olarak
gerektirir. Anayasa’da gerekçe gerekliliği açıkça öngörülmüş olmasa da, birel
veya düzenleyici işlemler bütünü için gerekçe gerekliliği, içerik olarak hukuk
devleti kavramının içerdiği hukuki güvenlik ve belirlilik alt ilkelerine
içkindir. Gerekçesiz CBK normları, norm kapsamı konusunda gerekli belirlilik ve
öngörülebilirliğin olmamasına yol açmaktadır.
Bunun yanında; Anayasa’nın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesi
gereğince, yasama işlemlerinin kişisel yararları değil kamu yararını
gerçekleştirmek amacıyla yapılması zorunludur (Anayasa Mahkemesi’nin 17. 06.
2015 karar tarihli ve 2014/179 E.; 2015/54 K. sayılı Kararı). Aynı yönde; “Yasa
koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu yararını ortadan
kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz …” (Anayasa Mahkemesi’nin
24.01.2008 tarihli ve 2007/76 E.; 2008/46 K. sayılı Kararı). Gerekçesiz olan,
ratio legis’i bilinmeyen ve gerekçesizliği sebebiyle bütünüyle keyfiliğe açık
olan yapıdaki CBK’lerin kamu yararını gerçekleştirmeye elvermeyeceği açıktır.
Bütünüyle hüsnüniyetle ihdas edildiğinde dahi, getiriliş amacı bilinmeyen bir
CBK’nin uygulamada beklenen sonuçları getiremeyeceği, uzlaşmaz yorum
farklılıklarına yol açacağı ve son tahlilde yürütmenin normatif iradesinin
hayata geçirilmesinin mümkün olmayacağı da ortadadır. Bir başka deyişle,
Anayasa’nın Cumhurbaşkanı’na verdiği yetkinin kullanılabilmesi ve hukuk
düzeninde etki doğurması, yine CBK’lerin gerekçeli olması şartına bağlıdır. Bu
itibarla, CBK’lerin gerekçesizliği, hukuk devleti ilkesinin alt ilkesi olan
kamu yararı ilkesine de aykırıdır.
Torba CBK tarzının olağan uygulama haline getirilmiş olması
nedeniyle, konulan ve yürürlükten kaldırılan kuralları izleme zorluğu da
açıktır: Gerekçelendirme, neden bir maddenin konulduğu, değiştirildiği veya
kaldırıldığı konusunda bilgi vereceğinden, hem CBK hazırlayıcısı bürokratları
daha özenli davranmaya yönlendirir hem de AYM denetimini kolaylaştırır ve
etkili kılar. Dahası, CBK uygulamasında yargı ve idare makamları için olası
tereddütleri giderici işlev görür.
101 sayılı İletişim Başkanlığı Teşkilatı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin bütünü, gerekçe yokluğuna ilişkin anılan sebeplerle ve
Anayasa’nın 2. maddesi uyarınca, Anayasa’ya şekil yönünden aykırıdır ve iptal
edilmek gerekir.
C. 101 sayılı İletişim Başkanlığı Teşkilatı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin 1. Maddesi ile Değiştirilen 14 sayılı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 3. Maddesine Eklenen (3) Numaralı Fıkranın Anayasaya Aykırılığı
101 sayılı CBK’nin 1. maddesi ile 14 sayılı CBK’nin 3. maddesi
değiştirilmekte ve maddeye (3) numaralı fıkra eklenmekte ve eklenen fıkra ile
İletişim Başkanlığının görev ve yetkileri arasına Cumhurbaşkanlığı İletişim
Merkezi (CİMER)’in kurulmasına ve bu merkezin çalışma usul ve esaslarının
Cumhurbaşkanınca çıkarılacak bir yönetmelik ile düzenlenmesine ilişkin
düzenleme yapılmaktadır.
Söz konusu düzenleme, Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrası
kapsamında CBK’lerde düzenlenebilecek alanın çerçevesi dışındadır ve aşağıda
sıralandığı üzere, Anayasanın birçok maddesine aykırılık taşımaktadır.
a) Anayasanın 104. Maddesine Aykırılık (Konu Bakımından Yetki)
6771 sayılı Kanun ile getirilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
temel ilke ve koşulları Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasında ortaya
konulmuştur. Anayasanın 104/17. maddesiyle getirilen CBK ile yürütmeye tanınan
düzenleme alanı oldukça dar ve sınırlıdır. Anayasa CBK’ler için konu bakımından
açık şekilde üçlü bir sınır çizmiştir. Buna göre; birinci sınır olarak
Anayasa’da münhasıran kanun ile düzenlenmesi öngörülen konular belirtilebilir.
İkinci sınır kanun ile düzenlenmiş konularken, üçüncü sınır ise temel hak ve
hürriyetlerle ilgili konulardır.
ı) Anayasanın 104/17. maddesinde, “Anayasanın ikinci kısmının
birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle
dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle düzenlenemez” kuralı da bulunmaktadır.
İhtilaflı kural, açık şekilde, Anayasa’nın Temel Haklar ve
Ödevler başlıklı ikinci kısmında konumlanan hak arama hürriyeti (Anayasa, m.36)
ile dilekçe ve bilgi edinme (Anayasa, m.74) haklarıyla ilgilidir. İptali
istenen kural, bu itibarla, Anayasa’nın 104. maddesinin 17. anlamında CBK ile
düzenlenemeyecek olan temel haklara ve siyasi haklara ilişkin bir düzenleme
oluşturmaktadır ve söz konusu maddeye aykırıdır.
İptali talep edilen düzenleme, Anayasa’nın 123. maddesinde ifade
edildiği üzere idarenin bütünlüğü içerisinde yer alan Cumhurbaşkanlığına bağlı
bir başkanlık olan İletişim Başkanlığı bünyesinde halihazırda faaliyet gösteren
CİMER’in bir CBK ile kurulmasına ve bunun çalışma usul ve esaslarının
Cumhurbaşkanlığınca çıkarılacak bir yönetmelik ile düzenlenmesine ilişkindir.
Bilindiği üzere CİMER, tüm kamu kurumlarını aynı çatı altında
toplamak ve sunulması ön görülen kamu hizmetlerini çok daha hızlı, etkili ve
verimli bir biçimde sunabilmek için oluşturulan bir halkla ilişkiler uygulaması
olarak tanımlanmış ve BİMER (Başbakanlık İletişim Merkezi) adı altında 2006/3
sayılı Başbakanlık Genelgesiyle yürürlüğe girmiştir.
“Yönetim tekniği olduğu kadar bir değeri de ifade eden bu
kavramların hayata geçirilebilmesi için yurttaşların yönetime ilişkin şikayet,
talep, görüş ve önerilerini kolayca iletebilmelerine yönelik iyi işleyen, hızlı
ve etkin bir sistemin kurulması, yönetimin başarısı için olduğu kadar,
demokrasinin sağlıklı bir biçimde işlemesi açısından da vazgeçilmez bir
gerekliliktir. Bu şikayet, talep, görüş ve önerilerin derhal işleme alınıp
değerlendirilmesi, sonuçlandırılması ve ilgilisine süratle cevap verilmesi de
aynı derecede önem taşımaktadır. Bu düşünceler ışığında, kamu kurum ve
kuruluşlarının halkla ilişkiler uygulamalarına ilişkin yeni bazı düzenlemelerin
yapılması uygun görülmüştür.”
Söz konusu Genelge’de aynı zamanda ilgili yasalar gereğince
yapılacak başvuruların da bu sisteme entegre edileceği ve bu sistem
aracılığıyla bilgi edinme ve dilekçe hakkının uygulamasının yapılacağı, bu
sistemin bir ön başvuru mecrası olacağı belirtilmektedir.
“4. 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu, 3071 sayılı Dilekçe
Hakkı Kanunu, 5176 sayılı Kamu Görevlileri Etik Kurulu Kurulması ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile insan hakları ihlallerine
ilişkin müracaatlar da bu bürolara bizzat ya da Başbakanlık İletişim Merkezi
(BİMER)– Doğrudan Başbakanlık numarası veya Başbakanlık web sayfası aracılığı
ile yapılabilecektir.
5. Diğer kamu kurum ve kuruluşlarının benzer amaçla
kullandıkları telefon numaraları da uygun bir zamanda bu sisteme dahil
edilecektir. Bu sayede vatandaşların müracaatlarını her zaman hatırlanabilir
tek bir numaradan yapması ve müracaat sürecinin basitleştirilmesi sağlanmış
olacaktır. Sistemin tam olarak hayata geçirilmesi ile önemli ölçüde tasarruf
sağlanması da beklenmektedir.”
Bu sistem, 2017 yılında Başbakanlık ve ona bağlı kurumların
bazılarını yürürlükten kaldıran 703 sayılı KHK ile hukuken sonlanmış, 9 Temmuz
2018 tarihinde ise 2015 yılında ‘Cumhurbaşkanına doğrudan yazın’ şeklindeki bir
web uygulaması olarak başlayan ve herhangi bir hukuki dayanağı olmayan
uygulama, BİMER sisteminin yerini fiilen almış ve BİMER, Cumhurbaşkanlığına
bağlanarak BİMER’in yerini alacak CİMER (Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi)
hukuki dayanağı olmadan de facto olarak kamu kurum ve kuruluşlarına yapılan
şikayet ve taleplerin ön denetim yeri haline gelmiştir. CİMER, bu anlamda
düşünce ve ifade özgürlüğü, bilgi edinme ve dilekçe hakkının kullanılmasında
bir ara “birim” olarak İletişim Başkanlığı’nın bünyesinde faaliyet göstermeye
başlamıştır. Görüldüğü üzere CİMER, doğrudan hak arama hürriyeti kapsamında
dilekçe ve bilgi edinme hakkıyla ilgili bir birimdir.
Öncelikle dilekçe hakkının uluslararası insan hakları
mekanizmalarına uygun şekilde “hak arama özgürlüğü” kapsamında
değerlendirilerek açıklanması gerekir. Diğer hak ve özgürlükleri kapsayan ve
koruyan bir hak olan hak arama özgürlüğü (hak arama hakkı), en yalın şekilde,
insan hakları ihlallerinin telafi edilmesiyle ilgili kurumlara başvurabilme ve
etkili bir sonuç alabilmeyi kapsar. Hak arama özgürlüğü çerçevesinde bireyler
ve tüzel kişiler 3 farklı merciye; yargıya (mahkemelere), yürütmeye
(idareye-ilgili kurumlara) ve yasama organına (TBMM) başvuruda
bulunabilmektedirler. Diğer bir deyişle, hak arama özgürlüğü, bireylere idari
(kamu) makamlara, yasama organına (TBMM) ve yargı makamlarına (mahkemelere)
başvuru hakkı verir. Hak arama özgürlüğü kapsamında yer alan dilekçe hakkı,
bireyler (vatandaş ve belli koşullarda yabancılar) ile tüzel kişilerin kamu
organlarına şikâyet, öneri ve hak ihlali gibi gerekçelerle taleplerini yazılı
olarak iletmesidir. Dilekçe hakkı, bilgi edinme hakkından farklı olarak,
doğrudan devlet organlarına ulaşmayı ve dilekçede yer alan hususların yerine
getirilmesini talep etmeyi kapsar.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında siyasi haklar; seçme ve seçilme
hakkı, kamu hizmetine girme hakkı ve dilekçe hakkı ile kamu denetçisine başvuru
gibi hakları kapsar. Siyasi haklar arasında yer alan dilekçe hakkı, insan
haklarının korunmasında önemli bir araç olan hak arama özgürlüğü kapsamındaki
başvuru yollarından biridir. Dilekçe hakkı; bireylerin, kendileriyle veya
kamuyla alakalı konuları bireysel veya toplu olarak, yargı organı dışında kalan
diğer ilgili kamu kuruluşlarına dilek ya da şikâyet olarak bildirmelerini veya
maruz kaldıkları haksızlıkların giderilmesi için başvurmalarını kapsayan bir
insan hakkıdır.
Dilekçe hakkı, 1876 tarihli Kanun-i Esasi’de, ardından
Türkiye’nin 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında yer alan en klasik ve temel
haklardan biridir. 1982 Anayasası, “Siyasi Haklar ve Ödevler” başlıklı
bölümünde yer alan 74. maddesinde dilekçe hakkını öngörmektedir. Avrupa Birliği
müktesebatına uyum kapsamında 2010 yılında yapılan değişiklikle, Anayasa’nın
74. maddesi “Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı” olarak
düzenlenmiştir. Osmanlı’dan bu yana Türkiye’de en eski siyasi haklardan biri olan
dilekçe hakkından daha geniş bir hak olarak tanımlanan ve ulusal mevzuata yakın
zaman önce dahil edilen “bilgi edinme hakkı” ise, bireylerin devletin tüm kurum
ve kuruluşlarına başvurarak bilgi alabilme hakkını kapsar.
Bilgi edinme hakkı, sadece Anayasa’nın 74. maddesinde
düzenlenmiş bir siyasi hak değildir. Aynı zamanda hak arama hürriyeti
kapsamında olan temel bir haktır.
Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40.
maddesine 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında,
“Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere
başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” kuralı yer almaktadır.
Anayasa’nın 40. maddenin 2. fıkrasının gerekçesinde, bireylerin yargı ya da
idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân
sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu,
mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması
açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.
Yine Anayasası’nın 40. Maddesi şu şekildedir:
Madde 40 – Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen
herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme
hakkına sahiptir.
(Ek fıkra: 3/10/2001-4709/16 md.) Devlet, işlemlerinde, ilgili
kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini
belirtmek zorundadır.
Kişinin, Resmî görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu
uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan
ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
Yine Anayasa’nın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde,
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde
davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
Hükmü çerçevesinde hak arama hürriyeti, bilgi edinme hakkını da kapsayacak bir
biçimde temel bir hak olarak tanımlanmıştır.
Bir siyasi hak olarak hak arama özgürlüğü kapsamında olan
dilekçe ve bilgi edinme hakkını özel olarak doğrudan düzenleyen Anayasa maddesi
ise Siyasi haklar kapsamında Anayasa’nın 74. maddesi ile düzenlenmiştir.
Anayasa’nın 74. maddesi şu şekildedir:
“VII. Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı
MADDE 74- (Değişik: 3/10/2001-4709/26 md.) Vatandaşlar ve
karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar
kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri hakkında, yetkili
makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahiptir.
(Değişik: 3/10/2001-4709/26 md.) Kendileriyle ilgili
başvurmaların sonucu, gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak
bildirilir.
(Mülga: 12/9/2010-5982/8 md.)
(Ek fıkra: 12/9/2010-5982/8 md.) Herkes, bilgi edinme ve kamu
denetçisine başvurma hakkına sahiptir.
(Ek fıkra: 12/9/2010-5982/8 md.) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına bağlı olarak kurulan Kamu Denetçiliği Kurumu idarenin işleyişiyle
ilgili şikâyetleri inceler.
(Ek fıkra: 12/9/2010-5982/8 md.) Kamu Başdenetçisi Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından gizli oyla dört yıl için seçilir. İlk iki oylamada
üye tamsayısının üçte iki ve üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu
aranır. Üçüncü oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan
iki aday için dördüncü oylama yapılır; dördüncü oylamada en fazla oy alan aday
seçilmiş olur.
(Ek fıkra: 12/9/2010-5982/8 md.) Bu maddede sayılan hakların
kullanılma biçimi, Kamu Denetçiliği Kurumunun kuruluşu, görevi, çalışması,
inceleme sonucunda yapacağı işlemler ile Kamu Başdenetçisi ve kamu
denetçilerinin nitelikleri, seçimi ve özlük haklarına ilişkin usul ve esaslar
kanunla düzenlenir.”
Anayasa Mahkemesi, bir kararında bilgi edinme başvurusunun temel
hak ve hürriyetler ve siyasal haklar arasında yer aldığını belirtmektedir: “35.
Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36. maddesinde, herkesin
gerekli araç ve yollardan yararlanarak yargı organları önünde davacı ya da
davalı olarak iddia ve savunma hakkının bulunduğu belirtilmektedir. Maddeyle
güvence altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak
niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir.
36. Anayasa'nın " Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine
başvurma hakkı " başlıklı 74. maddesinin dördüncü fıkrasında ise "
Herkes, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkına sahiptir. "
denilmek suretiyle bilgi edinme hakkı anayasal güvenceye kavuşturulmuştur.
37. Bilgi edinme hakkı, yönetilenlerin yönetenleri
denetleyebilmesinin, dolayısıyla hukukun üstünlüğünün sağlanabilmesinin çok önemli
bir aracı olarak işlev görmektedir. Bilgi edinme hakkı, devletin demokratik
niteliğinin geliştirilmesi ve bireyin temel hak ve özgürlüklerinin korunması
hususlarında önemli bir rol oynadığından, demokratik hukuk devletinde
vazgeçilmez bir hak niteliğine sahip bulunmaktadır. Bu hakkın sınırlanmasını
öngören düzenlemelerin de Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen güvencelere ve
bu bağlamda ölçülülük ilkesine uygun olması gerektiği açıktır.” (AYM, E.
2013/114, K. 2014/184)
Yine Anayasa Mahkemesi, bir memur tarafından yapılan şikayetin
hak arama hürriyeti kapsamında olduğunu ve dilekçe hakkından farklı bir şekilde
değerlendirilmesi gerektiğini belirterek konunun temel hak ve hürriyetler
açısından de ele alınması gerektiğine işaret etmiştir.
“657 sayılı Kanun'da memurun müracaat, şikayet ve dava açma
hakkını düzenleyen 21. maddesi, devlet memurlarının kurumları ile ilgili resmi
ve şahsi işlerinden dolayı müracaat; amirleri ve kurumları tarafından
kendilerine uygulanan idari işlemler nedeniyle şikayet ve dava hakkına
ilişkindir. Bu yönden, Anayasa'nın 36. maddesiyle güvenceye bağlanmış bulunan
hak arama özgürlüğü ile alakası tartışma götürmez. Anayasa'nın 74. maddesiyle
vatandaşlara tanınmış olan siyasal hak, 10/11/1984 günlü, 3071 sayılı
"Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun" ile düzenlenmiştir. 657
sayılı Kanunun müracaat, şikayet ve dava açma hakkını düzenleyen 21. maddesi
siyasal bir hak olan dilekçe hakkından farklı özelliklere sahiptir. 21. madde
yukarıda da değinildiği üzere Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenmiş bulunan
hakla ilgilidir.” (AYM, E. 1986/15, K. 1987/1.)
Nitekim, Anayasa Mahkemesi, 2016 yılında yapılan bir bireysel
başvuruya ilişkin verdiği kararda BİMER’e başvuruyu ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirmiştir.
“51. Hukuk devletinin gerekleri kapsamında bir askerin kişisel
veya görevle ilgili sorunlarını dile getirmesi, bir hak olarak askerî yasalarda
öngörülmüş ve bu hakkın kullanımı askerî disiplin ve hiyerarşik düzen içinde
belli bir yöntem benimsenerek düzenlenmiştir. Asker kişiler için Türkiye Büyük
Millet Meclisine yapılacak müracaat dışındaki şikâyet ve taleplerin 211 sayılı
Kanun hükümleri çerçevesinde sıralı amirler takip edilerek yapılması
öngörülmüştür. Bu şikâyet usulüne riayet edilmemesi de 6413 sayılı Kanun’da
disiplin cezasını gerektiren bir eylem olarak nitelendirilmiştir.
52. Başvurucunun şikâyet dilekçesi bir bütün olarak
değerlendirildiğinde dilekçenin saldırgan bir üslupla yazılmış olmasından daha
çok yardım isteği ve çaresizliği vurgulayan ifadeler içerdiği anlaşılmaktadır.
Başvurucu, özellikle diğer askerî personelin sorumlu olduğu alanlar ile kendi
çalıştığı ve sorumlu olduğu alanlar açısından haksızlığa uğradığını ifade
etmiş; disiplin cezası uygulamalarında özellikle kendisinin hedef alındığını,
sağlık sorunlarının görmezden gelindiğini ve savunmalarının dikkate
alınmadığını açıklamaya çalışmıştır. Disiplin amiri, başvurucunun şikâyet
usulüne aykırı davrandığından bahisle başvurucuya disiplin cezası vermiştir.
53. Başvurucunun şikâyet konusu ettiği hususların askerî yapı
içinde ve sıralı amirler nezdinde çözülebilecek kişisel sorunlar olduğu, askerî
makamlara zarar verecek veya itibar kaybı oluşturacak özellik taşımadığı,
dilekçenin ulaştırıldığı BİMER’in kamu kurumları içinde yer aldığı ve
içeriğinin kamuoyuna yansıtılmadığı anlaşılmaktadır.
54. Sonuç olarak askerî hiyerarşi ve disiplin içinde bulunanlara
yönelik olarak belirli şikâyet usulleri ve bunların dayandırıldığı disiplin
yaptırımları bulunmasının demokratik toplum düzeninde gerekli olmadığı
söylenemez. Fakat yukarıdaki hususlar dikkate alındığında ve somut olayın
koşullarında, kendisini de etkileyen birim içindeki birtakım haksız
uygulamalarla ilgili olarak görev yaptığı birimdeki sıralı amirlerine yaptığı
başvuruların sonuçsuz kalması nedeniyle Başbakanlığa bağlı bir kamu kurumu olan
BİMER’e dilekçe gönderilmesine “uyarma” cezası ile yaptırım uygulanmasının
demokratik toplum düzeninde gerekli bir müdahale olmadığı değerlendirilmiştir.
55. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence
altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.”
(AYM, Adem Talas Başvurusu, B. N: 2014/12143, K. T.: 16/11/2017; R.G.:
5/1/2018-30292)
Yukarıdaki Anayasa Mahkemesi kararlarında da görüldüğü üzere
yurttaşların CİMER’e talep, öneri ve şikayetleri için başvurularını yapmaları,
CİMER’in kurulması ve bu birimin çalışma usul ve esaslarının düzenlenmesi ile
ilgili düzenlemeler, doğrudan hak arama hürriyeti dilekçe ve bilgi edinme hakkı
çerçevesinde ele alınması gereken konulardır.
İhtilaflı kural ile bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile temel
hak ve özgülükler ile siyasi haklar kapsamında ele alınması gereken bir konuda
düzenleme yapılarak İletişim Başkanlığı bünyesinde oluşturulmuş olan ve hukuki
bir dayanağı olmayan ancak yukarıda da belirtildiği üzere söz konusu hak arama
ve düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında ele alınan temel hak ve hürriyetlerin
kullanılması ile siyasi haklardan olan dilekçe ve bilgi edinme hakkının
somutlanması sürecinde kamu idarelerine başvurunun fiili bir biçimde “ön başvuru
şartı” haline getirilmiş olan CİMER’in kurulmasını, faaliyetleri ve görevlerini
tanımlamakta, İletişim Başkanlığı’na bu konularda düzenleme yapma yetkisi
vermekte ve bu birimin çalışma usul ve esaslarının belirlenmesinde de
Cumhurbaşkanına yönetmelik ile düzenleme yetkisi vermektedir.
Yukarıda belirtildiği üzere söz konusu düzenleme açık bir
biçimde, temel hak ve özgürlükler ile siyasi haklarla ilgilidir. İptali istenen
kural, bu itibarla, Anayasa’nın 104. maddesinin 17. anlamında CBK ile
düzenlenemeyecek olan temel hak ve özgürlükler ile siyasi haklara ilişkin bir
düzenleme oluşturmaktadır ve söz konusu maddeye aykırıdır.
Dolayısıyla, yukarıda belirtildiği üzere ihtilaflı düzenleme,
Anayasa’nın 104/17. maddesinde belirlenen sınırları aşarak Anayasanın ikinci
kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve
ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler alanında
düzenleme yapması nedeniyle; konu bakımından yetkisizlikle maluldür ve
Anayasa’nın 104/17. fıkrasına aykırıdır. Bu cihetle, ihtilaflı kuralın iptali
gerekir.
ıı) Anayasanın 104/17. maddesinde, “Anayasada münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.”
kuralı bulunmaktadır.
Anayasanın 104/17. maddede geçen “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla düzenlenir veya
kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu
maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. Anayasa’nın bu şekilde ortaya çıkan
açık sözü, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarma yetkisinin konu bakımından
sınırını oluşturur. O halde Anayasa’nın bir maddesinde bir konunun yasayla
düzenlenmesi öngörülmüşse o konunun Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
düzenlenmesi, Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık oluşturacaktır.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da salt bir kanunla düzenleme
kaydının bulunmasının, söz konusu konuyu Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konu
bakımından yetki alanından çıkarmak açısından yeterli olduğunu saptamıştır:
“... Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda CBK
çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak Anayasa’da hangi konuların
münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin özel bir hüküm bulunmamaktadır.
Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadında anayasa koyucunun
kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu kapsamda görülmesi gerektiği
kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179, 28/12/2017, § 57; E.2016/180,
K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163, 29/11/2017, § 13; E.2016/139,
K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47, K.2013/72, 6/6/2013). Buna göre
Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen alanlarda Cumhurbaşkanı’nın CBK
çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4,
K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §11). Yine Anayasa
Mahkemesi’ne göre: “Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının üçüncü
cümlesinde Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda CBK
çıkarılamayacağı hükmüne yer verilmiştir. Anayasa koyucunun bir konunun kanunla
düzenlenmesini özel olarak öngörmesi bu alanın münhasıran kanunla
düzenlenmesini istediği anlamına gelir. Bu kapsamda Anayasa bir konunun kanunla
düzenleneceğini öngörmüşse bu konuda CBK çıkarılamaz” (AYM, Esas Sayısı:
2020/71, K.S.: 2021/33, K.T.: 29/4/2021, R.G.: 16/6/2021-31513, §17).
İhtilaflı kural ile temel hak ve özgülükler ile siyasi haklar
kapsamında ele alınması gereken bir konuda düzenleme yapılarak İletişim
Başkanlığı bünyesinde oluşturulmuş olan ve hukuki bir dayanağı olmayan ancak
kamu idarelerine başvurunun fiili bir biçimde “ön başvuru şartı” haline
getirilmiş olan CİMER’in kurulmasını, faaliyetleri ve görevlerini tanımlamakta,
İletişim Başkanlığı’na bu konularda düzenleme yapma yetkisi vermekte ve bu
birimin çalışma usul ve esaslarının belirlenmesinde de Cumhurbaşkanına
yönetmelik ile düzenleme yetkisi vermektedir.
CİMER’in kurulması, faaliyetleri, görev ve yetkileri, yukarıda
belirtildiği üzere hak arama hürriyeti ile düşünce ve ifade özgürlüğü ile
dilekçe ve bilgi edinme hakkı kapsamında ele alınması gereken bir konudur.
Yukarıda da belirtildiği üzere söz konusu temel hak ve
özgürlükler ile haklar Anayasa’nın 26., 36., 40., ve 74. maddelerinde
tanımlanmış ve söz konusu maddeler de bu hak ve özgürlüklere ilişkin düzenlemelerin
kanun ile yapılması öngörülmüştür.
Dolayısıyla, yukarıda belirtilen CİMER’in kurulmasına,
görevlerine ilişkin düzenlemeler ile bu birimin çalışma usul ve esaslarının
yönetmelik ile belirlenmesine ilişkin ihtilaflı düzenleme, Anayasa’nın 104/17.
maddesinde belirlenen sınırları aşarak kanun ile düzenlenmesi öngörülen alanda
düzenleme yapması nedeniyle; konu bakımından yetkisizlikle maluldür ve
Anayasa’nın 104/17. fıkrasına aykırıdır. Bu cihetle, ihtilaflı kuralın iptali
gerekir.
ııı) Yine Anayasanın 104/17. maddesinde, “Kanunda açıkça
düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralı
bulunmaktadır. Bir konu yasa ile açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkartılamaz. 101 sayılı CBK’nin 1. maddesiyle değiştirilen 14 sayılı
CBK’nin 3. maddesine eklenen (3) numaralı fıkra, 1/11/1984 tarih ve 3071 sayılı
Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanunu ile 9/10/2003 tarih ve 4982 sayılı
Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun çeşitli maddelerinde düzenlenmiş konularda
düzenleme yapmaktadır.
Daha önce de belirtildiği üzere, her iki yasa, Anayasa’nın 74. maddesinde
belirlenen dilekçe hakkı ve bilgi edinme hakkı ile ilgili bu konudaki temel
yasaları oluşturmaktadır.
Dilekçe hakkı ile ilgili yasa olan 3071 sayılı Yasa,
Anayasası’nın 74. maddesinde ifadesini bulan dilekçe hakkına ilişkin
ayrıntıları içermektedir. Yasanın 1. ve 2. maddelerinde kanunun amacı ve
kapsamı tanımlanmıştır. Söz konusu maddeler şu şekildedir:
“Amaç:
Madde 1 – (Değişik: 2/1/2003-4778/23 md.)
Bu Kanunun amacı, Türk vatandaşlarının ve Türkiye’de ikamet eden
yabancıların kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri hakkında,
Türkiye Büyük Millet Meclisine ve yetkili makamlara yazı ile başvurma
haklarının kullanılma biçimini düzenlemektir.”
“Kapsam:
Madde 2 – (Değişik: 2/1/2003-4778/24 md.)
Bu Kanun, Türk vatandaşları ve Türkiye’de ikamet eden yabancılar
tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi ile idarî makamlara yapılan dilek ve
şikâyetler hakkındaki başvuruları kapsar.”
Söz konusu maddeler ile dilekçe hakkı kapsamında yurttaşların ve
Türkiye’de ikamet eden yabancıların TBMM’ye başvuru hakkının yanında idareye,
bir diğer deyişle diğer kamu kurum ve kuruluşlarına da dilek ve şikayet hakkı
düzenlenmiştir.
Söz konusu Kanunun 3. maddesinde başvurunun yazılı olarak ve
doğrudan yetkili makama yapılacağı belirtilmekte, Kanunun 7. maddesinde de
yetkili makamın 30 gün içerisinde başvurucuya gerekçeli olarak cevap vermek
zorunda olduğu belirlenmiştir.
“Dilekçe hakkı:
Madde 3 – Türk vatandaşları kendileriyle veya kamu ile ilgili
dilek ve şikayetleri hakkında, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve yetkili
makamlara yazı ile başvurma hakkına sahiptirler.
(Ek: 2/1/2003-4778/25 md.)Türkiye’de ikamet eden yabancılar
karşılıklılık esası gözetilmek ve dilekçelerinin Türkçe yazılması kaydıyla bu
haktan yararlanabilirler.”
“Dilekçenin incelenmesi ve sonucunun bildirilmesi:
Madde 7 – (Değişik: 2/1/2003-4778/27 md.)
Türk vatandaşlarının ve Türkiye’de ikamet eden yabancıların
kendileri ve kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri konusunda yetkili makamlara
yaptıkları başvuruların sonucu veya yapılmakta olan işlemin safahatı hakkında
dilekçe sahiplerine en geç otuz gün içinde gerekçeli olarak cevap verilir.
İşlem safahatının duyurulması halinde alınan sonuç ayrıca bildirilir.”
Görüldüğü üzere, 3071 sayılı Kanun yurttaşların şikayet talep ve
dileklerini TBMM’nin haricinde kamu kurum ve kuruluşlarına yazılı olarak
başvurarak dile getirebileceğini, bu kurumlardaki yetkililerin de bu
başvuruları gerekçeli olarak yanıtlamak zorunda olduğunu belirtirken,
Yürütmenin genel anlamda bu başvuruları bir ön incelemeden veya kendi
belirlediği kıstaslar ve şartlar doğrultusunda ara bir mekanizmayı
kurabileceğine ilişkin bir düzenlemeye yer vermemiştir ve bu hakkın
kullanımında sorumluluğu, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına ve bu kurum
yetkililerine yüklemiştir.
Yine 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun amaçla ilgili 1.
maddesinde demokratik ve saydam (şeffaf) yönetimin gereği olan eşitlik,
tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak kişilerin bilgi edinme hakkını
kullanmalarına ilişkin esas ve usulleri düzenlemekten söz etmektedir.
Kapsamla ilgili 2. maddede ise, kanunun “kamu kurum ve
kuruluşları” ile “kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının”
etkinliklerini kapsadığı belirtilmektedir.
Kanunun en önemli maddesi, “Bilgi Edinme Hakkı ve Bilgi Verme
Yükümlülüğü” başlığını ve “Bilgi edinme hakkı” alt başlığını taşıyan 4.
maddesidir. Madde şöyledir:
“Herkes bilgi edinme hakkına sahiptir.
Türkiye'de ikamet eden yabancılar ile Türkiye'de faaliyette bulunan
yabancı tüzel kişiler, isteyecekleri bilgi kendileriyle veya faaliyet
alanlarıyla ilgili olmak kaydıyla ve karşılıklılık ilkesi çerçevesinde, bu
Kanun hükümlerinden yararlanırlar.
Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden doğan hak
ve yükümlülükleri saklıdır. ”
Madde, bilgi edinme hakkını uluslararası normlara uygun şekilde
düzenlemektedir. Daha sonra gelen 5. madde ise, kamu kurumlarının bilgi verme
yükümlülüğünü düzenlemekte ve şu hükmü getirmektedir:
“Kurum ve kuruluşlar, bu Kanunda yer alan istisnalar dışındaki
her türlü bilgi veya belgeyi başvuranların yararlanmasına sunmak ve bilgi
edinme başvurularını etkin, süratli ve doğru sonuçlandırmak üzere, gerekli
idarî ve teknik tedbirleri almakla yükümlüdürler.
Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren diğer kanunların bu
Kanuna aykırı hükümleri uygulanmaz. ”
Kanunun 3. bölümü, hakkın kullanılmasına ilişkin süreci
betimlemektedir. 6. maddesi ise şu şekildedir.
“Başvuru usulü
Madde 6- Bilgi edinme başvurusu, başvuru sahibinin adı ve
soyadı, imzası, oturma yeri veya iş adresini, başvuru sahibi tüzel kişi ise
tüzel kişinin unvanı ve adresi ile yetkili kişinin imzasını ve yetki belgesini
içeren dilekçe ile istenen bilgi veya belgenin bulunduğu kurum veya kuruluşa
yapılır. Bu başvuru, kişinin kimliğinin ve imzasının veya yazının kimden neşet
ettiğinin tespitine yarayacak başka bilgilerin yasal olarak belirlenebilir
olması kaydıyla elektronik ortamda veya diğer iletişim araçlarıyla da
yapılabilir.
Dilekçede, istenen bilgi veya belgeler açıkça belirtilir.”
Görüldüğü üzere, bilgi edinme başvurusunun ilgili kurum ve
kuruluşa yapılacağı açık bir biçimde belirtilmektedir.
Kanunun bu açık hükümleri çerçevesinde bilgi edinme hakkının
kullanımına yönelik olarak Cumhurbaşkanlığının bir kamu tüzel kişilik olarak ön
değerlendirme hakkı veya başvuruları bir birim aracılığıyla kamu kurum ve
kuruluşlarına iletme ve başvuru sürecini denetleme yetkisi bulunmamaktadır.
Dahası CİMER bir birim olarak İletişim Başkanlığı bünyesinde fiilen faaliyet
göstermektedir ve CİMER’in talep, şikayet ve dileklere ilişkin iş ve işlemleri
yukarıda belirtilen kanun hükümleriyle açıkça çelişmektedir. Şöyle ki,
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından yayımlanan ve CİMER’in
faaliyetlerine ilişkin hazırlanan raporda şöyle bir tespit yapılarak CİMER’in
amaç ve işleyişi tanımlanmaktadır:
“CİMER ile ülke genelinden Cumhurbaşkanlığı İletişim
Başkanlığına yapılacak başvuruların kabulü ve kamu kuruluşuna gönderilmesi,
başvurulara en kısa sürede cevap verilmesi, gecikme halinde birimlerin
uyarılması, bütün bu işlemlerin bir otomasyon sistemi içinde yürütülmesi,
istatistiksel raporların alınması ve tüm sürecin merkezden incelenmesi
amaçlanmaktadır.
CİMER, Anayasal haklar arasında yer alan dilekçe ve bilgi edinme
haklarının kullanımı bakımından daha hızlı, daha kolay ve nitelikli bir hizmet
sunumunu oluşturmayı hedeflemektedir.” (Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı,
CİMER İlke ve
Kararları,https://webdosya.csb.gov.tr/db/bitlis/menu/cimer-ilke-ve-kararlar_20220207034756.pdf;
s.7-8). Yine aynı raporda CİMER’in bilgi edinme başvuru sürecinde 3071 sayılı
Kanun ile 4982 sayılı Kanuna aykırı bir biçimde bir ön değerlendirme ve
inceleme birimi olarak faaliyet yaptığı da belirtilmektedir.
“CİMER’in değerlendirmeye almadığı başvurular
CİMER’in kuruluş amacına ve yürürlükteki mevzuat hükümlerine
uygun olmayan aşağıdaki konularda gelen başvurular işleme alınmayarak başvuruyu
okuyan ilk kişi tarafından hazırlanacak uygun bir cevapla sonlandırılır:
• Belli bir konuyu içermeyen, talebin veya şikâyetin
anlaşılamadığı başvurular,
• Kamu kurum ve kuruluşlarının (idari makamlar) yetki ve
sorumluluğunda bulunmayan siyasi konular da gelen başvurular,
• Kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve yetkisi dâhilinde
bulunmayan başvurular,
• Yargı makamlarının görev ve yetkisinde bulunan başvurular,
• TBMM ve bünyesindeki kurumlara yönelik gelen başvurular,
• Kendi mevzuatında özel başvuru usulü belirlenmiş konularda
yapılan başvurular,
• Aynı konuya ilişkin mükerrer gelen başvurular,
• Başvurusunda somut bilgi, belge, delil içermeyen başvurular,
• Bir başkası adına yapılan başvurular,
• Argo, hakaret, küfür, müstehcen ifade-görüntü içeren başvurular,
• Kurumlar arası resmi yazışma usulü ile yapılması gereken
konularda gelen başvurular,
• Aynı kişiler tarafından hakkını kötüye kullanarak sürekli
benzer konularda başvuru yapan kişilere ait başvurular.” (Cumhurbaşkanlığı
İletişim Başkanlığı, CİMER İlke ve
Kararları,https://webdosya.csb.gov.tr/db/bitlis/menu/cimer-ilke-ve-kararlar_20220207034756.pdf;
s.9-10).
4982 sayılı Kanun ile 3071 sayılı Kanun uyarınca
Cumhurbaşkanlığı’nın sadece kendisine yönelik başvuru, talep ve şikayetler ile
ilgili bir sistem kurması gerekirken, ilgili kanunlara aykırı olarak bütün kamu
kurum ve kuruluşlarına yönelik olarak çalışan ve başvuru kabul eden bir birim
kurmuş ve bu birim bir ön inceleme ve kabul birimi olarak çalışmaya başlayarak
kamu kurum ve kuruluşlarına da bu yönde denetim ve yaptırım mekanizmalarını da
kendi görev ve yetkisi olarak tanımlamıştır.
101 sayılı CBK’nın 1. maddesi ile 14 sayılı CBK’nın 3. maddesine
eklenen (3) numaralı fıkra 3071 ve 4982 sayılı yasaların yukarıda belirtilen
maddelerinde açıkça düzenlenmiş bir konuda düzenleme yapmaktadır. Söz konusu
maddelere aykırı olan CBK düzenlemesi, kanun ile düzenlenmiş konularda
düzenleme yapması nedeniyle de Anayasanın 104. maddesine aykırılık
taşımaktadır, bu nedenle iptali gerekir.
b) Anayasa’nın 13., 26., 36. ve 74. Maddelerine Aykırılık
Yukarıda da belirtildiği üzere ihtilaflı düzenleme, dilekçe ve
bilgi edinme hakkının kullanımı ile ilgilidir. Öncelikle dilekçe ve bilgi
edinme hakları uluslararası insan hakları mekanizmalarına uygun şekilde “hak
arama özgürlüğü” kapsamında değerlendirilerek açıklanması gerekir. Diğer hak ve
özgürlükleri kapsayan ve usule ilişkin güvencesi olarak onları koruyan bir hak
olan hak arama özgürlüğü (hak arama hakkı), en yalın şekilde, insan hak
ihlallerinin telafi edilmesiyle ilgili kurumlara başvurabilme ve etkili bir
sonuç alabilmeyi kapsar. Hak arama özgürlüğü çerçevesinde bireyler ve tüzel
kişiler 3 farklı mercie; yargıya (mahkemelere), yürütmeye (idareye-ilgili
kurumlara) ve yasama organına (TBMM) başvuruda bulunabilmektedirler. Diğer bir
deyişle, hak arama özgürlüğü bireylere idari (kamu) makamlara, yasama organına
(TBMM) ve yargı makamlarına (mahkemelere) başvuru hakkı verir. Hak arama
özgürlüğü kapsamında ele alındığında dilekçe hakkı, bireyler (vatandaş ve belli
koşullarda yabancılar) ile tüzel kişilerin kamu organlarına şikâyet, öneri ve
hak ihlali gibi gerekçelerle taleplerini yazılı olarak iletmesidir. Dilekçe
hakkı, bilgi edinme hakkından farklı olarak, doğrudan devlet organlarına
ulaşmayı ve dilekçede yer alan hususların yerine getirilmesini talep etmeyi
kapsar.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında siyasi haklar; seçme ve seçilme
hakkı, kamu hizmetine girme hakkı ve dilekçe hakkı ile kamu denetçisine başvuru
gibi hakları kapsar. Siyasi haklar arasında yer alan dilekçe hakkı, insan
haklarının korunmasında önemli bir araç olan hak arama özgürlüğü kapsamındaki
başvuru yollarından biridir. Dilekçe hakkı; bireylerin, kendileriyle veya
kamuyla alakalı konuları bireysel veya toplu olarak, yargı organı dışında kalan
diğer ilgili kamu kuruluşlarına dilek ya da şikâyet olarak bildirmelerini veya
maruz kaldıkları haksızlıkların giderilmesi için başvurmalarını kapsayan bir
insan hakkıdır.
Dilekçe hakkı, 1876 tarihli Kanun-i Esasi’de, ardından
Türkiye’nin 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında yer alan en klasik ve kapsamlı
haklardan biridir. 1982 Anayasası’nın “Siyasi Haklar ve Ödevler” başlıklı
bölümünde yer alan 74. maddesinde dilekçe hakkı yer almaktadır. Avrupa Birliği
müktesebatına uyum kapsamında 2010 yılında yapılan değişiklikle, Anayasa’nın
74. maddesi “Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı” olarak
düzenlenmiştir. Osmanlı’dan bu yana Türkiye’de en eski siyasi haklardan biri
olan dilekçe hakkından daha geniş bir hak olarak tanımlanan ve ulusal mevzuata
yakın zaman önce dahil edilen “bilgi edinme hakkı” ise bireylerin devletin tüm
kurum ve kuruluşlarına başvurarak bilgi alabilme hakkını kapsar.
Bilgi edinme hakkı sadece Anayasa’nın 74. maddesinde düzenlenmiş
bir siyasi hak değildir. Aynı zamanda hak arama hürriyeti kapsamında olan temel
bir haktır.
Anayasa’nın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde,
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde
davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
Hükmü çerçevesinde hak aram hürriyeti, bilgi edinme hakkını da kapsayacak bir
biçimde temel bir hak olarak tanımlanmıştır.
Bir siyasi hak olarak hak arama özgürlüğü kapsamında olan
dilekçe ve bilgi edinme hakkını özel olarak doğrudan düzenleyen Anayasa maddesi
ise Siyasi haklar kapsamında Anayasa’nın 74. maddesi ile düzenlenmiştir.
Anayasa’nın 74. maddesi şu şekildedir:
“VII. Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı
MADDE 74- (Değişik: 3/10/2001-4709/26 md.) Vatandaşlar ve
karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar
kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri hakkında, yetkili
makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahiptir.
(Değişik: 3/10/2001-4709/26 md.) Kendileriyle ilgili
başvurmaların sonucu, gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak
bildirilir.
(Mülga: 12/9/2010-5982/8 md.)
(Ek fıkra: 12/9/2010-5982/8 md.) Herkes, bilgi edinme ve kamu
denetçisine başvurma hakkına sahiptir.
(Ek fıkra: 12/9/2010-5982/8 md.) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına bağlı olarak kurulan Kamu Denetçiliği Kurumu idarenin işleyişiyle
ilgili şikâyetleri inceler.
(Ek fıkra: 12/9/2010-5982/8 md.) Kamu Başdenetçisi Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından gizli oyla dört yıl için seçilir. İlk iki oylamada
üye tamsayısının üçte iki ve üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu
aranır. Üçüncü oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan
iki aday için dördüncü oylama yapılır; dördüncü oylamada en fazla oy alan aday
seçilmiş olur.
(Ek fıkra: 12/9/2010-5982/8 md.) Bu maddede sayılan hakların
kullanılma biçimi, Kamu Denetçiliği Kurumunun kuruluşu, görevi, çalışması,
inceleme sonucunda yapacağı işlemler ile Kamu Başdenetçisi ve kamu denetçilerinin
nitelikleri, seçimi ve özlük haklarına ilişkin usul ve esaslar kanunla
düzenlenir.”
Anayasa’nın 26, 36 ve 74’inci maddelerinde yer alan ve her
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına eşit şekilde tanınan dilekçe ve bilgi edinme
hakkı ile ilgili düzenlemeler, her üç maddede de kanunilik ilkesi çerçevesinde
öngörülen konulardır. Bu hakkın kullanımında idarenin keyfi uygulamalarına
neden olabilecek veya bu hakkı kısıtlayacak yasal düzenlemenin dışındaki
ikincil mevzuatla düzenleme yapılarak yurttaşların temel hakları olan hak arama
özgürlüğünü kısıtlayıcı, sınırlayıcı düzenlemeler yapılmasını engellemeyi
amaçlayan kanunilik ilkesi; anayasal amacın bertaraf edilmesine neden olacak,
anılan hakkın kişiler tarafından kullanılmasını kısıtlayacak hak arama özgürlüğünün
güvence altına alınmasına engel oluşturabilecek olan idarenin keyfi
uygulamalarını engellemeyi amaçlamaktadır. Diğer bir deyişle, vatandaşların
dilekçe ve bilgi edinme haklarının idarenin keyfî işlemler tesis etme
ihtimaline karşı kanun seviyesinde korunması gerekmektedir.
İhtilaflı CBK düzenlemesi; CİMER olarak tanımlanan bir birimin
yurttaşların hak arama özgürlüğü kapsamında olan dilekçe ve bilgi edinme
hakları içerisinde olan talep, şikayet ve dileklerinin ilgili idareye
iletilmesi ve cevaplanması şeklindeki başvuru sürecine bir müdahale ve
sınırlama olarak nitelendirilebilecek bir düzenlemedir ve Anayasa’nın 36. ve
74. maddelerinde belirlenen kanunilik ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.
Ayrıca, yine Anayasa’nın 13. maddesine göre, temel hak ve özgürlükler
ancak kanunla sınırlanabilir. Oysa; hak arama özgürlüğü kapsamındaki dilekçe ve
bilgi edinme hakkıyla doğrudan ilişkili olan ve kişilerin devletten ve doğrudan
ilgili kamu makamlarından talepte bulunma veya bilgi edinme hakkını
kullanmalarında bir ön değerlendirme ve başvuru merci haline getirilen CİMER’in
kuruluşu ve görev ve yetkilerine ilişkin ihtilaflı kural, temel bir anayasal
hak olan dilekçe ve bilgi edinme hakkını bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
düzenlemesiyle sınırlamaktadır. Bu durum, dilekçe ve bilgi edinme hakkının
ancak kanunla sınırlanabileceğini ifade eden kanunilik ilkesine aykırıdır.
İhtilaflı kural, bu cihetle, Anayasa’nın 13., 26., 36. ve 74. maddelerine
aykırıdır.
c) Anayasa’nın 2. maddesine aykırılık
Hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına
uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni
kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına
egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına
saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk
kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların
üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile
Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009
tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin ön
koşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir
olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek
şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM
9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa
Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı).
Başka bir deyişle, hukuk devleti ilkesi gereğince, idareye davranışta
bulunurken veya görevlerini yerine getirirken belirli oranda hareket
serbestliği sağlayan takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi
biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve
eylemleri önlemek amacıyla genel norm düzeyinde çizilmelidir.
Hak arama özgürlüğü kapsamındaki dilekçe ve bilgi edinme
hakkıyla doğrudan ilişkili olan ve kişilerin devletten ve doğrudan ilgili kamu
makamlarından talepte bulunma veya bilgi edinme hakkını kullanmalarında bir ön
değerlendirme ve başvuru mercii haline getirilen CİMER’in kuruluşu ve görev ve
yetkilerine ilişkin ihtilaflı kural, temel bir anayasal hak olan dilekçe ve
bilgi edinme hakkını bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi düzenlemesiyle
sınırlamaktadır. Bu durum, dilekçe ve bilgi edinme hakkının ancak kanunla
sınırlanabileceğini ifade eden kanunilik ilkesini zedeleyerek idarenin karar ve
işlemlerinde takdir yetkisinin kaynağını ve sınırlarını belirsizleştirerek,
idareye anayasal hak arama özgürlüğünü kısıtlayabilecek düzeyde yetki vererek
hukuk devletinin temel ilkeleri olan hukuki belirlilik ve güvenlik ilkelerini
zedelemektedir. Düzenlemenin ne idare ne de söz konusu hakkı kullanmak isteyen
gerçek ve tüzel kişiler bakımından öngörülebilirliği haizdir ve uygulamada
keyfî sonuçlara yol açması kaçınılmazdır. Bu cihetle, Anayasa’nın 2. maddesine
aykırıdır.
d) Anayasa’nın 7. maddesine aykırılık
Anayasa’nın 13., 36. ve 74. maddeleri uyarınca kanunla
düzenleme yapılması öngörülen bir alanda ihdas edilen, yürürlükte bulunan 3071
ve 4982 sayılı kanunlarda yer alan düzenlemelere aykırı olan ihtilaflı
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi kuralı, yasama yetkisinin devrine ilişkin sınırın
aşıldığı ve yürütmenin yasamanın yetki alanına müdahale ettiği anlamına
gelmektedir. Bu nedenle, ağır bir fonksiyon gasbı oluşturan söz konusu madde,
Anayasa’nın 7. maddesinde belirlenen yasama yetkisini devir yasağına aykırıdır
ve iptal edilmek gerekir. Anayasa Mahkemesi’nin ilgili CBK iptal kararında
açıkça belirttiği üzere, yasamanın yetki alanına giren bir konuda yürütme
düzenleme yapamaz (AYM, E.S.: 2018/55; K.S.: 2020/27; K. T.:11/6/2020; R.G.: 20
Temmuz 2020-31194).
e) Anayasa’nın 8. maddesine aykırılık
Anayasa’nın 8. maddesinde “Yürütme yetkisi ve görevi,
Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve
yerine getirilir” hükmüne yer verilmiştir.
101 sayılı CBK’nın 1. maddesi ile değiştirilen 14 sayılı CBK’nın
3. maddesine eklenen (3) numaralı fıkra ile yapılan düzenlemede yürütme görevi
ve yetkisi Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılmamıştır. Yukarıda
açıklandığı üzere hak arama özgürlüğü kapsamındaki dilekçe ve bilgi edinme
hakkıyla doğrudan ilişkili olan ve kişilerin devletten ve doğrudan ilgili kamu
makamlarından talepte bulunma veya bilgi edinme hakkını kullanmalarında bir ön
değerlendirme ve başvuru merci haline getirilen CİMER’in kuruluşu ve görev ve
yetkilerine ilişkin bulunan konularda ne Anayasa’da ne de Kanunlarda
Cumhurbaşkanı’nın, herhangi bir kural ile bağlı olmaksızın doğrudan belirleme
ve düzenleme yapma yetkisi bulunmaktadır. Oysa itiraz konusu kural ile
Cumhurbaşkanlığı tarafından, Anayasa m.104/17., ve m.74 ile 3071 ve 4982 sayılı
Kanunlarda yapılan düzenlemelere aykırı şekilde düzenleme yapılmıştır. Bu
nedenle söz konusu düzenleme Anayasa’nın 8. maddesine aykırıdır, iptali
gerekir.
f) Anayasa’nın 6. maddesine aykırılık
Anayasa’nın 6. maddesine göre, ”Hiçbir kimse veya organ
kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz”. Ancak iptali talep
edilen düzenleme ile Cumhurbaşkanı, Anayasa’da kendisine yönelik bir yetki
olarak tanımlanmayan ve açık bir biçimde kanun ile düzenlenmesi gerektiği
belirtilen bir alanda yasama erkinin yetki alanına müdahale etmektedir.
Haliyle, itiraz konusu kural, Anayasa’nın 8. maddesine olduğu gibi 6. maddesine
de aykırıdır.
g) Anayasa’nın 2. Maddesine ve Başlangıç İlkelerine Aykırılık
Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik
ve sosyal bir hukuk Devleti” olan Cumhuriyet, erkler ayrılığı ilkesinde
somutlaşır: “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması
anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret
ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak
Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;” (Başlangıç, prg.4). Bu çerçevede; Anayasa’nın
7., 8. ve 9. maddeleri de yasama, yürütme ve yargı yetkilerini ayrı ayrı
düzenler.
101 sayılı CBK’nin 1. maddesi ile değiştirilen 14 sayılı CBK’nin
3. maddesine eklenen (3) numaralı fıkra, yukarıda açıklanan nedenlerle,
“Anayasa ve kanunların üstünlüğü” ilkesini ihlal ettiğinden, Anayasa’nın 2.
maddesine ve Başlangıç prg. 4’e de aykırılık oluşturmaktadır.
Bu aykırılık durumu, “kaynağını Anayasa’dan almayan Devlet
yetkisi kullanma yasağı” (md.6) karşısında ve Anayasanın bağlayıcılığı ve
üstünlüğü ilkesi (md.11) ile daha belirgin hale gelmektedir. Başta yasama,
yürütme ve yargı organlarının saygı göstermesi gelmek üzere, “Anayasanın
üstünlüğü ve bağlayıcılığı” hükmünün etkililiği, Anayasa Mahkemesi’nin bu
kuralın biricik bekçiliğini yapması ölçüsünde mümkündür. Her vesile ile bu
hükmü anlamlandırmak ve güncellemek, hukuk devleti (md.2) açısından
yaşamsaldır. Bu bakımdan, yürütme tekeline sahip olan makamın, yasama
yetkisinin devredilmezliği kuralına saygı göstermesi, “Anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı” hükmünün sürekli gözetilmesi ölçüsünde mümkündür.
Dahası, Cumhurbaşkanı’nın “Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının
düzenli ve uyumlu çalışmasını temin” etme yükümlülüğü (md.104/2), aykırılık
durumunu, aşikâr olmanın ötesinde tehlikeli hale getirmektedir. Bu nedenle, söz
konusu düzenleme, Anayasa’ya aykırı olarak bir yetki kullanımını
düzenlediğinden ve yukarıda belirtilen nedenlerle Anayasa’nın 6., 11. ve 104/2.
maddelerine de aykırılık teşkil etmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle 101 sayılı CBK’nin 1. maddesi ile
değiştirilen 14 sayılı CBK’nin 3. maddesine eklenen (3) numaralı fıkra,
Anayasanın Başlangıç ilkelerine, 2., 6., 7., 8., 10., 11.,13., 36., 40., 74.,
104/2. ve 104/17. maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali talep
edilmektedir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, 6771 sayılı Anayasa Değişikliği
Kanunu ile Anayasada yapılan değişikliklerle hukuk sistemimize girmiş ve 24
Haziran Seçimleri sonucunda Cumhurbaşkanının yemin ederek görevine başlamasıyla
yürürlüğe girmiştir. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile ilk defa yürütme
organına, dayanağını doğrudan Anayasadan alan bir düzenleme yetkisi
tanınmıştır. Anayasa’da önemli sınırlamalar getirilerek tanınmış olan bu
yetkinin, anayasal sınırlar çerçevesinde kullanılması, kötüye kullanılmaması ve
yasama yetkisinin devri niteliği taşımaması, Anayasa’nın başta 6., 7. ve 8.
maddeleri gereği olup, örgütlenmesi, erkler ayrılığına dayanan demokratik hukuk
devletinin yaşama geçirilmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Oldukça güçlü
yetkilerle donatılmış ve doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanının
Anayasa’da kendisine tanınan sınırlı alanı aşarak her konuda düzenlemeler
yapması, demokratik hukuk devletinin özünü oluşturan denge ve denetleme
mekanizmalarını işlevsiz hale getirecek, sistemi yürütmenin keyfi yönetimine
dönüştürecektir.
Göreve başlamasının hemen ardından Cumhurbaşkanınca oldukça
kapsamlı pek çok CBK çıkarıldığı görülmektedir. Bu CBK’lerin pek çoğunda da
çerçevesini Anayasa’nın açıkça çizdiği yetki sınırlarının aşıldığı, Anayasanın
CBK ile düzenlenmesini yasakladığı alanlarda düzenlemeler yapıldığı
görülmektedir. Yukarıda iptali istenen kural da Anayasanın cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesini yasakladığı alanlara ilişkin bir düzenleme
oluşturmaktadır. Bu nedenle ultra vires geçersizlikle maluldür. Bu bakımdan
Anayasa Mahkemesince ivedilikle incelenerek yetki dışı düzenlemelerin iptal
edilmesi ve hukuk sisteminden ayıklanması, normlar hiyerarşisine dayanan hukuk
düzeninin devamlılığı bakımından hayati önem taşımaktadır. Bu durum, örneğin,
Anayasa’nın 26., 36. ve 74. maddelerinde tanımlanan temel hak ve özgürlükler
içerisinde yer alan hak arama özgürlüğünün ayrılmaz bir unsuru olan dilekçe ve
bilgi edinme hakkının kullanımını doğrudan ilgilendiren bir düzenleme açısından
özellikle böyledir.
Anayasanın tanıdığı yetki çerçevesinin dışında yapılan işlemler,
ultra vires geçersizlikle maluldür. Hukuki geçerliliği bulunmayan düzenlemelere
dayanarak işlemler tesis edilmesi, birey haklarına telafisi imkânsız zararlar
verecektir. Bu nedenle, bu düzenlemelerin bir an önce yürürlüklerinin
durdurulması, hukuki bir zorunluluktur.
Hukuk devleti ilkesini zedeleyen ve Anayasaya açıkça aykırı olan
bir düzenlemenin uygulanması halinde, sonradan giderilmesi olanaksız zararlara
yol açacağı çok açıktır. Anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı
kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da gereğidir. Anayasaya
aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde sübjektif yararların üstünde,
özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği
kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve
özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin
hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında
duraksama bulunmamaktadır.
Ayrıca, burada tekrar vurgulanmalıdır ki; Anayasa’nın
çerçevesini ve sınırlarını sınırlı sayı ilkesiyle (numerus clausus) belirlemiş
olduğu yetki alanı dışında çıkarılan cumhurbaşkanlığı kararnameleri, Türkiye
Cumhuriyeti’nin üzerine inşa edildiği erkler ayrılığı ilkesinin ve bu çerçevede
Devletin yönetim biçimine ilişkin emredici ve yasaklayıcı Anayasa hükümlerinin
ihlal edilmesi sonucunu doğurduğu kadar, Devlet’in hukuki yapılanmasının
çerçevesini oluşturan normlar hiyerarşisinin de bozulmasına sebep olmaktadır.
Siyasi rejimin demokrasiden monokrasiye kaydırıldığı, yargının bağımsızlığını
yitirdiğine ilişkin çok ciddi iddia ve tespitlerin bulunduğu bir tarihsel zaman
diliminde (bu son nokta hakkında bkz. Türkiye’nin AİHS’nin 18. maddesini ihlal
ettiğine karar veren müteakip karar: AİHM, Kavala/Türkiye, başvuru no:
28749/18, 10 Aralık 2019, p.197-232), AYM’nin, açık şekilde Anayasa’nın çizdiği
yetki çerçevesinin dışına çıkan cumhurbaşkanlığı kararnamesi maddelerinin
yürürlüklerinin durdurulmasına karar vermesi; Anayasa’nın tanımladığı şekliyle
Devlet düzeninin sağlıklı işleyişi, hukuk devletini ilkesinin asgari
gereklerinin işletilmesi ve demokrasinin devamı açısından yaşamsal olduğu
kadar, Anayasa Mahkemesi’nin varlık sebebi açısından da bir zorunluluktur.
Yukarıda sayılan türde zarar ve durumların doğmasını önlemek
amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan söz konusu maddenin iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine
dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
2/06/2022 tarihli ve 101 sayılı İletişim Başkanlığı Teşkilatı
Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin;
A) Tümünün, gerekçe yokluğunun Anayasa madde 2’ye aykırı olması
nedeniyle şekil yönünden iptaline,
B)
1. maddesi ile değiştirilen 14 sayılı CBK’nın 3. maddesine
eklenen (3) numaralı fıkranın, Anayasanın Başlangıç ilkelerine, 2., 6., 7., 8.,
10., 11.,13., 36., 40., 74., 104/2. ve 104/17. maddelerine,
aykırı olması nedeniyle iptaline ve dava sonuçlanıncaya kadar
yürürlüğünün durdurulmasına, karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz
ederiz.”