ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2023/68
Karar Sayısı : 2024/190
Karar Tarihi : 5/11/2024
R.G. Tarih – Sayı : 24/3/2025
- 32851
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Danıştay Altıncı Dairesi
İTİRAZIN KONUSU: 4/6/1985
tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 4/2/2015 tarihli ve 6592 sayılı
Kanun’un 12. maddesiyle değiştirilen 17. maddesine 28/11/2017 tarihli ve 7061
sayılı Kanun’un 48. maddesiyle eklenen dokuzuncu fıkranın “...karot, kırıntı
ve numune alma ile bunlara yönelik sathi hazırlık işlemleri içeren
faaliyetler...” bölümünün Anayasa’nın 2. ve 56. maddelerine aykırılığı
ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Maden arama
faaliyetinin durdurulmasına yönelik başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali
talebiyle açılan davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına
varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ
İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un 17. maddesinin itiraz konusu kuralın da yer
aldığı dokuzuncu fıkrası şöyledir:
“(Ek fıkra: 28/11/2017-7061/48 md.) Jeolojik
haritalama, jeofizik etüd, sismik, karot, kırıntı ve numune alma ile bunlara
yönelik sathi hazırlık işlemleri içeren faaliyetler için çevresel etki
değerlendirmesi kararı aranmaz.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü
ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M.
Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU,
Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR ve Muhterem İNCE’nin
katılımlarıyla 5/4/2023 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle
sınırlama sorunu görüşülmüştür.
2. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40.
maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak
bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı
görmesi veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi
olduğu kanısına varması hâlinde bu hükümlerin iptali için Anayasa Mahkemesine
başvurmaya yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir mahkemenin Anayasa
Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görev
kapsamına giren bir davanın bulunması, iptali talep edilen kuralın da o davada
uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın
değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı
sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte kurallardır.
3. 3213 sayılı Kanun’un 17. maddesinin dokuzuncu
fıkrasında jeolojik haritalama, jeofizik etüt, sismik, karot, kırıntı ve numune
alma ile bunlara yönelik sathi hazırlık işlemleri içeren faaliyetler için
çevresel etki değerlendirmesi kararının aranmayacağı öngörülmüştür. İtiraz
yoluna başvuran Mahkeme, anılan fıkranın “…karot, kırıntı ve numune alma ile
bunlara yönelik sathi hazırlık işlemleri içeren faaliyetler…” bölümünün
iptalini talep etmiştir.
4. Bakılmakta olan davanın konusu karot, kırıntı ve numune
alma faaliyetine ilişkindir. İtiraz konusu kuralda yer alan “… ile bunlara
yönelik sathi hazırlık işlemleri içeren faaliyetler...” ibaresi ise
bakılmakta olan davanın konusunun yanı sıra dava konusu olmayan jeolojik
haritalama, jeofizik etüt ve sismik faaliyetleri yönünden de geçerli, ortak
kural niteliğindedir. Bu itibarla bakılmakta olan davanın konusu gözetilerek
kuralın esasına ilişkin incelemenin “…karot, kırıntı ve numune alma…”
ibaresi ile sınırlı olarak yapılması gerekir.
5. Açıklanan nedenle 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı
Maden Kanunu’nun 4/2/2015 tarihli ve 6592 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle
değiştirilen 17. maddesine 28/11/2017 tarihli ve 7061 sayılı Kanun’un 48.
maddesiyle eklenen dokuzuncu fıkranın “...karot, kırıntı ve numune alma ile bunlara
yönelik sathi hazırlık işlemleri içeren faaliyetler...” bölümünün esasının
incelenmesine, esasa ilişkin incelemenin anılan bölümde yer alan “...karot,
kırıntı ve numune alma...” ibaresi ile sınırlı olarak
yapılmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
6. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Ahmet CANPOLAT
tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü,
dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri
okunup incelendikten ve 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (1) numaralı
fıkrası uyarınca 16/10/2024 tarihinde yapılan toplantıda Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakan Yardımcıları Abdullah TANCAN, Nevzat ŞATIROĞLU, Zafer DEMİRCAN,
Bakan Danışmanları İlker ILGIN, Mustafa SATILMIŞ, Hukuk Hizmetleri Genel Müdürü
Etem ÇEKER, Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürü Arslan NARİN, I. Hukuk Müşaviri
Murat DEMİR, Ruhsat Denetleme Dairesi Başkanı Fatih PEKDEMİR, Maden Tetkik ve
Arama Genel Müdürü Vedat YANIK, Genel Müdür Yardımcısı Haşim AĞRILI, I. Hukuk
Müşaviri Mehmet Akif SARCAN, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Jeoloji
Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin ALAN, Hukuk Danışmanı Av.
Mehmet HORUŞ, Maden Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan YÜKSEL, II.
Başkanı Bülent TOKA, Çevre Mühendisleri Odası Genel Başkanı Ahmet KIRMIZI ve
Genel Sekreter Tuğba UÇANKUŞ’un sözlü açıklamaları dinlendikten sonra gereği
görüşülüp düşünüldü:
A. Anlam ve Kapsam
7. 3213 sayılı Kanun’da madenlerin millî menfaatlere
uygun olarak aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk
edilmesi ile ilgili esas ve usuller düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 2.
maddesinde yer kabuğunda ve su kaynaklarında tabii olarak bulunan, ekonomik ve
ticari değeri olan petrol, doğal gaz, jeotermal ve su kaynakları dışında kalan
her türlü maddenin bu Kanun’a göre maden olduğu belirtilmiştir. Kanun uyarınca
madenlerin aranması ve işletilmesi ruhsata tabidir.
8. Kanun’un uygulanmasına ilişkin usul ve esasları
göstermek amacıyla 11/12/2022 tarihli ve 32040 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Maden Yönetmeliği çıkarılmıştır. Anılan Yönetmelik’in “Tanımlar
ve kısaltmalar” başlıklı 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (11)
numaralı bendinde maden arama faaliyetlerinin; jeolojik prospeksiyon, jeoloji
ve hidrojeoloji haritası yapımı, numune alma, jeofizik araştırma, jeokimya,
hidrojeolojik ve jeoteknik etütler ile üretime yönelik olmayan sondaj, galeri
sürme, yarma ve kuyu açma gibi faaliyetleri ifade ettiği belirtilmiştir.
9. Kanun’un 17. maddesinin dokuzuncu fıkrasında maden
arama faaliyeti niteliğinde olan jeolojik haritalama, jeofizik etüt, sismik,
karot, kırıntı ve numune alma ile bunlara yönelik sathi hazırlık işlemleri
içeren faaliyetler için çevresel etki değerlendirmesi kararının aranmayacağı
hükme bağlanmıştır. Anılan fıkrada yer alan “...karot, kırıntı ve numune
alma...” ibaresi itiraz konusu kuralı oluşturmaktadır.
10. 21/7/2017 tarihli ve 30130 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Türkiye Yerbilimleri Veri ve Karot Bilgi Bankasının Görevleri,
Çalışma Usul ve Esasları Yönetmeliği’nin “Tanımlar” başlıklı 4.
maddesinde karot, kırıntı ve numunenin tanımlarına yer verilmiştir. Buna göre karot;
maden aranması ve işletilmesi sırasında, döner matkaplı sondajlarda, matkabın
kestiği ve bir düzenekle (karotiyer) yüzeye ulaştırılan jeolojik formasyonların
özelliklerini sergileyen, silindirik kayaç parçasını; kırıntı; döner
matkaplı sondajlarda, matkabın kestiği ve sondaj çamuruyla yüzeye ulaşan,
jeolojik formasyonların özelliklerini sergileyen kum ve çakıl boyutlarında
kayaç parçacıklarını; numune ise jeolojik formasyonlara ait karot,
kırıntı ve el örneklerini ifade etmektedir.
11. 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 2.
maddesinde çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) gerçekleştirilmesi planlanan
projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde,
olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en
aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji
alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin
uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmalar olarak
tanımlanmıştır.
12. Anılan Kanun’un 10. maddesinin birinci fıkrasında gerçekleştirmeyi
planladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum,
kuruluş ve işletmelerin ÇED raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla
yükümlü olduğu; ikinci fıkrasında ÇED olumlu kararı veya “ÇED gerekli
değildir.” kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı
ve kullanım ruhsatının verilemeyeceği, proje için yatırıma başlanamayacağı ve
ihale edilemeyeceği öngörülmüştür.
13. 3213 sayılı Kanun’un madencilik faaliyetine ilişkin
izinlerin düzenlendiği 7. maddesinde ÇED işlemlerinin Çevre ve Orman Bakanlığı
tarafından gerçekleştirileceği düzenlenmiştir. Anılan Bakanlık 10/7/2018
tarihli ve 30474 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan (1) numaralı
Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle Çevre,
Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı (Bakanlık) şeklinde yeniden
teşkilatlanmıştır.
14. ÇED sürecine ilişkin usul ve esaslar 2872 sayılı
Kanun’un 10. maddesine dayanılarak çıkarılan; 29/7/2022 tarihli ve 31907 sayılı
Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nde
düzenlenmiştir. Söz konusu Yönetmelik’e ekli listelerde ÇED uygulanacak
projeler ile ön inceleme ve değerlendirmeye tabi projeler gösterilmiştir.
15. Anılan Yönetmelik’e göre ÇED raporuna tabi kurum,
kuruluş ve işletmeler özelliklerine göre iki gruba ayrılmıştır. Yönetmelik’e
ekli (1) sayılı Liste’de sayılan projeler için ÇED yöntemi çerçevesinde ÇED
raporunun alınması zorunludur. Yönetmelik’e ekli (2) sayılı Liste’de sayılan
projeler için ise ön inceleme ve değerlendirme faaliyetleri çerçevesinde
hazırlanan proje tanıtım dosyalarının değerlendirilmesi suretiyle Bakanlıkça
ÇED’in gerekli olup olmadığına karar verilmektedir.
16. Yönetmelik’e ekli (2) sayılı Liste’nin 45. sırasının
(d) bendinde maden arama projeleri, ön inceleme ve değerlendirme yöntemine tabi
projeler arasında sayılmıştır.
17. İtiraz konusu kural uyarınca maden arama
faaliyetlerinden olan sondaj vasıtasıyla elde edilen karot, kırıntı ve numune
alma faaliyetleri 2872 sayılı Kanun’da düzenlenen ÇED sürecinden muaf
tutulmaktadır.
B. İtirazın Gerekçesi
18. Başvuru kararında özetle; karotun sondajı içeren bir
yöntem olması nedeniyle biyolojik çeşitlilik üzerinde ya da doğada
değişiklikler meydana getirebileceği, bu değişikliklerin uzun dönemli etkilerinin
olacağı, bu itibarla çevre için riskler taşıdığı açık olan bu tür faaliyetler
yönünden ÇED kararının aranmayacağını öngören kuralın sağlıklı çevrede yaşama
hakkıyla bağdaşmadığı belirtilerek Anayasa’nın 2. ve 56. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
C. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
19. Anayasa’nın 56. maddesinin birinci ve ikinci
fıkralarında “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına
sahiptir./Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” hükümlerine yer verilmiştir.
20. Çevre hakkı gerek yaşam hakkıyla gerekse sağlık
hakkıyla olan yakın ilişkisi nedeniyle bugünkü nesli hatta daha çok gelecek
nesilleri ilgilendirdiğinden günümüzde çok daha önemli hâle gelmektedir.
Çevrenin kirlendikten ve bozulduktan sonra eski hâline getirilmesinin çok güç
ve külfetli olması hatta kimi zaman mümkün olmaması nedeniyle, kalkınma ve
ekonomik gelişme için yapılacak yatırım ve faaliyetlerin; doğayı tahrip etmeden
ve çevreyi kirletmeden gerçekleştirilmesi; kirlenen çevrenin temizlenmesi veya
bozulan çevrenin onarılması yerine, kirliliği ve bozulmayı önleyici tedbirlere
ağırlık verilmesi gerekmektedir (AYM, E.2013/89, K.2014/116, 3/7/2014;
E.2006/99, K.2009/9, 15/1/2009).
21. Çevrenin geliştirilmesine, çevre sağlığının
korunmasına ve çevre kirlenmesinin önlenmesine yönelik tedbirleri almak
devletin temel ödevlerindendir. Bu amaçla devlet, çevrenin korunmasını sağlamak
için etkili bir hukuk düzeni oluşturmakla yükümlüdür.
22. 2872 sayılı Kanun’un 1. maddesinde bu Kanun’un
amacının bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin sürdürülebilir çevre ve
sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamak olduğu
hükme bağlanmış; 10. maddesinde de gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri
sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmelerin ÇED
raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir.
ÇED, kalkınma ve ekonomik gelişme için yapılacak yatırım ve faaliyetlerin
doğayı tahrip etmeden ve çevreyi kirletmeden gerçekleştirilmesinde kullanılan
yöntemlerden birisidir. ÇED ile korunmaya çalışılan temel değer, çevre ve bu
çevre içindeki varlıklardır.
23. İtiraz konusu kuralla maden arama faaliyetlerinden
olan sondaj vasıtasıyla elde edilen karot, kırıntı ve numune alma faaliyetleri
için ÇED kararının aranmaması öngörülmüştür. Bu bağlamda kuralla devletin çevre
sağlığının korunmasına ve çevre kirlenmesinin önlenmesine yönelik pozitif
yükümlülüklerine aykırı bir düzenleme getirilip getirmediğinin tespiti gerekir.
24. Anayasa’nın 168. maddesinde “Tabiî servetler ve
kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve
işletilmesi hakkı Devlete aittir. Devlet bu hakkını belli bir süre için, gerçek
ve tüzelkişilere devredebilir. Hangi tabiî servet ve kaynağın arama ve
işletmesinin, Devletin gerçek ve tüzelkişilerle ortak olarak veya doğrudan
gerçek ve tüzelkişiler eliyle yapılması, kanunun açık iznine bağlıdır. Bu
durumda gerçek ve tüzelkişilerin uyması gereken şartlar ve Devletçe yapılacak
gözetim, denetim usul ve esasları ve müeyyideler kanunda gösterilir.”
denilmiştir.
25. Anayasa’nın anılan maddesinin gerekçesinde ise “...Devletin
arama ve işletmeyi süresinde gerçekleştirememesi sonucu özel teşebbüs de
devreye girmektedir.” denilmiş ve bundaki amacın millî
servetin işletilmesini ve millî gelirin artırılmasını bir an önce sağlamak olduğu
ifade edilmiştir.
26. Madencilik sektörünün sanayinin temel hammadde ve
enerji ihtiyacını karşılaması, istihdamı yoğun bir sektör olması, hizmet, ana
ve yan sanayi sektörlerini teşvik etmesi, bölgesel ve yerel kalkınmayı ön plana
çıkararak hem işsizliği önlemesi hem de göçü azaltması ve yeraltından
çıkarıldığı anda katma değer sağlaması gibi özellikleri nedeniyle ülke kalkınmasında
büyük rol oynadığı açıktır (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. AYM,
E.2010/85, K.2012/13, 26/01/2012; E.2018/7, K.2018/80, 5/7/2018, § 21).
27. Sürdürülebilir kalkınma için madenler büyük önem
taşısa da günümüz ve sonraki nesillerin ihtiyaçları olan doğal kaynakların
israf edilmeksizin insan ve çevre sağlığına uygun şartlarda çıkarılması ve
işletilmesinde çevre sağlığının gözetilmesi gerektiği açıktır. Bununla birlikte
anılan faaliyetler yürütülürken çevre sağlığının korunması amacı ile tabiî servet
ve kaynakların verimli kullanılması arasındaki makul dengeye de dikkat edilmesi
gerekir.
28. Kuralda ÇED sürecinden muaf tutulan sondaj
vasıtasıyla elde edilen karot, kırıntı ve numune alma faaliyetlerinin ruhsat
alanında yer altı zenginliğinin bulunup bulunmadığının tespiti ve olası
yatırımın verimliliğine ilişkin yapılacak analizin hazırlık işlemleri olduğu
anlaşılmaktadır. ÇED ise etüt, sondaj, arama ile ortaya çıkan değerlerin;
çevresel, bilimsel ve teknik kapsamda ele alınarak elde edilen verilere göre
faaliyetin içinde bulunacağı karşılıklı etkileşim alanlarının biyolojik,
fiziksel, sosyolojik, ekonomik ve kültürel ortamlar yönünden değerlendirilmesi
ve tahlilinin yapılmasıdır.
29. Kuralın “…Makro düzeyde bir değerlendirme olan ÇED
uygulamasında, bu değerlendirmeye esas olacak verileri dahi elde etmeden bir
ÇED raporu istemek ve varlığını zorunlu koşmak devletin sosyal ve ekonomik
alanda gelişimi için mali kaynak oluşturma zorunluluğu ödevi karşısında çelişki
yaratmaktadır…” şeklindeki gerekçesi gözetildiğinde kuralla üretime
yönelik olmayan karot, kırıntı ve numune alma faaliyetlerinin ÇED sürecinden
muaf tutulması suretiyle bu faaliyetlerin hızlı ve verimli şekilde yapılmasının
amaçlandığı anlaşılmaktadır.
30. Öte yandan kullanılan malzemenin niteliği ve sondaj
yuvasının çapının dar olması nedeniyle karotlu sondajların su, jeotermal ve
petrol sondajlarına kıyasla çevresel etkilerinin oldukça düşük olduğu
söylenebilir. Kuralla arama hatta sondaj faaliyetlerinin tamamı bakımından değil
sadece karot, kırıntı ve numune alma faaliyetleri yönünden ÇED kararının
aranmayacağı hükme bağlanmıştır. Başka bir deyişle karot, kırıntı ve numune
alma faaliyetleri dışında yer alan diğer tüm sondaj, yarma, galeri sürme ve
benzeri arama faaliyetleri bakımından ÇED kararı alınma zorunluluğu devam
edecektir.
31. Diğer yandan 3213 sayılı Kanun’un “Madencilik
faaliyetlerinde izinler” başlıklı 7. maddesinin yedinci fıkrasının
birinci cümlesinde madencilik faaliyeti yapılan alanların, izne tabi alan
olmaları hâlinde, ilgili olduğu kanun hükümlerine göre gerekli izinlerin
alınmasının zorunlu olduğu düzenlenmiştir. Anılan hüküm uyarınca özel
kanunlarla korunan alanlarda karot, kırıntı ve numune faaliyetlerinin
yapılmasına ilişkin izin süreçlerinde bu alanların korunmasına ilişkin olarak gerekli
önlemlerin de alınacağı açıktır. Ayrıca özel kanunlarla korunan alanlarda
yapılan arama faaliyetleri neticesinde ruhsat sahibine arama yaptığı sahayı
çevre ile uyumlu hâle getirme yükümlülüğü de getirilmiştir.
32. Bu itibarla ülke kalkınmasında büyük rol oynayan
maden varlığının tespiti için zorunlu olan arama faaliyetlerinin sadece sınırlı
bir alanında hızlı ve verimli çalışma yapılması amacıyla düzenlendiği anlaşılan
kuralın -çevre sağlığının korunmasına ilişkin tedbirlerin de alındığı
gözetildiğinde- devletin çevrenin korunmasına ve kirlenmesinin önlenmesine
yönelik pozitif yükümlülüklerine aykırı bir yönünün olduğu söylenemez.
33. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 56. maddesine
aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.
Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, Yusuf Şevki
HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ ve Kenan YAŞAR bu görüşe
katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı
olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 56.
maddesi yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınması nedeniyle
Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
IV. HÜKÜM
4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 4/2/2015
tarihli ve 6592 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle değiştirilen 17. maddesine
28/11/2017 tarihli ve 7061 sayılı Kanun’un 48. maddesiyle eklenen dokuzuncu
fıkrada yer alan “...karot, kırıntı ve numune alma...” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına
ve itirazın REDDİNE Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, Yusuf Şevki
HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ ile Kenan YAŞAR’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA 5/11/2024 tarihinde
karar verildi.
Başkan
Kadir ÖZKAYA
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
Basri BAĞCI
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
İrfan FİDAN
|
Üye
Kenan YAŞAR
|
Üye
Muhterem İNCE
|
Üye
Yılmaz AKÇİL
|
Üye
Ömer ÇINAR
|
Üye
Metin KIRATLI
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. 3213 sayılı Maden Kanununun 6592 sayılı Kanunun 12. maddesiyle
değiştirilen 17. maddesine 7061 sayılı Kanunun 48. maddesiyle eklenen 9.
fıkrada bir kısım sathi hazırlık işlemleri için çevresel etki değerlendirmesi
(ÇED) kararının aranmadığı düzenlenmiştir. İncelenen kural ise bu fıkradaki
“karot, kırıntı ve numune alma” ibaresidir. Esasen benzeri işlemler 2017
yılından önceki düzenlemeye göre ÇED kararı gerektiren işlemler iken madde
gerekçesinde madencilik sektörünün ihtiyaçları nedeniyle değişiklik yapıldığı
anlaşılmaktadır. Çoğunluk karar ve gerekçesinde kuralda belirtilen işlemlerin
basitçe küçük çaplı sondaj işlemi ile numune veya örnek almaktan ibaret olduğu,
bu işlemlerde kimyasal kullanılmadığı ve çevreye zararının olmadığı
belirtilerek iptal isteminin reddi sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte çoğunluğun
ulaştığı sonucun kuraldaki maden arama işlemlerinin arazide yakınlık, işlem
sayısı vb. kriterlere göre detaylı bir değerlendirmeye dayanmadığı
görüşündeyim.
2. Anayasanın 56. maddesi uyarınca herkes sağlıklı ve
dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir, Yine aynı maddede çevreyi
geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önleme konusunda
devlete pozitif ödevler yüklenmiştir. Anayasa ile güvence altına alınan çevre
hakkı esasen yeryüzündeki doğal ekolojinin korunmasını ve tabiatın insanlara
sunduğu imkanların istismarını önlemeyi amaçlamaktadır. Bilinen ve önemi
nedeniyle tekrarında yarar olan bir sözdür; “gelecek nesillerimize yaşanabilir
ve sağlıklı bir Dünya bırakmakla sorumluyuz”. Bu düşünce, sürdürülebilir
sağlıklı ve dengeli bir çevre olmadığında insanların yaşam ve maddi manevi
varlıklarını koruma, geliştirme haklarının güvence altına alındığından söz
edilemeyeceği yaklaşımını içerdiğinden anayasal haklarla bağlantı kurmaktadır.
3. Öte yandan ülkedeki maden zenginliklerinden kamu veya
özel teşebbüs aracılığı ile yararlanılması da kamu yararı açısından önemli bir
ihtiyaç ve gerekliliktir. Bu iki anayasal gerekliliğin birlikte sürdürülebilir
bir düzen içinde yürütülebilmesi için aralarında bir denge kurulmasına ihtiyaç
bulunmaktadır. Bu nedenle teknolojik ve ekonomik faaliyetlerin yürütülmesinde
çevresel etki değerlendirilmesi yapılarak, gerek olumsuz çevresel etkilerin
doğmasının önlenmesi için tedbir alınması gerekse faaliyet sonrasında ortaya
çıkan olumsuz etkilerin telafisi için yapılması gerekenlerin belirlenip
uygulanması devletin pozitif yükümlülükleri içerisindedir. Nitekim kanun koyucu
bu kapsamda bir kısım faaliyetler bakımından çevresel etki değerlendirme kararı
şartı getirmiştir.
4. Belirtelim ki Kanun koyucunun çevresel etki
değerlendirmesi şartının aranmasında takdir alanı bulunduğundan ÇED yerine
başka tedbirler belirleyebileceği gibi etkisi önemsiz olan faaliyetler için bu
karara gerek de görmeyebilecektir. Fakat kanun koyucunun bu düzenlemelerinde
anayasal yükümlülükler ve sınırlarla bağlı olduğu da ifade edilmelidir. Nitekim
AYM konuyla ilgili bir kararında ÇED kararını; “…kalkınma ve ekonomik
gelişme için yapılacak yatırım ve faaliyetlerin doğayı tahrip etmeden ve
çevreyi kirletmeden gerçekleştirilmesinde kullanılan yöntemlerden biri” olarak
değerlendirmiştir (AYM 2006/99 E., 2009/9 K., 15.1.2009). Bu noktada ÇED
kararı, arazide yürütülecek faaliyetler dolayısıyla olası olumsuz etkilere
karşı önceden tedbir alınmasını, faaliyet sonrasında çıkabilecek etkiler için de
ne şekilde telafi imkanlarının kullanılacağını belirlemesi nedeniyle önemli bir
enstrümandır. Bu doğrultuda incelediğimiz kuraldaki maden arama faaliyetlerine
ilişkin işlemlerin gerçekten çevreye hiçbir etkisinin olup olmadığının iyi
değerlendirilmesi gerekmektedir.
5. Karot alma işleminin arazide en fazla 10.6 cm
genişliğinde ve 2000 metre derinliğinde bir sondajı gerektirdiği, kimyasal
kullanılmadığı, yalnızca birkaç metre küplük kil kullanıldığı, bununda işlem
sonrasında araziden temizlendiği şeklindeki bir sondaj işlemini esas alan
değerlendirme açısından çevreye önemli bir etkisinin olmayacağı görüşü makul
gelebilir. Bununla birlikte bu bilgilere ek olarak her bir sondaj işleminin
20X20 ebadında 400 metre karelik bir alanda yapıldığı, bu alana ulaşılabilmesi
için yol açılmasının gerekebildiği, sondaj alanında bir tesviye yapılacağı, yol
ve tesviyenin sınırlı da olsa alanda bir müdahaleyi gerektirdiği bilgileri
eklenmelidir. Öte yandan maden arama faaliyetlerinin geniş bir arazi bölümünde
ve yer tabakasının yalnızca yüzlerce metre altındaki maden katmanlarına
ulaşılabilme olasılığına dayandığını ve bir veya birkaç sondaj yapılarak arama
faaliyetinin sona erdirilemeyeceğini de hatırlatmak gerekmektedir.
6. Şüphesiz çevresel etki, arama yapılacak arazi türüne
göre de değişebilir. Bazı arazi bölümleri bakımından çevresel etki oldukça az
olabilecek iken orman örtüsünün, endemik bitki örtüsünün zengin olduğu
zeminlerde oldukça önemli etkilerin ortaya çıkması olasıdır. Gerçekten yoğun ve
sık arama faaliyetleri arazi yapısına göre biyolojik çeşitliliğe zarar verebilecektir.
Kural ile maden arama faaliyetleri için yaklaşık 6 aylık bir zaman ile ÇED
raporu için gereken teknik giderlerden avantaj sağlanmak ve verimlilik
artırılmak isteniyor ise de bu amaç ile çevreye verilebilecek zarar olasılığı
arasında dengeli ve sürdürülebilir bir ilişki kurulduğunu söylemek oldukça
güçtür. Esasen karşılaştırmalı hukuk açısından kimi ülkelerde karot ve benzeri
numune alma faaliyetlerinde, aramanın yapılacağı arazi yüzölçümüne, işlemlerin
sayısına, mesafe yakınlığına, sıklığına, vb. kriterlere göre ÇED gereken
işlemler ile gerekmeyen işlemler arasında ayrım yapıldığı görülmektedir.
7. Belirli bir bölgedeki maden arama faaliyetinin
yüzlerce ve hatta detay araştırmalarda binlerce sondajı gerektirdiği
bilinmektedir. Aynı bölgede yüzlerce sondaj yapılması gerektiğinde birbirine
yakın 30 ila 50 metre yakınlığında sondaj alanları, başka deyişle her biri için
400 metre karelik faaliyet alanının belirlenmesi, oluşturulması gerekmektedir.
Bu durumda her bir sondaj alanı için zemin tesviyesi, gerekirse ağaç kesimi,
yol açılması, vb. işlemlerin aynı alanda yüzlerce kez tekrarlanacağı
gözetildiğinde bu yoğunlukta bir arama faaliyetinin çevreye etkisinin
olmayacağı söylenemez. Kuralda işlemlerin yapıldığı alan büyüklüğü, sayısı,
sıklığı gibi hiçbir ölçütten bahsedilmeden en basitinden en yoğun işlemlere
kadar tümü kategorik ve sınırsız biçimde ÇED kararından muaf tutulmuştur. Bu
şekilde kuralda da benzeri bir biçimde objektif bazı kriterlere dayalı olarak
kademeli bir düzenleme yapılması mümkün olabilecektir. Ayrıca tali
düzenlemelerde olsa bile faaliyet alanının eski hale dönüştürülmesine ilişkin
olarak kanunda bir güvence de yer almamıştır. Belirtilen nedenlerle kuralın
iptal edilmesi gerektiği görüşündeyim.
|
|
|
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Dava konusu kural,
karot, kırıntı ve numune alma faaliyetleri ve bunlara yönelik sathi hazırlık
işlemlerini çevresel etki değerlendirilmesi (ÇED) kapsamı dışına çıkarmaktadır.
2. Karot, kırıntı ve
numune alma faaliyetleri ve bunlara yönelik sathi hazırlık işlemleri, çevreye
zarar verebilecek nitelikteki sondaj faaliyetini gerektirmektedir. Ancak
kuralda, bu kapsamda yapılacak faaliyetler yönünden sayı veya alan yüz ölçümü
bakımından herhangi bir üst sınır öngörülmemiş ve anılan işlemler sonrasında
ilgili alanının eski haline dönüştürülmesine ilişkin yasal güvencelere yer
verilmemiştir. Karot, kırıntı ve numune alma faaliyetleri ve bunlara yönelik
sathi hazırlık işlemleri, biyolojik çeşitlilik üzerinde ya da doğada geri
dönüşü olmayan değişiklikler meydana getirebilmektedir.
3. Karot, kırıntı ve
numune alma faaliyetleri binlerce metre sondaj çalışması yapma dahil herhangi
bir teknikle ya da tekraren bir sınıra tabi olmaksızın yapılabilir. Bu
işlemler, çevreye kalıcı olumsuz bir etkileri olsun ya da olmasın, hangi
surette, hangi tekniklerle ve hangi araçlarla yapılırsa yapılsın ÇED sürecinin
dışında bırakılmaktadır. ÇED sürecini devre dışı bırakan dava konusu kural,
çevre üzerindeki ortaya çıkabilecek muhtemel olumsuz etkileri önlemeye yönelik
başka bir usul de getirmemektedir.
4. Anayasa’nın 56.
maddesinde “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek
Devletin ve vatandaşların ödevidir.” hükmü yer almaktadır. Burada çevre yaşam
hakkıyla ilişkilendirilmiştir. Anayasa'nın 56.
maddesinin gerekçesinde, vatandaşın korunmuş çevre şartlarında, beden ve ruh
sağlığı içinde yaşamını sürdürmesini sağlamanın Devletin ödevi olduğu, Devletin
hem kirlenmenin önlemesi hem de tabiî çevrenin korunması ve geliştirilmesi için
gereken tedbirleri alması gerektiği belirtilmiştir.
5. Mahkememizin
15/01/2009 tarih ve E.2006/99, K.2009/9 sayılı kararı önümüzdeki konu bakımından
önem taşımaktadır:
ÇED, kalkınma ve ekonomik gelişme için yapılacak yatırım
ve faaliyetlerin, doğayı tahrip etmeden ve çevreyi kirletmeden
gerçekleştirilmesinde kullanılan yöntemlerden birisidir. ÇED ile korunmaya
çalışılan temel unsur, çevre ve bu çevre içerisindeki varlıklardır.
ÇED kapsamı dışında tutulan arama faaliyetlerinin,
biyolojik çeşitlilik üzerinde ya da doğada değişiklikler meydana
getirebileceği, bu değişikliklerin uzun dönemli etkilerinin olabileceği, bu
nedenle çevre için riskler taşıdığı açıktır. Bu açıdan kural kapsamındaki arama
faaliyetinde, mevcut risklerin ortadan kaldırılabilmesi ve önlenebilmesi için
ÇED'in öngörülmesi, Anayasa'nın 56. maddesinde Devlete verilen çevrenin
korunması yükümlülüğünün bir gereğidir.
6. AYM,
yukarıdaki kararında 56. maddede geçen “çevre” kavramını sadece başta insan
olmak üzere çevrenin içinde yaşayan varlıklarla sınırlandırmayarak çevrenin
kendisini de kapsayacak şekilde yorumlamıştır. Mahkeme çevre hakkını sadece
insan merkezli değil, çevre merkezli bir hak olarak değerlendirmiş ve bu
şekilde çevre hakkını çevrenin hakkını da içerecek şekilde
genişletmiştir. Maddede geçen “herkes” kavramı insanları kastettiğinden ve
“yaşama” terimi diğer canlılarla birlikte insanı da kapsadığından ve maddenin
gerekçesine de baktığımızda insan merkezli bir çevre hakkının Anayasa’da yer
aldığı söylenebilir. Ancak, “sağlıklı ve dengeli bir çevrede” ibaresi çevrenin
kendisinin de içindeki canlı-cansız her şeyle, bir ekosistem olarak korunması
gereken bir hakka sahip olduğu şeklinde bir yorum yapılmasına imkân
tanımaktadır. Zira, sağlıklı ve dengeli bir çevre ibaresi insan yaşamı
üzerindeki etkisine bakılmaksızın, örneğin çevre kirliliğinin önlenmesinin de
çevre(nin) hakkı içinde olduğunu ifade etmektedir. Böyle bir yorum insan
faaliyetlerinden kaynaklanan küresel iklim değişikliğinin gezegenimizdeki
yaşamı tehdit etme olasılığının arttığı bir dönemde (Antroposen çağ) çevrenin
Anayasa’nın 56. maddesi kapsamında korunmasına katkı sağlayacaktır.
7. Çevrenin
korunmasının insan yaşamı ve sağlığı için taşıdığı önem yadsınamaz ama çevrenin
bu iki temel insan menfaatine yarar sunduğu ölçüde korunmaya değer bulunması
günümüzde gelişen çevre koruma bilinciyle örtüşmemektedir. İnsan merkezli çevre
hakkı ile çevrenin kendi başına odak alındığı çevre hakkı birbirini
dışlamamaktadır. Çünkü, çevrenin hakkı temelli bir çevre hakkı tanım gereği
insanları ve diğer varlıkları da kapsadığından bu iki anlayış arasında
tamamlayıcı bir ilişki söz konusudur. Çevrenin hakkı yaklaşımı çevreyi insan
mutluluğunu ve refahını gerçekleştirmenin basit bir aracı olmaktan çıkararak
insan-doğa ilişkisini birbirine zarar vermeyecek bir dengeye oturtmayı
amaçlamaktadır. Bizatihi çevreyi onu oluşturan canlı-cansız tüm varlıklarla
beraber bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirmek gerekmektedir.
8. Dava konusu
kuralla, karot, kırıntı ve numune alma faaliyetleri ve bunlara yönelik yönelik
sathi hazırlık işlemlerinin ÇED kapsamı dışında tutulmasının Anayasa’nın 56.
maddesine aykırı olduğu sonucuna ulaştığımdan, çoğunluk kararına katılmadım.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Mahkememiz çoğunluğunun 4/6/1985 tarihli ve 3213
sayılı Maden Kanunu’nun 4/2/2015 tarihli ve 6592 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle
değiştirilen 17. maddesine 28/11/2017 tarihli ve 7061 sayılı Kanun’un 48.
maddesiyle eklenen dokuzuncu fıkranın “karot, kırıntı ve numune alma”
bölümünün Anayasa’nın 56. maddesine aykırı olmadığına ve iptal talebinin
reddine ilişkin kararına katılmamaktayım.
2. Dava konusu kuralın da içinde yer aldığı fıkrada
jeolojik haritalama, jeofizik etüd, sismik, karot, kırıntı ve numune alma ile
bunlara yönelik sathi hazırlık işlemleri içeren faaliyetler için çevresel etki
değerlendirmesi (ÇED) kararı aranmayacağı öngörülmektedir. Kuralın yer aldığı
maddenin başlığı olan “arama faaliyeti”nden de anlaşılacağı üzere buradaki
arama, maden arama ruhsatının düzenlenmesinden sonraki aşama olup maden
aramasından ziyade bir hazırlık işlemi araması niteliği taşımaktadır.
3. Dokuzuncu fıkranın Kanun’un 17. maddesine eklendiği
2017 yılından önceki dönemde karot, kırıntı ve numune alma ile bunlara yönelik
sathi hazırlık işlemleri içeren faaliyetlerde de ÇED kararı aranmaktaydı.
4. Kanun koyucu dava konusu ibarelerin yer aldığı fıkrayı
getirip bu hazırlık işlemlerini ÇED kararı alınmasından muaf tutarken “Makro
düzeyde bir değerlendirme olan ÇED uygulamasında, bu değerlendirmeye esas
olacak verileri dahi elde etmeden bir ÇED raporu istemek ve varlığını zorunlu
koşmak devletin sosyal ve ekonomik alanda gelişimi için mali kaynak oluşturma
zorunluluğu ödevi karşısında çelişki yaratmaktadır.” gerekçesine yer
vermiştir.
5. Mahkememiz çoğunluğu kuralın Anayasa’ya aykırı
olmadığı sonucuna ulaşırken, kuralla üretime yönelik olmayan karot, kırıntı ve
numune alma faaliyetlerinin ÇED sürecinden muaf tutulması suretiyle arama
faaliyetlerinin hızlı ve verimli şekilde yapılmasının amaçlandığı (§ 29) ve
karot, kırıntı ve numune alma faaliyetleri dışında yer alan diğer tüm arama
faaliyetleri bakımından ÇED kararı alınma zorunluluğu geçerli olmaya devam
edeceği (§ 30) hususlarına dikkat çekerek, ülke kalkınmasında büyük rol oynayan
maden varlığının tespiti için zorunlu olan arama faaliyetlerinin sadece sınırlı
bir alanında hızlı ve verimli bir çalışmanın yapılması amacıyla düzenlenen
kuralın, çevre sağlığının korunmasına ilişkin tedbirlerin de alındığı
gözetildiğinde devletin çevre sağlığının korunması ve çevre kirlenmesinin
önlenmesine yönelik pozitif yükümlülüklerine aykırı bir düzenleme öngörmediğine
işaret etmiştir (§ 32).
6. Her ne kadar ülke kalkınmasında büyük rol oynayan
maden varlığının tespiti ve çıkarılması için zorunlu olan arama faaliyetleri
bağlamında hızlı ve verimli bir çalışma yapılması fevkalade önemli ve gerekli ise
de kuralın Anayasa’ya uygunluk denetimi sürecinde çoğunluk kararında yapılan bu
değerlendirmeye ve ulaşılan sonuca katılmak mümkün değildir. Bu bağlamda
Anayasa Mahkemesinin görevi davaya konu olan maden aramaya hazırlık işlemi
niteliğindeki numune alma sürecinin Anayasa’ya uygun biçimde düzenlenmiş olup
olmadığını tespit etmektir.
7. Kuralın Anayasa’ya uygunluğunun denetiminde ölçü norm olarak
karşımıza çıkan Anayasa’nın 56. maddesindeki çevrenin korunması ile ilgili hükümleri
dikkatli bir şekilde değerlendirmek gerekmektedir. Maddenin birinci ve ikinci
fıkrasında da belirtildiği üzere herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede
yaşama hakkına sahip olması önemli olup bu hak bağlamında ikinci fıkrada
çevreyi geliştirmenin, çevre sağlığını korumanın ve çevre kirlenmesini
önlemenin hem devletin ve hem de vatandaşların ödevi olduğu bilincine vurgu
yapılmaktadır.
8. Anayasa’nın bu maddesindeki bahse konu ödev, konumuz
bağlamında madencilikle ilgili her türlü faaliyetin yürütülmesinde de çevreyi
koruma ve çevre kirliliğini önleme noktasında devlete önemli görevler
yüklemektedir. Bu pozitif yükümlülükler Anayasa’nın 5. maddesinde de
öngörüldüğü üzere kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlama ve
insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışma şeklinde ifade edilen devletin temel amaç ve görevlerinin de bir
gereğidir.
9. Bireysel başvurunun kabulü ile birlikte Anayasa
Mahkemesi çevre ile ilgili bireysel başvuruları da incelemeye başlamıştır.
Mahkeme çevre hakkı ile de ilgili olan bireysel başvuruları Anayasa’nın 20. maddesi çerçevesinde özel hayatın
korunması kapsamında ele almaktadır. Bireysel başvuruları bu kapsamda ele
alması noktasında bireysel başvuruya konu çevresel etkinin Anayasa’nın 20.
maddesi kapsamındaki güvenceleri harekete geçirecek asgari ağırlıkta olup
olmadığına baktıktan sonra bu eşiği geçen başvuruların başvurucunun özel
hayata saygı hakkına yönelik etkisinin Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında
değerlendirilmesini gerçekleştirmektedir (Örnek
olarak bkz.: Binali Özkaradeniz ve diğerleri [GK], B. No: 2014/4686, 1/2/2018; Yasemin
Pelenk ve diğerleri, B. No: 2017/33865, 1/11/2023; Eşref Demir, B. No:
2020/12802, 1/11/2023).
10. Anayasa Mahkemesi bu bağlamda
devletin görevini de şu şekilde açıklamaktadır: “Devletin Anayasa'nın 20.
maddesi uyarınca kişilerin özel ve aile hayatlarına saygı hakkı çerçevesinde
sağlıklı bir çevrede yaşamayı sağlayan koruyucu bir mevzuat oluşturma ödevi
yanında denetleme yapma ve çevreyi koruyucu fiilî tedbir ve faaliyetlerde bulunma
yükümlülüğü de bulunmakta olup bu kapsamda devletin hem kirlenmenin önlenmesi
hem de doğal çevrenin korunması ve geliştirilmesi için gereken tedbirleri
alması gerekmektedir. Bununla birlikte hangi tedbirlerin alınması gerektiği ve
bu tedbirlerin nasıl uygulanacağı hususlarında kamu otoritelerinin geniş bir
takdir yetkisi mevcuttur”. (Binali Özkaradeniz ve diğerleri , § 57).
11. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru
inceleme sürecinde çevreyi korumada kendi rolünün ve yetki sınırının doğrudan
politika belirleme niteliğinden farklı olduğunu belirtmektedir. Buna göre bu alanda kamusal makamların sahip olduğu geniş takdir
yetkisi dikkate alındığında çevresel meseleler bağlamında Anayasa Mahkemesinin
görevi söz konusu çevresel rahatsızlığın nasıl sonlandırılacağı veya
etkilerinin nasıl azaltılacağının bizzat belirlenmesi değildir. Bununla
birlikte Anayasa Mahkemesi, yargısal makamlar başta olmak üzere kamusal
makamların konuya gereken özenle yaklaşıp yaklaşmadıklarını ve ilgili tüm
menfaatleri gözetip gözetmediklerini değerlendirmek durumundadır. (Bkz.: Yasemin Pelenk ve diğerleri, § 57).
12. Bununla birlikte dava konusu ibarenin Anayasa’ya
uygunluk denetiminde Anayasa’nın 5. ve 56. maddeleri ile çevrenin korunması
konusunda devlete yüklenen yükümlülükler bağlamında bir değerlendirme yapmak
gerekir. Çevrenin korunması amacıyla yasama, yürütme ve yargı organlarının da
bu Anayasa hükümleri ile bağlı olduğu dikkate alındığında kanun koyucunun kural
koyma sürecinde çevre korumasını zaafiyete uğratacak ve çevreye yapılan
müdahalelerle çevrenin bozulmasına sebebiyet verebilecek düzenlemeleri
yapmamaya özen göstermesi önem arz etmektedir.
13. Vurgulamak gerekir ki çevrenin korunması noktasında
en önemli husus, önleyici politikaların devreye sokulmasıdır. Anayasa Mahkemesi
kararlarında da belirtildiği üzere çevrenin kirlendikten ve bozulduktan sonra
eski hâline getirilmesinin çok güç ve külfetli olması hatta kimi zaman mümkün
olmaması nedeniyle, kalkınma ve ekonomik gelişme için yapılacak yatırım ve
faaliyetlerin, doğayı tahrip etmeden ve çevreyi kirletmeden gerçekleştirilmesi
kirlenen çevrenin temizlenmesi veya bozulan çevrenin onarılması yerine,
kirliliği ve bozulmayı önleyici tedbirlere ağırlık verilmesi gerekmektedir
(Bkz.: AYM, E.2013/89, K.2014/116, 03/07/2014).
14. Çevreyle ilgili olan tüm işlerde bu bilinçle hareket
edilmesi önem arz etmekte olup kanun koyucu bu amaçla ÇED kararı alınmasını
önleyici politikalar bağlamında fevkalade önemli görmektedir. Nitekim devletin
çevreyi koruma noktasındaki temel görevinin bir gereği olarak kanun koyucu 1983
yılında 2872 sayılı Çevre Kanunu’nda ÇED konusunu detaylı biçimde
düzenlemiştir. Buna göre ÇED; gerçekleştirilmesi plânlanan projelerin çevreye
olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin
önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için
alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek
değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde
sürdürülecek çalışmaları ifade etmektedir (2872 sayılı Kanun; madde: 2).
15. Nitekim Anayasa Mahkemesi de çevrenin kirlenmesinden
veya bozulmasından sonra eski hale getirilmesinin çok külfetli olması, hatta
kimi durumlarda imkansız bulunması nedeniyle önleyici politikaların
benimsenmesi bağlamında ÇED gibi kalkınma ve ekonomik gelişme için yapılacak
yatırım ve faaliyetlerin doğayı tahrip etmeden ve çevreyi kirletmeden
gerçekleştirilmesinde kullanılan yöntemle çevrenin ve bu çevre içerisindeki
varlıkların daha etkili biçimde korunmasının mümkün olduğuna işaret etmektedir
(Bkz.: AYM, E.2006/99, K.2009/9, 15/01/2009).
16. Elbette teknolojinin gelişimi ve kalkınmanın teşviki
insanların daha müreffeh bir hayat sürmesi noktasında önemlidir. Bu amaçla maden
arama ve çıkarma devletin öncelikli olarak üzerinde odaklanması gereken ancak
fevkalade maliyetli bir iştir. Bununla birlikte bu süreçte çevrenin korunmasına
azami önem gösterilmesi her zaman çevreyi ön planda tutan, çevre dostu
politikalarla birlikte bu amacın gerçekleştirmesine katkı sağlayacaktır. Bu
biçimdeki bir politika çevrenin gelecek nesillere de bozulmadan ulaştırılmasına
vesile olacaktır.
17. Nitekim Anayasa Mahkemesi de kalkınma ve çevrenin
korunması arasında gözetilmesi gereken dengeyi 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 1.
maddesinde öngörülen “sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma”
kavramlarıyla değerlendirirken sürdürülebilir çevrenin gelecek kuşakların
ihtiyaç duyacağı kaynakların varlığını ve kalitesini tehlikeye atmadan hem
bugünün hem de gelecek kuşakların çevresini oluşturan tüm çevresel değerlerin
her alanda ıslahı, korunması ve geliştirilmesi süreci olarak tarif edildiğine;
sürdürülebilir kalkınma kavramının ise bugünkü ve gelecek kuşakların sağlıklı
bir çevrede yaşamasını güvence altına alan çevresel, ekonomik ve sosyal
hedefler arasında denge kurulması esasına dayanan kalkınma ve gelişmeyi
tanımlamakta olduğuna vurgu yapmaktadır (Yasemin Pelenk ve diğerleri, § 60).
18. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesine göre bir yandan
bugünkü kuşakların ihtiyaçlarını karşılarken öte yandan gelecek kuşakların
durumunu dikkate alma hususundan hareketle çevre ve kalkınma arasında bir
çatışmanın var olduğu söylenebilir. Çevre ve kalkınma arasında ortaya
çıkabilecek çatışmaların hem çevreyi koruyan hem de kalkınmayı teşvik eden
teknikler geliştirmek ve çözümler bulmak suretiyle giderilmesi imkan
dahilindedir. Özellikle ekolojik dengeyi tehdit etmeyen ve bu dengeyi gözeten
bir teknoloji sayesinde bu çatışmanın önüne geçilmesi ve çevre ile kalkınma
arasında süreklilik arz eden bir uzlaşma sağlanması mümkündür. Bununla birlikte
çevre ile kalkınma arasındaki uzlaşı veyahut diğer bir ifadeyle çevre ve
kalkınmanın sürdürülebilirliği ÇED süreciyle somutlaşmaktadır (Yasemin Pelenk
ve diğerleri, § 61).
19. Yukarıda ortaya konulmaya çalışılan çerçevede dava
konusu ibarelerin Anayasa’ya uygunluk denetimi ele alındığında kanun koyucunun
karot, kırıntı ve numune alma ile bunlara yönelik sathi hazırlık işlemleri
içeren faaliyetler için ÇED kararı aranmayacağını öngörmesinde önemli hukuki sorunlar
olduğu görülmektedir.
20. Zira dava konusu ibarelerin içinde yer aldığı
fıkranın maden aramanın hazırlık aşamasında tüm karot, kırıntı ve numune alma
ile bunlara yönelik sathi işlemleri içeren faaliyetleri kategorik biçimde ÇED
kararı alınmasından muaf tutmaktadır. Oysa kimi maden türlerinin aramanın hazırlık
aşamasındaki çevreye yönelik etkileri oldukça farklı ve çevreye daha fazla
zarar verici nitelik taşıyabilir. Farklı maden türleri ile ilgili sondajlar da
farklı kapsamda olabilmesine rağmen kuralda bunların tümü aynı kategoride
görülüp düzenlenmektedir.
21. Bunun yanında, maden aramanın hazırlık aşamasında
karot, kırıntı ve numune alma ile bunlara yönelik sathi işlemleri içeren
faaliyetler bağlamında bir sondajlama alanında yapılacak sondaj sayısı, yüzölçümü
ve derinliği ile bunların üst sınırı ile ilgili bir düzenleme Kanun’da yer
almamaktadır. Dolayısıyla uygulamada belli bir alanda sıklıkla sondaj yapılması
mümkün olduğu gibi oldukça geniş bir alanda ve daha farklı bir şekilde sondaj
yapılması da mümkün olabilmektedir. Öte yandan arama yapılacak alan büyüdükçe
ve sondaj sayısı arttıkça bunun çevreye yönelik olumsuz etkisi de farklı
olacaktır. Benzer şekilde Kanun’da sondajların derinliği ile ilgili olarak da
hiçbir düzenleme mevcut değildir.
22. Dolayısıyla her ne kadar dava konusu ibareler maden
aramanın hazırlık aşamaları olarak görülüp bunlarla ilgili süreçlerde ÇED
aranmaması öngörülmüş ise de bu tür hazırlık faaliyetleriyle de doğal çevrede
olumsuz etki doğurabilecek ve hatta çevre üzerinde kalıcı olumsuz etki
bırakabilecek sonuçlar ortaya çıkabilecektir.
23. Ek olarak, her ne kadar çoğunluk kararında red
sonucuna ulaşılırken özel kanunlarla korunan alanlarda yapılan arama
faaliyetleri neticesinde ruhsat sahibine arama yaptığı sahayı çevre ile uyumlu
hale getirme yükümlülüğü de getirildiği (§ 31) şeklindeki madencilik faaliyeti
nedeniyle çevrenin bozulması sonrasındaki rehabilitasyon niteliğindeki tedbirlerin
varlığına dayanılmış ise de önemle vurgulamak gerekir ki çevrenin korunmasında
bu biçimdeki düzeltici tedbirlerin işlevi farklı olacaktır. Çevrenin korunması
hususunda rehabilitasyon tedbirlerinin çevresel etki değerlendirmelerinden
oldukça farklı biçimde değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
24. Nitekim yukarıda zikredilen kimi Anayasa Mahkemesi
kararlarında da işaret edildiği üzere, çevrenin kirlenmesinden ve tahrip
edilmesinden sonra eski hâline getirilmesi çok güç ve külfetli olacak ve hatta
kimi zaman mümkün olamayacaktır. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesinin mezkur
kararında kalkınma ve ekonomik gelişme için yapılacak yatırım ve faaliyetlerin,
doğayı tahrip etmeden ve çevreyi kirletmeden gerçekleştirilmesi ve kirlenen
çevrenin temizlenmesi veya bozulan çevrenin onarılması yerine kirliliği ve bozulmayı
önleyici tedbirlere ağırlık verilmesi gereğine yapılan vurgu, (Bkz.: AYM,
E.2013/89, K.2014/116, 03/07/2014) esasında ÇED’in çevre korumadaki önemini
daha açık biçimde gözler önüne sermektedir.
25. Dolayısıyla, çevrenin korunması noktasında dava konusu
kuralda öngörülen ÇED kararı aranmamasını Anayasa’nın 56. maddesi bağlamında
sorunlu bulmayan Mahkememiz çoğunluk kararındaki red gerekçesinde bozulan
çevrenin eski hale dönüştürülmesi ile ilgili rehabilitasyon tedbirlerine
değinilmesi önemli bir çelişki olup, bu durum Anayasa Mahkemesinin bu kararıyla
çevrenin korunması ile ilgili içtihadı bağlamında önceki kararlarında konuya
ilişkin ortaya koyduğu standardın da gerisinde kalmakta olduğunu
göstermektedir.
26. Sonuç olarak yukarıda sıralanan gerekçelerle 3213
sayılı Maden Kanunu’nun 17. maddesine 28/11/2017 tarihli ve 7061 sayılı
Kanun’un 48. maddesiyle eklenen dokuzuncu fıkranın “karot, kırıntı ve numune
alma” bölümünün Anayasa’nın 56. maddesine aykırı olduğundan iptali
gerektiği gerekçesiyle çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmamaktayım.
KARŞIOY
1. 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 4/2/2015 tarihli ve 6592
sayılı Kanun’un 12. maddesiyle değiştirilen 17. maddesine eklenen dokuzuncu fıkranın
“...karot, kırıntı ve numune alma ile bunlara yönelik sathi hazırlık
işlemleri içeren faaliyetler...” bölümünün Anayasa’nın 2. ve 56.
maddelerine aykırılığı Danıştay Altıncı Dairesi tarafından ileri sürülerek
iptali istenmiştir.
2. “Ülke kalkınmasında büyük rol oynayan maden varlığının
tespiti için zorunlu olan arama faaliyetlerinin sadece sınırlı bir alanında
hızlı ve verimli çalışma yapılması amacıyla düzenlendiği anlaşılan kuralın
-çevre sağlığının korunmasına ilişkin tedbirlerin de alındığı gözetildiğinde-
devletin çevrenin korunmasına ve kirlenmesinin önlenmesine yönelik pozitif
yükümlülüklerine aykırı bir yönünün olduğu söylenemez. Açıklanan nedenlerle
kural, Anayasa’nın 56. maddesine aykırı değildir.” şekildeki çoğunluk görüşüne
iştirak etmiyorum.
3. Kuralın kapsamına giren karot, kırıntı ve numune alma
faaliyetleri ve bunlara yönelik sathi hazırlık işlemlerinin çevre üzerindeki
olası etkileri hakkında herhangi bir değerlendirme yapmadan, AYM içtihadına
göre (bkz. AYM, E.2006/99, K.2009/9, 15/01/2009) “kalkınma ve ekonomik
gelişme için yapılacak yatırım ve faaliyetlerin, doğayı tahrip etmeden ve
çevreyi kirletmeden gerçekleştirilmesinde kullanılan yöntemlerden birisi” olan
ÇED sürecini maden arama faaliyetini sekteye uğratan bir bürokratik süreç
olarak niteleyerek sonuca ulaşan çoğunluk görüşüne katılmak mümkün olmamıştır.
4. İtiraz gerekçesinde de ileri sürüldüğü şekilde, dava
konusu kuralın Anayasa’ya uygun olup olmadığı noktasında değerlendirilmesi
gereken temel husus karot, kırıntı ve numune alma faaliyetleri ve bunlara
yönelik sathi hazırlık işlemlerinin, biyolojik çeşitlilik üzerinde ya da doğada
değişiklikler meydana getirip getirmeyeceği ve bu değişikliklerin uzun dönemli
etkilerinin olup olmayacağı bu itibarla çevre için riskler taşıyıp
taşımadığıdır. İtiraz gerekçesine göre, karotun sondajı içeren bir yöntem
olması nedeniyle biyolojik çeşitlilik üzerinde ya da doğada değişiklikler
meydana gelebilecektir. Sondaj ile yapılan karot, kırıntı veya numune alma
işlemi için uygulamada 4.000 metre derinlikten daha fazlasına kadar gidilebilen
sondajlar olduğu belirtilmektedir.
5. Dava konusu kural karot, kırıntı ve numune alma
faaliyetleri ve bunlara yönelik sathi hazırlık işlemlerinin nasıl yerine
getirileceği konusunda bir sınır içermemektedir. Yani karot, kırıntı ve numune
alma faaliyetleri binlerce metre sondaj çalışması yapma dahil arzu edilen
herhangi bir teknikle ya da tekraren bir sınıra tabi olmaksızın yapılabilir. Bu
çerçevede anılan işlemler, çevreye kalıcı olumsuz bir etkileri olsun ya da
olmasın, hangi surette, hangi tekniklerle ve hangi araçlarla yapılırsa yapılsın
ÇED sürecinin dışında kalacaktır. ÇED sürecini devre dışı bırakan dava konusu
kural çevre üzerindeki ortaya çıkabilecek muhtemel olumsuz etkileri önlemeye
matuf başka bir usul de getirmemektedir. Bu nedenle dava konusu kuralla, karot,
kırıntı ve numune alma faaliyetleri ve bunlara yönelik sathi hazırlık
işlemlerinin çevresel etki değerlendirilmesi kapsamı dışında tutulmasının
Anayasa'nın 56. maddesine aykırı olduğu sonucuna ulaşılması gerektiği
değerlendirilmektedir.
KARŞI OY
1. 4/6/1985 tarihli ve
3213 sayılı Maden Kanunu’nun 4/2/2015 tarihli ve 6592 sayılı Kanun’un 12.
maddesiyle değiştirilen 17. maddesine 28/11/2017 tarihli ve 7061 sayılı
Kanun’un 48. maddesiyle eklenen dokuzuncu fıkranın”…karot, kırıntı ve numune
alma ile bunlara yönelik sathi hazırlık işlemleri içeren faaliyetler…”
bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına iptal talebinin reddine sayın çoğunluk
tarafından karar verilmiştir. Aşağıda belirttiğim gerekçelerle sayın çoğunluğun
görüşüne katılmadım.
2. Sayın çoğunluk tarafından
kural Anayasa’nın 56. Maddesi bağlamında devletin pozitif yükümlülükleri
kapsamında incelenmiş iptal talebinin reddine karar verilmiştir.
3. Kuralın çevre
hukuku ve ilkeleri bağlamında ayrıntılı olarak ele alınması gerekmektedir.
4. İnsan yeryüzünde var
olmaya başladıktan sonra temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmıştır. Bu
ihtiyaçları karşılarken tabiattan ve çevreden faydalanmıştır. Akıllı bir varlık
olan insan, hayatını sürdürebilmek için sosyal, ekonomik, bilimsel düzenler
kurmaya ve geliştirmeye çalışmıştır. Çağ ve çağın ihtiyaçlarına göre
medeniyetler kurmuştur. Bu medeniyetleri kurarken akıl, bilim, insaf, hikmet,
felsefe, ahlak gibi ölçüler çerçevesinde hareket ettiği sürece insana, dokunan
sağlıklı ve mutlu bireyler ve toplumlar inşa etmiştir. Bu ölçüleri belirlemede
de değişik disiplinler geliştirmiştir. Hukuk bilimi bu disiplinlerden biridir.
Hukukun ifa ettiği görev açısından değişik tanımlamalar söylenebilir. Konumuz
bağlamında hukukun; ekolojik, ekonomik ve sosyal kalkınma arasında dengenin
sağlanmasında temel olarak ‘hakem rolü’nün olduğu belirtilmelidir. Hukuk, hakem
rolünü icra ederken mevzuatsal düzenlemeler, Anayasa, Yasa, Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleri, Yönetmelik gibi düzenlemelerde düzenleme içeriği ve kalitesi
bağlamında gösterdiği gibi kuralın işlevselliği bağlamında da gösterilmelidir.
Düzenlenen kuralların hakemlik rolünü tam ve doğru icra edebilmesi için, kuralı
uygulayan yürütme erkini ve uygulamayı denetleyen mahkeme kararlarının ve
içtihatlarının da gördüğü fonksiyonu söylemek gerekmektedir. Başta Anayasa
Mahkemesi olmak üzere Yargıtay, Danıştay, Adli ve İdari Yargı Mahkemeleri
verdikleri kararlar geliştirdikleri içtihatlarla sosyal, ekonomik ve ekolojik
dengenin kurulmasında hakemlik rolünü iyi bir etkili bir şekilde yaparak
sağlamalıdırlar.
5. Sanayileşme süreci
ile beraber hızlı nüfus artışı ve kentleşme insanın çevre ile olan ilişkisini
farklı bir evreye dönüştürmüştür. Sanayi devriminin çevre üzerinde yarattığı
etkiler büyük felaketler doğurmaya başlayınca çevrenin korunması için farklı
alanlarda gerekli tedbirlerin alınması için yöntemler geliştirilmeye
çalışmıştır. Çevre hukuku bu sorunların ve tartışmaların etkisi ile
gelişmiştir. Öncelikle uluslararası metinlerde çevrenin korunması için
düzenlenen sözleşmeler akdedilmiştir. Paralelinde de çevrenin korunmasını
amaçlayan çok sayıda ulusal, bölgesel ve uluslararası metinler kabul
edilmiştir. İlk önceleri özel hukuk, ceza hukuku ve idare hukukunun içerisinde
yer alan düzenlemeler zamanla kendine has ilkeleri olan farklı bir yaklaşım
ortaya koyan bir hukuk dalına dönüşmüştür. “ Çevre hukukunun temel ilkeleri,
çevre hukukuna temel oluşturan bu hukuk dalının bağımsız bir alan olarak
gelişmesinde ve kendine özgü bir karakter kazanmasında belirleyici olan
ilkelerdir. Önleme ilkesi, ihtiyat ilkesi, kirleten öder ilkesi, sürdürülebilir
kalkınma ilkesi, katılım ilkesi, entegrasyon ilkesi ve işbirliği ilkesi bu
bağlamda karşımıza çıkan ilkelerdir. Çevre hukukunun temel ilkeleri; başta
ekoloji olmak üzere çevre ile ilgili farklı bilim dallarının sunduğu veriler
ışığında oluşturulmuştur. Bu bakımdan ilkeler, modern bir çevre politikasının
taşıyıcı sütunları olarak çevrenin etkin korunmasına ilişkin genel bir çerçeve
ortaya koymaktadır. Bu ilkelerin ayrıca bir bütünlük ilişkisi içinde yer
almakta olup birbirini tamamladığı gözden kaçırılmamalıdır.” (Prof. Dr. Ahmet
M. Güneş Ulusal ve Uluslararası Çevre Hukukunun Temel İlkeleri)
6. İptale konu söz
konusu düzenleme ile çevresel etki değerlendirme kararının alınmasının
aranmayacağı düzenlenmiştir. Yukarıda belirtilen çevre hukukunun genel ilkeleri
bağlamında kural, Anayasal bağlamında irdelenecektir.
7. Anayasa
Mahkemesi’nin 2020/10 E. 2020/67 K. Ve 2019/21 E. 2020/51 K. Sayılı yukarıda
paragrafları verilen kararlarında çevre hakkı ile ilgili olarak bakışını ortaya
koymuştur.
8. Vatandaşın korunan
çevre şartlarında beden ve ruh sağlığı içinde yaşamını sürdürmesinin,
sağlanmasının devletin görevi olduğu açıktır. Çevreyi koruyucu mevzuat kadar
kamu otoritelerinin denetimi, çevreyi koruyucu fiili tedbir ve yaptırımların gerekliliği
bir zorunluluktur. Bu kapsamda devlet bir yandan çevrenin kirlenmesini önlemeli
diğer yandan çevrenin korunması geliştirmesi için gerekli tedbirleri almalıdır.
Bu kapsamdaki pozitif yükümlülükleri yerine getirmelidir.
9. Çevre hakkı
Anayasa’nın 56. Maddesinde pozitif statü hakkı olarak düzenlenmiştir. Çevre
hakkının öznesi gerçek ve tüzel kişilerin tamamıdır. Anayasa Mahkemesi 3/7/2014
tarihli 2013/89 E. 2014/116 K. Sayılı kararında “gerek yaşam hakkıyla gerekse
sağlık hakkıyla olan yakın ilişkisi, bugünkü nesil kadar hatta daha çok gelecek
nesilleri ilgilendirmesi çevre hakkını günümüzde daha çok önemli hale
getirmelidir.” Şeklinde vurgulamıştır.
10. Anayasanın 56.
Maddesine göre devlet çevreyi kirletmemekle ve kirletilmemesinin önlenmesi ile
yükümlüdür. Ayrıca çevresel zararların büyümesinin engellenmesi ve giderilmesi
şeklinde onarıcı bir yükümlülüğü de bulunmaktadır.
11. Yeni gelişen bir
hukuk dalı olarak çevre hukukunun ilkeleri Anayasa’nın 56. maddesinde 43., 44.,
63., 168. ve 169. maddelerinde kültür varlıklarını korumak, toprak mülkiyeti,
kıyılar, orman ve doğal kaynakları korumak bağlamında genel ve soyut
düzenlemeler yapılmıştır. Çevre hukukunun uluslararası metinler ve bilimsel
çerçevede ortaya konulan önleme ilkesi, işbirliği ilkesi, sürdürülebilir
kalkınma ilkesi, katılım ilkesi, kirleten öder ilkesi daha çok çevre kanununa
zaman içerisindeki değişiklikleriyle beraber ilgili mevzuatlara yansıtılmıştır.
Anayasa Mahkemesi içtihadını geliştirirken; Anayasadaki çevrenin korunmasına
ilişkin esas düzenlemeleri baz alarak Anayasa’nın 2. maddesi çerçevesinde çevre
hukukuna hakim olan ilkeleri göz önüne alarak geliştirmelidir.
12. Önleme ilkesi,
koruyucu hekimlik gibi çevre hukukunda tedavi edici yöntemlerden önce, çevresel
sorunlar çıkmadan harekete geçerek çevresel sorunları gidermeye yönelik
yöntemleri geliştirmeyi amaçlar. “İzne tabii kılma, planlama, yasaklama,
çevresel etki değerlendirmesi ve bildirim yükümlülükleri” (Prof. Dr. Ahmet M.
Güneş Ulusal ve Uluslararası Çevre Hukukunun Temel İlkeleri) gibi mevzuatsal
düzenlemeler bu araçların önemli fonksiyonlarıdır. ÇED Raporu bu ilkenin
uygulanmasındaki en önemli araçtır. İhtiyat ilkesi de bilimsel bir kanıt
olmadan bir faaliyetin çevre açısından zararlı sonuçlar doğuracağı şüphesi
halinde önleyici tedbirlerin alınmasını öngören bir ilkedir. Önleme ilkesi ile
beraber bu ilkenin uygulanması ÇED raporu ile sağlanabilecektir.
13. İptale konu kural
bağlamında çevre hukukunun ana ilkelerinden olan sürdürülebilir kalkınma
ilkesinin de dikkate alınması gerekir. Sürdürülebilir kalkınma ilkesi büyüme
ile doğal kaynakların korunması arasında bir denge kurulmasını ifade
etmektedir. “Sürdürülebilir kalkınma ilkesi bu bakımından doğal varlıkların
taşıma kapasitesini kendilerini yenileyebilme olanağını dikkate alan bir
ekonomik büyüme modelini hedeflemektedir. Sürdürülebilir Kalkınma ilkesi,
ekolojik, ekonomik ve sosyal gelişmenin ayrılmaz bir şekilde bir bütün
oluşturduğundan hareket etmektedir. Dolayısıyla ekolojik, ekonomik ve sosyal
kalkınma arasında bir dengenin kurulması gerekir.” (Prof. Dr. Ahmet M. Güneş
Ulusal ve Uluslararası Çevre Hukukunun Temel İlkeleri) mevzuatımızda ÇED süreci
sürdürülebilir kalkınma ilkesinin uygulanmasına yönelik en önemli araçtır.
14. Katılım ilkesi
çevrenin korunmasında bireylerin katkı sunmasına süreçleri takip etmesine katkı
sağlayan bir ilkedir. ÇED raporu alınma süreci katılım ilkesinde sağlamaya
yönelik elverişli araçlardan biridir.
15. Çevre hukukunun
ilkelerinden biri de bütünsel bir yaklaşımın ortaya konmasıdır. Bu ilke
entegrasyon ilkesi olarak ifade edilmiştir. “… bu yöntem hava, su ve toprak
gibi çevresel unsurlarda ortaya çıkan etkilerin aynı hukuki düzenlemelerde
birlikte ele alınmasını öngörmektedir.” (Prof. Dr. Ahmet M. Güneş Ulusal ve
Uluslararası Çevre Hukukunun Temel İlkeleri) mevzuatımızda ÇED süreci
entegrasyon ilkesinin uygulanmasına yönelik en önemli araçlardan biridir.
16. Özetlenmeye
çalışıldığı gibi çevresel etki değerlendirilme raporu alınması işlemi çevrenin
korunmasında ortaya konulan ilkelerin uygulamaya geçirilmesinde en önemli
araçtır. Kural ile “karot, kırıntı, ve numune alma ile bunlara yönelik sathi
hazırlık işlemleri içeren faaliyetler” için ÇED raporu alınması sürecini
engellemektedir.
17. Gerekçeli kararda
sayın çoğunlukça kuralın Anayasa’ya uygunluk noktasında çerçevesi çizilen
Anayasa Mahkemesi’nin önceki içtihatlarında ortaya konulan ilkeler çerçevesinde
kural ile yapılan faaliyetlerin biyolojik çeşitlilik üzerinde doğada ve doğada
değişiklikler meydana getirip getirmeyeceği bu değişikliklerin ne gibi bir
etkiler doğuracağı ve aynı zamanda dönemsel etkileri ve uzun vadeli etkilerinin
neler olacağı konusunda kuralın bir güvence taşıyıp taşımadığı ortaya
konulmamıştır. Kuralın Anayasa’ya uygunluk denetiminde bu durumun ortaya
konulması gereklidir.
18. Dava konusu kural
karot, kırıntı ve numune alma faaliyetleri ve bunlara yönelik sathi hazırlık
işlemlerinin nasıl yerine getirileceği konusunda bir sınır çizmemektedir. Bu
bağlamda yapılan işlemler çevreye kalıcı olumsuz bir etkileri olsun ya da
olmasın hangi surette hangi tekniklerle ve hangi araçlarla yapılırsa yapılsın
ÇED sürecinin dışında kalacaktır. ÇED sürecini devre dışı bırakan dava konusu kural
çevre üzerindeki ortaya çıkabilecek muhtemel olumsuz etkileri önlemeye yönelik
başka bir usulde getirmemektedir. Kuralın bu haliyle çevre hukukunun Önleme
ilkesi, ihtiyat ilkesi, sürdürülebilir kalkınma ilkesi, katılım ilkesi,
işbirliği ve entegrasyon ilkesinde belirtilen güvenceleri taşımamaktadır.
Anayasa’nın 56. maddesine aykırıdır. iptali gerekmektedir.
KARŞI
OY GEREKÇESİ
1. Mahkememiz
çoğunluğu, 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 17. maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki “…karot,
kırıntı ve numune alma…” bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına karar
vermiştir. Ancak, bu kural kapsamında yer alan karot, kırıntı ve numune alma
faaliyetlerinin çevre üzerindeki olası etkilerinin göz ardı edilmesi nedeniyle
çoğunluk kararına katılma imkânı olmamıştır.
2. İtiraz
konusu kural uyarınca maden arama faaliyetlerinden olan sondaj vasıtasıyla elde
edilen karot, kırıntı ve numune alma faaliyetleri 2871 sayılı Kanun’da
düzenlenen ÇED sürecinden muaf tutulmaktadır.
3. Anayasa’nın 56. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes,
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmek
suretiyle sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı güvenceye bağlanmıştır.
Anılan maddenin ikinci fıkrasında, çevreyi geliştirmenin, çevre sağlığını
korumanın ve çevre kirlenmesini önlemenin Devletin ve vatandaşların ödevi
olduğu belirtilmiştir. Anayasa’nın 56. maddesinin gerekçesinde de vurgulandığı
üzere, anılan maddeyle Devlete, vatandaşın korunmuş çevre şartlarında, beden ve
ruh sağlığı içinde yaşamını sürdürmesini sağlamanın yanında hem kirlenmenin
önlenmesi hem de doğal çevrenin korunması ve geliştirilmesi için gereken
tedbirleri alma ödevi yüklenmiştir. (AYM, E.2013/89, K.2014/116, 03/07/2014)
4. 5491 sayılı “Çevre Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un 7. maddesi ile değiştirilen 2872 sayılı Kanunun 10. maddesinin üçüncü
fıkrasında; petrol, jeotermal kaynaklar ve maden arama faaliyetlerinin, Çevresel
Etki Değerlendirmesi kapsamı dışında olmasına yönelik maddenin iptali istemiyle
açılan davada, Anayasa Mahkemesinin 15/01/2009 tarih ve E:2006/99, K:2009/9
sayılı kararıyla; “günümüzde çevrenin kirlendikten veya bozulduktan sonra
eski hale getirilmesinin çok külfetli olması, hatta kimi durumlarda olanaksız
bulunması nedeniyle, kirlenen çevreyi temizleme veya bozulan çevreyi onarma
yerine, olumsuz etkileri baştan önlemenin yöntemleri arandığı, ÇED'in, kalkınma
ve ekonomik gelişme için yapılacak yatırım ve faaliyetlerin, doğayı tahrip
etmeden ve çevreyi kirletmeden gerçekleştirilmesinde kullanılan yöntemlerden
birisi olduğu, ÇED ile korunmaya çalışılan temel unsurun, çevre ve bu çevre
içerisindeki varlıklar olduğu, ÇED kapsamı dışında tutulan arama faaliyetlerinin,
biyolojik çeşitlilik üzerinde ya da doğada değişiklikler meydana
getirebileceği, bu değişikliklerin uzun dönemli etkilerinin olabileceği, bu
nedenle çevre için riskler taşıdığının açık olduğu, bu açıdan kural
kapsamındaki arama faaliyetinde, mevcut risklerin ortadan kaldırılabilmesi ve
önlenebilmesi için ÇED’in öngörülmesinin, Anayasanın 56. maddesinde Devlete
verilen çevrenin korunması yükümlülüğünün bir gereği olduğu, kuralla, petrol,
jeotermal kaynaklar ve maden arama faaliyetlerinin çevresel etki
değerlendirilmesi kapsamı dışında tutulmasının Anayasanın 56. maddesine aykırı
olduğu” gerekçesiyle anılan maddenin iptaline karar verilmiştir.
5. Anayasa'nın 56. maddesi, herkesin sağlıklı bir çevrede
yaşama hakkına sahip olduğunu ve çevrenin korunmasının sadece bugünkü nesiller
için değil, gelecek nesiller için de bir sorumluluk olduğunu vurgular. Bu
yükümlülük, devletin temel görevlerinden biridir. ÇED (Çevresel Etki
Değerlendirmesi), kalkınma projelerinin çevresel etkilerini önceden
değerlendirerek bu hakkı korumaya yönelik bir mekanizmadır. Çoğunluk kararında,
ÇED sürecinin bazı maden arama faaliyetlerinden muaf tutulması, çevre koruma
sorumluluğunun yeterince dikkate alınmama sonucunu doğuracaktır. Oysa ÇED
süreci çevre sağlığını ve biyolojik çeşitliliği korumaya yönelik önemli bir
önleyici araçtır. Bu nedenle, herhangi bir maden arama faaliyetinin ÇED
sürecinden muaf tutulması, Anayasa'nın çevreyi koruma yükümlülüğüne aykırıdır.
6. Karot, kırıntı ve numune alma faaliyetlerinin doğada
kalıcı değişikliklere yol açabileceği, özellikle biyolojik çeşitlilik üzerinde
olumsuz etkiler yaratabileceği göz ardı edilmemelidir. Danıştay Altıncı
Dairesinin E.2022/7428 sayılı kararında da belirtildiği gibi, bu faaliyetler
sondaj derinliklerine kadar etkili olup yeraltı yapılarında, su kaynaklarında
ve ekosistemlerde uzun vadeli olumsuz etkiler yaratabilir.
7. Dava konusu düzenleme, karot, kırıntı ve numune alma
faaliyetlerini ÇED sürecinden muaf tutarken, bu faaliyetlerin nasıl
gerçekleştirileceğine dair herhangi bir sınır veya düzenleme getirmemektedir.
Örneğin, karot sondajı binlerce metre derinliğe kadar yapılabilir ve her
teknikle uygulanabilir. Bu durum, çevre üzerinde kalıcı etkiler yaratabilecek
bu tür faaliyetlerin denetlenmesi için herhangi bir mekanizma olmadığı anlamına
gelir. ÇED sürecinden muaf tutulan bu faaliyetlerin, çevresel etki
değerlendirilmesi olmadan yapılması, potansiyel zararları engellemek için
gerekli önlemlerin alınmamasına yol açar.
8. Çoğunluk kararında, hızlı kalkınma amacının çevre
sağlığını koruma hedefiyle dengelenmesi gerektiği göz ardı edilmiştir. Kalkınma
hızlandırılmak istense de çevresel etkilerin yok sayılması, sürdürülebilir
kalkınma hedeflerine zarar verebilir. Çevreye zarar vermeden kalkınmanın
sağlanabilmesi için, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) gibi mekanizmaların
etkin bir şekilde işlemesi gerekmektedir. ÇED sürecinin bazı faaliyetlerden
muaf tutulması, çevreye geri dönüşü olmayan zararlar verebilir ve bu durum kamu
yararına aykırıdır. Çevrenin kirlendikten sonra eski haline getirilmesi zor
olduğundan, kalkınma ve ekonomik gelişme yatırımlarının doğayı tahrip etmeden
gerçekleştirilmesi önemlidir. Bu noktada, ÇED, karar alıcıları doğru seçenekler
üretmeye ve çevresel etkileri en aza indirmeye yönlendirir. ÇED uygulamasının kapsam
dışı bırakılması ise, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına müdahale
anlamına gelir.
9. Bir Kızılderili atasözünde belirtildiği gibi, yeryüzü
atalarımızdan miras kalmış değildir; onu çocuklarımızdan ödünç alıyoruz.
Bugünkü ve gelecek kuşakların sağlıklı bir çevrede yaşamasını güvence altına
almak, sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak devletin görevlerindendir. Ancak kamu
yatırımlarının çevreye zarar vermeden yapılması gereklidir.
10. Bakanlık yetkililerinin sözlü açıklamasında, kuralda
belirtilen faaliyetler için ÇED raporu alınması durumunda rezerv tespit
çalışmalarının yaklaşık 6 ay uzayacağı belirtilmiştir. Ancak, milyarlarca yılda
oluşan çevrenin tahribi söz konusu olduğunda, bu süre son derece makul bir
süredir.
11. Danıştay kararında (Danıştay Altıncı Dairesinin 16/2/2023
Tarihli ve E.2022/7428 sayılı kararı) sondaj ile yapılan karot, kırıntı veya
numune alma işlemi için uygulamada 4000 metre derinlikten daha fazlasına kadar
gidilebilen sondajlar olduğu belirtilmektedir.
12. Maden Mühendisleri Odası yetkilileri tarafından yapılan
sözlü açıklamada; Cevher yatağı ve sahanın genel jeolojik yapısı hakkında
bilgilerin sondaj yapılmadan elde edilmesinin mümkün olmadığı, karotlu sondaj
makinesiyle açılanan kuyunun derinliğinin maksimum 2000 metre olduğu ve kuyu
derinliklerinin ortalama 50-1000 m. arasında değiştiği, karotlu sondajın
çevresel etkileri diğer sondajlara kıyasla son derece düşük olduğu, orman, mera
ve tarım alanlarında sondaj yapılabilmesi özel izne bağlı olduğu, 1.000 metreye
kadar olan sondajlarda herhangi bir betonlama yapılmadığı belirtilmiştir.
13. Her ne kadar karotlu sondajın çevresel etkileri diğer
sondajlara kıyasla son derece düşük olduğu ifade edilmiş ise de bu açıklama
bizi çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin ne kadar olduğu, “diğer sondajlara
kıyasla son derece düşük olduğu” ifadesinden ne anlaşılması gerektiği
belirsizdir. Ayrıca karotlu sondajların maksimum 2000 metre olacağı ifade
edilmiş ve 1000 metreye kadar olan sondajlarda beton kullanılmadığı beyan
edilmiştir. Buradan çıkan sonuç bin metrenin üzerindeki karot sondajlarında
beton kullanılmaktadır. Kaldı ki Danıştay Altıncı Dairesinin E.2022/7428 sayılı
kararında karot sondajlarının 4000 metre derinlikten daha fazlasına kadar
gidilebilen sondajlar olduğu belirtilmiştir. Bu veriler dahi ÇED raporu
alınmaması halinde söz konusu faaliyetlerin çevre üzerinde olumsuz etkilerinin
olacağını işaret etmektedir.
14. Çevre Mühendisleri Odası ve Jeoloji Mühendisleri Odası
yetkilileri tarafından yapılan sözlü açıklamada; maden arama yapılacak alanın niteliği
ile arama süreçlerinde açılacak sondajların sayısı, sıklığı, derinliği ile
yarma veya galeri açılıp açılmayacağının belirli olmadığı ve ÇED raporu
alınmamasının çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin olacağı belirtilmiştir.
15. Karot işlemi, sondaj içeren bir yöntem olduğundan doğada
değişikliklere yol açabilir ve biyolojik çeşitlilik üzerinde uzun dönemli
olumsuz etkiler yaratabilir. Bu tür faaliyetlerin çevreye risk taşıdığı
açıktır. Ancak, bu faaliyetlere ilişkin ÇED kararının aranmayacağına dair kural,
sağlıklı bir çevrede yaşama hakkıyla bağdaşmamaktadır. ÇED sürecinden muaf
tutulan bu faaliyetler, çevre kirliliği ve tahribatını önlemek için gerekli
tedbirlerin alınmasını engeller ve dolayısıyla sağlıklı bir çevrede yaşama
hakkına müdahale teşkil eder.
16. Anayasamızın 56. madde ile koruma altına aldığı çevre
yapay bir çevre değil, doğal bir çevredir. Yapay çevre, insanların
müdahalesiyle şekillendirilebilirken, doğal çevre -ormanlar, dağlar, akarsular,
vadiler ve ovalar- dünya tarihinde doğal süreçlerle oluşmuştur. Bir ağacın
büyümesi yıllar, bitki örtüsünün gelişmesi on yıllar, bir iklimin şekillenmesi
ise yüzyıllar alır. Öyle ki bir ağaç bitki örtüsünü, bitki örtüsü ise iklimi
değiştirebilir.
17. 3213 sayılı Kanun’un madencilik faaliyeti yapılan
alanların, izne tabi alan olmaları halinde, ilgili olduğu kanun hükümlerine
göre gerekli izinlerin alınmasının zorunlu olduğu ve özel kanunlarla korunan
alanlarda yapılan arama faaliyetleri neticesinde ruhsat sahibine arama yaptığı
sahayı çevre ile uyumlu hale getirme yükümlülüğü getirilmiş, diğer yandan 6831
sayılı Orman Kanunu’nun 16. maddesinin dördüncü fıkrasında madencilik faaliyeti
sonrası doğal yapısı bozulmuş orman alanlarının rehabilite edilmesi, 4342
sayılı Mera Kanunu’nun 14. maddesinde maden ruhsat süresinin sona ermesinden
sonra ruhsat konusu alanların eski vasfına getirme yükümlülüğü getirilmiştir.
Ancak karot, kırıntı ve numune alma faaliyetlerinin yapıldığı yerlerde
oluşabilecek tahribatın ne boyutta olacağının, rehabilite edilip
edilemeyeceğinin, eski vasfına getirmenin mümkün olup olmayacağının tespiti,
söz konusu faaliyetlerden önce ÇED raporunun alınması ile mümkün olabilecektir.
18. Sonuç olarak, bu düzenleme, karot, kırıntı ve numune alma
faaliyetlerinin ve bu faaliyetlere yönelik hazırlık işlemlerinin nasıl
gerçekleştirileceğine dair herhangi bir sınırlama getirmemektedir. Bu
faaliyetler, binlerce metre derinliğe inen sondajlar dahil olmak üzere,
istenilen herhangi bir teknikle ve sınırsız bir şekilde yapılabilir. Çevreye
kalıcı olumsuz etkiler yaratıp yaratmadığına bakılmaksızın, hangi yöntemle ve
hangi koşullarda yapılırsa yapılsın, kuralın muhtevasındaki faaliyetler ÇED
sürecinin dışında tutulmaktadır. Ayrıca, bu düzenleme çevresel etkileri
engellemek için başka bir önlem de öngörmemektedir. Bu durum, Anayasa'nın 56.
maddesi ile güvence altına alınan sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı ve çevreyi
koruma yükümlülüğüne aykırıdır. Bu nedenle, düzenlemenin Anayasa'ya aykırı
olduğu kanaati ile çoğunluk kararına iştirak edilmemiştir.