ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2022/135
Karar Sayısı : 2023/30
Karar Tarihi : 16/2/2023
R.G.Tarih-Sayı :
5/4/2023-32154
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesi
İTİRAZIN KONUSU:
12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341. maddesinin
(2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin “ön alım hakkından kaynaklanan
davalar” yönünden Anayasa’nın 2., 13., 35. ve 36. maddelerine aykırılığı
ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Ön alım
hakkına dayanılarak açılan tapu iptali ve tescil davasının kabulüne dair
kararın istinaf incelemesinde itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu
kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ
İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 341. maddesi
şöyledir:
“İstinaf yoluna
başvurulabilen kararlar
MADDE 341- (1) (Değişik:22/7/2020-7251/34 md.) İlk derece mahkemelerinin
aşağıdaki kararlarına karşı istinaf yoluna başvurulabilir:
a) Nihai kararlar.
b) İhtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi
kararları, karşı tarafın yüzüne karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz
kararları, karşı tarafın yokluğunda verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz
kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlar.
(2) Miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen
malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir. (Ek cümle:
24/11/2016-6763/41 md.) Ancak manevi tazminat davalarında verilen kararlara
karşı, miktar veya değere bakılmaksızın istinaf yoluna başvurulabilir.
(3) Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda
üç bin Türk Liralık kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir.
(4) Alacağın tamamının dava edilmiş olması durumunda,
kararda asıl talebinin kabul edilmeyen bölümü üç bin Türk Lirasını geçmeyen
taraf, istinaf yoluna başvuramaz.
(5) İlk derece mahkemelerinin diğer kanunlarda temyiz
edilebileceği veya haklarında Yargıtaya başvurulabileceği belirtilmiş olup da
bölge adliye mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işlere ilişkin nihai kararlarına
karşı, bölge adliye mahkemelerine başvurulabilir.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü
ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M.
Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU,
Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR ve Muhterem İNCE’nin katılımlarıyla
30/11/2022 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik
bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Ömer DURSUN
tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü,
dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri
okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Genel Açıklama
3. Ön alım hakkı genel olarak 22/11/2001 tarihli ve 4721
sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 732. ila 735. maddelerinde düzenlenmiştir.
Bununla birlikte bazı kanunlarda da ön alım hakkına ilişkin özel hükümlere yer
verilmiştir.
4. Anılan Kanun’da ön alım hakkı yasal ve sözleşmeden
doğan ön alım hakkı olarak düzenlenmiştir. Ön alım hakkı, malikinin taşınmazını
satması hâlinde ön alım hakkı sahibine üçüncü kişilerden önce taşınmazı satın
alma yetkisi veren bir hak olarak tanımlanabilir.
5. İtiraz konusu kuralın uygulanacağı dava 3/7/2005
tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 8/İ
maddesinin mülga ikinci fıkrasında düzenlenen tarımsal arazilerin satılması
hâlinde sınırdaş tarımsal arazi maliklerinin yasal ön alım hakkına ilişkindir.
B. Anlam ve Kapsam
6. 6100 sayılı Kanun’un 341. maddesinde istinaf yoluna
başvurulabilen kararlar düzenlenmiştir. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasının
birinci cümlesinde miktar veya değeri 3.000 Türk lirasını (TL) geçmeyen mal
varlığı davalarına ilişkin kararların kesin olduğu öngörülmüştür. Söz konusu cümlenin “ön alım hakkından
kaynaklanan davalar” yönünden incelenmesi
itiraz konusu kuralı oluşturmaktadır.
7. Anılan Kanun’un ek 1. maddesi gereğince itiraz konusu
kuralda yer alan parasal sınırlar her yıl yeniden değerleme oranında
artırılarak uygulanmaktadır. Artırılarak belirlenen tutarın tespit edilmesinde
hükmün verildiği tarihteki miktar esas alınmaktadır. Bu suretle kuralda yer
alan parasal sınırın yeniden değerleme oranında artırılması sonucu istinaf
kesinlik sınırı 1/1/2023 tarihinden itibaren
17.830 TL olarak uygulanmaya başlanmıştır.
C. İtirazın Gerekçesi
8. Başvuru kararında özetle; ilk derece mahkemesinin
kararının açıkça yanlış olmasına ve bunun bölge adliye mahkemesinin ön
incelemesinde anlaşılmasına rağmen istinaf başvurularının itiraz konusu kural
sebebiyle reddine karar verildiği, bu durumun ise mülkiyet hakkını ve hak arama
özgürlüğünü ihlal ettiği belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 13., 35. ve 36.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Ç. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
1. Hükmün Denetlenmesini Talep Etme Hakkına İlişkin Genel
Açıklama
9. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmiştir.
10. Anayasa’nın anılan maddesinde düzenlenen hak arama
özgürlüğü, yargılama usulüne ilişkin güvencelerle hakkaniyete uygun yargılama
yapılmasını hedefleyen ve demokratik toplumda vazgeçilmez nitelikte olan adil
yargılanma hakkını da kapsayan geniş bir içeriğe sahiptir.
11. Hak arama, kişinin maddi ve manevi varlığını
geliştirme hakkı ve insan onuru kavramıyla yakından ilgilidir. Bu nedenle
demokratik hukuk düzeninde hakların korunmasını ve hak ihlallerinin
giderilmesini temin edebilecek hukuki yollar öngörülmüştür. Nitekim
Anayasa Mahkemesi de kararlarında hak arama özgürlüğünün hukuk devletinin
başlıca ölçütü ve demokrasinin vazgeçilmez koşullarından biri olduğunu ifade
etmiştir (AYM, E.1991/2, K.1991/30, 19/9/1991; E.2014/86, K.2015/109,
25/11/2015, § 91; E.2020/21, K.2020/53, 1/10/2020, § 11). Bu doğrultuda Anayasa’nın
40. maddesinde hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkesin yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’nın 74. maddesinde düzenlenen yasama organına dilekçe
verme hakkı ile bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakları da anayasal
güvence altına alınan hak arama yolları arasındadır.
12. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
yargı mercileri önünde hak arama özgürlüğü, hakların korunmasını amaç edinen
vazgeçilmez meşru yöntemlerin başında gelmektedir. Anayasa’daki temel hakların
korunmasında önemli bir teminat olan yargısal hak arama, hakların korunmasında
en etkili ve güvenceli yoldur.
13. Hak arama özgürlüğünün kapsamının belirlenmesinde
adalet ve hukuk devleti gibi temel anayasal ilkelerin de gözönünde
bulundurulması gerekir. Bu doğrultuda hak arama özgürlüğünün amacının hak
ihlalinin önlenerek kişiye hakkının teslimi ve adaletin tesis edilmesi olduğu
söylenebilir. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı,
kanunun açıkça hatalı veya keyfî uygulanmasına ilişkin istisnalar dışında
yargılama sonucunda verilen hükmün adil olup olmadığı veya hukuki açıdan
isabetli olup olmadığı hususlarını içermemektedir. Bu itibarla adil yargılanma
hakkının davanın taraflarına sağladığı tüm usul güvencelerine uyulmuş olsa bile
yargılama sonucunda verilen hükmün hatalı olması mümkündür. Diğer bir ifadeyle
adil yargılanma hakkının güvencelerine riayet edilmiş olsa da hâkimin gerek
maddi vakıaların değerlendirilmesinde gerekse hukuk kurallarının uygulanmasında
yanılgıya düşmesi ve buna bağlı olarak hukuka aykırı hüküm vermesi söz konusu
olabilmektedir. Böyle kararlara ilgililerin veya toplumun katlanmasını istemek
adalete olan güveni sarsar ve hukuk devletini zedeler. Bu nedenle hak arama
özgürlüğünden yararlanılabilmesi bakımından adil ve isabetli olmadığı düşünülen
bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından denetlenmesi bir gereklilik olarak
ortaya çıkmaktadır. Anayasa açısından bu gereklilik, özel olarak düzenlenen hak
arama özgürlüğünün kapsamı ve mahiyetinden kaynaklanmaktadır (AYM, E.2018/71,
K.2018/118, 27/12/2018, § 8).
14. Anayasa’nın 154. ve 155. maddelerinin de mahkeme
kararlarının kural olarak denetlenmesi gerektiği düşüncesiyle düzenlendiği
anlaşılmaktadır. Anayasa’nın 154. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde “Yargıtay,
adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine
bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir.” kuralına yer
verilmiştir. Aynı şekilde Anayasa’nın 155. maddesinin birinci fıkrasının ilk
cümlesinde de “Danıştay, idare mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir
idari yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir.”
denilmektedir. Anayasa koyucunun bu kurallarla Yargıtay ve Danıştayın varlığını
anayasal güvence altına aldığı, anılan Yüksek Mahkemeleri kural olarak ilk
derece adli ve idari yargı mercilerince verilen karar ve hükümlerin son
inceleme mercii olarak görevlendirdiği anlaşılmaktadır. Ancak bu maddelerde
adli ve idari yargı mahkemelerince verilen hükümlerin denetlenmesi görevinin
anılan Yüksek Mahkemelere verilmemesi hâlinde de bu görevin başka yargı
mercilerine bırakılması gereken bir sistemin kurulmasını öngörmesiyle Anayasa
koyucunun hak arama hürriyetinin sağlanabilmesi için ilk derece mahkemesince
verilen karar ve hükümlerin kural olarak bir başka yargı mercii tarafından
denetlenmesi gerekliliğini kabul ettiği sonucuna ulaşılmaktadır (AYM, E.2018/71, K.2018/118, 27/12/2018, § 9).
15. Anayasa’nın 36., 154. ve 155. maddeleri birlikte
değerlendirildiğinde Anayasa’nın mahkemelerce verilen hükmün bir başka yargı
mercii tarafından denetlenmesini talep etme hakkını yargılamanın konusuna göre
herhangi bir kısıtlamaya tabi olmaksızın Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen
hak arama özgürlüğü kapsamında güvenceye kavuşturduğu görülmektedir.
Dolayısıyla hükmün denetlenmesini talep etme hakkı, konusu bir suç isnadına
dayanan ya da medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olan tüm yargılamalar için
geçerlidir.
16. Bununla birlikte yargılamanın
konusu ceza mahkûmiyeti olduğunda mahkeme kararlarının denetlenmesi ihtiyacı
daha da önem kazanmaktadır. Nitekim uluslararası sözleşmelerde de hükmün
denetlenmesinin bir hak olarak tanındığı görülmektedir. Türkiye’nin de taraf
olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) ek (7) No.lu Protokol’ün
2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde “Mahkeme tarafından
ceza gerektiren bir suç nedeniyle mahkûm edilen herkes, mahkûmiyetinin veya
hükmolunan cezanın yüksek bir mahkeme tarafından yeniden incelenmesini sağlama
hakkına sahiptir.” denilmek suretiyle mahkemece verilen mahkûmiyet ve
cezaların denetlenmesini talep hakkı güvenceye bağlanmıştır. Yine Türkiye’nin
taraf olduğu Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 14. maddesinin
(5) numaralı fıkrasında da “Bir suçtan hüküm giyen herkes, mahkumiyet ve
cezanın yasalara uygun olarak daha yüksek bir yargı organınca yeniden
incelenmesi hakkına sahip olacaktır.” biçiminde benzer bir kurala yer
verilmiştir.
17. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama
özgürlüğü kapsamındaki hükmün denetlenmesini talep etme hakkı, kişinin aleyhine
verilen bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından gözden geçirilmesini ve
denetlenmesini isteyebilmesini teminat altına almaktadır.
18. Bununla birlikte hükmün denetlenmesini talep etme
hakkının -tabiatı itibarıyla- devletin kanuni düzenleme yapmasını gerektirdiği
açıktır. Kişilerin ne şekilde bu haktan yararlanacağı ve bu hakkın temini
bakımından nasıl bir sistemin kurulacağı hususunda kanun koyucunun geniş takdir
yetkisi bulunmaktadır (AYM, E.2020/21, K.2020/53, 1/10/2020, § 20).
19. Hükmün denetlenmesini talep etme hakkına ilişkin
kanuni düzenlemelerde bu denetimin sadece hukuk kurallarının doğru uygulanıp
uygulanmadığı hususuyla mı sınırlı olacağı yoksa bunun yanında maddi olguların
değerlendirilmesini kapsayıp kapsamayacağı hususu da kanun koyucunun takdir
yetkisindedir. Bu bağlamda mahkeme hükmünün denetiminin maddi olguların
değerlendirilmesini de kapsaması gerektiğine dair bir anayasal zorunluluk
bulunmamaktadır. Denetimi yapacak yargı merciinin hukuk kurallarının doğru
uygulanıp uygulanmadığına yönelik bir denetim yapma yetkisi ile donatılması,
hükmün denetlenmesini talep etme hakkının sağlanmasına ilişkin anayasal
yükümlülüğün yerine getirilmesi bakımından yeterli görülebilir (AYM, E.2018/71,
K.2018/118, 27/12/2018, § 16).
20. Bunun yanında hükmün denetlenmesini talep etme
hakkının niteliği dikkate alındığında bu hakkın mutlak bir hak olarak kabulü
mümkün değildir. Dolayısıyla bu hak kanun koyucu tarafından bazı sınırlamalara
tabi tutulabilir. Ancak bu sınırlandırmaların Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen ölçütlere uygun olarak yapılması gerekir.
21. Öte yandan hükmün denetlenmesini talep etme hakkının
bir suç isnadını konu alan yargılamalardaki kapsam ve sınırıyla medeni hak ve
yükümlülükleri konu alan yargılamalardaki kapsam ve sınırının aynı
olmayacağının da belirtilmesi gerekir. Bu yönüyle anılan hak, bireye bir
suçlamanın yöneltilmesi ve sonucu itibarıyla bireyi bir cezaya maruz bırakması
sebebiyle temel hak ve özgürlüklere daha ağır müdahalelerin söz konusu olduğu
suç isnadını konu edinen yargılamalarda daha geniş bir uygulama alanı bulurken
diğer alanlarda daha esnek uygulanabilecektir AYM, E.2020/21, K.2020/53,
01/10/2020, § 23).
2. Kuralın İncelenmesi
22. Adli yargıda ilk
derece mahkemelerinin nihai kararlarına karşı kural olarak istinaf yolu
öngörülmüştür. Bu kapsamda 6100 sayılı Kanun’un 341. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendi ile (2) numaralı fıkrası uyarınca miktar veya değeri
1/1/2023 tarihi itibarıyla 17.830 TL’yi geçmeyenler hariç olmak üzere ilk
derece mahkemelerinin mal varlığı davalarına ilişkin nihai kararlarına karşı
istinaf yoluna başvurulması mümkündür.
23. İtiraz konusu kural uyarınca ön alım hakkına konu mal
varlığının miktarının veya değerinin belirli bir meblağı geçmemesi hâlinde ilk
derece mahkemesi kararı kesinleşmektedir. Başka bir deyişle uyuşmazlık konusu
hakkında yapılan yargılama kesin olarak sonuçlanmakta ve bu yargılamanın
denetlenmesi mümkün olmamaktadır.
24. Bireyin aleyhine verilen ilk derece mahkemesi
kararına karşı kanun yolunun kapalı olması hükmün başka bir mahkeme tarafından
denetlenmesini talep etme hakkına sınırlama oluşturmaktadır. Bu itibarla ön
alım hakkından kaynaklanan davalara ilişkin belirli bir miktarı geçmeyen
kararların kesin olduğunu öngören kural, hükmün denetlenmesini talep etme
hakkına sınırlama getirmektedir (AYM, E.2021/34, K.2022/21, 24/2/2022, § 24).
25. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmiştir.
Buna göre hükmün denetlenmesini talep etme hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin
kanunla yapılması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebeplerine uygun ve ölçülü
olması gerekir.
26. Bu kapsamda hükmün denetlenmesini talep etme hakkını
sınırlamaya yönelik bir kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp
kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte
olması gerekir (AYM, E.2021/107, K.2022/109, 28/9/2022, § 17).
27. Esasen temel hak ve özgürlükleri sınırlayan kanunun
bu niteliklere sahip olması Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk
devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinde kanuni düzenlemelerin hem
kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca
kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir.
Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından
da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla
Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik,
Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesi ışığında
yorumlanmalıdır.
28. Anayasa Mahkemesinin itiraz konusu kuralın kamulaştırma
bedelinin tespitine ilişkin davalar yönünden değerlendirildiği 24/2/2022
tarihli ve E.2021/34, K.2022/21 sayılı kararında; kamulaştırma bedelinin
tespitine ilişkin davalarda dava konusunun, uyuşmazlığın niteliğinin mal
varlığının değerinin ne olduğunun yargı kararıyla ortaya çıkarılması, başka bir
ifadeyle taşınmazın değerinin mahkeme tarafından belirlenmesi olduğu tespiti
yapıldıktan sonra kamulaştırma bedelinin tespiti davalarına ilişkin kararların
kesinlik sınırının hesaplanmasında hangi ölçütün esas alınacağının herhangi bir
tereddüde yer vermeyecek şekilde açık ve net olarak belirlenmediği gözetilerek
hükmün denetlenmesini talep etme hakkına sınırlama getiren kuralın kanunilik
şartını taşımadığı sonucuna varılmıştır.
29. Kuralla istinaf yoluna başvurulamayacak hangi tür
davalar bakımından, hangi miktar veya değerin altında olan kararların kesin
olduğunun herhangi bir terreddüde yer vermeyecek şekilde açık ve net olarak
belirlendiği görülmektedir. Ayrıca bu miktar veya değerin her yıl nasıl güncelleneceği
ve kısmi dava ya da alacağın tamamının dava edilmiş olması hâlinde bu hususun
ne şekilde gözetileceği konularının anılan Kanun’un 341. maddesi ile ek 1.
maddesinde ayrıntılı olarak düzenlendiği, alacağın tamamının dava edilmiş
olması hâlinde asıl talebin kabul edilmeyen kısmının gözönünde bulundurulacağı
yönündeki ölçütün -ön alım davalarının
konusunu belirli bir miktar veya değer içeren taleplerin oluşturması nedeniyle-
bu tür davalar bakımından uygulanmasının mümkün olduğu dikkate alındığında
kuralın kanunilik şartını taşıdığı sonucuna ulaşılmıştır.
30. Anayasa’nın 36. maddesinde hükmün denetlenmesini talep etme hakkı için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş
olmakla birlikte özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın
doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Öte
yandan Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete
yüklenen ödevler, özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır
teşkil edebilir.
31. Anayasa'nın 141. maddesinin dördüncü fıkrasında “Davaların
en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
denilmek suretiyle davaların makul bir süre içinde bitirilmesi gerekliliği
açıkça ifade edilmiştir. Bu fıkra gereğince devlet, yargılamaların gereksiz
yere uzamasını engelleyecek etkin çareler oluşturmak zorundadır (AYM, E.2013/4,
K.2013/35, 28/2/2013).
32. Öte yandan anılan fıkrada davaların en az giderle
sonuçlandırılması hususu da bir ilke olarak düzenlenmiştir. Usul ekonomisi olarak
da adlandırılan bu ilke, yargılama maliyetinin en düşük şekilde olmasını ve bu
sürecin mümkün olan en hızlı yöntemlerle gerçekleştirilmesini öngörmektedir.
Dolayısıyla kuralla belirli bir değerin altında kalan mal varlığı
uyuşmazlığının konu edildiği davalarda ilk derece mahkemesi kararlarının kesin
olması öngörülmek suretiyle davaların makul süre içinde ve daha az masrafla
sonuçlandırılmasının amaçlandığı, bu itibarla kuralın anayasal açıdan meşru bir
amaca dayandığı görülmektedir (AYM, E.2018/71, K.2018/118, 27/12/2018, § 30) (Mahir
Şahap Bostan, B. No: 2017/19906, 2/6/2020, § 37). Ancak sınırlamanın meşru
bir amacının bulunması yeterli olmayıp ölçülü olması da gerekmektedir.
33. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik
ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik
öngörülen sınırlamanın ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından sınırlamanın
zorunlu olmasını, diğer bir ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile
ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen
sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi
gerekliliğini ifade etmektedir.
34. Belirli bir değerin altında kalan mal varlığı
uyuşmazlığının konu edildiği davalara ilişkin ilk derece mahkemesi kararlarına
karşı istinaf yoluna başvurulamamasının davaların makul süre içinde
sonuçlandırılması ve usul ekonomisinin sağlanması amacına ulaşma yönünden
elverişli olduğu anlaşılmaktadır.
35. İkinci olarak belirtilen aracın gerekli olup olmadığı
incelenmelidir. Gereklilik, hedeflenen amaca ulaşılması için hakka en az
müdahale teşkil eden aracın seçilmesini ifade etmektedir. Yargı mercilerinin iş
yükünün hafifletilmesi ve istinaf mercilerinin gereksiz işlerle uğraşmalarının
önlenmesi amacıyla hangi tedbirlerin gerekli olduğunun değerlendirilmesinde
kanun koyucu geniş takdir yetkisine sahiptir. Önem derecesi nispeten düşük olan
davalarda verilen kararlara karşı istinaf yolunun kapatılmasının kanun
koyucunun takdir yetkisi kapsamında öngörebileceği ve hafif külfet yükleyen
tedbirlerden biri olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ön alım hakkına konu mal
varlığının miktarının veya değerinin belirli bir meblağı geçmediği davaların
ilk derece mahkemesi kararıyla kesinleşmesinin gereklilik kriterini karşıladığı
değerlendirilmiştir.
36. Öte yandan hükmün denetlenmesini talep etme hakkına
getirilen sınırlamanın elverişli ve gerekli olması yeterli olmayıp orantılı da
olması gerekir. Kuralla öngörülen amaca ulaşmak için ilk derece mahkemeleri
kararlarından güncelleme oranı doğrultusunda günümüz için 17.830 TL’nin altında olanlarının kesin olması
hükme bağlanmıştır. Ön alım hakkından kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümünde
sürenin ve usul ekonomisinin yargılama sürecindeki önemi ile belirlenen parasal
sınırın davanın taraflarının ekonomik ve sosyal güvenliğini tehlikeye
düşürmeyecek derecede olduğu gözetildiğinde kuralın amacı ile hükmün
denetlenmesine getirilen sınırlama arasında makul dengenin gözetildiği ve
kuralın orantısız bir sınırlamaya neden olmadığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla
kural, hükmün denetlenmesini talep etme hakkı yönünden ölçüsüz bir sınırlama
niteliği taşımamaktadır.
37. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve 36.
maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.
Yıldız SEFERİNOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
Kuralın Anayasa’nın 2. ve 35. maddelerine de aykırı
olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13.
ve 36. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması
nedeniyle Anayasa’nın 2. ve 35. maddeleri yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına
gerek görülmemiştir.
IV. HÜKÜM
12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 341. maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin “ön
alım hakkından kaynaklanan davalar” yönünden Anayasa’ya aykırı olmadığına
ve itirazın REDDİNE, Yıldız SEFERİNOĞLU’nun karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA 16/2/2023 tarihinde
karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
Kadir ÖZKAYA
|
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
Basri BAĞCI
|
Üye
İrfan FİDAN
|
Üye
Kenan YAŞAR
|
Üye
Muhterem İNCE
|
KARŞIOY
Ön alım hakkına dayanılarak açılan tapu iptal ve tescil
davasının kabulüne dair kararın istinaf incelemesinde, miktar ve değeri kanunda
belirlenen rakamı aşmadığı için istinaf yoluna başvurulamaması (kesin olması)
nedeniyle itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olmadığına dair çoğunluk
görüşüne iştirak etmemekteyim. Şöyle ki;
6100 sayılı Kanun’un 341. maddesinde istinaf yoluna
başvurulabilen kararlar düzenlenmiştir. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasının
birinci cümlesi “Miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı
davalarına ilişkin kararlar kesindir.” şeklindedir. (Hükmün verildiği
16/11/2021 tarihinde uygulanan parasal sınır 5.880,00 TL olup; dava değeri
4.123,00 TL’dir.)
İtiraza konu kural uyarınca ön alım hakkına konu
malvarlığının miktarının veya değerinin belirli bir meblağı geçmemesi halinde
ilk derece mahkemesi kararı kesinleşmekte ve yargılama kesin olarak
sonuçlanmakta ve bu yargılamanın denetlenmesi mümkün olmamaktadır.
Anayasa Mahkemesi, itiraz konusu kuralın kamulaştırma
bedelinin tespitine ilişkin davalar yönünden 24/02/2022 tarih ve E.2021/34,
K.2022/21 sayılı kararında değerlendirmiş ve Anayasa’nın 13. ve 36. maddelerine
aykırı olduğuna, iptaline karar vermiştir.
Kuralda yer alan “Miktar veya değeri…” ibareleri
esasen taraflar arasında uyuşmazlığa konu olan malvarlığının değerini ifade
etmektedir. Ancak, kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında uyuşmazlığın
esasını malvarlığının değerinin ne olduğunun yargı kararıyla ortaya
çıkarılması, başka bir ifadeyle taşınmazın değerinin mahkeme tarafından
belirlenmesi oluşturmaktadır. Dolayısıyla kamulaştırma bedelinin tespiti
davaları bu yönüyle kişilerin talep ya da uyuşmazlık konusunu belirli miktar
veya değer ile gösterebildikleri diğer malvarlığı davası türlerinden
ayrılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında söz konusu davaların konusunu belirli bir
miktar veya değer içeren talepler oluşturmadığından kararın kesinlik sınırının
belirlenmesinde davada ileri sürülen istemin kabul edilmeyen bölümü gibi
bir ölçütün esas alınması mümkün değildir (AYM, E.2021/34, K.2022/21,
24/02/2022).
Diğer yandan
kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında kararın taşınmaz maliki bakımından
kesinlik sınırının, başka bir deyişle istinaf edilebilir olup olmadığının
belirlenmesinde mahkeme tarafından lehine hükmedilen miktarın bir öneminin
bulunmadığı da açıktır. Nitekim uyuşmazlığın niteliği gereği taşınmaz malikinin
istinaf talebinin temel dayanağını mahkeme tarafından kamulaştırma bedeli
olarak belirlenen bu miktarın hatalı olduğu, taşınmazın gerçek değerini
yansıtmadığı iddiası oluşturmaktadır (AYM, E.2021/34, K.2022/21, 24/02/2022).
Bu itibarla kuralda
kamulaştırma bedelinin tespiti davalarına ilişkin kararların kesinlik sınırının
hesaplanmasında hangi ölçütün esas alınacağının herhangi bir tereddüde yer
vermeyecek şekilde açık ve net olarak belirlenmediği görülmektedir. Dolayısıyla
hükmün denetlenmesini talep etme hakkına sınırlama getiren kuralın kanunilik
şartını taşımadığı sonucuna varılmıştır (AYM, E.2021/34, K.2022/21,
24/02/2022).
Öte yandan Anayasa’nın
46. maddesinin birinci fıkrasında kamulaştırmanın taşınmazın gerçek
karşılığının ödenmesi şartıyla yapılması öngörülmüş olup söz konusu madde hükmü
uyarınca taşınmazın gerçek değeri üzerinden kamulaştırılmış olması Anayasa’nın
35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının da gereğidir (AYM,
E.2021/34, K.2022/21, 24/02/2022).
Ön alım davalarında
miktar ve değeri Türk Medeni Kanunu’nun 734/2 maddesi uyarınca satış bedeli ile
alıcıya düşen tapu giderlerinin toplamından ibarettir. Yargıtay yerleşik
içtihatlarına göre satış bedeli kural olarak tapu kütüğündeki akit tablosunda
gösterilen bedel olduğu anlaşılmaktadır. Ancak satış bedelinin tapu kütüğündeki
akit tablosunda gösterilen bedelden farklı olabileceği durumlar söz konusu
olabilmektedir. Bunlardan uygulamada en sık rastlananı, satış bedelinin
çoğunlukla daha az tapu harcı ödemek için gerçek değerinden düşük gösterilmesi
halidir. Diğer bir durum da satış bedelinin genellikle ön alım hakkı sahibince
kullanılmasını zorlaştırmak veya fiilen imkansızlaştırmak amacıyla gerçek
değerinden fazla gösterilmesidir.
Satış bedelinin tapu
kütüğünde gerçek değerin altında gösterildiğinde, uygulamada kural olarak
muvazaanın tarafı muvazaasına dayanamaz kuralı gereğince davalı taraflarca
ileri sürülemeyeceği, hakkın kötüye kullanımı olduğu kabul edilmektedir. Diğer
taraftan alıcı ve satıcının ön alım hakkının kullanılmasını zorlaştırmak için
satış bedelini tapu kütüğünde gerçek değerinden fazla gösterdiği durumda ön
alım hakkı sahibinin bedelde muvazaa iddiasında bulunup bunu her türlü delille
ispatlayabildiği, dava konusu taşınmazın gerçek değerinin tespit edilmesini
mahkemeden talep edebildiği ve bu sayede gerçek satış bedelinin
belirlenebildiği görülmektedir. Bu nedenle en azından diğer tapu iptal ve
tescil davalarında olduğu gibi ön alım hakkına konu payın dava tarihindeki
değeri dikkate alınması gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle
kural Anayasa’nın 13. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği
düşüncesi ile çoğunluk görüşüne iştirak edilmemiştir.