ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2022/105
Karar Sayısı : 2023/54
Karar Tarihi : 22/3/2023
R.G. Tarih - Sayı : 23/6/2023
- 32230
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Tarsus 1. Sulh Hukuk Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 22/11/2001
tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 407. ve 471. maddelerinin
Anayasa’nın 35., 48. ve 49. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine
karar verilmesi talebidir.
OLAY: Hükümlüye vasi atanması talebiyle açılan davada itiraz konusu kuralların
Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptalleri için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
Kanun’un itiraz konusu;
1. 407. maddesi
şöyledir:
“III. Özgürlüğü
bağlayıcı ceza
Madde 407- Bir
yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan her ergin
kısıtlanır.
Cezayı yerine getirmekle görevli makam, böyle bir
hükümlünün cezasını çekmeye başladığını, kendisine vasi atanmak üzere hemen
yetkili vesayet makamına bildirmekle yükümlüdür.”
2. 471. maddesi
şöyledir:
“B. Hükümlülerde
Madde 471-
Özgürlüğü bağlayıcı cezaya mahkûmiyet sebebiyle kısıtlı bulunan kişi üzerindeki
vesayet, hapis hâlinin sona ermesiyle kendiliğinden ortadan kalkar.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Hasan
Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai
AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN
ve Kenan YAŞAR’ın katılımlarıyla 8/9/2022 tarihinde yapılan ilk inceleme
toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE
karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör
Cengiz ERTEN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu
kanun hükümleri, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların
gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği
görüşülüp düşünüldü:
A. Kanun’un 407. Maddesinin Birinci Fıkrasının İncelenmesi
1. Genel Açıklama
3. 4721 sayılı Kanun’un 403. maddesinin
birinci fıkrasında vasi, vesayet altındaki
küçüğün veya kısıtlının kişiliği ve mal varlığı ile ilgili bütün menfaatlerini
korumak ve hukukî işlemlerde onu temsil etmekle yükümlü olan kişi olarak ifade
edilmiştir.
4. Anılan
Kanun’da vesayeti gerektiren hâller küçüklük ile akıl hastalığı veya akıl zayıflığı, savurganlık, alkol veya uyuşturucu
madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı, kötü yönetim, özgürlüğü bağlayıcı ceza ve
yaşlılığı, engelliliği, deneyimsizliği veya ağır hastalığı sebebiyle işlerini
gerektiği gibi yönetemediğini ispat edenlerin isteğidir.
5. Kanun’un 397. maddesine göre kamu vesayeti, vesayet makamı ve denetim makamından
oluşan vesayet daireleri tarafından yürütülmekte olup vesayet makamı, sulh
hukuk mahkemesi; denetim makamı, asliye hukuk mahkemesidir.
6. Kanun’da vasinin görevleri mal varlığının defterinin tutulmasını, değerli şeylerin
saklanmasını, vesayet altındaki kişinin menfaatinin gerektirmesi durumunda
değerli şeylerin dışındaki taşınırların satılmasını, vesayet altındaki kişinin
kendisi veya mal varlığının yönetimi için gerekli olmayan paraların bankaya
yatırılmasını veya menkul kıymetlere çevrilmesini, ticari ve sınai işletmelerin
devamı ve gerektiğinde tasfiyesi için talimat verilmesini, yeteri kadar güven
verici olmayan yatırımların, güvenli yatırımlara dönüştürülmesini, vesayet
altındaki kişinin menfaati gerektiriyorsa vesayet makamının talimatı uyarınca
taşınmazların satışını kapsamaktadır. Diğer yandan Kanun kısıtlılar için atanan
vasinin, kısıtlıyı korumak ve bütün kişisel işlerinde ona yardım etmekle yükümlü
olduğunu, vesayet altındaki kişiyi bütün hukuki işlemlerinde temsil edeceğini
ve vesayet altındaki kişinin mal varlığını iyi bir yönetici gibi özenle
yönetmek zorunda olduğunu da belirtmektedir.
7. Kanun’un 16. maddesinde ayırt etme gücüne sahip kısıtlıların yasal
temsilcilerinin rızası olmadıkça kendi işlemleriyle borç altına
giremeyecekleri, karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları
kullanmada bu rızanın gerekli olmadığı, ayırt etme gücüne sahip kısıtlıların
haksız fiillerinden sorumlu oldukları belirtilmiştir. Bu kapsamda hukuki işlem
ehliyeti bakımından sınırlı ehliyetsizlerin ilke olarak hukuki işlemleri yasal
temsilci durumundaki vasileri tarafından ya da vasilerin izniyle kendileri
tarafından yapılırken bazı hukuki işlemler ise vesayet altındaki kişiler
tarafından tek başlarına yapılır. Bazı işlemler ise mutlak yasak kapsamında
olup sınırlı ehliyetsiz ve vasi tarafından yapılamaz.
2. Anlam ve Kapsam
8. 4721 sayılı Kanun’da vesayeti
gerektiren kısıtlama nedenleri arasında sayılan özgürlüğü
bağlayıcı ceza hâli 407. maddede
düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir
cezaya mahkûm olan her erginin kısıtlanacağı, ikinci fıkrasında ise cezayı
yerine getirmekle görevli makamın, böyle bir hükümlünün cezasını çekmeye
başladığını, kendisine vasi atanmak üzere hemen yetkili vesayet makamına
bildirmekle yükümlü olduğu hüküm altına alınmıştır.
9. Kurala göre ergin olmak kaydıyla bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir
cezaya mahkûm olan kişiler mutlak olarak vesayet altına alınacaklardır. Bu konuda cezanın
verildiği mahkeme, mahkûmiyete sebep suçun niteliği, ağır ya da hafif hapis
cezasına mahkûmiyet önem taşımamakta, kısıtlama için hükmedilen cezanın süresi
dikkate alınmaktadır. Başka bir deyişle mahkemenin mahkûmun kendi işlerini
görecek durumda olup olmadığı hakkında araştırma yapmasına gerek olmadığından
vasi atanıp atanmamasına dair bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Özgürlüğü
bağlayıcı ceza için mahkûmiyet kararının verilerek kesinleşmesinden sonra
infazın başlamasıyla başka bir deyişle hükümlünün cezasını çekmeye başladığı
andan itibaren derhâl cezayı yerine getirmekle görevli makam hükümlünün
cezasını çekmeye başladığını hükümlüye vasi atanabilmesi için vesayet makamına
bildirecektir. Yetkili vesayet makamı hükümlüye bir vasi atayacaktır. Vesayet
hapis hâlinin sona ermesiyle ayrıca bir mahkeme kararına gerek olmaksızın
kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Koşullu salıverilme vesayetin sona ermesi
için yeterli olmayıp ayrıca cezanın çekilip bitirilmiş olması gerekmektedir.
10. Sınırlı ehliyetsiz sayılan, bir yıl
veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan kişiler ayırt
etme gücünü haiz bulunduklarından sınırlı da olsa belirli işlemleri yapabilirler
ve hukuka aykırı eylemlerinden dolayı sorumludurlar. Bu kişiler karşılıksız
kazandırma amacına yönelik bağışlama, ibra, kefalet alacaklısı olma, işgal ve
ihraz yoluyla mülkiyet kazanma gibi işlemleri vasinin iznini almaksızın tek
başlarına yapabilirler. Vesayet altındaki hükümlü, başkalarına devredilemeyen
ve hak sahibinin ölümüyle mirasçılara geçmeyen, nişanın bozulması ve manevi
tazminat talebi, evliliğin iptali talebi, şikâyet hakkı, kısıtlanmanın
kaldırılmasını talep etme hakkı, vasiyet düzenleme gibi kişiye sıkı biçimde
bağlı hakları da tek başlarına kullanabilirler. Ancak anılan Kanun hükümleri
gereğince adın değiştirilmesini ve yaşın düzeltilmesini talep, nişanlanmak,
evlenmek, evlat edinme veya edinilme, boşanma davasının açılması gibi bazı kişiye
sıkı sıkıya bağlı hakları içeren işlemler için vasinin rızası veya katılımı
aranmaktadır.
11. Kanun’un 448. maddesine göre vasi,
vesayet altındaki kişiyi bütün hukuki işlemlerinde temsil eder, 451. maddesine
göre ilke olarak vesayet altındaki kişi, vasinin açık veya örtülü izni veya
sonraki onamasıyla yükümlülük altına girebilir ya da bir haktan vazgeçebilir.
Yine 454. maddeye göre vasi vesayet altındaki kişinin mal varlığını iyi bir
yönetici gibi özenle yönetmek zorundadır.
12. Öte yandan Kanun’un 462. ve 463.
maddeleri uyarınca taşınmazların alımı, satımı, rehin edilmesi ve bunlar
üzerinde başka bir ayni hak kurulması, ödünç verme ve alma, mal rejimi
sözleşmeleri, mirasın paylaştırılması ve miras payının devri sözleşmeleri
yapılması gibi işlemlerde vesayet makamının izni; vesayet altındaki kişinin
evlat edinmesi veya evlat edinilmesi, mirasın kabulü, reddi veya miras
sözleşmesi yapılması gibi işlemlerde denetim makamının izni aranmaktadır.
Dolayısıyla vesayet altına alınan hükümlü kendisini borç altına sokan ve mal
varlıklarını etkileyen hukuki işlemleri vasinin onayı ya da vesayet makamı ile
denetim makamının izni olmadan tek başına yapamaz.
13. 449. madde gereğince de kefalet,
vakıf kurmak, önemli bağışlarda bulunmak vasinin onayı olsa da yapılamayan
mutlak yasak kapsamındaki işlemlerdir.
3. İtirazın Gerekçesi
14. Başvuru kararında özetle; itiraz konusu kuralla bir
yıl ve üzeri hapis cezasıyla cezalandırılan kişilerin başka bir şarta tabi
olmaksızın ve gerçekte bir yardıma ihtiyaçları olmadığı durumlarda da
kısıtlandıkları, yine hapis hâlinin sona ermesiyle kısıtlılık durumunun
kendiliğinden kalkacağı ancak hapis hâlinin sona ermesinden kastın ne
olduğunun belirsiz olduğu, kuralla kısıtlanan hükümlülerin mülkiyet haklarının
etkilendiği, akıl sağlığı yerinde olmalarına rağmen hukuki işlemlerinin uzun
sürdüğü belirtilerek kuralın Anayasa’nın 35., 48. ve 49. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
4. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
15. 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13.
ve 20. maddeleri yönünden de incelenmiştir.
16. Anayasa’nın
20. maddesinin birinci fıkrasında herkesin özel hayatına saygı gösterilmesini
isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine
dokunulamayacağı belirtilmiştir. Anılan maddenin gerekçesinde de belirtildiği
üzere özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı bir
yönüyle özel hayatın gizliliğinin korunmasını, başkalarının gözleri önüne
serilmemesini, bir başka ifadeyle kişinin özel hayatında yaşananların yalnız
kendisi veya kendisinin bilmesini istediği kimseler tarafından bilinmesini
isteme hakkını korurken diğer yönüyle resmî makamların özel hayata müdahale
edememesi yani kişinin ferdî ve aile hayatını kendi anladığı gibi düzenleyip
yaşayabilmesi hakkını güvence altına almaktadır (AYM, E.2020/64, K.2020/70,
12/11/2020, §10).
17. Özel hayat kavramı
eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer
esasen kişisel bağımsızlıktır. Özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkının
kapsamının belirlenmesinde bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi
temel alınmaktadır. Anılan hak herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak,
kendine özel bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etmekle birlikte
kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuki menfaati de
içermektedir (Serap
Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, §§ 31-35; Tevfik Türkmen [GK],
B. No: 2013/9704, 3/3/2016, § 50; Ayşegül Çengel Kömür ve diğerleri, B.
No: 2016/56228, 23/6/2020, § 43).
18. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan değerlerden
biri de insan onurunun bir görünümü olan kişisel özerkliktir. Kişisel özerklik
her bir bireyin diğer kişilerle ve dış dünyayla kendi yaşam tercihleri
doğrultusunda kişisel ilişki kurabilmesi ve geliştirebilmesini gerektirir.
19. Anayasa’nın 35.
maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. /Bu haklar,
ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir./ Mülkiyet hakkının
kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
denilmektedir. Anayasa’nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı,
ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı
hakkını kapsamaktadır.
20. Anayasa’nın 35.
maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı;
kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara
uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve tasarruf etme,
onun semerelerinden yararlanma imkânı veren bir haktır (Mehmet Akdoğan ve
diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü
kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme
yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil
eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).
21. Kuralla ergin ve ayırt
etme gücüne sahip olmakla birlikte bir yıl veya daha uzun süreli
özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan kişilerin mutlak olarak vesayet
altına alınmalarının Anayasa’nın 20. ve 35.
maddeleri çerçevesinde özel hayata saygı ve mülkiyet haklarına sınırlama getirdiği açıktır.
22. Anayasa’nın
13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre özel hayata saygı
ve mülkiyet haklarına getirilen sınırlamanın kanunla yapılması, Anayasa’da
öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
23. Bu kapsamda özel hayata saygı ve mülkiyet haklarına yönelik bir kanuni düzenlemenin şeklen
var olması yeterli olmayıp kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli
ve öngörülebilir nitelikte olması gerekir.
24. Esasen temel hakları
sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması Anayasa’nın 2. maddesinde
güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinde,
kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır,
uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler
hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven
duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41,
K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde
sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde
güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
25. İtiraz konusu kuralla bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir
cezaya mahkûm olan her erginin kısıtlanmasına dair usuller ve vesayeti
gerektiren hâllerin sona ermesi
düzenlendiğinden kanunilik
şartının yerine getirildiği anlaşılmaktadır.
26. Anayasa’nın 20. maddesinin ikinci
fıkrasında anılan hakka çeşitli sebeplere bağlı kalınarak sınırlamalar
getirilebileceği belirtilerek bu hakkın mutlak olmadığı kabul edilmiştir. Söz
konusu maddede bu sınırlama sebepleri arasında millî güvenliğin ve kamu
düzeninin korunması ile suç işlenmesinin önlenmesi sebepleri de sayılmış,
böylece bunlara dayalı olarak söz konusu hakkın sınırlanabilmesine izin
verilmiştir. Bununla birlikte özel hayatın düzenlendiği maddede kural yönünden
özel sınırlama sebeplerine yer verilmediğinin kabulü hâlinde dahi bu hakkın
Anayasa’da güvence altına alınan diğer temel hak ve özgürlüklerin korunması
veya Anayasa’nın diğer maddelerinde devlete bir görev olarak yüklenen ödevler
nedeniyle sınırlanması mümkündür (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014;
E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015).
27. Öte yandan Anayasa'nın 13. ve 35.
maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla
sınırlanabilmektedir. Kamu yararı kavramı mülkiyet hakkının kamu
yararının gerektirdiği durumlarda sınırlanması imkânı vermekle bir sınırlama
amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında
sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak
mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).
28. İtiraz konusu kuralla hükümlünün
kişisel gözetimi ile şahsen korunması ve mahkûmiyeti süresince mal varlığını
yönetememesinden dolayı hak ve menfaatlerinin zarar görmesinin engellenmesinin
amaçlandığı anlaşılmaktadır. Bu yönüyle kuralla öngörülen sınırlamanın anayasal
anlamda meşru bir amacının bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
29. Diğer yandan Anayasa’nın 13. maddesi
uyarınca sınırlamanın ölçülü olup olmadığının da değerlendirilmesi gerekir.
Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan ölçülülük ilkesi elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın ulaşılmak istenen amacı
gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç
bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir ifadeyle aynı amaca daha
hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise
hakka getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir
dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.
30. Bu bağlamda kuralın, bir
yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olmaları
nedeniyle ceza infaz kurumunda cezasını çeken kişilerin şahsen ve mal
varlıkları yönünden korunmalarının sağlanmasıyla hak ve menfaatlerinin zarar
görmesinin engellenmesi amacına ulaşma
bakımından elverişsiz olduğu söylenemez.
31. Kural ile özgürlüğü
bağlayıcı bir ceza nedeniyle hükümlünün,
özellikle şahsi ve mal varlığıyla ilgili bazı hukuki işlemleri yapamayacağından
kendisine kanun gereğince mutlak olarak vasi atanmasıyla korunması
amaçlanmaktadır. Ancak bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı
bir cezaya mahkûm olan kişilerin ayırt etme gücünü haiz ve herhangi bir vasi atanmaksızın kendi işlemlerini
yürütebilecek durumda oldukları açıktır.
Dolayısıyla hükümlü, kendi işlemlerini görebilecek durumda olup olmadığı
değerlendirilmeksizin kendisine vasi atanmasıyla kural olarak vasinin rızası
olmadıkça kendi işlemleriyle borç altına giremeyecek, özellikle mal varlığıyla
ilgili kimi işlemlerde vesayet ve denetim makamlarının izni gerekecek, kişiye
sıkı sıkıya bağlı nişanlanma ve evlenme gibi işlemler için dahi öncelikle
vasinin rızası aranacak, kefalet, vakıf kurmak, önemli bağışlarda bulunmak için
vasinin onayı olsa da herhangi bir işlem yapamayacaktır. Böylece hükümlünün
şahsi gözetimi ve mal varlığının idaresi adına özel hayatın korunması ve
mülkiyet haklarına büyük ölçüde sınırlama getirilmektedir.
32. Bu bağlamda kuralla hükümlünün gerçekten korunmasını
gerektiren durumların bulunup bulunmadığının araştırılıp ancak böyle bir
durumun varlığı hâlinde vesayet kararı verilmesi hususunda mahkemeye takdir
hakkı tanınmamakta ya da ihtiyaçları dikkate alınarak hükümlünün ergin ve ayırt
etme gücünün bulunması nedeniyle vesayete göre kişinin ehliyetini daha az
sınırlayan ve daha dar koruma sağlayan yasal danışmanlık ve kayyımlık atamasına
imkân sağlanmamaktadır. Dolayısıyla kuralın ulaşılmak
istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmadığını, diğer bir ifadeyle
aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olduğunu
göstermektedir. Bu nedenle kuralla hükümlüye zorunlu olarak vasi atanmasının
hükümlünün korunması amacı bakımından gerekli olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
33. Açıklanan nedenlerle
kural, Anayasa’nın 13., 20. ve 35. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural, Anayasa’nın
13., 20. ve 35. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca
Anayasa’nın 48. ve 49. maddeleri yönünden incelenmemiştir.
B. Kanun’un 407.
Maddesinin İkinci Fıkrası ile 471. Maddesinin İncelenmesi
34. 4721 sayılı Kanun’un 407. maddesinin
birinci fıkrasının iptali nedeniyle anılan maddenin ikinci fıkrası ile 471.
maddesinin uygulanma imkânı kalmamıştır. Bu nedenle
söz konusu fıkra ve madde 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı
fıkrası kapsamında değerlendirilmiş ve bu kurallar yönünden Anayasa’ya uygunluk
denetiminin yapılmasına gerek görülmemiştir.
IV. İPTALİN DİĞER KURALLARA ETKİSİ
35. 6216 sayılı Kanun'un 43. maddesinin (4) numaralı
fıkrasında kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğü’nün belirli kurallarının iptali, diğer kurallarının veya
tümünün uygulanmaması sonucunu doğuruyorsa bunların da Anayasa Mahkemesince
iptaline karar verilebileceği öngörülmektedir.
36. 4721 sayılı Kanun'un 407. maddesinin birinci
fıkrasının iptali nedeniyle anılan maddenin uygulanma imkânı kalmayan ikinci
fıkrası ile 471. maddesinin 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı
fıkrası gereğince iptalleri gerekir.
V. İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
37. Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında “Kanun,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da
bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte
yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe
gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede
yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.” denilmekte, 6216
sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanmak
suretiyle Anayasa Mahkemesinin gerekli gördüğü hâllerde Resmî Gazete’de
yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi bir
yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabileceği belirtilmektedir.
38. 4721 sayılı Kanun’un 407. ve 471. maddelerinin
iptalleri nedeniyle doğacak hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edecek
nitelikte görüldüğünden Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216
sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince iptal
hükümlerinin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra
yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.
VI. HÜKÜM
22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun;
A. 407. maddesinin;
1. Birinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, iptal
hükmünün Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince KARARIN RESMÎ
GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK DOKUZ AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE,
2. İkinci
fıkrasının 6216 sayılı
Kanun’un 43. maddesinin (4)
numaralı fıkrası gereğince İPTALİNE, iptal
hükmünün Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 66.
maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince KARARIN RESMÎ GAZETE’DE
YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK DOKUZ AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE,
B. 471. maddesinin
6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası
gereğince İPTALİNE, iptal hükmünün Anayasa’nın 153.
maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı
fıkrası gereğince, KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK DOKUZ AY
SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE,
22/3/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar
verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
Basri BAĞCI
|
Üye
İrfan FİDAN
|
Üye
Kenan YAŞAR
|
Üye
Muhterem İNCE
|