“…
A. CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİNİN (CBK) ANAYASAL ÇERÇEVESİ
21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 16 Nisan 2017 tarihli
halkoylamasıyla kabul edilmiş, böylece daha önce 1982 Anayasasının sadece 107.
maddesinde belirtilen cumhurbaşkanlığı kararnamesi, Anayasanın farklı
maddelerinde hem kapsamı genişletilerek hem de niteliği farklılaştırılarak
yeniden düzenlenmiştir. 107. maddenin önceki halinde Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliğinin kuruluşu, çalışma esasları ve personel atama işlemlerinin
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceği belirtiliyordu. Burada bir ad
benzerliği dışında iki tür düzenlemenin kapsam ve sınırları açısından oldukça
farklı olduğu kabul edilmelidir.
6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu ile getirilen yeni tip
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin temel ilke ve koşulları Anayasa’nın 104.
maddesinin 17. fıkrasında ortaya konulmuştur.
“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.
Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer
alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi
haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler
bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”
Anayasanın 106. maddesinin 11. fıkrasına göre de; “Bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve
taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
Görüldüğü üzere Anayasa’da yapılan değişikliklerle, kanun ile
cumhurbaşkanlığı kararnamesi arasındaki hukuki ilişki netleştirilmiş ve
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin kanunlara aykırı olamayacağı açıkça
belirtilmiştir. Bu itibarla, eşit normatif seviyeye ilişkin olan, sonraki
kanunun öncekini ilga edeceğine ilişkin klasik yorum yöntemi (Lex posterior
derogat legi priori), kanunla cumhurbaşkanlığı kararnamesi ilişkisine ancak tek
taraflı olarak tahvil edilebilir: Sonraki kanun önceki cumhurbaşkanlığı
kararnamesini ilga eder; ancak kanunun düzenlediği konuda çıkarılamayacak
(sonraki) cumhurbaşkanlığı kararnamesi Anayasa’ya aykırı olur ve önceki kanunu
ilga etmez.
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Anayasa’ya uygunluk
denetiminde, yukarıdaki hükümler yanında, Anayasa’da yer alan iki temel ilkenin
daha göz önünde bulundurulması gerekir: yasama yetkisinin devri yasağı ve
kanuni idare ilkesi.
6771 sayılı Kanun ile Anayasa’dan kaynaklanan doğrudan düzenleme
yetkisiyle yürütme fonksiyonu daha da güçlendirilmiştir. Bu noktada Türk
anayasa hukukunda tartışılan konulardan biri olan idarenin kanunla
düzenlenmeyen bir alanda düzenleme yapıp yapamayacağı hususu üzerinde
durulmalıdır. Bu noktada yasama yetkisinin devri yasağı göz önüne alınmalıdır.
Anayasa'nın 7. maddesinde, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük
Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmiştir. Buna göre, “Anayasa'da
kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve sınırları
belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir. Ancak yasama
organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve idare tekniğine
ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri olarak
yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı tarafından çerçevesi
çizilmiş alanda genel nitelikte hukuksal tasarruflarda bulunması, hukuk
devletinin belirlilik ilkesine de aykırı düşmez.” (Anayasa Mahkemesi Kararı,
E.2013/114 K.2014/184, 4.12.2014)
Mahkeme bir başka kararında ise, yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesini şu şekilde ifade etmiştir. “Anayasa Mahkemesinin pek
çok kararında yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinden ne anlaşılması
gerektiği hususu açıklanmıştır. Buna göre, kanunla düzenleme ilkesi, düzenlenen
konudan yalnız kavram, ad ve kurum olarak söz edilmesi değil, bunların kanun
metninde kurallaştırılmasıdır. Kurallaştırma ise düzenlenen alanda temel
ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını ifade eder… Anayasa’da
öngörülen ayrık durumlar dışında, kanunlarla düzenlenmemiş bir alanda, kanun
ile yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Yürütme organına
düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun
olabilmesi için temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz,
geniş bir alanı yürütmenin düzenlemesine bırakmaması gerekir” (Anayasa
Mahkemesi Kararı, E.2013/47 K.2013/72, 6/6/2013).
Bununla beraber Anayasa Mahkemesi’nin daha yakın tarihli
kararlarında bu içtihadı bir miktar esnettiği görülmektedir.
“15… yasama yetkisinin devredilmezliği esasen kanun koyma
yetkisinin TBMM dışında başka bir organca kullanılamaması anlamına gelmektedir.
Anayasa’nın 7. maddesi ile yasaklanan husus, kanun yapma yetkisinin
devredilmesi olup bu madde, yürütme organına hiçbir şekilde düzenleme yapma
yetkisi verilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Kanun koyucu, yasama yetkisinin
genelliği ilkesi uyarınca bir konuyu doğrudan kanunla düzenleyebileceği gibi bu
hususta düzenleme yapma yetkisini yürütme organına da bırakabilir.
16. Yürütmenin türevselliği ilkesi gereğince yürütme organının
bir konuda düzenleme yapabilmesi için yasama organınca yetkilendirilmesi
gerekmektedir. Kural olarak, kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi
verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık
oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması
gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2017/143 K.2018/40, 2/5/2018).
Neticede sadece yakın dönem AYM kararlarını dikkate alındığında,
ilkesel olarak kanun koyucunun “genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli”dir, denilebilir. Ancak Mahkemenin, Anayasa’da farklı
kavramlarla ifade ettiği kanunla düzenleme kaydı içeren konularda ise, “Anayasa’da
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda”, “münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda”, “Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini
öngördüğü konularda” genel ifadelerle yetkilendirme yapılması kabul edilemez.
Öte yandan, yasal idare ilkesi, ülkemizde idare hukukunun
temelini oluşturur. Anayasanın 123/1. maddesinde karşılığını bulan bu ilke
uyarınca “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir.”
Bu ilke, idarenin kendiliğinden bir teşkilatlanma yetkisi olmadığını bu
yetkinin yasama organında olduğunu ifade etmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre,
“Bu maddede yer alan düzenleme, idarenin kanuniliği ilkesine vücut vermektedir.
İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin
kanunla düzenlenmesini gerekli kılar.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2013/114
K.2014/184, 4.12.2014). Bu ilkeyle kamusal kaynakların toplumun hangi tür
gereksinimlerinin öncelikle karşılanacağını ve bunun hangi usuller uygulanarak
sağlanacağını tespit etme yetkisini yasama organına verir. Ayrıca, idarenin
toplumsal gereksinimleri karşılarken kamu gücü ve ayrıcalıklarını kullanması ve
bunun da kişilerin temel hak ve hürriyetleri üzerinde olumsuz etkiler de
doğurabilmesi, bu yetkinin yasamaya verilmesi sonucunu getirmiştir.
Yasal idare ilkesi, idarenin eylem ve işlemlerinin hem kanuna
dayanmasını, hem de bu eylem ve işlemlerin kanuna aykırı olmamasını ifade eder.
Asli ve ilkel bir yetki olan yasama yetkisine dayanarak yasama organı, Anayasaya
aykırı olmamak şartıyla, Anayasanın herhangi bir şekilde düzenlemediği bir
konuyu düzenleyebilir. Ancak idare, önceden yasa ile düzenlenmeyen bir alanda
faaliyette bulunamaz, ancak böyle bir konuda yasadan aldığı bir yetkiye
dayanarak bir işlem ve eylemde bulunabilir. 6771 sayılı Kanun öncesinde bunun
iki istisnası olduğu kabul edilmekteydi: Biri Cumhurbaşkanının başkanlığındaki
Bakanlar Kurulunun çıkardığı sıkıyönetim ve olağanüstü hal kanun hükmünde
kararnameleri diğeri ise Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin kuruluş ve
çalışma esaslarını düzenleyen Cumhurbaşkanlığı kararnamesi. Yasal idare
ilkesinin bir diğer sonucu da idarenin eylem ve işlemlerinin kanuna uygun
olmasıdır. Zaten Anayasa da, 8. maddede “yürütme yetkisi ve görevi Anayasa ve kanunlara
uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir” diyerek bu hususu belirtir (Bkz.,
Kemal Gözler, İdare Hukuku, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları http://www.idare.gen.tr/idarehuk.htm).
6771 sayılı Kanunla getirilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle,
her ne kadar ciddi kısıtlılıklarla çerçevelenmiş olsa da, yürütme organı yasaya
dayanmaksızın ilk elden kural koyma yetkisine sahip olmuştur. Başka bir
ifadeyle, yasama organı yanında yürütme organı da Anayasa’da kanun kaydı olan,
kanunun açıkça düzenlediği konuları içermemek ve kanunlara aykırı olmamak
şartıyla Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ilk elden düzenleme yapabilecektir.
Ancak bu durum, Fransa’da olduğu gibi yasama ve yürütmenin özerk düzenleme
alanlarına sahip olduğu, yani her bir organın düzenleme yapacağı konuların
açıkça sayıldığı, şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü cumhurbaşkanlığı
kararnamesine konu olan alan, yasama konusu olmaktan çıkmamaktadır. Bir başka
deyişle; Anayasa, cumhurbaşkanlığı kararnamesine ilişkin olarak özerk bir
normatif alan öngörmemiştir. TBMM, CBK ile düzenlenen bir alanda her zaman yasa
çıkarabilir; bu durumda CBK hükümsüz kalır: “Türkiye Büyük Millet Meclisinin
aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz
hale gelir.” (madde 104/17) O halde Anayasa’da yasayla düzenlenmesi öngörülen
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacak iken, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenleneceği belirtilen konularda dahi TBMM yasa
çıkarabilecektir. Şu halde, Anayasa’ya uygunluk kaydıyla asli düzenleme
yetkisi, konu bakımından herhangi bir mutlak istisna bulunmadan, TBMM’ye ait
bulunmaktadır. Başka bir anlatımla, Anayasa’nın cumhurbaşkanı kararnamesi
konusu olabilecek kimi alanları doğrudan belirlemiş olması, o alanlarda yasama
yetkisinin kullanılmasını engellememektedir.
Bu son saptamayı biraz daha ayrıntılı olarak ele almakta fayda
vardır. 6771 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 7. maddesindeki yasama yetkisinin
devri yasağı ve 123. maddedeki idarenin kanuniliği ilkesi muhafaza edilmiş,
ancak belirli idari konuların Anayasa’da açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile düzenleneceği öngörülmüştür. “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması,
görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.” (madde 106/son). Ayrıca 123.
maddenin son fıkrasında kamu tüzel kişiliğinin Kanunla veya Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle kurulacağı kuralına yer verilmiştir. Anayasa hükümleri arasında
hiyerarşi söz konusu olmadığından, bir çelişki kabul edilmediğinden, bu iki
hükmün bir arada, Anayasanın bütünlüğü ve sistematiği içinde bağdaştırılarak
yorumlanması gerekir. Gerçekte Anayasa koyucu 123/1. maddede genel kuralı,
idarenin kanuniliği ilkesini koymuş; bakanlıkların kurulması, kaldırılması,
görevleri ve yetkileri ile kamu tüzel kişiliği kurulması yönünden bu genel
kurala bir istisna getirmiştir. Bu cihetle; her ne kadar, Anayasa, idarenin
kanuniliği ilkesinin 106/son ve 123/son maddelerde belirtilen hususlar açısından
geçerli olmamasına olanak tanısa da; bu alanların cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle düzenlenip düzenlenmeyeceği noktasında son sözü TBMM’ye
bırakmaktadır. Yukarıda değinildiği üzere, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin
aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz
hale gelir.” hükmü; (madde 104/17), Anayasa m.106/son ve m.123/son açısından da
geçerlidir. Gerçekten de, Anayasa koyucu eğer öyle öngörseydi, tıpkı
Anayasa’nın bazı hükümlerinde söz konusu alanın ancak ve ancak kanunla
düzenlenebileceğini amir ifadelerle belirttiği gibi, bazı alanların da yine
ancak ve ancak cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenebileceğini ve a
contrario kanunla düzenlenemeyeceğini yine açıkça ve amir ifadelerle ortaya
koyardı. Ezcümle; Anayasa koyucu, bazı konuların kanunla düzenlenmesini zorunlu
kılmış, doğrudan cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenebileceğini belirttiği
alanlarda da son sözü (o konuda kanun çıkarmak ya da çıkarmamak suretiyle)
kanun koyucuya bırakmıştır.
Genel kural ve istisna kural ilişkisine dair kamu hukukunda
kabul edilen birtakım yorum ilkeleri vardır: 1. Bir istisna kuralın varlığından
söz edebilmek için, bu istisnanın ayrıca ve açıkça konulmuş olması gerekir. 2.
İstisna kural, sadece ve sadece genel kuralı koyan makam tarafından
konulabilir, başka bir makamın istisna kural getirme yetkisi yoktur. 3. Genel
kuralı koyan makam açıkça yetkilendirmedikçe, bir başka makam genel kurala
istisna getiremez. 4. İstisna kural koymak, genel kuralı değiştirmek anlamına
geldiğinden istisna kural, yorum yoluyla genişletilemez; yani, yorum yoluyla
genel kural istisna getirilemez. 5. Genel kuralın geniş yorumlanması esası
benimsenmiştir. 6. İstisna kural, dar yorumlanır. Çünkü istisna kural, genel
kuralın kapsamını daralttığından genel kuralı değiştirir, oysa onu değiştirme
salt genel kuralı koyana aittir. (Bkz., Kemal Gözler, Yorum İlkeleri, http://www.anayasa.gen.tr/yorum-ilkeleri-kitaptan.pdf).
Öte yandan kamu hukukunda mevzuatın açıkça belirttiği bir makama
ya da makamın görevlisine verdikleri yetkiler, devre konu olamazlar. Yargı
kararlarında da yetkinin, mevzuat tarafından kime verilmiş ise, ancak onun bu
yetkiyi kullanabileceği belirtilmiştir. Yetki devrinde yetki devredilen makamın
devraldığı bu yetkiyi kendinden alt bir makama devrinin yasak olduğu hususu,
idare hukukunda ve kamu yönetiminde benimsenen görüştür (Bkz. R. Cengiz
Derdiman, Yusuf Uysal, Türk Kamu Yönetiminde Yetki Devri, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/235994).
Bu anlamda Anayasanın 106. maddenin son fıkrasında belirtilen yetkinin bizzat
Cumhurbaşkanlığı tarafından cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kullanılması
gerekir.
Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrasındaki Cumhurbaşkanlığı
kararnameleri, normlar hiyerarşisinde yasaya eşdeğer işlemler değildir.
Anayasanın bu tür kararnamelerin salt “yürütme yetkisine ilişkin konular”la
sınırlı olarak çıkarılacağını öngörmesi bunların yasaya eşdeğer, yasayla aynı
düzeyde kurallar olamayacağını gösterir. Çünkü yürütme yetkisi, kanunların
uygulanmasına yönelik, kanunlara uygun kullanılması gereken bir yetkidir.
Ayrıca aynı fıkrada yer alan “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz; Kanunda açıkça
düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz; Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır;
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.” şeklindeki düzenlemeler,
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yasaya eşdeğer olmadığının bir başka açık
delilidir. Bu düzenlemelerden CBK ile düzenleneceği belirtilen konuların
yasayla düzenlenmesi, Anayasa’nın yasama organına açıkça tanıdığı bir yetkidir.
Kanunsuz emre dair Anayasanın 137. maddesinde yapılan
değişikliğe bakıldığında ise, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin, Anayasanın
konuya ilişkin diğer düzenlemeleri ile birlikte değerlendirildiğinde, normlar
hiyerarşisindeki yeri açıkça anlaşılır: “Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat
ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse,
yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir…”.
6771 sayılı Yasa değişikliği ile Cumhurbaşkanına Anayasada
tanınan diğer yetkiler ise şöyledir: Anayasanın 123. maddenin son fıkrasında “Kamu
tüzelkişiliği, ancak kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulur”
denilerek, CBK ile kamu tüzelkişiliği kurulmasına da imkân tanınmıştır. Bununla
birlikte, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması
durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz kalır” (md.104/fıkra 17 son)
kuralı gereğince, yasa ile kurulmuş bir kamu tüzelkişiliği CBK ile
kaldırılamaz; ancak CBK ile kurulan bir kamu tüzelkişiliği, yasal düzenlemenin
konusunu oluşturabilir.
Anayasa, Devlet Denetleme Kurulunun işleyişi, üyelerinin görev
süresi ve diğer özlük işleri (m.108/4.) ile Milli Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliğinin teşkilatı ve görevlerinin Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
düzenleneceğini hüküm altına almıştır (m.118/7.).
124. ve 137. maddelerde yer alan tüzük ibaresi, Anayasadan
tamamen çıkarılmıştır. Böylece tüzük uygulaması yürürlükten kaldırılmış; onun
yerine çok daha geniş bir kapsama sahip olan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
konulmuştur. Yönetmelikleri düzenleyen 124. maddede, “Cumhurbaşkanı, bakanlıklar
ve kamu tüzelkişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara
aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler.” hükmü yer almıştır.
Ancak bu, tüzük ve cumhurbaşkanlığı kararnamesinin aynı hukuki nitelikte olduğu
şeklinde anlaşılmamalıdır.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile yapılabileceği yukarıda
belirtilen istisnai işlemler, kaynağını doğrudan Anayasadan alan yürütme işlemi
niteliğinde kabul edilmelidir. Ancak bu tür cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin
de, aynı konuda kanun çıkarması durumunda hükümsüz kalacakları Anayasa’nın amir
hükmüdür (m.104/17).
Öte yandan Cumhurbaşkanı “üst kademe kamu yöneticilerini atar,
görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenler” (madde 104/9). Ancak, md.104/17
gereğince, TBMM, bu konuları da yasa ile düzenleyebilir.
1. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılmasının sınırları
Anayasanın 104/17. maddesiyle getirilen CBK ile yürütmeye
tanınan düzenleme alanı oldukça dar ve sınırlıdır. Bu sınırları şu şekilde
açıklamak mümkündür.
1) İlk olarak Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, “yürütme yetkisine
ilişkin konularda” çıkarılabilecektir. Maddenin gerekçesinde ise,
cumhurbaşkanına “genel siyasetin yürütülmesinde yürütme yetkisi ile ilgili
ihtiyaç duyduğu konularda kararname çıkarabilme” yetkisi verildiği ifade
edilmektedir. Bu nedenle CBK’leri ancak yürütme yetkisinin gerektirdiği
hususlarda ihtiyaç duyulduğunda çıkarılabilecek, yasama ve yargı yetkilerinden
herhangi birinin alanına giren bir konuda ise CBK çıkarılması mümkün
olmayacaktır. AYM, bu açık hususu teyit etmektedir: “... Cumhurbaşkanı’nın yürütme yetkisine ilişkin konularda CBK
çıkarabileceği ifade edilmiştir. Buna göre yürütme yetkisine ilişkin konular
dışında CBK ile düzenleme yapılması mümkün değildir”. (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G.
Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §9 .Aynı yönde bkz. AYM, E.S.: 2018/55; K.S.:
2020/27; K. T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
2) İkinci olarak CBK’leri “Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü
bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler”le ilgili konularda düzenleme
yapamaz. Bu yasakla, kişilerin temel haklarını ilgilendiren hususlarda yasa
olmaksızın CBK’lerin devreye girmesi engellenmek istenmiştir.
Ancak bu noktada çözümlenmesi gereken soru, sosyal ve ekonomik
haklar ve ödevlerin tamamının CBK ile düzenlenip düzenlenemeyeceğidir. Sadece
yukarıdaki ifadeden yola çıkarak yapılan bir değerlendirme bu soruya olumlu
cevap vermeyi gerektirir. Ancak bu cümlenin aynı fıkradaki diğer hükümler ve
anayasanın konuya ilişkin diğer ilke ve kuralları dikkate alınarak, Anayasanın
bütünlüğü içinde tartışılması ve anlaşılması gerekir.
Öncelikle aşağıda ayrıntılarıyla belirtildiği üzere, “Anayasada
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılamaz.” Dolayısıyla ilgili maddede yasayla düzenlenmesi kaydı
bulunan sosyal ve ekonomik hak ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
düzenlenemeyecektir. Örneğin Anayasa’nın 42/2. maddesinde “Öğrenim hakkının
kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.”, 51. maddesinde “Sendika kurma
hakkı … kanunla sınırlanabilir. Sendika kurma hakkının kullanılmasında
uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”, 63. maddesinde Tarih,
kültür ve tabiat varlıklarından “özel mülkiyet konusu olanlara getirilecek
sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımlar ve tanınacak
muafiyetler kanunla düzenlenir.” denilmektedir. Dolayısıyla belirtilen
konuların CBK ile düzenlenmesi mümkün değildir. Eğer böyle bir düzenleme
yapılırsa bu, hem Anayasanın 104/17. maddesine hem de o hak ve ödev için kanun
kaydı koyan hükme aykırılık oluşturur. Ancak yasa kaydı içermeyen sosyal ve
ekonomik haklar, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konusu olabilecektir. Örneğin
konut hakkını düzenleyen Anayasanın 57. maddesi böyledir. Bu durumda, dikkat
edilmesi gereken husus, söz konusu hakların sadece düzenleme konusu
olabileceği, ancak bunun sınırlama yetkisini içermediğidir.
Bu nedenle, 104/17. maddenin ikinci cümlesi, sosyal ve ekonomik
haklar alanının CBK ile düzenlenmesini kabul ederken, bu düzenlemenin
sınırlarını da belirtir: ilki, fıkranın ilk cümlesindeki CBK’nin sadece yürütme
yetkisine ilişkin konularda çıkarılabilmesi, diğeri ise üçüncü cümlesindeki
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda çıkarılamamasıdır. Öte
yandan, Anayasanın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla
sınırlanabileceği kuralı dikkate alındığında, CBK’ye konu olabilecek sosyal ve
ekonomik hak ve ödevlerle ilgili cumhurbaşkanının sınırlama değil sadece bir
düzenleme yetkisinden bahsedilebilir. Yani düzenleme ve sınırlama ayrımı
dikkate alındığında, CBK ile sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerin
gerçekleşmesi için birtakım pozitif tedbirleri içeren düzenlemeler
yapabileceği, fakat kişilerin bundan yararlanmasına sınırlama getirilemeyeceği
belirtilmelidir. Zira anayasal çerçevede, bir hakkın kısıtlanması ancak ve
ancak kanun ile yapılabilir.
3) Üçüncü sınır, “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.” hükmüdür. AYM
tarafından yasama yetkisinin devir yasağı çerçevesinde yürütmenin düzenleme
yetkisi izah edilirken kullanılan “münhasıran” kanunla düzenlenmesi gereken
konular ibaresi, Anayasa kuralı haline getirilmiştir (Bkz., Anayasa Mahkemesi
Kararı E.2017/143 K.2018/40, 2/5/2018). AYM’ye göre “Kural olarak, kanun
koyucunun genel ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi yeterli olmakla
birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda genel ifadelerle
yürütme organına düzenleme yapma yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel
hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin
konması ve memurların atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi
belirlemiş olması gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla
düzenlenmesini öngördüğü konularda, yasama organının temel kuralları
saptadıktan sonra, uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye
bırakması, yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamaz.”.
Bu nedenle, Anayasa’nın münhasıran kanunla düzenlenmesini
gerektirdiği konularda yürütmeye düzenleme yetkisi verilirken, yasanın “temel
esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir”. AYM ayrıca,
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken birtakım konuları örnek
olarak sıralamıştır: “Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması,
vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların atanmaları, özlük
hakları gibi”.
AYM’nin, münhasıran kavramını açıklarken verdiği örnekler ve
açıklamalardan bir konunun münhasıran yasa alanında olması için Anayasanın
özellikle ve ısrarla o konunun yasayla düzenlemesini istemesi, yasayla
düzenlemeye çok özel vurgu yapması gerekmemektedir. Bu çerçevede temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanmasına dair 13. maddede, sınırlamanın “ancak” kanunla
yapılabileceği şartı vardır: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir”. Oysa vergilerle alakalı 73.
maddede (Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur,
değiştirilir veya kaldırılır.) ve kamu hizmeti görevlileriyle alakalı genel
ilkeleri koyan 128. maddede (Memurların ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık
ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.) yasayla düzenleme
öngörülmüş, hiçbir özel vurgu yapılmamıştır.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konular
kavramı, bu nedenle yasa kaydı olarak anlaşılmak ve uygulanmak durumundadır.
Anayasanın 126. maddesindeki birden çok ili içine alan merkezi idare
teşkilatının (bölge teşkilatının) “görev ve yetkileri kanunla düzenlenir”, 127.
maddesindeki “Mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri, yerinden
yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir.”, 128. maddesindeki “Memurların
ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri,
hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir” ve “üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları,
kanunla özel olarak düzenlenir.” hükümleri buna örnek oluşturur. Özellikle bu
son husus, CBK ile yasanın konu itibarıyla iç içe geçme riskini içerir,
karmaşaya yol açma ihtimalini barındırır. Çünkü Anayasanın 104/9. maddesi
cumhurbaşkanı CBK ile “üst kademe kamu yöneticilerini atar, görevlerine son
verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları … düzenler” hükmünü
içerirken, üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları 128.
maddeye göre yasa ile özel olarak düzenlenmek zorundadır.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da salt bir kanunla düzenleme
kaydının bulunmasının, ilgili konuyu cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konu
bakımından yetki alanından çıkarmak açısından yeterli olduğunu ifade etmiştir :
“... Anayasa’da münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda CBK çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır.
Ancak Anayasa’da hangi konuların münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin
özel bir hüküm bulunmamaktadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik
içtihadında anayasa koyucunun kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu
kapsamda görülmesi gerektiği kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179,
28/12/2017, § 57; E.2016/180, K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163,
29/11/2017, § 13; E.2016/139, K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47,
K.2013/72, 6/6/2013). Buna göre Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen
alanlarda Cumhurbaşkanı’nın CBK çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G.
Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §11).
Dolayısıyla 104/17. maddede geçen “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla düzenlenir veya
kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu
maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. O halde Anayasanın bir maddesinde bir
konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse, o konunun Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık
oluşturacaktır.
4) Bir diğer sınır ise, “Kanunda açıkça düzenlenen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralıdır. Bir konu yasa ile açıkça
düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Elbette CBK’lerin
çıkarılması için KHK’lerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme gerekmez. Ancak
KHK’ler yasaları değiştirebilirken, CBK’ler yasaların açıkça düzenlediği
hususlarda bir düzenleme yapamamakta, “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta, “Türkiye
Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi hükümsüz hale gelmektedir. Bu hükümler açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yasaların
değiştirilemeyeceğini gösterir.
Burada değinilen sınır, kanun hükmünde kararnamelerle açıkça
düzenlenen konuları da kapsar. AYM, bu hususu açıkça ifade etmiştir: “... KHK’ların kanun hükmünde oldukları görülmektedir.
Dolayısıyla KHK ile açıkça düzenlenen bir konuda da Anayasa’nın 104. maddesinin
on yedinci fıkrasının dördüncü cümlesi uyarınca CBK çıkarılamaması gerekir”
(AYM, E.S.: 2019/78, K.S.: 2020/6, K.T.: 23/1/2020, R.G. Tarih –
Sayı:13/5/2020–31126, §39).
Bu açıklamalar ışığında Anayasa’nın Cumhurbaşkanı kararnamesiyle
doğrudan düzenleme yetkisi verdiği konularda dahi CBK ile kanunlarda değişiklik
yapılması mümkün değildir. Örneğin Anayasanın 106/son maddesine göre, “Bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve
taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
Ancak bu, bakanlıkların kurulmasına ilişkin olarak mevcut yasalarda CBK ile
değişiklik yapılabileceği anlamına gelmemektedir. Sonuç olarak Anayasanın 104.
maddesinin on yedinci fıkrasının mevcut hükümleri karşısında hangi konuda
olursa olsun CBK ile bir yasayı değiştirmek veya yürürlükten kaldırmak mümkün
değildir.
Nitekim 1 No.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılmadan önce
2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması
Amacıyla Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile bakanlıkları düzenleyen birçok yasa ve
yasa gücünde kararname yürürlükten kaldırılmıştır.
2. Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine İlişkin Anayasa Mahkemesi
Denetiminin Kapsamı
Anayasa Mahkemesi’nin denetim kapsamına giren işlemlerden birisi
de cumhurbaşkanlığı kararnamesidir. Anayasanın 148., 150., 151., 152. ve 153.
maddelerinde daha önce mevcut olan kanun hükmünde kararname yerine
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ibaresi konulmuştur.
Anayasa Mahkemesi, bu denetimi nasıl ve hangi çerçevede
yapmalıdır? Yargısal denetimde AYM öncelikle bir CBK’nın Anayasada CBK ile
düzenlenmesi öngörülen hususlarda düzenleme içerip içermediği yani yetki
yönünden denetleyecektir. Dolayısıyla CBK yetki kapsamı dışında bir konuyu
düzenlemişse doğrudan yetkisizlik dolayısıyla iptal edilmelidir. CBK’nın yetki
kapsamı içinde olduğu sonucuna varırsa AYM, bu kez düzenlemenin esas bakımından
Anayasa’nın ilgili maddelerine uygunluğunu inceleyecektir. Her ne kadar
Anayasanın 148. maddesinde CBK’lerin şekil ve esas bakımlarından Anayasaya uygunluk
denetiminden söz edilmişse de, bu denetim 104. maddenin 17. fıkrasındaki
koşulların bir bütün olarak AYM tarafından denetlenmesini gerektirir. Çünkü
Anayasa’da, Cumhurbaşkanına ancak fıkrada belirtilen sınırlar içinde CBK
çıkarma yetkisi verilmiştir. Bu sınırların aşılması, CBK’yi Anayasa’ya aykırı
hale getirir. Böylece, CBK’nın örneğin kanunun açıkça düzenlediği bir hususu
içermesi onun Anayasa’ya aykırı olması sonucunu doğurur: “Dava konusu kural
5018 sayılı Kanun’a ekli (1) Sayılı Cetvel’e bazı eklemeler yapmak suretiyle
kanun metninde değişiklik yapılmasını öngörmektedir. Kanunları değiştirmenin
TBMM’nin görev ve yetkileri kapsamında bulunduğu ve 6771 sayılı Kanun’la
yapılan Anayasa değişikliğiyle bu hususta farklı bir düzenleme öngörülmediği
gözetildiğinde kuralın yürütme yetkisine değil yasama yetkisine ilişkin olduğu
açıktır. Dolayısıyla kural, Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının
birinci cümlesiyle bağdaşmamaktadır” (AYM, E.S.: 2018/55; K.S.: 2020/27; K.
T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
Bu açıdan CBK’ların denetimi yasaların denetiminden farklıdır.
Yasaların esas denetiminde sadece yasanın maddi bakımdan anayasaya uygunluğu
inceleme konusu olurken, CBK’ların önce yetki yönünden incelenerek, Anayasanın
104/17. maddedeki sınırlara uyulup uyulmadığı denetlemelidir. Bu çerçevede
CBK’nın bir özgürlük ve hakkı düzenleyip düzenlemediği, Anayasada yasa kaydı
olan ya da bir kanun tarafından düzenlenmiş bulunan bir konuda düzenlemeye yer
verilip verilmediği öncelikle ele alınmalıdır.
AYM de, konuya ilişkin ilk kararlarında, cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin öncelikle yetki açısından denetlenmesi gerekliliğini açıkça
ifade etmiştir :
“CBK’ların ... konu bakımından
yetki kurallarına uygun olarak çıkarılması gerekmektedir. Aksi takdirde içeriği
Anayasa’ya aykırılık oluşturmasa bile bu düzenlemelerin Anayasa’ya
uygunluğundan söz edilemez. Dolayısıyla CBK’ların yargısal denetiminde
öncelikle Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasında belirtilen konu
bakımından yetki kurallarına uygunluğunun ele alınması gerekir. Anılan fıkra
yönünden herhangi bir aykırılık tespit edilmemesi durumunda ise bu defa
CBK’ların içerik yönünden Anayasa’ya uygunluk denetimi yapılmalıdır” (Bkz.
örneğin : AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı:
13/5/2020 – 31126, §13. Aynı yönde bkz. AYM, E.S.: 2018/55; K.S.: 2020/27; K.
T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
Ayrıca sosyal ve ekonomik haklar konusunda CBK’ların özgürlük ve
hak üzerindeki somut etkisi incelemede dikkate alınmalıdır. Bu yönden bir CBK
hak ve hürriyetleri sınırlayıcı nitelikte ise, konu yasama yetkisinin alanına
kayacak ve CBK Anayasaya aykırı hale gelebilecektir. Bu nedenle sosyal ve
ekonomik haklara ilişkin olarak CBK’larda yer alan her bir hükmün somut etkileri
dikkate alınarak bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda, örneğin CBK’da
öngörülen sosyal ve ekonomik haklarla ilgili düzenleyici kuralların, sosyal
ve/veya ekonomik haklar bakımından pozitif ayrımcılık yapılmasının gerekli
olduğu bir alanda bunu yapmamaktan ya da tetikleyebileceği dolaylı ayrımcı
sonuçlardan da sorumlu olacağını vurgulamak gerekir. Bu çerçevede hangi kuralın
hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı, hangi kuralın sadece düzenleyici nitelikte
olduğunun tespiti oldukça zor olacaktır.
Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı kararnamelerini yetki
açısından denetlemesinin, sıradan bir Anayasa’ya uygunluk denetimi sorunu
oluşturmadığı vurgulanmalıdır. Anayasa,’nın Başlangıç bölümünde, açık şekilde
erkler ayrılığı ilkesine yollama yapılmakla yetinilmemekte, ilkenin aynı
zamanda tanımı da yapılmaktadır. Madde 2’nin öngördüğü hukuk devletinin
gerekleri, normlar hiyerarşisi çerçevesinde kuralı koyan organ ile onu
uygulayan organın birbirinden ayrılmasını, denetim organının ise bağımsız
olmasını ifade eder. Normların aşamalı sırası ise, üst normun alt normun varlık
nedeni olduğu, üst norma uygunluk ise, alt normun geçerlilik koşulu olduğu
anlamına gelir. Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri; yasama, yürütme ve yargı
yetkilerini ayrı ayrı düzenlemektedir. Anayasa’nın 11. maddesine göre; Anayasa
hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlamaktadır. 2017 Anayasa
değişikliğiyle ortaya çıkan yeni anayasal düzende, her ne kadar
cumhurbaşkanlığı kararnamesi adı altında yürütmeye düzenleme yetkisi tanınmış
olsa da, bu yetkinin, gerek çerçevesinin belirlendiği madde 104/17 sınırları
içerisinde gerekse Anayasa’nın değinilen Başlangıç ve genel esasları kapsamında
kullanılıp kullanılmadığı konusunda AYM tarafından gerçekleştirilecek
Anayasa’ya uygunluk denetimi, temel bir önem kazanmaktadır. Öyle ki, AYM
tarafından cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki alanlarında çıkarılıp
çıkarılmadığına ilişkin olarak yapılacak her denetim; bir anlamda, aynı anda
Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 11. ve 104. maddelerinin ihlal edilip edilmediğine
ilişin bir ortak bir denetim anlamına da gelecektir. Özellikle vurgulanmalıdır
ki; Anayasa madde 6/3’e göre, “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz”. Bu itibarla, erkler ayrılığı ilkesine
uyulup uyulmadığına ilişkin bir denetim olan cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin
yetki alanlarında kalıp kalmadıklarına ilişkin denetim; son tahlilde,
egemenliğin Anayasa’ya uygun şekilde kullanılıp kullanılmadığını ve anayasal
yetkilerin “Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun” olarak kullanılıp
kullanılmadığını denetlemek anlamına gelmektedir. Kısaca, AYM’nin
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini denetimi vesilesiyle yapacağı gözlemler,
belirleyeceği ilkeler ve sistemleştireceği ölçütler, Türkiye Cumhuriyeti’nin
anayasal bir devlet olup olmayacağı konusunda belirleyici olacaktır.
Hal böyleyken, Anayasa Mahkemesi; anayasal hukuk devletinin
varlığı açısından 2017 Anayasa değişiklikleri sonrası ivedilikle ele alınması
gereken cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin hukuki rejimi konusuyla ilgili ilk
kararlarını, ancak ellinin üzerinde cumhurbaşkanlığı kararnamesi Resmi
Gazete’de yayınlandıktan ve bunların birçoğuyla ilgili olarak da iptal davası
açıldıktan sonra vermiştir. 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 9
Temmuz 2018’de Resmî Gazete’de yayınlanması sonrasında, AYM’nin bir
cumhurbaşkanlığı kararnamesine ilişkin iptal davasıyla ilgili olarak verdiği
hükmü Resmi Gazete’de görebilmek için, 13 Mayıs 2020 tarihine kadar beklemek
gerekmiştir. Oysa bu bağlamda açılan iptal davalarında, sistematik şekilde,
iptali istenen cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin anayasal çerçeve ile
belirlenmiş kayıtlar içinde yer almadığı somut öğeleri ile ortaya koyulmuş ve
bu arada iptal davası konusu maddelerin yürürlüklerinin durdurulması kararı verilmesi
de ayrıca talep edilmiştir. AYM’nin çok uzun bir süreye yayılmış bu anlaşılamaz
atıllığı sonucunda, Anayasa’ya aykırı olan birçok cumhurbaşkanlığı kararnamesi
düzenlemesi bugün yürürlükte bulunduğu gibi, Anayasa’ya aykırı kararnamelerin
sayısı da günbegün artmıştır. AYM’nin öncelikli mesele olarak ivedi şekilde
çoktan çözmüş olması gereken bu yetki meselesinin karara bağlanmadığı her yeni
gün, Türkiye’de anayasasızlaşma ivme kazanarak derinleşmiş, hukuk devleti ve
demokrasi onulmaz yaralar almaya devam etmiş, bir anayasal düzenin yürürlükte
olduğundan söz etmek güç hale gelmiştir. AYM’nin 13 Mayıs 2020 tarihinde Resmi
Gazete’te yayınlanan cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle ilgili ilk iptal kararı,
yukarıda yapılan tespitlerin haklılığını göstermekte, önünde derdest durumda
olan iptal davalarıyla ilgili olarak hızla karar verme gerekliliğinin anayasal
düzen açısından taşıdığı belirleyici önemi teyit etmektedir (bkz.: AYM, E.S.: 2019/31, K.S.:
2020/5, K.T.:
23/1/2020, R.G.: 13/5/2020 – 31126).
Bu itibarla, Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa’nın kendisine
verdiği görev ve ödev uyarınca, anayasal ve siyasal tahribatın daha da fazla
büyümesine engel olacak şekilde, bugüne kadar iptal davası konusu olan tüm
cumhurbaşkanlığı kararnameleri düzenlemeleriyle ilgili olarak ivedi şekilde
gerekli (yürürlük durdurma ve) iptal kararlarını vermesi gerekmektedir.
Bu konuda gösterilmesi gereken hassasiyet ve titizlik; Anayasa
Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı kararnamelerini yetki açısından denetlemesinin,
denetimine tabi tutulan diğer normatif düzenlemelerin Anayasa’ya uygunluk
denetiminden farklı özellikler taşımasına dayanmaktadır. Anayasa, Başlangıç
bölümünde, Devlet örgütlenmesinin erkler ayrılığı üzerine inşa edileceğini açık
bir biçimde öngörmektedir. Cumhuriyet’in niteliklerini sıralayan ve
somutlaştıran madde 2 ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin “başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayan”dığını öngörmekte olup, bunu hukuk devleti olarak
tanımlamaktadır. Hukuk devleti, mekanizma olarak, devlet örgütünün erkler
ayrılığı çerçevesinde örgütlendiği, hukuki yapılanmanın ise normlar
hiyerarşisine dayandığı bir siyasal örgüt ve hukuki yapı olarak tanımlanır.
Madde 2, madde 14 (değişik: 3/10/2001-4709/3 md.) ışığında okunduğunda hukuk
devletinin içerik olarak da tanımlanmış olduğu görülür: “insan haklarına
dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” ve aynı zamanda “sosyal devlet”; yani
sosyal hukuk devleti. Bu arada; AYM’nin hukuk devleti kavramına ilişkin olarak
kanunların Anayasa’ya uygunluğu denetimi bağlamında oluşturduğu içtihadının,
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin denetiminde de aynı şekilde referans
oluşturacağı açıktır (bu yönde bkz.: AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G.
Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §26–28). AYM’ye göre : “Anayasa’nın 2.
maddesinde belirtilen hukuk devleti; eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil
bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan,
Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini
bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir” (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G.
Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §26). Oysa cumhurbaşkanlığı kararnamelerine ilişkin
(ve özellikle de bunların konu bakımından yetkisizliğine dayalı) iptal
başvurularının böylesine çok sayıda ve bu kadar uzun süreler karara bağlanmamış
şekilde AYM önünde birikmiş olması, AYM’nin verdiği hukuk devleti tanımındaki
her bir unsurun adeta dondurulması anlamına gelmekte; yürütmeyi, dolaylı
olarak, yetkisi dışındaki alanları sistematik şekilde Anayasa’ya aykırı cumhurbaşkanlığı
kararnameleriyle düzenleme refleksi konusunda cesaretlendirmektedir.
Anayasa’nın genel esaslar kısmındaki maddeleri, madde 2’nin
yaptığı çerçeve ve temel tanımlar doğrultusunda okumak ve anlamlandırmak
gerekir:
Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri; Devlet örgütü olarak yasama,
yürütme ve yargı yetkilerini ayrı ayrı düzenlemektedir. Normlar hiyerarşisinin
ana çerçevesini koyan madde 11’e göre; Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve
yargı organlarını bağlamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa’nın bu temel
hükümleri ışığında, iptal davası konusu cumhurbaşkanlığı kararnamelerine
ilişkin denetimini titizlikle gerçekleştirmesi, ivedi bir gerekliliktir.
Yeniden dikkat çekilmesi gereken bir husus da, gerekçe
sorunudur: hukuk devletinde her türlü resmi işlemin gerekçeli olması, hukukun
genel ilkesidir. Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin gerekçesiz olması ise, hukuk
devletine açıkça aykırılık oluşturduğu gibi, anlaşılır ve öngörülebilir
olmalarını da zorlaştırmaktadır. Salt bu gerekçesizlik özelliği dahi,
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Anayasa’ya uygunluk denetiminin taşıdığı
önemi göstermektedir.
B. 67 SAYILI CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİ’NİN BAZI HÜKÜMLERİNİN
ANAYASA AYKIRILIĞI
1) 67 sayılı Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 9. maddesiyle değiştirilen 4
sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 172. maddesinin üçüncü fıkrasının
Anayasaya Aykırılığı
67 sayılı Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 9. maddesiyle, 4 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 172. maddesi değiştirilmiştir. Madde “Harita,
harita bilgisi ve coğrafi verilere yönelik sunulan mal ve hizmet bedellerinin
ödenmesi” başlığını taşımaktadır. İptali istenen üçüncü fıkra ise maddenin
birinci fıkrasının (b) bendi ile ikinci fıkrası hükümleri kapsamında elde
edilecek kaynağın bütçelemesi hususunu düzenlemektedir.
Bütçe; belirli bir dönemdeki gelir ve gider tahminleri ile
bunların uygulanmasına ilişkin hususları gösteren ve usulüne uygun olarak
yürürlüğe konulan belgeyi ifade eder. Bütçe ile devletin nerelere hangi tutarda
para harcayabileceğine, millet adına karar verme yetkisinin yetkili meclislerde
bulunmasına da bütçe hakkı denmektedir. Bütçe hakkı çerçevesinde kamu kurum ve
kuruluşlarının harcamalarının nasıl yapılacağı, bütçelerinin hazırlanması, mali
yönden işleyişinin esasları ve denetimlerinin düzenlenmesi de kanun ile
düzenlenmesi gereken alanlardandır. Anayasamızın 161. maddesinin birinci ve
ikinci fıkralarında “Kamu idarelerinin ve kamu iktisadî teşebbüsleri dışındaki
kamu tüzel kişilerinin harcamaları yıllık bütçelerle yapılır. Malî yıl
başlangıcı ile merkezi yönetim bütçesinin hazırlanması, uygulanması ve kontrolü
ile yatırımlar veya bir yıldan fazla sürecek iş ve hizmetler için özel süre ve
usuller kanunla düzenlenir. Bütçe kanununa, bütçe ile ilgili hükümler dışında
hiçbir hüküm konulamaz.” hükmü bulunmaktadır. Dolayısıyla kamu kurumlarının
harcamalarının bütçelendirilmesi, bütçe hazırlanması, uygulanması, mali
yönetimi ve denetimine ilişkin usul ve esasların düzenlenmesi hususu açıkça
münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken bir alan olarak tanımlanmıştır.
Anayasamızın bu hükmü uyarınca da 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi
ve Kontrol Kanunu yürürlüğe konulmuştur. Bu Kanunun 15. maddesinde Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu; “Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin gelir ve
gider tahminlerini gösteren, bunların uygulanmasına ve yürütülmesine yetki ve
izin veren kanundur.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu bakımdan her mali yıl için
ayrı ayrı görüşülerek kabul edilmesi gereken ilgili yılların bütçe kanunları
doğal olarak bütçe uygulamasının temelini oluşturmaktadırlar.
Bununla birlikte iptali istenen hüküm bakımından asıl önemli madde
5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun “Özel gelirler” başlıklı
39. maddesidir. Söz konusu madde şöyledir.
“Özel gelirler
Madde 39- Özel gelirler karşılığında idarelere tahsis edilen
özel ödenek miktarları, ilgili idarelerin bütçelerinde gösterilir. Malî yıl
içinde kullanılabilecek özel ödenek miktarı, tahsil edilen özel gelir tutarını
geçemez. Tahsil edilen özel gelirlerin ödenek tutarını aşması halinde, ödenek
eklenemez.
Özel gelirlere ilişkin olarak ilgili kanunlarında veya Cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinde belirtilen fiyatlandırılabilir mal ve hizmetlerin tarifeleri
ile uygulamaya yönelik usul ve esaslar, Hazine ve Maliye Bakanlığının görüşü
alınarak ilgili kamu idarelerince belirlenir.
Özel gelirlerin ödenek kaydına, gelecek yıla devrine, iptaline
ilişkin yetki ve işlemler merkezî yönetim bütçe kanununda gösterilir.”
Görüldüğü üzere madde ile hem özel gelirlere ilişkin genel
kurallar belirlenmiş hem de özel gelirlerin ödenek kaydına, gelecek yıla
devrine, iptaline ilişkin yetki ve işlemlerin merkezî yönetim bütçe kanununda
gösterileceği hüküm altına alınmıştır. Bu hükme uygun olarak yılı bütçe
kanunlarında bu yönde düzenlemeler yapılmaktadır. En son 2020 yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanununun 6. maddesinin yedinci fıkrasının (f) bendinde bu yönde
düzenleme yapılmıştır. Buna göre; ilgili mevzuatı gereğince özel gelir
kaydedilmek üzere tahsil edilen tutarları, idare bütçelerinde söz konusu
mevzuatta belirtilen amaçlar için tertiplenen ödenekten kullandırmak üzere
genel bütçenin (B) işaretli cetveline gelir kaydetmeye ve bütçelenen ödenekten
gelir gerçekleşmesine göre ilgili tertiplere aktarma yapmaya, yılı içinde
harcanmayan ödenekleri (2019 yılından devredenler de dâhil) ertesi yıl
bütçesine devren gelir ve ödenek kaydetmeye, bu hükümler çerçevesinde yapılacak
işlemlere ilişkin usul ve esaslar belirlemeye Cumhurbaşkanı yetkili
kılınmıştır.
Özel gelirlerle ilgili olarak ayrıca 14/07/2004 tarihli ve 5217
sayılı Özel Gelir ve Özel Ödeneklerin Düzenlenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun da kısmen
yürürlüktedir. Söz konusu kanun ile özel gelirler ile ilgili çeşitli
düzenlemeler yapılmış ve yayınlandığı tarihte uygulanmakta olan birçok fon da
kapatılmıştır. Kanunun 28. maddesine göre de halen sadece Karayolları Genel
Müdürlüğü ile Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğüne ve konvertibl olmayan
konsolosluk gelirlerine ilişkin hususlardaki özel gelir uygulamaları bu kanun
kapsamında olup diğer özel gelir uygulamaları için 5018 sayılı Kanununun yukarıda
değinilen 39. maddesine atıf yapılmaktadır. Bu bakımdan 5018 sayılı Kanununun
39. maddesi ve buradan hareketle de yılı bütçe kanunları özel gelir
uygulamasının temelini oluşturmaktadırlar. Ancak yılı bütçe kanunları ile özel
gelirlerin bütçelemesine ilişkin olarak Cumhurbaşkanına bir yıllığına yetki
verilmiş olması bu yöndeki uygulamanın Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine bir genel
kural olarak dahil edilmesinin dayanağı olamaz. Keza Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleri kanunların uygulanmasını gösteren bir düzenleme olmayıp
belirlenmiş anayasal sınırlar dahilinde yürütme organının bağımsız olarak
düzenleme yetkisini kullandığı bir araçtır.
İptali istenen hüküm ise düzenlediği bu alan bakımından
Anayasa’nın 161. maddesinde yer alan “merkezi yönetim bütçesinin uygulanmasının
kanunla düzenleneceği” hükmüne aykırıdır.
6771 sayılı Kanun ile getirilen yeni tip Cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin temel ilke ve koşulları Anayasa’nın 104. maddesinin onyedinci
fıkrasında ortaya konulmuştur. Anayasanın 104/17 maddesiyle getirilen
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yürütmeye tanınan düzenleme alanı oldukça dar
ve sınırlıdır. Anayasa Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri için ikili bir sınır
çizmiştir. Birinci sınır olarak Anayasa’da kanun ile düzenlenmesi öngörülen
konular belirtilebilir. İkinci sınır ise, kanun ile düzenlenmiş konulardır.
Anayasanın 104/17. maddesinde geçen “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla düzenlenir” veya “kanunla
konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu maddelere
bakarak belirlenmesi gerekir. Anayasa’nın bu şekilde ortaya çıkan açık sözü,
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarma yetkisinin konu bakımından sınırını
oluşturur. O halde Anayasa’nın bir maddesinde bir konunun yasayla düzenlenmesi
öngörülmüşse o konunun Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenmesi,
Anayasa’nın yasama yetkisinin devredilmezliğine ilişkin 7. maddesine ve yine
104/17. maddesine aykırılık oluşturacaktır.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da salt bir kanunla düzenleme
kaydının bulunmasının, söz konusu konuyu Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konu
bakımından yetki alanından çıkarmak açısından yeterli olduğunu ifade etmiştir :
“... Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak
Anayasa’da hangi konuların münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin özel bir
hüküm bulunmamaktadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik
içtihadında anayasa koyucunun kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu
kapsamda görülmesi gerektiği kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179,
28/12/2017, § 57; E.2016/180, K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163,
29/11/2017, § 13; E.2016/139, K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47, K.2013/72,
6/6/2013). Buna göre Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen alanlarda
Cumhurbaşkanı’nın Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”.
(AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020
– 31126, §11).
Yine Anayasanın 104/17. maddesinde, “Kanunda açıkça düzenlenen
konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılamaz” kuralı bulunmaktadır. Bir
konu yasa ile açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkartılamaz. O
kadar ki; kanunla açıkça düzenlenmiş bir alanda cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamayacağı hükmünü, söz konusu alandaki kanun eliyle dahi bu tür bir
yetkinin cumhurbaşkanlığı kararnamesine tanınamayacağı şeklinde anlamak gerekir
(bkz. (bkz.: AYM, E.S.: 2019/31, K.S.: 2020/5, K.T.: 23/1/2020, R.G.: 13/5/2020
– 31126, §21). Elbette Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin çıkarılması için kanun
hükmünde kararnamelerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme gerekmez. Ancak
kanun hükmünde kararnameler yasaları değiştirebilirken Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleri yasaların açıkça düzenlediği hususlarda bir düzenleme
yapamamakta, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler
bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta; Türkiye Büyük Millet
Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi
hükümsüz hale gelmektedir. Bu hükümler, açıkça Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle yasaların
değiştirilemeyeceğini gösterir. Sonuç olarak, Anayasa’nın 104. maddesinin
onyedinci fıkrasının açık ve bağlayıcı hükümleri karşısında hangi konuda olursa
olsun Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kanunla düzenlenmiş bir konuda düzenleme
yapmak mümkün değildir. Kaldı ki, Anayasa madde 137, Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesine, normlar hiyerarşisinde yasa altı kademede yer vermiştir.
Yukarıda Anayasa’nın 161. maddesine aykırılığının tartışıldığı
bölümde de değinildiği üzere iptali istenen hüküm kanunla düzenlenmesi gereken
ve kanunla düzenlenmiş bir konuda kural koymaktadır.
Bu bakımdan iptali istenen hüküm yukarıda belirtilen anayasal
sınırları aşan bir düzenleme olup bu nedenle Anayasa’nın 104 maddesinin
onyedinci fıkrasına aykırıdır.
Anayasanın 7. maddesinde, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 8. maddesinde ise, “Yürütme
yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun
olarak kullanılır ve yerine getirilir.” kurallarına yer verilmiştir.
Yasama yetkisi, genel ve asli bir yetkidir. Bu yetki, yasama
organının istediği her konuda kanun çıkarabilmesini ve çıkardığı kanunu
istediği şekilde ve ayrıntıda düzenleyebilmesini anlatır. Bu genellik ilkesi,
yasama organının araya herhangi bir işlem girmeden bir konuda doğrudan doğruya
kanun çıkarabilmesini ifade eden yasama yetkisinin asliliği ilkesiyle
bütünleşen bir nitelik taşır.
Anayasada açıkça öngörülmeyen bu ilkeye Anayasa Mahkemesi
kararlarıyla içerik ve anlam kazandırılmıştır. Bu ilkenin tek sınırını
Anayasada bir konuyla ilgili olarak emredici ya da yasaklayıcı nitelikte
kuralların yer alması oluşturmaktadır.
Yasama yetkisinin genelliği ilkesi, Anayasa Mahkemesi
kararlarında şu şekilde açıklanmıştır:
“Anayasada engelleyici bir hüküm bulunmaması durumunda yasa
koyucunun genel düzenleme yapma yetkisine dayanarak kural koyması kaynağını
Anayasadan almayan bir yetkinin kullanılması anlamına gelmez”.
“Yasama organı bir yasa yaparken bütün olasılıkları göz önünde
bulundurarak ayrıntılara ait kuralları da saptamaya yetkilidir’ (Anayasa
Mahkemesi Kararı, E.1962/198, K.1962/111, RG: 24.1.1963-11316).
“Anayasada hangi konularda bir yasa çıkarılamayacağı hakkında
sınırlayıcı bir kural yoktur. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin zorunlu gereklerine
uymak koşuluyla yasama organı her alanda düzenleme yapabilir. Nitekim bir
kimseye aylık bağlanması gibi öznel işlemle yürütülecek türden işler için bile
yasa çıkarabilmektedir”.
Yasama yetkisinin genelliği ilkesiyle ilgili olarak Anayasa
Mahkemesinin temel yaklaşımı; “Anayasada herhangi bir konuda emredici ya da
yasaklayıcı bir kural konulmamışsa, bu konunun düzenlenmesi anayasal ilkeler
içinde yasa koyucunun takdirine bırakılmış demektir” şeklindedir.
Burada sözü edilen anayasal ilkeler eşitlik, hak ve özgürlük
güvenceleri, hukuk devleti, kanunla düzenlenme gibi ilkeleri ifade etmektedir.
Anayasada emredici veya yasaklayıcı hüküm bulunmayan bir konuda kanun çıkarıp
çıkarmamak, yasama organının takdirinde olmakla birlikte çıkarılması öngörülen
bir kanunun eşitlik, kazanılmış haklara saygı gibi anayasal ilkelere olduğu
hukukun genel ilkelerine ve Türkiye’nin taraf olduğu insan haklarına ilişkin
uluslararası kurallara uygun olması zorunludur.
Varlık nedeni ve asli görevi, yasamanın koyduğu kurallar
çerçevesinde icraat yapmak olan Yürütmeye bir yetki olma gücü veren esaslar,
Anayasanın muhtelif maddelerine serpiştirilmiş durumdadır. Yukarıda yürütmenin
yetkisi ve sınırları belirtilmiştir.
67 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 9. maddesiyle
değiştirilen 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 172. maddesinin üçüncü
fıkrası ile 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim Kanunu’nun 39. maddesi ile yılı bütçe
kanunları ile düzenleme zorunluluğu bulunan bir alanda düzenleme yapılmış ve
yasanın çizdiği sınırların dışına çıkılmıştır. Bu gerekçe ile yasa ile verilen
yetki sınırları ve kapsamı değiştirilmiş ve yasama yetkisinin devrinin
sınırlarını aşan bir düzenleme yapılmıştır.
Bu nedenle, söz konusu fıkra Anayasa’nın 7. maddesinde
belirlenen yasama yetkisinin devredilemezliği ilkesine aykırıdır, iptali
gerekir.
İhtilaflı düzenleme, yukarıda belirtilen nedenler çerçevesinde
yürütme yetkisi ve görevinin Cumhurbaşkanı tarafından açık ve kuşkuya yer
bırakmayacak şekilde Anayasa’ya aykırı olarak kullanılması anlamına
geldiğinden, Anayasa’nın 8. maddesine de aykırıdır.
Bu çerçevede 67 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 9.
maddesiyle değiştirilen 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 172.
maddesinin üçüncü fıkrası yukarıda belirtilen nedenlerle Anayasa’nın 7.
maddesine, 8. maddesine, 104. maddesinin onyedinci fıkrasına ve 161. maddesinin
ikinci fıkrasına aykırıdır, iptali gerekir.
2) 67 sayılı Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 13. maddesiyle değiştirilen
4 sayılı CBK’nın 700. maddesinin 5. fıkrasının Anayasa’ya Aykırılığı
67 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 13. maddesiyle 4
sayılı CBK’nın Kırkdokuzuncu bölüm başlığı altında 691. maddesiyle kurulmuş
olan Vakıflar Genel Müdürlüğünün en yüksek karar organı olan ve 698. maddesiyle
kurulan Vakıflar Meclisinin uhdesinde kamu görevi olmayan meclis üyelerine,
ayda dörtten fazla olmamak kaydıyla her bir toplantı günü için (5000) gösterge
rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunacak miktarda huzur
hakkı ödenmesi düzenlenmiştir.
Öncelikle usul açısından 703 sayılı Anayasada Yapılan
Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükümlerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 178. maddesinin
iptali ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi, 6/9/2018 tarihli ve
Mahkemenizin 8965 sırasına kaydedilen dilekçemiz ile talep edilmiştir.
Dilekçede söz konusu maddenin Yetki Kanunu’nun amaç ve kapsamı
içinde olmadığı gibi Anayasanın 128. maddesine göre kanunla düzenlenmesi
gereken hususlarda düzenleme öngördüğünden 128. maddeye ve aynı şekilde kanunla
düzenlenmesi gereken hususlarda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleme
yapılmasını öngörmesi dolayısıyla Anayasanın 104. maddesine aykırılığı öne
sürülerek iptali talep edilmiştir.
Bu çerçevede mahkemeniz tarafından 703 sayılı KHK’nın 178.
maddesinin iptali halinde, bu madde ile 375 sayılı KHK’ya eklenen ek 29.
maddenin iptaline rağmen, 67 sayılı CBK’nın 13. maddesi ile değiştirilen 4
sayılı CBK’nın 700. maddesinin 5. fıkrası hükümleri hukuki olarak yasal
dayanaktan yoksun olmasına karşın yürürlükte kalmaya devam edecektir.
703 sayılı KHK’nın 178. maddesi ile 375 sayılı KHK’ya eklenen ek
29. maddesi, yetki yasasının kapsamında olmaması nedeniyle yok hükmündedir. Bu
maddenin iptaline ilişkin taleplerimizle bağlı olarak, 67 sayılı CBK’nın 13.
maddesi ile değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 700. maddesinin 5. fıkrasının
Anayasanın 104/17. ve 128. maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali talep
edilmektedir.
Yüce Mahkeme, yok hükmünde olan bir maddeye dayalı olarak
yapılan bir düzenlemeyi bu maddenin Anayasa’ya uygun olduğu kanaatine ulaşarak
incelediği takdirde de esasa ilişkin Anayasa’ya aykırılıklar olduğunu
görecektir.
a) Anayasa’nın 128. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 128. maddesinde “Memurların ve diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.
Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır” hükmü
yer almaktadır.
375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin, “Huzur Hakkı” başlıklı
ek 29. maddesinde ise “Bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarının
teşkilatlanmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde öngörülmesi ve
gösterge rakamı belirlenmesi kaydıyla, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye
kurulu, danışma kurulu üyelikleri ve komisyon, heyet, komite ile benzeri
organlarda görev alanlara, ayda dörtten fazla olmamak üzere her bir toplantı
için (1000) ila (3000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı
sonucunda bulunacak miktarda, damga vergisi hariç herhangi bir vergiye tâbi
tutulmaksızın huzur hakkı ödenir. Gösterge rakamları Cumhurbaşkanınca üç katına
kadar artırılabilir.” denilmiştir.
Öte yandan; kanunla açıkça düzenlenmiş bir alanda
cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacağı hükmünü, söz konusu alandaki
kanun eliyle dahi bu tür bir yetkinin cumhurbaşkanlığı kararnamesine
tanınamayacağı şeklinde anlamak gerekir (bkz. (bkz.: AYM, E.S.: 2019/31, K.S.:
2020/5, K.T.: 23/1/2020, R.G.: 13/5/2020 – 31126, §21).
Bu hükümler ışığında; cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile
öngörülen kurumlarda yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu, danışma
kurulu üyelikleri ve komisyon, heyet, komite ile benzeri organlarda görev
alanların mali haklarının kanunla belirlenmesi gerekmekte olup bunun dışında
cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile bu konularda belirleme yapılması mümkün
değildir. Belirtilen nedenlerle itiraz konusu düzenleme Anayasa’nın 128.
maddesine aykırıdır.
67 sayılı CBK’nın 13. maddesi ile değiştirilen 4 sayılı CBK’nın
700. maddesinin 5. fıkrası ile yapılan düzenleme öznesi bakımından belirsizdir.
Söz konusu 4 sayılı CBK’nın 698. maddesi ile kurulan Vakıflar Genel Müdürlüğü
Meclisi, bir kamu tüzel kişiliği değildir. Bakanlık bünyesinde kurulan ve
kararları bağlayıcı nitelikte olan Genel Müdürlüğün en yüksek karar organı
niteliğinde bir Meclis’tir.
4 sayılı CBK’nın 698. maddesi ile bu Meclis’te yer alacak
kişiler, 699. maddesi ile de Meclis’in görev ve yetkileri düzenlenmiştir.
Meclis’te Genel Müdür ve Genel Müdür yardımcılarının yanı sıra Üniversitelerden
gelecek bir üye doğrudan kamu görevlisi olarak Meclis üyeliği yaparken,
Cumhurbaşkanınca belirlenen yükseköğrenim mezunlarından 5 üyenin de kamu
görevlisi olup olmama durumu mümkündür. Nitekim, 5737 sayılı Vakıflar
Kanunu’nun 43. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenleme de buna olanak
sağlamaktadır. Meclis’in görev ve yetkilerine bakıldığında Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün esas organlarından birisi olduğu ve uhdesinde kamulaştırma,
yönetmelik hazırlama, mazbut ve mülhak vakıflara akar ve hayrat taşınmazların
tahsis, satış, trampasına ilişkin tasarruflarda bulunma, Genel Müdürlüğünün
bütçesinin onaylanması gibi kararları alma görevi verilmiştir. Dolayısıyla bu
Meclis açıkça genel kamu hizmeti gören Genel Müdürlüğün asli unsurlarından
biridir. Nitekim, 4 sayılı CBK’nın 698. maddesinin (1) sayılı fıkrasında da “Meclis,
Genel Müdürlüğün en üst seviyesindeki karar organıdır.” Hükmüyle bu konumu
tanımlanmıştır. Bu Meclis’te görev yapan üyeler de belli bir süre ile görev
yapan ve görev ve yetkileri de yukarıda belirtildiği üzere tanımlanmış kamu
görevlileridir. Nitekim, 700. maddenin birinci ve ikinci fıkraları ile 5737
sayılı Vakıflar Kanunu’nun 43. maddesinin birinci fıkrasında “Kamu görevlisi
olmayan Meclis üyeleri, görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlar ve
kendilerine karşı işlenen suçlar yönünden kamu görevlisi sayılır.” hükmü ile
Meclis üyeliğinin niteliği de tanımlanmıştır.
Anayasa Mahkemesi, 13 Mayıs 2020 tarih ve 31126 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanan 2019/78 E., 2020/6 K. Sayılı Kararının 19 ve 20.
paragraflarında bu hususa ilişkin bir tespitte bulunmaktadır:
“19. Anayasa’nın 128. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları “Devletin,
kamu İktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare
esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği
aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür./
Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri
kanunla düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme
hükümleri saklıdır hükümlerini içermektedir. Bu bakımdan Meclis üyelerinin
Anayasanın anılan maddesinin birinci fıkrasında yer alan diğer kamu
görevlilerinden olup olmadıklarının belirlenmesi önem taşımaktadır. Bunun için
de öncelikle Kurul üyelerinin yaptıkları görevin Anayasamın söz konusu
maddesinde belirtilen devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare
esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği
asli ve sürekli görevlerden olup olmadığının tespiti gerekir.
20. Genel idare esaslarına göre yürütülen asli ve sürekli kamu
hizmetlerinde kadro ve pozisyon esastır. Bu hizmetleri yürüten memur ve diğer
kamu görevlileri kendilerine özgü statüye sahiptir. Görevleri dışında da kamu
hizmetleri statüsünün bir bölümü olan bu statü hükmüne tabi olurlar ve resmî
sıfat ve yetkilerini korurlar. Oysa Kurul, Cumhurbaşkanlığı teşkilatı içinde
Cumhurbaşkanına bağlı icrai bir karar alma ve bunu uygulatma yetkisi olmayan
tamamıyla istişari nitelikte bir birim olarak düzenlenmiştir. Kurul üyelerinin
ancak kurul hâlinde çalıştıkları, tek başlarına bir hizmet yapmadıkları, kamu
hizmetlerine geçici ve arızi olarak katıldıkları, görevin ifası sırasında
devletin emredici gücünün kullanılmadığı, Kurulda yer alacak üyeler için kadro
ve pozisyonun belirlenmediği, bu üyeler ile merkezî idare arasında tam bir
statüter ilişkinin kurulmadığı, söz konusu Kurul üyelerinin Kurul üyeliği
dışında başka meslek ve uğraşlarına devam edebildikleri anlaşılmaktadır. Bu
itibarla Kurul üyelerinin yaptıkları görev, Anayasa’nın 128. maddesi anlamında
devletin, kamu iktisadi teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel
idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetinin gerektirdiği
asli ve sürekli bir görev niteliğinde değildir. Dolayısıyla Kurul üyelerinin
belirlenmesi hususu münhasıran kanunla düzenlenmeyi gerektiren bir konu
değildir.”
Söz konusu karara göre oluşturulan Kurul’un, istişari nitelikte,
kamu görevlilerinin atanmadıkları bir kurul olması ve statüter bir ilişki
kurulmaması nedeniyle 128. madde kapsamında olmadığı belirtilmektedir.
Bu karara göre, Genel Müdürlük’ün en üst karar organı olan Meclis’e
atanacak kamu görevlileri açısından bu Meclis üyeliği, statüter bir ilişki
ortaya çıkaracağı gibi bu Meclis’in alacağı kararların Genel Müdürlük açısından
bağlayıcı ve kamulaştırma, tahsis, trampa, satış gibi mülkiyet devirlerini de
ilgilendiren kararlar ile yönetmelik hazırlamayı onaylama, bütçenin
hazırlanması gibi kamu hukuku ve özel hukuk açısından sonuç doğurucu kararlar
olması nedeniyle Meclis’in yerine getirdiği görevin bir kamu hizmeti olduğu
ortadadır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına göre
Vakıflar Meclisi’nin üyelerinin kamuda statüter ilişki içinde olan kişiler
açısından Anayasanın 128. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları kapsamında
olduğu görülmektedir.
Uhdesinde kamu görevi bulunmayan diğer üyeler açısından da
Anayasa’nın 128. maddesinin birinci fıkrası kapsamında diğer kamu görevlisi
sayılacağı da yukarıda tanımlanmıştır. Görevleri itibariyle kamu görevlilerinin
haklarına sahip olan bu kişilerin özlük haklarının ücret, atanma ve diğer mali
ve sosyal haklarının da kanunla belirlenmesi gerekmektedir.
Bu nedenle Meclis’in üyelerinin, atanma, ücretlerinin
belirlenmesi gibi düzenlemelerin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenleme
yapılamayacak konulardan olması nedeniyle Anayasa’nın 128. maddesi kapsamında
olup kanunla düzenlenmesi gereken bir konudur.
Belirtilen nedenlerle itiraz konusu düzenleme, Anayasa’nın 128.
maddesine aykırıdır.
b) Anayasa’nın 35. ve 104. maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasında “…Anayasada
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılamaz. …” hükmüne yer verilmiştir. Anayasa Mahkemesi,
Anayasa’da salt bir kanunla düzenleme kaydının bulunmasının, ilgili konuyu
cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konu bakımından yetki alanından çıkarmak
açısından yeterli olduğunu ifade etmiştir : “... Anayasa’da münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda CBK çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır.
Ancak Anayasa’da hangi konuların münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin özel
bir hüküm bulunmamaktadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik
içtihadında anayasa koyucunun kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu
kapsamda görülmesi gerektiği kabul edilmektedir ... Buna göre Anayasa’da
kanunla düzenleneceği belirtilen alanlarda Cumhurbaşkanı’nın CBK çıkarma
yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020,
R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §11).
67 sayılı CBK’nın 13. maddesi ile değiştirilen 4 sayılı CBK’nın
700. maddesinin 5. fıkrası ile Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde oluşturulan
Vakıflar Meclisi üyelerine “huzur hakkı” çerçevesinde ücret niteliğinde bir hak
ihdas edilmektedir. Söz konusu düzenleme, Meclis üyelerinin ücret ve diğer mali
haklarına ilişkin bulunan konular olup Anayasa’nın 128. maddesinde ifadesini
bulan ve kanunilik ilkesi çerçevesinde Anayasa’nın 128. maddesi uyarınca sadece
kanunla düzenlenebilecek hususlardandır.
375 sayılı KHK’nın ek 29. maddesi ise 703 sayılı KHK’nın 178.
maddesi ile 375 sayılı KHK’ya eklenmiştir.
703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması
Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükümlerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname’nin 178. maddesinin iptali ve yürürlüğünün durdurulmasına
karar verilmesi, 6/9/2018 tarihli ve Mahkemenizin 8965 sırasına kaydedilen
dilekçemiz ile talep edilmiştir.
Dilekçede söz konusu maddenin Yetki Kanunu’nun amaç ve kapsamı
içinde olmadığı gibi Anayasanın 128. maddesine göre kanunla düzenlenmesi
gereken hususlarda düzenleme öngördüğünden 128. maddeye ve aynı şekilde kanunla
düzenlenmesi gereken hususlarda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleme
yapılmasını öngörmesi dolayısıyla Anayasanın 104. maddesine aykırılığı öne
sürülerek iptali talep edilmiştir.
Bu çerçevede Mahkemeniz tarafından 703 sayılı KHK’nın 178.
maddesinin iptali halinde, bu madde ile 375 sayılı KHK’ya eklenen ek madde
29’un iptaline rağmen 67 sayılı CBK’nın 13. maddesi ile değiştirilen 4 sayılı
CBK’nın 700. maddesinin 5. fıkrasının hükümleri hukuki olarak yasal dayanaktan
yoksun olmasına karşın yürürlükte kalmaya devam edecektir.
İptalini talep ettiğimiz düzenleme de Anayasa’da yürütmenin
yetki sınırlarını belirleyen özel düzenlemeye göre yürütmenin yetki sınırları
dışına çıktığının bir örneğini oluşturmaktadır. Anayasa’nın 104. maddesinin on
yedinci fıkrasında “…Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. …” hükmüne yer verilmiştir.
İptali istenen kurallarla yukarıda da belirtildiği üzere Meclis
üyeliğine seçilen kişilerin aylık ve ödeneklerine ilişkin olarak yapılmış
bulunan düzenleme, Anayasa’nın 128. maddesindeki kanunilik koşulunu ihlal
etmesi hasebiyle, Anayasa’nın 104. maddesine aykırıdır. Bu nedenle iptali talep
edilmektedir.
Söz konusu düzenleme, Meclis üyelerine huzur hakkı adı altında
ücret ödenmesi ile ilgili olduğundan aynı zamanda Anayasanın 35. maddesiyle
düzenlenen “mülkiyet hakkı” kapsamında olduğunu söylemek mümkündür. Anayasa
Mahkemesi, Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkının, “ekonomik
değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı haklarını”
kapsadığını belirtmiştir (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, §§ 20, 21). Bu
çerçevede gerek norm denetiminde gerekse bireysel başvuruda kişilere ödenmesi
öngörülen ücret, maaş, yaşlılık aylığı, emeklilik ikramiyesi ve kıdem tazminatı
gibi ödemeler mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmiştir (bkz. Adli tıp
uzmanına ödenen otopsi ücreti konusunda AYM, Yasemin Balcı [GK], B. No:
2014/8881, 25/7/2017; noterlerin ücreti konusunda AYM, E.2017/163, K.2018/90,
06/09/2018; ek gösterge ve makam tazminatı dahil aylık maaş konusunda AYM,
Ayten Yeğenoğlu, B. No: 2015/1685, 23/5/2018; yaşlılık aylığı konusunda AYM,
E.2019/50, K. 2019/96, 25/12/2019, AYM, Naci Altunbulduk, B. No: 2017/38608,
11/12/2019 ve AYM, Muzaffer Peker, B. No: 2016/7192, 7/11/2019; emekli
ikramiyeleri konusunda AYM, E.2018/8, K.2018/85, 11/5/2018, AYM, Ferda
Yeşiltepe [GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017; işçilere ödenen kıdem tazminatı
konusunda AYM, E. 2018/8, K.2018/85, 11/7/2018, AYM, Adnan Alver, B. No:
2014/5800, 9/11/2017).
İptali talep edilen düzenleme, Vakıflar Meclisi üyelerine
yapılabilecek ödemeleri düzenlemektedir. Mecliste görev yapacak kişilere
yapılacak ödemelerin bu kişiler açısından “mülk” teşkil ettiği kuşkusuzdur.
Dolayısıyla Meclis üyelerine verdikleri hizmet karşılığında yapılacak ödemeler
sürekliliği olan ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 61. maddesinin 3.
fıkrasında tanımlanan ücret niteliği taşıyan ödeme olduğundan “mülkiyet hakkı’”
kapsamındadır. Dahası Meclis üyelerine yapılacak ödemelerin CBK ile
belirlemesi, bu ödemelerin artırılması veya azaltılmasını da kapsamaktadır. Bu
çerçevede sözgelimi başka bir CBK ile ödemelerin azaltılması durumunda bunun
mülkiyet hakkına yönelik bir sınırlandırma olacağı da açıktır. Bu nedenle
kural, Anayasa’nın ikinci kısmının ikinci bölümünde yer alan mülkiyet hakkına
ilişkin bir düzenleme mahiyetindedir. Bu durumda iptali istenen CBK hükmü,
Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrası çerçevesinde sınırları çizilen yasak
alanı ihlal etmesi ve temel hak ve hürriyetlerden olan mülkiyet hakkına ilişkin
bir düzenleme yapması nedeniyle Anayasanın 35. maddesine aykırıdır ve bu
nedenle de Anayasanın 104. maddesine aykırıdır ve iptali gerekir.
c. Anayasa’nın 8. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 8 inci maddesinde “Yürütme yetkisi ve görevi,
Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve
yerine getirilir” hükmüne yer verilmiştir.
İptali istenen düzenleme ile yürütme görevi ve yetkisi Anayasaya
uygun olarak kullanılmamıştır. Yukarıda açıklandığı üzere kamu görevlilerinin
nitelikleri ile aylık ve mali haklarına ilişkin konular ile mülkiyet hakkı
kapsamındaki konularda, Anayasa, Cumhurbaşkanı’na düzenleme yapma yetkisi
vermemektedir. Oysa itiraz konusu kural ile Cumhurbaşkanlığı tarafından kamu
görevlilerinin mali haklarına ilişkin konular ile mülkiyet hakkı kapsamındaki
ücret hakkına ilişkin olarak düzenleme yapılmıştır. İhtilaflı düzenleme,
yürütme yetki ve görevinin anayasal sınırların dışına çıkmadan icra edilmesi
zorunluluğunu içeren Anayasa’nın 8. maddesine aykırıdır ve iptal edilmek
gerekir.
Bu nedenle, 703 sayılı KHK’nın 178. maddesi ile 375 sayılı
KHK’ya eklenen ek madde 29’a ilişkin iptal taleplerimizle bağlı olarak, 67
sayılı CBK’nın 13. maddesi ile değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 700. maddesinin 5.
fıkrasının, Anayasa’nın 8., 35., 104/17. ve 128. maddelerine aykırı olması
nedeniyle iptali talep edilmektedir.
3) 67 sayılı Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 15. Maddesi ile Ekli
Listenin Anayasa’ya Aykırılığı
67 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 15. maddesi ile
Meteoroloji Genel Müdürlüğü için CBK’nin ekinde yer alan listedeki yeralan
kadrolar ihdas edilmiş ve bu listede yer alan kadroların 2 sayılı CBK’nın eki
(I) sayılı Cetvelin Meteoroloji Genel Müdürlüğü merkez teşkilatı bölümüne
eklenmesine ilişkin düzenlenme yapılmıştır.
a. Anayasa’nın 104. Maddesine Aykırılık
Söz konusu düzenleme, yetki yönünden Cumhurbaşkanlığı
Kararnamelerinin sınırlarını aşması nedeniyle Anayasa’nın 104. maddesine
aykırıdır. Anayasanın 104/17. maddede geçen “münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konular” ibaresinin Anayasa’da “kanunla düzenlenir veya kanunla
konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu maddelere
bakarak belirlenmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da salt bir kanunla
düzenleme kaydının bulunmasının, ilgili konuyu cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
konu bakımından yetki alanından çıkarmak açısından yeterli olduğunu ifade
etmiştir : “... Anayasa’da münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda CBK çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır.
Ancak Anayasa’da hangi konuların münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin
özel bir hüküm bulunmamaktadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik
içtihadında anayasa koyucunun kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu
kapsamda görülmesi gerektiği kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179,
28/12/2017, § 57; E.2016/180, K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163,
29/11/2017, § 13; E.2016/139, K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47, K.2013/72,
6/6/2013). Buna göre Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen alanlarda
Cumhurbaşkanı’nın CBK çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G.
Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §11). O halde Anayasa’nın bir maddesinde bir konunun yasayla
düzenlenmesi öngörülmüşse o konunun Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
düzenlenmesi, Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık oluşturacaktır.
İptali talep edilen düzenleme, Anayasa’nın 123. maddesinde ifade
edildiği üzere idarenin bütünlüğü içerisinde yeralan Meteoroloji Genel
Müdürlüğü merkez teşkilatında genel idare esaslarına göre yürütülmekte olan
kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden İklim ve
Zirai Meteoroloji Dairesi Başkanı ve Şube müdürü şeklindeki yöneticilere
ilişkin olup, Anayasa Mahkemesinin (AYMK, E.2005/145 K.2009/112, 23.7.2009;
AYMK, E. 2018/73, K.2019/65, 24.7.2019) kararlarında da belirtildiği üzere
Anayasa’nın 128. maddesi kapsamındadır.
Bu nedenle bu kadroların ihdasına ilişkin kuralların da
Anayasa’nın 128. maddesi uyarınca kanunla düzenlenmesi gerekir. Nitekim,
Anayasa Mahkemesi, E. 2018/73, K.2019/65, 24.7.2019 kararının 139 ila 141.
paragraflarında memurların kadro ihdas ve iptal işlemlerinin kanun ile
düzenlenmesi öngörülen alanlardan olduğunu belirterek, bu kadroların ihdas ve
iptallerinin de Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenleme yapılamayacağını da
dolaylı olarak tanımlamıştır. Dolayısıyla, söz konusu düzenleme, Anayasa’nın
104/17. maddesinde belirlenen sınırları aşarak kanun ile düzenlenmesi öngörülen
alanda düzenleme yapması nedeniyle Anayasa’nın 104/17. fıkrasına aykırıdır,
iptali gerekir.
b. Anayasa’nın 128. Maddesine Aykırılık
Yine söz konusu düzenleme, yukarıda da belirtildiği üzere esas
açısından Meteoroloji Genel Müdürlüğü merkez teşkilatında genel idare
esaslarına göre yürütülmekte olan kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve
sürekli görevleri ifa etmek için çalıştırılacak olan kamu görevlilerinin
kadrolarının ihdas edilmesini düzenlemektedir.
Anayasa’nın 128. maddesinde, “Memurların ve diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.
Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır” hükmü
yer almaktadır.
Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen bu hüküm açıkça kamuda
çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerinin, atama, nitelikleri,
hakları ve yükümlülükleri, aylık ve diğer özlük işleri ile görevlerinin sona
erme işlemlerinin kanun ile düzenlenmesi şartını getirmektedir. Meteoroloji
Genel Müdürlüğü, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na ek (I)
sayılı Cetvel’de genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri arasında sayılmıştır.
Söz konusu Genel Müdürlük, Anayasa’nın 123. maddesinde ifade edildiği üzere
idarenin bütünlüğü içinde yer almaktadır. Dolayısıyla, bu kurumda çalışan
personelin atanması, görev ve yetkileri, iş akitlerinin sona ermesi veya
bunların tayin, nakil gibi özlük haklarını doğrudan etkileyen bir düzenlemenin
de kanunla yapılması gerektiği aşikârdır. Söz konusu personelin kadrolarının
ihdası da atanmaları ile doğrudan bağlantılı olan bağlı bir düzenlemedir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin E. 2018/73, K.2019/65, 24.7.2019 tarihli
kararında bu durum açıkça belirlenmiştir. Mahkeme söz konusu kararında;
“139. Adı geçen kurumlar Anayasa'nın 123. maddesinde
ifade edildiği üzere idarenin bütünlüğü içinde yer almaktadır. Bu kurumlarda
genel idare esaslarına göre yürütülmekte olan kamu hizmetlerinin gerektirdiği
asli ve sürekli görevleri ifa eden personel Anayasa'nın 128. maddesi kapsamında
olduğundan bunların kadrolarına, bu kadroların ihdas ve iptaline ilişkin
kuralların da Anayasa'nın 128. maddesi uyarınca kanunla düzenlenmesi gerekir.
140. Dava konusu kuralda ise anılan idarelerin 2017 yılı
fiilî kadrolarının 2016 yılı sonuna kadar TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunca
belirlenmesi öngörülmüştür. Kural bu hâliyle yasama yetkisinin devri sonucunu
doğurmakta, kamu görevlilerinin statülerinin kanunla düzenlenmesi yolundaki
anayasal kurala aykırılık oluşturmaktadır.
141. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 7. ve 128.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.”
diyerek kadro ihdas ve iptalinin de Anayasa’nın 128. maddesinin
2. fıkrası kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Yine Anayasa mahkemesi, 36 sayılı CBK’ye ilişkin açılan iptal davasında, 2019/78 Esas, 2020/6 Karar
sayılı Kararında:
“20. Genel idare esaslarına göre yürütülen asli ve sürekli kamu
hizmetlerinde kadro ve pozisyon esastır. Bu hizmetleri yürüten memur ve diğer
kamu görevlileri kendilerine özgü statüye sahiptir. Görevleri dışında da kamu
hizmetleri statüsünün bir bölümü olan bu statü hükmüne tabi olurlar ve resmî
sıfat ve yetkilerini korurlar. Oysa Kurul, Cumhurbaşkanlığı teşkilatı içinde
Cumhurbaşkanına bağlı icrai bir karar alma ve bunu uygulatma yetkisi olmayan
tamamıyla istişari nitelikte bir birim olarak düzenlenmiştir. Kurul üyelerinin
ancak kurul hâlinde çalıştıkları, tek başlarına bir hizmet yapmadıkları, kamu
hizmetlerine geçici ve arızi olarak katıldıkları, görevin ifası sırasında
devletin emredici gücünün kullanılmadığı, Kurulda yer alacak üyeler için kadro
ve pozisyonun belirlenmediği, bu üyeler ile merkezî idare arasında tam bir
statüer ilişkinin kurulmadığı, söz konusu Kurul üyelerinin Kurul üyeliği
dışında başka meslek ve uğraşlarına devam edebildikleri anlaşılmaktadır. Bu
itibarla Kurul üyelerinin yaptıkları görev, Anayasamın 128. maddesi anlamında
devletin, kamu iktisadi teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel
idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetinin gerektirdiği
asli ve sürekli bir görev niteliğinde değildir. Dolayısıyla Kurul üyelerinin
belirlenmesi hususu münhasıran kanunla düzenlenmeyi gerektiren bir konu
değildir.” şeklindeki tespitiyle memur ve kamu görevlisi statüsünde olan
personelin kadro ihdas ve iptallerinin Anayasanın 128. maddesinde belirlenen
şekilde kanun ile düzenlenmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Bu nedenle Meteoroloji Genel Müdürlüğü merkez teşkilatında genel
idare esaslarına göre yürütülmekte olan kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve
sürekli görevleri ifa etmek için çalıştırılacak olan personelin kadro ihdas ve
iptalinin de kanunla belirlenmesi gerekmekte olup bunun dışında
Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile bu konularda belirleme yapılması mümkün
değildir. Belirtilen nedenlerle itiraz konusu düzenleme, Anayasa’nın 128.
maddesinde belirtilen kanunla düzenleme yapılması öngörülen konulardan
sayıldığı için Anayasa’nın 128. maddesine aykırıdır. Bu nedenle iptali gerekir.
c. Anayasa’nın 7. Maddesinde Belirlenen Yasama Yetkisinin
Devredilemezliği İlkesine Aykırılık
Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar
dışında kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden kural koyamaz. Ya da
bir kanuna aykırı olarak bir kural koyamaz.
67 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 15. maddesi ile 2
sayılı CBK’ya eklenen liste ile Meteoroloji Genel Müdürlüğü merkez teşkilatında
genel idare esaslarına göre yürütülmekte olan kamu hizmetlerinin gerektirdiği
asli ve sürekli görevleri ifa etmek için çalıştırılacak kamu görevlileri için
kadro ihdası yapılmasına ilişkin düzenleme getirilmektedir.
Söz konusu düzenleme ile Anayasa’nın 128. maddesinde yasa ile
düzenlenmesi öngörülmüş bir alanda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleme
yaparak Meteoroloji Genel Müdürlüğü merkez teşkilatında bünyesinde çalışan
personelin kadroları ihdas edilmektedir. Bu şekilde anayasal yetki sınırları ve
kapsamı değiştirilmiş ve yasama yetkisinin devrinin sınırlarını aşan bir
düzenleme yapılmıştır. Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüş
durumlar dışında kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden kural
koyamaz.
Dolayısıyla kamu görevlilerinin kadro, pozisyon, atanmalarının
kanunla düzenlenmesi yolundaki Anayasa kuralına aykırı bir düzenleme yapılması
ve yürütmeye Anayasa’ya aykırı bir yetki tanımlanması, yasama yetkisinin
devrine ilişkin sınırın aşıldığını ve yürütmenin yasamanın yetki alanına
müdahale ettiğini göstermektedir. Bu nedenle, söz konusu madde, Anayasa’nın 7.
maddesinde belirlenen yasama yetkisinin devredilemezliği ilkesine aykırıdır,
iptali gerekir.
d. Anayasa’nın 8. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 8. maddesine göre; “Yürütme yetkisi ve görevi,
Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve
yerine getirilir”. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, yürütme yetkisi olarak,
Anayasa ve kanunlar çerçevesinde kullanılmalıdır. Oysa, 67 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 15. maddesi ile 2 sayılı CBK’ya eklenen liste
ile Anayasa m.104/17 ve m.128’e aykırı şekilde, Meteoroloji Genel Müdürlüğü
merkez teşkilatında genel idare esaslarına göre yürütülmekte olan kamu
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri yerine getirmek için
çalıştırılacak olan memurların kadroların ihdasına ilişkin düzenleme
yapılmaktadır. Yukarıda belirtildiği üzere bir CBK ile kanunla düzenlenmesi
öngörülen bir alanda düzenleme yapılması ile kanun koyucunun alanına müdahale
edilmesi, açık şekilde anayasal çerçeve dışında yetki kullanımını ortaya
koymaktadır. Bu itibarla 67 sayılı CBK’nin 15. maddesi ile ekli liste,
Anayasa’nın 8. maddesine de aykırıdır, iptali gerekir.
e. Anayasa’nın 2. Maddesine ve Başlangıç İlkelerine Aykırılık
Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik
ve sosyal bir hukuk Devleti” olan Cumhuriyet, erkler ayrılığı ilkesinde
somutlaşır: “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması
anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret
ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak
Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;” (Başlangıç, prg.4). Bu çerçevede; Anayasa’nın
7., 8. ve 9. maddeleri de yasama, yürütme ve yargı yetkilerini ayrı ayrı
düzenler.
67 sayılı CBK’nin 15. maddesi ile ekli liste, yukarıda açıklanan
nedenlerle, “Anayasa ve kanunların üstünlüğü” ilkesini ihlal ettiğinden,
Anayasa’nın 2. maddesine ve Başlangıç prg. 4’e de aykırılık oluşturmaktadır.
Bu aykırılık durumu, “kaynağını Anayasa’dan almayan Devlet
yetkisi kullanma yasağı” (md.6) karşısında ve Anayasanın bağlayıcılığı ve
üstünlüğü ilkesi (md.11) ile daha belirgin hale gelmektedir. Dahası, CB’nin, “Anayasanın
uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin” etme
yükümlülüğü (md.104/2), aykırılık durumunu, aşikâr olmanın ötesinde tehlikeli
hale getirmektedir. Bu nedenle, söz konusu düzenleme, Anayasa’ya aykırı olarak
bir yetki kullanımını düzenlediğinden ve yukarıda belirtilen nedenlerle
Anayasa’nın 6., 11. ve 104/2. maddelerine de aykırılık teşkil etmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle 67 sayılı CBK’nin 15. maddesi ile
ekli liste, Anayasa’nın, Başlangıç ilkelerine, 2., 6., 7., 8., 11., 104/2, 104/17.
ve 128. maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali talep edilmektedir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, 6771 sayılı Anayasa Değişikliği
Kanunu ile Anayasada yapılan değişikliklerle hukuk sistemimize girmiş ve 24
Haziran Seçimleri sonucunda Cumhurbaşkanının yemin ederek görevine başlamasıyla
yürürlüğe girmiştir. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile ilk defa yürütme
organına, dayanağını doğrudan Anayasadan alan bir düzenleme yetkisi
tanınmıştır. Anayasa’da önemli sınırlamalar getirilerek tanınmış olan bu
yetkinin, anayasal sınırlar çerçevesinde kullanılması, kötüye kullanılmaması ve
yasama yetkisinin devri niteliği taşımaması, Anayasa’nın başta 6. ve 7.
maddeleri gereği olup, örgütlenmesi, erkler ayrılığına dayanan demokratik hukuk
devletinin yaşama geçirilmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Oldukça güçlü
yetkilerle donatılmış ve doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanının
anayasada kendisine tanınan sınırlı alanı aşarak her konuda düzenlemeler
yapması, demokratik hukuk devletinin özünü oluşturan denge ve denetleme
mekanizmalarını işlevsiz hale getirecek, sistemi yürütmenin keyfi yönetimine
dönüştürecektir.
Göreve başlamasının hemen ardından Cumhurbaşkanınca oldukça
kapsamlı pek çok CBK çıkarıldığı görülmektedir. Bu CBK’lerin pek çoğunda da
anayasal yetki sınırlarının aşıldığı, Anayasanın CBK ile düzenlenmesini
yasakladığı alanlarda düzenlemeler yapıldığı görülmektedir. İptali istenen
kuralların tamamı, Anayasanın cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenmesini
yasakladığı alanlara ilişkin düzenlemelerden oluşmaktadır. Bu nedenle ultra
vires geçersizlikle maluldür. Bu bakımdan Anayasa Mahkemesince ivedilikle
incelenerek yetki dışı düzenlemelerin iptal edilmesi ve hukuk sisteminden
ayıklanması, normlar hiyerarşisine dayanan hukuk düzeninin devamlılığı
bakımından hayati önem taşımaktadır. Bu durum, Anayasa’nın 128. maddesinin 2.
fıkrası gibi devletin yapılanmasını doğrudan ilgilendiren bir düzenleme
açısından özellikle böyledir.
Anayasanın tanıdığı yetki çerçevesinin dışında yapılan işlemler,
ultra vires geçersizlikle maluldür. Hukuki geçerliliği bulunmayan düzenlemelere
dayanarak işlemler tesis edilmesi, birey haklarına telafisi imkânsız zararlar
verecektir. Bu nedenle, bu düzenlemelerin bir an önce yürürlüklerinin
durdurulması, hukuki bir zorunluluktur.
Hukuk devleti ilkesini zedeleyen ve Anayasaya açıkça aykırı olan
bir düzenlemenin uygulanması halinde, sonradan giderilmesi olanaksız zararlara
yol açacağı çok açıktır. Anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı
kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da gereğidir. Anayasaya
aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde sübjektif yararların üstünde,
özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği
kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve
özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin
hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında
duraksama bulunmamaktadır.
Ayrıca, burada tekrar vurgulanmalıdır ki; Anayasa’nın
çerçevesini ve sınırlarını sınırlı sayı ilkesiyle (numerus clausus) belirlemiş
olduğu yetki alanı dışında çıkarılan cumhurbaşkanlığı kararnameleri, Türkiye
Cumhuriyeti’nin üzerine inşa edildiği erkler ayrılığı ilkesinin ve bu çerçevede
Devletin yönetim biçimine ilişkin emredici ve yasaklayıcı Anayasa hükümlerinin
ihlal edilmesi sonucunu doğurduğu kadar, Devlet’in hukuki yapılanmasının
çerçevesini oluşturan normlar hiyerarşisinin de bozulmasına sebep olmaktadır.
Siyasi rejimin demokrasiden monokrasiye kaydırıldığı, yargının bağımsızlığını
yitirdiğine ilişkin çok ciddi iddia ve tespitlerin bulunduğu bir tarihsel zaman
diliminde (bu son nokta hakkında bkz. Türkiye’nin AİHS’nin 18. maddesini ihlal
ettiğine karar veren müteakip karar: AİHM, Kavala/Türkiye, başvuru no:
28749/18, 10 Aralık 2019, p.197-232), AYM’nin, açık şekilde Anayasa’nın çizdiği
yetki çerçevesinin dışına çıkan cumhurbaşkanlığı kararnamesi maddelerinin
yürürlüklerinin durdurulmasına karar vermesi; Anayasa’nın tanımladığı şekliyle
Devlet düzeninin sağlıklı işleyişi, hukuk devletini ilkesinin asgari
gereklerinin işletilmesi ve demokrasinin devamı açısından yaşamsal olduğu
kadar, Anayasa Mahkemesi’nin varlık sebebi açısından da bir zorunluluktur.
Yukarıda sayılan türde zarar ve durumların doğmasını önlemek
amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan söz konusu maddelerin iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa
Mahkemesine dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
18/09/2020 tarihli ve 67 sayılı Bazı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin;
1. 9. maddesiyle değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 172. maddesinin
üçüncü fıkrasının, Anayasanın 7., 8., 104/17. ve 161. maddelerine,
2. 13. maddesiyle değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 700. maddesinin
5. fıkrasının, Anayasa’nın 8., 35., 104/17. ve 128. maddelerine,
3. 15. maddesi ile ekli listenin, Anayasa’nın, Başlangıç
ilkelerine, 2., 6., 7., 8., 11., 104/2, 104/17. ve 128. maddelerine,
aykırı olması nedeniyle iptaline ve dava sonuçlanıncaya kadar
yürürlüğünün durdurulmasına, karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz
ederiz.”