“Tarafların 07/08/2022 tarihinde evlendikleri, anlaşmalı boşanmaya dayanan davalarının ise 29/05/2023 tarihinde mahkememize açtıkları, TMK. 166/3 fıkrada belirlenen yasal sürenin ise dolmadığı anlaşılmıştır.
TMK. 166/3 fıkrası gereğince; evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu halde boşanma kararı verilebilmesi için Hakimin tarafları bizzat dinlemesi ve iradelerinin herhangi bir baskı altında kalmadan özgür şekilde açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda tarafların yapmış oldukları düzenleme ile uygun bulmasının gerektiğinin düzenlendiği bilinmektedir.
Davamızda; davacı ....ile davalı .... birlikte hazırlamış oldukları anlaşmalı boşanma protokolünde boşanma iradelerini açıkladıkları, tarafların müşterek çocuklarının bulunmadığı ve boşanmanın mali hususları hakkında düzenleme yaptıkları anlaşılmıştır.
Tarafların ön inceleme duruşmasına çağrıldığı 07/06/2023 tarihli celsede taraflar anlaşmalı boşanma iradelerini açıklamışlar ve anlaşmalı boşanma protokolü de mahkememizce incelenmiştir.
Nüfus kayıtları incelendiğinde tarafların 07/08/2022 tarihinde evlendikleri, dava açılış tarihi itibari ile 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 166/3 fıkrasının aradığı sürenin ise henüz dolmadığı anlaşılmıştır.
Mevcut yasa maddesi, Anayasamızın aşağıda açıklanacağı çeşitli maddelerine aykırılık teşkil etmektedir.
2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 5. maddesi; "Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır." şeklinde düzenleme içermektedir.
Dava konusu yasa maddesi ile belirtilen Anayasa Mahkemesinin maddesi değerlendirildiğinde; devletin temel amacının kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devletini ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik, sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamak durumunda olduğu anlaşılmaktadır. Bu çerçevede taraflar arasındaki geçimsizlik hususunda tespit yapılabilmesi için evlenme tarihinden itibaren 1 yıllık süre takdiri kişilerin temel ve hak hürriyetlerini sınırladığı, nitekim kişilerin 1 yıllık süreden önce anlaşmalı olarak boşanamadıkları, bunun temel ve hak hürriyetleri zedelediği, ayrıca taraflar arasında evlendikten sonra geçimsizlik yaşanıp taraflar evliliğe devam edemeyeceklerini anladıklarında medeni insanlar olarak boşanmanın mali sonuçları ile ilgili düzenleme yapıp ayrıca kendilerinin anlaşmalı olarak boşanmaya rızaları olmasına rağmen devletin mezkur yasa maddesi gereğince tarafların iradelerini kabul etmeyerek tarafların haklarını çiğnediği, ayrıca toplumdaki huzur ve refahın bozulmasına sebep olduğu açıktır. Nitekim yerleşmiş Yargıtay uygulaması ve hukuk kuralları değerlendirildiğinde; taraflar bir yıllık yasal süre dolmadığından çekişmeli olarak yani TMK. 166/1 fıkra ya da TMK.'da düzenlenen diğer özel yasa maddeleri (TMK. 161,162, 163 164,165,166/son) gereğince boşanma davası açmak ve çekişmeli boşanma olarak boşanmak zorundadırlar. Bu durum süreç içinde tanık dinlenmesi, telefon kayıt tespiti, SMS içerikleri, otel kayıtları, yurt dışı giriş çıkış kayıtları ve benzeri birçok tahkikat işleminin gerçekleştirilerek süreçte tarafların kendileri anlaşmalı boşanma iradesi ortaya koymuş iken bu iradenin belirtilen yasa kuralınca önemsenmeyerek belirtilen şekli ile çekişmeli boşanma davasının yürütülmesini ve kişilerin bu nedenle psikolojik olarak da yıpranmasına neden olduğu son derece açıktır. Devlet, bireyin önündeki sosyal engelleri kaldırmak zorunda olup belirtilen şekli ile insanın manevi süreçte yıpranmasına engel olacak yasa maddelerini ihtas etmek zorunda iken TMK. 166/3 fıkrada geçimsizliğin tespiti için bir yıllık sürenin öngörülmesi belirtilen Anayasa hükmüne aykırılık teşkil etmektedir.
2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 10. Maddesi; "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
(Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle: 7/5/2010-5982/1 md.) Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
(Ek fıkra: 7/5/2010-5982/1 md.) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde (…) 9 kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar." şeklinde düzenleme mevcuttur.
Anayasamızın 10. maddesinin ikinci ek fıkrasında devletin kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğunu belirtip devletçe, bu eşitliğin, yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü durumuna da tespit yapılmıştır.
TMK. 166/3 fıkrada tarafların; anlaşmalı boşanmaları için bir yıllık zorunlu süre öngörülmüştür. Anayasamızın 10. maddesinin ikinci ek fıkrasında; kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olduğu, bu eşitliğin devletçe yaşama geçirilmesinin belirtilmesine rağmen taraflara bir birey oldukları ve kendi hayatlarını düzenleme imkanı bulunmasına rağmen bu hak bir yıl erteli olarak verilmiş ve birey olmaktan kaynaklı ve yaşamlarını belirleyebilme özgürlükleri ellerinden alınarak gecikmeye tabi tutulmuş ve kendilerine kolay boşanma imkanı tanınması TMK. 166/3 fıkrası uyarınca süre şartına tabi tutularak Anayasanın 10. maddesine de aykırı davranılmıştır.
2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 12/1. maddesi; "Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir" şeklindedir.
TMK. 166/3 fıkrada yapılan düzenleme ile diğer bir hukuki ifade ile yasanın herkesi kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetleri bulunmasına rağmen bu haklarını hiçe sayarak anlaşmalı boşanmada süre sınırı getirilerek ihlale yol açmıştır. Şöyle ki; insanlar evlenmek için bu iradelerini açıklayıp devlet görevlisi eşliğinde imza attıklarında rahatça ve kolayca evlenebilmektedirler. Fakat aralarında geçimsizlik olduğunda ve bu geçimsizliği toplumda en iyi kendileri bildikleri için evliliği yürütemeyeceklerini kavramış ve bir sözleşme düzenleyerek kolayca bu evliliği bitirmek iradelerini ortaya koymuşlardır. Bu durumun da tespiti için hazırladıkları anlaşmalı boşanma protokolünün devletin bir organı olan mahkemelere sunmuşlar, mahkemelerce de yapılacak inceleme neticesinde anlaşmalı olarak boşanma iradeleri tespit edilip kendilerinin anlaştıkları mali hususlar, velayet, şahsi ilişki ve benzeri hususlarda ki iradeleri duruşma tutanağına geçirilip sonrasında hüküm ihdas edildiği, gerekçeli karar aracılığı ile tarafların boşanmalarının gerçekleştirildiği bilinmektedir.
Taraflara evlenmelerinin kabulü hususunda herhangi bir süre sınırlaması yapılmadığı açık olup tarafların boşanma hukuki işlemine geldiklerinde ise bu işlemin hukuken muteber olabilmesi için süre sınırlamasına gidilmesi ve anlaşmalı boşanma iradelerinin 1 yıllık evlilik süresi ile zorunlu tutulması devredilemez ve dokunulmaz nitelikteki temel hak ve hürriyetlerine açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Mezkur yasa maddesi izah olunduğu üzere Anayasanın 12/1 fıkrasına da aykırılık teşkil eder.
2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 14/2. maddesi; "Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz." şeklinde düzenleme içermektedir.
TMK. 166/3 fıkra hükmü değerlendirildiğinde; belirtilen Anayasa kuralına da aykırı olduğu açıktır.
Devletin Anayasada yer alan temel hak ve hürriyet niteliğinde olan özgürce boşanma iradesinin ihlal ettiği, tarafların anlaşarak ve boşanmanın mali sonuçlarında anlaşarak düzenledikleri protokolün kabulünün süre sınırına tabi tutulması Anayasa'da tanınan temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırmasını içermiş, bu nedenle belirtilen Anayasa kuralına aykırı olmuştur.
2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 17/1. maddesi; "Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. " şeklinde düzenleme içermekte olup TMK. 166/3 fıkradaki süre sınırlaması mezkur Anayasa ilkesine aykırıdır.
2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 41/2. maddesi; "Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar."
Mezkur Anayasa hükümlerine göre herkes yaşamına, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Bu kurala rağmen TMK. 166/3 fıkrada tarafların anlaşmalı boşanmalarına süre sınırı getirilmesi maddi ve manevi varlıklarına aykırılık içermekte, taraflar kolayca boşanıp kendi hayatlarını düzenleme ve tanzim etme hakkına sahip iken bu hakları devlet tarafından yapılan düzenleme neticesinde ellerinden alınarak ve kendi özgür iradelerine değer verilmeyerek 1 yıllık süre şartına tabi tutulmuş, yasa koyucu TMK. 166/3 fıkrayı düzenlerken koyduğu bu süre sınırlaması ile aslında eşlerin çekişmeli boşanma dava sürecinde yıpranmalarına kapı aralamış, uzun yargılama süreci içerisinde maddi ve manevi varlıklarını geliştirme durumu bir yana belirtilen bu varlıkların zedelenmesine sebep olmuştur.
TMK. 166/3 fıkra hükmü; anlaşmalı boşanmayı zorlaştırarak ve süreye tabi tutarak zaten taraflar arasında bitmiş bir evliliği aslında devlet kanalı ile de tespitine karar vereceği yerde, taraflar arasındaki yaşanılanları aleni yargılama sırasında ortaya dökülmesini ve tarafların anlaşmalı boşanmalarında aslında zımni olarak var olan her iki tarafında kusurlarının aleni yargılama sırasında mahkemenin resmi tutanaklarına ve toplum önünde taraflarca açıklanmak istememelerine rağmen bu gizli kalması gereken sırların da ortaya çıkmasını ve tarafların bu açıklamadan dolayı rencide olmalarına sebebiyet vermektedir.
Anayasamızın tümü değerlendirildiğinde; insanlar hak ve mesuliyetlere muhatap olup bu hakların Anayasanın özüne aykırı şekilde sınırlanması hak ihlaline yol açmaktadır.
Taraflar arasındaki evliliğin dosyamızda olduğu üzere bir yıllık sürenin dolmaması fakat tarafların anlaşmalı boşanma protokolü sunmaları halinde taraflar arasındaki geçimsizliği TMK. 166/1 fıkra kapsamında ya da diğer yukarıda belirtilen yasa maddeleri kapsamında çekişmeli olarak yaptığı yargılama ile sonuçlandırması TMK. 166/1 ya da diğer yasa hükümleri doğrultusunda davayı ıslah etmeleri için süre tanıması, 6100 Sayılı HMK hükümleri uyarınca dilekçeler teatisinin başlatılması, sonrasında taraflara ön inceleme duruşması için bir gün verilmesi sonrasında tahkikat aşamasında tarafların tüm delillerini, tanık, çeşitli kayıtlar ve benzeri delilleri gözetip dosyadan edindiği kanaat neticesinde boşanma davasının kabulü ya da reddi hususunda karar tesis etmesi, bu kararın tesisinin ise uzun bir yargılama sürecini içerdiği malumdur.
Mahkemenin verdiği taraflar arasındaki boşanma hükmünden sonra tarafların istinaf hakları bulunmakta olup, bu hakları kullandıklarında ve sonrasında Bölge Adliye Mahkemesi kararının taraflarca hukuka aykırı görülmesi halinde de bu sefer Yargıtay aşamasının başlayacağı açıktır.
Maalesef taraflar TMK. 166/3 fıkra hükmü nedeni ile kolayca boşanıp hayatlarını bir an önce tanzim etmeye çalışmaları yerine uzun yargılama süreci ile muhatap olmaktadırlar. Bu durumda yasa koyucunun Anayasanın mezkur maddelerine aykırılık teşkil ederek tarafları zor bir hayat yoluna ittiği, oysa ki fiil ehliyetine sahip olan eylemlerinin sonuçlarını bilen akıllı, hür iradeli insanların evlenmeyi sonlandırmak için bir sözleşme yapmalarına süre açısından engel olmaktadır.
Malum olduğu üzere; insan hayatı sınırlı bir süre içermektedir. Uzun yargılama süreci düşünüldüğünde insanların hayatlarının önemli sayılabilecek bir kısmında yargılama süreci devlet tarafından ihdas edilerek kısa ömürleri bu yönü ile daha da kısaltılmaktadır.
Devletin vazifesi ailenin huzur ve refahını sağlamaktır. Anayasamızın 41/2 fıkrasında bu vazifeye vurgu yapılmaktadır. TMK. 166/3 fıkrada anlaşmalı boşanmak için bir yıllık süre zorunluluğu getirildiğinde, zaten aralarındaki geçimsizlik nedeni ile anlaşamayıp boşanma isteminde bulunan ve bu hususta bir sözleşme düzenleyen eşleri çekişmeli boşanmaya zorlanma halinde bireysel huzurları da zedelenmeyecek şekilde bir kolaylık gösterilerek boşanmanın sağlanması yerine zaten bitmiş durumda olan huzur ve refahın taraflar arasındaki ayrılık sürecinin uzatılarak daha da derinleşmesi ve birbirlerine kırıcı ve zarar verilmesi haline sebep olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.
Birçok kez gerçekleşmiştir ki; boşanan eşler daha sonra birbirleri ile tekrar evlenmektedirler. Belki de tarafların çekişmeli boşanma yargılaması sırasında birbirlerini çok kırmamaları, ailelerin fazlaca olaya müdahale etmemesi diğer bir tabir ile tarafların hala birbirlerinin yüzüne bakabilecek hatırlarının olması için boşanma sürecinin devlet tarafından kolaylaştırılması bu faydayı sağlayacaktır. Aksi takdirde birbirlerini zedeleyerek ve çokça zarar vererek yapılan çekişmeli boşanma yargılaması sonucunda tarafların birbirlerine zarar verme hislerinin hala baki olduğu bilinmektedir.
Kadına şiddetin önemli boyutlara ulaştığı ülkemizde 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ile farklı düzenlemeler getirilmiş ve tarafların süreçte birbirlerine zarar vermemeleri için çeşitli yasal kaideler konulmuştur. Mahkememizin gözlemlerinde anlaşmalı boşanma davalarında genellikle 6284 Sayılı Yasadan doğan tedbir koruma kararları verilmemektedir. Çekişmeli boşanma davalarında ise 6284 Sayılı Yasa ile ilgili sürekli olarak kararlar ihdas edilmektedir. Mevcut durum bile göstermektedir ki; çekişmeli boşanma süreci tarafları yıpratmakta olup anlaşmalı boşanma sürecinin kolaylaştırılması gerekmektedir.
Anlaşmalı boşanma süreci belirtilen şekli ile süreye tabi tutulduğunda zaten taraflar arasında bitmiş evlilik neticesinde taraflar yine bir araya gelmeyecek olup bir yandan yargılama süreci devam ederken diğer yandan eşler gayriresmi yollara tevessül edip farklı insanlarla birlikte hayatlarına yön vermeye çalışacaklar ve bu durum ailenin huzur ve refahını, aile planlamasının öğretip uygulanmasını sağlamakla zorunlu olan devletin işini daha da zorlaştıracak olup TMK. 286/1 fıkrada düzenlenen soybağının reddi, TMK. 301 maddede düzenlenen babalığın hükmen tespiti ve benzeri davaların fazlaca açılmasına sebebiyet de verecektir.
Gerekçesi izah olunduğu üzere 4721 Sayılı Yasanın TMK. 166/3 fıkrasındaki 1 yıllık süre düzenlemesinin Anayasaya aykırılık teşkil ettiği anlaşılmakla; 2709 Sayılı Anayasamızın 152. maddesi ve 6216 Sayılı Anayasa Mahkemesi Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesi gereğince Anayasaya Aykırılık nedeni ile iptal edilmesi için Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur. ”
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2023/109
Karar Sayısı : 2024/113
Karar Tarihi : 30/5/2024
R.G.Tarih-Sayı : 28/11/2024-32736
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Ankara 18. Aile Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinin üçüncü fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…bir yıl…” ibaresinin Anayasa’nın 5., 10., 14., 17. ve 41. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Anlaşmalı boşanma talebiyle açılan davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 166. maddesi şöyledir:
“VI. Evlilik birliğinin sarsılması
Madde 166- Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.
Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.
Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR ve Muhterem İNCE’nin katılımlarıyla 13/7/2023 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör İsmail Emrah PERDECİOĞLU tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Anlam ve Kapsam
3. 4721 sayılı Kanun’un 161 ila 184. maddelerinde boşanma ile ilgili hükümlere yer verilmiştir. Anılan Kanun’un 166. maddesinde evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı olarak boşanmanın usul ve esasları düzenlenmiştir. Söz konusu maddenin birinci fıkrasında evlilik birliğinin, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olması hâlinde eşlerden her birinin boşanma davası açabileceği hüküm altına alınmıştır.
4. Maddenin üçüncü fıkrasında eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı kabul edilerek boşanma kararı verilebilmesine imkân tanınmıştır. Anılan fıkranın birinci cümlesine göre bu kararın verilebilmesi için evliliğin en az bir yıl sürmüş olması gerekmektedir.
5. Fıkranın ikinci cümlesinde ise bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması gerektiği, üçüncü cümlesinde hâkimin, tarafların ve çocukların menfaatlerini gözönünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabileceği, dördüncü cümlesinde bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunacağı, beşinci cümlesinde ise bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmünün uygulanmayacağı belirtilmiştir.
6. Fıkranın birinci cümlesinde yer alan “…bir yıl…” ibaresi itiraz konusu kuralı oluşturmaktadır.
B. İtirazın Gerekçesi
7. Başvuru kararında özetle; itiraz konusu kuralın kişilerin iradesini yok saydığı, temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını ve eşitlik ilkesinin hayata geçirilmesini aşırı derecede zorlaştırdığı, taraflarca fiilen bitirilen bir evliliğin hukuken belirli bir süre daha geçerli kılındığı, bu durumun bir yıllık sürenin dolmadığı hâllerde tarafları, boşanma davası açılabilmeleri için farklı usullere yönelmeye ve uzun süren yargılama süreçlerine katlanmaya zorladığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 5., 10., 14., 17. ve 41. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
C. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
8. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleri yönünden incelenmiştir.
9. 13. Anayasa’nın “Özel hayatın gizliliği” başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.” denilmiştir.
10. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru alanında verdiği kararlarda sıkça vurgulandığı üzere özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlıktır. Özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi kavramı temel alınmaktadır. Anılan hak; herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak, kendine özel bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etmekle birlikte kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuki menfaati de içermektedir (Serap Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, §§ 31-36; Bülent Polat, B. No: 2013/7666,10/12/2015, §§ 61-63; Tevfik Türkmen [GK], B. No: 2013/9704, 3/3/2016, §§ 50-52; Ata Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, §§ 30-32).
11. Kural, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı kabul edilerek boşanma kararı verilebilmesini evliliğin en az bir yıl sürmüş olması şartına bağlamaktadır. Bu yönüyle kural evliliğin sona erdirilmesine ilişkin bir düzenleme içermektedir.
12. Evlilik birliğinin kurulmasının yanı sıra sona erdirilmesi de özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkıyla doğrudan ilgilidir (AYM, E.2023/116, K.2024/56, 22/2/2024, § 17). Bu itibarla eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılmasına ilişkin karinenin geçerli olabilmesini evliliğin üzerinden bir yıl geçmiş olması şartına bağlayan kural, özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına yönelik bir sınırlama getirmektedir.
13. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
14. Bu kapsamda özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkını sınırlamaya yönelik bir kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olması gerekir.
15. Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinde, kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
16. Kuralda eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılarak boşanma kararı verilebilmesi için şart olarak öngörülen sürenin herhangi bir tereddüde yer vermeyecek şekilde açık ve net olarak belirlendiği görülmektedir. Dolayısıyla kuralın kanunilik şartını sağladığı sonucuna ulaşılmıştır.
17. Anayasa’nın 20. maddesinin ikinci fıkrasında özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına çeşitli sebeplerle sınırlamalar getirilebileceği belirtilerek bu hakkın mutlak olmadığı kabul edilmiştir. Söz konusu maddede bu sınırlama sebepleri arasında millî güvenliğin ve kamu düzeninin korunması ile suç işlenmesinin önlenmesi sebepleri de sayılmıştır. Ancak anılan fıkrada söz konusu sınırlama sebepleri arama ve el koyma tedbirlerine yönelik düzenlendiğinden bu sebepler 20. madde bağlamında kural yönünden meşru bir sınırlama nedeni olarak kabul edilemez. Bu itibarla anılan hakkın Anayasa’da güvence altına alınan diğer temel hak ve özgürlüklerin korunması veya Anayasa’nın diğer maddelerinde devlete yüklenen ödevler nedeniyle sınırlanması mümkündür (AYM, E.2020/82, K.2021/20, 18/3/2021, § 15).
18. Anayasa’nın 41. maddesinin birinci fıkrasında “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.”, ikinci fıkrasında ise “Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.” denilmiştir.
19. Söz konusu maddeye ilişkin Danışma Meclisinin kabul ettiği metnin gerekçesinde özetle; ailenin sosyal yapısının yanı sıra millet hayatında oynadığı rolün onun korunmasına yönelik bir hükmün Anayasa’da yer almasını zorunlu kıldığı, ailenin korunması fikrinin her şeyden önce 4721 sayılı Kanun anlamında evliliklerin kurulmasını yaygınlaştırmak ve kolaylaştırmak olduğu, nitekim medenî olmadan bir aileden bahsedilemeyeceği ve ailenin ahlaki bir çevre olduğu ifade edilmiştir.
20. Kuralla eşlerin anlaşmak suretiyle evlilik birliğini sona erdirebilmelerinin evliliğin en az bir yıl sürmesi şartına bağlanmasının Türk toplumunun temeli olarak kabul edilen aile kurumunun ayakta tutulması amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Başka bir deyişle tarafların anlaşma iradelerine dayanılarak boşanma kararı verilebilmesi için evliliğin üzerinden bir yıllık sürenin geçmesinin öngörülmesi suretiyle kişilerin evliliğin kurulmasından kısa bir süre sonra ani kararlarla evlilik birlikteliğini sonlandırmalarının önüne geçilerek ailenin korunması amaçlanmaktadır. Bu itibarla kural anayasal anlamda meşru bir amaca dayanmaktadır.
21. Bununla birlikte Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına yönelik sınırlama getiren kuralın ölçülü olması da gerekir. Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın amaca ulaşmaya elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Buna göre kuralla özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına getirilen sınırlamanın elverişlilik, gereklilik ve orantılılık alt ilkelerine aykırı olmaması gerekir.
22. Kuralda tarafların iradeleri doğrultusunda boşanmaları için öngörülen süre şartının aile kurumunun korunmasına katkı sunacağı açıktır. Dolayısıyla kuralla öngörülen asgari bir yıllık süre şartının ailenin mümkün olduğu ölçüde ayakta tutulabilmesi meşru amacının gerçekleşmesi bakımından elverişli olduğu anlaşılmaktadır.
23. Aile kurumunun anayasal önemi dikkate alındığında boşanmaya ilişkin usul ve esasları düzenleme konusunda kanun koyucunun geniş takdir yetkisi bulunmaktadır (AYM, E.2023/116, K.2024/56, 22/2/2024, § 30). Kanun koyucunun geniş takdir yetkisini haiz bulunduğu alanlarda anayasal ve kanuni hakları kısıtlayan ya da kişilere külfet yükleyen düzenlemeler yaparken tercih ettiği aracın gerekliliği konusunda sorun bulunabilmesi için daha hafif külfet yükleyen araç veya araçların varlığı yeterli olmayıp seçilen aracın kişiye bariz bir biçimde ağır bir külfet yüklediğinin de anlaşılması gerekmektedir (AYM, E.2023/127, K.2024/105, 9/5/2024, § 27). Bu yönüyle değerlendirildiğinde eşlerin aynı yöndeki iradelerine rağmen evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılmasına ilişkin karinenin geçerli olabilmesinin evliliğin üzerinden bir yıl geçmiş olması şartına bağlanmasının kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında başvurabileceği araçlardan olduğu ve gereklilik kriterini karşıladığı sonucuna ulaşılmıştır.
24. 4721 sayılı Kanun’un 166. maddesinde evlilik birliğinin temelinden sarsılması boşanma sebeplerinden biri olarak düzenlenmiştir. Anılan madde uyarınca eşlerin evliliğin sona ermesi yönünde anlaşmaları üzerine bu sebebe dayanılarak boşanmanın gerçekleşmesi her zaman mümkündür. Bununla birlikte kanun koyucunun mümkün olduğu ölçüde aile kurumunun ayakta kalması amacıyla evliliğin üzerinden belirli bir süre geçmeksizin eşlerin bu yönde karar alarak boşanma davası açmalarını arzulamadığı anlaşılmaktadır. Böyle bir geciktirici etkinin eşlerin kararlarını yeniden değerlendirmelerine imkân sunacağı açıktır. Evliliğin en az bir yıl sürmesi hâlinde eşlerin bu usul ile boşanmaları mümkün olduğu gibi ayrıca anılan Kanun’da düzenlenen diğer boşanma sebeplerine dayalı olarak boşanma davası açmalarının önünde herhangi bir engel bulunmamaktadır.
25. Bu itibarla kuralla kişilerin özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına getirilen sınırlamanın kişilere orantısız bir külfet getirmediği ve ölçülü olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
26. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.
Engin YILDIRIM ve Yıldız SEFERİNOĞLU bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 5., 17. ve 41. maddelerine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 5., 17. ve 41. maddeleri yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 10. ve 14. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
IV. HÜKÜM
22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinin üçüncü fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…bir yıl…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Engin YILDIRIM ile Yıldız SEFERİNOĞLU’nun karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA 30/5/2024 tarihinde karar verildi.
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üye
Engin YILDIRIM
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Kenan YAŞAR
Muhterem İNCE
Yılmaz AKÇİL
Ömer ÇINAR
KARŞIOY GEREKÇESİ
1- Çoğunluğun; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan ve anlaşmalı boşanma olarak bilinen boşanma türü için evliliğin en az “bir yıl” sürmüş olma şartının Anayasa’ya aykırı olmadığına dair vermiş olduğu karara iştirak etmemekteyiz.
Şöyle ki;
2- 4721 sayılı Türk Medeni Kanun’unun 166. maddesinin üçüncü fıkrası;
“Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.”
Şeklindedir.
3- 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen ve anlaşmalı boşanma davalarında evliliğin en az bir yıl sürmüş olması şartını arayan hükmün, Anayasa'nın çeşitli maddelerine aykırılık teşkil ettiği ve bu sebeple iptal edilmesi gerektiği kanaatini taşımaktayız.
4- Her şeyden önce, Anayasa’nın 20. maddesinde teminat altına alınan özel hayatın gizliliği ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı, bireylerin evliliklerini yürütüp yürütmeme noktasında karar verme özgürlüklerini de kapsamına almaktadır. Evli çiftlerin hür iradeleriyle ve karşılıklı mutabakatla evliliklerini sona erdirme yönündeki taleplerinin, sırf evliliğin bir yıldan az sürmüş olması gerekçe gösterilerek reddedilmesi, bahsi geçen anayasal hakka ölçüsüz ve orantısız bir müdahale niteliği taşımaktadır.
5- Öte yandan, evliliğin bir yıldan kısa sürmesine rağmen eşlerin anlaşmalı olarak boşanmak istemeleri durumunda, evliliğin korunmasının gerekip gerekmediği, evlilik birliğinin temelden sarsılıp sarsılmadığı ve tarafların boşanma iradelerinin sağlıklı bir şekilde oluşup oluşmadığı hususlarının takdiri, tarafları dinledikten sonra hâkime bırakılabilecekken, mevcut düzenleme bu imkânı ortadan kaldırmaktadır. Bir yıllık süre şartının katı bir şekilde uygulanması nedeniyle mahkemeye bir takdir hakkı tanınmamakta, tarafların iradelerinin daha iyi bir şekilde yansımasını sağlayabilecek, daha kısa sürede sonuçlanabilecek ve daha az maliyetli olabilecek anlaşmalı boşanma hükümlerinden yararlanma imkânı engellenmektedir.
6- Hâkimin, anlaşmalı boşanma davalarındaki fonksiyonunun ve yetkilerinin etkin kullanmasının sağlanması suretiyle, evliliğin bir yıldan kısa sürdüğü hallerde dahi tarafların vardıkları uzlaşmalarının adalet ve hakkaniyet kıstasları çerçevesinde değerlendirilmesi temin edilip sürenin katı bir şekilde uygulanmasının meydana getireceği olumsuzlukların önüne geçilmesi ve aynı etkin denetim sayesinde bu müessesenin kötüye kullanımının engellenmesi de mümkündür.
7- Keza Anayasa'nın 41. maddesinde devlete yüklenen, ailenin huzur ve refahı ile özellikle anne ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alma vazifesi de bir yıllık süre koşulunun sorgulanmasını gerektirmektedir. Zira bu koşulun katı bir biçimde uygulanması, bilhassa evliliğin ilk zamanlarında zuhur eden ve bertaraf edilmesi mümkün olmayan sorunlar sebebiyle eşlerin anlaşarak boşanmayı talep etmeleri halinde bu talebin reddi sonucunu doğurabilecek, bu durum ise ailenin ve aile bireylerinin korunması amacıyla çelişebilecektir.
8- Bununla birlikte, bir yıllık evlilik süresi şartının katı bir biçimde tatbik edilmesi, pratikte önemli problemlere sebebiyet vermekte, hukuka aykırı tutum ve davranışların ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Henüz evliliklerinin üzerinden bir yıl geçmemiş olmasına rağmen anlaşmalı bir şekilde evliliklerini sona erdirmek isteyen eşlerin, yürürlükteki bir yıl şartı nedeniyle buna imkân bulamamaları dolayısıyla, amaca ulaşmak için bir takım başka çarelere başvurmak durumunda kaldıkları da bilinen bir gerçektir.
9- Taraflar, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı hususunda mahkemede kanaat oluşturabilmek amacıyla gerçeğe aykırı beyanlarda bulunmaktan çekinmemekte, görgüye dayalı bilgisi olmayan tanıkları gerçeğe aykırı beyanda bulunmak hususunda teşvik etmekte, adeta hükmün etrafından dolanarak kanunun öngördüğü koşulları suni bir şekilde oluşturmaya gayret göstermektedirler. Böylesi bir durum ise, hukuk devleti ilkesiyle asla bağdaşmayan bir hukuk dışılığa kapı aralamakta, ahlaki değerlerin erozyona uğramasına sebebiyet vermektedir.
10- Anayasa’nın 10. maddesinde ifadesini bulan eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı da bir yıllık süre şartının kaldırılmasını gerektirmektedir. Şöyle ki, söz konusu şart evli çiftleri, evliliklerinin devam sürelerine göre farklı muameleye tabi tutmakta, bir yıldan uzun süren evliliklerde anlaşmalı boşanma imkânı sağlanırken bir yıldan kısa evliliklerde bu imkân ellerinden alınmaktadır. Oysaki evliliğin ne kadar sürdüğüne bakılmaksızın, tarafların uzlaşması halinde boşanma taleplerinin eşit bir şekilde değerlendirilmesi, eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağının doğal bir sonucudur.
11- Kaldı ki Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve özgürlüklere ancak kanunla ve Anayasa'nın ilgili maddelerinde öngörülen nedenlere bağlı olarak sınırlama getirilebileceğini, bu sınırlamalarla temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulamayacağını ve ölçülülük ilkesine uygun olmak zorunda olduğunu hükme bağlamaktadır. Bir yıllık evlilik süresi şartının ihdas ettiği sınırlama ise Anayasa'nın 20. maddesinde düzenlenen özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının özüne dokunmakta ve bu hakkı ölçüsüz bir biçimde sınırlandırmaktadır. Dolayısıyla bahse konu sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde yer verilen ölçütlere uygun düşmediği kanaatindeyiz.
12- Bunun yanında Anayasamızın 17. maddesi, kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirme ve koruma hakkını güvenceye bağlamaktadır. Bu hak, bireylerin kendi geleceklerine yön verme ve kişisel seçimlerini özgürce gerçekleştirebilmelerini de içerir. Bir yıllık süre koşulu ise kişilerin evliliği devam ettirip ettirmeme noktasındaki iradelerini kısıtlamakta ve onları belirli bir süre evli kalmaya mecbur bırakmaktadır. Bu yönüyle de mezkûr anayasal hakka bir müdahale söz konusudur.
13- Ülkemizin de tarafı bulunduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 8. maddesi, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkını koruma altına almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Babiarz/Polonya ve Ivanov ve Petrova/Bulgaristan davalarında verdiği kararlarda, boşanma davalarında tarafların anlaşmasına rağmen boşanma talebinin haklı gerekçelere dayanmaksızın ve ölçüsüz bir şekilde reddedilmesinin, Sözleşme'nin 8. maddesinin ihlali anlamına geleceğini belirtmiştir. Bu itibarla bir yıllık evlilik süresi şartının tatbiki, uluslararası insan hakları hukuku perspektifinden de sorunlu görünmektedir.
14- Hukuk devleti ilkesinin vazgeçilmez unsurlarından biri, kanunların toplumun değişen ve gelişen ihtiyaçlarına cevap verebilmesi ve çağın gereklerine uygun şekilde yorumlanabilmesidir. Hukukun dinamik bir yapıya sahip olması, toplumsal değişimlere ayak uydurabilmesi ve günün koşullarına adapte olabilmesi son derece önemlidir. Ne var ki, anlaşmalı boşanma için öngörülen bir yıllık evlilik süresi şartının katı ve şekilci bir biçimde tatbik edilmesi, içinde bulunduğumuz dönemin toplumsal gerçeklikleriyle tam olarak örtüşmemektedir. Zira günümüz toplumunun ihtiyaçları, beklentileri ve öncelikleri geçmişe nazaran ciddi farklılıklar arz etmektedir. Mevcut düzenlemelerin günün ihtiyaçlarına uygun durumda olması hukuk devleti olmanın olmazsa olmaz şartlarından biridir. Aksi takdirde, kanunların toplumsal hayatın gerisinde kalması ve bir takım adaletsizliklere yol açması kaçınılmaz olacaktır.
15- Son olarak karşılaştırmalı hukuk bakımından meseleye yaklaşıldığında, modern hukuk sistemlerinin pek çoğunda anlaşmalı boşanma için bir yıllık evlilik süresi şartına yer verilmediği dikkat çekmektedir. Örneğin İsviçre ve Fransız hukukunda eşlerin anlaşması durumunda evliliğin süresi dikkate alınmaksızın boşanma kararı verilebilmektedir. Türk hukukunun da bu çağdaş yaklaşımları göz önünde bulundurması ve anlaşmalı boşanma kurumunu daha esnek bir yapıya büründürmesi yerinde olacaktır.
16- Tüm bu gerekçelerle Türk Medeni Kanunu'nun 166. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen bir yıllık evlilik süresi şartının Anayasa’nın zikredilen maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği sonucuna ulaşmaktayız.