ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2023/69
Karar Sayısı : 2023/165
Karar Tarihi : 28/9/2023
R.G. Tarih - Sayı : 1/11/2023
- 32356
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Silivri Ağır Ceza Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun;
A. 101. maddesinin
2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un 97. maddesiyle değiştirilen (2)
numaralı fıkrasına 8/7/2021 tarihli ve 7331 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle
eklenen (d) bendi ile bentleri bağlayan hükümde yer alan “gösteren deliller
somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.” ibaresinin,
B. 284. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının “Bölge adliye mahkemesi karar ve hükümlerine karşı
direnilemez;…” bölümünün,
Anayasa’nın 5., 19., 36., 138. ve 141. maddelerine aykırılığı
ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi talebidir.
OLAY: Nitelikli
yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış
yaralama suçlarından açılan ceza davasında itiraz konusu kuralların Anayasa’ya
aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptalleri için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
Kanun’un itiraz konusu kuralların da yer aldığı;
1. 101. maddesi şöyledir:
“Tutuklama kararı
Madde 101 – (1) Soruşturma evresinde şüphelinin
tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının
istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka
gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten
hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya,
tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin
kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
d) (Ek:8/7/2021-7331/14
md.) Adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek
açıkça gösterilir. Kararın
içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak
suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.
(3) Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık,
kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin
yardımından yararlanır.
(4) Tutuklama kararı verilmezse, şüpheli veya sanık
derhâl serbest bırakılır.
(5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen
kararlara itiraz edilebilir.”
2. 284. maddesi şöyledir:
“Direnme yasağı
Madde 284 – (1) Bölge adliye mahkemesi karar ve
hükümlerine karşı direnilemez; bunlara karşı herhangi bir kanun yoluna
gidilemez.
(2) İtiraz ve temyize ilişkin hükümler saklıdır.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü
ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M.
Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU,
Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR ve Muhterem İNCE’nin
katılımlarıyla 5/4/2023 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle
sınırlama ve başvuruya engel bir durumun varlığı sorunları görüşülmüştür.
2. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava
sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri
sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu
hükümlerin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak anılan
maddeler uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde
yöntemince açılmış ve mahkemenin görev kapsamına giren bir davanın bulunması,
iptali talep edilen kuralın da o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak
kural ise bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların
çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak
nitelikteki kurallardır.
3. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme 5271
sayılı Kanun’un 101. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının (d) bendi ile bentlerini bağlayan hükmünde yer alan “gösteren
deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.” ibaresinin
iptallerini talep etmiştir.
4. Anılan fıkranın bentlerini bağlayan hükmünde yer alan “gösteren deliller
somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.” ibaresi fıkranın
itiraz konusu (d) bendinin yanı sıra itiraz konusu olmayan diğer bentleri
yönünden de geçerli, ortak kural niteliğindedir. Bu
itibarla kuralların esasına ilişkin incelemenin (d) bendi ile sınırlı olarak
yapılması gerekir.
5. Öte yandan Anayasa’nın “Anayasaya
aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi” başlıklı 152. maddesinin
dördüncü fıkrasında “Anayasa Mahkemesinin işin esasına girerek verdiği red
kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun
hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz”
denilmiştir. 6216 sayılı Kanun’un “Başvuruya engel durumlar” başlığını
taşıyan 41. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da “Mahkemenin işin esasına
girerek verdiği ret kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından itibaren on yıl
geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla itiraz başvurusu
yapılamaz” hükmüne yer verilmiştir.
6. 5271 sayılı
Kanun’un 284. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “Bölge adliye mahkemesi
karar ve hükümlerine karşı direnilemez;…” bölümüne yönelik iptal talebi, Anayasa
Mahkemesinin 26/7/2017 tarihli ve E.2017/48, K.2017/129 sayılı kararıyla esastan reddedilmiş ve bu karar 26/9/2017 tarihli ve 30192 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanmıştır. Anayasa Mahkemesince işin esasına girilerek reddedilen itiraz
başvurusuna konu kural hakkında yeni bir başvurunun yapılabilmesi için ret
kararının Resmî Gazete’de yayımlandığı 26/9/2017
tarihinden başlayarak
geçmesi gereken on yıllık süre henüz dolmamıştır.
7. Buna göre anılan
Kanun’un 284. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “Bölge adliye mahkemesi
karar ve hükümlerine karşı direnilemez;…” bölümüne yönelik başvurunun Anayasa’nın 152. maddesinin dördüncü
fıkrası ve 6216 sayılı Kanun’un 41. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince
reddi gerekir.
8. Açıklanan nedenlerle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun;
A. 101. maddesinin
2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un 97. maddesiyle değiştirilen (2)
numaralı fıkrasına 8/7/2021 tarihli ve 7331 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle
eklenen (d) bendi ile bentleri bağlayan hükümde yer alan “gösteren deliller
somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.” ibaresinin esasının
incelenmesine, esasa ilişkin incelemenin (d) bendi ile sınırlı olarak
yapılmasına,
B. 284. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının “Bölge adliye mahkemesi karar ve hükümlerine karşı
direnilemez;…” bölümüne yönelik itiraz başvurusunun Anayasa’nın 152.
maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 41. maddesinin
(1) numaralı fıkrası gereğince REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
9. Başvuru
kararı ve ekleri, Raportör Onur MERCAN tarafından hazırlanan işin esasına
ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa
kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup
incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Anlam ve Kapsam
10. 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir
tutuklama nedeninin bulunması hâlinde şüpheli veya sanık hakkında tutuklama
kararının verilebileceği ancak işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya
güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması durumunda tutuklama kararının
verilemeyeceği belirtilmiştir.
11. Anılan maddenin (2) numaralı
fıkrasında şüpheli veya sanığın kaçması,
saklanması ya da kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması,
şüpheli veya sanığın davranışlarının delilleri yok etme, gizleme veya
değiştirme, tanık, mağdur ya da başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde
bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturması durumunda tutuklama nedeninin
varsayılabileceği öngörülmüştür.
12. Maddenin (3) numaralı fıkrasında
ise işlendiği hususunda somut delillere
dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı hâlinde tutuklama nedeninin
bulunduğu kabul edilebilecek suçlar sayılmış, (4) numaralı fıkrasında da sadece
adli para cezasını gerektiren suçlarda veya vücut dokunulmazlığına karşı kasten
işlenenler hariç olmak üzere hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan
suçlarda tutuklama kararının verilemeyeceği ifade edilmiştir.
13. Anılan Kanun’un 109. maddesinin (1) numaralı fıkrasında bir suç sebebiyle yürütülen
soruşturmada 100. maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı hâlinde
şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar
verilebileceği, (2) numaralı fıkrasında Kanun’da tutuklama yasağı öngörülen
durumlarda da adli kontrole ilişkin hükümlerin uygulanabileceği belirtilmiştir.
14. Söz konusu maddenin (3) numaralı fıkrasında ise adli
kontrol kararıyla şüphelinin tabi tutulabileceği yükümlülükler sayılmıştır.
15. Kanun’un 101. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında soruşturma evresinde
şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına ise Cumhuriyet
savcısının istemi üzerine veya resen mahkemece karar verileceği, bu istemlerde
mutlaka gerekçenin gösterileceği ve adli kontrol uygulamasının yetersiz
kalacağını belirten hukuki ve fiilî nedenlere yer verileceği ifade edilmiştir.
16. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasında tutuklamaya,
tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin
kararlarda kuvvetli suç şüphesini, tutuklama nedenlerinin varlığını, tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını
gösteren delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterileceği,
kararın içeriğinin şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirileceği ayrıca bir
örneğinin yazılmak suretiyle kendilerine verileceği ve bu hususun kararda
belirtileceği hükme bağlanmıştır. Söz konusu fıkranın tutuklamaya, tutuklamanın
devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda
adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını gösteren delillerin somut
olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterileceğini belirten (d) bendi itiraz
konusu kuralı oluşturmaktadır.
17. Bu itibarla kural uyarınca yargı
mercilerince tutuklamaya, tutukluluk hâlinin
devamına ve bu husustaki bir tahliye talebinin reddine ilişkin kararların
gerekçesinde tutuklama yerine adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını
gösteren delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilmesi
gerekmektedir. Başka bir ifadeyle kurala göre adli kontrol uygulamasının
yetersiz kalacağını gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek
ortaya konulmadan tutuklama tedbirinin uygulanmasına veya uygulanmakta olan
tutuklama tedbirinin devamına ya da bu husustaki bir tahliye talebinin reddine
karar verilmesi mümkün değildir.
B. İtirazın
Gerekçesi
18. Başvuru kararında özetle; kamu düzenini bozan
eylemlerin önlenmesinin yanı sıra suç işlenmesi nedeniyle ortaya çıkan
mağduriyetlerin giderilmesinin de devletin görevleri arasında bulunduğu,
geçmişte edinilen tecrübeler nedeniyle yargı uygulamasında şüpheli ve sanığın
haklarının korunması anlayışının baskın olduğu, bu durumun ise mağdurun haklarının
göz ardı edilmesine yol açtığı, kuvvet kullanma tekelini elinde bulunduran
devletin bu yetkisini kullanmamasının varlık amacıyla bağdaşmadığı, koruma
tedbirlerinin temel amacının maddi gerçeğin ortaya konulması ve ceza hukukunun
caydırıcılık işlevinin gerçekleştirilmesi olduğu, koruma tedbirleri sayesinde
şüphelinin delilleri karartması ve kaçmasının önüne geçilerek yargılama
sonucunda verilen kararın kağıt üzerinde kalmamasının sağlandığı, bu suretle
toplumun adalete olan inancının korunduğu ve caydırıcılığın gerçekleştiği,
itiraz konusu kurala göre tutuklama kararında adli kontrol tedbirinin yetersiz
kalacağını gösteren delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça
gösterilmesi gerektiği ancak Anayasa’da böyle bir tutuklama şartının öngörülmediği,
tutuklama kararının verilmesini güçleştiren kuralın devletin toplumun huzur ve
refahı ile güvenliğini sağlama görevini yerine getirmesine engel olduğu, ayrıca
tutuklama tedbirine ilişkin anayasal ve yasal hükümleri işlevsiz hâle
getirdiği, yargı kararlarında toplumsal algının da gözönünde bulundurulmasının
adalet anlayışının yerleşmesi bakımından gerekli ve önemli olduğu, tutuklamanın
bir koruma tedbiri olduğu ancak bu tedbire başvurulmadığı durumlarda cezasızlık
algısının oluştuğu ve sosyal medyanın da etkisiyle toplumsal tepkinin doğduğu
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 5. ve 19. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
C. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
19. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi
uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden de
incelenmiştir.
20. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti; eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.
21. Hukuk devletinde, tutuklama ve adli kontrol gibi kişi
özgürlüğünü sınırlayan koruma tedbirlerine ilişkin düzenlemeler ceza muhakemesi
hukukunun ana ilkeleri ile Anayasa’nın konuya ilişkin kuralları başta olmak
üzere, ülkenin sosyal, kültürel yapısı ve etik değerleri gözönünde
bulundurulmak suretiyle saptanacak ceza yargılaması siyasetine göre belirlenir
(AYM, E.2012/149, K.2013/63, 22/5/2013).
22. Kurala göre tutuklamaya, tutukluluk hâlinin devamına ve bu
husustaki bir tahliye talebinin reddine ilişkin kararların gerekçesinde
tutuklama yerine adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını gösteren
delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilmesi
gerekmektedir.
23.
5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada 100. maddede
belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı hâlinde şüphelinin tutuklanması
yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebileceği öngörülmek suretiyle
tutuklamaya alternatif olarak adli kontrol tedbirine başvurulabileceği hükme
bağlanmıştır. Anılan Kanun’un 101.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise tutuklama istemlerinde adli
kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukuki ve fiilî nedenlere
yer verileceği belirtilmiştir.
24.
Adli kontrol yükümlülükleri tutuklamaya göre temel hak ve özgürlüklere daha
hafif sınırlama getiren koruma tedbirleridir (Halas Aslan, B. No:
2014/4994, 16/2/2017, § 79). Adli kontrol kurumu ile kişi, özgürlüğünden
tamamen yoksun bırakılmadan gözlemeyi ve denetlemeyi mümkün kılan tedbirlere
tabi tutulmakta, bu sayede kişinin kaçma riski azaltılırken özgürlüğünden tümü
ile yoksun kalmasına bağlı olarak olumsuz sonuçlarının ortaya çıkması da
engellenmektedir (AYM, E.2012/149, K.2013/63, 22/5/2013).
25.
Anayasa’nın 2. ve 14. maddelerinde belirtilen insan haklarına dayanan hukuk
devleti ilkesi uyarınca ceza yargılamasında temel hak ve özgürlükleri
sınırlayan tedbirlere son çare olarak başvurulması ve uygulanacak tedbirin
temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin anayasal güvencelere uygun
olması gerekir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. AYM, E.2012/149, K.2013/63,
22/5/2013). Bu bağlamda Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ölçülülük
ilkesi ceza yargılamasında kişi özgürlüğüne mümkün olan en hafif sınırlamayı
getirecek koruma tedbirinin tercih edilmesini gerektirmektedir.
26. Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuru alanında verdiği kararlarda da vurgulandığı üzere
tutuklama kararıyla kişi özgürlüğüne getirilen sınırlamanın ölçülü olduğunun
söylenebilmesi için anılan kararda öncelikle adli kontrol tedbirlerinin
tutuklama ile ulaşılmak istenen meşru amaç bakımından neden yeterli olmadığının
ortaya konulması gerekir (Halas Aslan, § 79). Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi de (AİHM) somut bir gerekçeyle adli kontrol tedbirinin yeterli
olmayacağı ortaya konulmadan tutuklama tedbirine başvurulmasının ihlale yol
açtığını kabul etmiştir (Lütfiye Zengin ve diğerleri/Türkiye, B. No:
36443/06, 14/4/2015, §§ 88, 89).
27.
Anılan yaklaşım gözönünde bulundurulmak suretiyle 5271 sayılı Kanun’un 101.
maddesinin (2) numaralı fıkrası 6352 sayılı Kanun’un 97. maddesiyle
değiştirilmiştir. Söz konusu değişikliğin gerekçesinde, AİHM kararlarında
tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin
reddine ilişkin kararların yeterli gerekçe gösterilmeden verilmesinin eleştiri
konusu yapıldığı, öngörülen düzenleme sonrasında hâkim veya mahkemenin
tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya tahliye isteminin reddine ilişkin karar
verirken kuvvetli suç şüphesi ile tutuklama nedenlerinin varlığını ve somut
olayda tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu somut olgularla gerekçelendirmek
zorunda kalacağı ifade edilmiştir.
28. Öte
yandan anılan fıkraya 7331 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle itiraz konusu kural
eklenmiştir. Söz konusu Kanun’un genel gerekçesinde, insan hakları ihlallerine yol açmadan maddi gerçeğe ulaşmanın ceza
muhakemesi hukukunun temel amacını teşkil ettiği, bunun için soruşturma ve
kovuşturma sırasında anayasal ilkelerin gözönünde bulundurulmasının zorunlu
olduğu, temel hak ve özgürlüklerle ilgili sınırlamaların makul ve ölçülü
olması, bu bağlamda ise ceza muhakemesi işlemlerinden beklenen yarar ile
muhakeme sürecinde başvurulan tedbirlerin kişi üzerindeki olası etkilerinin
orantılı olması gerektiği, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi başta
olmak üzere birçok uluslararası metinde yer alan temel ilkeler gözetilmek suretiyle
5271 sayılı Kanun’da bazı düzenlemelerin yapıldığı, ceza yargılamasında kabul
edilen koruma tedbirlerinden en ağırı olan tutuklamanın yargılama sürecinde bir
cezalandırma aracı değil soruşturma ve kovuşturmaların daha etkin
yürütülebilmesi için düzenlenmiş bir tedbir niteliği taşıdığı, tutuklamanın
istisnai bir tedbir olması nedeniyle öncelikli olarak tutuklama yerine adli
kontrol veya diğer koruma tedbirlerinin yeterli olup olmadığının
değerlendirilmesi gerektiği, bu nedenle tutuklama tedbirinin uygulanma
şartlarına ilişkin ilave düzenleme yapılarak kişi özgürlüğü ve güvenliğinin
korunmasına yönelik güvencelerin artırıldığı belirtilmiştir.
29. İtiraz konusu kuralın gerekçesinde de tutuklamanın istisnai bir
tedbir olması nedeniyle tutuklama yerine adli kontrol veya diğer koruma
tedbirlerinin yeterli olup olmadığının öncelikli olarak değerlendirilecek husus
olduğu ifade edilmiştir.
30. Başvuru kararında kuralın tutuklama tedbirine başvurulmasını
güçleştirdiği, bu nedenle devletin toplumun huzur ve refahı ile güvenliğini
sağlama görevini yerine getirmesine engel olduğu ayrıca tutuklama kararı
verilememesine bağlı olarak cezasızlık algısının oluştuğu ve toplumsal tepkinin
ortaya çıktığı ileri sürülmüş ise de ceza yargılamasında maddi gerçeğe sağlıklı
şekilde ulaşılabilmesini ve ileride verilecek muhtemel bir mahkûmiyet hükmünün
kâğıt üzerinde kalmamasını, başka bir ifadeyle hükmün infaz edilebilmesini
sağlayan tutuklama bir ceza değil koruma tedbiridir (E.2022/145, K.2023/59,
22/3/2023, § 42). Bu bağlamda tutuklama tedbiriyle şüphelinin veya sanığın
kaçması, delillerin karartılması ve suçun mağduru, tanığı veya diğer kişiler
üzerinde baskı yapılmasının engellenmesi amaçlanmaktadır (AYM, E.2021/79,
K.2021/104, 30/12/2021, § 9).
31.
Tutuklamanın ceza değil koruma tedbiri olduğu gözönünde bulundurulduğunda bu
tedbire başvurulmamasının cezasızlık algısına yol açacağı söylenemez. Tutuklama
tedbirine ilişkin kararların gerekçesinde yer alması öngörülen hususlara
ilişkin kuralın mağdurun hakları ile bir ilgisinin bulunmadığı ayrıca kanun
koyucunun toplumun huzur ve güvenliğinin hangi yöntemlerle sağlanacağını
belirleme konusunda takdir yetkisine sahip olduğu da açıktır.
32.
Diğer yandan kanun koyucunun yargılama
usullerine ilişkin yapacağı düzenlemelerde geniş bir takdir yetkisi
bulunmaktadır (AYM, E.2021/107, K.2022/109, 28/9/2022, § 48). Anılan yetki ceza
yargılamasında başvurulacak koruma tedbirlerine ilişkin yargı kararlarının tabi
olacağı usul hükümlerini belirlemeyi de kapsamaktadır. Anayasa’nın 141.
maddesinin üçüncü fıkrasında bütün mahkemelerin her türlü kararlarının
gerekçeli olarak yazılacağı öngörülmüştür. Bu bağlamda tutuklama tedbirinin
keyfî şekilde uygulanmasının engellenmesi için anılan tedbire ilişkin
kararların gerekçesinde yer alması gereken hususları belirlemek kanun koyucunun
takdirindedir.
33. Bu itibarla kişi özgürlüğüne daha hafif bir sınırlama
getiren adli kontrol tedbirinin yeterli olduğu durumlarda tutuklama kararının verilmesine
bağlı olarak ortaya çıkabilecek hak ihlallerini engellemek amacıyla öngörüldüğü
anlaşılan kuralın kanun koyucunun ceza
yargılamasına ilişkin usul hükümlerini belirleme yetkisi kapsamında kaldığı ve
insan haklarına dayanan hukuk devletinin mağdurun haklarını koruma yükümlülüğü
ile çelişen bir yönünün de bulunmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
34. Anayasa’nın 19.
maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.” denilmiştir. Anılan maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında ise
şekil ve şartları kanunda gösterilmek kaydıyla kişinin özgürlüğünden mahrum
bırakılabileceği hâller düzenlenmiştir.
35. Bu kapsamda maddenin üçüncü fıkrasının birinci cümlesinde
suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişilerin ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini
önlemek amacıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri öngörülmüştür.
36. Maddeye ilişkin Danışma Meclisinin kabul ettiği
metnin gerekçesinde, maddenin kişi özgürlüğü ve güvenliğini korumaya yönelik
hükümleri içerdiği, insanın kişi özgürlüğü ve güvenliğine sahip olmasının bunun
güvence altına alınması anlamına geldiği, kişinin hareket serbestisine sahip
olmasının kimsenin kanunda gösterilen hâl, kusur ve şartlar dışında bu
serbestiden mahrum edilmemesi, başka bir deyişle yakalanıp tutuklanamamasını
gerektirdiği, birinci fıkrada bu ana ilkenin düzenlendiği, ikinci ve üçüncü fıkralarda
da kişi özgürlüğünün kısıtlanabileceği hâllerin sınırlı sayma yoluyla
belirlendiği, bu suretle kanun koyucunun yetkisinin sınırlandığı, üçüncü
fıkrada sanık durumundaki kişilerin hangi hâllerde ve hangi şartlarla
özgürlüklerinin sınırlanabileceğinin belirlendiği, bu kapsamda kaçma, delilleri
karartma tehlikelerinin bulunmasının sanığın tutuklanması sebeplerini
oluşturduğu ayrıca “...veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hallerde...” ibaresiyle tutuklama sebeplerine ilişkin
sayımın sınırlayıcı olmadığının ortaya konulduğu, tutuklama sebeplerinin
kanunda gösterileceği ve tutuklamaya ancak hâkim tarafından karar
verilebileceği ifade edilmiştir.
37. Tutuklama sebeplerinin bulunduğu durumlarda tutuklama
kararının verilmesini zorunlu kılan düzenlemeler yapılmasını gerektiren
anayasal bir hüküm bulunmamaktadır. Nitekim anayasa koyucu maddede belirtilen
durumlarda suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler hakkında
tutuklama kararının verilebileceğini öngörmüştür. Bu bağlamda tutuklama
sebeplerinin varlığı hâlinde belirli şartlar dahilinde uygulanmak üzere
tutuklamaya alternatif olarak kişi özgürlüğüne daha hafif sınırlama getiren
koruma tedbirleri öngörmek kanun koyucunun takdirindedir.
38.
Diğer yandan maddenin amacı kişi özgürlüğüne keyfî müdahalelerin engellenmesi
olup maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek
sınırlamalar amaca uygun olmalı ve keyfî uygulamaya yol açmamalıdır (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 45).
Bu itibarla yargı mercilerinin koruma tedbirlerine ilişkin alacağı kararların
tabi olacağı usul ve esasların da keyfî uygulamalara karşı koruyucu önlem
içermesi gerekir.
39. Başvuru kararında kuralla Anayasa’da yer almayan bir
tutuklama şartının öngörüldüğü ileri sürülmüş ise de tutuklama nedenlerinin
varlığı hâlinde tutuklama kararı verilmesini zorunlu kılan düzenlemeler
yapılmasını gerektiren anayasal bir hükmün bulunmadığı, tutuklamaya alternatif
koruma tedbirlerini öngörmenin ve kişi özgürlüğünün sınırlanmasına ilişkin
şekil ve şartları keyfî uygulamalara yol açmayacak şekilde belirlemenin kanun
koyucunun takdirinde olduğu gözönünde bulundurulduğunda adli kontrol
uygulamasının yetersiz kalacağını gösteren delillerin somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilemediği hâllerde tutuklamaya, tutukluluk
hâlinin devamına ve bu husustaki bir tahliye talebinin reddine ilişkin karar
verilmesine imkân tanımayan kuralın tutuklama tedbirine ilişkin anayasal
hükümle çelişen bir yönünün de bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
40.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. ve 19. maddelerine aykırı değildir.
İtirazın reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa’nın
5. maddesine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen
hususların Anayasa’nın 2. ve 19. maddeleri bağlamında yapılan değerlendirmeler
kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 5. maddesi yönünden ayrıca
bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
IV. HÜKÜM
4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun 101. maddesinin 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un 97.
maddesiyle değiştirilen (2) numaralı fıkrasına 8/7/2021 tarihli ve 7331 sayılı
Kanun’un 14. maddesiyle eklenen (d) bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
itirazın REDDİNE 28/9/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Başkanvekili
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
Basri BAĞCI
|
Üye
İrfan FİDAN
|
Üye
Kenan YAŞAR
|
Üye
Muhterem İNCE
|
|
|
|
|