“Belirtilen konu ile ilgili olarak, mahkememizce, somut norm
denetimi yolu ile iptal başvurusuna konu edilen kanun hükmünün, Anayasanın 2,
5, 10, 13, 15, 18 ve 35. maddelerine uygun düşmediği düşünülmüştür. Aykırılık
başvurusunun esbabı mucibesinin izah olunmasından evvel, belirtilen Anayasa
maddelerine yer vermekte fayda olacaktır.
II. Cumhuriyetin nitelikleri
Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma
ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine
bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve
sosyal bir hukuk Devletidir.
V. Devletin temel amaç ve görevleri
Madde 5 – Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve
demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır.
X. Kanun önünde eşitlik
Madde 10 – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce,
felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu
eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak
tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. Çocuklar, yaşlılar,
özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler
için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz. Hiçbir kişiye,
aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare
makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket
etmek zorundadırlar.
II. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması
Madde 13 – Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.
IV. Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması
Madde 15 – Savaş, seferberlik (…)10 veya olağanüstü hallerde,
milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun
gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen
durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı
tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun
fiiller sonucu meydana gelen ölümler (…)11 dışında, kişinin yaşama hakkına,
maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce
ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve
cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar
kimse suçlu sayılamaz.
II. Zorla çalıştırma yasağı
Madde 18 – Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır.
Şekil ve şartları kanunla düzenlenmek üzere hükümlülük veya
tutukluluk süreleri içindeki çalıştırmalar; olağanüstü hallerde vatandaşlardan
istenecek hizmetler; ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda öngörülen
vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları, zorla çalıştırma
sayılmaz.
XII. Mülkiyet hakkı
Madde 35 – Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu
haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının
kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.
İtiraz başvurusunun konusu olan kanun hükmünün, Anayasanın,
belirtilen maddeleri ile bu maddelerdeki siyah olarak belirtilen kelime ve
cümlelerdeki bir takım kurallar, temel hak ve hürriyetler ile bu hakların amaç,
kapsam ve sınırlarının bir arada değerlendirilmesi neticesinde, kanun hükmünün,
ilk ve hususi olarak, Anayasanın zorla çalıştırma yasağı başlıklı ve mülkiyet
hakkı başlıklı maddelerine açıkça ve doğrudan aykırı olduğu, belirtilen diğer
beş maddeye ise dolaylı ve bağlantılı olarak aykırı olduğu değerlendirilmiştir.
Anayasa’nın başlangıç kısmının 6. paragrafında; her Türk
vatandaşının Anayasa’daki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet
gereklerince yararlanarak, hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme
hakkının olduğu açıklanmıştır.
Anayasa’nın başlangıç kısmının Anayasa metnine dahil olduğu
kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında
sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk
düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, konulan kurallarda adalet ve
hakkaniyet ölçülerini göz önünde tutan, hakların elde edilmesini kolaylaştıran
ve hak arama özgürlüğünün önündeki engelleri kaldıran devlettir.
Anayasa’nın 35. maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” denilmektedir.
Anayasa’nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer
ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını
kapsamaktadır.
Anayasa’nın 5. maddesi insanın maddi ve manevi varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamayı devletin temel amaç ve görevleri
arasında saymıştır. Devlet'in kişilerin mülkiyet hakkından ve hak arama
hürriyetinden tam anlamıyla yararlanabilmeleri ve mülkiyet hakkının etkili bir
şekilde korunması amacıyla yasal, idari, mali, yargısal ve diğer önlemleri
alması gerekir.
Ayrıca bilindiği üzere Devlet'in temel hak ve özgürlüklerin
kullanılmasına yönelik pozitif yükümlülükleri devletlerin pozitif müdahalesini
gerektirirken, negatif yükümlülükler müdahaleden imtina etmeyi
gerektirmektedir.
Dava konusu düzenleme ile ise Devlet'in avukatın
vekalet/avukatlık ücretine bu bağlamda da mülkiyet hakkına Anayasa’nın 13.
maddesine aykırı şekilde müdahale sonucu doğurmaktadır.
Anayasa Mahkemesi’nin 22.10.2020 tarih 2019/59 E., 2020/61 K.
sayılı kararında yer verildiği üzere;
“Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına
alınmış olan mülkiyet hakkının etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca
devletin bu hakka müdahaleden kaçınmasıyla sağlanamaz. Anayasa’nın 5. ve 35.
maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif
yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler kimi durumlarda özel
kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının
korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir. (AYM,
E.2019/11, K.2019/86, 14/11/2019, paragraf 13; Eyyüp Boynukara, B. No:
2013/7842, 17/2/2016, paragraf 39-40; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik
Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649,
15/2/2017, paragraf 44).
Anayasa’nın anılan maddeleri uyarınca devletin pozitif
yükümlülükleri çerçevesinde özel kişiler arası uyuşmazlıklarla ilgili olsun ya
da olmasın- yargı kararlarının uygulanması ve kişilerin alacaklarına kavuşması
bakımından etkili bir icra sistemi kurma sorumluluğu bulunmaktadır. Özel
kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif
yükümlülükleri, karşılıklı hak ve menfaatler dengesine dayanmaktadır.
Alacakların icrasına ilişkin süreç bakımından da durum böyledir (Hesna Funda
Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No:
2014/17196, 25/10/2018, paragraf 71; AYM, E.2019/11, K.2019/86, 14/11/2019,
paragraf 14).
Devlet bu sistemi kurarken gerek alacaklının gerekse de borçlu
ve ilgili üçüncü kişilerin hak ve menfaatlerini gözetmek, kişilerin mülkiyet
haklarının korunması için gerekli tedbirleri almak durumundadır. Buna göre bir
yandan alacaklının mülkiyet hakkı kapsamında bulunan alacağına kavuşması için
etkin bir icra yolunun oluşturulması, öte yandan da icradan etkilenen borçlu ve
ilgili diğer kişilere, mülkiyet haklarına yapılan müdahalelerin keyfî veya
hukuka aykırı olduğunu ileri sürebilmeleri için etkin biçimde itiraz edebilme
imkânının tanınması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda
Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., § 72; Nihal Soydan, B. No: 2015/3112, 23/1/2019,
§ 35; AYM, E.2019/11, K.2019/86, 14/11/2019, § 15).”
Bilindiği üzere; T.C. Anayasası'nın 18. maddesi ile angarya
yasaklanmıştır.
Anayasa Mahkemesi'nin 2014/8881 başvuru numaralı 25.07.2017
tarihli ‘…. kararında da ifade edildiği gibi; angarya, bir maldan ya da bir
kişinin çalışmasından karşılıksız yararlanma biçiminde tarif edilmiş olup
angarya kavramının emekten karşılıksız yararlanma durumunu kapsadığının kabulü
gerekmektedir:
“Anayasa'nın 18. maddesinde, Sözleşme'nin 4. maddesi ile 29
No.lu Sözleşme'nin 2. maddesinden farklı olarak "zorla (cebri)
çalıştırma" ve "zorunlu çalışma" yerine "zorla
çalıştırma" ve "angarya" kavramlarına yer verilmiştir. Maddenin
gerekçesinde angarya, kişinin emeğinin karşılığını almadan zorla çalıştırılması
olarak tanımlanmıştır. Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da angarya,
bir maldan ya da bir kişinin çalışmasından karşılıksız yararlanma biçiminde
tarif edilmiştir. Anayasa Mahkemesince yapılan bu tanım, angaryanın geleneksel
konseptiyle uyarlıdır. Zira angarya tarihsel süreç içinde bir kimsenin
emeğinden karşılıksız yararlanmanın yanında başkasına ait bir taşınır veya
taşınmaz malın -özellikle cezalandırma aracı olarak- bedelsiz bir şekilde
kullanılması ve bunların her türlü semerelerinden yararlanılması durumunu da
kapsayacak şekilde anlamlandırılmıştır. Ancak anayasal sistemimiz içinde mal
varlığı hakları mülkiyet hakkı kapsamında ayrıca ve özel olarak koruma
gördüğünden mallardan karşılıksız yararlanma olgusunun angarya yasağı
kapsamında değerlendirilmesine gerek bulunmamaktadır. Dolayısıyla Anayasa'nın
18. maddesinde sözü edilen angarya kavramının sadece emekten karşılıksız
yararlanma durumunu kapsadığının kabulü gerekir.”
Yasa hükmü ile emek ve mesai harcayan avukatın hak ettiği, emeği
karşılığı kazandığı devlete ait olmayan yasal vekalet ücreti söz konusu Kanun
maddesi ile ortadan kaldırılmaktadır.
Mahkememizce, Anayasa Mahkemesi'ne başvuruda bulunulmasını talep
ettiğimiz yasal düzenlemeye ilişkin en önemli husus, Kanun koyucunun, devlete
veya kamuya ait olmayan ve avukatların emek ve mesailerinin karşılığı olan bir
alacaktan avukatlar adına vazgeçiyor olmasıdır. Mevcut düzenlemeler ve açılmış
olan davalar dolayısıyla avukatların bu dosyalarda ücret alacakları konusunda
haklı bir beklentileri olması bir yana, söz konusu alacaklar avukatlar
bakımından bir “hak”tır. Kanun hükmü ile avukatların ücret alacaklarına ve bu
sebeple de mülkiyet hakkına ilişkin demokratik bir toplumun gereklerine uygun
olmayan ve meşru amaçla orantılı olmayan bir şekilde haklarına müdahale durumu
söz konusudur.
Nitekim Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinin son fıkrası karşı
yan vekalet ücretinin iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup
edilemeyeceği ve haczedilemeyeceğini düzenleyerek avukatlık ücretini koruma
altına almıştır.
Anayasa Mahkemesi’nin 03.03.2004 gün ve E.2002/126, K.2004/27
sayılı kararında,
“Avukatların hukuksal bilgi ve tecrübelerinden yararlanma, hak
arama ve savunmada başvurulacak meşru yol ve vasıtaların başında gelir. Vekalet
ücreti, savunma hakkının en önemli parçası olan hukuki danışmanlık görevinin,
konunun uzmanı hukukçular tarafından yapılmasının doğal bir sonucudur.
Avukatların mesleklerini serbestçe ve herhangi bir kaygı olmadan yapabilmeleri
için yaptıkları hizmetin karşılığı olan makul bir ücret almaları gerekir…”
denilmiştir.
1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun "Avukatlık ücreti"
başlıklı 164. maddesi;
“Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan
meblâğı veya değeri ifade eder. Yüzde yirmi beşi aşmamak üzere, dava veya
hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi avukatlık ücreti
olarak kararlaştırılabilir.
İkinci fıkraya göre yapılacak sözleşmeler, dava konusu para
dışındaki mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü
taşıyamaz.
Avukatlık asgarî ücret tarifesi altında vekâlet ücreti
kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması halinde, durum baro yönetim kuruluna
bildirilir. Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar
arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin
olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin
hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava ve
işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını
incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın
emeğine göre ilâmın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile
yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. Değeri
para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi
uygulanır.
Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa
yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu
nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez." şeklinde
düzenlenmiştir.
Anayasa Mahkemesi, Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinin “Dava
sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücreti
avukata aittir.” hükmünün Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla açılan davayı 16
Mayıs 2019 tarihli 30776 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan kararı ile
reddetmiştir.
Anayasa Mahkemesi'nin 10.04.2019 tarih E.2017/154, K.2019/18
sayılı kararında “… tarafların eşit koşullarda özgür iradeleri ile
düzenleyecekleri avukatlık sözleşmelerinin hukuki geçerliliği ve kapsamına
müdahale teşkil etmeyen kuralın Anayasa’da koruma altına alınan sözleşme
özgürlüğüne ve eşitlik ilkesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.” denilerek
maddenin, Anayasa’ya aykırı olmadığı belirtilmiştir.
Vekalet ücretinin, savunma hakkının en önemli parçası olan
hukuki danışmanlık görevinin, konunun uzmanı hukukçular tarafından yapılmasının
doğal bir sonucu olduğunun vurgulandığı kararda, “… kişilerin bizzat dava açma
veya davalarını avukatla takip etme imkanını ortadan kaldırmayan itiraz konusu
kuralın hak arama özgürlüğüne aykırı olduğundan söz edilemez.” ifadesi
kullanılmıştır.
Avukatlık Kanunu’nun 163. maddesinde “Avukatlık sözleşmesi
serbestçe düzenlenir. Avukatlık sözleşmesinin belli bir hukukî yardımı ve
meblâğı yahut değeri kapsaması gerekir. Yazılı olmayan anlaşmalar, genel hükümlere
göre ispatlanır. Yasaya aykırı olmayan şarta bağlı sözleşmeler geçerlidir.
Avukatlık ücret tavanını aşan sözleşmeler, bu Kanunda belirtilen tavan
miktarında geçerlidir. İfa edilmiş sözleşmenin geçersizliği ileri sürülemez.
Yokluk halleri hariç, avukatlık sözleşmesinin bir hükmünün geçersizliği, bu
sözleşmenin tümünü geçersiz kılmaz.” hükmü yer almaktadır.
Avukatlık Kanunu “her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların
adalete ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam
olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel
kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamak” amacıyla avukatların “..mahkeme,
hakem veya yargı yetkisini haiz bulunan diğer organlar huzurunda gerçek ve
tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak” görevini yürüttüklerini
hükme bağlamıştır.
Adalet hizmetinin sağlıklı işlemesi, adil yargılanma ilkesinin
tam olarak uygulanabilmesinin sağlanması, avukatlık mesleğinin niteliği ile
görevi ifa ederken alınan ağır sorumluluklar, harcanan mesai ve emek
düşünüldüğünde; avukatın emeğinin, verdiği adalet hizmetinin karşılığını
alabilmesi Anayasa, hukuk ve hakkaniyet gereğidir.
Anayasa’nın Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlandırılması
Başlıklı 13. maddesi uyarınca temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. Dava konusu düzenleme ile ise işbu Anayasa
hükmüne aykırı olarak avukatların emeklerinin karşılığı olan vekalet ücretinden
vazgeçilerek mülkiyet hakkı sınırlandırılmaktadır.
Öyleyse, 35. madde bağlamında daha detaylı açıklamalar
yapılmalıdır.
Burada, başvuruya konu kanun hükmüne tekrar yer vermek
gerekecektir. Kanundaki cümle aynen şu şekildedir. "Bu kapsamda, tamamı
ödenen alacaklara ilişkin yargılama giderleri ile icra masrafları ve vekâlet
ücretleri karşılıklı olarak talep edilmez. "
Anayasa Mahkemesi'nin emsal nitelikteki, 22/10/2020 tarih,
2019/100 esas ve 2020/62 karar sayılı kararında da belirtildiği üzere, mülkiyet
hakkı; kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu
sınırlamalara uymak şartıyla sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma,
semerelerinden yararlanma ve üzerinde tasarruf etme imkânı veren bir haktır. Bu
bağlamda, malikin, mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü
üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin kısıtlanması veya
mülkünden yoksun bırakılması mülkiyet hakkına getirilmiş bir sınırlama
niteliğindedir. Yine tekrar edecek olursak, Anayasa Mahkemesi kararlarında
belirtildiği üzere mülkiyet hakkı ekonomik değer ifade eden ve parayla
değerlendirilebilen her türlü malvarlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39,
K.2015/62, 1/7/2015, § 20).
Mülkiyet hakkı, taşınır ya da taşınmaz bir eşya üzerinde hak
sahibine kullanma, yararlanma ve tasarruf yetkisi veren, hukuk düzeninin
sınırları içinde kullanılabilen, mutlak ve ayni bir haktır.
Dolayısı ile, para üzerindeki hak da mülkiyet hakkının bir
görünümüdür. Başvurunun konusunu oluşturan iki konu bulunmaktadır. Bunlar:
yargılama giderleri ile vekalet ücretidir. Her iki konu da ekonomik bir değeri
ifade etmeleri bakımından ilgilisi bakımından doğrudan mülkiyet hakkı
çerçevesinde mülahaza edilmelidir. Başvurunun gerekçesinin izahı için bu iki
konuya değinmek gerekecektir.
Yargılama giderleri, bir davanın görülmesi ve sonuçlanması için
ödenmesi gereken harçlar ile masraf ve ücretlerin tamamını ifade etmektedir.
Yargılama giderleri dar anlamda tanımlanırsa bir davanın görülmesi ve
sonuçlanması için ödenmesi gereken avans ve ücretler; geniş anlamda
tanımlanırsa yargılama hizmetinin yerine getirilebilmesi için yapılması gereken
diğer bütün giderler olarak izah edilebilir. Günümüzde yargılama giderleri
kavramı, geniş anlamda kullanılmakta olup söz konusu giderler, harçlar,
masraflar ve vekalet ücreti olarak üçe ayrılır. (Yargılama gideri kavramının
geniş izahatı için bkz. KURU, Baki, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul
Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2017, s.586)
Esasen vekalet ücreti de bir tür yargılama gideri kalemidir.
Belirtilen tariften yola çıkıldığında, başvurunun temel sebebinin geniş anlamda
yargılama giderleri ile ilgili olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Yargılama giderleri, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 323 ve
devamındaki maddelerinde düzenlemiştir. Kanundaki düzenlemeye bakıldığında
kanun koyucunun yargılama gideri kavramını dar değil geniş anlamda kabul ettiği
anlaşılmaktadır.
Buna göre, yargı harçlarının yanı sıra yargılama masrafları;
tebliğ ve posta masrafları, dosya ve sair evrak giderleri, geçici hukuki koruma
tedbirleri ve protesto, ihbar, ihtarname ve vekaletname düzenlenmesine ilişkin
giderler, keşif, tanık ve bilirkişi giderleri, keşif aracı gideri, vekille
takip olunan davalarda vekalet ücreti, resmi dairelerden alınan belgeler için
ödenen bedeller ve sair giderler olarak sayılmıştır. Söz konusu kanuni
düzenleme ile yargılama giderleri sadece yargılama süresince yapılan masraflarla
sınırlı kalmamış, yargılamadan önce yapılan masraflar da yargılama gideri
olarak kabul edilmiştir. (PAPAKÇI, Acun, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu
Uyarınca Yargılama Gideri Olan Vekalet Ücreti, Ankara 2016, s.5)
Yargılama giderlerinden sorumluluk başlıklı HMK 326. maddesine
göre, kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm
verilen taraftan alınmasına karar verilir. Davada iki taraftan her biri kısmen
haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre
paylaştırır. Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama
giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu
tutulmalarına da karar verebilir.
HMK 332. maddesine göre ise, yargılama giderlerine, mahkemece resen
hükmedilir. Yargılama gideri, tutarı, hangi tarafa ve hangi oranda yükletildiği
ve dökümü hüküm altında gösterilir. Hükümden sonraki yargılama giderlerini
hangi tarafın ödeyeceği, miktarı ve dökümü ile bu giderlerin hangi tarafa
yükletileceği, mahkemece ilamın altına yazılır.
Her ne kadar vekalet ücreti geniş anlamda yargılama
giderlerinden sayılsa da vekalet ücretinin genel kanun olan HMK'ya göre özel
kanun niteliğindeki Avukatlık Kanunu'nda da ayrıca düzenleme altına alınmış
olması nazara alındığında bu müesseseye de değinmek icap eder.
Vekalet ücreti kavramı, bir kimsenin kendisini yargılama
sırasında avukatla temsil ettirmek istemesi halinde gündeme gelmektedir.
Vekalet ücreti, hukuki açıdan avukatın vekalet hizmetine karşılık olan meblağı
ifade etmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin 03.03.2004 tarih, 2002/126 esas ve 2004/24
karar sayılı kararında vekalet ücreti; "Vekalet ücreti, savunma hakkının
en önemli parçası olan hukuki danışmanlık görevinin, konunun uzmanı hukukçular
tarafından yapılmasının doğal bir sonucudur. Avukatların mesleklerini serbestçe
ve herhangi bir kaygı olmadan yapabilmeler için yaptıkları hizmetin karşılığı
olan makul bir ücret almaları gerekir.” şeklinde tanımlanmıştır.
Avukatın hak kazanacağı vekalet ücretinin kanuni dayanağı Avukatlık
Kanunu’nun 163 ve devamındaki maddelerde düzenlenen taraflar arasındaki
avukatlık ücret sözleşmesinden kaynaklanabileceği gibi HMK'nın 323 ve
devamındaki maddeleri arasında düzenlenen dava sonunda diğer yargılama
giderleri birlikte mahkemelerce hükmedilen yargılama gideri olan vekalet ücreti
de olabilir.
HMK'nın vekâlet ücretinin taraf lehine hükmedilmesi başlığını
taşıyan 330. maddesine göre, vekil ile takip edilen davalarda mahkemece, kanuna
göre takdir olunacak vekâlet ücreti, taraf lehine hükmedilir.
Yine HMK'nın 331. maddesinin birinci fıkrasına göre davanın
konusuz kalması sebebiyle davanın esası hakkında bir karar verilmesine gerek
bulunmayan hâllerde, hâkim, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık
durumuna göre yargılama giderlerini takdir ve hükmeder.
6100 sayılı HMK'nın 331. maddesinin birinci fıkrası, 1086 sayılı
Kanunun 425. maddesinin karşılığı olmakla birlikte, yeni getirilen hüküm kısmen
farklıdır. Şöyle ki; 425. maddede davanın konusuz kalmasına örnek olarak iki
durum sayılmış iken, yeni düzenlenen bu maddenin birinci fıkrasında davanın
konusuz kalma hali örnekleme yoluyla belirtilmeyip, genel olarak ifade
edilmiştir. Davanın konusuz kalmasına; dava sırasında alacağın ödenmesi,
tahliye davası devam ederken kiracının kiralananı tahliye etmesi veya boşanma
davasının devamı sırasında eşlerden birinin ölmesi durumları örnek olarak
gösterilebilir. Bu durumda ise yargılama giderleri davanın açıldığı tarihteki
haklılık durumuna göre hâkim tarafından takdir edilecektir. Yani mahkemece bu aşamada
yapılacak iş, mahkemece yapılması gereken yargılamayı sürdürerek dava açıldığı
zaman hangi tarafın haksız olduğunu tespit edip o tarafı yargılama
giderlerinden sorumlu tutmaktır.
Vekalet ücretinin taraf lehine hükmedileceğinin özel olarak
düzenlenmiş olması HMK ile getirilen yeniliklerden biridir.
Bir hukuk muhakemesinde tarafların ya da taraflardan birinin
kendisini vekil vasıtasıyla temsil ettirmesi halinde HMK 323/1-ğ bendine göre
mahkeme, dava sonunda haksız çıkan taraf aleyhine, Avukatlık Kanunu md. 169
hükmü uyarınca Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre vekâlet ücretine
hükmeder. Mahkemece hükmedilecek vekalet ücreti, yargılama gideri olarak kabul
edilmektedir. Yargılama gideri olan vekalet ücreti, davayı kazanan taraf ile
kendisini temsil eden vekil arasında şartları serbestçe kararlaştırılan
Avukatlık Kanunu md. 163’te tanımlanan avukatlık ücretinden tamamen farklıdır.
Bu halde iki tür vekalet ücreti bulunmaktadır. Birincisi yargılama gideri olan
ve Mahkeme tarafından Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre hükmedilen vekalet
ücreti, bir diğer ise müvekkil ile vekil arasında özel olarak kararlaştırılan
şartlar uyarınca belirlenen vekalet ücretidir. Vekille takip edilmeyen dava ve
işlerde ise vekalet ücretine hükmedilmez.
Medeni Usul Hukukunda yargılama gideri olan vekalet ücretinin
aidiyeti konusu usul kanunu dışında Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinin 5.
fıkrasında da özel olarak düzenlenmiştir. Söz konusu kanuni düzenlemede; dava
sonunda, kararla, tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet
ücretinin avukata ait olduğu açık ve net bir şekilde kabul edilmiştir.
Yapılan açıklamalardan çıkan sonuç şudur ki; davayı tamamen veya
kısmen kazanan taraf, yapılan yargılama giderlerinin tamamı yahut belli bir
oranı üzerinde mülkiyet hakkına sahiptir. Aynı şekilde davanın tamamen yahut
kısmen kazanılması durumunda ise davayı kazanan tarafın avukatı, karşı taraf
vekalet ücreti üzerinde mülkiyet hakkına sahip olacaktır. Şayet dava konusuz
kalmış ise bu durumda hâkim, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık
durumuna göre yargılama giderlerini takdir ve hükmeder. Şayet dava konusuz
kalmış ve taraflardan biri yahut her ikisi de kendisini vekil ile temsil
ettiriyorsa, Mahkemece yapılması gereken iş, davanın açıldığı tarihte haklı
olan ve kendisini vekil ile temsil ettiren taraf yararına HMK 331 ve Avukatlık
Asgari Ücret Tarifesi 6. maddesi uyarınca hükmedilecek vekalet ücretini ve
haklı çıkan tarafça yapılan yargılama giderlerini haksız çıkan taraftan alarak
haklı çıkan tarafa vermektir.
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 6. maddesine göre,
anlaşmazlık, davanın konusuz kalması nedeniyle ön inceleme tutanağı
imzalanıncaya kadar giderilirse, bu tarife hükümleriyle belirlenen ücretlerin
yarısına, ön inceleme tutanağı imzalandıktan sonra giderilirse tamamına
hükmolunacağı, yine aynı tarifenin 13. maddesinin birinci fıkrasına göre, bu
tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu
para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücretinin, davanın
görüldüğü mahkeme için bu tarifenin ikinci kısmında belirtilen maktu ücretlerin
altında kalmamak kaydıyla (7. maddenin ikinci fıkrası, 10. maddenin üçüncü
fıkrası ile 12. maddenin birinci fıkrası, 16. maddenin ikinci fıkrası hükümleri
saklı kalmak kaydıyla) bu tarifenin üçüncü kısmına göre belirleneceği ifade
edilmiştir.
Başvuruya konu hukuki ihtilafta davacı Sosyal Güvenlik Kurumu
Başkanlığı ile davalılar .., ..., ... ve ... arasındaki rücuen tazminat
davasında, kurum sigortalısı tarafından işverenlere karşı açılan maddi - manevi
tazminat davası sonucu verilen kararın Yargıtay 21. Hukuk Dairesi'nin … tarih
ve … sayılı ilamı ile onandığı ve bahsi geçen karara dayanak teşkil eden
bilirkişi raporundaki kusur oranları ile inceleme konusu dosya içerisindeki
bilirkişi raporu kusur oranlarının örtüştüğü, davalılardan ... ile ...'ın asıl
ve alt işveren sıfatı ile iş kazası sebebiyle sorumlu oldukları, ...nin asıl
işveren olması dolayısıyla sigorta poliçesinin dava konusu zararı kapsadığı, bu
tespitin huzurdaki dosyanın istinaf incelemesinden geçerek yapıldığı
anlaşılmıştır (Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi, E.2020/1723,
K.2022/2431, 28/12/2022).
Huzurdaki dava dosyası istinaf aşamasındayken (kaldırma kararı
öncesi 2019/172 Esas numarası ile istinaf incelemesine gönderilen) ilk derece
mahkemesi kararından sonra davalılardan ... hükme konu alacakları 7326 sayılı
Yasa kapsamında yapılandırarak ödediği anlaşılmaktadır. Bu durumda şayet borcun
tamamı ödenmiş ise dava konusuz kalacak ve davanın esası hakkında karar
verilmesine gerek olmayacaktır. Nitekim Mahkememizce, söz konusu borcun ödenip
ödenmediği hususunda davacı … müzekkere yazılmış, davacı kurum tarafından
11.04.2023 tarihli yazı cevabına göre, davaya konu Kurum alacağının,
davalılardan ... tarafından 7326 sayılı Yapılandırma Kanunu'na istinaden
yapılandırılarak ödendiği tespit edilmiştir. Bu durumda ise dava konu tazminat
bedeli davacı tarafa ödenmiş ve dava konusuz kalmıştır.
O halde Mahkememizce yapılacak iş, davanın konusuz kalması nedeniyle
davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek ve davanın
açıldığı tarih itibariyle haklı olan ve kendisini vekil ile temsil ettiren
taraf yararına HMK 331 ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 6. maddesi uyarınca
hükmedilecek vekalet ücretini ve haklı çıkan tarafça yapılan yargılama
giderlerini haksız çıkan taraftan alarak haklı çıkan tarafa vermektir. Yani bu
durumda, davacı tarafın yapmış olduğu yargılama giderlerinin davalılardan
tahsili gerekecektir. Zira davanın açıldığı tarih itibariyle davacı tarafın
haklılık durumu söz konusudur. Dolayısıyla davacı kurum lehine olmak üzere
ancak Avukatlık Kanunu'nun 164/5 maddesi mucibince davacı tarafın avukatı için
vekalet ücretine hükmedilecektir.
Eldeki dava, iptale konu edilen kanun hükmünün yürürlüğe girdiği
tarih itibarıyla yargılaması devam eden davalardandır. Zira dava devam ederken,
davalılardan ... tarafından dava konusu tazminat bedeli, 7326 sayılı Bazı
Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun'un ilgili maddesi uyarınca yapılandırılmak suretiyle ödenmiştir.
Belirtilen hal somut olayda gerçekleşmiş durumdadır. Oluşan sonuca göre,
yargılama giderlerinin taraflar üzerinde bırakılması ve davanın açıldığı tarih
itibariyle haklılık payı olan davacı … lehine ve davalılar aleyhine vekalet
ücretine hükmedilmemesi gerekecektir. Başvuru konusu kuralın uygulanması,
bilhassa davacı vekilinin vekalet ücreti üzerindeki mülkiyet hakkını tamamen
ortadan kaldıracaktır. Bu bakımdan kural, mülkiyet hakkının özüne dokunacak ve
onu işlevsiz hale getirecek niteliktedir.
Anayasa’nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının
ancak kamu yararı amacıyla sınırlanabileceği belirtilmiştir. Kamu yararı
kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda
sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra
mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu
anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır.
(Anayasa Mahkemesi, Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53)
İtiraz konusu kuralda, kamu yararını gerektirir bir durum
bulunmamaktadır. Kuralın, anayasal bağlamda meşru bir amacı da yoktur.
İzah olunan sebep ve gerekçelere göre, iptali talep edilen kanun
hükmünün Anayasa'nın 35. maddesine açıkça aykırı olduğu değerlendirilmiştir.
Ayrıca, Anayasa'nın 13. maddesinde; temel hak ve hürriyetler,
özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,
Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz, denilmektedir.
Buna göre Anayasa'nın 13. maddesi hak ve özgürlüklerin ancak
kanunla sınırlanabileceğini temel bir kural olarak benimsemiştir. Bu çerçevede,
Anayasa'nın temel hak ve hürriyetler kısmında düzenlenen mülkiyet hakkına
yapılan sınırlamaların Anayasa hükümlerine uygun, ölçülü ve orantılı olması
gerekmektedir.
Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip
olması, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de
bir gereğidir. Hukuk devletinin temel unsurlarından olan hukuki belirlilik
ilkesi uyarınca kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu tedbir ihtiva etmesi lazım gelir. Kanunda
bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da
mecburidir. Zira, bu ilke, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, fertlerin
bütün fiil ve işlemlerinde Devlet'e güven duyabilmesini, Devlet'in de kanuni
düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli
kılar. (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla
Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik,
Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
Anayasanın 10. maddesindeki, kanun önünde eşitliğe ilişkin
kurala aykırılık yönünden yapılan değerlendirmede, hukuk muhakemelerinde
davanın tarafları arasında mutlak bir eşitlik bulunmaktadır. Devletin, yahut
kamu kurumlarının şahıs ya da özel hukuk tüzel kişileri ile taraf olduğu
uyuşmazlıklarda, davanın diğer tarafına karşı bir üstünlüğü yahut ayrıcalığı
yoktur. Binaenaleyh, kanun yapma yetkisini haiz olan Devlet'in, bu yetkisini,
görülmekte olan davalarda kendi lehine sonuçlar meydana getirecek şekilde
kullanması eşitlik kuralına aykırı olacaktır. Kural, bu yönü ile Anayasa'nın
10. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Diğer iki madde yönünden yapılan değerlendirmede ise, özellikle
temel haklardan olan mülkiyet hakkının korunması ve bu hakka müdahalede bulunma
usulünün de gene Anayasa'ya ve kanuna uygun olarak yapılması gerektiği, 2. ve
5. maddede düzenlenen hukuk devleti ve adalet ilkelerinin de bunu gerektirdiği,
bu bakımdan mülkiyet hakkı ile hukuk devleti ilkesinin birbiri ile bağlantılı
olduğu ve mezkur kanun hükmünün, hukuk devleti ve adalet ilkeleri ile de
bağdaşmayacağı sonucuna ulaşılmıştır.
Sonuç olarak; Dava konusu 7326 sayılı Bazı Alacakların Yeniden
Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un 10.
maddesinin 5. fıkrasının; "Bu kapsamda, tamamı ödenen alacaklara ilişkin
yargılama giderleri ile icra masrafları ve vekâlet ücretleri karşılıklı olarak
talep edilmez." şeklindeki son cümlesinin uygulanması halinde, yargının
kurucu unsurlarından olan ve bağımsız savunmayı serbestçe temsil eden, yine
Türk Ceza Kanunu'nun 6/d bendinde, "yargı görevlisi" olarak
tanımlanan avukatların vekalet ücreti alacaklarından da avukatların iradesi
dışında vazgeçilmesi sonucunu doğuran Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesine ve
Anayasa ile güvence altına alınan angarya yasağı ve mülkiyet hakkına aykırı
uygulamalar gelişeceğinden, 7326 sayılı Bazı Alacakların Yeniden
Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un
10. maddesinin 5. fıkrasının; "Bu kapsamda, tamamı ödenen alacaklara
ilişkin yargılama giderleri ile icra masrafları ve vekâlet ücretleri karşılıklı
olarak talep edilmez." şeklindeki son cümlesinin yukarıda ayrıntılarına
yer verildiği üzere Anayasa’ya aykırılığı sebebi ile Anayasa Mahkemesi'ne
başvurulmasını talep etme zorunluluğu doğmuştur.
İzah olunan sebep ve gerekçeler muvacehesinde, belirtilen kanun
hükmünün, yukarıda sıralanan Anayasa'nın ilgili maddelerine aykırı olduğu
değerlendirilmiş ve bu şekilde, iptal başvurusu gerekçelendirilerek Anayasa'ya
aykırılık gerekçeleri izah olunmuştur.
ARA KARAR : ( Gerekçeleri Yukarıda Açıklandığı Üzere;)
1-2709 numaralı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 152. maddesi
uyarınca, 7326 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un 10. maddesinin 5.
fıkrasının; "Bu kapsamda, tamamı ödenen alacaklara ilişkin yargılama
giderleri ile icra masrafları ve vekâlet ücretleri karşılıklı olarak talep
edilmez." şeklindeki son cümlesinin, Anayasa'nın 2, 5, 10, 13, 15, 18 ve
35. maddelerine aykırı olması sebebi ile belirtilen kanun hükmünün somut norm
denetimi yolu ile iptali için resen Anayasa Mahkemesi'ne müracaatta
BULUNULMASINA,
2-6216 numaralı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesi ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 46.
maddesi uyarınca, başvuru kararına ilişkin 05/05/2023 tarihli duruşma
tutanağının onaylı örneği, dava dilekçesi, cevap dilekçesi, kurumlardan gelen
yazı cevapları, bilirkişi raporu, tarafların diğer dilekçelerinin onaylı
örnekleri ile dosyaya sunulan diğer belgelerin tarih sırasına göre başlıklar
hâlinde sıralandığı dizi pusulası halinde (incelemeye esas olmak üzere dosya
arasında bulunan kayıtların ve iş bu kararın onaylı birer örneğinin oluşturulacak
dizi listesine bağlanılarak bir dosya halinde) Anayasa Mahkemesi'ne üst yazı
ile GÖNDERİLMESİNE,
3-İstemin noksansız olarak iletilmesinden başlamak üzere
(başvuru dosyasının Anayasa Mahkemesine tebliğinden itibaren) beş ay süre ile
Anayasa Mahkemesi tarafından verilecek kararın BEKLENİLMESİNE,
4-Yasal düzenleme ile belirlenen beş aylık sürede karar verilmez
ise ilgili yargılamanın yürürlükteki hükümlere göre (Anayasa Mahkemesi'nin
kararı esas hakkında karar kesinleşinceye kadar gelirse Anayasa Mahkemesi
hükmüne uyulması koşuluyla) SONUÇLANDIRILMASINA,
Dair; ara kararın niteliği gereğince kanun yolu kapalı olmak
üzere karar verilmiştir.”