ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı
: 2022/129
Karar Sayısı
: 2023/189
Karar Tarihi
: 8/11/2023
R.G.Tarih-Sayı
: 23/2/2024-32469
İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri Engin
ALTAY, Özgür ÖZEL ve Engin ÖZKOÇ ile birlikte 132 milletvekili
İPTAL
DAVASININ KONUSU: 13/10/2022 tarihli ve
7418 sayılı Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun’un 29. maddesiyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na
eklenen 217/A maddesinin Anayasa’nın 2., 13., 25., 26., 28., 38. ve 153.
maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına
karar verilmesi talebidir.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un iptali talep edilen 217/A maddesi
şöyledir:
“Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen
yayma
Madde 217/A- (Ek:13/10/2022-7418/29 md.)
(1) Sırf halk arasında endişe,
korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış
güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi,
kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla
kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
(2) Fail, suçu gerçek kimliğini
gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, birinci
fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi
İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA,
Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf
Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan
FİDAN, Kenan YAŞAR ve Muhterem İNCE’nin
katılımlarıyla 26/10/2022 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada
eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma
talebinin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Dava dilekçesi ve ekleri, Raportör Burak FIRAT
tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, dava konusu kanun hükmü, dayanılan
Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup
incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Anlam ve Kapsam
3. Dava konusu kural ile halkı yanıltıcı bilgiyi
alenen yayma suçu ihdas edilmiştir.
4. Kuralın (1) numaralı fıkrasında sırf halk arasında
endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin
iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir
bilgiyi kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimselerin bir
yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı hükme bağlanmıştır.
5. Kuralda düzenlenen suçun oluşabilmesi için gerçeğe
aykırı bir bilginin var olması, bu bilginin ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu
düzeni ve genel sağlığı ile ilgisinin bulunması, yine söz konusu bilginin kamu
barışını bozmaya elverişli olması ve alenen yayılması, son olarak da failin
sırf halk arasında endişe, korku ve panik yaratmak amacıyla hareket etmesi
gerektiği anlaşılmaktadır.
6. Kuralın (2) numaralı fıkrasında ise failin bu suçu gerçek
kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde
cezanın yarı oranında artırılacağı öngörülmüştür.
7. Kuralda halk arasında endişe, korku veya panik
yaratmak saikiyle ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu
düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını
bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimsenin cezalandırılacağı ifade
edildiğinden suçun faili herkes olabilir.
8. Ayrıca kuralla düzenlenen halkı yanıltıcı bilgiyi
alenen yayma suçu, 5237 sayılı Kanun’un “Özel Hükümler” başlıklı ikinci
kitabının “Topluma Karşı Suçlar”ı düzenleyen üçüncü kısmının “Kamu Barışına Karşı
Suçlar” başlıklı beşinci bölümünde yer almakta olup söz konusu Kanun’un
218. maddesi, bu bölümün tamamı için ortak hüküm niteliğindedir. Anılan
maddenin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde haber verme sınırlarını
aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamalarının suç
oluşturmayacağı hükme bağlanmıştır. Bu itibarla haber verme sınırlarını aşmayan
ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları niteliğindeki fiiller kuralda
düzenlenen suçun kapsamında yer almayacaktır.
B. İptal Talebinin Gerekçesi
9. Dava dilekçesinde özetle;
-Kuralda düzenlenen suçla ifade özgürlüğüne ağır bir müdahalede
bulunulduğu, gerçeğe aykırı bilgi kavramının belirsizlik taşıdığı, gerçeğin çok
boyutlu olmasından dolayı kuralın yorum ve uygulanmasında öngörülemez
sonuçların ortaya çıkabileceği, kuralda geçen iç ve dış güvenlik, kamu
düzeni ve genel sağlık gibi ifadelerle soyut kategorilerin oluşturulduğu,
bu nedenle failin kastını tespit etmenin uygulayıcılar açısından kolay
olmayacağı, bu anlamda suçun manevi unsurunun da belirsiz olduğu,
-Yine kuralda yer verilen kamu barışı ibaresinin
ifade özgürlüğünün sınırlanmasında öngörülen meşru amaçlardan biri olmadığı,
Türk hukukunda hem erişim engelleme hem de ceza normu olarak kamu düzenini
bozucu nitelikteki yanlış bilgiyle mücadele edebilecek diğer araçların da
bulunduğu, suç için öngörülen ceza nedeniyle tutuklama tedbirine
başvurulmasının mümkün olduğu, bu durumun caydırıcı etki meydana getireceği,
düzenlemenin Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına da aykırı olduğu,
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 13., 25., 26., 28., 38. ve 153.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
C. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
10. Anayasa’nın
25. maddesinin birinci fıkrasında herkesin düşünce ve kanaat özgürlüğüne sahip
olduğu belirtildikten sonra “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti”
başlıklı 26. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, düşünce ve kanaatlerini
söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve
yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın
haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükmüne yer
verilerek ifade özgürlüğü güvence altına alınmıştır.
11. İfade
özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe
ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması, bunları tek başına
veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi,
anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına
gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü
araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi
gerçekleştirme ve başkalarını bu konuda ikna etme çabaları, bu çabaların
hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir.
Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin
barışçıl bir şekilde serbestçe ifade edilmesiyle mümkündür. Bu itibarla
düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal
önemdedir (Bekir Coşkun, [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-34; Mehmet
Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan,
B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-36, 38).
12. Düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğü, sadece düşünce ve kanaate sahip olma özgürlüğünü değil aynı
zamanda sahip olunan düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma, buna
bağlı olarak haber veya görüş alma ve verme özgürlüklerini de
kapsamaktadır. Bu çerçevede düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü, insanın
serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği
düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya
başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi,
anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına
gelir (Emin Aydın, B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 40; Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 29). Bu
bakımdan bilgi yaymanın veya haber aktarmanın da ifade özgürlüğü kapsamında
olduğu açıktır.
13. Dava konusu
kuralla sırf halk arasında endişe, korku
veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış
güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi
kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimselere hürriyeti bağlayıcı ceza verilmesi öngörülmek suretiyle ifade özgürlüğüne sınırlama
getirilmektedir.
14. Anayasa’nın
13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir.
15. Buna göre
ifade özgürlüğüne sınırlama getirilirken temel hak
ve özgürlüklerin sınırlanması rejimini düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinin
gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anayasa’nın söz konusu maddesi uyarınca
ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamaların kanunla
yapılması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebeplerine, demokratik toplum
düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine uygun olması zorunludur.
16. Bu kapsamda ifade özgürlüğünü sınırlamaya yönelik kanuni
bir düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp kuralların keyfîliğe izin vermeyecek düzeyde belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir nitelikte olması gerekir.
17. Esasen temel hak ve
özgürlükleri sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması Anayasa’nın 2.
maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk
devletinde kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır,
uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler
hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven
duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41,
K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama
ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan
hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
18. Kanunilik şartı kapsamında kuralın belirsizliğe yol
açıp açmadığı değerlendirilirken kuralda düzenlenen suçun unsurlarının dikkate
alınması gerekir. Kural uyarınca suçun oluşabilmesi için öncelikle gerçeğe
aykırı bir bilginin varlığı gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi ifade ve basın
özgürlüğü kapsamında vermiş olduğu kararlarında, haberlerde veya makalelerde
yer alan ifadelerin olgusal temele dayanıp dayanmadığı, uyuşmazlık konusu açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip
desteklenmediği hususlarını çatışan haklar arasında dengeleme
yapılabilmesinin ölçütlerinden biri olduğunu ifade etmiştir (Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık
Ltd. Şti. (3), B. No: 2016/5653,
9/1/2020, § 49; Estetik Yayıncılık A.Ş. (2), B. No:
2017/30591, 13/1/2021, § 47).
19. Anayasa Mahkemesi ayrıca basın özgürlüğü kapsamında bir değerlendirme yapılırken basının bir
olgunun doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi hareket etmesinin kendisinden
beklenemeyeceğini, basının araştırma yükümlülüğünün somut gerçeklik anlamında
değil yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak
anlaşılması gerektiğini belirtmiştir (benzer değerlendirmeler için bkz. Orhan
Pala, B. No: 2014/2983,15/2/2017, § 51; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın
Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti. (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019,
§ 52).
20. Benzer şekilde Yargıtay da basın özgürlüğü ile
kişilik haklarının çatıştığı olaylara ilişkin verdiği kararlarında görünürdeki
gerçekliğe uygun bir yayının hukuka aykırı kabul edilemeyeceğini ve yayın
yoluyla kişilik hakkı ihlal edilen kişinin tazminat talebinde bulunamayacağını
kabul etmiştir. Söz konusu kararlara göre, görünürdeki gerçekliğe uygun bir
haberin maddi gerçekliğe aykırı olması nedeniyle tazminat istenmesi mümkün
değildir. Görünür gerçeklik ise o anda belirlenen, var olan ve orta düzeydeki
kişilerce de kabul edilen olguları ifade etmektedir.
21. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararları dikkate
alındığında kuralda ifade edilen ve yargı makamları tarafından gözetilecek olan
gerçekliğin mutlak bir gerçeklik değil, olgusal temele dayanan bir gerçeklik
olduğu anlaşılmaktadır.
22. Bu kapsamda diğer
önemli bir husus ise ifadeye konu bilginin gerçekliğinin kanıtlanabilir olup
olmamasıdır. Bu açıdan gerçeğe aykırı bilgi ancak doğruluğu kanıtlanabilir
nitelikteki olay ve olgularla ilgili olabilecektir. Buna bağlı olarak bilginin
gerçekliği, ifadeye konu olgularla sınırlı bir şekilde düşünülmelidir.
Dolayısıyla ifadeye konu değer yargılarının veya bu yargılardaki hataların
anılan suç kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir (Aras Türay ve diğerleri, “Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma Suçu
(TCK M.217/A): Ceza Hukukuna İlişkin Değerlendirmeler”, İstanbul Bilgi
Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi, 2022, s.12).
23. Gerçeğe aykırı bilgi ile ilgili gözetilmesi gereken
başka bir husus da failin alenileştirerek yaydığı bilginin bu aşamada gerçeğe
aykırı olduğunu bilmesi gerektiğidir. Bu bağlamda yayıldığı anda gerçeğe aykırı
olduğu bilinmeyen veya gerçeğe aykırılığı daha sonra ortaya çıkan bilgiler bu
kapsamda değerlendirilemeyecek ve dolayısıyla kuralda düzenlenen suç
oluşmayacaktır.
24. Suçun oluşabilmesi için gereken bir diğer unsur,
gerçeğe aykırı bilginin ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel
sağlığı ile ilgili olmasıdır. Gerçeğe aykırı bir bilgi anılan üç husustan
biriyle ilgili olmadığı takdirde fiil suç kapsamında değerlendirilmeyecektir.
25. Gerçeğe aykırı bilginin suç kapsamında
değerlendirilebilmesi için diğer bir şart ise söz konusu bilginin kamu barışını
bozmaya elverişli nitelikte olmasıdır. Kamu barışı, toplumu oluşturan
bireylerin sosyal sınıf, ırk, din, mezhep,
cinsiyet gibi farklılıklarının barış ve güven içinde korunduğu ve birlikte
yaşama duygusunun sağlandığı bir düzenin varlığını ifade etmektedir. Bu anlamda
kamu barışının bozulması, toplumu oluşturan bireylerin sahip olduğu
farklılıklar arasındaki ahengin bozulması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla gerçeğe
aykırı bilginin kamu barışını bozmaya elverişli olduğunun somut dava
koşullarında hangi delil ve/veya olgularla tespit edileceği yargı makamlarınca
gerekçelendirilecektir.
26. Kuralla ihdas edilen suçun diğer bir unsuru gerçeğe
aykırı bilginin alenen yayılması şartının gerçekleşmesidir. Yargıtaya
göre aleniyet, herkesin veya birçok kimsenin okuyup görmesiyle değil, okuyup
görebilmesi mümkün ve muhtemel olan yerlerde fiilen işlenmesiyle sağlanır.
Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu kamu barışına karşı suçlar hakkındaki
beşinci bölümde yer almaktadır. Buradaki aleniyet ifadesinden, suçun belirli
kişi veya kişilere karşı değil, genel olarak kamuya karşı işlenmesi hâlini anlamak
gerekmektedir.
27. Son olarak suçun oluşabilmesi için gerçeğe aykırı bilginin sırf
halk arasında endişe, korku, panik yaratmak saikiyle
yayılması gerekliliğidir. Bu bakımdan failin
gerçek olmayan bilgiyi yaymasında endişe, korku ve panik yaratma amacı
bulunmuyorsa suçun oluşmayacağı kabul edilmelidir. Bu itibarla kuralda
öngörülen suçun ancak özel kasıtla işlenebileceği anlaşılmaktadır.
28. Öte yandan her
kuralda olduğu gibi dava konusu kuralla ilgili bazı uygulama sorunlarının
ortaya çıkabileceği söylenebilir. Kanun yapma tekniğinin doğası gereği kanunlar
genel ve soyut nitelikte kurallar olup kanun koyucu tarafından somut olayın
özelliğine göre değişebilecek tüm çözümlerin önceden kuralda düzenlenmesi
mümkün değildir. Bu bağlamda mevcut uyuşmazlıklara ilişkin sorunların her somut
olayın özelliği dikkate alınarak kuralın amacına uygun şekilde yorumlanması
suretiyle mahkeme içtihatlarıyla çözülmesi gerekmektedir. Kuralın lafzı ile
amacı birlikte yorumlanarak çözülebilecek sorunların uygulamaya ilişkin olduğu
açıktır. Bu nedenle de kuraldan ziyade kuralın yorumlanmasıyla ilgili olarak
çıkabilecek sorunlar anayasallık denetiminin konusu dışında kalmaktadır (AYM,
E.2017/135, K.2019/35, 15/5/2019, § 31).
29. Bu itibarla suçun maddi
ve manevi unsurlarının, suça ilişkin yaptırımın niteliğinin ve miktarının,
suçun nitelikli hâllerinin kuralda herhangi bir
tereddüde yer vermeyecek şekilde açık ve net olarak düzenlendiği gözetildiğinde
kuralın belirsiz ve öngörülmez nitelikte olduğundan söz edilemez. Bu yönüyle kuralın
kanunilik şartını taşıdığı anlaşılmaktadır.
30. Anayasa’nın 26. maddesinde ifade
özgürlüğü sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, anılan maddenin ikinci
fıkrasında bu hakkın millî güvenlik, kamu
düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların
cezalandırılması, devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin
açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının
ya da kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabileceği öngörülmüştür.
31. İfade
özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve bireylerin gelişmesi için esaslı şartlardan
biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. Demokratik
toplum özgür ve özgün düşüncelerin varlığı ile gelişir. Özgür ve özgün
düşüncelerin varlığı ise ancak sağlıklı bir bilgi akışının sağlanmasıyla mümkün
olabilir. Teknolojik gelişmelerin de etkisiyle günümüzde bilginin yayılma hızı
oldukça artmıştır. Bu durum birçok olumlu unsuru bünyesinde taşısa da gerçeğe
aykırı bilgilerin doğruların yerini alması, bireylerde özgün kanaat oluşumunu
olumsuz yönde etkilemektedir. Bu itibarla sırf halk arasında endişe, korku veya
panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği,
kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi kamu
barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimselerin hürriyeti bağlayıcı
ceza ile cezalandırılması, kamu barışının korunması ve bu suretle kamu
düzeninin bozulmasının önlenmesi amacına katkı
sunacağı açıktır. Bu itibarla kuralın kamu düzeninin ve güvenliğinin korunması
ve sağlanmasına yönelik meşru bir amacının bulunduğu anlaşılmaktadır.
32. İfade özgürlüğüne yönelik bir
sınırlamanın demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olması, bir başka
ifadeyle demokratik toplumda zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması gerekir
(Mehmet Ali Aydın, §§ 68-73; AYM, E.2018/137, K.2022/86, 30/06/2022, §
21).
33. Gerçeğe
aykırı bir bilginin kamu barışını bozmaya elverişli bir şekilde yayılmasının ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı
ile ilgili önemli kamusal menfaatleri tehlikeye
atabileceği, ayrıca anılan bilginin kamusal tartışmalara herhangi bir katkı
sağlamayacağı dikkate alındığında kuralla getirilen düzenlemenin zorunlu bir
toplumsal ihtiyacı karşılamaya yönelik olmadığı söylenemez.
34. Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen ölçülülük ilkesi, temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınması gereken bir diğer ilkedir.
Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan ölçülülük ilkesi, elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik
öngörülen sınırlamanın ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından sınırlamanın
zorunlu olmasını diğer bir ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama aracı
ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen
sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi
gerekliliğini ifade etmektedir.
35. Sırf
halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle,
ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe
aykırı bir bilginin kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayılmasının
yaptırıma bağlanmasının kamu düzeninin ve güvenliğinin bozulmasına karşı
caydırıcı bir etki meydana getireceği gözetildiğinde kuralın kamu düzeninin ve güvenliğinin korunması ve sağlanması
şeklindeki meşru amaca ulaşma bakımından elverişli olmadığı söylenemez.
36. Öte yandan düzenlemenin niteliği dikkate alındığında
kuralda öngörülen fiilin suç olarak yaptırıma bağlanmasının objektif ve kabul
edilebilir nedenlerinin bulunduğu, bu yönüyle kuralın öngörülen meşru amaca ulaşma bakımından gerekli olduğu anlaşılmaktadır.
37. Orantılılık ilkesi
gereği ifade hürriyetinin sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu
yararı ile bireyin hakları arasında makul bir denge kurulmalıdır. Ayrıca kuralda
temel hakka yönelik sınırlamanın amacına uygun ve orantılı bir şekilde
kullanılmasını sağlayacak yasal güvencelere de yer verilmesi gerekir.
38. Ceza hukukunda kişinin bir suç nedeniyle
cezalandırılabilmesi için suçun maddi ve manevi unsurlarının birlikte
gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu kapsamda dava konusu kuralda ilk olarak fail
tarafından gerçeğe aykırı olduğu bilinen bir bilginin varlığı gerekmektedir.
Yine kurala göre bu bilgi ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel
sağlığı ile ilgili olmalıdır. Kural suçun oluşabilmesi için ayrıca ülkenin iç
ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili olan ve fail
tarafından gerçeğe aykırılığı bilinen bu bilginin kamu barışını bozmaya
elverişli şekilde alenen yayılması şartının gerçekleşmesini aramaktadır.
Gerçeğe aykırı bilginin kamu barışını bozmaya elverişli olma şartı suçun maddi
unsurlarından biri olarak düzenlenmiştir. Bu bakımdan bir eylemin kural
kapsamındaki suçu oluşturduğu yargı makamlarınca değerlendirilirken kamu
barışını bozmaya elverişliliği delil ve/veya olgularla ortaya konulacaktır. Son
olarak suç ancak gerçeğe aykırı olduğu fail tarafından bilinen bir bilginin
sırf halk arasında endişe, korku, panik yaratma saikiyle
yayılması hâlinde oluşacaktır. Bu itibarla anılan şartlardan herhangi birinin
gerçekleşmemesi durumunda kuralda düzenlenen suçun oluşmayacağı açıktır.
39. Ayrıca suçun temel şekli için öngörülen yaptırımın
türü ve miktarı, suçun nitelikli hâllerinin tehlike düzeyi dikkate alınarak
belirlenen artırım oranı, verilen hükme karşı ilgililerin istinaf ve temyiz
kanun yollarına başvurma imkânının bulunduğu gözetildiğinde kuralın öngördüğü
sınırlamanın orantılılık ilkesiyle çelişmediği, bu çerçevede kuralın ölçülülük
ilkesiyle bağdaşmayan bir yönünün bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
40. Açıklanan nedenlerle kural,
Anayasa’nın 13. ve 26. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi
gerekir.
Zühtü
ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ
ve Kenan YAŞAR bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın
Anayasa’nın 2., 25., 28. ve 38. maddelerine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise
de bu bağlamda belirtilen hususların
Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında
ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 25., 28. ve 38. maddeleri yönünden
ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 153. maddesiyle
ilgisi görülmemiştir.
IV. YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI TALEBİ
41. Dava dilekçesinde özetle, dava konusu kuralın uygulanması
hâlinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğabileceği belirtilerek
yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi talep edilmiştir.
13/10/2022 tarihli ve
7418 sayılı Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun’un 29. maddesiyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na
eklenen 217/A maddesine yönelik iptal talebi 8/11/2023 tarihli ve E.2022/129,
K.2023/189 sayılı kararla reddedildiğinden bu maddeye ilişkin yürürlüğün
durdurulması talebinin REDDİNE 8/11/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
V. HÜKÜM
13/10/2022 tarihli ve 7418 sayılı Basın Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 29. maddesiyle 26/9/2004
tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na eklenen 217/A maddesinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE, Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ile Kenan YAŞAR’ın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA 8/11/2023 tarihinde karar
verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
Basri BAĞCI
|
Üye
İrfan FİDAN
|
Üye
Kenan YAŞAR
|
Üye
Muhterem İNCE
|
|
|
|
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. 13/10/2022 tarihli ve
7418 sayılı Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun’un 29. maddesiyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na (TCK) eklenen 217/A
maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin reddine karar
verilmiştir.
2. Dava konusu kuralın (1)
numaralı fıkrası uyarınca “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik
yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu
düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını
bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis
cezasıyla cezalandırılır.” Maddenin (2) numaralı fıkrasında da failin “suçu
gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi
hâlinde” cezanın yarı oranında artırılması öngörülmektedir.
3. Kural, Anayasa’nın 26.
maddesinde korunan ifade özgürlüğüne bir sınırlama getirmektedir. Bu
sınırlamanın Anayasa’ya aykırı olmaması için Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen şartların sağlanması gerekir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü 26.
maddenin ikinci fıkrasında belirtilen kamu düzeni ve kamu güvenliğinin
korunması gibi sebeplerle ve kanunla sınırlandırılabilir. Ancak bu sınırlama,
hakkın özüne dokunmamalı, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine de uygun olmalıdır.
4. Temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasında adeta ön şart olan kanunilik, sadece şekli
anlamda “kanun” adı altında bir normun bulunmasıyla sağlanamaz. Bu
normun aynı zamanda hem kişiler hem de kamu otoriteleri yönünden herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır,
öngörülebilir ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu gücünün keyfi uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesi gerekmektedir. Esasen temel hakları sınırlayan
kanunların bu niteliklere sahip olması aynı zamanda Anayasa’nın 2. maddesinde
güvence altına alınan, hukuki güvenlik ve belirlilik gibi temel unsurları
ihtiva eden hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir (bkz. AYM, E. 2015/41, K.
2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154; E.2021/97, K.2022/36, 24/03/2022, § 18; (AYM,
E.2023/102, K.2023/203, 30/11/2023, § 26; İ.K. [GK], B.No: 2019/20904, 15/4/2021, § 47 ).
5. Dava konusu kuralda
somut, belirli ve öngörülebilir olan neredeyse tek husus vardır, o da öngörülen
hapis cezasının bir yıldan üç yıla kadar olmasıdır. Bunun dışında suçun
unsurları ve aranan sâik tamamen soyut, yoruma ve subjektif değerlendirmelere açık mahiyettedir.
6. Bunların başında “gerçeğe
aykırı bilgi” ibaresi gelmektedir. Buradaki belirsizlik iki yönlüdür.
Birincisi “gerçek” ibaresi, doğası itibarıyla belirlenmesi zor bir
durumu ifade etmektedir. İkincisi “gerçeğe aykırı” olup olmadığı
belirlenecek bilginin alanı oldukça geniş bir şekilde düzenlenmiştir. Ülkenin
iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili olan tüm bilgiler
suçun kapsamındadır. Bu kavramların elastiki ve yoruma açık olduğu dikkate
alındığında, hemen her türlü bilginin yayılmasının suç kapsamına alındığı
anlaşılacaktır.
7. Diğer yandan, gerçeğe
aykırı bir bilginin yayılmasının suç olarak kabul edilmesi için, söz konusu
bilginin “kamu barışını bozmaya elverişli şekilde” alenen yayılması
gerekmektedir. Kuralda yer alan “elverişli” ibaresinin yoruma açık
olduğu ve belirsizlik taşıdığı görülmektedir. Bu belirsizlik kuralla düzenlenen
tehlike suçunun “soyut” veya “somut” olup olmadığı noktasında
tartışmalara yol açacak niteliktedir.
8. Dava konusu kuralın
gerekçesinde fiilin “kamu barışını bozmaya elverişli” olması şartından
hareketle öngörülen suçun “somut tehlike suçu olduğu” belirtilmiştir.
Hâlbuki, benzer nitelikteki somut tehlike suçlarında “açık ve yakın tehlike”
kriterine yer verilmiştir. Sözgelimi TCK’nın “Suçu ve suçluyu övme”
başlıklı 215. maddesinde bu suçun failinin “bu nedenle kamu düzeni açısından
açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinde” cezalandırılması
öngörülmektedir. Aynı Kanun’un 216. maddesi uyarınca da halkı kin ve düşmanlığa
tahrik suçu, bu fiil nedeniyle “kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir
tehlikenin ortaya çıkması halinde” oluşacaktır.
9. Dava konusu kural ise
suçun oluşması için somut bir tehlikenin ortaya çıkması şartını aramamaktadır.
Başka bir ifadeyle, suçun oluşup oluşmadığı belirlenirken gerçeğe aykırı
bilginin yayılması fiili nedeniyle kamu barışını bozmaya yönelik açık ve
yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinin bulunup bulunmadığına
bakılmayacaktır. Bu da öngörülen suçun “soyut tehlike suçu” olduğunu
akla getirmektedir. Zira gerçeğe aykırı bir bilginin yayılması sonucunda kamu
barışının fiilen bozulmuş olması değil, buna “elverişli” olması
yeterlidir. Nitekim Yargıtay içtihatlarında da elverişlilik suçu şeklinde
düzenlenen suçlar bakımından elverişliliğin tespitiyle yetinildiği, elverişli
hareketin somut bir tehlike meydana getirip getirmediğine ayrıca bakılmadığı
anlaşılmaktadır (bkz. Yargıtay 8. C.D., E. 2019/10194, K. 2019/11813,
3/10/2019).
10. Bunun yanında suçun “Sırf
halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak” şeklinde ifade edilen saikinin de sorunlu olduğu açıktır. Bir bilginin halk
arasında “endişe”, “korku” veya “panik” yaratıp
yaratmadığı/yaratmayacağı nasıl belirlenecektir? Dahası bazı bilgiler ve
görüşlerin açıklanması halk arasında “endişe” veya “korku”
yaratabilir. Bu durum esasen ifade özgürlüğünün doğasında vardır. Nitekim
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesinin sıklıkla vurguladıkları
üzere “ifade özgürlüğü, sadece kabul gören veya zararsız yahut kayıtsızlık
içeren bilgiler ya da fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya
rahatsız edici olanlar için de geçerlidir” (Handyside/Birleşik
Krallık, B.No: 5493/72,
7/12/1976, § 49; Bekir Coşkun [GK], B.No:
2014/12151, 4/6/2015, § 36; AYM, E.2017/162, K.2018/100, 17/10/2018, §109).
Benzer şekilde, ifade özgürlüğünün belli ölçüde “abartıya ve hatta
kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği”ne dikkat çekilmiştir (Zübeyde
Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, §
102).
11. Dava konusu kuralda
keyfi ve öngörülemez uygulamalara yol açmaya elverişli olan tüm bu
belirsizlikler, ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin kanunilik şartını
sağlamadığı anlamına gelmektedir. Bununla birlikte bir an için kuralın belirli
olduğu ve kanunilik şartını sağladığı düşünülse bile Anayasa’nın 13. maddesine
aykırı olmaması için demokratik toplum düzeninin gereklerine de uygun olması
gerekmektedir.
12. Anayasa Mahkemesi
kararlarında vurgulandığı üzere, Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına
alınan ifade özgürlüğü demokrasinin vazgeçilmez unsurudur. Demokratik toplum
şiddet içermemek kaydıyla her türlü görüşün savunulabildiği, serbestçe ifade
edilebildiği ve başkalarıyla paylaşılabildiği bir ortamın varlığını gerektirir.
Farklı görüşlerin ifade edilemediği bir toplumda çoğulculuktan, çoğulculuğun
olmadığı bir toplumda da demokrasiden söz edilemez. Birbirinden farklı
düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, bu yönde başkalarını ikna etme
çabaları ve buna ilişkin çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik
düzenin gereklerindendir (AYM, E.2017/162, K.2018/100, 17/10/2018, § 112).
13. Demokratik toplum düzeni
hoşa gitmeyen, toplumun bir kesimi için şok ve rahatsız edici sözlerin de ifade
özgürlüğü kapsamında korunmasını gerektirmektedir. Dava konusu kural ise hoşa
gitmeyen ve rahatsız edici bulunan bilgilerin “gerçeğe aykırı” olduğu
gerekçesiyle paylaşılmasını engellemeye ve bu konuda caydırıcı bir işlev
görmeye oldukça elverişli bir düzenlemedir.
14. Kural kaçınılmaz olarak
“gerçeklik” konusunda bir denetimi, bu kapsamda alenen yayılan suça konu
bilginin “gerçek” olup olmadığı tartışmasını beraberinde getirecektir.
Unutmamak gerekir ki, tarih boyunca düşünceyi bastıranların en büyük gerekçesi
“gerçek” iddiası olmuştur. “Hakikat”in
sihirli küresine sahip olduğunu düşünenler, kendileri gibi düşünmeyenleri “hakikat
düşmanı” veya “sapkın” olmakla suçlayabilmişlerdir. Muhtelif zaman
ve mekanlarda “gerçek” adına, “yanlış” ve “yanıltıcı”
bilgilerin ve görüşlerin savunulması yasaklanabilmiş, bunları yayanlar en ağır
şekilde cezalandırılabilmiştir.
15. Anayasa’nın 13.
maddesinde yer verilen “demokratik toplum düzeni” kavramı ise farklı
görüş ve düşüncelerin bir arada bulunmasına hizmet eden toplumsal ve siyasal
çoğulculuğu gerektirmektedir. Bu çoğulculuğun korunması da her şeyden önce kamu
gücüyle desteklenen bir “gerçeklik tekeli”nin bulunmamasına bağlıdır.
16. Belirtmek gerekir ki,
demokratik toplumun temeli olan çoğulcu düşüncenin önündeki en büyük engel tek
tipçi yaklaşımdır. Bu yaklaşımın sakıncasını geçen yüzyılın en büyük
filozoflarından biri olan Wittgenstein, “Felsefi
hastalığın ana nedeni tek yanlı beslenme, yani kişinin düşüncesini tek tip
örnekle beslemesidir” sözüyle çok güzel ifade etmiştir (Ludwig Wittgenstein, Philosophical
Investigations, trans. G.E.M. Anscombe,
Oxford: Basil Blackwell, 1958, §593, s. 155).
17. Sonuç olarak, dava
konusu kural, tanımlanması ve somut olaylara uygulanması oldukça güç
kavramlarla ifade özgürlüğünü sınırlayan bir soyut tehlike suçu oluşturmuştur.
Üç yıla kadar hapis cezası öngören kuralın ifade özgürlüğünü kullananlar
üzerinde caydırıcı bir etki doğuracağı da açıktır. Bu haliyle kuralın
zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık geldiği, dolayısıyla demokratik toplum
düzeninde gerekli olduğu söylenemez.
18. Açıklanan
gerekçelerle, iptali istenen kuralın Anayasa’nın 13. ve 26. maddelerine aykırı olduğunu
düşündüğümden çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Suçlarla ilgili düzenlemeler kamusal bir yararı
gerçekleştirmeyi amaçlamakla birlikte çoğu kez bazı temel hakları sınırlamayı
zorunlu kılmaktadır. Bu durumda Anayasal denetimde konunun temel haklar
doğrultusunda incelenmesi gerekmektedir. Nitekim 7418 sayılı Kanunun 29.
maddesiyle Türk Ceza Kanununa eklenen 217/A maddesi
ile yapılan düzenleme düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğüne ilişkin bir
müdahale içermektedir. Gerekçeden de hareketle Kanun koyucunun düşünceyi
açıklama özgürlüğünün kötüye kullanılmasının önlenmesi amacıyla bir düzenleme
yaptığı değerlendirilebilir. Bu amacın Anayasa’nın 26/2. maddesinde belirtilen
meşru sınırlama nedenlerinden bir kısmına girebileceği söylenebilir. Demokratik
toplum düzeni için bu alanın düzenlenip yaptırıma bağlanması gerekli de
olabilir. Bununla birlikte meşru amacın varlığı tek başına kuralın anayasaya
uygun kabulü için yeterli değildir. Konunun incelenmesinde Anayasa’nın 2., 13.,
26, 28. maddeleri kapsamında müdahalenin kanuniliği, demokratik toplumda
gerekliliği ve ölçülülüğü bağlamında inceleme yapılması gerekmektedir.
2. Güncel olayların veya haberlerin aktarılması, kamusal
faaliyetlerin izlenmesi, yorumlanması ve eleştirilmesi ile bu düşüncelerin
özgürce başkalarına iletilip paylaşılması düşünceyi açıklama özgürlüğünün ve
demokratik rejimin en temel unsurlarındandır. Anayasa Mahkemesi’nin çeşitli
kararlarında ifade edildiği üzere Anayasamız çoğulcu demokrasi
anlayışını esas almıştır (Diğerleri arasında
bkz. AYM, E.2020/60, K.2020/54, 01/10/2020, par. 76; AYM, E.2004/60, K.2005/33,
01/06/2005; AYM Elif Özkan, B. No: 2018/7757, 8/6/2021, par. 19).
Bu anlamda toplumdaki farklı ya da azınlıkta kalanların düşüncelerinin sert ve
sarsıcı da olsa özgürce ifade edilebilmesi, çoğulcu demokrasinin ayırdedici ve vazgeçilmez bir unsurudur. Başka deyişle
düşünceyi açıklama özgürlüğü çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin
temeli olup bu özgürlük olmadığında demokratik rejimin temelini oluşturan
“demokratik toplumdan” bahsedilemeyecektir.
3. Öte yandan demokratik
bir sistemde devletin eylem ve işlemlerinin adli ve idari yetkililerin olduğu
kadar, kamuoyunun denetimi altında bulunması gerekmektedir. Bu görevi basın
mensupları yerine getirmektedir. Bu nedenle yazılı, işitsel veya görsel
medyatik ortamlarda basın mensupları halk adına kamu gözetleyiciliği
yaparak kamu gücünü kullanan organların siyasi kararlarını, eylemlerini ve
ihmallerini sıkı bir denetime tabi tutarak vatandaşların karar alma süreçlerine
katılımını kolaylaştırmaktadır. Bu açıdan basın özgürlüğünün kamuoyuna
çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ile bunlara ilişkin bir kanaat
oluşturması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, par. 63). Bu nedenlerle demokratik toplumlar için basın
özgürlüğü yaşamsal değerde kabul edilmektedir (bkz. Emin Aydın (2), B.
No: 2013/3178, 25/6/2015, par. 36, 37; Abdullah Öcalan, par. 74; Fatih
Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, par. 65). Anayasa Mahkemesi;
Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan düşünceyi açıklama özgürlüğü ile onun özel
güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın
özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun
ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini
oluşturduğunu daha önce pek çok kez ifade etmiştir. Bu bağlamda düşünceyi açıklama
özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için
yaşamsal önemdedir (Mehmet Ali Aydın, § 69; Bekir Coşkun, par.
34-36).
4. Bununla birlikte düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü
sınırsız değildir, Anayasal meşru nedenlerle sınırlanabilir. Öte yandan
sınırlamanın ise Anayasa’da belirtilen ilke ve kriterlere uygun olması
zorunludur. İlk olarak, temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasında kanunilik ölçütü şeklî bir kanunun varlığını
gerekli kılar (Tuğba Arslan, [GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014, par. 96). Fakat kanunilik ölçütü aynı zamanda maddi
bir içeriği de gerektirir ve bu noktada kanunun niteliği önem kazanır (Tuğba
Arslan, par. 97). Bu anlamıyla kanunilik ölçütü, sınırlamaya ilişkin
kuralın erişilebilirliği ve öngörülebilirliği ile kesinliğini ifade eden
belirliliğini garanti altına alır (Metin Bayyar
ve Halkın Kurtuluş Partisi [GK], B. No: 2014/15220, 4/6/2015,
par. 56; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, [GK], B.
No: 2014/920, 25/5/2017, par. 55; Halk Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş
[GK], B. No: 2014/19270, 11/7/2019, par. 37; Hamit Yakut [GK], B.
No: 2014/6548, 10/6/2021, par. 77-78).
5. Belirlilik ilkesi, bir kuralın keyfîliğe
yol açmayacak bir içerikte olmasını ifade eder. Temel hakların sınırlandırılmasına
ilişkin kanuni düzenlemenin içerik, amaç ve kapsam bakımından belirli,
muhataplarının hukuksal durumlarını algılayabilecekleri açıklıkta olması
gerekir. Diğer taraftan temel hakka müdahale eden kuralda kamu otoritelerinin
keyfî uygulamalarına karşı koruyucu birtakım güvenceler içermesi gereklidir.
Belirlilik ilkesi bu yönden de bir güvence sağlamaktadır. Bu ilkeye göre yasal
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması,
Bir kanuni düzenlemede hangi davranış veya olgulara hangi hukuksal sonuçların
bağlanacağı ve bu bağlamda kamusal makamlar için nasıl bir müdahale yetkisinin
doğacağı belirli bir kesinlik ölçüsünde ortaya konmalıdır. Bu durumda
bireylerin hak ve yükümlülüklerini öngörerek davranışlarını bu doğrultuda
tanzim etmeleri olanaklı hâle gelebilir. Böylece hukuk güvenliği sağlanarak
kamu gücünü kullanan organların keyfî davranışlarının önüne geçilmiş olur (Hayriye
Özdemir, B. No: 2013/3434, 25/6/2015, par. 56, 57; Eğitim ve Bilim
Emekçileri Sendikası ve diğerleri, par. 56; Halk Radyo ve Televizyon
Yayıncılık A.Ş., par. 38; Hamit Yakut [GK], B. No: 2014/6548,
10/6/2021, par. 79) ; norm denetimine ilişkin
kararlarda belirliliğe ilişkin açıklamalar için çok sayıda karar arasından
ikisi için bkz. AYM, E.2009/51, K.2010/73, 20/5/2010; AYM, E.2011/18,
K.2012/53, 11/4/2012).
6. AYM çeşitli kararlarında bireylerin kendilerine düşen
yükümlülükleri öngörme ve davranışlarını ona göre belirleme imkânını vermeyen
normlar hukuk güvenliği ilkesini zedeleyeceğini ve bunun da bireylerin tüm
eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini engellediğini vurgulamıştır.
Çünkü hukuksal durumların takdirindeki belirsizlik, temel haklar alanında
getirilen güvencelerin işlevsiz hâle gelmesine neden olur (Sara Akgül [GK],
B. No: 2015/269, 22/11/2018, par. 108). Ayrıca belirtmek gerekir ki ilgili
kanuni düzenleme temel haklara ne oranda müdahale ediyorsa söz konusu
düzenlemede aranacak belirlilik oranı da aynı doğrultuda yükselecektir (Sara
Akgül, par. 109; Hayriye Özdemir, par. 58; Hamit Yakut [GK],
B. No: 2014/6548, 10/6/2021, par. 80).
7. Konu suç ve cezalar ile ilgili olduğunda yaptırımın
ağırlığı nedeniyle suç ve cezanın belirliliğinin sağlanmasının yaşamsal önemi
ortaya çıkacaktır. Suç ve cezalar bakımından Latince “Nullum
crimen nulla poena sine lege” deyişiyle
ifade edilen ve Anayasa'nın 38. maddesinde koruma altına alınan "kanunsuz
suç ve ceza olmaz" ilkesi ceza normlarında anayasal bir kriterdir.
İlkenin en önemli ayaklarından biri olan suç ve cezaların belirliliği
ilkesi, suç tipinin ve cezanın karışıklığa yer bırakmayacak bir şekilde
tanımlanmasını sağlayarak birey hak ve özgürlüklerinin korunmasının güvencesini
oluşturmaktadır. Suç tipleri ve bunlar hakkında öngörülen cezanın kapsamı
yönünden geçerli olan belirlilik ilkesi sayesinde suçlar ve cezalar önceden
belirlenerek kişi hürriyetlerinin sınırları çizilmektedir (Hamit Yakut
[GK], B. No: 2014/6548, 10/6/2021, par. 81).
8. İptali istenen kural yukarıdaki ilkeler ışığında
incelendiğinde, suçun hem maddi hem manevi unsurunun hem de öngörülen özel
kastın, suç ve cezaların belirliliği ilkesine aykırı olacak biçimde tamamen
yargı yorumuna muhtaç bırakıldığı görülmektedir. Nitekim gerek “halk arasında endişe,
korku veya panik yaratmak saiki” gerekse “ülkenin iç
ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı” hususları ile “gerçeğe aykırı
bilgi” ve “kamu barışını bozmaya elverişlilik” ile alenen yayma unsurlarının
tamamı, suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin asgari olarak gerektirdiği
kesinlik ve öngörülebilirlikten oldukça uzak ve geniş yorumlanmaya müsait
kavramlardır. Suç kuralı ihdasının teknik zorlukları nedeniyle yargı yorumuna
hiç alan bırakmayacak kesinlikte kanunların üretilmesinin güç bir ideal olduğu
söylenebilir ise de değerlendirme konusu kural metninde yargıya kanunu
uygularken en azından bir başlangıç referansı sağlayabilecek kesinlikte bir
ibare dahi bulunmamaktadır. Kuralda yer alan her ibarenin geniş anlam yelpazesi
karşısında suç öğelerinin neleri kapsayıp, neleri dışarda tuttuğuna ilişkin
olarak bireylerin öngörü sahibi olmaları mümkün görünmemektedir. Bu durum ise
hukuki öngörülebilirliği olumsuz etkilemektedir.
9. Bu anlamda örneğin “gerçeğe aykırı” ifadesine
değinilebilir. İbareden ne anlaşılması gerektiği, gerçeğin ne olduğuna kimin
tarafından karar verileceği ve hukuk normlarının salt gerçeği korumak amacına
yönelip yönelemeyeceği gibi oldukça tartışmalı bir kavramın suç unsuru haline
getirildiği görülmektedir. Çoğunluk gerekçesinde “gerçeğe aykırı”
ibaresinden anlaşılması gerekenin “görünür gerçeklik” olduğu, “görünür
gerçeklik” kavramının yargı içtihadıyla yeterince belirlilik kazandığı ve
böylece ifade ve basın özgürlüğünün korunacağından bahsedilmektedir. Bununla
birlikte normda açıkça “gerçeğe aykırı bir bilgi” olarak öngörülen
ibarenin, yargı tarafından “görünür gerçeklik” olarak yorumlanacağının
düşünülmesi ve temenni edilmesinin, normun soyut olarak denetiminde suç ve
cezaların kanuniliği ilkesinin garantilerinin sağlanması yönünden bir anlam
ifade etmediği düşünülmektedir. Görünür gerçek yorumunun genel kabul görmesi
durumunda dahi olgu veya haberlerle ilgili eksik, hatalı, kısmen gerçeğe
uymayan aktarımların suç oluşturup oluşturmayacağı konusundaki belirsizliğin
giderilmesi kolay görünmemektedir. Öte yandan kamusal faaliyetlerle ilgili
ifade açıklamaları bağlamında mutlak gerçeğin kamu gücü otoritesinin elinde
olduğu durumda suç isnadı altında olanların mutlak gerçeği ortaya çıkarma
imkanları bulunmamaktadır. Hatta bazı konularda “gerçek” kamu idaresinin
gösterdiğinden ibaret görünecektir. Bu durum ise “sansür ve kanaat denetimi”
riskini ortaya çıkaracaktır. Dolayısıyla “gerçeğe aykırı bir bilgi”
ibaresinin normda yer almasıyla hem gerçeğin ne olduğu ve gerçeğe kimin
tarafından karar verileceği hususları büyük bir belirsizlik içerisinde
bırakılmakta hem de kişilerin, yaydıkları bilginin gerçek olmadığını
bilmemeleri halinde dahi cezalandırılabilmelerinin önünde hiçbir engel
bulunmamaktadır.
10. Benzer değerlendirmelerin “ülkenin iç ve dış
güvenliği”, “kamu düzeni”, “genel sağlık” ibareleri yönünden de yapılması
mümkündür. Tüm bu kavramların sınırlarının çizilmesi oldukça zor olup,
kavramların anlam dünyaları içerisinde bireylerin hangi ifade açıklaması
dolayısıyla suçlu duruma düşebileceklerini net bir biçimde öngörebilmeleri
mümkün görünmemektedir.
11. Kanunilik kriterinin aşılamaması durumunda esasen
sonraki kriterlerin incelenmesi gerekli değildir. Bununla birlikte bir an için
bu açıdan sorun bulunmadığı kabul edilirse diğer kriterler yönünden nasıl bir
değerlendirme yapılacağının test edilmesinin de konunun anlaşılması bakımından
yarar sağlayacağı söylenebilir.
12. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada
devreye girecek bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “demokratik
bir toplumda gereklilik” ve “ölçülülük” ilkeleridir. Anayasa
Mahkemesi’ne göre temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir (müdahale)
zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare
niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum
düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (örn. Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, par.
51; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, par. 51). Bir hareket noktası
bağlamında meşru sınırlama nedenlerinden kaynaklı olarak bireylerin şeref ve
itibarlarının, özel yaşamlarının veya kamu düzeninin korunması amacıyla düşünce
açıklaması hakkının istismarının önlenmesinin toplumsal bir ihtiyaç olduğu
düşünülebilir. Bununla birlikte kuralın demokratik toplumda gerekli olduğu
kabul edilse dahi ölçülülük ilkesi yönünden test edilmesi gerekir.
13. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük,
temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi
yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca
ulaşılmak için seçilen araçların denetlenmesidir. Bu sebeple ifade özgürlüğü
alanında getirilen müdahalelerde, hedeflenen meşru amaca ulaşabilmek için
seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı
değerlendirilmelidir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015,
par. 54). Bu incelemede Temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir
sınırlamanın güdülen meşru amacı gerçekleştirmeye elverişli ve gerekli olduğu
tespit edilse dahi temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir
sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir (AYM, E.2007/4,
K.2007/81, K.T. 18/10/2007; Bekir Coşkun, par. 53).
14. İncelenen kuralda öngörülen unsurların tamamının
yargı yorumuna muhtaç olduğu ve özellikle “gerçeğe aykırı bir bilgi”
bulunup bulunmadığının teyidi yönünden detaylı ve zaman gerektiren bir muhakeme
süreci yürütülmesi gerekeceği dikkate alındığında, suç için belirlenen cezanın
üst sınırının 3 yıl hapis cezası olması nedeniyle tutuklama tedbirinin
uygulanabilecek olmasının, düşünceyi açıklama özgürlüğü yönünden ölçülülük
ilkesine aykırı bir müdahale oluşturduğu ve ciddi bir caydırıcı etki yaratacağı
değerlendirilmektedir. Suçun değinilen yapısı ve niteliği dikkate alındığında
korunmak istenen hukuki değerin soruşturma ve kovuşturma sürecindeki daha hafif
koruma tedbirleriyle garanti altına alınabileceği açık olduğundan bu durum
düşünceyi açıklama özgürlüğü yönünden açıkça ölçüsüz bir müdahale
oluşturmaktadır.
15. Ayrıca düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü gibi
demokratik toplum için gerçekten çok önemli temel haklara yönelik bir
müdahalede gerçekle uyumu konusunda sorunlu görülen veya gerçeğe aykırı olduğu
değerlendirilen ifadelerin kişiye bildirilerek düzeltme imkanı tanınması, acil
durumda yayılmasının önlenmesine yönelik tedbirlerin alınması, idari
yaptırımlar, para cezası vb. diğer yaptırım türlerine başvurulmaksızın doğrudan
hapis cezası öngörülmesi ve tutuklama tedbirinin uygulanabilmesi de ölçülük kriteri açısından sorunlu görülmektedir.
16. Tehlike suç tiplerinde ceza hukuku açısından soyut
veya somut tehlike suçlarının öngörülebileceği kabul edilmektedir. Bununla
birlikte düşünce açıklaması ve basın özgürlüğü söz konusu olduğunda kanaat
denetimi ve sansür riskine karşı düzenlemelerin, tehlikenin gerçekten
somutlaştığı veya yakın tehlike arzettiği hallerle
sınırlı tutulması gerekir. Aksi durumda suç öğelerinin somutlaştırılmasındaki
güçlükle birlikte yapılacak düzenlemeler konjonktürel
dönemlere bağlı olarak keyfi yorum ve uygulamalara kapı açabilecektir. Bu durum
ise hukuk güvenliği ilkesine ve suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırılık
teşkil edeceği gibi, ikinci olarak keyfilik riski bulunan ve hapis yaptırımı
öngörülen bir suç düzenlemesinde meşru amacın bulunduğu da söylenemeyecektir.
Bu bakımdan bu tür düzenlemelerde söz gelimi açık ve yakın tehlike kriterinin
dikkate alınması keyfiliğe karşı güvence olabilecektir.
17. Açıklanan gerekçeler uyarınca kuralın hukuk devleti
ilkesinin belirlilik, öngörülebilirlik ve hukuk güvenliği ilkesine ve bu
doğrultuda suçların ve cezaların kanuniliği ilkesine (AY m. 2; 38/1-3) aykırı
olduğu, öte yandan Anayasa’nın 13. maddesi bağlamında ölçülülük kriterine uygun
bulunmadığı gerekçeleriyle iptal edilmesi gerektiği görüşündeyim.
|
|
|
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. “Halkı
yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunu düzenleyen kuralın ilk fıkrasında sırf
halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle,
ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe
aykırı bir bilgiyi kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan
kimselerin bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması hüküm
altına alınmıştır. Kuralın (2) numaralı fıkrasında ise failin bu suçu gerçek
kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde
cezanın yarı oranında arttırılacağı belirtilmiştir.
2. Anayasa’nın
“Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlıklı 26. maddesinin birinci
fıkrasında “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka
yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu
hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da
vermek serbestliğini de kapsar.” hükmüne yer verilerek ifade özgürlüğü
güvence altına alınmıştır.
3. İfade özgürlüğü; kişinin haber
ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve
kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla
birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi,
savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir.
Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla
açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve
gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları, bu çabaların
hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla,
düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal
önemdedir (Bekir Coşkun, [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-34; Mehmet
Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43).
4. Dava
konusu kuralla sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel
sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi kamu barışını bozmaya elverişli
şekilde alenen yayan kimselere hürriyeti
bağlayıcı ceza verilmesi hüküm altına alınarak ifade özürlüğüne bir sınırlama getirilmektedir.
5. İfade
özgürlüğüne yönelik sınırlamaların temel hak ve özgürlüklerin
sınırlanmasını düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesi çerçevesinde olması gerekir.
Bu nedenle sınırlamaların kanunla
yapılması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebeplerine, demokratik toplum
düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine uygun olması şarttır. Bir temel
hakkı sınırlamaya yönelik bir kanuni düzenlemenin şeklen var olması
yeterli olmayıp kuralların keyfiliğe yol açmayacak şekilde belirli,
ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler içermesi beklenir. Bu gereklilik ve
beklenti aynı zamanda Anayasa’nın 2. maddesinde
güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinden kaynaklanmaktadır. Hukuk devletinde
kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır,
uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesi bir zorunluluktur (E: 2012/157, K: 2013/79,
18.06.2013).
6. Kural’ın getirdiği suçun işlenmesinde aranan ilk koşul
gerçeğe aykırı bir bilginin varlığı ve bu bilginin ülkenin iç ve dış güvenliği,
kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili olmasıdır. Buna ek olarak gerçeğe
aykırı bilginin kamu barışını bozmaya elverişli olması şartı da aranmaktadır.
Suçun oluşması için gerçeğe aykırı bilginin kamu barışını bozması şart olmayıp
kamu barışını bozmaya elverişli olması yeterlidir. Son olarak suçun oluşumu için gerçeğe aykırı
bilginin sırf halk arasında endişe, korku, panik yaratmak saikiyle
yayılması gerekmektedir.
7. Kanun koyucu, kuralın gerekçesinde kuralın getirdiği suçun
somut tehlike suçu olduğunu belirtmekle birlikte, kuralda düzenlenen suçun
işlenebilmesi için gerçeğe aykırı bilginin yayılması sonucu kamu barışının
bozulmasına yönelik somut bir tehlikenin oluşması şart olmayıp, soyut bir
tehlikenin varlığı da yeterlidir. Kuralda yer verilen “kamu barışını bozmaya
elverişlilik” ifadesi soyut bir tehlikenin de kural kapsamında
değerlendirilmesinin mümkün olduğuna işaret etmektedir.
8. Dava konusu kuralın kanunilik ölçütünü ne ölçüde karşıladığına
baktığımızda, ortaya çıkan en önemli sorun gerçeğe aykırı bilgi
kavramının belirsizliğinden kaynaklanmaktadır. Kuralın yorum ve uygulaması
kişiler açısından rahatlıkla öngörülebilir değildir. Kanun koyucu bir fiili suç
olarak nitelendirirken bu fiilin tüm bileşenlerini kişiler üzerinde herhangi
bir duraksamaya ve onların zihinlerinde tereddüde mahal bırakmayacak şekilde
olabildiğince açık ve somut olarak düzenlemelidir. Muğlaklık ve sınırları
belirsizlik içeren suç sayılan fiiller geniş yorumlandıklarında temel hakler ve
özgürlükler için hiç de iç açıcı olmayan sonuçlara yol açabilecektir. Burada
aranan belirlilik hukuk devletinin olmazsa olmaz ilkelerindendir.
9. Bir bilginin gerçeğe aykırı olup olmadığının tespiti bilginin
verildiği ilk anda hemen mümkün olmayabilir. Bu durum özellikle basın-yayın
organlarının kamuoyu bilgilendirme faaliyetleri için önem taşımaktadır. Gelişen
bir olayla ilgili anında kamuoyunu bilgilendirmek isteyen basın-yayın organları
ve/veya sosyal medya kullanıcıları olayla ilgili bilgilerin gerçekliğini tam
olarak en başta teyit edemeyebilirler. Bu da basın yayın organlarının haber
veya bilgiyi aktarmada tereddüt yaşamalarına sebep olabilir. Basın organları
doğaları gereği bir haberi aktarırken okuyucuların ilgisini çekmek için
sıklıkla abartıya başvururlar. Gerçeğe aykırı bilgi ile bariz abartı arasındaki
çizgi çok net değildir ve bariz abartılı bir bilgi veya haber otoritelerce
gerçeğe aykırı bilgi olarak değerlendirilebilir.
10. Mahkememiz ifade ve basın
özgürlüğü kararlarında basının bir olgunun doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi
hareket etmesinin kendisinden beklenmemesi gerektiğini, basının araştırma
yükümlülüğünün somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın
ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak anlaşılması gerektiğinin altını
çizmektedir (Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd.
Şti. (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, § 52). Burada aranan
mutlak bir gerçeklikten ziyade, olgusal temele dayalı olan görünür bir
gerçekliktir. Bir olay ve olguyla ilgili bilgilerin bilginin yayılma anında
görünür gerçekliğe uygun olması o bilginin o an için gerçek sayılması için
yeterli sayılmalıdır. Aksi durumda sadece gerçekliği kesin olarak teyit edilmiş
bilgiler dışındaki bilgilerin yayılması sorunlu hale gelecektir.
11. Bir olay veya olgunun ancak kesin gerçekliğinin ortaya
konulması koşuluyla yayılabileceğinin kabulü ifade ve basın özgürlüğü açısından
son derece mahzurlu sonuçlar doğuracaktır. Bu durumun da toplumun belli konular
hakkında bilgi sahibi olmasının ve bunların tartışılmasının önüne set çekeceği
açıktır. Medyanın en temel görevi yaşanan olay ve olguları haberleştirerek
toplumun bunlardan haberdar olmasını sağlamaktır.
12. Kanunilik ölçütü
yönünden bir diğer sorun da suçun manevi unsuru olan ‘sırf halk arasında
endişe, korku veya panik yaratmak saikinin nasıl
belirleneceğidir. Dava konusu kuralın düzenlediği suçun oluşmasında aranan
şartlardan biri olan bu saikin nasıl tespit edileceği
de son derece belirsizdir. Benzer şekilde neyin veya nelerin korku, endişe ve
paniğe neden olacağı da net değildir. Zira bu kavramların anlamı konusunda
geniş bir uzlaşıyı sağlamak her zaman mümkün değildir.
13. Dava konusu kuralla
ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamanın kanunilik ölçütünü sağlamadığı
sonucuna ulaşmakla birlikte konunun önemine binaen diğer sınırlama ölçütleri
yönünden kuralla ilgili değerlendirmelerimizi sürdürmekte fayda vardır.
14. Tüm dünyada kamu otoriteleri
gerçeğe aykırı bilginin kasıtlı olarak yayılmasını yani dezenformasyonu
engellemek için çeşitli önlemler almaktadır. Dezenformasyonun ülkenin iç ve dış
güvenliği ve kamu düzenine yönelttiği tehditler ciddidir ve bununla mücadele
edilmesi gereklidir. Dolayısıyla, kural, kamu düzeni ve kamu güvenliğini
korumaya yönelik meşru bir amaca sahiptir.
15. İfade özgürlüğüne yönelik bir
sınırlamanın demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi
için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması gerekir (Bekir Coşkun, §§
53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81,
18/10/2007).
16. Gerçeğe aykırı bir bilginin
kamu barışını bozmaya elverişli bir şekilde yayılmasının ülkenin iç ve
dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili önemli kamusal menfaatlere zarar verebileceği, söz konusu bilginin
kamusal tartışmalara herhangi bir katkı sağlamayacağı göz önüne alındığında
kuralla getirilen düzenlemenin zorunlu bir toplumsal ihtiyaca cevap verdiği
söylenebilir. Bununla beraber, demokratik
toplum düzeninde zorunlu bir toplumsal ihtiyacın varlığı, gerçeğe
aykırı bir bilginin alenen yayılmasının kamu barışı üzerinde nasıl bir sonuç
yarattığının gösterilmesiyle ortaya konabilir.
17. Kuralın getirdiği suçun
oluşması için yetkili organların gerçeğe aykırı bilginin yalnızca kamu barışını
bozmaya soyut olarak elverişli olup olmadığını değerlendirmesiyle
yetinilecektir. Bu bilginin kamu barışının bozulmasına yol açacak somut bir
tehdit oluşturup oluşturmadığı veya açık ve yakın bir tehlike doğurup
doğurmadığı gibi değerlendirmelerin yapılmasına gerek duyulmayacaktır.
18. İfade ve basın özgürlüğü
üzerinde sınırlamayı meşru kılacak zorlayıcı toplumsal ihtiyacın varlığından
bahsedebilmek için gerçeğe aykırı bilginin kamu barışı üzerindeki etkisinin
somut olarak gösterilmesi gerekir. Gerçeğe aykırı bilginin sırf halk arasında
endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle kasten
yayılmasının kamu barışı ve güvenliği için somut, açık ve yakın bir tehlikeye
neden olduğu ortaya konulmadıkça ifade özgürlüğüne müdahale edilmesini
gerektiren zorlayıcı toplumsal ihtiyacın var olmadığının kabulü gerekir. Bu
nedenle, kural gerçeğe aykırı bilginin kamu
barışının bozulmasına somut olgulara dayalı olarak bir tehdit veya açık ve
yakın bir tehlike oluşturup oluşturmadığına göz önüne almaksızın soyut olarak
kamu barışını bozmaya elverişli olan her türlü gerçeğe aykırı bilginin
yayılmasının cezalandırılabilmesinin önünü açmaktadır.
19. İfade, kamu barışını
bozmaya elverişli olmasına rağmen somut bir tehlikeye yol açmamışsa ifadeye
müdahale edilmesini gerektiren zorlayıcı toplumsal ihtiyacın meydana geldiği
söylenemez. Dolayısıyla kuralla ifade
özgürlüğüne getirilen sınırlamanın demokratik toplum düzeninin gereklerine
uygun olmadığı da görülmektedir.
20. İfade özgürlüğünün
kişilerce herhangi bir endişeye kapılmadan kullanılması bir demokrasinin en
ayırt edici özelliklerinden birini oluşturmaktadır. Kuşkusuz ifade özgürlüğü
mutlak bir hak değildir ve anayasal çerçeveye aykırı düşmemek şartıyla sınırlandırılabilir.
Bununla birlikte, ifade özgürlüğüne meşru amaçlar doğrultusunda müdahale
yapılırken bunun dar yorumlanması, amacı aşacak şekilde geniş yorumlanmaması
gereklidir. Aksi halde, ifade özgürlüğünü kullanmak isteyen kişi ve kuruluşlar
üzerinde ciddi bir caydırıcı etki ortaya çıkacaktır. Böyle bir durum da
demokratik toplum düzeninin oluşmasına ve gelişmesine olumsuz etki yapacaktır.
21. Açıklanan nedenlerle kuralın
Anayasa’nın 2. 13. 26. ve 28. maddelerine aykırılık taşıdığı düşüncesiyle,
çoğunluk kararına katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun
217/A maddesinin Anayasaya aykırı olmadığına ve iptal talebinin reddine karar
verilmiştir.
Red kararının gerekçesinde; dava konusu kuralın belirlilik
ve öngörülebilirlik ölçütlerini sağladığı, kamu düzeninin ve güvenliğinin
korunması ve sağlanmasına yönelik meşru bir amacının bulunduğu, zorunlu bir
toplumsal ihtiyacı karşıladığı ve ölçülülük ilkesi ile bağdaşmayan bir yönünün
bulunmadığı belirtilerek red sonucuna ulaşılmıştır.
İncelenen kuralın (1) numaralı fıkrasında, sırf halk
arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle,
ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe
aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayanların
bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacakları; (2) numaralı
fıkrasında ise failin bu fiili gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün
faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, verilen cezanın yarı oranında
artırılacağı hükme bağlanmıştır.
Önceki kararlarımızda da belirtildiği üzere, hukuk
devletinde, ülkenin sosyal, kültürel yapısı, etik değerleri ve ekonomik hayatın
gerekleri dikkate alınarak suç ve ceza siyasetinin belirlenmesi yetkisi kanun
koyucuya aittir. Yasama organı, bu yetkisini kullanırken şüphesiz ki hangi
fiillerin cezalandırılacağı ve bu cezaların türleri ile ölçüleri konusunda
takdir yetkisine sahiptir. Bununla birlikte, kanun koyucunun bu yetkisini
anayasal sınırlar içinde belirlilik, öngörülebilirlik, adalet ve hakkaniyet
ilkelerine uygun şekilde kullanması ve ölçülülük ilkesini gözetmesi gerekir.
Yasama organı söz konusu takdir yetkisi çerçevesinde,
5237 sayılı Kanuna eklenen 217/A maddesinde yeni bir suç ihdas ederek, bu fiili
işleyenlere hapis cezaları verilmesini öngörmüştür. Kanun koyucunun mezkûr
fiili suç olarak belirlemesinin ve cezalar öngörmesinin, kamu yararını
sağlamaya yönelik olduğu kabul edilse bile, Anayasanın 2. maddesinde belirtilen
hukuk devletinin unsurlarından biri olan belirlilik ilkesi ve bu ilke ile
bağlantılı olarak 38. maddesinde yer alan suçun ve cezanın kanunîliği
ilkesi, ayrıca her iki maddenin de gerekli kıldığı ölçülülük ilkesi bakımından
çoğunluğun görüşüne katılmak mümkün değildir.
Bilindiği gibi, Anayasanın 2. maddesinde öngörülen hukuk
devletinin gerektirdiği belirlilik ilkesi, kanunî düzenlemelerin herhangi bir
tereddüde ve şüpheye yer bırakmayacak şekilde açık, net, anlaşılır, nesnel ve
sınırlarının belirli olmasını, ayrıca keyfîliğe yol
açmayacak bir içeriğinin bulunmasını; hukukî güvenlik ilkesiyle bağlantılı
olarak da normların öngörülebilir olmasını ve kanunda belirli bir kesinlik
içinde hangi somut olgulara hangi sonuçların bağlandığının görülebilmesini zorunlu
kılmaktadır. Bu ilkeler yasama organının takdir yetkisini hukuk devleti
ilkesine uygun şekilde, anayasal sınırlar içinde adalet ve hakkaniyet
ölçütlerini gözönünde tutarak kullanıp
kullanmadığının belirlenmesi bakımından da önem taşımaktadır (geniş açıklama
için bkz. 3/6/2021 tarihli ve E.2020/9, K.2021/37 sayılı karara ilişkin karşıoy gerekçem).
Kanun hükümleri, ilgililerin bir işlem veya fiilin
belirli şartlarda ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde
öngörmelerini mümkün kılacak ve kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına imkân
tanımayacak şekilde düzenlenmeli; soruşturma ve kovuşturma mercilerine tanınan
takdir yetkisinin kapsamı da bireyleri keyfî ve öngöremeyecekleri
müdahalelerden koruyacak ölçüde ve açıklıkta belirlenmelidir.
Belirlilik ilkesi ve bununla bağlantılı olarak bütün hak
ve hürriyetlerin korunması bakımından temel bir teminat oluşturan kanunîlik ilkesi, suçların ve bunlara verilecek cezaların
da kanunla belirlenmesini zorunlu kılar. Kanunîlik
ilkesinin bu alanda uygulanmasıyla, kişilerin kanunen yasaklanmamış ve
müeyyideye bağlanmamış fiillerinden dolayı suçlanmalarının ve
cezalandırılmalarının; başka bir deyişle, bu yetkilerin keyfî ve hukuk dışı
amaçlarla kullanılmasının önlenmesi mümkün olabilir.
Ancak Anayasanın 13. ve 38. maddeleri kapsamında kanunîlik şartının karşılandığını söyleyebilmek için temel
hak ve hürriyetleri sınırlamaya ve bu kapsamda bazı fiilleri suç olarak
belirleyerek bunlar için ceza hükümleri getirmeye yönelik kanunî düzenlemelerin
şeklen var olması yeterli olmayıp keyfî yorumlara ve uygulamalara izin
vermeyecek şekilde ve öngörülebilir nitelikte düzenlemeler içermesi gerekir.
Şüphesiz bu, Anayasanın 2. maddesinde teminat altına alınan hukuk devleti
ilkesinin de gereğidir.
Çoğunluğun red gerekçesinde,
incelenen kuralla suçun unsurlarının ve cezasının açık ve net olarak
belirlendiği, dolayısıyla kuralın kanunîlik şartını
karşıladığı belirtilse de, bu görüşe katılmam mümkün
olmamıştır.
İncelenen kuralda suçun unsuru olarak öngörülen bazı
kavramlar belirsiz olduğundan, keyfî yorumlara ve uygulamalara yol açacak
niteliktedir. Özellikle “gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya
elverişli şekilde” yayma şartının -belirsizliği nedeniyle- çok sayıda ihlale
yol açma potansiyelinin bulunduğu ve kanunîlik ilkesi
açısından sorun oluşturduğu açıktır. Anayasaya uygunluk denetiminde, incelenen
kuralların anılan ilkeye uygun olup olmadığının uygulamadan bağımsız olarak
kanun hükmü üzerinden değerlendirilmesi ve muhataplarınca öngörülebilir bir
normun bulunup bulunmadığının bu şekilde tespit edilmesi gerekse de, maddenin bazı soruşturma makamlarınca yapılan yorumu ve
buna dayanan farklı uygulamaları da bu sorunu ortaya koymuştur.
Ayrıca, 5237 sayılı Kanunun “Cezanın belirlenmesi”
başlıklı 61. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendi uyarınca, hâkimin
kanunda suç için belirlenen cezaların alt ve üst sınırları arasında temel
cezayı tespit ederken gözönünde bulundurması gereken
veya ifade hürriyetinin sınırlanmasına ilişkin düzenlemelerde ilâve bir güvence
sağlamak için aranabilecek olan saikin (özel kastın)
bu konuda ihdas edilen bir suçun unsuru olarak öngörülmesi de isabetli
değildir. Saikin, incelenen kuraldaki gibi suçun bir
unsuru olarak düzenlenmesi, niteliği itibariyle keyfî değerlendirmelere ve
uygulamalara yol açabilir.
Bu sebeplerle, maddenin (1) numaralı fıkrasının kanunîlik şartını taşıdığından söz edilemez.
Diğer taraftan, Anayasanın 13. maddesine göre, bütün hak
ve hürriyetlerin sınırlanmasında olduğu gibi ifade hürriyetine getirilen
sınırlamaların da demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine
uygun olması zorunludur.
Kararda da kabul edildiği üzere, toplumun ilerlemesi ve
bireylerin gelişmesi için zorunlu şartlardan olan demokratik toplum düzeninin
temellerinden biri de ifade hürriyetidir. Sınırsız bir hak olarak düzenlenmese
de ifade hürriyetine yönelik sınırlamaların demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun olması gerekir. Bu konudaki değerlendirme ise, sınırlamanın
amacı ile bu amacı gerçekleştirmek için başvurulan araç arasındaki ilişki
temeline dayanan ölçülülük ilkesinden bağımsız olarak yapılamaz.
Anayasanın 13. maddesinde, demokratik toplum düzeninin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama şeklinde -aralarında sıkı
ilişki bulunan- iki ayrı ölçüte yer verilmesi de bu kriterlerin birlikte
değerlendirilmesini gerektirir (bkz. 29/11/2017 tarihli ve E.2017/130,
K.2017/165 sayılı; 31/5/2018 tarihli ve E.2018/69, K.2018/47 sayılı
kararlarımız).
Bu kapsamda, ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamanın zorunlu/zorlayıcı
bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve istisnai nitelikte
olması; böyle bir ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için de, amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son
çare ve alınabilecek en hafif tedbir olarak değerlendirilebilmesi zorunludur (örn. olarak bkz. Bekir Coşkun [GK], B. No:
2014/12151, 4/6/2015, § 51). İncelenen kural bakımından bu şartların
gerçekleştiği söylenemez.
İfade hürriyetine getirilen sınırlamanın ölçülü olarak
kabul edilebilmesi için ayrıca, sınırlamayla ulaşılmak istenen hedef/amaç ve
öngörülen tedbir arasında dengesizlik bulunmaması; başka bir ifadeyle,
bireylerin hak ve hürriyetleri ile kamunun veya diğer bireylerin hak ve
menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulması anlamında orantılılık ilkesine
de uygun olması gerekir.
İncelenen kural, yukarıda açıklanan sebeplerle kanunîlik şartını karşılamadığı gibi buna bağlı olarak,
gerçeğe aykırı olduğu ve kamu barışını bozmaya elverişli bulunduğu iddia edilen
her türlü bilginin hapis cezasıyla cezalandırılmasına imkân tanıyacak
genişlikte olduğundan, kuralla ifade hürriyetine getirilen sınırlama demokratik
toplum düzeninin gereklerine ve orantılılık ilkesine uygun değildir.
Yukarıda açıklanan sebeplerle, dava konusu kuralın
Anayasanın 2., 13., 26. ve 38. maddelerine aykırı olduğu ve iptal edilmesi
gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun red kararına
karşıyım.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Mahkememiz çoğunluğunun 13/10/2022 tarihli ve 7418
sayılı Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un
29. maddesiyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na eklenen
217/A maddesinin Anayasa’nın 13. ve 26. maddelerine aykırı olmadığı şeklindeki
kararına katılmamaktayım.
2. Kanun’un iptali talep edilen “Halkı yanıltıcı
bilgiyi alenen yayma” başlıklı 217/A maddesinin (1) numaralı fıkrası hükmü
“Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle,
ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe
aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse,
bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.” şeklindedir. Dava
konusu ikinci fıkrada ise failin suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir
örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde birinci fıkraya göre verilen
cezanın yarı oranında artırılacağı öngörülmektedir.
3. Kuralın Anayasa’ya uygunluk denetimi bağlamında
öncelikle ifade edilmelidir ki Anayasa’ya uygun olmak şartıyla ceza normu
ihdasında kanun koyucunun takdir yetkisi mevcuttur. Kamu düzeninin korunması
amacıyla suç ve cezalara ilişkin olarak kanun koyucu bu yetkisini
kullanmaktadır. Kanun koyucunun suç ve ceza normu ihdası sürecinde Anayasal
ilke ve kurallara uygun düzenlemeler yapması konumuz bağlamında burada öne
çıkan en önemli husustur.
4. Dava konusu kuralla sağlanmaya çalışılan amaç nihai
aşamada kamu düzeninin korunmasıdır. Bununla birlikte bu amaca ulaşma
noktasında dava konusu 217/A maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla getirilen
düzenlemenin kişilerin Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade
özgürlüğünü Anayasa’ya aykırı biçimde sınırlandırıp sınırlandırmadığının ortaya
konulması önem arz etmektedir.
5. İfade özgürlüğüne sınırlama getirdiği açık olan dava
konusu kuraldaki yukarıda zikredilen ibarelerin Anayasa’ya uygunluk denetiminde
öncelikle Anayasa’nın 13. maddesi bağlamında kanunilik koşulu boyutu ile
değerlendirilmesi ve bu bağlamda dava konusu kanun hükmünde yer verilen
ibarelerin belirlilik ve öngörülebilirlik şartını sağlayıp sağlamadığının
ortaya konulması gerekir.
6. Mahkememiz çoğunluğunca kuralın Anayasa’ya aykırı
olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Çoğunluk kararında kuralın suçun maddi ve
manevi unsurlarının, suça ilişkin yaptırımın niteliğinin ve miktarının, suçun
nitelikli hâllerinin kuralda herhangi bir tereddüde yer vermeyecek şekilde açık
ve net olarak düzenlendiği gözetildiğinde kuralın belirsiz ve öngörülmez
nitelikte olduğundan söz edilemeyeceği ve bu yönüyle kuralın kanunilik şartını
taşıdığı ifade edilmektedir (Bkz.: §§ 16-29).
7. Oysa dava konusu 217/A maddenin (1) numaralı
fıkrasında yer alan “halk arasında endişe, korku veya panik yaratma”,
“ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı”, “gerçeğe aykırı
bir bilgi”, “kamu barışını bozmaya elverişli” olma ve “alenen yayan
kimse” ibarelerinin her birinin farklı biçimde yorumlanabilecek nitelikte, subjektif anlamlara sahip olduğunu ifade etmek gerekir.
Zira bu ibarelerin ülke gündemindeki siyasi, ekonomik, kültürel, güvenlik ve
benzeri oldukça farklı konularla ilgili özellikle suç soruşturmasına konu
olabilecek düşünce açıklamalarını da kapsadığını değerlendirmede dikkate almak
gerekmektedir. Yanı sıra bahse konu açıklamaların ülke gündemini meşgul eden
konularla ilgili olması nedeniyle kişilerin kamusal meselelerle ilgili olarak
kendi düşüncelerini açıklama özgürlüğü ile doğrudan ilgili oldukları da göz
önünde tutulmalıdır.
8. Kanun metnindeki ifade ve ibarelerin subjektif yorumlanmaya müsait olması ve kuralın açık ve
anlaşılır olmaması Anayasa’nın 13. maddesindeki kanunilik şartının sağlanması
noktasında önemli bir sorundur. Kanun hükmündeki muğlak ifadelerden kaynaklı
çok farklı uygulamaların ortaya çıkma ihtimali ifade özgürlüğünün kullanımına
Anayasa’ya aykırı kısıtlamalar getirilmesine neden olabilecektir.
9. Oysa Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadında da
vurgulanmakta olduğu üzere bir kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli
olmayıp kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde
belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olması gerekmektedir (AYM,
E.2023/43, K.2023/141, 26/07/2023, § 13). Anayasa Mahkemesine göre bu
bağlamdaki belirlilik ilkesi kanunla getirilen düzenlemelerin hem kişiler hem
de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde
açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu
otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir.
Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, kanundan, belirli
bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya
sonucun bağlandığını bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen
yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını buna göre ayarlayabilir (AYM,
E.2015/41, K.2017/98, 04/05/2017, § 153).
10. Yine bununla bağlantılı biçimde hukuk devletinin
önkoşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir
olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini,
devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden
kaçınmasını gerekli kılmaktadır (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 04/05/2017, § 154).
11. Ancak ifade etmek gerekir ki ifade özgürlüğü ile
ilgili bir düzenleme niteliğinde olan dava konusu kuraldaki belirliliğinin yargısal
içtihatlarla sağlanması mümkün değildir. Kişilerin ifade özgürlüğüne sınırlama
getiren kanun hükmünün bizatihi kendisinin belirliliği sağlayacak nitelikte
olması temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması rejimindeki en temel
güvencelerden birisi olan Anayasa’nın 13. maddesindeki “kanunilik” ilkesi
yönüyle zorunludur. Anayasa’nın 13. maddesi gereğince ifade özgürlüğü veya
diğer herhangi bir hak veya özgürlüğü sınırlandıran kanun hükmündeki
belirliliğin ve öngörülebilirliğin tamamen kanuni düzenlemelerle sağlanması
gerekmektedir. Aksi durum ifade özgürlüğü veya diğer hak ve özgürlükler
açısından güvencesiz bir durum ortaya çıkarabilir.
12. Zira Anayasa’nın 13. maddesi gereğince temel hak ve
özgürlüklere müdahale eden ve belirlilik ve öngörülebilirliği sağlayan bir
kanunun varlığı, Anayasa Mahkemesi içtihadında da vurgulandığı üzere yürütme ve
yargı organlarının, yasamanın belirlediği ilke ve çizdiği sınırlara bağlı
kalmasını ve hukuk düzeninde Anayasa'nın öngördüğü usule uygun olarak çıkarılan
kanunların alt kademelerinde yer alan düzenlemelerle temel hak ve özgürlüklerin
kolaylıkla sınırlandırılabilmesinin önüne geçilmesini amaçlayan (Bkz.: Şerafettin
Can Atalay (2) [GK], B. No: 2023/53898, 25/10/2023, § 49) fevkalade önemli
bir güvence konumundadır.
13. Konumuzla ilgili olarak dava konusu kuralda yer
verilen ibarelere bakıldığında bu ibarelerin belirsiz nitelikte olduklarını ve
öngörülemez biçimde uygulanabilme ihtimalini bünyesinde taşıdıklarını görmek
mümkündür. Dolayısıyla dava konusu kuraldaki yukarıda zikredilen ibarelerin
ifade özgürlüğüne yönelik Anayasa’ya aykırı bir sınırlama getirmeye müsait
oldukları görülebilmektedir.
14. Aslında sadece dava konusu kuraldaki “gerçeğe
aykırı bilgi” ibaresi bile bu kuralın ifade özgürlüğü açısından belirsiz
bir sınırlama getirmekte olduğunu ortaya koyma noktasında yeterli kabul
edilebilir. Kişilerin ülke gündemini meşgul eden çok farklı konulara ilişkin
yoğun tartışma ve gelişmelerin olduğu bir siyasi ortamda yaptığı
değerlendirmeler çok rahat bir şekilde “gerçeğe aykırı bilgi” olarak
görülebilecektir. Hele de ülke güvenliği ve benzeri hususlardaki siyasi
tartışmaların hararetli ortamında gerçekleşen ifade açıklamalarıyla ilgili
olduğunda dava konusu maddedeki bu ibarelerin hem kişilerin ifade özgürlüğünü hem
de başkalarının bilgi ve haber alma özgürlüklerini ne derece olumsuz biçimde
etkileyebileceği üzerinde daha dikkatli biçimde düşünülmesini gerektirmektedir.
15. Gerçekten demokratik toplumda ifade özgürlüğünün
ayrıcalıklı konumu itibariyle bakıldığında açıklanan bilgilerin mutlak biçimde
gerçeğe uygun olması mecburiyetini aramanın fevkalade zor olduğu aşikârdır.
Kaldı ki demokratik toplumlarda gerçeğe uygun bilgi olduğunu teyit edecek bir
mekanizmanın varlığı da söz konusu değildir. Özellikle iç politika, milli
güvenlik, istihbarat ve ekonomi gibi alanlarda farklı düşüncedeki kişilerin bu
konulara ilişkin açıklamalarını gerçeğe aykırı bilgi gerekçesiyle cezalandırma
girişimi esasında kamusal meselelerde kişilerin düşünce ve kanaatlerini özgür
biçimde ifade etmesine ciddi engeller getirebilir.
16. Oysa demokratik bir toplumda bir habere ilişkin
olarak olgusal bir temelin varlığı kişilerin bu konuda bir değerlendirme veya
bilgi açıklaması yapabilmesi için yeterli görülmelidir. Nitekim basın özgürlüğü
bağlamında Anayasa Mahkemesi içtihadında da olgusal temelle ilgili olarak
kişilerin kendilerinden bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi hareket
etmesi gerektiğine, gazetecilerin ileri sürdüğü
olgusal iddiaların doğruluğu konusunda yeterli araştırmayı yapıp yapmadığı
noktasındaki araştırma yükümlülüğünün de somut gerçeklik anlamında değil
yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkış biçimine uygunluk olarak
anlaşılması gerektiğine ve gazetecinin haber kaynaklarının söz konusu iddialar
bakımından makul olarak güvenilir olup olmadığı ile doğru ve güvenilir bilgiler
sunmak için iyi niyet çerçevesinde çaba gösterip göstermediğini ortaya
koymasının yeterli olması gerektiğine işaret edilmektedir (Uğurlu
Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti. (2) [GK], B. No:
2016/12313, 26/12/2019, §§ 51-52) . Aksi durumda bu bilgi veya haberin mutlak
biçimde doğru olması koşulunun aranması kişilerin demokratik bir toplumdaki
düşünce açıklamalarını ve ülke gündemini meşgul eden konulara ilişkin
değerlendirme yapabilmelerini tamamen imkansız
kılabilir.
17. Dava konusu kuraldaki bir diğer ibare olan “kamu
barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan” ibaresi de kendi içinde
ciddi bir belirsizlik taşımaktadır. Zira buradaki ibareye göre gerçeğe aykırı bilgi
acaba kamu barışını bozduğunda mı yoksa kamu barışını bozmamış olsa bile sırf
kamu barışını bozmaya elverişli olması durumunda da mı cezalandırılacaktır.
Kural bu yönü ile farklı biçimlerde uygulanma ihtimalini bünyesinde
barındırmaktadır.
18. Burada ibarenin anlamı objektif biçimde ortaya
konulmaya çalışıldığında bu ibarenin kamu barışını bozmasa bile bozmaya
elverişli nitelikteki bir bilgi yayımını bile cezalandıracağı söylenebilir. Bu
durum da esasında ifade özgürlüğüne yönelik getirilen sınırlamanın aynı zamanda
Anayasa’nın 13. maddesindeki demokratik toplum düzeninin gerekleri ile
bağdaşmayacağı sonucuna ulaşmamıza sebep olacaktır. Zira bu durumda henüz somut
bir tehlike durumu bulunmamasına rağmen kamu barışını bozma potansiyeli taşıyan
düşünce açıklamaları cezalandırılabilecektir.
19. Benzer şekilde kuralda yer alan “halk arasında
endişe, korku veya panik yaratma” ve “ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu
düzeni ve genel sağlığı” şeklindeki ibareler de muğlak nitelikte olup belirliliği
sağlamaktan uzak olmaları nedeniyle demokratik bir toplumda kişilerin ifade
özgürlüğüne gereksiz müdahalelere dayanak oluşturabilirler.
20. Oysa demokratik bir toplumdaki ifade özgürlüğünün
işlevi ve konumundan hareketle kişiler ülke gündemini meşgul eden, yoğun
tartışmaların olduğu değişik konulara ilişkin çok farklı nitelikteki ve hatta
başkalarını şoke edebilecek düşüncelerini bile özgürce ortaya koyabilmelidir.
İfade özgürlüğünün demokratik bir toplumdaki en temel işlevlerinden birisi olan
kamusal sorunların çözümüne katkı sağlama noktasında kişilerin toplumda
tartışılan bu “can yakıcı” sorunlara ilişkin düşünce açıklamasında
bulunabilmelerinin hukuken korunabilmesi özel bir öneme sahiptir. Aksi durumda
ifade özgürlüğü sürekli biçimde cezalandırma tehdidi altında kalacaktır ki
böyle bir ortamda kişilerin ifade özgürlüğünün kullanımı ile ilgili olarak
ciddi bir caydırıcı etki gündeme gelebilecektir.
21. Dolayısıyla dava konusu Kanun metninde yer alan ve
muğlak niteliği sebebiyle farklı biçimde yorumlanmaya fevkalade müsait
ibarelerin varlığı kişilerin Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan
ifade özgürlüğünün kullanımında çok fazla sınırlandırıcı bir etki doğuracaktır.
Zira dava konusu kural, gerçeğe aykırı bilginin
kamu barışının bozulması noktasında somut biçimde bir tehdit oluşturup
oluşturmadığı hususlarının yargı makamları tarafından değerlendirilmesine imkân
tanımaktan uzak görünmektedir.
22. Esasında kural hiçbir somutlaştırma
ve değerlendirme ihtiyacı duyulmaksızın kamu barışını bozmaya elverişli olan
her türlü gerçeğe aykırı bilginin cezalandırılabilmesine imkân tanıyan yönü ile
kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı ifade özgürlüğünü koruyucu bir niteliğe
sahip olmaktan uzaktır. Bundan dolayıdır ki dava konusu kural ifade özgürlüğüne
demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı
bir sınırlama niteliği taşımaktadır.
23. Yukarıda sıralanan nedenlerle 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’na eklenen dava konusu 217/A maddesinin belirsiz olduğu ve demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun bir sınırlama getirmediği göz önünde
tutulduğunda Anayasa’nın 13. ve 26. maddelerine aykırı olduğu için iptali
gerektiği kanaatiyle çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmamaktayım.
KARŞI OY
1. 7418 sayılı Kanun’un 29. maddesiyle 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’na eklenen 217/A maddesinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına dair
çoğunluk görüşüne katılmamaktayım.
2. Dava
konusu kural ile halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu ihdas edilmiş
olmakla ifade özgürlüğüne
bir sınırlama getirilmiştir.
3. Anayasa’nın
13. maddesinde Temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceği bu
sınırlamaların, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı
belirtilmiştir.
4. Anayasa’nın
25. Maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü, 26. maddeyle sahip olunan düşünceyi
açıklama ve yayma hakkına sahip olmayı kapsayacağı belirtilerek resmî
makamların müdahalesini engelleyecek bir düzenleme güvence altına alınmıştır.
5. Yasama organının suç ve ceza siyasetini belirlemede
geniş bir takdir yetkisi vardır. Demokratik bir hukuk devletinde Yasama organı,
kamu güvenliği ve özgürlükler dengesinin korunmasında çok hassas bir yaklaşım
sergilemelidir. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması zifiri karanlıkta
ortamı aydınlatan lambanın ışığının kısılmasına benzer. Müdahale edilen haklar
yönünden lambanın çok kısılması, adeta söndürülmesi karanlığı doğurur. Bir
hukuk devletinde asıl olan aydınlıktır.
6. Kamu düzenini sağlamak gayesi ile temel hakların
sınırlanmasında öncelikle kademeli olarak diğer araçlara başvurulmasının,
hürriyeti bağlayıcı ceza seçeneğinin en son düşünülmesinin demokratik toplum
düzeninin gereklerine daha uygun ve ölçülü olabileceği değerlendirilmelidir.
7. Dava konusu kural ile uygulamada suçun ispatındaki
zorluk ve belirsizlik yanında tutuklama tedbiri verilmesi önünde bir engel
olmaması ifade özgürlüğü açısından caydırıcı bir etkiye sebep olarak çok sayıda
ihlal üretme sonucu doğuracaktır.
8. Uygulamada kuralın öngördüğü suçun
oluşması için yargılama makamları gerçeğe aykırı bilginin yalnızca kamu
barışını bozmaya soyut olarak elverişli olup olmadığını değerlendirecek, bu
bilginin kamu barışının bozulmasına yönelik somut bir tehdit oluşturup
oluşturmadığı veya açık ve yakın bir tehlike doğurup doğurmadığı gibi
hususların tespitine ihtiyaç duymayacaktır.
9. Halbuki ifade özgürlüğünü sınırlamayı
gerektiren zorlayıcı toplumsal ihtiyacın varlığından söz edebilmek için gerçeğe
aykırı bilginin kamu barışı için somut bir tehlike meydana getirmesi gerekir.
Aksi durumda ifade özgürlüğüne müdahale edilmesini gerektiren zorlayıcı
toplumsal ihtiyacın doğduğundan söz edilmesi güç olacaktır.
10. 36.
Kural, gerçeğe aykırı bilginin kamu barışının bozulmasına somut olgulara dayalı
olarak bir tehdit veya açık ve yakın bir tehlike oluşturup oluşturmadığı
hususlarının yargı makamları tarafından değerlendirilmesine imkân
tanımamaktadır. Dolayısıyla kural gerçeğe aykırı bilginin kamu barışının bozulmasına
somut olgulara dayalı olarak bir tehdit veya açık ve yakın bir tehlike
oluşturup oluşturmadığına bakılmaksızın soyut olarak kamu barışını bozmaya
elverişli olan her türlü gerçeğe aykırı bilginin cezalandırılabilmesine imkân
tanımaktadır.
11. Bu itibarla
kuralla ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamanın demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun olmadığı gibi ölçülü de olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
12. Dava konusu kuralla düzenlenen suç ile ifade
özgürlüğüne ağır bir müdahalede bulunulmuş, “gerçeğe aykırı bilgi” kavramının
belirsizlik taşıması, suçun manevi unsuru olan “failin niyetini” tespit etmenin
zorluğu dikkate alındığında kural Anayasa’nın 2. Maddesine de aykırıdır.
13. Açıklanan gerekçelerle kural
Anayasa’nın 2., 13. ve 26. maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği
kanaati ile iptal talebinin reddine dair çoğunluk görüşüne iştirak
edilmemiştir.