“Dava konusu uyuşmazlık A sınıfı iş sağlığı ve güvenliği uzmanlığı sertifikası bulunan davacının, FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üyeliği, mensubiyeti, iltisakı yahut irtibatı olduğundan bahisle 7081 sayılı Kanun'un 9. maddesine göre sertifikasının yenilenmemesine dair işlemden kaynaklanmaktadır.
Anayasa'nın 2. maddesi uyarınca Türkiye Cumhuriyeti Devleti demokratik bir hukuk devletidir. Hukuk devleti ilkesine göre kişilerin temel hak ve hürriyetlerinin korunması esas, bunların sınırlandırılması ise istisnadır. Zaten Anayasa'da da temel hak ve hürriyetlere yönelik belirlemeler yapılırken hukuk devleti ilkesinden hareket edilerek, asıl gözetilmesi gerekenin temel hak ve hürriyetlerin korunması olduğuna dair hükümlere yer verildiği görülmektedir. Hukuk devleti ilkesine göre Anayasa'nın bağlayıcılığı ve Devlet'e verilen görevlerin yerine getirilmesi sadece bir organa ya da makama yükümlülük getirmemektedir. Aksine yasama, yargı ve yürütme erklerinin tamamı için kapsayıcı olan Anayasa'nın, hukuk devletine uygun hareket etme noktasında herkes için gözetilmesi gereken temel metin olduğunda duraksama bulunmayıp, Anayasa'da Devlet'e verilen görevlerin tüm erkler tarafından bir bütün olarak yerine getirilmesi gerekmektedir.
Anayasa'nın 5. maddesinde Devlet'in temel amaç ve görevleri kişilerin temel hak ve hürriyetlerini korumak olarak belirtilmiştir. Buna göre temel hak ve hürriyetler korunurken, bunları sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak Devlet'in görevlerinden birisi olarak sayılmıştır. Elbette ki sosyal hukuk devleti ile adalet ilkeleriyle bağdaşacak nitelikte olmak suretiyle kişilerin temel hak ve hürriyetleri sınırlandırılabilecektir. Fakat bu şekilde yapılacak bir sınırlandırmanın, Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen temel ilkelere aykırılık teşkil etmemesi gerekmektedir.
Eşitlik ilkesi, Anayasa'nın 10. maddesinde ifade bulan temel bir hukuk ilkesidir. Hukuk devleti ilkesiyle bir bütün teşkil eden eşitlik ilkesi, kişiler arasında hiçbir sebebe dayalı olmaksızın eşitliği bozucu davranışlarından kaçınmayı gerektirir. Eşitliği bozucu her türlü tutumun Anayasa'ya aykırı olması bir yana, temel hukuk ilkeleriyle de bağdaşmayacağı açıktır. Eşitlik ilkesi klasik anlamda, herkesin birbirine eşit olmasını ifade etmektedir. Mutlak eşitlik herkesin birbirine eşitliğini ifade etmekte ise de mutlak eşitlik her durum ve koşulda geçerliliği olabilecek bir konu değildir. Örneğin, idarece belli statüdeki kişiler arasında tesis edilebilecek bir işlemin o statüde olmayan kişileri de sırf eşitlik ilkesi uyarınca işlem kapsamına alma şeklinde bir zorunluluktan bahsedilemez. Bu çerçevede nispî eşitlik ilkesinin de açıklanması gerekir. Nispî eşitlik, aynı durumda ve hatta daha dar ifadeyle hukuken tatbiki gereken mevzuata tabi olacak aynı statüdeki kişiler arasındaki eşitliği ifade eder. Eşitlik ilkesi mutlak eşitliği kapsadığı gibi, kişilerin tabi olacağı hukuk anlamında nispî eşitliği de kapsar. Böylece aynı durumda bulunan kişiler arasında, farklı hukuk kurallarının yürütülmesi ya da kuralların aynı durumda olan kişiler arasında farklı şekilde ele alınması eşitlik ilkesine aykırılık teşkil edecektir.
Anayasa'nın 13. maddesinde kişilere tanınan temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlandırılabileceği de düzenlenerek, temel hak ve hürriyetlerinin özüne dokunmamak suretiyle yapılabilecek sınırlandırmaların temel ölçütleri belirtilmiştir. Buna göre hakkın özüne dokunmamak temel kıstastır. Hakkın özüne dokunmamak koşulu gözetilerek, Anayasa'nın özüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmayacak biçimde sınırlandırmalar yapılabilecektir. Anayasa'nın özü ve ruhu esas alındığında, esasen bu getirilen ölçütlerden sadece birine dahi aykırılık bulunması durumunda, temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasının hukuk devleti ilkesi ve diğer anayasal ilkelere uygun olmadığı kabul edilmelidir. Zaten birbiriyle doğrudan ilintili olan bu kıstaslardan herhangi birinin gözetilmemiş olması, doğrudan diğer kıstasların da göz ardı edilmiş olduğu bir durumu ortaya koyacaktır.
Anayasa'da kişilerin temel hak ve hürriyetleri arasında çalışma ve sözleşme özgürlüğü ile çalışma hak ve ödevi yer almaktadır.
Çalışma ve sözleşme özgürlüğü olarak ifade edilen temel hak ve özgürlük, kişilerin istediği alanda özgürce çalışma yapabilmesine olanak tanımaktadır. Elbette ki bu özgürlük diğer yasal sınırlamalarla birlikte ele alınarak kullanılabilecektir. Yani çalışma ve sözleşme özgürlüğünün mutlak bir özgürlük sağladığını söylemek olanaklı değildir. Ancak kişilere tanınabilecek azamî sınırlar içerisinde bu özgürlükten yararlandırılması gerekliliktir. Bu özgürlük sözleşme hürriyetini de kapsamakla, çalışma alanında kişilerin serbestçe sözleşme yapabilmesine de imkân tanımaktadır. Böylece bir gerçek veya tüzel kişi, açıkça kanuna ve ahlâk ile adap kurallarına aykırı düşmemek gibi temel hukuk kaideleri dışında, istediği şekilde sözleşme yapabilecek ve istediği alanda çalışabilecektir. Bunun sınırlandırılması ancak kamu yararına dayalı hâllerde olabilecek, konusu suç teşkil etmek, temel hukuk ilkelerine aykırılık oluşturmak gibi ve temel olarak korunması ve gözetilmesi gereken durumlar dışında bu özgürlüğe müdahale edilememesi gerekecektir.
Çalışma hakkı ve ödevi ise Anayasa'da kişilere talep edebilmek imkânı veren bir hak olmanın yanı sıra, bir yükümlülük de getiren durumu ifade etmektedir. Çalışma özgürlüğü ile birlikte ele alındığında çalışma hakkı, kişilerin istediği alanda çalışabilmesine yeterli imkânın sağlanması ve Devlet'in bu alana müdahale etmemesini ifade eder. Çalışma hakkının gözetilmesi için Devlet'e negatif yükümlülükler getirildiği gibi, bazı pozitif yükümlülükler de getirilmiştir. Buna göre kişilerin çalışma ödevini de yerine getirilebilmesi namına, işsizliğe karşı gerekli önlemlerin alınması ve işsizlerin korunması gerekir. Devlet'e hem pozitif hem negatif yükümlülük getiren çalışma hakkı, Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı ile de doğrudan ilintilidir. Zira günümüz ekonomik anlayışı ve şartlar içerisinde kişilerin hayatlarını devam ettirebilmesi için gerekli olan mülkiyetindeki taşınmaz, taşınır veya para gibi kıymetlerin korunması, esasen bunları korumaya yönelik bir gelir elde etmesine de dayandığı izâha muhtaç olmayan bir durumdur. Bu suretle çalışma hakkının bir yönüyle mülkiyet hakkını korumanın da aracı olduğunu söylemek mümkündür. Bu nedenle de çalışma hak ve ödevine yönelik yapılacak yorumlamanın mülkiyet hakkından arî bir biçimde yapılması, Anayasa'nın ruhuna da uygun düşmeyecektir.
Bilindiği üzere Anayasa ve konuya yönelik mevzuat düzenlemelerinde kamuda istihdam edilecek personeller için Devlet'e sadakat yükümlülüğü getirilmiştir. Kamu personelinin bulundukları statüde icra edecekleri kamu hizmetlerinin etkin ve verimli yürütülmesi ile kamu yararının bir gereği olarak bunlara ilişkin bazı tedbirler alınabilecektir. Bunlara yönelik alınacak tedbirlerin, Anayasa'da öngörülen temel kıstaslara uygun biçimde düzenlendiği hâllerde, çalışma hak ve ödevine aykırılığından söz edilemeyecektir. Zira bu yönde alınan tedbirlerin üstün kamu yararı gözetilerek, Anayasa'da Devlet'e getirilen yükümlülüklerin icrası için, demokratik hukuk düzeninin bir gereği olarak kamu yararına dayalı ölçülü bir durum içerdiği kabul edilmelidir. Fakat kamuda istihdam edilmeyen kişilerin özel hukuk ilişkileri içerisinde kalan çalışma alanlarında bu durumun ayrıksı olarak ele alınması gerekmektedir. Özel kişiler arasında kurulacak çalışma ilişkisi, kamu personelinin Devlet ile olan sadakat yükümlülüğünden farklı olarak, iki veya daha fazla kişi arasındaki özel hukuk durumlarına ilişkindir. Hâl böyle olunca da bu alanda Devlet iradesinden ziyade, kişilerin talep ve iradeleri önemli hâle gelmektedir.
6331 sayılı Kanun'da iş yerlerinde güvenliğin sağlanması ve iş kazalarının önlenmesine yönelik bir kısım düzenlemelere yer verilmiştir. Bu düzenlemelerden birisi de iş yerlerinde işverence iş sağlığı ve güvenliği uzmanı istihdam edilmesidir. İşçi ile iş sağlığı ve güvenliği uzmanlığı sertifikasını elde etmiş kişiler arasında imzalanacak bir sözleşmeye dayalı olarak iş sağlığı ve güvenliği işi yürütülecektir. Olası iş kazalarının önlenmesi için alınabilecek tedbirlerin neler olduğu, bunların alınıp alınmadığının denetlenmesi gibi 6331 sayılı Kanun'da sayılan işlerin ifası kapsamında yürütülmesi gereken iş sağlığı ve güvenliği uzmanlığının, doğrudan işveren ile iş sağlığı ve güvenliği uzmanı arasında imzalanarak özel hukuk hükümlerine göre yürütülecek bir sözleşme olduğu açıktır. 6331 sayılı Kanun'da yer alan düzenlemeler ele alındığında, iş sağlığı ve güvenliği alanının arada kurulacak sözleşmeye dayalı olan niteliği uyarınca olası iş kazalarında işverenin sorumluluğu kalkmadığı gibi, iş sağlığı ve güvenliği uzmanlarının ifa edecekleri görevlere yönelik bazı fiil ve davranışlar da idarî yaptırıma konu edilerek, bu alan tamamen de bir serbestlik içerisinde bırakılmamıştır. Ancak işverenin iş kazalarından ve tedbir alınmamasından doğan sorumluluğunun devam etmesi, özel hukuk hükümlerine göre kurulacak sözleşme çerçevesinde, işveren için kiminle sözleşme yapabileceğine yönelik serbestlik içerisinde bulunduğunu da ortaya koymaktadır.
Sözleşme serbestisi bulunan bu alanda iş sağlığı ve güvenliği uzmanlığına yönelik de inceleme yapılmalıdır. Yürürlükteki mevzuat uyarınca işin niteliğine göre yapılan belirlemeye göre iş sağlığı ve güvenliği uzmanı olabilmek için konuya yönelik yapılacak sınavda başarılı olunması gerekmektedir. Bu şekilde bir başarı sağlanmasının ardından iş sağlığı ve güvenliği uzmanı olarak görev yapılabilecektir. Kanun'da bunların dışında, belli suçlardan mahkumiyet ya da belli süreli mahkumiyet gibi başkaca bir durum iş sağlığı ve güvenliği uzmanı olmaya engel sayılmamıştır. Bununla birlikte iş sağlığı ve güvenliği uzmanlığı mevzuatta belli şekilde kademelendirilmiş ve belli sınıflara ayrılan uzmanlık türlerinde, başarı ve nitelik durumuna göre tasnif yapılmıştır. Örneğin, A sınıfı uzmanlık gerektiren bir yerde C sınıfı uzmanlığı bulunanlar istihdam edilemeyecektir. Buradan hareketle kamuya dönük bir yönü bulunduğu açıksa da iş sağlığı ve güvenliği uzmanlığının, kam kurum ve kuruluşlarında istihdam edilenler hariç, özel hukukî ilişkilere dayalı olması durumu yine ortadan kalkmamaktadır.
Yapılan belirlemeye göre ifade edilecek olursa, kişilerin iş sağlığı ve güvenliği uzmanı olabilmesi çalışma özgürlüğü içerisinde yer alan bir durumdur. Konuya yönelik işin niteliği gereği mevzuatta aranan şartları taşıyan ve yapılacak sınavdan başarılı olanların, elde ettikleri bu başarısına bağlı olarak serbestçe çalışmayı talep etmeleri de çalışma hakkının bir gereği olacaktır.
15 Temmuz 2016 tarihinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca gerçekleştirilen darbe girişiminden sonra, kamu görevlilerine yönelik bazı tedbirler alınmıştır. Kamu görevinden çıkarma şeklinde uygulanan tedbirlerle bağlantılı olarak 7081 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 9. maddesinde iş sağlığı ve güvenliği uzmanlığı alanında çalışacaklara da yönelik de bakılmakta olan uyuşmazlık kapsamında tatbiki gereken düzenleme yürürlüğe konulmuştur. 7081 sayılı Kanun'un 9. maddesine göre FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üyeliği, mensubiyeti, iltisakı yahut irtibatı olanların, yetkili komisyon tarafından teklifi üzerine Bakan onayıyla sertifikalarının iptal edileceği belirtilmiştir. Bakılan uyuşmazlık için uygulanması gereken bu düzenlemenin yukarıda belirtilen esaslara göre değerlendirme yapılması gerekir.
Belirtildiği üzere iş sağlığı ve güvenliği uzmanı olarak çalışabilmek, Anayasa'nın 48. maddesi uyarınca bir çalışma serbestisini içermekle birlikte, 49. maddesi uyarınca iş sağlığı ve güvenliği uzmanı olabilmek için başarı elde etmiş kişilerin çalışma hakkının korunması gerekir. İş sağlığı ve güvenliği uzmanı sertifikası düzenlenen kişiler doğrudan kamu kurum ve kuruluşlarında ya da özel kişilerle kurulacak sözleşmeye göre istihdam edilmeyecektir. Aksine temelinde sözleşme serbestisinin bulunduğu bir alanda ve özel hukuk hükümlerine tabi olarak işveren ile iş sağlığı ve güvenliği uzmanlığı sertifikası bulunan kişi arasındaki ilişkiye dayalı olarak bu faaliyet yerine getirilebilecek ya da kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilebilmek için gerekli şartların ilgili kamu kurum veya kuruluşu tarafından araştırılmasından istihdam edilebilecektir. Yani iş sağlığı ve güvenliği sertifikası verilmesi doğrudan ilgililerin özel veya kamu sektöründe istihdam edilmesi sonucunu doğurmamaktadır. Bu bağlamda sertifika elde etmenin doğrudan kamu görevinde istihdam edilmeyi gerektirmemesine dayalı olarak, sertifika alabilmek için gerekli eğitimi almış ve yapılan sınavda başarılı olmuş kişilerin kamu görevlileri için aranan Devlet'e sadakat yükümlülüğüyle bağlılık altında bulunmalarını gerektirecek bir durum içerisinde bulunmadıkları açıktır. Bu bağlamda kamuda istihdam edilecek iş sağlığı ve güvenliği uzmanı sertifikasına sahip kişilerin, konuya yönelik mevzuatta aranan diğer şartları da taşıması gerekeceği muhakkaktır. Fakat özel hukuk kişileriyle imzalanacak sözleşmeye dayalı kişiler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Aksine özel hukuk kişisi durumundaki işverenlerce iş sağlığı ve güvenliği uzmanının serbestçe belirlenecek olması, olası iş kazası hâlinde sorumluluğun da işveren üstünde kalmaya devam edeceği, tamamen iki özel hukuk kişisi arasındaki sözleşmenin konusunu oluşturduğu ve bu kapsamda çalışabilecek durumda olan kişiler için Devlet'e sadakatle bağlılık yükümlülüğü bulunduğu şeklinde bir yorum yapmanın olanaklı olmadığı açıktır.
Bunun yanında kişilerin çalışma hakkını doğrudan etkileyen bu düzenleme kişilerin, eğitimlerinin yeterli olması ve sınavda başarılı olunması gibi hususlara dayalı olarak elde ettiği kazanımlarına müdahale ederek, çalışma hakkını etkilemektedir. Sertifikası bulunmayan kişiler, özel hukuk kişileriyle sözleşme serbestisi esasına dayalı olan iş sağlığı ve güvenliği alanında çalışamayacaktır. Böylece getirilen düzenlemenin kişilerin özel hukuk alanındaki ilişkilerini de etkilediği ve Anayasa'nın 49. maddesine doğrudan etki ettiği değerlendirilmektedir. Getirilen düzenleme ele alındığında, kişilerin "özel hukuk alanındaki serbesti içerisinde" çalışma hakkının korunması esasına aykırı biçimde, demokratik toplum düzeni için öngörülen ölçülülük ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Zira doğrudan kamu görevine atanmaya ya da kamuda istihdam edilmeye ve hatta özel hukuk kişileriyle kurulacak sözleşmeye dayalı olarak istihdam edilmeye olanak sağlamayan sertifika verilmesi ya da yenilenmesi gibi hususların, doğrudan Devlet'e sadakat yükümlülüğü altında bulunmasını gerektirmemesine dayalı olarak, kişiler için katlanılmasını gerektirmeyecek ölçüde bir külfet altında kalmalarını öngörmektedir. FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üyeliği, mensubiyeti, iltisakı yahut irtibatı olanların kamuda istihdam edilmemesine veya kamusal nitelikteki diğer hususlara yönelik alınan tedbirlerle güdülen amaç nazara alındığında, bu yönde getirilen düzenlemenin bu amacın gerçekleştirilmesine elverişli bir araç olmadığı değerlendirilmektedir. Böylece bu amacı aşar biçimde ve hatta bu amaçla bağlantısı da olmaması gerektiği değerlendirilen düzenlemenin, kişilerin doğrudan özel hukuk alanında kalan ilişkilerinde bulunması gereken serbestiyete de orantısız bir müdahale bulunulduğu kanaatine varılmaktadır. Böylece getirilen sınırlandırmanın Anayasa'nın 13. maddesinde yer verilen ölçütlere uygun olmadığı değerlendirilmektedir.
Ayrıca düzenlemeyle aynı ya da benzer eğitimleri almış ve neticede ortak yapılan sınavdan başarılı olmuş kişiler arasında eşitliğin de bozulduğu ifade edilmelidir. Zira güdülen amaçla orantılı olmadığı kanaatine varılan düzenleme ile FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üyeliği, mensubiyeti, iltisakı yahut irtibatı olmayanlar "özel hukuk alanında sözleşme serbestisine dayalı olarak" iş sağlığı ve güvenliği uzmanı olarak sözleşme imzalayarak çalışma hakkı elde edebilecekken, FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üyeliği, mensubiyeti, iltisakı yahut irtibatı olanların "serbest sözleşme" yapabilmesi engellenmiş olacaktır. Zira 6331 sayılı Kanun ve konuya yönelik diğer mevzuatta iş sağlığı ve güvenliği uzmanı sertifikasına sahip olabilmek ve bu alanda çalışabilmek için mahkumiyet ya da benzeri durumların bir engel olarak sayılmamış olması karşısında; Kanun hükmünün uygulanması serbest sözleşme yapabilme noktasında aynı durumda olan kişiler arasındaki eşitliğin bozulmasına sebebiyet verecektir.
Belirtilen bu durumlar aynı zamanda doğrudan hukuk devleti ilkesine de aykırılık teşkil etmektedir. Hukukî güvenlik ilkesi gereği kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması yanında, bunlara yönelik ölçülülük ilkesine aykırı müdahalelerin olmaması gerekir. İlgili düzenlemeye göre kişiler için hukukî öngörülebilirliğin sağlanması noktasında, belli bir eğitim ve sınavda başarılı olma şartına bağlanan iş sağlığı ve güvenliği uzmanlığı sertifikasına hak edenlerin, bu şekilde başarılı olmalarına dayalı oluşan haklı beklentilerinin korunmayacağı bir durumu içermektedir. Zira sınavdan başarılı olduktan sonra idarece yapılacak belirlemeye göre sertifika verilemeyebilecektir. Bu durum ise kişilerin hukukî öngörülebilir bir durum içerisinde bulunmasını engelleyecek niteliktedir.
Tüm bu kapsamda 7081 sayılı Kanun'un 9. maddesinde öngörülen düzenlemeyle iş sağlığı ve güvenliği uzmanlığı sertifikası verilmesi veya yenilenmesi konusunda getirilen kısıtlamanın, işin niteliği çerçevesinde Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen kıstaslara aykırı biçimde Anayasa'nın 48. ve 49. maddesindeki çalışma hürriyeti ile çalışma hakkına orantısız müdahale teşkil etmesi ile Anayasa'nın 2. maddesi ile 10. maddesine aykırılık doğurması nedeniyle iptali gerektiği değerlendirilmekle; somut norm denetimi için re'sen kuralın iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
IV- HÜKÜM :
Açıklanan nedenlerle;
1- 7081 sayılı Kanun'un 9. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "(1) 9/1/1985 tarihli ve 3146 sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 12. maddesinin birinci fıkrasının (l) ve (m) bentleri kapsamında yetkilendirilen kişi, kurum veya kuruluşlardan terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olanların yetkileri Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından oluşturulacak komisyonun teklifi üzerine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının onayı ile iptal edilir." düzenlemesinin Anayasa'nın 2., 10., 48. ve 49. maddelerine aykırı olduğu sonucuna varıldığından, Anayasa'nın 152. maddesi uyarınca iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına,
2- Bu kararımızın aslı ile birlikte onaylı dosya örneğinin dizi pusulasına bağlanarak incelenmek üzere Anayasa Mahkemesine gönderilmesine,
3- Anayasa'nın 152. maddesi uyarınca dava dosyasının beş ay süre ile bekletilmesine,
07/12/2022 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.”
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2023/6
Karar Sayısı : 2023/56
Karar Tarihi : 22/3/2023
R.G.Tarih-Sayı : 27/4/2023-32173
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Ankara 10. İdare Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 6/2/2018 tarihli ve 7081 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 9. maddesinin Anayasa’nın 2., 10., 48. ve 49. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Davacının iş sağlığı ve güvenliği uzmanlığı belgesinin yenilenmesi için yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali talebiyle açılan davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un itiraz konusu 9. maddesi şöyledir:
“Bazı yetkilerin iptali
MADDE 9- (1) 9/1/1985 tarihli ve 3146 sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasının (l) ve (m) bentleri kapsamında yetkilendirilen kişi, kurum veya kuruluşlardan terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olanların yetkileri Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından oluşturulacak komisyonun teklifi üzerine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının onayı ile iptal edilir.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR ve Muhterem İNCE’nin katılımlarıyla 25/1/2023 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Fatih TORUN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
3. Anayasa Mahkemesinin 26/10/2022 tarihli ve E.2018/76, K.2022/125 sayılı kararıyla 7081 sayılı Kanun’un 9. maddesi iptal edilmiş, iptal hükmünün kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiştir. Anılan karar 2/3/2023 tarihli ve 32120 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Bu itibarla kuralın iptaline yönelik itiraz başvurusunun konusunun kalmadığı anlaşılmıştır.
4. Açıklanan nedenlerle konusu kalmayan başvuru hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.
IV. HÜKÜM
6/2/2018 tarihli ve 7081 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 9. maddesine ilişkin itiraz başvurusu hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA 22/3/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Üye
Engin YILDIRIM
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Selahaddin MENTEŞ
Basri BAĞCI
İrfan FİDAN
Kenan YAŞAR
Muhterem İNCE