ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2023/104
Karar Sayısı : 2023/177
Karar Tarihi : 11/10/2023
R.G.Tarih-Sayı :
30/1/2024-32445
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Ankara 25. İdare Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 24/2/1983
tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar
Kanunu’nun 29/6/2006 tarihli ve 5536 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle başlığı ile
birlikte değiştirilen 106. maddesine 2/12/2014 tarihli ve 6572 sayılı Kanun’un
29. maddesiyle eklenen altıncı fıkranın 30/3/2023 tarihli ve 7447 sayılı
Kanun’un 3. maddesiyle değiştirilen birinci cümlesinin Anayasa’nın 2., 9., 10.,
49. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülerek iptaline karar verilmesi
talebidir.
OLAY: Millî
Savunma Bakanlığı Kara Kuvvetleri
Komutanlığı bünyesinde birinci sınıf askerî hâkim statüsünde hukuk hizmetleri
başkanı olarak görev yapmakta olan davacı tarafından 2802 sayılı Kanun’un 106.
maddesinin altıncı fıkrasının birinci cümlesi uyarınca Yargıtay ve Danıştay
üyeleri için belirlenen ek tazminat oranı üzerinden maaş hesabının yapılması
talebinin reddi üzerine açılan davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı
olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için
başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer
aldığı 106. maddesi şöyledir:
“Yargı ödeneği ve ek ödeme:
Madde 106 – (Değişik: 29/6/2006-5536/3
md.)
103 üncü maddede unvanları
belirtilenlere aynı maddeye göre ödenmekte olan brüt aylıklarının % 10'u
oranında yargı ödeneği verilir.
Sağlık kurulu raporu üzerine verilen
hastalık izinleri ile kanser, verem, akıl hastalığı, şeker hastalığı, açık kalp
ameliyatı gibi uzun süreli bir tedaviye ihtiyaç gösteren hastalığa
yakalananların kullandıkları hastalık izinleri ve hastalıkları sebebiyle
yataklı tedavi kurumlarında yatarak gördükleri tedavi süreleri hariç olmak
üzere, bir takvim yılı içinde kullanılan hastalık izin süreleri toplamının
onbeş günü aşması halinde, aşan günlere isabet eden yargı ödeneği % 50 eksik
ödenir.
Hâkim ve savcı yardımcılarına kıstas
aylığın % 25'i oranında ek ödemede bulunulur.
Adalet Müfettişlerine, Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu Müfettişlerine ve Bakanlık İç Denetçilerine 103 üncü
maddeye göre ödenmekte olan brüt aylık tutarlarının % 5'i oranında ek ödemede
bulunulur.
Bu maddeye ve 103 üncü maddeye göre
ödeme yapılanlara; yabancı dil tazminatı hariç, 375 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname kapsamında yapılan ödemeler ile temsil, makam ve yüksek hâkimlik
tazminatları ödenmez ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 152 nci maddesi
uyarınca ödeme yapılmaz. (Ek cümle: 24/7/2008-5793/5md.) Ancak, hâkim ve savcı
yardımcılarına 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci maddesinde
öngörülen taban aylığının ödenmesine devam olunur.
(Ek fıkra: 2/12/2014-6572/29 md.)
(Değişik cümle: 30/3/2023-7447/3 md.) Yargıtay Birinci Başkanı, Danıştay
Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Danıştay Başsavcısı, Yargıtay Birinci
başkanvekilleri, Danıştay başkanvekilleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili,
Yargıtay ve Danıştay daire başkanları, Yargıtay ve Danıştay üyelerine (40.000);
Adalet Bakanlığı Müsteşarı, birinci sınıf hâkim ve savcılar, birinci sınıfa
ayrılmış hâkim ve savcılar ve diğer hâkim ve savcılara (15.000) gösterge
rakamının memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak
miktarda aylık ek tazminat ödenir. (Ek cümle: 23/6/2022-7413/7 md.) Bu ek
tazminat, Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu ile Hâkimler ve Savcılar Kurulu Teftiş
Kurulunda fiilen görev yapan müfettişlere (30.000) gösterge rakamı üzerinden
ödenir. Bu Kanuna tabi olan hâkim ve savcılardan Anayasa Mahkemesinde görev
yapanlara ödenen aylık ek ödenek ve Uyuşmazlık Mahkemesinde görev yapanlara
ödenen ödenek ile bu fıkrada belirlenen ek tazminattan yalnızca biri ve yüksek
olanı ödenir.
Bu maddeye göre yapılacak ödemeler
hakkında aylıklara ilişkin hükümler uygulanır ve damga vergisi hariç herhangi
bir vergi ve kesintiye tâbi tutulmaz.
Yargı ödeneği, her ne şekilde olursa
olsun başka bir ödemenin hesaplanmasında dikkate alınmaz.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü
ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M.
Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU,
Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN ve Muhterem İNCE’nin katılımlarıyla
31/5/2023 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik
bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Cem GÜNDOĞDU tarafından hazırlanan işin esasına
ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan Anayasa kuralları ve
bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra
gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Uygulanacak Kural Sorunu
3. Millî Savunma Bakanlığı Kara Kuvvetleri
Komutanlığı bünyesinde birinci sınıf askerî hâkim statüsünde hukuk hizmetleri
başkanı olarak görev yapmakta olan davacı tarafından 2802 sayılı Kanun’un 106.
maddesinin altıncı fıkrasının birinci cümlesi uyarınca Yargıtay ve Danıştay
üyeleri için belirlenen ek tazminat oranı üzerinden maaşının hesaplanması
talebinin reddi üzerine açılan davada Mahkeme, 2802 sayılı Kanun’un 106.
maddesinin altıncı fıkrasının birinci cümlesinin davada uygulanacak kural olduğunu
değerlendirerek iptalini talep etmiştir.
4. Anayasa’nın “Askerî
yargı” başlıklı 145. maddesi 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile yürürlükten
kaldırılmıştır. Aynı Kanun’un 17. maddesi ile Anayasa’ya eklenen geçici 21.
maddenin (E) fıkrasında ise Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin
askerî hâkim sınıfından Başkan, Başsavcı, İkinci Başkan ve üyeleri ile diğer
askerî hâkimlerin (yedek subaylar hariç) tercihleri ve müktesepleri dikkate
alınarak bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört ay içinde
Hâkimler ve Savcılar Kurulunca adli veya idari yargıda hâkim veya savcı olarak
atanabilecekleri düzenlenmiştir. Bu şekilde ataması yapılmayanların ise aynı
fıkra gereği aylık, ek gösterge, ödenek, yargı ödeneği, ek ödeme, mali, sosyal
hak ve yardımlar ile diğer hakları yönünden emsali adli veya idari yargıya
mensup hâkim ve savcılar, bunların dışındaki hak ve yükümlülükler yönünden ise
bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihteki mevzuat hükümleri uygulanmaya devam
edilmek suretiyle Millî Savunma Bakanlığınca mevcut sınıflarında, Bakanlık veya
Genelkurmay Başkanlığının hukuk hizmetleri kadrolarına atanmaları
öngörülmüştür.
5. Söz konusu Anayasa değişikliklerinden sonra 27/7/1967
tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici
45. maddenin birinci fıkrasının (b) bendinde de Askerî Yargıtay ve Askerî
Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından Başkan, Başsavcı, İkinci
Başkan ve üyeleri ile diğer askerî hâkimlerden adli ve idari yargıyı tercih
etmeyenler ile Hâkimler ve Savcılar Kurulunca ataması yapılmayanlardan istekli
olanların Millî Savunma Bakanlığınca mevcut sınıfları korunarak Millî Savunma
Bakanlığı hukuk hizmetleri kadrolarına atanacakları ve bu kişilerle ilgili aylık,
ek gösterge, ödenek, yargı ödeneği, ek ödeme, zam, mali, sosyal hak ve
yardımlar ile diğer haklar yönünden emsali adli veya idari yargıya mensup hâkim
ve savcılar hakkındaki hükümlerin uygulanmaya devam edileceği öngörülmüştür.
6. 2802 sayılı Kanun’un 1. maddesinde adli ve idari yargı
hâkim ve savcılarının aylık ve ödenekleri ile Yargıtay ve Danıştay üyelerinin
aylık ve ödeneklerinin düzenlenmesinin bu Kanun’un amaçları arasında olduğu
vurgulanmış, 2. maddesinde de Yargıtay ve Danıştay üyelerinin aylık ve
ödeneklerine ilişkin özlük hakları bakımından bu Kanun hükümlerine tabi
oldukları ayrıca ve açıkça belirtilmiştir.
7. Kanun’un Dokuzuncu Kısım Birinci ve İkinci
Bölümlerinde ise kapsamda olan kişilerin mali hakları ile aylık tablosu ve
aylıklarına ilişkin hükümlere yer verilmiştir. Buna göre Kanun kapsamında yer
alan kişilerin ana gelir kalemlerinin büyük bölümü üç ayrı hesaplama yöntemine
göre bulunan tutarlar toplamından oluşmaktadır.
8. Gelirin hesaplanmasının ilk kalemini Kanun’un 103.
maddesinde hesaplama yöntemi ve oranları gösterilen aylık ödeme
oluşturmaktadır. Aylık ödemede, kapsamda olan kişilerin bulunduğu sınıf
ve derecelerine göre farklılaştırılmış oranlara dayalı bir hesaplama öngörülmektedir.
Bu hesaplama yöntemi ile bulunan ödeme miktarının %10’u ise Kanun’un 106. maddesinin
birinci fıkrasına göre yargı ödeneği olarak ödenecek ikinci kalemi
oluşturmaktadır. Gelirin hesaplanmasına dâhil olan üçüncü kalem ise 106.
maddenin altıncı fıkrası gereğince ödenen aylık ek tazminattır. Anılan
fıkranın itiraz konusu birinci cümlesine göre Yargıtay
Birinci Başkanı, Danıştay Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Danıştay
Başsavcısı, Yargıtay Birinci başkanvekilleri, Danıştay başkanvekilleri,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili, Yargıtay ve Danıştay daire başkanları,
Yargıtay ve Danıştay üyelerine (40.000), Adalet Bakanlığı Müsteşarı, birinci
sınıf hâkim ve savcılar, birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar ve diğer
hâkim ve savcılara (15.000) gösterge rakamının memur aylıklarına uygulanan
katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarda aylık ek tazminat ödenmektedir.
9. Anayasa’nın 152. maddesi ile 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
40. maddesine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle
uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini
Anayasa’ya aykırı görmesi veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık
iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu hükümlerin iptalleri için
Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir
mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve
mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması, iptali talep edilen kuralın da
o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural, bakılmakta olan davanın
değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı
sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte olan
kurallardır.
10. Davacı, ek
tazminatının (40.000) gösterge rakamı üzerinden hesaplanması gerektiğini ileri
sürerek dava açmıştır. Dolayısıyla Mahkemede görülen davadaki uyuşmazlığın
özünü, birinci sınıf hâkimler için öngörülen mali haklardan yararlanan davacıya
(40.000) gösterge rakamı üzerinden ek tazminat ödenmemesinin Anayasa’ya
aykırılığı iddiası oluşturmaktadır.
11. Mahkeme birinci sınıf hâkim ve
savcılar ile (40.000) gösterge rakamı üzerinden ek tazminat ödendiği
belirtilen Yargıtay ve Danıştay üyelerinin hukuken aynı durumda olduklarını,
(40.000) gösterge rakamından sadece Yargıtay ve Danıştay üyelerinin
yararlandırılmasının eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürerek itiraz
yoluna başvurmuştur.
12. İtiraz başvurusuna konu olayda
Yargıtay ve Danıştay üyelerine (40.000) gösterge rakamı üzerinden, birinci
sınıf hâkim olan davacıya ise (15.000) gösterge rakamı üzerinden hesaplanan ek
tazminatın ödendiği, davacının kendisine de (40.000) gösterge rakamı üzerinden
ek tazminat ödenmesi gerektiği iddiasıyla dava açtığı açıktır. İtiraz eden
Mahkemece de birinci sınıf hâkimlerin hukuken aynı durumda oldukları Yargıtay
ve Danıştay üyeleri için öngörülen (40.000) gösterge rakamından
yararlandırılmamasının eşitliğe aykırılık oluşturduğu gerekçesine
dayanılmıştır. Mahkemece yapılan itiraz başvurusunda -itiraz başvurusuna konu davanın niteliği de dikkate
alındığında- 2802 sayılı Kanun’un 106.
maddesinin altıncı fıkrasının birinci cümlesinin bir bütün hâlinde uygulanacak
kural olduğu anlaşılmaktadır.
Basri BAĞCI bu görüşe katılmamıştır.
B. Genel Açıklama
13. İtiraz konusu kuralın gerekçesinde, düzenlemenin Yargıtay
Birinci Başkanı, Danıştay Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Danıştay
Başsavcısı, Yargıtay Birinci başkanvekilleri, Danıştay başkanvekilleri,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili, Yargıtay ve Danıştay daire başkanları ile
Yargıtay ve Danıştay üyelerinin birinci sınıf hâkim ve savcılar ile aynı olan
(15.000) ek tazminat oranının (25.000) puan artırılarak Anayasa Mahkemesi
Başkan ve üyeleri ile eşit duruma getirilmek amacıyla yapıldığı belirtilmiştir.
14. Anayasa’nın 146. maddesinde, Anayasa Mahkemesinin on beş
üyeden kurulacağı, farklı kaynaklardan gelen diğer üyelerle birlikte, üç
üyesinin Yargıtay Genel Kurulunun kendi başkan ve üyeleri arasından her boş yer
için göstereceği üç aday içinden Cumhurbaşkanı tarafından, iki üyesinin
Danıştay Genel Kurulunun kendi başkan ve üyeleri arasından her boş yer için
göstereceği üç aday içinden yine Cumhurbaşkanı tarafından seçileceği, Yargıtay
ve Danıştay genel kurullarından Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek için
yapılacak seçimlerde her boş üyelik için en fazla oy alan üç kişinin aday
gösterilmiş sayılacağı, 147. maddesinde de Anayasa Mahkemesi üyelerinin on iki
yıl için seçilecekleri, altmış beş yaşını doldurunca emekliye ayrılacakları,
bir kimsenin iki defa Anayasa Mahkemesi üyesi seçilemeyeceği hükme
bağlanmıştır.
15. Anayasa’nın Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerini
düzenleyen 148. maddesinde ise “Anayasa Mahkemesi, kanunların,
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün
Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler ve bireysel
başvuruları karara bağlar. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından
inceler ve denetler. … / (Ek fıkra: 7/5/2010-5982/18 md.) Herkes, Anayasada
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği
iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan
kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır. … / Anayasa Mahkemesi
Cumhurbaşkanını, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını, Cumhurbaşkanı
yardımcılarını, bakanları, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay Başkan ve
üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hâkimler ve Savcılar
Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı
Yüce Divan sıfatıyla yargılar. / (Ek fıkra: 7/5/2010-5982/18 md.) Genelkurmay
Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları da görevleriyle ilgili
suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar. … / Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile
verilen diğer görevleri de yerine getirir.” kurallarına yer verilmiştir.
16. Anayasa’nın “Yargıtay” başlıklı 154. maddesinde;
Yargıtayın adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı
merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olduğu, kanunla
gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakacağı,
Yargıtay üyelerinin, birinci sınıfa ayrılmış adli yargı hâkim ve Cumhuriyet
savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından Hâkimler ve Savcılar Kurulunca
üye tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla seçileceği, Yargıtayın
kuruluşunun, işleyişinin, Başkan, başkanvekilleri, daire başkanları ile
üyelerinin ve Cumhuriyet Başsavcısı ile Cumhuriyet Başsavcıvekilinin nitelikleri
ve seçim usullerinin mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına
göre kanunla düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
17. Anayasa’nın “Danıştay” başlıklı 155. maddesinde,
Danıştayın idari mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idari yargı merciine
bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olduğu, kanunla gösterilen
belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakacağı, Danıştayın
davaları görmenin yanında kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmeleri hakkında iki ay içinde düşüncesini bildirmek, idari uyuşmazlıkları
çözmek ve kanunla gösterilen diğer işleri yapmakla görevli olduğu belirtilmiştir.
Aynı maddede, Danıştay üyelerinin dörtte üçünün, birinci sınıf idari yargı
hâkim ve savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından Hâkimler ve Savcılar
Kurulu, dörtte birinin ise nitelikleri kanunda belirtilen görevliler arasından
Cumhurbaşkanı tarafından seçileceği, Danıştayın kuruluşunun, işleyişinin,
Başkan, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ile üyelerinin nitelikleri
ve seçim usullerinin, idari yargının özelliği ile mahkemelerin bağımsızlığı ve
hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceği hükme bağlanmıştır.
18. Anayasa’nın 139. maddesinde de “hâkimlik ve
savcılık teminatı” düzenlenmiştir. Anılan madde doğrultusunda yürürlüğe
konulan 2802 sayılı Kanun’da adli ve idari yargı hâkim ve savcılarının
nitelikleri, atanmaları, hak ve ödevleri, aylık ve ödenekleri, meslekte
ilerlemeleri, görevlerinin ve görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak
değiştirilmesi, haklarında disiplin kovuşturması açılması ve disiplin cezası
verilmesi, görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında işledikleri veya
kişisel suçlarından dolayı soruşturma yapılması ve yargılanmalarına karar
verilmesi, meslekten çıkarılmayı gerektiren suçluluk veya yetersizlik hâlleri,
meslek içi eğitimleri ve diğer özlük işleri düzenlenmiştir.
19. 2802 sayılı Kanun’un
1. ve 2. maddelerinde Yargıtay ve Danıştay üyelerinin de aylık ve ödenekleri
ile diğer mali, sosyal hak ve yardımları bakımından bu Kanun hükümlerine tabi
oldukları belirtilmiştir.
20. Anılan Kanun’un 15. maddesine göre hâkimlik ve savcılık mesleği; “üçüncü sınıf”,
“ikinci sınıf”, “birinci sınıfa ayrılmış” ve “birinci
sınıf” olmak üzere dört sınıftan oluşmaktadır. Aynı maddeye göre birinci
sınıfa ayrıldığı tarihten itibaren üç yıl süre ile başarılı görev yapmış ve
birinci sınıfa ayrılma niteliklerini yitirmemiş hâkim ve savcılar birinci sınıf
olurlar. Birinci sınıfa ayrılma koşulları ile birinci sınıf hâkim ve savcıların
çalışmalarının değerlendirilmesi de Kanun’un 32. ve 33. maddelerinde
düzenlenmiştir.
C. Anlam ve Kapsam
21. 2802 sayılı Kanun’un 106. maddesine 6572 sayılı
Kanun’un 29. maddesiyle eklenen altıncı fıkranın itiraz konusu kural ile
yapılan değişiklikten önceki hâlinde Yargıtay Birinci Başkanı, Danıştay Başkanı,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Danıştay Başsavcısı, Yargıtay Birinci
başkanvekilleri, Danıştay başkanvekilleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili,
Yargıtay ve Danıştay daire başkanları, Adalet Bakanlığı Müsteşarı, Yargıtay ve
Danıştay üyeleri, birinci sınıf hâkim ve savcılar, birinci sınıfa ayrılmış
hâkim ve savcılar ile diğer hâkim ve savcılara (15.000) gösterge rakamının
memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarda aylık
ek tazminat ödeneceği düzenlenmiştir.
22. Kanun’un 106. maddesinin altıncı fıkrasının 30/3/2023
tarihli ve 7447 sayılı İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatani Hizmet
Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 3. maddesiyle
değiştirilen itiraz konusu birinci cümlesinde ise Yargıtay ve Danıştay meslek
mensuplarının ek tazminatının hesabında esas alınan gösterge rakamları yönünden
farklılaşma öngörülmektedir. Buna göre Yargıtay Birinci Başkanı, Danıştay Başkanı,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Danıştay Başsavcısı, Yargıtay Birinci
başkanvekilleri, Danıştay başkanvekilleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili,
Yargıtay ve Danıştay daire başkanları, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin ek
tazminatı (40.000) gösterge rakamına göre hesaplanacaktır. Anılan cümlede
sayılan birinci sınıf hâkim ve savcılar, birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve
savcılar ile diğer hâkim ve savcılara ödenecek ek tazminatlar ise önceden
olduğu gibi (15.000) gösterge rakamı esas alınarak belirlenecektir.
Ç. İtirazın Gerekçesi
23. Başvuru kararında özetle; yapılan
değişiklik öncesi Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile aynı mali haklara sahip olan
kişilerin bu yönden kazanılmış haklarının olduğu, Yargıtay ve Danıştay üyeliği seçiminde
Hâkimler ve Savcılar Kurulunun geniş bir takdir yetkisi olduğu, dolayısıyla
nitelikleri uygun olduğu hâlde bu yerlere seçilemeyen kişilere herhangi bir kusur
atfedilemeyeceği, üyeliğe seçilme yeterliliği olan kişilerin kapsam dışı
bırakılmasının herhangi bir objektif nedene dayanmadığı, ölçülülük ilkesi
dikkate alınmaksızın yapılan söz konusu değişikliğin çalışma barışı ile yargı
düzeni içerisinde yer alan kurumların uyumlu ve verimli çalışmasını bozabilecek
nitelikte olduğu, ayrıca bu durumun yargının bağımsızlığını zedeleyebileceği
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 9.,
10., 49. ve 138. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
D.
Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
24. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural,
ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesi yönünden de incelenmiştir.
25. Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye
Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Maddede belirtilen
hukuk devleti; eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak
ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup
bunu geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum
ve tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı
denetimine açık olan devlettir.
26. Anayasa’nın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk,
renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir./ Kadınlar ve erkekler
eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla
yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak
yorumlanamaz./ Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul
ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine
aykırı sayılmaz./ Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz
tanınamaz./ Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde
eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmek
suretiyle kanun önünde eşitlik ilkesine yer verilmiştir.
27. Anayasa’nın 35. maddesinde “Herkes, mülkiyet ve
miras haklarına sahiptir./ Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir./ Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
denilmektedir. Anayasa’nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı,
ekonomik değer ifade eden ve parasal karşılığı olan her türlü mal varlığını
kapsamaktadır.
28. Anayasa Mahkemesi norm denetimi ve bireysel başvuru
kapsamında verdiği kararlarında da kişilere ödenmesi öngörülen ücret, maaş,
yaşlılık aylığı, emeklilik ikramiyesi ve kıdem tazminatı gibi ödemeleri
mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirmektedir (bazı farklılıklarla beraber
yaşlılık aylığıyla ilgili norm denetiminde verilen karar için bkz. AYM,
E.2019/50, K. 2019/96, 25/12/2019, § 13; bireysel başvuruya konu kararlar için
bkz. Ayten Yeğenoğlu, B. No: 2015/1685, 23/5/2018, § 32; Naci
Altınbulduk, B. No: 2017/38608, 11/12/2019, § 19; Muzaffer Peker, B.
No: 2016/7192, 7/11/2019, § 30).
29. Ücret, aylık ve benzeri mali imkânların mülkiyet
hakkı kapsamında incelenebilmesi için bunların kanunla tanınmış olması gerekir.
Söz konusu mali imkânların tanınması gerektiğine ilişkin iddialar kural olarak
mülkiyet hakkı kapsamında incelenemez. Bunun tek istisnası, belirtilen mali
imkânların bazı kişilere tanınmamasının eşitlik ilkesi kapsamında incelenebilmesi
şartlarının oluşmasıdır. Söz konusu şartların varlığı ise eşitlik ilkesine
aykırılığı ileri sürülen neden olmasaydı kapsam dışı bırakılan kişilerin de söz
konusu haktan yararlanma imkânlarının bulunup bulunmadığıyla belirlenebilecektir.
Bu gibi durumlarda kuralın mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesi
kapsamında incelenmesi mümkündür. Bu bağlamda mülkiyet hakkının ihlal edilip
edilmediği değerlendirilirken mülkün varlığının emsal durumda olan kişiye göre
belirlenmesi gerekir (benzer yöndeki AYM kararları için bkz. Ayşe Tezel ve
diğerleri [GK], B. No: 2018/14186, 20/10/2022, § § 64-75; Mehmet Fatih
Bulucu [GK], B. No: 2019/26274, 27/10/2022, § § 44-55; Nuriye Arpa,
B. No: 2018/18505, 16/6/2021, § § 41-51; benzer yönde AİHM kararları için bkz. Fabris/Fransa
[BD], B. No: 16574/08, 7/2/2013, § 52; Molla Sali/Yunanistan [BD], B.
No: 20452/14, 19/12/2018, § 127).
30. Kural
kapsamında, Yargıtay ve Danıştay üyeleri için yeniden belirlenen ek tazminat
gösterge rakamından yararlandırılmayan birinci sınıf hâkim ve savcılar yönünden
söz konusu ek tazminat gösterge rakamı, ekonomik bir menfaate karşılık gelmekte
olup Anayasa'nın anılan maddesi kapsamında incelenmesi gereken bir husustur.
31. İtiraz konusu kuralla ek tazminatın hesabında gösterge
rakamları yönünden meydana getirilen farklılaşma, temelde Yargıtay ve Danıştay
üyeleri ile birinci sınıf hâkim ve savcılar arasındaki ayrıma dayanmaktadır. Bu
durumda öncelikle parasal haklar bakımından Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile
hâkimlik ve savcılık mesleğinde en yüksek kıdemi ifade eden birinci sınıf hâkim
ve savcıların benzer durumda olup olmadıklarının değerlendirilmesi gerekir.
32. Anayasa’nın “Mahkemelerin bağımsızlığı”
başlıklı 138. maddesinde “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya,
kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler. /
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında
mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye
ve telkinde bulunamaz. / Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde
yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya
herhangi bir beyanda bulunulamaz. / Yasama ve yürütme organları ile idare,
mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını
hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
denilmek suretiyle bağımsızlığın kapsamı belirlenmiştir. Anayasa’nın 139.
maddesinde de “Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe
Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya
kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük
haklarından yoksun kılınamaz. / Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan
dolayı hüküm giymiş olanlar, görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceği
kesin olarak anlaşılanlar veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar
verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklıdır.” denilerek mahkemelerin
bağımsızlığı ilkesinin bir uzantısı olan hâkimlik ve savcılık teminatı güvence
altına alınmıştır.
33. Anayasa’nın hâkimlik ve savcılık mesleğinin
düzenlendiği 140. maddesinde ise hâkimlerin, mahkemelerin bağımsızlığı ve
hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifa edecekleri belirtilmiş ve özlük
haklarının kanunla düzenleneceği hükme bağlanmıştır. Mahkemelerin bağımsızlığı
ve hâkimlik teminatı esaslarının belirtildiği diğer düzenlemeler olan
Anayasa’nın 154. ve 155. maddelerinde ise Yargıtay ve Danıştayla ilgili
hükümlere yer verilmiştir. Anayasa’nın anılan maddelerinde Yargıtayın ve
Danıştayın kuruluşu, işleyişi ve görev yapacak kişilerin niteliklerinin ve
seçim usullerinin mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına
göre kanunla düzenlenmesi gerektiği ifade edilmiştir.
34. Anayasa’nın söz konusu hükümleri birlikte
değerlendirildiğinde, Anayasa’nın 139. maddesinde öngörülen “hâkimlik
teminatı”nın Yargıtay ve Danıştay üyeleri yönünden de geçerli olduğu ve
Yargıtay ve Danıştay üyeleri için hâkimlik teminatından farklı nitelikte “yüksek
hâkimlik teminatı” öngörülmediği açıktır. Anayasa’nın Yargıtay ve Danıştayla
ilgili düzenlemelerin yer aldığı 154. ve 155. maddelerinin gerekçelerinde de aksi
yönde yorum yapılmasını mümkün kılan bir açıklama yer almamaktadır.
35. Nitekim Anayasa Mahkemesi 10/12/2020 tarihli ve E.2016/144,
K.2020/75 sayılı kararında (§§ 49, 267) benzer değerlendirmelerde bulunmuştur. Anılan
kararda, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin diğer hâkim ve savcılardan farklı
olarak “yüksek hâkimlik teminatı” ya da “Yargıtay üyeliği/Danıştay
üyeliği teminatı” güvencesine sahip oldukları yönündeki görüşlerin aksine,
hâkimlik teminatının Yargıtay ve Danıştay üyeleri yönünden de geçerli olduğu
kabul edilmiş, Yargıtay ve Danıştay üyelerine yönelik düzenlemeler “hâkimlik
teminatı” kapsamında incelenmiş ve şu ifadelere yer verilmiştir: “Anayasa’nın 140. maddesinde hâkimler ve savcıların
adli ve idari yargı hâkim ve savcıları olarak görev yapacakları
öngörülmektedir. İdari yargı bünyesinde hâkim veya savcı olarak görev yapmakta
iken Danıştay üyesi seçilen kişilerin on iki yıllık Danıştay üyeliği görevi
sonrasında, idari yargı bünyesinde hâkim ve savcı olarak görevlerine devam
etmelerini sağlayan dava konusu kuralda hâkimlik teminatına aykırılık
bulunmamaktadır…” (aynı kararda
bkz. § 49; Yargıtay üyeleri yönünden bkz. § 267).
36. Söz konusu karardan da anlaşılacağı üzere Yargıtay ve
Danıştay üyeleri ile birinci sınıf hâkim ve savcılar arasındaki farklılığın
hâlihazırda yürütülen göreve ilişkin olduğu ve yürürlükteki mevzuatta da HSK
tarafından on iki yıllığına Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilenlerin bu
sürenin dolmasından sonra görevlerine hâkim veya savcı olarak devam edebilmelerinin
öngörüldüğü açıktır.
37. Bu açıklamalar çerçevesinde itiraz konusu kuralın
kapsamı gözetildiğinde, Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile birinci sınıf hâkim ve
savcıların benzer durumda olup olmadıklarının değerlendirilmesinde özellikle
mali haklara ilişkin mevzuatta yapılan değişiklikler dikkate alınarak kanun
koyucunun yaklaşımının da incelenmesi gerekmektedir.
38. 26/2/1983 tarihli ve 17971 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren 2802 sayılı Kanun’un ilk hâlinin 15. maddesinde
hâkimlik ve savcılık mesleğinin “üçüncü sınıf”, “ikinci sınıf”,
“birinci sınıfa ayrılmış” ve “birinci sınıf” olmak üzere dört
sınıfa ayrıldığı, 16. ve 17. maddelerinde ise adli ve idari yargı hâkim ve
savcılarının sınıf, derece ve görev unvanlarının Kanun’a ekli (1) ve (2) sayılı
cetvellerde gösterildiği ifade edilmiş; söz konusu cetvellerde de birinci sınıf
hâkim ve savcıların Yargıtay ve Danıştay başkanı, başkanvekilleri,
başsavcıları, daire başkanları, üyeleri ve Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı,
Müsteşar Yardımcılığı, Teftiş Kurulu Başkanlığı ve genel müdürlük kadrolarında
görev yapanlar oldukları belirtilmiştir. Bir başka deyişle Kanun’un ilk hâlinde
yer verilen düzenlemelere göre hâkim ve savcıların birinci sınıf olabilmesi söz
konusu kadrolarda görev yapması şartına bağlanmak suretiyle birinci sınıf
hâkimliğin belli kadrolara özgülendiği anlaşılmaktadır.
39. 25/6/1992 tarihli ve 3825 sayılı “2802 Sayılı
Hâkimler ve Savcılar Kanunu, 2992 Sayılı Adalet Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında
Kanun, 2461 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu ile 190 ve 270
Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un
2. maddesi ile 2802 sayılı Kanun’un 15. maddesine eklenen fıkranın yürürlüğe
girmesiyle birlikte bu duruma son verilmiş ve “Birinci sınıfa ayrılmış, bu
sınıfa ayrıldığı tarihten itibaren de meslekte 6 yılını doldurmuş, Yargıtay ve
Danıştay üyeliklerine seçilme hakkını da yitirmemiş olan Hâkim ve Savcılar
birinci sınıf olurlar.” hükmü getirilmiştir. Söz konusu Kanun’un genel
gerekçesinde “Bilindiği gibi birinci sınıf hâkimler, Yargıtay ve Danıştay
Üyeleri ile Bakanlık Merkez Teşkilatında görevli Müsteşar, Müsteşar
Yardımcıları, Teftiş Kurulu Başkanı, Genel Müdürler ile Araştırma, Planlama ve
Koordinasyon Kurulu Başkanıdır. Anılan unvan ve sıfatta bulunanların kadroları
sınırlı ve muayyen olduğu için, birinci sınıfa ayrılmış olup da Yargıtay ve
Danıştay'a üye olma hakkını kaybetmemiş hâkim ve savcılar arasından üstün
liyakat göstermiş olanların, birinci sınıf olan bu görevlere gelmeleri ve bu
sınıfa dahil edilmeleri mümkün olamamaktadır. 1984 yılına gelinceye kadar bu
iki sınıf arasında yapay biçimde ortaya çıkmış bir unvan farkı bulunmakla
beraber, hiç değilse maaş farkı bulunmuyordu. Ancak, 1984 yılından itibaren bu
iki sınıf arasında giderek artan ve takribi son katsayı artışları ile birlikte
iki milyon liraya yaklaşan bir maaş farkı meydana gelmiş ve bu durum meslekte
huzursuzluğa ve yakınmalara sebebiyet vermiştir. ‘Birinci sınıfa ayrılmış’ ve
‘birinci sınıf’ hâkimlik şeklindeki bir ayırım, ortaya yapay bir durumun
çıkmasına neden olmuştur. Birinci sınıfa ayrılmış bir hâkime, birinci sınıf
saymamanın geçerli, tutarlı bir mantığı ve nedeni de bulunmamaktadır.” ifadelerine
yer verilmiştir.
40. 2802 sayılı Kanun’un 22/12/2005 tarihli ve 5435
sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun ile değiştirilen ve yürürlükte olan 15. maddesinde de yine aynı
yaklaşım muhafaza edilmiş ve birinci sınıfa ayrıldıkları tarihten itibaren üç
yıl süre ile başarılı olarak görev yapmış ve birinci sınıfa ayrılma
niteliklerini yitirmemiş tüm hâkim ve savcıların birinci sınıf olacağı
düzenlenmiştir.
41. 2802 sayılı Kanun’un 103. maddesine 3825 sayılı
Kanun’la eklenen ve “Birinci sınıf hâkimler, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin
istifade ettikleri her türlü mali hak ve ödemelerden aynen yararlanırlar.” hükmünü
içeren fıkraya ilişkin (3798 sayılı Kanun’un yasalaşma sürecinde
düzenlenen) Adalet Komisyonu raporunda düzenlemenin amacı “Yargıtay ve
Danıştay Üyeliğine hâkimliğin birinci sınıfına ayrıldıktan üç yıl sonra
seçilebilme olanağı bulunmaktadır. Bu durumda genç yaşta Yargıtaya veya
Danıştaya üye seçilenlerle yıllarını bu mesleğe vakfetmiş çok daha kıdemli
olup, İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük illerimizde başsavcılık, ağır ceza
mahkemesi, ticaret mahkemesi, Devlet Güvenlik Mahkemesi başkanlıkları yapan ve
diğer mahkemelerde görev ifa eden ve her nasılsa bu görevlere seçilememiş
hâkimlerle, Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasında ehemmiyetli miktarda maaş
farkı meydana gelmektedir. Bu durum meslekte huzursuzluk ve kırgınlığa sebebiyet
verdiğinden, bu iki sınıf arasında malî hak ve ödemeler yönünden eşitlik
sağlamak amacıyla tasarıya 2802 sayılı Kanun’un 103 üncü maddesine (c) fıkrası
ekleyen 5 inci madde ilave edilmiştir.” şeklinde ifade edilmiştir. Plan ve
Bütçe Komisyonu raporunda da benzer şekilde, düzenleme ile meslekte ortaya
çıkan huzursuzlukların giderilmesinin amaçlandığı belirtilmiştir.
42. 7447 sayılı Kanun’la yapılan değişiklik öncesinde
2802 sayılı Kanun’a ekli (I) sayılı ek gösterge cetvelinde ve 2/2/1987 tarihli
ve 19360 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 270 sayılı Yüksek Hâkimlik Tazminatı
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 1. maddesinde düzenlenen yüksek hâkimlik
tazminatı gösterge rakamlarının yer aldığı cetvelde birinci sınıf hâkim ve
savcılar ile Yargıtay ve Danıştay üyelerine uygulanan oranların aynı olduğu da
belirtilmelidir. Bunun yanı sıra birinci sınıf hâkim ve savcıların almakta
oldukları aylık oranlarının Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine seçilebilme
yeterliliklerini kaybetmedikleri sürece her üç yılda bir 2 puan ilave edilmesi
suretiyle arttırılması, dolayısıyla Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile aynı
oranda aylık ödeme almaları, 2802 sayılı Kanun’un 103. maddesinin ikinci
fıkrasında öngörülmekte ve söz konusu kural yürürlükte bulunmaktadır.
43. Görüldüğü üzere Yargıtay ve Danıştay üyeliği
kadrolarında görev yapanların mali hakları yönünden getirilen farklılıkların
neden olduğu olumsuz sonuçlar ve söz konusu üyelik kadrolarının sınırlı ve
muayyen olması kanun koyucu tarafından dikkate alınarak birinci sınıf hâkim
ve savcılık için belli kadrolarda görev yapma anlayışından vazgeçilmesine sebep
olmuştur. Diğer bir ifade ile kanun koyucu nazarında mali haklar yönünden
birinci sınıf hâkim ve savcılar ile Yargıtay ve Danıştay üyelerinin eşitlenmesi
amacı taşıyan düzenlemelerde iki grubun karşılaştırılabilir /kıyaslanabilir
niteliği kabul edilmiştir.
44. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde Yargıtay ve
Danıştay üyeleri ile birinci sınıf hâkim ve savcıların yürüttükleri görevler
farklı olmakla birlikte hâkimlerin özlük haklarının belirlenmesinde her zaman
için temel ölçütlerden biri olarak kabul edilmiş olan “birinci sınıf”
hâkim ve savcı kapsamının belirli ünvanlı kadrolarda bulunanlarla sınırlı kabul
edilmesi yaklaşımından -gelişen süreç içinde- vazgeçilerek birinci sınıfa
ayrıldıktan sonra belirli şartları taşıyan tüm hâkim ve savcıların birinci
sınıf olarak kabul edilmesi uygulamasına geçildiği ve Yargıtay ve Danıştay
üyelerinin bu görev süresinin dolmasının ardından birinci sınıf hâkim veya
savcı olarak durumlarına uygun kadrolarda çalışmaya devam edebilmelerinin
öngörüldüğü dikkate alındığında ek tazminat bağlamında Yargıtay ve Danıştay
üyeleri ile birinci sınıf hâkim ve savcıların karşılaştırılabilir olduğu
sonucuna ulaşılmıştır.
45. Mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesi
yönünden yapılacak anayasallık denetiminde öncelikle Anayasa’nın 10. maddesi
çerçevesinde aynı ya da benzer durumda bulunan kişilere farklı muamelenin
mevcut olup olmadığı tespit edilmeli, bu bağlamda aynı ya da benzer durumdaki kişiler
arasında mülkiyet hakkına getirilen sınırlama bakımından farklılık gözetilip
gözetilmediği belirlenmelidir. Bundan sonra farklı uygulamanın nesnel ve makul
bir temele dayanıp dayanmadığı ve nihayetinde ölçülü olup olmadığı incelenmelidir
(AYM, E.2021/129, K.2022/33, 24/3/2022, § 26; E.2018/8, K.2018/85, 11/7/2018, §
41; Reis Otomotiv Ticaret ve Sanayi A.Ş. [GK], B. No: 2015/6728,
1/2/2018, § 77; Tevfik İlker Akçam, B. No: 2018/9074, 3/7/2019, § 41).
46. İtiraz konusu kuralla ek tazminat miktarlarında
dikkate alınacak gösterge rakamı, Yargıtay ve Danıştay üyeleri için (15.000)’den
(40.000)’e yükseltilirken bu artıştan birinci sınıf hâkim ve savcıların
yararlandırılmamasının farklı muamele teşkil ettiği açıktır.
47. Anayasa’nın 10. maddesinde belirtilen kanun önünde
eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile
eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. İlkenin amacı aynı durumda
bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak,
kişilere ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. İlkeyle, aynı
durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun
karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her
yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki
özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için farklı kuralları ve
uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal
durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez
(AYM, E.2021/129, K.2022/33, 24/3/2022, § 23).
48. Meşru bir amaca dayanmayan ya da seçilen araç ile
hedeflenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmayan farklı
muameleler Anayasa'nın anılan maddesine göre ayrımcı karakterli kabul edilir (Nuriye
Arpa, § 58). Dolayısıyla hukuksal durumları aynı veya benzer olanlara
yönelik farklı muamelenin objektif ve makul bir sebebe dayandığı, farklı
muamelenin öngörülen meşru amaç ile orantılı olduğu, diğer bir ifadeyle farklı
muameleye tabi tutulan kişiye aşırı ve olağanın ötesinde bir külfet
yüklenmediği hâllerde eşitlik ilkesi ihlal edilmeyecektir (Burcu Reis,
B. No: 2016/5824, 28/12/2021, § 50).
49. İtiraz konusu kuralın gerekçesinde Yargıtay Birinci
Başkanı, Danıştay Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Danıştay Başsavcısı,
Yargıtay Birinci başkanvekilleri, Danıştay başkanvekilleri, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcıvekili, Yargıtay ve Danıştay daire başkanları, Yargıtay ve Danıştay
üyelerinin ek tazminat oranının (25.000) puan artırılarak Anayasa Mahkemesi
Başkan ve üyeleri ile eşit duruma getirilmesinin amaçlandığı belirtilmiştir.
50. Bu bağlamda öncelikle itiraz konusu kuralın nesnel,
makul ve zorunlu bir nedene dayanıp dayanmadığının değerlendirilmesi,
değerlendirme yapılırken de kuralın gerekçesinin dikkate alınması
gerekmektedir.
51. Yer aldıkları yargı kolundaki ilk derece ve istinaf
mahkemelerinde görev yapan hâkimler ve savcılar ile Anayasa’da güvence altına
alınan “hâkimlik teminatı” bakımından farklılıkları bulunmayan Yargıtay
ve Danıştay üyelerinin özlük haklarına ilişkin düzenleme yapılırken yalnızca
görev ve yetkileri, yapısı ve niteliği Anayasa’da özel olarak düzenlenen ve
onlardan farklı durumda bulunan Anayasa Mahkemesi üyelerinin özlük hakları ile
eşit duruma getirilmesi amacıyla, birinci sınıf hâkim ve savcılardan belirgin
şekilde ayrışmaları sonucunu doğuracak bir düzenleme yapılmasının anayasal
açıdan nesnel, makul ve zorunlu bir nedene dayandığı söylenemez.
52. Bununla birlikte yasama yetkisinin genelliği ilkesi
uyarınca kanun koyucunun Anayasa’ya aykırı olmamak şartıyla yapacağı
düzenlemenin içeriğini belirleme konusunda takdir yetkisine sahip olduğu da
kuşkusuzdur. Dolayısıyla itiraz konusu kural kapsamında ek tazminat
miktarlarında düzenleme yapılması da kanun koyucunun takdir yetkisi içindedir.
Bu bağlamda kanun koyucu hâkim ve savcıların mali hakları ile ilgili
düzenlemeler yaparken önceki kanuni düzenlemelerde olduğu gibi aynı ek tazminat
rakamını öngörebileceği gibi anayasal görev ve yetkilerini gözetmek suretiyle Yargıtay
ve Danıştay üyeleri için diğer birinci sınıf hâkim ve savcılardan farklı bir
rakam da öngörebilir.
53. Ancak bu farklılığın, yukarıda belirtilen sebeplerle hukuk
devleti ilkesinin hayata geçirilmesinde büyük önem arz eden adli ve idari yargı
sistemi içinde görev yapan mahkemeler arasındaki uyumu bozmayacak ve yargı
hizmetinin bir bütün hâlinde nitelik ve nicelik olarak verimli bir şekilde
yerine getirilebilmesine engel olmayacak şekilde makul ve kabul edilebilir
ölçüde olması gerekir.
54. Bu itibarla, itiraz konusu kuralla Yargıtay ve
Danıştay üyeleri lehine getirilen ve fakat birinci sınıf hâkim ve savcıları
kapsam dışında tutan uygulamanın ölçülü olup olmadığının incelenmesi
gerekmektedir. Zira kanun
koyucu, takdir yetkisi kapsamındaki düzenlemeleri yaparken hukuk devleti
ilkesinin de bir gereği olan ölçülülük ilkesiyle bağlıdır. Söz konusu ilke,
kuralda öngörülen düzenleme ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir
dengenin bulunmasını gerektirmektedir (AYM, E.2020/95, K.2022/3, 26/01/2022, §
17; AYM, E.2019/88, K.2022/159, 13/12/2022, § 28). Orantılılık, elverişlilik ve gereklilikle birlikte üç alt ilkeden oluşan ölçülülük
ilkesinin bir alt ilkesidir. Bu ilke,
ulaşılmak istenen amaç ile seçilen araç arasında aşırı bir dengesizlik
bulunmamasına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık ilkesi gereği
amaç ile araç arasında adil bir denge kurulması gerekir. Hedeflenen amaca
ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında farklı muamelenin
kişiye yüklediği külfet aşırı ve orantısız olmamalıdır (Ayşe Tezel ve
diğerleri [GK], § 88).
55. İtiraz konusu kuralda ek tazminatın hesaplanmasında
Yargıtay ve Danıştay üyeleri için (40.000), diğer tüm hâkim ve savcılar için
ise (15.000) gösterge rakamı öngörülerek özellikle birinci sınıf hâkim ve
savcılar aleyhine önemli ölçüde gelir farkı meydana getirilmektedir. Bu durum,
adli ve idari yargı sisteminde yer alan mahkemeler arasında yargı hizmetinin yerine
getirilmesinde huzursuzluk ve kırgınlığa neden olacak, Yargıtay ve Danıştay
üyelerinin birinci sınıf hâkim ve savcılardan tamamen farklı bir statüde olması
sonucunu doğuracak niteliktedir. Bir başka deyişle, itiraz konusu kuralla
öngörülen ek tazminat farklılığı, Yargıtay ve Danıştay üyeliği kadrolarının
sınırlı ve belirli sayıda olduğu da dikkate alındığında, Anayasa’da güvence
altına alınan “hâkimlik teminatı” bakımından farklılıkları bulunmayan birinci
sınıf hâkim ve savcılar ile Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasında çalışma
barışını bozacak düzeyde olup söz konusu farklılığın makul ve orantılı olduğu
söylenemez.
56. Öte yandan itiraz konusu cümlede yer alan diğer hâkim
ve savcıların ek tazminat miktarlarının belirlenmesinde de yukarıda açıklanan
hususlar doğrultusunda değerlendirme yapılması Anayasa’nın anılan maddelerinin
bir gereğidir.
57. Bu itibarla kuralın hukuk devleti ilkesi ile mülkiyet
hakkı bağlamında eşitlik ilkesine aykırılık oluşturduğu sonucuna ulaşılmıştır.
58. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2., 10. ve 35.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Yusuf Şevki HAKYEMEZ
ve İrfan FİDAN bu görüşe katılmamışlardır.
Basri BAĞCI iptal görüşüne farklı gerekçeyle katılmıştır.
Kural, Anayasa’nın 2., 10. ve 35. maddelerine aykırı
görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 9., 49. ve 138. maddeleri
yönünden incelenmemiştir.
IV. İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
59. Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında “Kanun,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da
bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte
yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe
gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede
yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.” denilmekte, 6216 sayılı
Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanarak
Mahkemenin gerekli gördüğü hâllerde Resmî Gazete’de yayımlandığı günden
başlayarak iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi bir yılı geçmemek üzere
ayrıca kararlaştırabileceği belirtilmektedir.
60. 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 5536
sayılı Kanun’un 3. maddesiyle başlığı ile birlikte değiştirilen 106. maddesine
6572 sayılı Kanun’un 29. maddesiyle eklenen altıncı fıkranın 7447 sayılı
Kanun’un 3. maddesiyle değiştirilen birinci cümlesinin iptal edilmesi nedeniyle
doğacak hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edecek nitelikte görüldüğünden
Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Kanun’un 66.
maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince iptal hükmünün kararın Resmî
Gazete’de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun
görülmüştür.
V. HÜKÜM
24/2/1983 tarihli ve
2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 29/6/2006 tarihli ve 5536 sayılı
Kanun’un 3. maddesiyle başlığı ile birlikte değiştirilen 106. maddesine
2/12/2014 tarihli ve 6572 sayılı Kanun’un 29. maddesiyle eklenen altıncı
fıkranın 30/3/2023 tarihli ve 7447 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle değiştirilen
birinci cümlesinin;
A. Olayda
uygulanacak kural olduğuna Basri BAĞCI’nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve İPTALİNE, Zühtü ARSLAN, Hasan
Tahsin GÖKCAN, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ile İrfan FİDAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, iptal hükmünün Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü
fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince KARARIN
RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
11/10/2023 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Başkanvekili
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
Basri BAĞCI
|
Üye
İrfan FİDAN
|
Üye
Kenan YAŞAR
|
Üye
Muhterem İNCE
|
|
|
|
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. 2802 sayılı
Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 106. maddesinin altıncı fıkrasının 7447 sayılı
Kanun’un 3. maddesiyle değiştirilen birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve iptaline karar verilmiştir.
2. İtiraz konusu
kural, Yargıtay ve Danıştay başkanları ve üyelerine (40.000); birinci sınıf
hâkim ve savcılara ise (15.000) gösterge rakamının memur aylıklarına uygulanan
katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarda aylık ek tazminatın ödenmesini
öngörmektedir.
3. Kuralın anayasallık
denetiminin Anayasa’nın 35. maddesiyle bağlantılı olarak 10. maddesi kapsamında
yapılması; bunun için de öncelikle karşılaştırmaya müsait şekilde aynı veya
benzer hukukî konumda olan kişilerin bulunup bulunmadığının tespit edilmesi
gerekmektedir. Karşılaştırmaya müsait kişilere yönelik farklı muamele nesnel ve
makul bir sebebe dayanmıyorsa veya ölçüsüz ise Anayasa’nın 10. maddesinde
korunan eşitlik ilkesini ihlal edecektir.
4. Bununla birlikte
kanun önünde eşitlik ilkesi herkesin her durumda aynı kurallara bağlı olmasını
gerektirmemektedir. Anayasa Mahkemesi kararlarında vurgulandığı üzere,
konumlarının farklılığı “kimi kişiler ya da topluluklar için farklı
kuralları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar
farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez”
(AYM, E. 2021/129, K. 2022/33, 24/3/2022, § 23).
5. Dava konusu kuralın
gerekçesi, yüksek mahkeme başkan ve üyelerinin ek tazminat oranının (25.000)
puan artırılarak oranın Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyeleri ile eşit
duruma getirilmesi olarak ifade edilmiştir. Bu gerekçenin yüksek
mahkeme üyeleriyle Anayasa Mahkemesi üyelerinin aynı hukukî durumda
olduğu varsayımına dayandığı anlaşılmaktadır.
6. Mahkememiz
çoğunluğuna göre, “Anayasa Mahkemesi üyeleriyle eşitleme” gerekçesiyle
yüksek mahkeme üyelerinin mali hakları konusunda birinci sınıf hâkim ve
savcılardan belirgin şekilde ayrışmaları sonucunu doğuran farklı muamelenin “anayasal
açıdan nesnel, makul ve zorunlu bir nedene dayandığı söylenemez” (§ 51). Çoğunluğun
bu görüşünün Anayasa Mahkemesi ile diğer yüksek mahkemelerin aynı hukukî
durumda olmadıkları argümanına dayandığı görülmektedir. Bu argümana katılmakla
birlikte, benzer şekilde yüksek mahkeme üyeleriyle birinci sınıf hâkim ve
savcıların da aynı hukuki konumda olmadığı kanaatindeyim.
7. Öncelikle
belirtmek gerekir ki, anayasa mahkemeleri ile diğer yüksek mahkemeler arasında
anayasa yargısının niteliğinden kaynaklanan farklılıklar bulunmaktadır. Anayasa
mahkemeleri, anayasa hukuku alanındaki uyuşmazlıkları karara bağlayan yargı
mercileri olmanın ötesinde, yasama ve yürütmenin kural ihdas etme sürecine
katılan anayasal organlardır. Nitekim anayasa mahkemelerinin fikir babası olan
Hans Kelsen, bir kanunun iptaline karar vermenin onun ihdası gibi bir yasama
işlevi olduğunu, dolayısıyla bu yetkiyle donatılmış bir “mahkeme”nin
aynı zamanda yasama işlevi göreceğini belirtmiştir (bkz. H. Kelsen, “On the Nature and Development of
Constitutional Adjudiciation”, L. Vinx, The Guardian of the Constitution:
Hans Kelsen and Carl Schmitt on the Limits of Constitutional Law,
Cambridge: Cambridge University Press, 2015, içinde, ss. 46-47).
8. Bu
bağlamda Anayasamız, yüksek mahkemeler dahil tüm mahkemeleri normları
uygulamak suretiyle önlerindeki uyuşmazlıkları çözmekle görevli kurumlar
olarak görürken, Anayasa Mahkemesini anayasal uyuşmazlıkları karara bağlayan
bir mahkeme olmanın yanında normların inşası sürecine katılan ve
Anayasa ile bağdaşmayan kuralların norm olarak devam etmesine izin vermeyen bir
anayasal organ olarak düzenlemiştir. Esasen bu çift boyutlu nitelik Türk
Anayasa Mahkemesine özgü olmayıp, anayasa yargısına sahip tüm anayasal
demokrasiler için geçerlidir. Sözgelimi Alman Anayasa Mahkemesi anayasal görev
ve yetkilerinden hareketle kendisini “hem bir mahkeme hem de bir anayasal
organ” olarak nitelendirmektedir (bkz. The Federal Constitutional Court, 2022
Annual Report: Basic Law-European-International, Karlsruhe, 2023, ss. 6-7).
9. Bununla
birlikte, Anayasa Mahkemesinin Anayasa ile öngörülen görev ve yetkileri ile
Anayasa’nın 153. maddesinde ifadesini bulan kararlarının mutlak bağlayıcılığı,
hiç kuşkusuz diğer devlet organları karşısında ona kurumsal olarak tanınan bir
“üstünlük” anlamına gelmemektedir. Nitekim Anayasa’nın Başlangıç
kısmında kuvvetler ayrımının “Devlet organları arasında üstünlük sıralaması
anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret
ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak
Anayasa ve kanunlarda bulunduğu” belirtilmektedir.
10. Bu
nedenle, yargı bağımsızlığı ile hâkimlik ve savcılık teminatı ilkelerinin
egemen olduğu yargı alanında yargı mercilerinin ifa ettikleri görev ve
yetkilerin farklı olması, bunlar arasında bir astlık üstlük
ilişkisinin olduğu anlamına gelmez. Bu anlamda Anayasa, mahkemelerin görev ve
yetkilerini belirlerken “alt-üst” değil “derece mahkemesi”
kavramını kullanmaktadır. Tam da bu nedenle Yargıtay ve Danıştayı düzenleyen
Anayasa’nın 154. ve 155. maddeleri, bu mahkemelerin adlî ve idarî mahkemelerce
verilen ve kanunun başka mercilere bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme
mercileri olduğunu, kanunla gösterilen belli davalara da “ilk ve son derece
mahkemesi olarak” bakacaklarını belirtmiştir. Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi de Yüce Divan sıfatıyla, Anayasa’nın
148. maddesinin beşinci ve altıncı fıkralarında belirtilen kişilerin
görevleriyle ilgili olarak yargılandıkları davalara ilk ve son derece
mahkemesi olarak bakmaktadır.
11. Bu açıklamalar
ışığında itiraz konusu kurala bakıldığında, kuralın diğer yüksek mahkemelerle
Anayasa Mahkemesinin aynı hukukî durumda olduğunu kabul eden gerekçesinin
isabetli olmadığı görülse de kanun koyucunun isabetli olmayan bir “gerekçe”
ile kural ihdas etmesi, kuralı otomatik olarak ve tek başına Anayasa’ya aykırı
hâle getirmez. Zira en genel anlamda kamu hizmeti gören kişilerin aylıklarının
belirlenmesinde kanun koyucunun anayasal ilkelere aykırı olmamak kaydıyla geniş
bir takdir yetkisi bulunmaktadır.
12. Diğer
taraftan, iptali istenen kuralla yüksek mahkemelerin başkan ve üyeleriyle bu
yüksek mahkemelere seçilme yeterliğine sahip birinci sınıf hâkim ve savcılar
arasında bir fark oluşturulmuştur. Çoğunluk yüksek mahkemelerin başkan ve
üyeleriyle birinci sınıf hâkim ve savcıların eşitlik karşılaştırmasına müsait
şekilde “benzer” olduklarını ve ortaya çıkan farkın ölçülü
olmadığını belirterek kuralın hukuk devleti ilkesi ile mülkiyet hakkı
bağlamında eşitlik ilkesine aykırı olduğuna karar vermiştir (bkz. §§ 53-58).
13. Anayasa
Mahkemesi ile diğer yüksek mahkemeler arasındaki görev ve yetki farklılığı, bu
mahkemeler ile derece mahkemeleri arasında da geçerlidir. Başka bir ifadeyle,
yüksek mahkeme üyeleri ile birinci sınıf hâkim ve savcılar aynı hukukî konumda
değildir.
14. Çoğunluğun
aksi yöndeki yaklaşımının Anayasa Mahkemesinin 2016/144
esas sayılı kararıyla uyumlu olduğu söylenebilir. Bu kararda Mahkememiz
çoğunluğu, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin
görevlerine son vererek yeniden atanmayanların derece mahkemelerinde
görevlendirilmelerini öngören yasal hükümlerin başta “hâkimlik teminatı”
olmak üzere anayasal kural ve ilkelere aykırı olmadığına karar vermiştir (AYM,
E.2016/144, K.2020/75, 10/12/2020).
15. Bu karara ilişkin
olarak yazdığımız karşıoy gerekçesinde; Yargıtay ve Danıştay üyelerinin derece
mahkemelerinde görev yapan hâkim ve savcıların sahip olduklarından çok daha
güçlü bir güvenceye sahip olmaları gerektiği, zira bu kurumların Anayasa’da
özel olarak düzenlendikleri, bunların Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Seçim Kurulu
gibi birçok anayasal kurumun oluşumu ve işleyişi bakımından belirleyici rol
oynayan yüksek mahkemeler olduğu, bu itibarla yüksek yargı üyelerine dair yasal
düzenlemelerin, diğer hâkim ve savcılardan farklı olarak, bunların bir
anlamda “yüksek hâkimlik teminatı” diyebileceğimiz bir güvenceye sahip
olduklarını dikkate alması gerektiği, teminatın “yüksek”liğinin bir
yandan söz konusu yargı mercilerinin diğer anayasal kurumlar üzerindeki
etkisinden, öte yandan da ifa edilen görevin niteliğinden kaynaklandığı ifade
edilmiştir (AYM, E.2016/144, K.2020/75, 10/12/2020, Karşıoy Gerekçesi, §§ 60-62).
16. Anılan
karşıoyumuzda, ayrıca, dava konusu kanunun yürürlüğe girdiği dönemde yüksek
mahkeme üyeleriyle derece mahkemelerinde görev yapan hâkimlerin özlük
haklarının büyük ölçüde aynı ya da benzer olmasının bunların ileride
farklılaşmayacağı anlamına gelmediği belirtilmiş; Yargıtay ve Danıştay
üyelerinin diğer hâkim ve savcılarla aynı hukukî durumda olmadıkları sonucuna
ulaşılmıştır (AYM, E.2016/144, K.2020/75, 10/12/2020, Karşıoy Gerekçesi, §§ 69-70).
17. İtiraza konu kural
yönünden de ulaşılan bu sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum
bulunmamaktadır. Yüksek mahkeme üyeleri ile birinci sınıf hâkim ve savcıların
hukukî durumları farklı olduğundan Anayasa’nın 10. maddesi bağlamında
aralarında eşitlik karşılaştırması yapılamaz. Bu nedenle kuralda eşitlik
ilkesine aykırılık söz konusu değildir. Aynı şekilde Yargıtay ve Danıştay
üyelerine ödenecek ek tazminat miktarında esas alınan gösterge rakamının
yükseltilmesine dair itiraz konusu kuralın hukuk devletinin unsurlarından olan ölçülülük
ilkesine aykırı olduğu da söylenemez.
18. Açıklanan
gerekçelerle, kuralın Anayasa’ya aykırı olmadığını düşündüğümden aksi yöndeki
çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Ankara 25. İdare mahkemesi tarafından itiraz yoluyla
iptal isteminin konusunu; 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar
Kanunu’nun 106. maddesinin altıncı fıkrasının (30/3/2023 tarihli ve 7447 sayılı
Kanun’un 3. maddesiyle değiştirilen) birinci cümlesinin Anayasa’nın 2., 9.,
10., 49. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülerek iptaline karar
verilmesi talebi” oluşturmaktadır.
2. Mahkememiz çoğunluğu ilk incelemede 2902 sayılı
Kanunun 106. maddesinin talebe konu anılan 6. fıkrasının ilk cümlesinin
uygulanacak kural olduğuna ve esasının incelenmesine karar vermiştir. İtiraz
yoluna başvuran mahkemenin önündeki davanın içeriğinden de hareketle, incelenen
altıncı fıkra hükmündeki ek cümleden önce davacının Yargıtay üyesi seçilme
yeterliğine sahip olduğu ve aynı ek tazminatı almakta olduğu, bununla birlikte
7447 sayılı Kanunun 3. maddesiyle yapılan değişiklik sonucunda Yargıtay üyeleri
ile davacının ek tazminata ilişkin hakları arasında farklılığa neden olmasının
kazanılmış haklara ve eşitlik ilkesine aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle
değişik altıncı fıkranın ilk cümlesinin tümüyle iptalini talep ettiği
anlaşılmaktadır. İlk derece mahkemesindeki davanın kapsamı, talep içeriği ve
mahkemenin iptal isteminin gerekçesi ile talep sonucu gözetildiğinde ilk
incelemede ulaşılan karar doğrultusunda esas incelemesinin yapılması gerektiği
yönündeki karara iştirak ettim.
3. İptal isteminin esasına ilişkin incelemede ise
Mahkememiz çoğunluğunun gerekçesine ve kararına katılmadığımdan iptal isteminin
reddi gerektiği yönünde oy kullandım. Bu konudaki değerlendirmelerimi ve
gerekçelerimi yansıtan sayın Yusuf Şevki Hakyemez’in karşıoy gerekçesindeki
görüşlerine iştirak ediyorum.
|
|
|
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Mahkememiz çoğunluğunun 24/2/1983 tarihli ve 2802
sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 29/6/2006 tarihli ve 5536 sayılı
Kanun’un 3. maddesiyle başlığı ile birlikte değiştirilen 106. maddesine
2/12/2014 tarihli ve 6572 sayılı Kanun’un 29. maddesiyle eklenen altıncı
fıkranın 30/3/2023 tarihli ve 7447 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle değiştirilen
birinci cümlesinin Anayasa’nın 2., 10. ve 35. maddelerine aykırı olduğu için
iptali gerektiği şeklindeki kararına
katılmamaktayım.
2. Dava konusu cümle şu şekildedir: “Yargıtay Birinci
Başkanı, Danıştay Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Danıştay Başsavcısı,
Yargıtay Birinci başkanvekilleri, Danıştay başkanvekilleri, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcıvekili, Yargıtay ve Danıştay daire başkanları, Yargıtay ve Danıştay
üyelerine (40.000); Adalet Bakanlığı Müsteşarı, birinci sınıf hâkim ve
savcılar, birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar ve diğer hâkim ve savcılara
(15.000) gösterge rakamının memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı
sonucu bulunacak miktarda aylık ek tazminat ödenir.”
3. Mahkememiz çoğunluğunca kural gereği ödenecek ek
tazminat yönünden Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile birinci sınıf hâkim ve
savcıların karşılaştırılabilir olduğu sonucuna ulaşılmıştır (bkz. § 44). Ayrıca
kuralın getiriliş gerekçesi bağlamında Yargıtay ve Danıştay üyelerinin ek
tazminat oranının (25.000) puan artırılarak Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyeleri
ile eşit duruma getirilmesinin amaçlandığı değerlendirilmiştir (bkz. §§ 49- 51)
Akabinde ise Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile birinci sınıf hâkim ve savcıların
ek tazminat miktarında ortaya çıkarılan farklılığın mülkiyet hakkıyla
bağlantılı olarak eşitlik ilkesi yönünden incelenmesi gerektiği belirtilmiştir.
Bu doğrultuda yapılan incelemede, birinci sınıf hakim ve savcılar aleyhine
önemli ölçüde gelir farkı meydana getirilmesinin adli ve idari yargı sisteminde
yer alan mahkemeler arasında yargı hizmetinin yerine getirilmesinde huzursuzluk
ve kırgınlığa neden olacak düzeyde ek tazminat farklılığı bağlamında mali
haklar yönünden oluşturulan muamelenin makul ve orantılı olmadığı ve
dolayısıyla kuralın hukuk devleti ilkesi ile mülkiyet hakkı bağlamında eşitlik
ilkesine aykırılık oluşturduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu çerçevede kural
Anayasa’nın 2., 10. ve 35. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal
edilmiştir.
4. Kararda ulaşılan Anayasa’ya aykırılık sonucuna
katılmamaktayım. Bununla birlikte ilk olarak kuralın getiriliş gerekçesinde yer
verilen “Yargıtay Birinci Başkanı, Danıştay Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı, Danıştay Başsavcısı, Yargıtay Birinci başkanvekilleri, Danıştay
başkanvekilleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili, Yargıtay ve Danıştay daire
başkanları, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin ek tazminat oranı (25.000) puan
artırılarak, oran, Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyeleri ile eşit duruma
getirilmektedir.” şeklindeki açıklama dikkate alındığında gerçekleştirilen
Anayasa’ya uygunluk denetiminde kuralın üzerine oturtulmaya çalışıldığı hukuki
temelin ilgili Anayasa hükümleri dikkate alınarak değerlendirilmesi
gerekmektedir.
5. Kuralla Yargıtay ve Danıştay üyelerinin maaşlarının
Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyeleri ile eşit duruma getirilmesi
amaçlanmaktadır. Bununla birlikte sahip oldukları yetkiler ve düzenlendikleri
Anayasa hükümleri dikkate alındığında Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay ve
Danıştayın farklı anayasal konumlarda bulundukları öncelikle ifade edilmelidir.
Bu husus aşağıda açıklanacaktır.
6. Ancak burada öncelikle bu farklı konumda bulunmanın
hiçbir zaman Anayasa Mahkemesi ile diğer yüksek mahkemeler arasında bir astlık
– üstlük ilişkisi bulunduğu anlamına gelmediği ifade edilmelidir. Yargı
fonksiyonunun niteliği gereği hakimler Anayasa’nın 138. maddesinde ifade edildiği
üzere “Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre” karar
vermek durumunda oldukları için tüm mahkemeler önlerindeki uyuşmazlıkları
tamamen yargı bağımsızlığının sağladığı güvenceyle çözmektedirler. Bu bakımdan
yargı bağımsızlığı ilkesinin bir gereği olarak yargılama görevinin yerine
getirilmesinde hiyerarşik bir ilişkiden bahsedilmesi mümkün değildir.
7. Bunun içindir ki hiçbir yargı düzeni içerisinde ilk
derece mahkemeleri ile istinaf mahkemeleri ve o yargı düzeninde bulunan yüksek
mahkeme arasında yargılama görevini yerine getirirken bir astlık - üstlük
ilişkisi mevcut değildir. Her bir mahkeme önündeki uyuşmazlığı yürürlükteki
kuralları esas alarak kendi hukuki anlayışı ile sonuçlandırmakla yükümlü olup
bu süreçte bir hiyerarşik ilişkiden bahsedilemez. Bir yargı düzeni içerisindeki
ilk derece mahkemesi, istinaf mahkemesi ve temyiz mahkemesi arasındaki ilişkiyi
sadece verilen kararların hukukilik denetimi ile ilgili bir yargısal yetki
kullanımı şeklinde görmek gerekmektedir. Dolayısıyla yargı düzeni içerisindeki
mahkemeler arasında var olan kademelenme yargısal denetimin niteliğinden
kaynaklanmakta olup bu kademelenme idari teşkilatta karşımıza çıkan astlık -
üstlük ilişkisi şeklinde tecelli etmemektedir.
8. Aynı tespiti, Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay ve
Danıştay arasındaki ilişkide de yapmak gerekir. Zira her üç yüksek mahkeme de
kendisine tanınan yetki alanı dahilinde yargısal denetim görevini ifa
etmektedirler. Bu yönü ile de bu üç yüksek mahkeme arasında hiyerarşik anlamda
bir astlık – üstlük ilişkisinden bahsedilemez.
9. Anayasal hükümlere bakıldığına Anayasa’nın “Üçüncü
Bölümü” olan “Yargı” içinde “Yüksek Mahkemeler” başlığı altında Anayasa
Mahkemesi ile birlikte Yargıtay, Danıştay ve Uyuşmazlık Mahkemesine yer verildiği
görülmektedir. Anayasa’da bunların her birisi farklı nitelikli uyuşmazlıklara
bakmakla yetkili ve kendi alanı içerisindeki uyuşmazlıkları çözme konusunda
ihtisaslaşmış birer yüksek mahkeme biçiminde yapılandırılmıştır.
10. Bununla birlikte Anayasa’daki düzenleme biçimlerine
ve sahip oldukları yetkilere bakıldığında Anayasa Mahkemesi ile diğer yüksek
mahkemeler arasında esaslı farklılıklar olduğu görülmektedir. Bu farklılıklar
bu yüksek mahkemelerin Anayasal konumlarını belirlemede de önemli sonuçlar doğurmaktadır.
11. Zira Anayasa’da diğer üç yüksek mahkeme hakkında
görev, yetki ve oluşum ile ilgili hususlar sadece kendi maddelerinde (Yargıtay:
madde 154; Danıştay: madde 155; Uyuşmazlık Mahkemesi: madde 158) ve oldukça
yüzeysel biçimde düzenlenmişken, Anayasa Mahkemesi ile ilgili konular Anayasa
Mahkemesinin “Kuruluşu” (madde 146), “Üyelerin görev süresi ve üyeliğin sona
ermesi” (madde 147), “Görev ve yetkileri” (madde 148), “Çalışma ve yargılama
usulü” (madde 149), “İptal davası” (madde 150), “Dava açma süresi” (madde 151),
“Anayasaya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi” (madde 152) ve
“Anayasa Mahkemesi kararları” (madde 153) başlıkları altında oldukça detaylı
düzenlemeler şeklinde belirlenmiş durumdadır.
12. Yine diğer yüksek mahkemelerden farklı olarak Anayasa
Mahkemesinin üyelerinin görev süreleri, üyeliğin sona ermesi, çalışma ve
yargılama usulü, dava açma süresi, kararlarının özellikleri ile ilgili hususlar
ilk elden Anayasa’da düzenlenmişken Yargıtay ve Danıştay ile ilgili Anayasa maddelerinde
bu yüksek mahkemeler için bu konulara ilişkin hiçbir düzenleme mevcut değildir.
Birer yüksek mahkeme olarak Yargıtay ve Danıştayın sadece görev ve yetkileri ve
üyelerinin nasıl seçileceği Anayasa’nın 154. ve 155. maddelerinde çok genel
biçimde düzenlenmiştir. Oysa Anayasa Mahkemesinin, yukarıda sıralanan hususlar
yanında, kuruluşu (madde 146) ve görev ve yetkileri (madde 148) de Anayasa
metninde oldukça detaylı bir biçimde kaleme alınmıştır.
13. Oluşumu, üyelerinin görev süresi, Mahkemenin görev ve
yetkileri, çalışma usulü ve kararlarının özelliklerinin Anayasa’da ayrıntılı
biçimde düzenlenmiş olmasının Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu görev ve
yetkilerle ve dolayısıyla siyasi sistem içerisindeki konumu ile doğrudan ilgili
olduğunu ifade etmek gerekir.
14. Zira Mahkemenin görevlerinden birisi olan kanunların
ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Anayasa’ya uygunluk denetimi görevi
sayesinde esasında devletin iki önemli erki olan yasama ve yürütme organının
çıkardığı iki temel hukuk normunun Anayasa’ya uygunluğunun denetimi
gerçekleştirilmektedir.
15. Bu yönü ile Anayasa Mahkemesi kanun ve
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerindeki Anayasa’ya aykırılıkları iptal etmekle bir
anlamda bu kuralların yapım süreçlerine de “negatif” anlamda katılmaktadır. Demokratik
hukuk devletindeki işlevi boyutuyla bakıldığında bu denetim sürecinde kurallara
ilişkin Anayasa’ya aykırılıkları ayıklamak şeklinde tecelli eden denetim
yetkisi, Anayasa Mahkemesi hakkında Avrupa tipi anayasa yargısının kurucusu
sayılan H. Kelsen’in klasik ifadesiyle “negatif kanun koyucu” nitelemesi
yapılmasına zemin oluşturmaktadır1.
16. Öte yandan diğer yüksek mahkemelerden farklı olarak
Anayasa Mahkemesi yargısal denetim görevini tamamen Anayasa hükümlerini ölçü
norm alarak gerçekleştirmektedir. Esasında Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın
üstünlüğünü koruma şeklindeki özel bir görevle görevlendirilmiştir. Bunun
içindir ki Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın üstünlüğünü yasama ve yürütme
düzeyinde etkili biçimde korumakla yetkili bir yargısal kurum olarak kabul
edilmektedir.
17. Bu yönü ile bakıldığında Anayasa Mahkemesinin Anayasa
hükümlerinin anlam ve kapsamını ortaya koymadaki yorum yetkisi de bu Mahkeme’yi
hukuk düzeninde daha farklı bir konuma yerleştirmektedir. Zira Anayasa
Mahkemesi diğer yüksek mahkemelerden farklı olarak Anayasayı bağlayıcı biçimde
yorumlama yetkisini kullanmaktadır.
18. Ek olarak 2010 Anayasa değişikliği ile getirilen
bireysel başvuru yolu (madde: 148/3) sonrasında Anayasa Mahkemesinin diğer yüksek mahkemelerin
denetiminden geçerek kesinleşen kararları Anayasal hak ihlali iddiaları
bağlamında denetleme yetkisine sahip olması da konumuz bağlamındaki
değerlendirmede dikkate alınmalıdır. Bireysel başvurunun kabulü ile birlikte
artık Anayasa Mahkemesi tüm mahkemelerin kararları üzerinde gerçekleştirdiği
denetim sayesinde Anayasa’nın üstünlüğünü yargı düzeyinde de sağlamakla görevli
bir kurum halini almıştır.
19. Bilindiği üzere “yüksek mahkeme” kendisine tanınan
yetki alanı içerisindeki konularda son sözü söyleme yetkisine sahiptir.
Dolayısıyla niteliği gereği bir yüksek mahkeme kararına karşı o ülkede başka
bir yargı kurumuna başvuru imkanı söz konusu olamaz. Bununla birlikte bu
yaklaşım bireysel başvurunun kabulü sonrasında zorunlu biçimde terkedilmek
durumunda kalınmıştır. Bireysel başvuru ile birlikte Anayasa Mahkemesi artık
Yargıtay ve Danıştayın tüm kararlarını bireysel başvuru yetkisi kapsamında
Anayasal hak ihlali iddiaları boyutuyla inceleyebilme yetkisini kullanmaktadır.
20. Öte yandan Anayasa’nın 153. maddesinin amir hükmü
gereğince Anayasa Mahkemesi kararları yasama ve yürütme organları yanında tüm
yargı organlarını ve dolayısıyla yüksek mahkeme olarak Yargıtay ve Danıştayı da
bağlamaktadır. Bu bağlayıcılık Anayasa Mahkemesinin norm denetimi ile ilgili
kararları için olduğu gibi bireysel başvuru neticesinde verdiği kararlar için
de geçerlidir 2.
21. Bireysel başvuru yolunun kabulü sonrasında ortaya
çıkan Anayasal durumda Anayasa Mahkemesi ile diğer yüksek mahkemeler arasındaki
konum önceki döneme nazaran daha belirgin biçimde farklılaşmıştır. Zira Anayasa
Mahkemesi bireysel başvuru incelemelerinde, diğer yüksek mahkemeler üzerinde
bir süper temyiz mercii olmamakla3
ve kanun yolu denetimi yapmamakla birlikte Anayasa’nın üstünlüğünü bireysel
başvuruya konu somut olaydaki hak ihlali iddiası bağlamında karar verme yetkisi
şeklinde kullanıyor olduğundan4
sonuçta Yargıtay ve Danıştayın denetiminden geçerek kesinleşen yargı
kararlarını Anayasal hak denetime tabi tutmaktadır.
22. Anayasa Mahkemesinin görevlerinden bir diğeri olan
Yüce Divan sıfatı ile gerçekleştirdiği ceza yargılamalarında görevleri ile
ilgili işledikleri iddia olunan suçlarda Yargıtay ve Danıştay Başkan ve
üyelerini yargılama yetkisine sahip olması da konumuz bağlamında dikkate
alınması gereken bir diğer husustur (madde: 148/6).
23. Yine burada diğer mahkemelerle Anayasa Mahkemesi
arasındaki görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi kararının esas alınacağına
dair kural da bu bağlamda göz önünde bulundurulmalıdır (madde: 158/3).
24. Yukarıda yer verilen Anayasa kurallarında da
görüldüğü üzere Anayasa Koyucunun yargı erki içerisinde Anayasa Mahkemesine
yönelik bu yaklaşımı, devletin yasama ve yürütme erklerini oluşturan Türkiye
Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı gibi Anayasa Mahkemesini de bir
“anayasal organ” şeklinde öngördüğünü ortaya koymaktadır. Bunun içindir ki
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı gibi bir anayasal organ
olmasından hareketle Anayasa Mahkemesinin oluşumu, görev ve yetkileri, sahip
olduğu güvenceler ve çalışma usulü Anayasa’da oldukça detaylı biçimde
düzenlenmiştir.
25. Nitekim doktrinde de Anayasa Mahkemesinin yargı
organının bir parçası ve yüksek mahkeme niteliği taşımakla birlikte bir diğer
özelliği olarak bir “anayasal organ” olduğuna özellikle vurgu yapılmakta5
olup fonksiyonunun mahiyetinin Mahkemeye yargı içerisinde özel ve öncelikli bir
mevki verdiği ifade edilmektedir>6.
Avrupa doktrininde de Anayasa Mahkemelerini herhangi bir yüksek mahkeme değil,
bir anayasal organ olarak görme eğilimi mevcut olup7, bu bağlamda
somut örnek olarak Federal Alman Anayasa Mahkemesinin aynı zamanda anayasal
organ olduğu çok net biçimde ifade edilmektedir8.
26. Anayasa Mahkemesinin anayasal organ olabilmesi için
sadece Anayasa’da zikredilmesi yeterli değildir. Mahkemenin bir anayasal organ
olarak kabul edilebilmesi için statüsü ve önemli yetkilerinin de Anayasa’da
düzenlenmiş olması gerekir9.
Yine bir anayasal organ olmanın iki önemli sonucu olarak diğer anayasal
organlar gibi Anayasa Mahkemesi de kendi içtüzüğünü çıkarma yetkisine sahiptir
ve diğer anayasal organlardan daha alt bir konumda olmadığı gibi örgütlenme
bakımından anayasal organlardan bağımsız konumdadır10.
27. İşte bu nedenledir ki bir anayasal organ olması
nedeniyle Anayasa Mahkemesinin kuruluşu, görev, yetki ve işleyişinin doğrudan
Anayasa tarafından ve ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş olmasının bir sebebi
vardır. Anayasa’nın kendisine verdiği görev ve yetkilerin bir gereği olarak
yasama organını denetleyen Anayasa Mahkemesinin kuruluş ve işleyişinin yasama
organının takdirine bırakılmamasıyla anayasa yargısının anlamının zayıflaması
önlenmiştir11.
28. Anayasa Mahkemesinin kuruluşu, üyelerinin statüsü,
görev ve yetkileri, denetim yolları ve kapsamı, kararlarının özellikleri ve
çalışma ve yargılama usullerinin Anayasa’da detaylı biçimde belirlenmiş olması
nedeniyle bu konularda ayrıntı ile ilgili kanun koyucuya sadece sınırlı bir
düzenleme yetkisi tanınmış olduğu görülmektedir. Bu durumun yukarıda da ifade
edilmeye çalışıldığı üzere Anayasa Mahkemesinin yasama organını denetlemesinden
kaynaklandığı açıktır. Zira denetleyen organın hukuki statüsü ile görev ve
yetkilerini belirleme yetkisinin denetlenen organa bırakılması mümkün olamaz12.
29. Bunun içindir ki Anayasa Mahkemesinin kuruluşu ve
yargılama usullerini düzenleyen 6216 sayılı Kanun önemli ölçüde Anayasa
tarafından getirilen ayrıntılı Anayasal hükümleri açıklayıp tekrar etmektedir.
Bu durum diğer yüksek mahkemelere kıyasla Anayasa Mahkemesinin konumu açısından
oldukça önemli bir anayasal güvence olarak görülmektedir13. Anayasa
Mahkemesinin oluşumu, görev ve yetkileri ve çalışma usulü ve benzeri konuların
ayrıntılı biçimde Anayasa’da düzenlenmesi nedeniyle yapısında veya görevlerinde
bir değişiklik yapılabilmesi ancak bu konudaki bir Anayasa değişikliği ile
mümkün hale gelebilecektir14.
30. Benzer şekilde Anayasa Mahkemesinin çalışma
esaslarını kendi yapacağı İçtüzükle belirlemesi yetkisinden hareketle (Anayasa,
madde 149/5) Mahkemenin sahip olduğu bu geniş yöntemsel bağımsızlığın varlığı
Anayasa Mahkemesini diğer yüksek mahkemelerden çok daha güvenceli bir konuma
oturtmaktadır15.
Anayasa Mahkemesi sahip olduğu İçtüzük çıkarma yetkisi sayesinde bir diğer
anayasal organ olan Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi tek başına kendi çalışma
esaslarını belirleyebilmektedir. Anayasa Mahkemesiyle ilgili düzenlemelerin
büyük bir kısmının Anayasa hükümleri ile diğer kısmının da Mahkemenin kendi
yaptığı İçtüzükle belirlenmesi Mahkemenin yasama organına karşı bağımsızlığını
korumayı hedeflemektedir16.
31. Burada önemle vurgulamak gerekir ki Anayasa
Mahkemesinin siyasi sistem içerisindeki bu farklı konumu Anayasa’nın
üstünlüğünü ve temel hak ve özgürlükleri koruma biçimindeki görevinin bir
gereği olarak görülmelidir. Yukarıda da ifade edildiği üzere Anayasa Mahkemesi
norm denetimi ve bireysel başvuruları inceleme görevini ifa ederken aynı
zamanda Anayasa’yı bağlayıcı biçimde yorumlama tekeline sahip bir organ
konumundadır17.
Ancak Mahkemenin Anayasa hükümlerini yorumlama konusundaki bu farklı konumu
gerçekleştirdiği denetimdeki sorumluluğunu da o ölçüde artırmaktadır18.
32. Özellikle 2010 Anayasa değişiklikleri ile hukukumuza
giren bireysel başvuru yolundaki ikincillik ilkesinin bir gereği olarak
Anayasa’nın üstünlüğünü sağlama ve dolayısıyla temel hak ve özgürlükleri koruma
noktasında yargı içerisindeki tüm mahkemelerin olduğu gibi yüksek mahkeme
olarak Yargıtay ve Danıştayın da anayasal yorum yaparak önlerindeki
uyuşmazlıkları hak ihlallerine sebebiyet vermeyecek bir yaklaşımla
sonuçlandırma görevi bulunmaktadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin
gerçekleştirdiği yoruma bağlı olarak temel hak ve özgürlükler konusunda verdiği
kararın Anayasa’nın 153. maddesi gereği diğer yüksek mahkemeler açısından da
bağlayıcı olduğu dikkate alındığında Anayasa Mahkemesinin yargı içerisindeki bu
farklı konumunun bireysel başvurunun kabulü ile birlikte daha belirgin bir hal
almış olduğu görülmektedir19.
33. Yukarıda yapılan açıklamalar da dikkate alındığında
Anayasa Mahkemesi ile diğer yüksek mahkemeler arasında eşitlik karşılaştırması
yapmak ve buradan hareketle Yargıtay ve Danıştay üyelerinin ek tazminat
miktarlarını Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyeleri ile eşitlemek Anayasa’nın açık
hükümlerinden de fark edileceği üzere Anayasa Mahkemesinin diğer iki yüksek
mahkemeden farklı konuma sahip olması nedeniyle sorunludur. Zira her ne kadar
yüksek mahkemeler arasında sayılmış olmasına rağmen Anayasa metnindeki
düzenleniş biçimi ve sahip olduğu görev ve yetkileri Anayasa Mahkemesini bir
“anayasal organ” olma niteliğiyle Anayasal düzeyde diğer yüksek mahkemelerden ayırmaktadır.
34. Bununla birlikte kuralın getiriliş gerekçesi bağlamında
bu biçimdeki eşitleme amacı hukuken sorunlu ise de bu durum tek başına dava
konusu kuralı Anayasa’ya aykırı hale getirmemektedir. Zira dava konusu Kanun
hükmünde Anayasa Mahkemesinin diğer yüksek mahkemeler karşısında sahip olduğu
bu farklı konumunu belirleyen Anayasa hükümleri ile çelişen bir husus
bulunmamaktadır.
35. Dolayısıyla bu aşamadan sonra artık Mahkememiz
çoğunluk kararındaki yöntemi takiple iptali talep edilen kuralın mülkiyet hakkı
ile bağlantılı biçimde eşitlik ilkesine uygun olup olmadığının ortaya konulması
gerekir.
36. Her ne kadar çoğunluk kararında birinci sınıf hâkim ve savcılık derecesi ile Yargıtay ve
Danıştay üyeliğinin karşılaştırılabilir durumda oldukları sonucuna ulaşılmış
ise de bu görüşe katılmak mümkün değildir.
37. Çoğunluk kararında kimi kanuni düzenlemelerden
hareketle (bkz.: §§ 38-42) yapılan incelemeye dayalı olarak birinci sınıf hâkim
ve savcılık derecesi ile Yargıtay ve Danıştay üyeliğinin benzer durumda
oldukları sonucuna ulaşılmaktadır. Oysa bu biçimdeki bir yaklaşım Anayasa’ya
uygunluk denetimi yönü ile fevkalade sorunludur. Burada dava konusu kuralın
Anayasa’ya uygunluk denetiminde ölçüt alınması gereken kurallar Anayasa
hükümleri olmak durumundadır.
38. Nitekim Mahkememizin önceki bir kararındaki çoğunluk
görüşüne yazdığım karşıoy gerekçesinde benzer konudaki kanaatimi ifade ederek o
dosyadaki dava konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğundan iptali gerektiği
kanaatinde olduğumu belirtmiştim (Bkz.: “E.2016/144, K.2020/75,
K.T.:10/12/2020” künyeli karardaki karşıoyum, §§ 32-43). Bahse konu karşıoy
görüşümdeki argümanlardan hareketle bu dosyadaki kurala ilişkin şu
değerlendirmeyi yapmaktayım.
39. Birinci sınıf hakimler ve savcılar ile Yargıtay ve
Danıştay üyesi yüksek hakimler arasında karşılaştırma yapılırken esas alınması
gereken hükümler Anayasa’nın 139., 140., 154. ve 155. maddeleridir. Bu
maddelerdeki düzenlemelere bakıldığında tüm hakimler ve savcılar için
Anayasa’nın 139. ve 140. maddelerindeki teminatların geçerli olduğu konusunda
kuşku bulunmamaktadır. Ancak Yargıtay ve Danıştay üyelerinin Yargıtay ve
Danıştayın düzenlendiği Anayasa’nın 154. ve 155. maddelerinden kaynaklanan
başka bazı teminatları olduğu da aşikardır. Aksi bir durum Anayasa’nın 154. ve
155. maddelerinin sözü ve ruhu ile bağdaşmamaktadır.
40. Anayasa’nın 139. ve 140. maddelerinde hakim ve
savcılar için öngörülen güvenceler yanında Yargıtay ve Danıştay üyeleri için
ayrıca “yüksek hakimlik teminatı” olarak ifade edilebilecek nitelikte
güvencelere yer verilmekte olduğunu Yargıtay ve Danıştay’ın düzenlendiği
Anayasa’nın 154. ve 155. maddelerinin son fıkralarında yer verilen Yargıtay ve
Danıştay’ın “kuruluşu, işleyişi, (…) üyeleri(nin) (…) nitelikleri ve seçim
usulleri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre
kanunla düzenlenir” hükümlerinden hareketle kabul etmek gerekmektedir.
41. Zira “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik
teminatı esaslarına göre kanunla” düzenlenmesi gereğine yapılan vurgunun Anayasa’da
birer temyiz mahkemesi olarak öngörülen Yargıtay ve Danıştay’ın düzenlendiği
154. ve 155. maddelerde yer almasının bu iki yüksek mahkeme üyeliği için
elbette özel bir anlamı ve değeri bulunmaktadır. Bunun içindir ki günümüzde
kanun koyucu Anayasa’nın bu iki hükmüne dayanarak Yargıtay ve Danıştay üyeleri
için ilk derece ve istinaf mahkemelerindeki hakim ve savcılardan farklı olarak
başka birtakım teminatlara da yer vermektedir.
42. Nitekim bu iki kuraldaki bahse konu yüksek hakimlik
teminatının gereği olarak gerek özlük hakları ve gerekse haklarındaki disiplin
soruşturması ve ceza kovuşturması boyutuyla Yargıtay ve Danıştay üyeleri için
Kanun’da diğer hakimler ve savcılardan farklı düzenlemeler yer almaktadır. Bu
da göstermektedir ki Anayasa’da Yargıtay ve Danıştay üyeleri diğer hakim ve
savcılardan daha farklı ve özel bir hakimlik teminatı ile donatılmış olup bunun
Anayasal dayanakları da Anayasa’nın 154. ve 155. maddeleridir.
43. Dolayısıyla Anayasa’daki düzenlemeler ve bunların
yorumu dikkate alındığında çoğunluk kararında ifade edilen biçimde birinci
sınıf hâkim ve savcılar ile Yargıtay ve Danıştay üyelerinin karşılaştırılabilir
oldukları görüşüne katılmamaktayım.
44. Bir an için bu biçimde karşılaştırma yapılacak
konumda oldukları kabul edilse dahi kanun koyucunun Yargıtay ve Danıştay
üyelerinin ek tazminat miktarlarını farklı düzenlemesinde de Anayasa’nın 10.
maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı bir durum olmadığını, ücret ve mali
haklara ilişkin kuralların fahiş bir farklı durum doğurmadığı sürece orantısız
olduğundan bahsedilemeyeceğini ve dava konusu kuraldaki miktarlar dahilindeki
bir düzenlemenin kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında kaldığını ifade
etmek gerekir.
45. Zira Anayasa uygunluk denetimi bağlamında somut
kuralın ölçülü olup olmadığı değerlendirilirken Yargıtay ve Danıştay üyeleri
için öngörülen ek tazminat miktarı ile birinci sınıf hakim ve savcıların ek
tazminat miktarı arasında ölçüsüz bir durumun ortaya çıktığını söyleyebilmenin
zor olduğu kanaatindeyim. Ücret ve mali haklarla ilgili gerçekleştirilen
Anayasa’ya uygunluk denetiminde yasama organının sahip olduğu takdir yetkisi
ancak açık bir ölçüsüzlük sonucu ortaya çıkarması durumunda Anayasa’ya aykırı
olabilir.
46. Sonuç olarak yukarıda sıralanan gerekçelerle itiraz konusu cümlenin
Anayasa’nın 2., 10. ve 35. maddelerine aykırı olmadığı için iptal isteminin
reddi gerektiği kanaatinde olduğumdan Mahkeme çoğunluğunun aksi yöndeki
kararına katılmamaktayım.
Kısmi Karşı Oy - Farklı Gerekçe
1. İtiraz incelmesine konu edilen dosyada 2802 sayılı
Kanunun 106. maddesinin altıncı fıkrasının birinci cümlesinin iptali talep edilmiştir.
Bu cümle içerisinde iki grup yargı çalışanının ek gösterge rakamları tanzim
edilmekte olup, birinci grupta yüksek mahkeme başkanları, başsavcıları, başkan
vekilleri, daire başkanları, üyeleri, ikinci grupta ise Adalet Bakanlığı
Müsteşarı, birinci sınıf hakim ve savcılar, birinci sınıfa ayrılmış hakim ve
savcılar ile diğer hakim ve savcılara ilişkin ek gösterge rakamı düzenlemesi
yapılmaktadır.
2. Söz konusu iki gruptan ilkine 40.000 ikincisine ise
15.000 ek gösterge rakamının uygulanması hüküm altına alınmıştır.
3. Somut norm denetimine konu edilen olayda birinci sınıf
hâkim statüsünde bulunan davacı kendisine 15.000 değil 40.000 ek gösterge
rakamının uygulanmasını talep etmektedir.
4. Mevcut düzenlemede kişinin maaşının hesaplanması
sırasında uygulanan ek gösterge rakamı 15.000 olup, davacının kendisine
uygulanmasını istediği 40.000 rakamının somut olaya tatbik imkânı
bulunmamaktadır. Kuralın bu kısmı olaya uygulanacak kural niteliğinde değildir.
Bu noktada kişinin iradesinin bir önemi de yoktur. Kişinin sübjektif
değerlendirmesi normu uygulanacak kural haline getiremez. Kaldı ki kişiye
40.000 rakamı uygulanacak kural olsaydı böyle bir davanın açılmasına gerek
kalmayacaktı. 40.000 rakamı ancak norm içerisinde 15.000 düzenlemesinin
bulunmaması halinde talebin reddine ilişkin uygulanacak kural haline
gelebilirdi ki mevcut durumda böyle bir hal de söz konusu değildir.
5. Bu nedenle incelemenin 106. maddenin altıncı
fıkrasının birinci cümlesinde yer alan 15.000 rakamı ile ilgili ve davacının
hali hazırda sahip olduğu statü gözetilerek “birinci sınıf hakim ve savcılar”
ibaresiyle sınırlı olarak yapılması gerekirken incelemenin tüm cümle üzerinden
yapılmasına iştirak mümkün değildir.
6. Çoğunluğun kabul ettiği yöntem üzerinden yapılan
incelemede yüksek mahkemeler arasında bir özlük hakları kıyaslaması gündeme
gelmektedir. Yüksek mahkeme vasfına sahip olunması eşit yaklaşım sergilenmesi
açısından doğal bir hukuki gerekçe oluşturmakla birlikte kanun koyucunun bu
konuda takdir hakkının bulunduğu, gerek görmesi halinde kamu yararı gözetilerek
bu konuda eşit bir yaklaşım sergileyebileceği gibi farklılaşmalara da
gidebilir. Somut norm denetiminin mahiyeti ve dosya muhtevasına göre bu konunun
burada tartışılması da mümkün gözükmemektedir.
7. Diğer taraftan yüksek mahkemelerde görev yapanlar ile
ilk derece ve istinafta görev yapanlar açısından bir farklılaştırmaya gidip
gitmemek de kanun koyucunun takdirindedir. Uzun yıllar maaş ödemelerinde eşit
haklara sahip olunmasının kazanılmış hak oluşturması da kamu hukuku prensipleri
açısından mümkün değildir.
8. Ancak yüksek yargı mensupları ve diğer birinci sınıf
hakim ve savılar arasında eşit maaş uygulamasını kabul eden 7/5/1992 tarih ve
3798 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonraki süreçte yapılan yasal değişiklikleri
ile yüksek yargı üyelerine süre kısıtlaması getirilmiş 12 yıllık görev
sürelerinden sonra yüksek yargı mensuplarının sınıf ve derecelerine uygun
görevlere atanmaları kararlaştırılmıştır. (2797 sayılı Yargıtay Kanununun
29/2,3,4. maddesi)
9. Yine bu süre zarfında istinaf uygulaması hayata
geçirilmek suretiyle yüksek yargı mensuplarının özlük haklarını muhafaza etmek
suretiyle diğer birinci sınıf hakim ve savcılarla birlikte istinaf
mahkemelerinde görev yapmalarının önü açılmıştır. (5235 sayılı Kanunun 45.
maddesi)
10. 2797 sayılı Kanunun Geçici 15. maddesiyle de bir
kereye mahsus olmak üzere Yargıtay üyelikleri sona erdirilerek yeniden
seçilmeyenlerin sınıf ve derecelerine uygun bir göreve atanmaları
düzenlenmiştir.
11. Özellikle ilk iki düzenlemeyle, iki grup arasındaki
geçişkenlik ve görev yapma yakınlıklarını artırılmıştır.
12. Dahası yüksek mahkeme üyeliklerinin sona
erdirilmesiyle ilgili düzenlemede her iki grubun özlük haklarının aynı olması
kanun koyucu tarafından gözetilmiş, Anayasa Mahkemesi de bu durumu normun
Anayasaya uygunluğunun önemli bir gerekçesi yapmıştır. (AYM, E.2016/144, K.2020/75, 10/12/2020, 196, 197)
13. İtiraz talebine konu edilen düzenleme Anayasanın 139.
maddesinde düzenlenen hakim ve savcı teminatı kapsamında görev yapılan yere
göre bir farklılık oluşturmaktadır. Bu bağlamda istinaf mahkemelerinde görev
yapanların durumu ile birinci sınıf hakim ve savcılar açısından kıdeme göre
kademelendirme imkanı gözetilmemiştir. Diğer yandan yüksek yargı mensuplarının
görev sürelerinin sonunda tekrar birinci sınıf görevlere dönecekleri dikkate
alındığında oluşturulacak farkın makul düzeyde tutulması gerektiğini
düşündüğümüzden kuralın ölçülülük açısından Anayasaya aykırılık oluşturduğunu
değerlendirmekteyiz.
14. Sayılan bu gerekçelerle 2802 sayılı Kanunun 106.
maddesinin altıncı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan 15.000 ek gösterge
rakamının “birinci sınıf hakim ve savcılar” yönünden iptal edilmesi
gerekmektedir. Kuralın yüksek yargı mensuplarıyla ilgili kısmının, mevcut
değerlendirmeler çerçevesinde, iptali mümkün olmadığından çoğunluğun bu yöndeki
kararına iştirak edilmemiştir.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1- 24/02/1983 tarihli 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar
Kanunu’nun 29/06/2006 tarih ve 5536 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle başlığıyla
birlikte değiştirilen 106. maddesine 02/12/2014 tarih ve 6572 sayılı Kanun’un
29. maddesiyle eklenen 6. fıkranın 30/03/2023 tarihli 7447 sayılı Kanun’un 3.
maddesiyle değiştirilen 1. cümlesinin Anayasa’nın 2., 10. ve 35. maddelerine
aykırı olduğu gerekçesiyle mahkeme çoğunluğu tarafından iptaline karar
verilmiştir.
2- İptaline karar verilen dava konusu kural şöyledir: “Yargıtay
Birinci Başkanı, Danıştay Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Danıştay
Başsavcısı, Danıştay Birinci başkanvekilleri, Danıştay başkanvekilleri,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili, Yargıtay ve Danıştay daire başkanları,
Yargıtay ve Danıştay üyelerine (40000); Adalet Bakanlığı Müsteşarı, birinci
sınıf hakim ve savcılar, birinci sınıfa ayrılmış hakim ev savcılar ve değer
hakim ve savcılara (15000) gösterge rakamının memur aylıklarına uygulanan kat
sayı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarda aylık ek tazminat ödenir.”
3- Çoğunluk görüşünde ek tazminat ödemesi yönünden Yargıtay
ve Danıştay üyeleri ile birinci sınıf hakim ve savcıların ek tazminat
miktarında ortaya çıkan farklılığın hukuk devleti ilkesi ve mülkiyet hakkıyla
bağlantılı olarak eşitlik ilkesi yönünden incelenmesi gerektiği belirtilmiş,
birinci sınıf hâkim ve savcılık derecesi ile Yargıtay ve Danıştay üyeliğinin
karşılaştırma yapılmaya müsait olacak şekilde benzer durumda oldukları sonucuna
ulaşılmış, kuralın gerekçesinde yer alan Yargıtay ve Danıştay üyelerinin ek
tazminat oranının Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyeleri ile eşit duruma getirilme
amacı objektif ve makul bir neden olarak kabul edilmese de yüksek yargı üyeleri
ile birinci sınıf hakim ve savcıların görev ve yetki farklılıkları objektif ve
makul sebep olarak kabul edilmiş, buna karşılık yüksek yargı üyelerine kıyasla
birinci sınıf hakim ve savcılar aleyhine önemli ölçüde gelir farkı meydana
getirilmesinin adli ve idari yargı sisteminde yer alan mahkemeler arasında
çalışma barışını bozacak nitelikte olduğu ve farklı muamelenin ölçülü olmadığı,
bu sebeple de kuralın Anayasa’nın 2., 10. ve 35. maddelerine aykırı olduğu
gerekçesiyle iptaline karar verilmiştir.
Aşağıda belirtilen gerekçelerle çoğunluk görüşüne
katılmıyorum.
4- Anayasa’nın, Yargıtay başlığı altında düzenlenen 154.
maddesi ve Danıştay başlığı altında düzenlenen 155. maddesi ile Danıştay ve
Yargıtay üyelerinin yüksek hakim statüsünde oldukları, birinci sınıf hakim ve
savcılarla karşılaştırma yapılmaya müsait olacak şekilde benzer durumlarda
olmadıkları, ilk derece mahkemeleri ve yüksek mahkemelerden oluşan yargısal
sistem içerisinde yüksek hakimlerin icra ettiği fonksiyon göz önünde
bulundurulduğunda, Yargıtay ve Danıştay üyeliği sıfatına sahip hakimlerin
anayasal açıdan görev yaptıkları yargı kolunun en üstünde yer alan yüksek yargı
organlarında karar verme fonksiyonu icra ettikleri tartışmadan uzak olup yüksek
hakimler (Yargıtay ve Danıştay üyeleri) ile birinci sınıf hâkim ve savcılar
arasında görevden kaynaklanan statü farklılığı olduğu açıktır. Mevzuatta ödeme
kalemlerinin bazılarının -dava konusu kuralda yer alan ek tazminat dışında-
yüksek yargı üyeleri ile birinci sınıf hâkim ve savcılar yönünden aynı
kıstaslar esas alınarak belirlenmesi maaşların hesaplanmasında dikkate alınacak
teknik bir konudan ibaret olup ödemenin aynı ya da farklı kıstaslara göre hesaplanması
kanun koyucunun takdiri kapsamında kalmaktadır. Ödemenin hesabında aynı
kıstaslara dayanılması bu gurupların karşılaştırılabilir olduklarını göstermez.
Dolayısıyla yüksek yargı üyeleri ile birinci sınıf hâkim ve savcılar
karşılaştırılabilir grup olmadığından yasa koyucunun takdir yetkisini
kullanarak yüksek hakimlere daha fazla ek tazminat verilmesi eşitlik ilkesini
zedelememekte olup kuralın Anayasa’nın 10. maddesine aykırı bir yönü
bulunmamaktadır.
5- Kaldı ki yüksek yargı üyelerinin icra ettiği yargısal
fonksiyon göz önünde bulundurulduğunda birinci sınıf hakimler ile aralarında
mali haklar yönünden fark oluşturmasının -çoğunluk görüşünde de kabul edildiği
üzere- objektif ve makul bir temele dayandığı anlaşılmaktadır.
6- Ayrıca ölçülülük bağlamında oluşturulan farklılığın
yüksek yargı üyeleri ile birinci sınıf hâkim ve savcılara yapılan tüm ödemeler
içindeki oransal durumu dikkate alındığında ölçülü olmadığı da söylenemez.
Açıklanan gerekçelerle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.