“Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, “eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir”. (Anayasa Mahkemesi, E.2015/18, K.2016/12, T. 10/02/2016).
Anayasa’nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesiyle yargı mercilerine davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu, yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir. Kişilere yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması hak arama özgürlüğünün bir gereğidir.
Anayasamızın 90. maddesi gereğince kanun hükmünde kabul edilen Avrupa İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinde; herkesin medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. (AHİM B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). AİHM, mahkemeye etkili erişim hakkını "hukukun üstünlüğü" ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (Anayasa Mahkemesi E.2013/64, K.2013/142, K.T. 28/11/2013).
Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte, bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz.Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34 ve Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).
Buna göre, hukuk devleti ilkesi, hak arama özgürlüğü ve mahkemeye erişim hakkının gereği olarak Anayasa'nın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açık olduğu belirtilmiş olup yine bu ana kuralın istisnaları da söz konusu maddede belirtilmiştir. Bu durumda, söz konusu maddede belirtilen istisnalar dışında, idarenin tüm eylem ve işlemlerinden dolayı yargı yoluna başvurulabilecektir.
Bilindiği üzere 9.11.1982 günlü, 17863 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 177. maddesinde belirtildiği biçimde aynı gün yürülüğe girmiş ve 1961 günlü, 334 sayılı Anayasa bütünüyle yürürlükten kalkmıştır. Yasa koyucu herhangi bir yasada değişiklik yaptığı veya yeni bir düzenlemede bulunduğu takdirde bu yasa kurallarının yürürlüğe girmeleriyle birlikte uygulamalarını da istemiş demektir. Bu kural, Anayasa değişikliklerinde veya yeni bir Anayasa’nın yürürlüğe girmesi hâllerinde öncelikle geçerlidir. Anayasa kurallarının bir taraftan kamu düzenini doğrudan ilgilendirmesi, öte yandan Anayasaların üstünlüğü prensibi gereği olarak yürürlüğe girdiği andan itibaren etkisini göstermesi zorunludur. Anayasa yargısı ile güdülen Anayasa kurallarının üstünlüğünü koruma, Anayasa’yı egemen kılma gereğini gerçekleştirmenin doğal sonuca da budur. Anayasa Mahkemesi, bir yasa kuralının Anayasa’ya aykırı olup olmadığını inceleyip Anayasa’ya aykırı yasa kurallarını iptal etmekle, hukuk düzenini Anayasa’ya aykırı kurallardan arıtma görevini yaptığına göre bu denetimin elbette yürürlükte bulunan Anayasa’ya göre yapılması gerekecektir. Bu nedenledir ki yeni bir Anayasa’nın yürürlüğe girmesinden sonra karara bağlanacak davalarda bu Anayasa hükümlerinin Anayasa’ya aykırılık denetiminde ölçü olarak ele alınmaları, tüm hukuk kurallarının bu Anayasa hükümlerine uygun hâle getirmeleri gerektiğinde kuşku yoktur. Aksi hâlin kabulü, yürürlükte olmayan bir Anayasa’nın varlığını sürdürdüğü sonucunu doğurur ki elbette bu sonuç, Anayasa’nın üstünlüğü ilkesine ve kamu düzeni düşüncesine aykırı düşer. (Anayasa Mahkemesi E.1981/13, K.1983/8, K.T. 28/04/1983).
İtiraz konusu düzenlemeler ile 12/11/1942 tarih ve 5255 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 4305 sayılı Varlık Vergisi Hakkında Kanun'a dair idarenin eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu kapatılmış olup dava açma yasağı getirilmiştir. Söz konusu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihte 1924 Anayasası yürürlükte olup bahsi geçen kanun ile bir defaya mahsus olmak üzere varlık vergisi adıyla bir mükellefiyet tesis edilmiştir. Daha sonra 15. III. 1944 tarihinde çıkarılan 4530 sayılı "Varlık vergisi bakayasının terkinine dair kanun" ile 4305 sayılı Kanun'a göre tarh edilmiş olan vergilerin henüz tahsil edilmemiş bulunan bakiyeleri terkin edilmiştir. Buna göre, varlık vergisi söz konusu tarihlerde bir kez uygulanmakla hukuki sonuç ve etkilerini göstermiştir. Fakat, bahsi geçen dava açma yasağı gereği yargısal denetime kapatılmıştır.
Söz konusu 4305 sayılı Varlık Vergisi Hakkında Kanun bugün uygulanmamakla birlikte yürürlükte olan bir Kanundur. Söz konusu Kanun'un yürürlükte olması nedeniyle dava açma yasağına dair hükümleri hukuki sonuç doğurmaya devam etmekte ve ilgililerin mahkemeye erişim hakkını ortadan kaldırmaktadır. Bu nedenle, dava açma yasağına dair hükümlerin hala etki ve sonuç doğurmaya devam etmesi nedeniyle anayasaya uygunluk denetimine tabi tutulması gerekir. Fakat, bilindiği gibi söz konusu Kanun hükümlerinin yürürlüğe girdiği dönemde 1924 Anayasası yürürlükteydi ve anayasa yargısı bulunmamaktaydı. Bu durum, söz konusu Kanun hükümlerinin, 9.11.1982 günlü, 17863 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na uygunluk denetimine tabi tutulup tutulmayacağı sorununu ortaya çıkarmaktadır.
Bu sorun 1961 Anayasası döneminde de yaşanmış olup yukarıda yer verilen Anayasa Mahkemesi kararına göre, anayasaya uygunluk denetiminin yürürlükte bulunan Anayasa’ya göre yapılmasına karar verilmiştir. Ayrıca söz konusu kararda, yeni bir Anayasa’nın yürürlüğe girmesinden sonra karara bağlanacak davalarda bu Anayasa hükümlerinin Anayasa’ya aykırılık denetiminde ölçü olarak ele alınmaları, tüm hukuk kurallarının bu Anayasa hükümlerine uygun hâle getirmeleri gerektiği vurgulanmıştır.
Sonuç olarak; varlık vergisine dair Kanun'un yürürlükte olması nedeniyle dava açma yasağına dair hükümleri hukuki sonuç doğurmaya devam etmekte ve ilgililerin mahkemeye erişim hakkını ortadan kaldırmakta olduğu, yürürlükte olan tüm hukuk kurallarının mevcut Anayasa hükümlerine uygun hâle getirilmeleri gerektiği, mevcut Anayasa'da idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açık olduğunun belirtildiği, varlık vergisine dair itiraz konusu kuralların mevcut Anayasa'da yargı yolu kapatılan durumlar arasında da yer almadığı, mahkemeye erişim hakkını ortadan kaldıran söz konusu düzenlemelerin hukuk devleti ilkesi ve hak arama hürriyeti ile bağdaşmadığı, söz konusu düzenlemelerin mahkemeye erişim hakkının özünü zedeleyecek şekilde kısıtladığı ve ölçülü olmadığı, dolayısıyla söz konusu kuralların 1982 tarihli Anayasa'nın 2, 36 ve 125. maddelerine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
5. SONUÇ
Yukarıda açıklanan nedenlerle, 1982 tarihli Anayasa'nın 2, 36 ve 125. maddelerine aykırılık teşkil ettiği değerlendirilen, 12/11/1942 tarih ve 5255 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 4305 sayılı Varlık Vergisi Hakkında Kanun'un 11. maddesinin 2. fıkrasında yer alan "Komisyon kararları nihai ve katı mahiyette olup bunlara karşı idarî ve adli kaza mercilerinde dâva açılamaz." hükmü ile 13. maddesinin 2. fıkrasında yer alan "on ikinci maddede yazılı karar ve muameleler katı olup bunlara karşı idarî ve adli kaza mercilerinde dâva açılamaz." hükmünün iptali için Anayasanın 152. ve 6216 Sayılı Kanunun 40. maddeleri gereğince Anayasa Mahkemesine başvurulmasına; Anayasaya aykırılığın değerlendirilmesi için, gerekçeli başvuru kararının aslı, başvuru kararına ilişkin tutanağın onaylı örneği ve dava dilekçesi ile dosyanın diğer ilgili bölümlerinin onaylı örneklerinin Anayasa Mahkemesine gönderilmesine; 1982 Anayasasının 152. maddesinin üçüncü fıkrası hükmü gereğince dosyanın Anayasa Mahkemesine gelişinden başlamak üzere 5 (beş) ay içerisinde karar verilmesinin beklenilmesine, 04/12/2024 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2024/227
Karar Sayısı : 2024/221
Karar Tarihi : 25/12/2024
R.G. Tarih - Sayı : Tebliğ edildi.
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: İstanbul 8. Vergi Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: Mülga 11/11/1942 tarihli ve 4305 sayılı Varlık Vergisi Hakkında Kanun’un;
A. 11. maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinin,
B. 13. maddesinin ikinci fıkrasının “…on ikinci maddede yazılı karar ve muameleler katî olup bunlara karşı idarî ve adli kaza mercilerinde dâva açılamaz.” bölümünün,
Anayasa’nın 2., 36. ve 125. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi talebidir.
OLAY: Muristen tahsil edilen varlık vergisinin faiziyle birlikte iadesi talebiyle açılan davada itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptalleri için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
Kanun’un itiraz konusu kuralların da yer aldığı;
1. 11. maddesi şöyledir:
“Madde 11 — Komisyon kararları, şehir ve kasabalarda varidat dairelerinin kapılarına ve köylerde münasip mahallere listeler yapıştırılmak suretiyle ilân ve tebliğ olunur. Listelerin asıldığı, gündelik gazete çıkan yerlerde gazetelerle ve gündelik gazete çıkmıyan mahallerde belediye tellâlları marifetiyle halka ayrıca haber verilir.
Komisyon kararları nihai ve katî mahiyette olup bunlara karşı idarî ve adli kaza mercilerinde dâva açılamaz. Ancak bir mükellef namına aynı mükellefiyet mevzuundan dolayı mükerrer vergi tarh edilmiş olduğu takdirde bunlardan en yüksek olanı ipka edilerek diğerleri tarhiyatı yapan komisyonların vazife gördüğü mahallerin en büyük malmemuru tarafından mükelleflerin müracaatı üzerine silinir.”
2. 13. maddesi şöyledir:
“Madde 13 — Kollektif ve komandit şirketlere ait vergilerin icabı halinde ortakların ve komanditelerin şahsi mallarından istifası hususunda da Tahsili emval kanunu hükümleri tatbik olunmakla beraber ortak ve komanditeler çalışma mecburiyetine de tabi tutulabilirler ve on ikinci maddenin ikinci fıkrası hükmü bunlar hakkında da tatbik olunur.
Bu madde ile on ikinci maddede yazılı karar ve muameleler katî olup bunlara karşı idarî ve adli kaza mercilerinde dâva açılamaz.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca yapılan ilk inceleme toplantısında başvuru kararı ve ekleri, Raportör Fatih TORUN tarafından hazırlanan ilk inceleme raporu ve itiraz konusu kanun hükümleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
2. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu hükümlerin iptalleri için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görev kapsamına giren bir davanın bulunması, iptali talep edilen kuralın da o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır.
3. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, mülga 4305 sayılı Kanun’un 11. maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi ile 13. maddesinin ikinci fıkrasının “…on ikinci maddede yazılı karar ve muameleler katî olup bunlara karşı idarî ve adli kaza mercilerinde dâva açılamaz.” bölümünün iptalini talep etmiştir.
4. Anılan Kanun’un 1. maddesinde servet ve kazanç sahiplerinin servetleri ve fevkalâde kazançları üzerinden alınmak ve bir defaya mahsus olmak üzere varlık vergisi adıyla bir mükellefiyetin öngörüldüğü hükme bağlanmıştır. Kanun’un 2. maddesinde yazılı servet ve kazanç sahiplerinin varlık vergisinin mükellefi oldukları düzenlenmiş; 3. ilâ 5. maddelerinde mükellefiyete ilişkin esaslara yer verilmiştir.
5. 6. maddede ise bu Kanun’un 7. maddesi uyarınca kurulan komisyonların 2. maddede yazılı mükelleflerin mükellefiyet derecelerini, her mükellef namına 1941 yılında ve ticaretini terk, devir veya tasfiye etmiş olanlar için terk, devir veya tasfiye tarihinden önceki son yılda tarh edilmiş veya tahakkuk ettirilmiş vergi miktarlarını, çiftçilerde mükellefin zirai durumunu ve gayrimenkul sahiplerinin de irat ve vergi kıymeti miktarlarını da dikkate almak suretiyle edinecekleri kanaate göre takdir ve tespit edecekleri hükme bağlanmış ve verginin miktarına ilişkin düzenleme yapılmıştır.
6. 11. maddenin birinci fıkrasında komisyon kararlarının şehir ve kasabalarda varidat dairelerinin kapılarına ve köylerde münasip mahallere listeler yapıştırılmak suretiyle ilân ve tebliğ olunacağı; gündelik gazete çıkan yerlerde gazetelerle ve gündelik gazete çıkmayan mahallerde belediye tellâlları marifetiyle halka listelerin asıldığının ayrıca haber verileceği düzenlenmiş; ikinci fıkrasının itiraz konusu birinci cümlesinde ise komisyon kararlarının nihaî ve kesin nitelikte olup bunlara karşı idari ve adli kaza mercilerinde dâva açılamayacağı hükme bağlanmıştır.
7. 12. ve 13. maddelerde ise varlık vergisinin tahsiline ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. Buna göre anılan maddelerde mükelleflerin vergilerini talik tarihinden itibaren on beş gün içinde mal sandığına yatırmaya mecbur oldukları belirtilmiş; ayrıca varlık vergisinin tahsilini güvence altına almak amacıyla ihtiyati haczin uygulanması, ödeme süresinde yatırılmayan vergilerin belli oranda faiz uygulanmak suretiyle tahsil edilmesi, faiz uygulanmak suretiyle ödenebileceği öngörülen süre içerisinde de borçlarını ödemeyen mükelleflerin memleketin herhangi bir yerinde çalışma mükellefiyetine tabi tutulması ile şirket ortaklarının da şirketin varlık vergisi mükellefiyeti dolayısıyla şahsi mal varlığına başvurulabilmesi ve çalışma mecburiyetine tabi tutulabilmesine ilişkin usul ve esaslar düzenlenmiştir.
8. Kanun’un 13. maddesinin ikinci fıkrasında ise bu madde ile 12. maddede yazılı karar ve muamelelerin kesin olduğu ve bunlara karşı idari ve adli kaza mercilerinde dâva açılamayacağı hükme bağlanmıştır. Anılan fıkranın “…on ikinci maddede yazılı karar ve muameleler katî olup bunlara karşı idarî ve adli kaza mercilerinde dâva açılamaz.” bölümü itiraz konusu diğer kuralı oluşturmaktadır.
9. Bakılmakta olan davaya konu olayda Kanun’un 2. maddesi uyarınca varlık vergisi mükellefi olan davacının murisi adına komisyonlar tarafından 6. madde uyarınca tespit edilen mükellefiyet derecesine göre belirlenen vergi miktarının davacının murisinden tahsil edilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
10. Vergilendirme sürecinin vergiyi doğuran olayla başladığı ve verginin tarhı, tebliği ve tahakkuk ettirilmesinin ardından verginin tahsili ile sona erdiği gözönüne alındığında Kanun’da öngörülen vergilendirme sürecinin davacının murisi açısından tamamlandığı açıktır.
11. Bakılmakta olan davanın konusunun o dönemde yürürlükte olan ve daha sonra 17/10/1988 tarihli ve 3488 sayılı Uygulanma İmkânı Kalmayan Kanunların Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanun’un 1. maddesiyle yürürlükten kaldırılan 4305 sayılı Kanun hükümlerine dayalı olarak tahsil edilmiş varlık vergisinin iadesi talebiyle yapılan başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptaline yönelik olduğu gözetildiğinde söz konusu vergi miktarının tespiti ve tahsili aşamalarına ilişkin olan itiraz konusu kuralların bakılmakta olan davada uygulanma imkânının bulunmadığı anlaşılmaktadır.
12. Açıklanan nedenle kuralların itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı olmadığından başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddi gerekir.
III. HÜKÜM
Mülga 11/11/1942 tarihli ve 4305 sayılı Varlık Vergisi Hakkında Kanun’un;
itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı bulunmadığından başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE 25/12/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Kadir ÖZKAYA
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
Basri BAĞCI
Üye
Engin YILDIRIM
Rıdvan GÜLEÇ
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Kenan YAŞAR
Muhterem İNCE
Yılmaz AKÇİL
Ömer ÇINAR
Metin KIRATLI