“Belirtilen konu ile ilgili olarak, mahkememizce, somut norm denetimi yolu ile iptal/itiraz başvurusuna konu edilen kanun hükmünün, Anayasa'nın 2, 5, 13, 35 ve 36. maddelerine uygun düşmediği mülahaza edilmiştir. Aykırılık başvurusunun esbabı mucibesinin izah olunmasından evvel, belirtilen Anayasa maddelerine yer vermekte fayda olacaktır.
I. Cumhuriyetin nitelikleri
Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
V. Devletin temel amaç ve görevleri
Madde 5 – Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.
II. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması
Madde 13 –Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
XII. Mülkiyet hakkı
Madde 35 – Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.
A. Hak arama hürriyeti
Madde 36 – Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
İtiraz başvurusunun konusu olan kanun hükmü, Anayasanın, belirtilen maddelerindeki birtakım kurallar, temel hak ve hürriyetler ile bu hakların amaç, kapsam ve sınırlarının bir arada değerlendirilmesi neticesinde aşağıdaki izah edileceği üzere Anayasadaki belirli hükümlere aykırıdır. Bu aykırılıkların hukuki ve fiili sebeplerinin açıklanmasından önce hukuk davalarında teminat alınması usulü ile teminat müessesesine değinmek isabetli olacaktır.
Teminat kavramı maddi hukuk ve usul hukuku bağlamında farklı şekilde tarif edilebilir. Borçlar hukuku anlamında teminat, bir borcun zamanında ve uygun biçimde ödenmesini sağlayan bir işlem veya belli bir hukuki duruma ulaşmak için verilen garantidir.
Teminat müessesesinin amacı ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) hükümleri göz önünde bulundurularak teminat kavramının usul hukuku bağlamında tanımı yapılacak olur ise, teminat; kanunda tahdidi olarak sayılan durumlardan biri içerisinde bulunan davacının, müdahilin veya takibe girişmek isteyen kimsenin, henüz hukuki işlemlere girişmeden önce karşı tarafın yargılama ve takip giderleri sonucunda oluşacak muhtemel zararını, mahkemenin belirlediği veya tarafların kendi aralarında belirledikleri miktar esas alınarak depo etme mecburiyetidir. ( Aziz Serkan Arslan, HMK Hükümlerine Göre Teminat Kurumu ve Dava Şartı Niteliği, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16, Özel Sayı 2014, s. 943-974 (Basım Yılı: 2015) Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez’e Armağan, s. 945; Yavuz, Cevdet/Acar, Faruk/Özen, Burak; Borçlar Hukuku Dersleri, Özel Hükümler, 8. Bası, İstanbul 2010, s. 589.)
Belirtilmelidir ki, İİK 259/1'de sözü edilen teminat usul hukuku ile ilgili bir teminattır. HMK'da teminat gösterme yükümlülüğü 84 ve 89. maddeler arasında düzenlenmiştir. Sözü edilen maddeler arasında düzenlenen teminat gösterme yükümlülüğü, kural olarak, özel mahkeme genel mahkeme ayrımı yapılmaksızın bünyesine uygun düşen bütün hukuk davalarında uygulama alanı bulur.
Medeni usul hukukunun temel kanunu olan HMK'da düzenlenen teminat, açık bir şekilde hukuk davalarındaki ihtiyati tedbir ve benzeri müesseseler ile ilgili konular için geçerlidir. İcra İflas Hukukunun temel kanunu olan İİK'da düzenlenen teminat ise takip hukuku işlemlerinde ve ihtiyati haciz kararlarında uygulanır.
İİK 257 ve devamında düzenlenen ihtiyati haciz müessesesi, icrai hacizden önce gelen, icrai haciz sonucunda alacağın teminat altına alınmasına olanak sağlayan geçici bir emniyet tedbiri, bir tür hukuki koruma olarak tanımlanabilir. İhtiyati haczin icra takip işlemi olup olmadığı hususu öğretide tartışmalıdır. Başvuru kararının amaç ve kapsamı dikkate alınarak bu yöndeki görüşlere yer verilmesine gerek görülmemiştir.
Yapılan açıklamalar doğrultusunda özellikle vurgulanmalıdır ki, HMK'da düzenlenen ihtiyati tedbir ile ilgili olarak HMK 85/1-a maddesine göre, davacının adli yardımdan yararlanması, teminat gerektirmeyen hâllerden biri olarak sayılmıştır. Fakat, aynı düzenlemeye, kanun koyucu tarafından belki bilinçli bir tercih olarak İİK'da yer alan ihtiyati haciz için yer verilmemiştir. Bir başka ifade ile ihtiyati haciz talebinin kabulü halinde davacıdan teminat alınması kanunun emredici hükmüdür. Teminat alınmaması hakimin takdirine bırakılmamıştır.
İşte başvurunun konusu da tam bu noktada başlamaktadır.
Konunun daha iyi anlaşılması için ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz müesseselerinin tanımları, hukuki nitelikleri ile aralarındaki benzerlik ve farklılıklar ile doğurdukları hukuki sonuçlara kısaca değinilmelidir.
İhtiyati tedbir ve ihtiyati haciz geçici hukuki koruma yöntemlerindendir. İhtiyati tedbir, kesin hükmün sonucuna kadar, hükmün infazını engelleyecek tehlikeyi ortadan kaldırmak amacı taşıyan geçici bir hukuki korumadır. İhtiyati haciz ise, alacaklının bir para alacağının zamanında ödenmesini güvence altına almak için mahkeme kararı yoluyla, borçlunun mallarına geçici olarak el konulmasıdır ve ihtiyati tedbirin özel bir çeşididir.
İhtiyati haciz yalnızca para ve teminat alacakları hakkındaki davalarda veya icra takiplerinde sözkonusu olduğu halde, ihtiyati tedbir kural olarak paradan başka şeyler (haklar, menkuller, gayrimenkuller) hakkındaki davalarda alınır.
İhtiyati tedbirde çekişmeli ve dolayısıyla dava konusu olan şey (örneğin menkul veya gayrimenkul bir mal) hakkında önleyici nitelikte tedbir alınır. Buna karşılık ihtiyati hacizde, alacaklıya henüz kesin haciz isteme yetkisinin gelmediği bir dönemde alacaklının para alacağının ödenmesi güvence altına alınır.
İhtiyati tedbirin, uygulama alanı en geniş olan geçici hukukî korumalardan olduğu rahatlıkla ifade edilebilir. Öyle ki, ihtiyati tedbir hakkın özüne doğrudan etki eden çok önemli bir hukuki korumadır. İhtiyati haciz de aynı ihtiyati tedbirde olduğu gibi hakkın kullanılmasını çoğu zaman engelleyen mühim bir müessesesidir. Her iki kurumdan hangisinin daha etkili sonuçlara yol açtığı hususu öğretide tartışmalıdır. Ancak şu bir gerçektir ki, iki kurum da birbirinden daha az önemli hukuki sonuçlara yol açmamaktadır. Bunun yanında bu iki kurumun varlığı, hak arama özgürlüğünün kullanılması ve hakkın tecelli etmesinin sağlanmasına oldukça kritik bir önemi haizdir. Ancak ne var ki, ihtiyati tedbir kararlarının adli yardımlı davalarda teminatsız olarak verilebilmesi hukuken mümkün iken aynı şey ihtiyati haciz kararlarında söz konusu değildir.
Başvurunun yapılmasının asıl sebebi de işte bu, sebebi tam olarak anlaşılamayan hukuki düzenleme yahut kişilerin temel haklarının özüne oldukça etkili şekilde dokunan yahut hak arama özgürlüğünü açık bir şekilde engelleyen İİK 259/1'deki emredici hükümdür. Bu hükme göre, ihtiyati haciz talebinin kabulü için teminat alınması mecburidir.
Hem ihtiyati tedbirde hem de ihtiyati haciz taleplerinde yaklaşık ispat kuralı caridir. Bu taleplerin kabulü için iddiaların tamamen ispat edilmesi aranmamaktadır. Bu bakımdan aleyhine ihtiyati hacze hükmedilen tarafın birtakım zararlarının doğması ihtimali gündeme gelmektedir. Teminat kurumu işte bu tür durumlarda karşı tarafın zarara uğrama ihtimali gözetilerek ihdas edilmiştir. Bu yönü ile teminat, Devlet'in tasarrufunda olan harç kurumundan tamamen farklı bir mahiyet taşımaktadır. Yargı harçlarından adli yardım ile muaf tutulan kişi için karşı tarafın herhangi bir zarara uğraması mümkün değildir. Aynı şekilde tazminat davası açanın yargılama giderlerinden muaf tutulması da karşı tarafın herhangi bir zarara uğramasına sebep olmaz. İhtiyati haciz için şart koşulan teminat, tamamen karşı tarafın muhtemel zararlarının giderilmesi için getirilmiş bir düzenlemedir. Ancak buna rağmen adli yardım talebi kabul edilen bir kişiden karşı tarafın ihtiyati haciz sebebi ile zarara uğrama ihtimali gözetilerek teminat alınması taraflar arasındaki adil dengenin talep eden yönünden sağlanamamasını ve onun aleyhine bir durumu gündeme getirmektedir.
Bilindiği üzere istinaf mahkemelerinin fiilen çalışmaya başladığı 2016 yılı itibari ile ihtiyati haciz kararlarının denetimi sadece istinaf mahkemeleri eli ile yürütülmektedir. Uygulamada istinaf mahkemeleri ihtiyati haciz kararı verilebilmesi için teminat alınmasını öngören İİK 259/1'deki hükmün adli yardımlı olsun veya olmasın her halükarda uygulanması gerektiği görüşündedirler.
Hukuk öğretisinde ise mevcut kanuni düzenlemenin hukuka uygun olmadığı yönünde görüşler bulunmaktadır. Öğretide Özçelik konuyu şu şekilde ifade etmektedir. Adli yardımdan yararlanan bir alacaklının, ihtiyati haciz talebinde bulunması durumunda teminattan muaf tutulacağına ilişkin açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Her ne kadar HMK, teminat göstermenin istisnalarından birisi olarak adli yardımdan yararlanmayı kabul etse de (HMK m. 85/1-a); ihtiyatî haciz talebinde teminat gösterme zorunluluğu hakkındaki düzenleme (İİK m. 259), bu istisnaya atıf yapmamıştır. Bu sebeple olan hukuk (de lege lata) bakımından, alacaklı adli yardımdan faydalansa bile teminat gösterme yükümlülüğünden muaf tutulamamalıdır. Fakat ekonomik durumu adli yardımdan faydalanmayı gerektirecek kadar elverişsiz olan bir alacaklının, ihtiyati haciz talebinde bulunurken teminat göstermesini beklemenin pratik olmadığı açıktır. Dolayısıyla yapılacak bir kanuni düzenleme ile adli yardımdan faydalanan alacaklının teminattan muaf tutulması düşünülmelidir. (Volkan Özçelik, İhtiyatî Haciz Talebinde Bulunan Alacaklının Teminat Gösterme Zorunluluğu, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, Y.2018, S.12, s.575 )
Öğretide, Özekes, Berkin, Deynekli/Saldırım ve Uyar da aynı görüşte olmakla birlikte aksi yönde görüşlerin olduğu da bilinmektedir. Başvurunun amaç ve kapsamı bağlamında bu konuda fazla detaya girilmesi uygun görülmemiştir.
Kural ile ilgili Anayasaya aykırılık hususu iki ayrı başlıkta incelenmelidir. Bunlardan ilki, Anayasanın 36. maddesindeki hak arama hürriyetidir. Diğer mesele ise, kuralın Anayasanın 35. maddesinde düzenlenen, mülkiyet hakkı ile bağdaşıp bağdaşmadığıdır.
Anayasanın 36. maddesi bağlamında aykırılık hususunun açıklanması gerekir ise, adli yardımdan yararlanmasına karar verilen bir kimseden, diğer bir söyleyişle adli yardıma muhtaç olan, dava açmak ve davayı ilerletmek için gerekli olan yargılama giderleri ve harçları karşılayabilecek maddi güce sahip olmayan bir kimseden teminat alınmasının mecburi tutulması hak arama hürriyetinin kullanılması için çok önemli bir engel olarak ortada durmaktadır.
Bir misal verilmesi gerekir ise, ihsası rey olarak yorumlanmaması için eldeki davaya benzer başka bir olayda, davacının yaya olarak yolda kurallara uygun şekilde yürüdüğü sırada aşırı alkol alarak trafiğe çıkan bir kimsenin ona çarpması neticesinde yaya olan kişinin vefat etmesi yahut sakat kalması, kolunun bacağının kopması gibi dramatik bir halin meydana gelmesi, malul kalan kişinin mali durumunun oldukça yetersiz olduğu; alkollü araç kullanarak yayaya çarpan kimsenin %100 kusurlu olarak bu kazaya sebep olması ve bu kişinin üzerine kayıtlı bir takım malvarlığı değerlerinin bulunduğu düşünüldüğünde ve ihtiyati haciz için mahkemeye müracaat edildiğinde İİK 259/1'deki emredici kural gereğince adli yardım talebi kabul edildiği halde ihtiyati haciz talebinin kabulü için bu kişiden teminat alınmasının gerekmesi, hak arama hürriyetinin yerine getirilmesi bakımından oldukça ciddi hak ihlallerine sebep olabilecek niteliktedir. Dolayısı ile başvuruya konu edilen kanun hükmü Anayasanın 36. maddesinde düzenlenen hak arama hürriyetine aykırılık teşkil etmektedir.
Kanun hükmü, Anayasanın 35. maddesi ile de bağdaşmamaktadır.
Anayasa Mahkemesi'nin emsal nitelikteki, 22/10/2020 tarih, 2019/100 esas ve 2020/62 karar sayılı kararı ile diğer benzer kararlarında da belirtildiği üzere, mülkiyet hakkı; kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak şartıyla sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, semerelerinden yararlanma ve üzerinde tasarruf etme imkânı veren bir haktır. Bu bağlamda, malikin, mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin kısıtlanması veya mülkünden yoksun bırakılması mülkiyet hakkına getirilmiş bir sınırlama niteliğindedir.
Mülkiyet hakkı, taşınır ve taşınmazlardaki ayni haklar için geçerli olduğu gibi şahsi haklar üzerinde de geçerlidir. Anayasa Mahkemesi bu hakkı oldukça geniş olarak yorumlamaktadır. Başvuruya konu kanun hükmü, şahsi hak niteliğindeki maddi ve manevi tazminat haklarının işlerliğinin sağlanması önünde adeta bir engel olarak durmaktadır. Zira, adli yardıma muhtaç bir kimsenin teminat yatırmaya mecbur edilmesi hukuka uygun düşmeyecektir.
Teminat hususunda üzerinde durulması gereken bir diğer mesele ise alınması gereken teminatın miktarıdır. İhtiyati haciz taleplerinde teminat oranı ile ilgili kanunda herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Uygulamada mahkemeler umumiyetle talep miktarının %15'i oranında teminat alınmasına karar vermektedirler. Eldeki davada talep miktarı … TL'dir. Bu miktarın %15'i …-TL olmaktadır. Yerleşik uygulamaya uyulduğunda ihtiyati haciz talebinin kabulü için davacılardan bu miktarda teminat alınması gerekecektir. Oysa ki, davacılar adli yardıma muhtaç kimselerdir. Adli yardım talebi yönünden yapılan araştırmada gerçekten de davacıların yargılama giderlerini ve harçları yatırabilecek ekonomik güçlerinin bulunmadığı anlaşılmış ve bu talepleri kabul edilmiştir. Günümüzde yargılama giderleri ve harçların miktarı geçen yıllara göre epey artmış durumdadır. Bilhassa son zamanlarda ekonomik şartlardaki ani ve ciddi bozulmalar sebebiyle fiyatlar genel düzeyinin dramatik şekilde artmış olması ve gelirlerin aynı şekilde artmayarak aradaki makasın açılması ve alım gücünün azalmasından ötürü herhangi bir hakkını mahkemelerde dava açarak arayacak olan kişilerin adli yardım talepleri makul karşılanmalıdır.
Anayasa'nın 13. maddesinde; temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz, denilmektedir.
Buna göre Anayasa'nın 13. maddesi hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini temel bir kural olarak benimsemiştir. Bu çerçevede, Anayasa'nın temel hak ve hürriyetler kısmında düzenlenen mülkiyet hakkına yapılan sınırlamaların Anayasa hükümlerine uygun, ölçülü ve orantılı olması gerekmektedir.
Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinin temel unsurlarından olan hukuki belirlilik ilkesi uyarınca kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu tedbir ihtiva etmesi lazım gelir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da mecburidir. Zira, bu ilke, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, fertlerin bütün fiil ve işlemlerinde Devlet'e güven duyabilmesini, Devlet'in de kanuni düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
Binaenaleyh, adli yardıma muhtaç durumda olan bir kimse için hukuki bir imkan olan adli yardım kurumunun ihdas edilmiş olması ve bu hakkın o kişiye tanınmış olmasına rağmen, ihtiyati haciz talebinin kabulünde o kişiden teminat alınması mülkiyet hakkının özüne uygun düşmediği gibi temel haklardan olan mülkiyet hakkının, Anayasa'nın 13. maddesinde düzenlenen hakların sınırlandırılmasında gözetilecek hususlar gözetildiğinde İİK 259/1 hükmünün mülkiyet hakkı karşısında orantılı ve ölçülü olmadığı görülmektedir.
Anayasa’nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla sınırlanabileceği belirtilmiştir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. (Anayasa Mahkemesi, Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53)
İtiraz konusu kuralda, kamu yararını gerektirir bir durum bulunmamaktadır. Kuralın, anayasal bağlamda meşru bir amacı da yoktur. Bu bakımdan kuralın, Anayasa'nın 13 ve 35. maddelerine de aykırı olduğu yargısına varılmaktadır.
Anayasa’nın 2 ve 5. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmede ise, özellikle temel haklardan olan hak arama hürriyeti ile mülkiyet hakkının korunması ve bu haklara müdahalede bulunma usulünün de gene Anayasa'ya ve kanuna uygun olarak yapılması gerektiği, 2. ve 5. maddede düzenlenen hukuk devleti ve adalet ilkelerinin de bunu gerektirdiği, bu bakımdan hak arama hürriyeti ve mülkiyet hakkı ile hukuk devleti ilkesinin birbiri ile bağlantılı olduğu ve mezkur kanun hükmünün, hukuk devleti ve adalet ilkeleri ile de bağdaşmayacağı sonucuna ulaşılmıştır.
İzah olunan sebep ve gerekçeler muvacehesinde, belirtilen kanun hükmünün, yukarıda sıralanan Anayasa'nın ilgili maddelerine aykırı olduğu değerlendirilmiş ve bu şekilde, itiraz başvurusu gerekçelendirilerek Anayasa'ya aykırılık gerekçeleri izah olunmuştur.
ARA KARAR : ( Gerekçeleri Yukarıda Açıklandığı Üzere;)
1-Anayasa'nın 152. maddesi uyarınca, 2004 sayılı İcra İflas Kanunu'nun 259. maddesinin "İhtiyati haciz isteyen alacaklı hacizde haksız çıktığı taktirde borçlunun ve üçüncü şahsın bu yüzden uğrayacakları bütün zararlardan mesul ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 96. maddesinde yazılı teminatı vermeğe mecburdur. " şeklindeki ilk fıkrasının, adli yardımlı davalar yönünden, Anayasanın 152. maddesi uyarınca Anayasanın 2, 5, 13, 35 ve 36. maddelerine aykırı olması sebebiyle iptali için bu yönde Anayasa Mahkemesi'ne müracaatta BULUNULMASINA,
2-Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 46. maddesi uyarınca, başvuru kararına ilişkin 10.05.2023 tarihli duruşma tutanağının onaylı örneği, dava dilekçesi, cevap dilekçesi, kurumlardan gelen yazı cevapları, keşif tutanağı, bilirkişi raporları, tarafların diğer dilekçelerinin onaylı örnekleri ile dosyaya sunulan diğer belgelerin tarih sırasına göre başlıklar hâlinde sıralandığı dizi pusulası halinde Anayasa Mahkemesi'ne üst yazı ile GÖNDERİLMESİNE dair karar verilmiştir.”
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2023/102
Karar Sayısı : 2023/203
Karar Tarihi : 30/11/2023
R.G.Tarih-Sayı : 19/1/2024-32434
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Küçükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 3/7/1940 tarihli ve 3890 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değiştirilen 259. maddesinin birinci fıkrasının “adli yardımlı davalar” yönünden Anayasa’nın 2., 5., 13., 35. ve 36. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Maddi ve manevi tazminat talebiyle açılan davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 259. maddesi şöyledir:
“İhtiyati hacizde teminat:
Madde 259 – (Değişik: 3/7/1940-3890/1 md.)
İhtiyati haciz istiyen alacaklı hacizde haksız çıktığı taktirde borçlunun ve üçüncü şahsın bu yüzden uğrayacakları bütün zararlardan mesul ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 96 ncı maddesinde yazılı teminatı vermeğe mecburdur.
Ancak alacak bir ilama müstenid ise teminat aranmaz.
Alacak ilam mahiyetinde bir vesikaya müstenid ise mahkeme teminata lüzum olup olmadığını takdir eder.
Tazminat davası ihtiyati haczi koyan mahkemede dahi görülür.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN ve Muhterem İNCE’nin katılımlarıyla 31/5/2023 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle başvurunun yöntemine uygun olup olmadığı hususu görüşülmüştür.
2. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddesinde Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla yapılacak başvurularda izlenecek yöntem belirlenmiştir. Anılan maddenin (1) numaralı fıkrasında bir davaya bakmakta olan mahkemenin bu davada uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu fıkrada sayılan belgeleri dizi listesine bağlayarak Anayasa Mahkemesine göndereceği kurala bağlanmış; söz konusu fıkranın (a) bendinde de “İptali istenen kuralların Anayasanın hangi maddelerine aykırı olduklarını açıklayan gerekçeli başvuru kararının aslı” Anayasa Mahkemesine gönderilecek belgeler arasında sayılmıştır. Maddenin (4) numaralı fıkrasında ise açık bir şekilde dayanaktan yoksun veya yöntemine uygun olmayan itiraz başvurularının Anayasa Mahkemesi tarafından esas incelemeye geçilmeksizin gerekçeleriyle reddedileceği hükme bağlanmıştır.
3. İçtüzük’ün 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde itiraz yoluna başvuran mahkemenin gerekçeli kararında Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülen hükümlerin her birinin Anayasa’nın hangi maddelerine hangi nedenlerle aykırı olduğunu ayrı ayrı ve gerekçeleriyle birlikte açıkça göstermesi gerektiği, (2) numaralı fıkrasında da itiraz başvurusunda gerekçeli başvuru kararının aslının Anayasa Mahkemesine sunulacağı ifade edilmiştir.
4. Anılan İçtüzük’ün 49. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde ise Anayasa Mahkemesince yapılan ilk incelemede başvuruda eksikliklerin bulunduğu tespit edilirse itiraz yoluna ilişkin işlerde esas incelemeye geçilmeksizin başvurunun reddine karar verileceği belirtilmiştir.
5. Yapılan incelemede, itiraz yoluna başvuran Mahkeme tarafından iptali istenen kuralın “İhtiyati haciz istiyen alacaklı hacizde haksız çıktığı taktirde borçlunun ve üçüncü şahsın bu yüzden uğrayacakları bütün zararlardan mesul…” bölümüne ilişkin herhangi bir gerekçe belirtilmediği tespit edilmiştir.
6. Bu itibarla kuralın “İhtiyati haciz istiyen alacaklı hacizde haksız çıktığı taktirde borçlunun ve üçüncü şahsın bu yüzden uğrayacakları bütün zararlardan mesul…” bölümüne yönelik başvurunun 6216 sayılı Kanun’un 40. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince yöntemine uygun olmadığından reddi gerekir.
7. Açıklanan nedenlerle; 2004 sayılı Kanun’un 3890 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değiştirilen 259. maddesinin birinci fıkrasının,
A. “İhtiyati haciz istiyen alacaklı hacizde haksız çıktığı taktirde borçlunun ve üçüncü şahsın bu yüzden uğrayacakları bütün zararlardan mesul…” bölümünün iptaline yönelik başvurunun başvuruda bulunan Mahkemece bu kısma ilişkin gerekçe sunulmaması nedeniyle 6216 sayılı Kanun’un 40. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince yöntemine uygun olmadığından REDDİNE,
B. “…ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 96 ncı maddesinde yazılı teminatı vermeğe mecburdur…” bölümünün esasının incelenmesine,
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
8. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör İsmail Emrah PERDECİOĞLU tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Anlam ve Kapsam
9. 2004 sayılı Kanun’un 257. ila 268. maddelerinde ihtiyati haciz kurumu düzenlenmiştir. İhtiyati haciz ile alacaklının bir para alacağının zamanında ödenmesini güvence altına almak amacıyla mahkeme kararına dayanılarak borçlunun mallarına önceden geçici olarak el konulması sağlanmaktadır.
10. 2004 sayılı Kanun’un 259. maddesinde ihtiyati hacizde teminat usulü düzenlenmiştir. Buna göre kural olarak ihtiyati haciz isteyen alacaklı hacizde haksız çıktığı takdirde borçlunun ve üçüncü şahsın bu yüzden uğrayacakları bütün zararlardan sorumlu olduğu gibi ilama dayanan alacaklar hariç olmak üzere alacaklı, ihtiyati haciz isteyebilmek için teminat vermek zorundadır. Alacak ilam niteliğinde bir belgeye dayanıyor ise teminatın gerekli olup olmadığı hususunda mahkemenin takdir yetkisi bulunmaktadır.
11. Kanun’un 259. maddesinde ayrıca ihtiyati haciz istenebilmesine yönelik teminat tutarı için 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’na atıfta bulunularak ihtiyati haciz isteyenin söz konusu Kanun’un 96. maddesinde yazılı teminatı vermeye mecbur olduğu belirtilmiştir. Ancak 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca mevzuatta mülga 1086 sayılı Kanun’a yapılan yollamalar 6100 sayılı Kanun’un bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelerine yapılmış sayılacağından belirtilen hususta 1086 sayılı mülga Kanun’un 96. maddesine karşılık gelen 6100 sayılı Kanun’da Teminat hükümlerinin düzenlendiği Beşinci Bölüm’de yer alan “Teminatın tutarı ve şekli” başlıklı 87. maddenin dikkate alınması gerektiği anlaşılmaktadır.
12. Bununla birlikte 2004 sayılı Kanun’un 259. maddesinde alacaklılar için ekonomik bir külfet teşkil eden bu teminatın ödenmesinde adli yardımdan yararlanan kişilerin muaf tutulmasına yönelik açık bir düzenleme bulunmamaktadır.
13. Öte yandan 2004 sayılı Kanun’un 15. maddesinde “İcra takiplerinde, müzahereti Adliye kararları takibe yetkili icra mahkemesi tarafından Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 465 ve müteakip maddelerine tevfikan ittihaz olunur.” denilmekte, 1086 sayılı mülga Kanun’un “Müzahereti adliye” başlıklı 465. ve takip eden maddelerinde ise adli yardım kurumunun düzenlendiği görülmektedir.
14. 6100 sayılı Kanun’un 447. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca 2004 sayılı Kanun’un 15. maddesinde mülga 1086 sayılı Kanun’un 465. ve takip eden maddelerine yapılan atıfların anılan hükümlere karşılık gelen 6100 sayılı Kanun’un “Adli yardım” başlıklı 334. ve takip eden maddelerine yapıldığı anlaşılmaktadır.
15. 6100 Kanun’un 334. ila 340. maddelerinde, bir yargılama sürecinin gerektirdiği mali külfetlerden ekonomik sebeplerle geçici olarak muaf tutulabilmeyi sağlayan adli yardım kurumuyla ilgili düzenlemelere yer verilmiştir. Kanun’un 334. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimselerin, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilmesine imkân tanınmıştır.
16. 6100 sayılı Kanun’un 334. maddesinin gerekçesinde “…Bazen dava açılmadan önce talep edilmesi gereken ihtiyatî haciz ve ihtiyatî tedbir gibi geçici hukukî korumalarda özellikle teminatların oldukça yüksek meblağlara ulaşabileceği göz önüne alındığında, bu teminatı ve diğer yargılama giderlerini ödemek zorunda kalacak olan kişilere, haklı oldukları yolunda hâkimde kanaat uyandırmaları hâlinde, adli yardım sayesinde, tüm giderlerden geçici olarak muafiyet tanınması, etkin bir hukukî korumanın gerçekleşmesine önemli ölçüde hizmet edecektir…” denilmiştir.
17. Bu çerçevede ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbir gibi kurumların işletilebilmesi bakımından yüksek teminat tutarları söz konusu olduğunda etkin bir hukuki koruma sağlanabilmesi için ekonomik koşulları müsait olmayan kişilerin de adli yardımdan yararlanabilmesinin mümkün olduğu anlaşılmaktadır.
18. Kanun’un 335. maddesinde ise adli yardım kararının, yapılacak tüm yargılama ve takip giderlerinden geçici olarak muafiyet; yargılama ve takip giderleri için teminat göstermekten muafiyet; dava ve icra takibi sırasında yapılması gereken tüm giderlerin devlet tarafından avans olarak ödenmesi; davanın avukat ile takibi gerekiyorsa, ücreti sonradan ödenmek üzere bir avukat temini şeklindeki hususları sağlayacağı belirtilerek adli yardım kurumunun kapsamı belirlenmiştir.
B. İptal Talebinin Gerekçesi
19. Başvuru kararında özetle; ihtiyati haczin ihtiyati tedbirin özel bir türü olduğu ancak ihtiyati tedbir bakımından adli yardımdan yararlanan davacılardan teminat istenmediği hâlde ihtiyati hacizde bu hususun düzenlenmemesinin kanun koyucunun bilinçli bir tercihi olduğu, bu durumun hak arama özgürlüğünü açıkça engellediği, uygulamada istinaf mahkemelerince ihtiyati haciz kararı verilebilmesi için her durumda teminat yatırılması görüşünün benimsendiği, kuralla ekonomik durumu müsait olmadığı için adli yardımdan yararlanan kişilerin mülkiyet hakkına ölçüsüz müdahale yapıldığı, teminatın miktarı bakımından hiçbir belirleme içermeyen kuralın anayasal anlamda herhangi bir meşru amaç taşımadığı belirtilerek kuralın “adli yardımlı davalar yönünden” Anayasa’nın 2., 5., 13., 35. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
C. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
20. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
21. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
22. 2004 sayılı Kanun’un 257. ve takip eden maddelerinde usul ve esasları düzenlenmiş bulunan ihtiyati haciz kurumu ile bir para alacağının zamanında ödenmesini güvence altına almak için borçlunun mallarına önceden geçici olarak el konulması sağlanmaktadır. Bu sayede alacağa ulaşmak için başlatılan icra takibi veya açılan dava sürecinde borçlunun mallarına kesin haciz koydurma yetkisi elde edilmesinin uzun zaman almasından kaynaklanabilecek sakıncalar hafifletilmiş olacaktır. Dolayısıyla ihtiyati haciz kurumu, konusu ve amacı itibarıyla icra veya dava süreçlerinin uzayabilmesi ihtimaline karşı alacağın esasıyla ilgili ileride verilecek bir mahkeme kararının icra edilebilmesine katkı sunan bir araç niteliğindedir.
23. Bu itibarla ihtiyati haciz talebi için teminat gösterme şartı öngören kuralla mahkemeye erişim hakkına sınırlama getirilmektedir.
24. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre temel hak ve özgürlüklere sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, meşru amaca dayanması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
25. Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlarda sıkça vurgulandığı gibi temel hakları sınırlayan kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olmaları gerekir.
26. Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2. maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinin temel unsurlarından olan hukuki belirlilik ilkesi uyarınca kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
27. İtiraz konusu kural, herhangi bir tereddüde yer vermeyecek biçimde ihtiyati haciz kararı verilebilmesi için teminat gösterilmesinin zorunlu olduğunu hüküm altına almakla birlikte bu teminatın neye göre belirleneceğini de açıkça göstermektedir. Dolayısıyla kuralın temel hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması gerektiğine ilişkin anayasal ilkeye aykırı bir yönünün bulunmadığı açıktır.
28. Anayasa’nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü kapsamında yer alan mahkemeye erişim hakkı için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevler özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebilir (AYM, E.2022/124, K.2023/135, 26/7/2023, § 16; E.2018/99, K.2021/14, 3/3/2021, § 24; E.2016/150, K.2017/179, 28/12/2017, § 288).
29. Ayrıca adil yargılanma hakkı, niteliği gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bir haktır. Zira bu hakkın Anayasa'da ifade edilmiş olması kendi başına bir anlam ifade etmemekte, bireylerin bu haktan yararlanabilmesi için devletin en azından yargı teşkilatını kurması ve yargılama usullerini belirlemesi gerekmektedir. Devletin düzenleme yetkisi olduğu alanlarda belirli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır. Bu sebeple adil yargılanma hakkına yönelik sınırlamalar getirilirken kanun koyucuyu bağlayan belirli bir meşru amaçlar listesi bulunmamaktadır. Ancak kanun koyucunun bu takdir yetkisinin Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olduğu açıktır (Bekir Sözen [GK], B. No: 2016/14586, 10/11/2022, § 74).
30. İhtiyati haciz kurumu, alacak iddiasında bulunan tarafın menfaatinin korunmasına hizmet etmekle birlikte, alacakla ilgili uyuşmazlık henüz çözümlenmeden ihtiyati hacze konu eşya üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanmasına sebebiyet vereceğinden gerek borçlu gerekse üçüncü kişiler yönünden katlanılması gereken birtakım külfetlerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu külfetlerin alacaklının takip ya da dava sonunda iddiasında haksız çıkması durumunda borçlunun ve/veya üçüncü kişilerin zararına dönüşmesi de söz konusu olabilir.
31. Bu itibarla kural kapsamında ihtiyati hacze konu edilen değerler üzerinde borçlu ve üçüncü kişilerin mülkiyet hakkına ilişkin tasarruf yetkilerinin kısıtlanması sonucunu doğuracak taleplerin ileri sürülebilmesinin güçleştirilmesi ve ihtiyati haciz kararı uygulanmasından dolayı ileride bu kişiler yönünden oluşabilecek zararların telafi edilebilmesi amacıyla teminat şartının öngörüldüğü açıktır. Dolayısıyla kuralın mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılması bakımından anayasal anlamda meşru bir amacının bulunmadığı söylenemez.
32. Mahkemeye erişim hakkına yönelik sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca ölçülü olması gerekir. Ölçülülük ilkesi ise elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.
33. İhtiyati haciz kararının uygulanabilmesini teminat gösterilmesi şartına bağlayan kuralın borçlunun ya da üçüncü kişilerin değerleri üzerindeki tasarruf yetkilerinin kısıtlanmasının güçleştirilmesi ve ihtiyati haciz nedeniyle ortaya çıkabilecek zararların karşılanması şeklindeki meşru amaca ulaşmak bakımından elverişli olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca söz konusu amaca ulaşılabilmesi için daha hafif bir sınırlama aracının etkili ve yeterli olabileceği, dolayısıyla kuralla mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamanın gerekli olmadığı da söylenemez.
34. Hukuki uyuşmazlıkların çözümlenmesi sürecinde bir tarafın hak ve menfaatlerinin korunması amacıyla alınan geçici hukuki koruma tedbirlerinin diğer tarafın hakları üzerinde olumsuz sonuçlar ortaya çıkarabileceği açıktır. Bu bağlamda karşı tarafın menfaatlerini etkileyen geçici hukuki koruma tedbirlerinin uygulanmasını güçleştirmek ve ortaya çıkabilecek zararları karşılamak amacıyla talepte bulunan tarafa belli külfetler öngörülebilmesi mümkündür. Ancak itiraz konusu kuralda olduğu gibi ihtiyati haciz kararının uygulanmasında aranan teminat şeklindeki mali külfetlerin ekonomik durumu müsait olmayan kişilerin mahkemeye erişim hakkını tamamen ortadan kaldırmaması ya da aşırı derecede güçleştirmemesi gerekir.
35. Bu doğrultuda 2004 sayılı Kanun’un 15. maddesinde atıf yapılan 6100 sayılı Kanun’un 334. ila 340. maddelerinde düzenlenen adli yardım kurumu ile kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimselerin geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilmelerinin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim 6100 sayılı Kanun’un 334. maddesinin gerekçesinde de ihtiyati haciz gibi geçici hukukî korumalarda istenilecek teminatlar bakımından adli yardım sayesinde tüm giderlerden geçici olarak muafiyet tanınması hususuna vurgu yapılmıştır. Ayrıca 6100 sayılı Kanun’un 335. maddesinde takip giderleri için teminat göstermekten muafiyetin adli yardım kapsamında olduğu açıkça hüküm altına alınmıştır (bkz. §§ 9-18).
36. Bu itibarla itiraz konusu kuralla mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamanın kişilere orantısız bir külfet getirmediği ve ölçülü olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
37. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve 36. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. ve 35. maddelerine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve 36. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2. ve 35. maddeleri yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 5. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
IV. HÜKÜM
9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 3/7/1940 tarihli ve 3890 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değiştirilen 259. maddesinin birinci fıkrasının “...ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 96 ncı maddesinde yazılı teminatı vermeğe mecburdur.” bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE 30/11/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üye
Engin YILDIRIM
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Selahaddin MENTEŞ
Basri BAĞCI
İrfan FİDAN
Kenan YAŞAR
Muhterem İNCE