“TBK. m. 347 düzenlemesine bakıldığında düzenlemeyle konut ve çatılı işyeri kira sözleşmelerinin bildirim yoluyla sona erdirilmesinin düzenlendiği görülmektedir. Belirsiz süreli kira sözleşmelerinin bildirim yoluyla sona erdirilmesinin m. 347/2’de, belirli süreli kira sözleşmelerinin bildirim yoluyla sona erdirilmesi hususu ise m. 347/1’de düzenlenmiştir.
T.C. Anayasa’sı m. 5 düzenlemesi ile devlet, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamakla yükümlü kılınmıştır. Anayasa m. 48/1 düzenlemesiyle de herkesin “sözleşme hürriyeti”ne sahip olduğu öngörülmüştür. Anayasa m. 48/2 düzenlemesiyle de devlete, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alma görevi verilmiştir. Bu nedenle kanun koyucu tarafından sosyal amaçlar gözetilerek güçsüz kesimler lehine pozitif ayrımcılık öngören hükümlerin getirilmesi suretiyle sözleşme hürriyetinin kısıtlanması mümkündür. Pozitif ayrımcılık, tarafların sahip olduğu maddi imkan ve kabiliyet eşit olmadığı için, zayıf tarafın, karşı tarafla eşit bir şekilde mücadele ederek kendini korumak amacıyla kendi hukukunu oluşturma hak ve imkanına sahip olmayan (kadın, çocuk, işçi ve kiracı gibi) güçsüz kesimleri korumak amacıyla geliştirilmiştir. Böylece sosyal ihtiyaçların karşılanarak, eşitlik sağlanmaya, kamu düzeni korunmaya, hakkın suiistimali önlenmeye ve en nihayetinde adalet sağlanmaya çalışılmaktadır. (bkz. Prof. Dr. Adnan Güriz (2009) Hukuk Başlangıcı, Ankara:Siyasal Kitapevi, 12. baskı s.20-25) Ancak pozitif ayrımcılık öngören düzenlemelerin Anayasada öngörülmüş olan haklara ölçüsüz bir şekilde müdahaleye niteliğinde olmaması gerekmektedir.
Aslında Anayasa m. 48 düzenlemesiyle güvence altına alınmış olan “sözleşme hürriyeti” Türk Borçlar Kanununa bakımından da temel ilkelerdedir. Bu hak, yasaklayıcı bir hüküm olmadığı sürece, kişinin akit yapma, yapmama, akdin içeriğini belirleme ve yaptığı akdi sona erdirme hakkını kapsayan bir haktır. (Prof. DR. Hatemi/Gökyayla (2011) Borçlar Hukuk Genel Bölüm, İstanbul:Vedat Kitapçılık, s. 26) Bu amaçla TBK’da sözleşmelerin kurulmasına, içeriğine, ifa edilmesine ve sona ermesine yönelik bir çok hükme yer verilmiştir. Bu hükümlerin bir kısmı nitelik olarak emredici olduğu halde bir kısmı düzenleyicidir. Emredici hükümler sözleşmenin zayıf tarafını korumayı amaçlayan hükümlerdir. (Prof Dr. Fikret Eren (2014) Borçlar Hukuku Özel hükümler, Ankara: Yetkin yayınları, s.6-10) Ancak emredici hükümlerin de normlara hiyerarşisi kapsamında anayasal düzenlemelere uygun olması gerekmektedir.
Genel olarak kiracı, kiraya verene göre daha güçsüzdür. Bu nedenle TBK’nun kira akdine ilişkin bazı düzenlemeleriyle kiracının korunması amaçlanmaktadır. TBK tasarısı m.347 Adalet Komisyonunda görüşülürken kiracının zayıf konumu Adalet Komisyonu Raporunda; “Kiracıların yasayla korunması, sosyal devlet ilkesinin zorunlu bir gereğidir. Bu gereklilik, kiracıların malike nazaran zayıf konumda olmaları gerçekliğine dayalıdır. Ne var ki kira sözleşmesi, zayıf konumda olmayan kiracıların da kurabilecekleri ve kimi zaman ticari alanla ilgili akitlerdir. Esnaf olmayanların (gerçek kişi tacirlerin) ve tüzelkişi tacirlerin kurduğu işyeri kiralarında durum böyledir. Ayrıca şirketlerin, kamu dâhil diğer tüzel kişilerin kendi özel hukukları dışında genel hükümlerle korunma ihtiyaçları yoktur. Önerge, belirtilen somut ihtiyacı, gerçekliğe uygun şekilde düzenleme amacı taşımaktadır.” şeklinde dile getirilmiştir. Bu ifadeden kanun koyucunun kira ilişkisinde kiracıyı, kural olarak kiraya verene karşı zayıf kabul ettiği ve bu nedenle kiracıyı korumak istediği açıktır. Ancak bundan kiracının her zaman zayıf olduğu sonucu çıkarılamaz. Bu bakış açısıyla m.347 düzenlemesine bakıldığında emredici bir şekilde kiracının belli bir süre için koruma altına alındığı görülmektedir.
TBK. m. 347/2 düzenlemesiyle belirsiz süreli kira sözleşmelerinde, kiracının her zaman, kiraya verenin ise kiranın başlangıcından on yıl geçtikten sonra, genel hükümlere göre fesih bildiriminde bulunmak suretiyle kira sözleşmesini sona erdirebileceği öngörülmüştür. Bu durumda belirsiz süreli kira sözleşmelerinde kiraya veren, başlangıç tarihi üzerinden 10 yıllık süre geçtikten sonra 11. yıl içinde genel hükümlere göre fesih bildiriminde bulunmak suretiyle kira sözleşmesini sona erdirme hakkına sahip olmaktadır.
TBK m. 347/1 düzenlemesiyle belirli süreli kira sözleşmelerinde ise kiracının, belirli süreli sözleşmelerin süresinin bitiminden en az on beş gün önce bildirimde bulunmak suretiyle kira sözleşmesini ona erdirebileceği aksi halde sözleşmenin aynı koşullarla bir yıl için uzatılmış sayılacağı öngörülmüştür. Kiraya verenin ise sözleşme süresinin bitimine dayanarak sözleşmeyi sona erdiremeyeceği ve ancak on yıllık uzama süresi sonunda kiraya verenin, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son erdirebileceği öngörülmüştür. Bu durumda belirli süreli kira sözleşmelerinde kiraya veren, belirli süre ve 10 yıllık uzama süresi dolduktan sonra genel hükümlere göre fesih bildiriminde bulunmak suretiyle kira sözleşmesini sona erdirme hakkına sahip olmaktadır.
TBK m. 347 hükmü bir bütün olarak ele alındığında belirsiz süreli kira sözleşmelerinde, kiracının, en fazla 10 yıl süre ile koruma altına alındığı, belirli süreli kira sözleşmelerinde ise kiracının, belirli süre + 10 yıl süre ile koruma altına alınmış olduğu görülmektedir. Başka bir deyişle belirsiz süreli kira sözleşmelerinde, kiralayanın fesih bildirimi yolu ile kira sözleşmesini sona erdirme hakkı 10 yıl süre ile askıya alındığı halde, belirli süreli kira sözleşmelerinde, kiralayanın fesih bildirimi yolu ile kira sözleşmesini sona erdirme hakkının belirli süre + 10 yıl uzama süresi olmak üzere daha uzun bir süre için askıya alınmış olunmaktadır. Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde kiralayan, 10 yılı takip eden yıl içinde kira sözleşmesini devam eden dönem için yenilenmeyeceğini bildirmek suretiyle kira sözleşmesini sona erdirme hakkına sahip olduğu halde; belirli süreli kira sözleşmelerinde belirli süre ve 10 yıllık uzama süresini takip eden yıl içinde bu hakka sahip olmaktadır. Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde, kiraya veren 10 yıl dolduktan sonra, 11. Yıl içinde, fesih bildiriminde bulunmak suretiyle, kira akdini sona erdirme hakkına sahip olduğu halde, belirli süreli kira sözleşmelerinde, belirlenmiş sürenin 3 yıl olduğunu var saydığımızda, kiraya veren, kira sözleşmesini 3+10=13. yılı takip eden 14. yılda, belirlenmiş sürenin 10 yıl olduğunu var saydığımızda, kiraya veren, kira sözleşmesini 10+10=20. yılı takip eden 21. yılda, belirlenmiş sürenin 15 yıl olduğunu var saydığımızda, kiraya veren, kira sözleşmesini 15+10=25. yılı takip eden 26. yılda bu hakka sahip olmaktadır.
Dolayısıyla kiracı, belirli süreli kira sözleşmelerinde, belirsiz süreli kira sözleşmelerine göre daha uzun bir süre koruma altına alınmış olunmaktadır. Oysa belirsiz süreli kira sözleşmelerinde kiracı daha zayıftır. Zayıf olduğu için de kira sözleşmesinde süreye ilişkin bir şart koyabilmiş değildir. Buna karşılık belirli süreli kira sözleşmelerinde kiracı süre şartını sözleşmeye ekletecek kadar güçlüdür. En azından belirsiz süreli kira sözleşmelerine göre kira sözleşmesine süre şartını ekletecek kadar daha güçlüdür. Dolayısıyla belirli süreli kira sözleşmelerinde kiracının süre yönünden kendi hukukunu yaratacak kadar güçlü olduğu söylenebilir. Bu nedenle belirli süreli kira sözleşmelerinde kiracı, belirsiz süreli kira sözleşmesinde olduğu gibi süre yönünden bütünüyle korumasız değildir. Aksine belirli süreli kira sözleşmelerinde öngörülmüş olan süre kadar güçlüdür. Kanun koyucunun kiracıya sağlayacağı pozitif destek ve koruma kiracının zayıflığıyla doğru orantılı olduğuna göre, kanun koyucunun belirli süreli kira sözleşmelerinde kiracıya sağlayacağı korumanın daha fazla olması gerekir. Bu nedenle belirli süreli kira sözleşmelerinde kiracıya sağlanacak desteğin de en fazla belirsiz süreli kira sözleşmelerinde kiracıya sağlanan destek kadar olması gerekir. Aksi halde güçlü kiracı, zayıf kiracıya göre daha fazla korunmuş olur ki bu durum desteğin zayıflıkla doğru orantılı olması ilkesine aykırı olacağı gibi kiracılar arasında eşitsizlik yaratılması anlamına da gelecektir. Bu nedenle belirsiz süreli kira sözleşmelerinde kiraya verenin sözleşmeyi fesih ihbarla sona erdirme hakkı 10 yıl süreyle askıya alındığına göre doğal olarak belirli süreli sözleşmelerinde de kiraya verinin sözleşmeyi fesih ihbarla sona erdirme hakkının (kiraya verenin kendi rızasıyla daha uzun süreli bir sözleşme yapma hakkı saklı kalmak kaydıyla) en fazla 10 yıl süreyle askıya alınabilmesi gerekir. Ki bu süre 10 yıldır. Ancak 10 yıllık sürenin bir kısmı kiracının kendisi tarafından sözleşmeye hüküm konmak suretiyle sağlanabildiğine göre kanun koyucuya düşen görev bu süreyi on yıla tamamlamaktır. Eğer kiracı zaten 10 yıl süreli bir sözleşme yapabilmiş ise bu durumda kiracının kanun koyucunun himayesine ihtiyacı olmayacaktır. Bu mantık gereği kanun koyucunun belirli süreli kira sözleşmelerinde süre yönünden emredici hükümler vazederek kiracıyı koruyabileceği maksimum süre belirsiz süreli kira sözleşmesi için öngörülen süre kadar olmak zorundadır sonucu çıkmaktadır. Bu anlayış doğrultusunda olması gereken hukuk bakımından belirli süreli kira sözleşmelerinde kiracıya sağlanması gereken koruma süresinin (Belirli süre + x =10 yıl) şeklindeki formüle edilmesi gerekmektedir. Böyle olması gerektiği halde, emredici nitelikteki m. 347/2 düzenlemesiyle belirsiz süreli kira sözleşmelerinde kiraya verinin fesih bildiriminde bulunmak suretiyle kira sözleşmesini sona erdirme hakkı 10 yıl askıya alınmış olduğu halde, belirli süreli kira sözleşmelerinde kiraya verinin fesih bildiriminde bulunmak suretiyle kira sözleşmesini sona erdirme hakkı belirli süre + 10 yıl olmak üzere daha uzun bir süre için askıya alınmıştır. Bu nedenle m. 347/1 düzenlemesiyle, Anayasa m. 10’da öngörülmüş olan eşitlik ilkesine aykırı bir şekilde, belirli süreli kira sözleşmeleri ile belirsiz süreli kira sözleşmeleri arasında eşitsizlik yaratılmış olunmaktadır.
Yukarıda izah edildiği üzere TBK m. 347/1-c.3’te yer alan “Ancak, on yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir.” şeklindeki düzenleme gereği belirli süreli kira özleşmelerinde sözleşme, belirli süreye 10 yıl eklendikten sonra sona erdirilebilinmektedir. Ancak belirli süre uzun ise bu şekilde uygulama yapılması Anayasanın 35. maddesinde öngörülmüş olan "mülkiyet hakkı"na ve 48. maddesinde öngörülmüş olan "sözleşme hürriyeti hakkı"na ölçüsüz müdahaleye dönüşebilmektedir. Belirli sürenin 3 yıl olduğunu var saydığımızda, kiraya veren, kira sözleşmesini 3+10=13. yılı takip eden 14. yılda, belirli sürenin 10 yıl olduğunu var saydığımızda, kiraya veren, kira sözleşmesini 10+10=20. yılı takip eden 21. yılda, belirli sürenin 15 yıl olduğunu var saydığımızda, kiraya veren, kira sözleşmesini 15+10=25. yılı takip eden 26. Yılda sona erdirme hakına sahip olmaktadır. Davamıza konu somut olayda taraflar arasında 10 yıllık kira sözleşmesi akdetmiş olduğundan belirli süre 03.03.2024 tarihinde sona ermektedir. Ancak TBK. m. 347/1 gereği kiraya veren,10 yıllık uzama süresi dolduktan sonra yani 03.03.2034 tarihinden sonraki yıl içinde genel hükümlere göre bildirimde bulunmak suretiyle sözleşmeyi sona erdirme hakkına sahip olacaktır. Dolayısıyla kira sözleşmesini 2034-2035 kira dönemi içinde fesih ihbarla sona erdirme hakkına sahip olacaktır. Bu nedenle m. 347/1'de yer alan "“Ancak, on yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir.” şeklindeki düzenleme Anayasanın 35. maddesinde öngörülmüş olan "mülkiyet hakkı"na ve m. 48'de öngörülmüş olan "sözleşme hürriyeti hakkı"na m. 13 kapsamında ölçüsüz bir şekilde müdahale eden bir düzenleme niteliğinde olmaktadır.
Esasen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanun Tasarısının 347. maddesi Adalet Komisyonunda görüşülürken tasarıdaki uzama süresi 15 yıl olarak öngörülmüştür. Ancak madde komisyonda görüşülürken tasarıdaki 15 yıllık süre “Tasarının 346. madde metninde yer alan “onbeş yıllık” ve “onbeş yıl” ibareleri maddede geçen sürelerin, mülkiyet hakkının ölçüsüz şekilde sınırlandırmayacağı temelinde makul bir seviyeye indirilmesi amacıyla “on yıllık” ve “on yıl” şeklinde değiştirilmiş ve madde teselsül nedeniyle 347. madde olarak kabul edilmiştir.” şeklindeki gerekçe ile süre 10 yıla düşürülmüştür. Dolayısıyla kanun koyucu tarafından kiracının korunması korunması gereken makul süre 10 yıllık belirlenmiştir. Aslında Adalet Komisyonu'nda dile getirilen düşünceler ve varılan sonuç mahkememizce varılan sonucu doğrular niteliktedir. Ancak m. 347 fıkra 1 cümle 3 düzenlemesinin lafzından çıkan mana kanun koyucununu bu takdirini de aşar niteliktedir. Bu mana belirli süreli kira sözleşmelerinde kiraya verinin fesih ihbar hakkını 10 yıldan daha uzun bir süre için askıya alınmasına neden olmaktadır.
Tüm bu sebeplerden 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m 347, fıkra 1, cümle 3’te yer alan “Ancak, on yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir.” şeklindeki düzenleme, Anayasanın 10. maddesinde öngörülen kanun önünde "eşitlik" ilkesine aykırı olmak dışında Anayasa’nın 35. maddesinde öngörülen “mülkiyet hakkına” ve 48. maddesinde öngörülen “sözleşme hürriyetine” Anayasanın 13. maddesinde ifadesini bulan ölçüsüz şekilde müdahale niteliğinde olduğundan düzenlemeni itiraz yoluyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmak gerekmiştir.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ : Gerekçesi açıklandığı üzere;
1-İşbu davada uygulanacak olan 4/2/2011 tarih ve 27836 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m 347, fıkra 1, cümle 3’te yer alan “Ancak, on yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir.” şeklindeki düzenlemenin Anayasanın 10. maddesinde öngörülen kanun önünde "eşitlik" ilkesine aykırı olması dışında Anayasa’nın 35. maddesinde öngörülen “mülkiyet hakkına” ve 48. maddesinde öngörülen “sözleşme hürriyetine” Anayasanın 13. maddesinde ifadesini bulan ölçüsüz şekilde müdahale niteliğinde olduğundan kanun hükmünün itiraz yolu ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvuru yapılmasına,
2-Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar iş bu davadaki yargılamanın geri bırakılmasına,
3-Anayasaya aykırılığın giderilmesi için işbu dosya içinde yer alan evrakların onaylı örneklerinin dizi pusulasına bağlanarak başvuru kararı ekinde Anayasa Mahkemesine gönderilmesine,
Davacı vekili ve davalı vekilinin yüzüne karşı karar verilmiştir.”
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2024/143
Karar Sayısı : 2024/137
Karar Tarihi : 23/7/2024
R.G. Tarih - Sayı : Tebliğ edildi.
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Kandıra Sulh Hukuk Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 347. maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinin Anayasa’nın 10., 13., 35. ve 48. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Kiralananın tahliyesine ilişkin davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 347. maddesi şöyledir:
“1. Genel olarak
MADDE 347- Konut ve çatılı işyeri kiralarında kiracı, belirli süreli sözleşmelerin süresinin bitiminden en az onbeş gün önce bildirimde bulunmadıkça, sözleşme aynı koşullarla bir yıl için uzatılmış sayılır. Kiraya veren, sözleşme süresinin bitimine dayanarak sözleşmeyi sona erdiremez. Ancak, on yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir.
Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde, kiracı her zaman, kiraya veren ise kiranın başlangıcından on yıl geçtikten sonra, genel hükümlere göre fesih bildirimiyle sözleşmeyi sona erdirebilirler.
Genel hükümlere göre fesih hakkının kullanılabileceği durumlarda, kiraya veren veya kiracı sözleşmeyi sona erdirebilir.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca yapılan ilk inceleme toplantısında başvuru kararı ve ekleri, Raportör Hilal YAZICI tarafından hazırlanan ilk inceleme raporu ve itiraz konusu kanun hükmü okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
2. Anayasa’nın “Anayasaya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi” başlıklı 152. maddesinin dördüncü fıkrasında “Anayasa Mahkemesinin işin esasına girerek verdiği red kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz.” denilmiştir. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Başvuruya engel durumlar” başlığını taşıyan 41. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da “Mahkemenin işin esasına girerek verdiği ret kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından itibaren on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla itiraz başvurusu yapılamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
3. 6098 sayılı Kanun’un 347. maddesinin birinci fıkrasının itiraz konusu üçüncü cümlesi, başka bir itiraz başvurusunun konusu olarak esastan incelenmiş ve anılan cümleye yönelik iptal talebi Anayasa Mahkemesinin 7/9/2016 tarihli ve E.2015/102, K.2016/151 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Söz konusu karar 18/10/2016 tarihli ve 29861 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Anayasa Mahkemesince işin esasına girilerek reddedilen itiraz konusu kural hakkında yeni bir başvurunun yapılabilmesi için önceki kararın Resmî Gazete’de yayımlandığı 18/10/2016 tarihinden başlayarak geçmesi gereken on yıllık süre henüz dolmamıştır.
4. Açıklanan nedenle başvurunun Anayasa’nın 152. maddesinin dördüncü fıkrası ve 6216 sayılı Kanun’un 41. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince reddi gerekir.
III. HÜKÜM
11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 347. maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesine yönelik itiraz başvurusunun Anayasa’nın 152. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 41. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince REDDİNE 23/7/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Kadir ÖZKAYA
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
Basri BAĞCI
Üye
Engin YILDIRIM
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Kenan YAŞAR
Muhterem İNCE
Yılmaz AKÇİL
Ömer ÇINAR