“1. Genel Olarak
Öğretide isabetle belirtildiği gibi; Anayasasız bir Medeni Hukuk olamaz (Serozan R., "Anayasa Mahkemesi'nin Yeni Medeni Kanun Kurallarına İlişkin Kararlarının Değerlendirilmesi", Anayasa Mahkemesinin Medeni Hukuka İlişkin Kararlarının Değerlendirilmesi Sempozyumu, İstanbul 2013, s. 137). Anayasasız bir medeni Hukuk olamayacağı gibi, Anayasasız bir Medenî Usûl Hukuku da olamaz.
Anayasamızın 152. maddesine göre; bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır. Mahkememiz de 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun 45. maddesinin 3. fıkrasını ve 5. fıkrasını aşağıda anlatılan gerekçelerle, Anayasamızın 5., 9., 13., 36., 40. ve 138. maddelerine aykırı görmüştür.
Anayasa'nın 5. maddesine göre, Devletin temel amaç ve görevleri; Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.
Anayasa'nın 9. maddesine göre; yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır.
Anayasa'nın 13. maddesine göre, Temel hak ve hürriyetler; özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
Anayasa'nın 36. maddesine göre, Herkes; meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Ayrıca hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.
Anayasa'nın 40. maddesine göre; Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. Ayrıca Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Anayasa'nın 138. maddesine göre; hakimler görevlerinde bağımsızdırlar ve Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.
2. Somut Aykırılıklar
2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun 45. maddesinin 3. fıkrası ve 5. fıkrası; hem kişilerin hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkını ihlal etmekte, hem de mahkemelerin kanuna ve hukuka uygun olarak karar vermelerinin önüne geçmektedir. Bu durum Anayasa'nın 5. maddesinde belirtilen, devletin temel amaç ve görevleri ile çelişmektedir.
Yargı kararları arasındaki aykırılıkları gidermek konusunda bir mekanizmanın geliştirilmesi hukuk güvenliğini ve hukuk önünde eşitliği sağlamak için mutlaka gerekmekle birlikte, geliştirilen bu mekanizmanın mutlaka Anayasa'ya uygun olması gerekmektedir. Anayasa hükümlerine aykırı bir mekanizmanın sorun çözmekten çok sorun yaratacağı konusunda kuşku bulunmamaktadır.
Mahkememizce somut norm denetimi başvurusuna konu edilen iki Kanun hükmünden biri olan 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun 45. maddesinin 5. fıkrası şu şekildedir: "İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar.". Söz konusu Kanun hükmü birçok açıdan Anayasa'ya aykırıdır.
Öncelikle, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun 45. maddesinin 5. fıkrası, içtihadı birleştirme kararlarına kanun gücü tanımaktadır. Bu ise çok açık bir şekilde Anayasa'ya aykırıdır. Bir kere, böyle bir metodun tercih edilmesiyle, yani içtihadı birleştirme kararlarına bağlayıcı nitelik tanınmasıyla, kural getiren yargı işlemleriyle temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması mümkün kılınmaktadır. Nitekim somut olayda da 1943 Tarihli İçtihadı Birleştirme Kurulu Kararı'nda hukuk dünyasına bir kural getirilmiş; bireylerin hak arama hürriyeti, adil yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkı sınırlanmıştır. Çünkü alacakla ilişkisi olmayan üçüncü kişilerin malvarlığına, söz konusu içtihadı birleştirme kararı ile satış yolu açılarak müdahale edilmektedir. Bu içtihadı birleştirme kararı olmasaydı ise bu satış davaları açılamayacaktı. 1943 Tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı ile Kanun Koyucunun yerine geçilip temel hak ve hürriyetleri sınırlayan genel geçer bir kural ortaya konmuştur. İşte bu durum Anayasa'nın 13. maddesine açıkça aykırıdır. Çünkü temel hak ve hürriyetlerin ancak ve ancak Kanun ile sınırlanması mümkündür. Kural getiren bağlayıcı yargı kararları ile temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması mümkün değildir. 5. fıkra yürürlükte olduğu sürece bu şekilde temel hak ve hürriyetler Anayasa'nın 13. maddesine aykırı bir şekilde sınırlanmaya devam edilecektir. Kanun metninde temel hak ve hürriyetlerin içtihadı birleştirme kararları ile sınırlanamayacağı dahi belirtilmemiştir. Gerçi, belirtilseydi bile sorun yine çözülmemektedir. Zira bu sefer de içtihadı birleştirme kararlarının temel hak ve hürriyetleri sınırlayıp sınırlanmadığının takdiri 3. fıkra marifetiyle yine kararı veren makama bırakılmaktadır.
Öte yandan, söz konusu Kanun maddesinin oldukça belirsiz olduğu da görülmektedir. Bir kere, söz konusu fıkrada içtihadı birleştirme kararının hangi kısmının bağlayıcı olacağı konusunda bir açıklık bulunmamaktadır. İçtihadı birleştirme kararlarının onlarca sayfa boyutuna ulaşabildiği göz önüne alındığında, kararın hangi kısmının bağlayıcı olduğunun belirlenmesinin arz ettiği önem daha da net görülmektedir. İkinci belirsizlik noktası ise "benzer hukuki konularda" kısmıdır. Benzer hukuki konuların neler olduğunun takdirinin ucu açıktır. Oysaki bir yargı kararına bağlayıcılık gücü atfeden bu Kanun hükmünün oldukça belirli ve dar bir şekilde düzenlenmesi gerekirdi. Bu açıdan, İçtihadı birleştirme kararlarının hangi kısmının bağlayıcı olacağının kanun metninde açıkça belirtilmesi gerekirdi. Öte yandan, benzer hukuki konuların neler olduğunun belirlenmesinde başvurulacak bir kural da kanun metninde bulunmalıydı. Ya da benzer hukuki konuların neler olacağının kararı veren kurul tarafından kararda belirtilmesi zorunlu kılınmalıydı. İçtihadı birleştirme kararlarının hangi şekle göre yazılacağına dair hiçbir kural yoktur. Bu haliyle söz konusu fıkra, gerekli usuli güvenceleri sağlamadığından, hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkına açıkça aykırıdır.
Anayasanın 13. maddesine aykırı olduğundan kural getiren bağlayıcı yargı kararlarının verilmesinin zaten asla mümkün olamayacağı bir yana; en azından kanunlarda olduğu gibi, içtihadı birleştirme kararlarının da Anayasa Mahkemesi'nin denetimine açılmış olması gerekirdi. Çünkü içtihadı birleştirme kararları, bağlayıcı ve kural koyan kararlar olduğu için fonksiyonel olarak kanun niteliğindedirler. Kanunlar Anayasal Denetime tabi tutulurken kanun gücündeki içtihadı birleştirme kararlarının Anayasal Denetime tabi olmayışı Anayasanın Üstünlüğü İlkesine açıkça aykırıdır.
Yargı kararları ile kanun gücünde kurallar konulması kuvvetler ayrılığına da aykırıdır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi "Başlangıç" kısmında kabul edilmiştir. Kanunlarla çelişen içtihadı birleştirme kararları verilmesi halinde sorunun nasıl çözüleceği konusunda açıklık yoktur. Nitekim 1943 Tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı, HMK hükümleriyle açık bir çelişki halindedir. Bu noktada eğer bir kanun hükmünün uygulanmasında görüş aykırılıkları var ve bu aykırılıkların giderilmesi gerekiyor ise; kanun gücünde bir yargı kararı ile aykırılığın gidermeye çalışan bir mekanizma yerine, aykırılığı giderecek yargı kararını bir kanun hükmüne dönüşmek üzere yasamanın önüne taşıyan bir mekanizmanın kurgulanması daha yerinde görünmektedir. Bu açıdan, içtihadı birleştirme kararlarının somut bir kural getirecek sonuç kısmının bir kanun tasarısına dönüştürüp yasamanın önüne taşıyan bir sistem kurgulanarak yargı kararları arasındaki aykırılıkların toptan çözülmesi mümkündür. En azından bu şekilde, ortaya konan kanun normunun anayasal denetimi de sağlanabilecektir. Ayrıca yasama fonksiyonuna bir müdahale söz konusu olmayacak, yasama yine söz hakkını koruyacaktır.
Ayrıca 3. fıkrada atıf yapılan mekanizma da Anayasa'ya aykırıdır. Çünkü 3. fıkra, içtihadı birleştirme kararlarının kaldırılmasının, bizzat söz konusu kararı veren merciden talep edilmesini zorunlu kılmaktadır. Bir kararın, bizzat kararı veren makamdan kaldırılmasını istemek hak arama hürriyetine ve adil yargılanma hakkına aykırıdır. Bu yeterli bir usuli güvence değildir. İçtihadı birleştirme kararlarının kaldırılması talep edildiğinde, bu talebin başka bir makamca incelenmesi gerekir. Yani, aslında bu kararların Anayasal Denetime tabi tutulmaları gerektiği bu yönüyle de açıktır. Kararı veren merciden kararın kaldırılması ya da değiştirilmesinin talep edilmesini mümkün kılmak Anayasa'ya aykırılık sorununu çözmemektedir. Kaldı ki, kararın kaldırılması ya da değiştirilmesi için Birinci Başkanlık Kurulu'nun yapılan başvurunun ne kadar sürede karara bağlanacağı, başvuru karara bağlanırken hangi kurallara göre hareket edileceği kanun metninde belirtilmemiştir. Üstüne üstlük başvuru üzerine Birinci Başkanlık Kurulu tarafından verilen kararlar da kesin kılınmıştır. Bu durum da usuli güvencelerin sağlanması konusunda yetersizlik bulunduğunu açıkça göstermektedir.
Tüm bu açıklanan gerekçeler ışığında olması gereken; ya bağlayıcı güce sahip olmayan ve kural ortaya koymayan içtihadı birleştirme kararları vasıtasıyla yargı kararları arasındaki aykırılıkların giderilmesi ya da ihtiyaç duyulan kural ne ise bunun bir kanun tasarısı dönüştürülerek yasamanın önüne taşınmasını sağlayacak bir yargı mekanizmasının kurgulanması vesilesiyle yargı kararları arasındaki aykırılıkların giderilmesidir. Bu sebeplerle, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun 45. maddesi'nin 3. ve 5. fıkralarının birer bütün olarak ayrı ayrı iptal edilmesini talep etmek gerekmiştir.
SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun 45. maddesinin 3. ve 5. fıkralarının birer bütün olarak Anayasa'nın 5., 9., 13., 36., 40. ve 138. maddelerine aykırı olduğunun tespiti ile ayrı ayrı iptaline karar verilmesine arz olunur.”
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2023/31
Karar Sayısı : 2023/24
Karar Tarihi : 16/2/2023
R.G.Tarih-Sayı : 28/3/2023-32146
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Aliağa Sulh Hukuk Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 45. maddesinin üçüncü ve beşinci fıkralarının Anayasa’nın 5., 9., 13., 36., 40. ve 138. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi talebidir.
OLAY: İcra hukuk mahkemesince yetki verilen alacaklı tarafından borçlunun elbirliği hâlinde malik olduğu taşınmaz hakkında açılan ortaklığın giderilmesi davasında itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptalleri için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
Kanun’un itiraz konusu kuralların da yer aldığı 45. maddesi şöyledir:
“İçtihadların birleştirilmesini istemek yetkisi ve bağlayıcılığı:
Madde 45 – İçtihadların birleştirilmesini Birinci Başkan, doğrudan doğruya veya Yargıtay dairelerinin veya genel kurulların verdikleri karar sonucunda veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bizzat yazı ile başvurması halinde, ilgili kuruldan ister. Bu istemlerin gerekçeli olması zorunludur.
Diğer merci veya kişilerin gerekçe göstererek yazılı başvurmaları halinde, içtihadı birleştirme yoluna gitmenin gerekip gerekmediğine Birinci Başkanlık Kurulu karar verir. Bu karar kesindir.
İçtihadı birleştirme kararlarının değiştirilmesi veya kaldırılmasının istenmesi de yukarıdaki usule bağlıdır.
İçtihadı birleştirme görüşmeleri, alınmış olan ilke kararları çerçevesinde yürütülür ve kararları yazılır.
İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar.
İçtihadı birleştirme kararlarının niteliğini açıkça belirten özeti, kararın verilmesini izleyen en kısa zamanda Adalet Bakanlığına bildirilir. Adalet Bakanlığı bütün adliye mahkemelerine ve Cumhuriyet savcılıklarına bu kararları gecikmeksizin duyurur.
İçtihadı Birleştirme Kurulları, genel kurulların veya dairelerin kararlarındaki gerekçe ve görüşlerle bağlı olmaksızın sorunu başka bir görüşle karara bağlayabilirler.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca yapılan ilk inceleme toplantısında başvuru kararı ve ekleri, Raportör Abdullah TEKBAŞ tarafından hazırlanan ilk inceleme raporu ve itiraz konusu kanun hükümleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
2. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu hükümlerin iptalleri için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görev kapsamına giren bir davanın bulunması, iptali talep edilen kuralın da o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır.
3. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, kendisine icra hukuk mahkemesince yetki verilen alacaklının, borçlunun elbirliği hâlinde malik olduğu taşınmaz hakkında açtığı ortaklığın giderilmesi davasında kuralların Anayasa’ya aykırı olduğunu değerlendirerek iptalleri için başvurmuştur. 2797 sayılı Kanun’un 45. maddesinin itiraz konusu üçüncü fıkrasında içtihadı birleştirme kararlarının değiştirilmesi ve kaldırılması usulü, itiraz konusu beşinci fıkrasında da bu kararların bağlayıcılığı hususu düzenlenmiştir.
4. Mahkemeye göre alacaklıya ortaklığın giderilmesi davası açma yetkisinin verilmesi Anayasa’ya aykırı sonuçlar doğurmaktadır. Alacaklının söz konusu davayı açabilmesi yetkisinin dayanağı 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “Paraya çevirmenin diğer tarzı. İştirak halinde mülkiyet hisseleri” başlıklı 121. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “…iktiza eden diğer bir tedbiri alabilir.” hükmü ve bu hükmün yorumu niteliğindeki 14/4/1943 tarihli ve E.1940/48, K.1943/15 sayılı Yargıtay içtihadı birleştirme kararıdır (İBK). Anılan maddede borçlunun elbirliği hâlinde malik olduğu malların icra takibine konu edilerek satılabilmesi için maddede öngörülen açık artırmayla satış veya memur tayininin yanı sıra iktiza eden gerekli bir tedbirin de alınabileceği öngörülmüştür. Bu kapsamda Yargıtay alacaklıya ortaklığın giderilmesi davası açma yetkisinin verilebileceğini içtihat etmiş ve bu içtihadını söz konusu İBK ile karara bağlamıştır. Dolayısıyla bakılmakta olan davaya konu uyuşmazlığın çözümünde uygulanacak kural, anılan İBK’nın dayanağı olan 2004 sayılı Kanun’un 121. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “…iktiza eden diğer bir tedbiri alabilir.” hükmüdür.
5. Açıklanan nedenle kuralların itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı bulunmadığından başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ve Basri BAĞCI bu görüşe katılmamışlardır.
III. HÜKÜM
4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 45. maddesinin üçüncü ve beşinci fıkralarının itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı bulunmadığından başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE, Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ile Basri BAĞCI’nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA 16/2/2023 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Üye
Engin YILDIRIM
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Selahaddin MENTEŞ
Basri BAĞCI
İrfan FİDAN
Kenan YAŞAR
Muhterem İNCE
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Mahkememiz çoğunluğu, 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun (Kanun) 45. maddesinin Yargıtay içtihadı birleştirme kararlarının değiştirilmesi veya kaldırılması usulünü düzenleyen üçüncü fıkrası ile bu kararların bağlayıcılığını öngören beşinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla yapılan itiraz başvurusunu, kuralların bakılmakta olduğu davada uygulanma imkânı bulunmaması, dolayısıyla başvuran mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddetmiştir.
2. Anayasa Mahkemesinin kuruluşundan itibaren “davada uygulanacak kural” kavramı genellikle geniş yorumlanmıştır. Mahkemenin 1971 yılında verdiği bir kararda uygulanacak kuralın “o dâvada sadece dâvayı açan belgede uygulanması istenen hükümleri değil, aynı zamanda dâvanın esasına etkili ve sonucu da değiştirecek nitelikte olup, dolaylı biçimde uygulanacak hükümleri de kapsamakta” olduğu belirtilmiştir (AYM, E. 1971/28, K. 1971/64, 8/7/1971).
3. Yürürlükteki Anayasa döneminde verilen kararlarda da uygulanacak kural “bir davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan yahut tarafların istek ve savunmaları çerçevesinde bir karar vermek için ön planda tutulması gereken kurallar” şeklinde tanımlanmıştır (bkz. AYM, E.1990/15, K.1991/5, 28/2/1991; AYM, E.1995/36, K.1995/56, 24/10/1995). Uygulanacak kurala ilişkin yakın tarihli kararlarda ise benzer şekilde “davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallar”ın tamamı uygulanacak kural kapsamında değerlendirilmiştir (bkz. AYM, E. 2020/62, K. 2020/69, 12/11/2020, § 2; (AYM, E.2022/132, K.2022/131, 09/11/2022, § 2).
4. İtiraz yoluna başvuran mahkemede borçlunun elbirliği halinde malik olduğu taşınmaz hakkında ortaklığın giderilmesi davası açılmıştır. Mahkeme ilk önce 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 121. maddesinde yer alan “iktiza eden diğer bir tedbiri alabilir” hükmünün alacaklıya ortaklığın giderilmesi davası açma yetkisi tanımadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Bu karar İstinaf Mahkemesi tarafından Yargıtay’ın 1940/48 esas sayılı ve 14/4/1943 tarihli içtihadı birleştirme kararına (İBK) dayanılarak kaldırılmıştır. Bunun üzerine davaya bakmakta olan mahkeme, İBK’nın bağlayıcı olduğuna ve değiştirilme/kaldırılma usulüne dair hükümlerin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmuştur.
5. Çoğunluğa göre bakılmakta olan davada uygulanacak kural 2004 sayılı Kanun’un 121. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “…iktiza eden diğer bir tedbiri alabilir” hükmüdür (§ 4). Kuşkusuz bu hüküm somut uyuşmazlığı çözmek için uygulanacak kuraldır, ancak tek kural değildir. Daha da önemlisi bu kuralın uygulanması, Yargıtay içtihadı birleştirme kararlarının bağlayıcılığına ilişkin kuralın uygulanmasına bağlıdır.
6. Nitekim görevsizlik konusunda itiraz yoluna başvuran mahkeme ile İstinaf Mahkemesi arasındaki görüş ayrılığı, 2004 sayılı Kanun’un 121. maddesinde yer verilen “…iktiza eden diğer bir tedbiri alabilir” hükmünün iki zıt yorumundan kaynaklanmaktadır. Bu görüş ayrılığını gidermek için İstinaf Mahkemesi yukarıda zikredilen İBK’ya dayanmış, bu kararın bağlayıcılığına ilişkin itiraz konusu kural nedeniyle de başvuran mahkeme davaya devam etmiştir.
7. Bu durumda davaya bakan mahkemenin 2004 sayılı Kanun’un 121. maddesinde yer alan hükmü taşınmaz maliki lehine olacak şekilde yorumlama ve uygulama imkânı ortadan kalkmıştır. Esasen mahkeme tam da bundan şikâyet etmektedir. Şayet içtihadı birleştirme kararının bağlayıcı olduğunu düzenleyen itiraz konusu kural olmasaydı, mahkeme “…iktiza eden diğer bir tedbiri alabilir” ibaresini daha farklı bir şekilde yorumlayarak uyuşmazlığı farklı bir biçimde sonuçlandırabilecekti. Dolayısıyla itiraz konusu kuralın bakılmakta olan davada uygulanma imkânının olmadığı söylenemez.
8. Aynı şekilde, başvuran mahkemenin isabetle belirttiği üzere, bakılmakta olan dava sürecinde anılan İBK’nın kaldırılmasını talep etme imkânı bulunmaktadır. Bu sebeple, Kanun’un 45. maddesinin içtihadı birleştirme kararlarının değiştirilmesi/kaldırılması usulünü düzenleyen üçüncü fıkrası da uygulanacak kural niteliğindedir.
9. Son olarak, anayasa yargısının amacı sadece bir davada uygulandığında değil hukuk dünyasında varlığını sürdürdüğü müddetçe Anayasa’yı ihlal edebileceği düşünülen bir kanun hükmünün denetlenmesi ve Anayasa’ya aykırılığı tespit edildiğinde iptalinin sağlanmasıdır. Bu nedenle norm denetiminde uygulanacak kuralın çok katı ve dar yorumlanması anayasa yargısının amacıyla da bağdaşmamaktadır.
10. Açıklanan gerekçelerle, itiraz konusu kuralların uygulanacak kural olduğunu, dolayısıyla esas incelemesinin yapılması gerektiğini düşündüğümden çoğunluğun red yönündeki görüşüne katılmıyorum.
1. Anayasanın 152. maddesi uyarınca bir davaya bakan mahkemenin uygulayacağı bir kanun hükmünün Anayasa’ya aykırılığı iddiasını ciddi bulması durumunda itiraz yoluyla iptal isteminde bulunması mümkündür. Mahkememiz bu nedenle “uygulanacak kural”ın tespitinde, iptali istenen kuralın “bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallar” olup olmadığının incelenmesi kriterini uygulamıştır.
2. Bu kriter açısından kural olarak iptali istenen kanun hükmü veya ibaresinin uyuşmazlığın çözümünde veya davanın evrelerinde doğrudan bir etkisinin bulunması aranmalıdır. Bununla birlikte yargılamaya ilişkin usul hukuku kurallarının iptal isteminde bu kriter her zaman yeterli değildir. Usul kuralları bakımından uyuşmazlığın görülmesine ilişkin dava sürecine veya sonucuna ilişkin dolaylı etkisi olan kuralların da “uygulanacak kural” niteliğinde değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirme Anayasa’nın üstünlüğü ilkesini koruma işlevini gören anayasal denetimin mantığı yönünden de gereklidir. Tersine bir yaklaşım AYM’nin kendini sınırlaması anlamına gelebilir. Nitekim AYM daha önce 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 1/7/2016 tarihli ve 6723 sayılı Kanun’un 25. maddesiyle başlığı ile birlikte yeniden düzenlenen 28. maddesinin yedinci fıkrasının “…kovuşturma veya yargılamanın tamamlanması için öngörülen hedef süreler Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun görüşü alınarak Adalet Bakanlığı tarafından belirlenir.” bölümünün iptal isteminin ilk incelemesinde kuralı davada uygulanacak kural olarak nitelemiş ve davayı esastan inceleyerek sonuçlandırmıştır (AYM, E.2021/17, K.2021/103, 30/12/2021).
3. İptal istemine konu Yargıtay Kanunu’nun 45. maddesinin 3. ve 5. fıkralarında Yargıtay içtihadı birleştirme kararlarının usul kuralları ile bağlayıcılığı hususları düzenlenmektedir. İtiraz yoluna başvuran sulh hukuk mahkemesinin önündeki, borçlunun iştirak halinde malik olduğu taşınmaz hakkında açılan ortaklığın giderilmesi davasında doğrudan uygulanacak kural 2004 sayılı İİK’nın 121. Maddesidir. Bununla birlikte sulh hukuk mahkemesi Anılan maddede yer alan “İcra mahkemesi … satış için … iktiza eden diğer bir tedbiri alabilir” biçimindeki hükmü yorumlayan 1940/48 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile icra mahkemesinin alacaklıya ortaklığın giderilmesi davası açması için yetki verebileceği, bu yetkinin kanunda belirtilen diğer tedbirler kapsamında bulunduğu yorumu yapılmıştır. Somut olayda İzmir 8. İcra Mahkemesi alacaklı bankaya borçlunun iştirak halinde malik olduğu taşınmaz hakkında ortaklığın giderilmesi davası açma yetkisi vermiştir. Alacaklı tarafından Aliağa Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır. Sulh mahkemesi İİK m. 121’de alacaklıya dava açma yetkisini veren bir düzenleme bulunmadığı, dolayısıyla bu davanın ortaklığın giderilmesi davası olmayıp icra hukuku kaynaklı dava olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin kararı ile görevsizlik kararı kaldırılmıştır.
4. Görevsizlik kararı kaldırılan sulh hukuk mahkemesi bu kez İİK m. 121’deki kuralın bu şekilde yorumlanmasının Yargıtay İBK’daki yorumdan kaynaklandığını, anılan İBK’nın bağlayıcılığının kanunla düzenlenmesinin mahkemeleri bağladığını, ancak bu durumun Anayasa’ya aykırı olduğunu belirterek Yargıtay Kanunu’nun 45. maddesindeki kuralların iptali isteminde bulunmuştur. Görüldüğü üzere davada doğrudan uygulanacak kural İİK m. 121 olmakla birlikte anılan maddenin bu şekilde yorumlanması gerektiğine dair içtihadı birleştirme kararının bağlayıcı olduğuna ilişkin kanun hükmü de davanın görülmesinde, dava şartı olan taraf ehliyetinin varlığının tespitinde uygulanacak kural mahiyetindedir. Dolayısıyla itiraz davasıyla iptal isteminde bulunan mahkemenin ortaya koyduğu gerekçe karşısında içtihadı birleştirme kararlarını tüm mahkemeler için bağlayıcı kılan kanun hükmünün mahkemenin önündeki davada uygulanacak kural olmadığı söylenemez. Bu nedenle sayın çoğunluğun getirilen kuralın uygulanacak kural olmadığı yönündeki kararına iştirak edemedim.
KARŞI OY
1. Yetki verilen alacaklı tarafından, borçlunun iştirak halinde malik olduğu taşınmaz hakkında açılan ortaklığın giderilmesi davasında Aliağa Sulh Hukuk Mahkemesi’nce 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 45. Maddesinin “İçtihadı birleştirme kararlarının değiştirilmesi veya kaldırılmasının istenmesi de yukarıdaki usule bağlıdır.” hükmünü içeren üçüncü ve “İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar.” hükmünü içeren beşinci fıkrasının Anayasa’ ya aykırı olduğu değerlendirmesiyle yapılan itiraz başvurusunda Mahkememiz çoğunluğunca itiraz konusu kuralların itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı bulunmadığı görüşüyle Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddine karar verilmiştir.
2. Aşağıda açıklanan gerekçelerle itiraz konusu kuralların itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanacak kurallar olduğu görüşüyle çoğunluk görüşüne dayalı karara katılmıyoruz.
3. Aliağa Sulh Hukuk Mahkemesi kendi nezdinde açılmış olan ortaklığın giderilmesi davasında alacaklıya, taşınmaza ortak olmadığı halde dava açabilme imkânı veren uygulamanın 1940/48 esas sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına dayandığını, içtihadı birleştirme kararlarının bağlayıcılığının ise 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 45. maddesinden kaynaklandığını belirterek söz konusu hükmün Anayasa’ya aykırı olduğundan bahisle iptal talebinde bulunmuştur.
4. Çoğunluk ise alacaklının ortaklığın giderilme davası açma yetkisinin 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 121/2. maddesinden kaynaklandığını belirterek 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 45/3 ve 5. maddelerin uygulanacak kural olmadığından bahisle talebin reddine karar vermiştir.
5. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 121/2. maddesinin icra hâkimine verdiği yetki “iktiza eden diğer bir tedbiri alabilir” şeklinde olup, kanun metninden alacaklının taşınmazda müşterek hisse sahibi olan borçlunun rolüne bürünerek ortaklığın giderilmesi davası açabilmesine açıkça yetki vermemektedir.
6. Söz konusu madde çok genel mahiyette olup muhtevasında hiçbir özel ve somut tedbir bulunmamaktadır.
7. Genel tedbirlerin somut hale dönüşmesi incelemeye konu olay örneğinde olduğu gibi Yargıtay’ın 1940/48 esas 1943/15 sayılı Kararı ile olmuştur.
8. İBK.nın hüküm kısmında “…İcra ve İflas Kanunu`nun zikri geçen 121 inci maddesi sonunda yazılı olduğu gibi icra tetkik mercii tarafından tedbir alınması yani tasfiye maksadıyla terekedeki şüyuun izalesine lüzum gösterilip tedbirler cümlesinden olarak icra memuruna yahut alacaklıya Kanunu Medeni`nin 588 inci maddesi mucibince vazifeli mahkemeye mürcaatla taksim veya şüyuun izalesine tevessül etmek mezuniyetinin verilmesi lazım geleceğine…” denilmek suretiyle açıkça alacaklıya borçlu adına hareket ederek ortaklığına giderilmesi davasını açma hakkı verilmektedir.
9. Davaya bakmakta olan ve itirazı Anayasa Mahkemesi’nin önüne getiren mahkeme alacaklının kendi nezdinde açtığı davada taraf sıfatının bulunmadığını iddia edemez. Buna İİK.nun 121/2. maddesi değil 1940/48 esas 1943/15 karar sayılı İBK kararı engeldir. İçtihadı birleştirme kararlarının bu engelleme etkisi ise 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 45/3 ve 5. maddelerinden kaynaklanmaktadır.
10. Yargıtay Kanunu’nun 45/5. maddesi “İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar” demek suretiyle İBK kararları karşısında genel kurulların, dairelerin ve ilk derece mahkemelerinin konuya ilişkin takdir hakkı kullanmalarına veya kural hilafına işlem yapmalarına engel teşkil etmektedir.
11. Belirtilen nedenlerle itiraz konusu kuralların itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanacak kurallar olduğunu değerlendirdiğimizden çoğunluk görüşüne dayalı karara katılmıyoruz.
1. Somut norm denetimi yolu ile yapılan başvuruda Anayasa Mahkemesi çoğunluğunun 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 45. maddesinin üçüncü ve beşinci fıkralarının itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı bulunmadığından, başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddi gerektiğine ilişkin kararına katılmamaktayım.
2. İtiraz yolu ile yapılan başvuruda Aliağa Sulh Hukuk Mahkemesi, icra hukuk mahkemesi tarafından yetki verilen alacaklı tarafından borçlunun iştirak halinde malik olduğu taşınmaz hakkında açılan ortaklığın giderilmesi davasında 9/6/1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “Paraya çevirmenin diğer tarzı. İştirak halinde mülkiyet hisseleri” başlıklı 121. maddesinde “Bir intifa hakkı veya taksim edilmemiş bir miras veya bir şirket yahut iştirak halinde tasarruf olunan bir mal hissesi gibi yukarki maddelerde gösterilmeyen başka nevi malların satılması lazımgelirse icra memuru satışın nasıl yapılacağını icra mahkemesinden sorar. İcra mahkemesi, yerleşim yerleri malüm olan alakadarları davet ve gelenlerini dinledikten sonra açık artırma yaptırabileceği gibi satış için bir memur da tayin edebilir, yahut iktiza eden diğer bir tedbiri alabilir.” hükmündeki “yahut iktiza eden diğer bir tedbiri alabilir” ifadesinin icra mahkemesi tarafından alacaklıya veya icra memuruna ortaklığın giderilmesi davasını açmak hususunda yetki verilmesine dayanak teşkil edeceği şeklinde anlaşılması gerektiğini ifade eden Yargıtay’ın 14/04/1943 tarihinde verdiği İçtihadı Birleştirme Kararının güncel mevzuatın gerisinde kalmasına ve hukuka aykırı olmasına rağmen 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 45. maddesinin üçüncü ve beşinci fıkraları gereğince bağlayıcı olduğunu ileri sürerek Yargıtay Kanunu’ndaki bahse konu fıkraların Anayasa’ya aykırılığını ileri sürerek iptalini talep etmiştir.
3. Mahkememiz çoğunluğu itiraz başvurusu konusu Yargıtay Kanunu’nun 45. maddesinin 3. ve 5. fıkralarının uyuşmazlığın çözümünde uygulanacak kurallar olmadığı gerekçesiyle Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle talebin reddine karar vermiştir.
4. Kanaatimizce kurallar bu davada uygulanacak kural niteliği taşımaktadır. Zira somut norm denetimi yolu ile Anayasa Mahkemesine yapılan başvurularda Mahkememiz sadece mahkemeler önündeki uyuşmazlığın esasını çözen, davanın çözümünde doğrudan uygulanan kanun hükümlerini değil davanın usulü ve esası ile ilgili olabilecek tüm kuralları uygulanacak kural olarak kabul etmektedir. Dolayısıyla ifade etmek gerekir ki somut norm denetimi yolundaki yaptığı incelemeye ilişkin Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadında “davada uygulanacak kural” ile ilgili ilk inceleme aşamasındaki temel yaklaşım genel olarak uygulanacak kuralı geniş biçimde yorumlama şeklindedir.
5. Nitekim Anayasa Mahkemesi kararlarına göre “davada uygulanacak kural” sadece o davanın esasını çözecek hükmü değil, “bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallar”ın tümünü kapsamaktadır. (Örnek olarak bkz.: E. S.: 2018/8, K. S.: 2018/85, K.T.: 11/07/2018).
6. Dolayısıyla somut başvuruda da her ne kadar iptali istenen kurallar olarak Yargıtay Kanunu’nun 45. maddesinin üçüncü ve beşinci fıkraları Yargıtay içtihadı birleştirme kararlarının bağlayıcılığı ile içtihadı birleştirme kararlarının değiştirilmesi ve kaldırılması usulünü düzenliyorsa da bu kuralların Aliağa Sulh Hukuk Mahkemesindeki derdest davanın çözümünde usule ilişkin davayı etkileyebilecek nitelikte olduğunda bir kuşku bulunmamaktadır.
7. Zira, mahkemenin önündeki ortaklığın giderilmesi davasında 9/6/1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 121. maddesindeki “yahut iktiza eden diğer bir tedbiri alabilir” ifadesinin icra mahkemesi tarafından alacaklıya veya icra memuruna ortaklığın giderilmesi davasını açmak hususunda yetki verilmesine dayanak teşkil edeceği şeklinde anlaşılması gerektiğini vurgulayan ve hukuken bağlayıcı olduğu ifade edilen bir Yargıtay içtihadı birleştirme kurulu kararı mevcuttur. Bu yorumun bağlayıcılığı ise itiraz yolu ile Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülen 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 45. maddesinin üçüncü ve beşinci fıkralarından kaynaklanmaktadır.
8. Bundan dolayıdır ki Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülen kuralların Mahkeme önündeki davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan ve davanın çözümünde olumlu veya olumsuz yönde etki yapacak niteliğe sahip oldukları görülmektedir.
9. Yukarıda izah edilen gerekçelerle Aliağa Sulh Hukuk Mahkemesince yapılan başvuruda Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülen 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 45. maddesinin üçüncü ve beşinci fıkralarının Mahkemenin önündeki davada uygulanacak kural olduğu kanaatindeyim. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi çoğunluğunun aksi yöndeki görüşüne katılmamaktayım.