“…
1)
16.06.2022 tarihli ve 7411 sayılı Sağlıkla İlgili Bazı
Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun’un 3. maddesiyle 04.01.1961 tarihli ve 209 sayılı Sağlık Bakanlığına
Bağlı Sağlık Kurumları ile Esenlendirme (Rehabilitasyon) Tesislerine Verilecek
Döner Sermaye Hakkında Kanun’un 5. maddesinin birinci fıkrasının değiştirilen
mevcut ikinci cümlesinde yer alan ‘‘disiplin durumu,’’ ibaresi ile ‘‘yönetmelikle’’
ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
209 sayılı Sağlık Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumları ile
Esenlendirme (Rehabilitasyon) Tesislerine Verilecek Döner Sermaye Hakkında
Kanun’un 5. maddesinde döner sermaye gelirlerinden, döner sermayeli sağlık
kurum ve kuruluşlarında görev yapan memurlar ve sözleşmeli personel ile açıktan
vekil olarak atananlara mesai içi veya mesai dışı ayrımı yapılmaksızın ek ödeme
yapılabileceği düzenlenmektedir.
7411 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle 209 sayılı Kanun’un 5.
maddesinde birtakım değişiklikler yapılmıştır. Söz konusu değişikliklerin
yapılmasının saiklerinden biri, Danıştay 11. Dairesi’nin 28.12.2016 tarihli ve
2013/1812 E.; 2016/5079 K. sayılı kararıdır. Bu kapsamda anılan 5. maddenin
birinci fıkrasına birinci cümlesinden sonra gelmek üzere ‘‘Her bir sağlık
tesisinde ek ödemeye esas işlemleri denetlemek üzere inceleme heyetleri
oluşturulur.’’ şeklindeki cümle eklenmiş; söz konusu birinci fıkranın mevcut
ikinci cümlesi değiştirilmiştir. Değiştirilen mevcut ikinci cümleye göre sağlık
kurum ve kuruluşlarında Bakanlıkça belirlenen hizmet sunum şartları ve
kriterleri, personelin unvanı, görevi, disiplin durumu, çalışma şartları ve
süresi, hizmete katkısı, performansı, tetkik, eğitim-öğretim ve araştırma
faaliyetleri ile muayene, ameliyat, anestezi, girişimsel işlemler ve özellik
arz eden riskli bölümlerde çalışma gibi unsurlar dikkate alınmak suretiyle; ek
ödemenin oranı, usul ve esasları ile inceleme heyetlerinin yapısı, çalışma usul
ve esasları Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın uygun görüşü üzerine Sağlık
Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle belirlenecektir.
İhtilaflı kurala ilişkin Anayasa’ya aykırılıklar
gerekçelendirilmeden önce 209 sayılı Kanun’un 5. maddesinin kapsamında kalan
döner sermayeli sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan memurlar ve
sözleşmeli personel ile açıktan vekil olarak atananların hukuki statüsünü
ortaya koymak gerekmektedir. Anayasa’nın 2.
maddesiyle sosyal devlet olarak nitelendirilen Devletin, temel hak ve
özgürlüklerin verimli, etkili ve güvenli biçimde kullanılmasına elverişli
ortamı hazırlama yükümlülüğü bulunmaktadır. Zira Anayasa’nın 5. maddesinde
Devletin temel amaç ve görevleri arasında; kişilerin ve toplumun refah, huzur
ve mutluluğunu sağlamak, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmak sayılmaktadır. O halde Devlet, anılan
yükümlülüğü Anayasa’nın 17. maddesinde güvencelenen yaşam hakkıyla da ilintili
olan Anayasa’nın 56. maddesinde hüküm altına alınan sağlık hakkı bakımından
yerine getirmekle mükelleftir. Başka bir anlatımla Devlet, sağlık meslek
mensupları marifetiyle bireylere sağlık hakkının kullanımı için gerekli
koşulları temin etmelidir. O halde Devlet tarafından sunulan sağlık özelindeki
kamu hizmetinin, kamu görevlileri eliyle yerine getirilmesi lazım gelmektedir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi de bir kararında;
‘‘Kamu hizmeti, geniş tanımıyla, devlet ya da diğer kamu
tüzelkişileri tarafından ya da bunların denetim ve gözetimleri altında, ortak
gereksinimleri karşılamak ve kamu yararını sağlamak için topluma sunulmuş
bulunan sürekli ve düzenli etkinliklerdir. Toplumsal yaşamın zorunlu
gereksinimlerinden olan düzenlilik ve süreklilik isteyen sağlık hizmeti de
niteliği gereği kamu hizmeti olarak değerlendirilmektedir.
5258 sayılı Yasa'ya göre aile hekimleri ve aile sağlığı
elemanlarınca sunulacak hizmetler, kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri
ile birinci basamak tanı koyucu, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetleridir.
Sağlık Bakanlığı'nın, aile hekimliği hizmetlerini, pilot olarak
belirleyeceği illerde görevlendireceği ya da sözleşmeli olarak çalıştıracağı
personel eliyle yürütmesi, bu hizmetlerin niteliği itibariyle belli bir
düzenlilik içinde sunulması gereken, kişilerin ve dolayısıyla aile ve toplumun
varlığı ve huzuru yönünden vazgeçilmez, ertelenemez ve ikame edilemez hizmetler
olması, aile hekimi ve aile sağlığı elemanlarının bu hizmetleri kapsamlı ve
devamlı olarak belli bir mekânda ve tam gün çalışma esasına göre sunmaları,
aile hekimliği pilot uygulamasına geçilen illerde bu hizmetlerin ücretsiz
olarak verilmesi, kişilerin bu sağlık hizmetlerinden yararlanabilmelerinin aile
hekimlerine kayıt olmalarına bağlı olması ve bu illerde aile hekimliği
kapsamındaki hizmetlerin sadece aile hekimlerince sunulması, birinci basamakta
düzenlenmesi öngörülen her türlü reçete, rapor ve sevklerin ve diğer resmi
belgelerin, aile hekimleri tarafından düzenlenmesi, birinci basamaktan ikinci
ve üçüncü basamak sağlık kurum ve kuruluşlarına sevklerin aile hekimlerince
yapılması, sözleşmeli çalışacak aile hekimi ve aile sağlığı elemanlarının idare
ile imzalayacakları sözleşmenin idari hizmet sözleşmesi niteliğinde bulunması,
sözleşmeli aile hekimi ve aile sağlığı elemanlarının ücretlerinin idarece
ödenmesi, aile hekimlerinin düzenledikleri tüm kayıt, evrak ve belgelerin resmi
kayıt ve evrak niteliğinde olması, aile hekimleri ve aile sağlığı elemanlarının
mevzuat ve sözleşmeye uygunluk ve diğer konularda, Bakanlık, ilgili mülki idare
ve sağlık idaresinin denetimine tabi olmaları, görevleriyle ilgili ya da
görevleri başında işledikleri veya kendilerine karşı işlenen suçlarda Devlet
memuru gibi kabul edilmeleri gözetildiğinde, aile hekimleri ve aile sağlığı
elemanlarınca sunulacak olan aile hekimliği hizmetlerinin, Devletin genel idare
esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetinin gerektirdiği asli ve
sürekli görevler olduğu açıktır.
Bu durumda, ihtiyaç duyulması halinde, Türkiye'de mesleğini icra
etmeye yetkili ve 657 sayılı Yasa'nın 48. maddesinin (A) bendinin (4), (5) ve
(7) numaralı alt bentlerindeki şartları taşıyan kamu görevlisi olmayan uzman
tabip, tabip ve aile sağlığı elemanları, Sağlık Bakanlığı'nın önerisi, Maliye
Bakanlığı'nın uygun görüşü üzerine idari hizmet sözleşmesi yapılarak aile
hekimliği uygulamalarını yürütmek üzere çalıştırılabileceklerdir. Bu şekilde
çalıştırılanlar Anayasa'nın 128. maddesinde yer alan 'diğer kamu görevlisi'
kapsamında olduğundan, iptali istenen kural Anayasa'ya aykırılık
oluşturmamaktadır.’’
şeklindeki gerekçeyi kaleme almak suretiyle; aile hekimleri ve
aile sağlığı elemanlarınca sunulacak olan aile hekimliği hizmetlerinin,
Devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmeti
olduğuna işaret etmektedir (Anayasa Mahkemesi’nin 21.02.2008 tarihli ve 2005/10
E.; 2008/63 K. sayılı Kararı).
O halde 209 sayılı Kanun’un 5.
maddesinin kapsamında kalan döner sermayeli sağlık kurum ve kuruluşlarında
görev yapan memurlar ve sözleşmeli personel ile açıktan vekil olarak atananları
da Anayasa’nın 128. maddesi bağlamında değerlendirmek gerekmektedir. Yine bu
kimselere yapılacak ek ödemeler, akçeli iş olması itibarıyla özlük hakkı
niteliğindedir.
a)
16.06.2022 tarihli ve 7411 sayılı Sağlıkla İlgili Bazı
Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun’un 3. maddesiyle 04.01.1961 tarihli ve 209 sayılı Sağlık Bakanlığına
Bağlı Sağlık Kurumları ile Esenlendirme (Rehabilitasyon) Tesislerine Verilecek
Döner Sermaye Hakkında Kanun’un 5. maddesinin birinci fıkrasının değiştirilen
mevcut ikinci cümlesinde yer alan ‘‘disiplin durumu,’’ ibaresinin Anayasa’ya
aykırılığı
Yukarıda açıklandığı üzere; 7411 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle
209 sayılı Kanun’un 5. maddesinin birinci fıkrasının mevcut ikinci cümlesi
değiştirilmiştir. Değiştirilen mevcut ikinci cümlede yer alan ve iptali talep
edilen ibareyle; Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın uygun görüşü üzerine Sağlık
Bakanlığı’nın çıkaracağı yönetmelikle; ek ödemenin oranı, usul ve esasları ile
inceleme heyetlerinin yapısı, çalışma usul ve esaslarını belirlenirken;
personelin disiplin durumunun dikkate alınması, Anayasa’ya aykırıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki Türk Tabipleri Birliği Hekimlik
Meslek Etiği Kuralları’nın ‘‘Disiplin Kovuşturması’’ başlıklı 46. maddesi
‘‘Hekimler bu kurallar bütünü hükümlerine aykırı davranışlarda bulunduklarında,
6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Yasası'na göre tabip odaları yönetim
kurulları tarafından onur kurullarına sevk edilirler. Hekimlerin disiplin
soruşturmasına uğraması, haklarında ayrıca hukuki veya cezai takibat
yapılmasına engel değildir.’’ şeklindedir. Bununla birlikte 6023 sayılı Türk
Tabipleri Birliği Kanunu uyarınca disiplin cezası verilecek kişileri ve
durumları belirlemek ve disiplin cezası verilmesinde uyulması gereken usul ve
esasları saptamak amacıyla 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu’nun 59.
maddesine dayanılarak Türk Tabipleri
Birliği Disiplin Yönetmeliği 28.04.2004 tarihli
ve 25446 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Yine 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu’nun 124 ilâ 136. maddeleri, disipline ilişkin ayrıntılı
hükümler ihtiva etmektedir. Söz gelimi anılan Kanun’un 125. maddesinde aylıktan
kesme cezası düzenlenmektedir.
i)Hukuk devleti ilkesi: ne bis in idem ilkesi bakımından: Ne bis
in idem ilkesi, Anayasa’da açıkça zikredilmese de hukukun genel
ilkelerindendir. Nitekim Anayasa Mahkemesi tarafından da belirtildiği üzere; ‘‘Hukuk devletinin temel
ilkeleri arasında yer alan aynı fiilden dolayı iki kez yargılama olmaz (ne bis
in idem) ilkesi gereğince kişi aynı fiil nedeniyle birden fazla yargılanamaz ve
cezalandırılamaz’’ (Anayasa Mahkemesi’nin
10.04.2019 tarihli ve 2017/33 E.; 2019/20 K. sayılı Kararı, 49).
Buna ilave olarak Anayasa Mahkemesi mal beyanında bulunmama
eylemi nedeniyle İcra İflas Kanunu’nun hem 76 hem de 337. maddesinde ayrı ayrı
disiplin ve tazyik hapis cezalarının öngörülmesi hakkında verdiği bir iptal
kararında;
‘‘Hukuk Devletinde hangi eylemlerin suç
sayılacağı ve bu suçları işleyenlere ne tür ve miktarda ceza verileceği yasa
koyucunun belirleyeceği bir alandır. İnfaz hukukunun maddi ceza hukukunu
tamamladığı ve onun ayrılmaz parçası olduğu gözetildiğinde, hangi cezaların
ertelenip ertelenmeyeceğinin, seçenek yaptırımlara çevrilip çevrilemeyeceğinin,
önödeme uygulanıp uygulanmayacağının, tekerrüre esas olup olmayacağının, şartla
salıverilme hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının veya adli sicil
kayıtlarına geçirilip geçirilmeyeceği konusunun Anayasa'ya ve Ceza Hukukunun
genel ilkelerine aykırı olmamak koşuluyla yasa koyucunun takdir yetkisi içinde
olduğunun kabulü gerekir……. İcra ve İflas Kanunu'nun 337. maddesinin birinci
fıkrasında ve 76. maddesinde borçlunun özgürlüğü bağlayıcı ceza ile
cezalandırılmasını gerektiren eylem, mal beyanında bulunmama eylemidir.
Yukarıda belirtildiği gibi hukuk devleti ve ceza hukuku ilkeleri gereği kişi
aynı eylem nedeniyle birden fazla yargılanmaz ve cezalandırılmaz. İtiraz konusu
kural uyarınca, müddeti içinde mazereti olmaksızın icra dairesine gelmeyen veya
yazılı olarak mal beyanında bulunmayan kimse disiplin hapsi cezası ile
cezalandırılmasının yanı sıra, İcra ve İflas Kanunu'nun 76. maddesine göre de
mal beyanında bulunmama eylemi nedeniyle tazyik hapsi cezası ile
cezalandırılabilecektir. Böyle bir olasılığın varlığı İcra ve İflas Kanunu'nun
337. maddesinde öngörülen disiplin hapsi cezasını, Anayasa'nın hukuk devleti
ilkesinin düzenlendiği 2. maddesine aykırı hale getirmektedir.’’
şeklinde hüküm kurmuştur (Anayasa Mahkemesi’nin
28.02.2008 tarihli ve 2006/71 E.; 2008/69 K. sayılı Kararı). Yine Anayasa
Mahkemesi’ne göre;
‘‘Ceza ve ceza muhakemesi hukuku ile disiplin hukukunun
birbirinden farklı kural ve ilkelere tâbi disiplinler olduğunda kuşku yoktur.
Ceza hukuku alanında öngörülen yaptırımlar, toplumsal düzene aykırı olan ve
ceza kanunlarında suç sayılan davranışlara uygulanıp, toplum düzeninin
korunması ve sağlanması amacına yönelik iken; disiplin cezaları, bir teşkilat
düzeninin korunması, devam ettirilmesi, onun verimli ve yararlı bir biçimde
çalışmasının sağlanması amacına yöneliktir. Bu bağlamda kişilerin fiili,
disiplin cezasının yanı sıra ceza hukuku alanında yaptırımı da gerektirebilir.
Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı ayrı yürütülür
ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi işlemediğine dair
hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları açısından doğrudan
bağlayıcı değildir…Öte yandan, hukuk devleti ilkesi ve ceza hukukunun temel
ilkeleri arasında yer alan “aynı fiilden dolayı iki kez yargılama olmaz (ne bis
in idem)” ilkesi gereğince, kişi aynı fiil nedeniyle birden fazla yargılanamaz
ve cezalandırılamaz. Ancak, bu ilke mutlak olmayıp, korunan hukuki yararı,
unsurları, amacı ve neticesi farklı olması nedeniyle ayrı hukuk disiplinleri
kapsamında aynı fiilin farklı şekillerde mütalaa edilmesi mümkündür. Bu ilke
sadece ceza davalarına ilişkin olduğu için aynı fiilden dolayı ceza
soruşturması yanında ayrıca hukuk davası veya disiplin soruşturması açılmasına
engel teşkil etmez. Dolayısıyla bir fiilin söz konusu hukuk disiplinlerinin
öngördüğü farklı yaptırımlarla cezalandırılması hukuk devleti ve “aynı fiilden
dolayı iki kez yargılama olmaz” ilkesine aykırılık oluşturmaz. Bu nedenle
izinden dönmeyen veya iki günden fazla bir süre geçtikten sonra dönen
hükümlüler hakkında farklı amaç ve hukuki yararları gerçekleştirmeye yönelik
olarak hem disiplin cezası hem de ceza yaptırımı verilebilmesinde Anayasa’ya ve
ceza hukukunun belirtilen temel ilkesine aykırı bir yön bulunmamaktadır.’’
(Anayasa Mahkemesi’nin 31.05.2017 tarihli ve
2017/28 E.; 2017/107 K. sayılı Kararı, §12 ve 15 ).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre,
non bis in idem ilkesinin üç temel bileşeni yer almaktadır (Mihalache/ Romanya
[BD], § 49): ‘‘1. Her iki yargılamanın “cezai” niteliğe sahip olup olmadığı, 2.
Suçun her iki yargılamada aynı olup olmadığı ve 3. Mükerrer yargılamaların
yapılıp yapılmadığı.’’ AİHM, örneğin Sismanidis ve
Sitaridis-Yunanistan kararında; davada söz konusu idari prosedürün, daha önce
kesinleşmiş bir beraat kararının ilişkin olduğu fiillerle aynı olan ikinci bir
suça tekabül etmesi hasebiyle, 7 numaralı Protokol’ün 4. maddesinin ihlaline
hükmetmiştir (AİHM, Sismanidis ve Sitaridis-Yunanistan, 9 Haziran 2016, başvuru
no: 66602/09 ve 71879/12, § 46). Yine, Mahkeme, örneğin Maszni-Romanya
kararında da, her ne kadar Romanya iç hukuku söz konusu ehliyet iptalini idari
bir tedbir olarak nitelese de; bu ehliyet iptalinin ağırlık derecesi itibariyle
cezalandırıcı ve caydırıcı bir nitelik taşıması sebebiyle, ceza müeyyidesi
oluşturduğuna hükmetmiştir (AİHM, Maszni-Romanya, 21 Eylül 2006, başvuru no :
59892/00. Aynı yönde, bkz.: AİHM, Sismanidis ve Sitaridis-Yunanistan, 9 Haziran
2016, başvuru no : 66602/09 ve 71879/12, § 35). AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesi
anlamında “cezai alanda ... yöneltilen suçlama” terimini, üç ölçütle
değerlendirmektedir: Fiilin iç hukuktaki hukuki nitelemesi, fiilin mahiyeti ve
müeyyidenin ağırlık derecesi (AİHM, Engel et diğerleri-Hollanda, 8 Haziran
1976, başvuru no : 5100/71 ve diğerleri, § 82). Sözleşme’nin 6. maddesi
çerçevesindeki bu yaklaşım ve söz konusu ölçütler, 7 numaralı Protokol’ün ne
bis in idem ilkesine ilişkin 4. maddesi bakımından da geçerlidir. (AİHM,
Prina-Romanya, kabul edilebilirlik, 8 Eylül 2020, başvuru no : 37697/13, § 48
vd.).
Öte yandan belirtmek gerekir ki Anayasa
Mahkemesi eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden (red) kararında;
‘‘Başvuru kararında, disiplin hukukunda da geçerli ve hukuk
devletinin gereği olan, aynı konu ve eylemden dolayı mükerrer yargılama
yapılmaması ve ceza verilmemesi(ne bis in idem)ilkesine aykırı biçimde itiraz
konusu kuralın disiplin cezası alan bir kimsenin aynı zamanda disiplin cezası
niteliğindeki ek ödemeden de mahrumiyetine yol açmasının Anayasa'nın 2.
maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan,
yargı denetimine açık, Anayasa'nın ve yasaların üstünde yasa koyucunun da
bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir.
5502 sayılı Yasa'nın 28. maddesinin itiraz konusu ibarenin de
yer aldığı ikinci fıkrasında, Sosyal Güvenlik Kurumu çalışanlarına yapılacak ek
ödeme usul ve esaslarına ilişkin çerçeve düzenlemeye yer verilmiş, ek ödemeye
ilişkin tutarlar ile ödemeye ilişkin diğer usul ve esasların, iptali istenilen'
disiplin cezaları'ölçütü dışında, görev yapılan birim ve iş hacmi, görev
mahalli, görevin önem ve güçlüğü, personelin sınıfı, kadro unvanı, derecesi ve
atanma biçimi, serbest çalışıp çalışmadığı, personelin performansı, kullanılan
izin ve istirahat raporları gibi ölçütler gözetilerek belirlenmesi
öngörülmüştür.
İptali istenilen ibarenin de bulunduğu kuralın gerekçesinde;
personele normal ücretinin dışında ödenen ek ödeme ve ikramiyelerde, personelin
performansının, istirahat raporunun ve disiplin cezası alıp almadığının dikkate
alınarak belirlenmesinin amaçlandığı belirtilmiştir.
Disiplin cezaları, kamu hizmetlerinin yürütülmesi ve kamu
yararının devamlılığının sağlanması amacıyla kamu görevlileri için görev, yetki
ve sorumlulukları bakımından yasal olarak düzenlenmiş yaptırımlardır. Kamu
hizmetlerini yürüten kamu görevlilerinin görev anlayışları, yetki ve
sorumlulukları kamu hizmeti ve hizmet gerekleri ile sınırlandırılmış, bu
sınırlar dışına çıkanların ise disiplin cezaları ile cezalandırılmaları
öngörülmüştür. Bu bağlamda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 124.
maddesinde, kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütülmesini sağlamak amacı ile
kanunların, tüzüklerin ve yönetmeliklerin devlet memurlarına yüklediği ödevleri
yurt içinde ve yurt dışında yerine getirmeyenlere, uyulmasını zorunlu kıldığı
hususları yapmayanlara, yasakladığı işleri yapanlara durumun niteliğine ve
ağırlık derecesine göre, 125. maddede sıralanan disiplin cezalarından birinin
verileceği hükme bağlanmıştır.
Öte yandan, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun temel
ilkeleri 3. maddesinde, "Sınıflandırma", "Kariyer" ve
"Liyakat" olarak belirlenmiş olup, kariyer ilkesi, devlet memurlarına
yaptıkları hizmetler için lüzumlu bilgilere ve yetişme şartlarına uygun
şekilde, sınıfları içinde en yüksek derecelere kadar ilerleme imkânı
sağlanmasını; liyakat ilkesi ise, kamu görevlerine girişin ve hizmet içinde
yükselişin 'işe uygunluk' ve 'performans' ölçütüne bağlanması, ücret ve diğer
çalışma koşullarının hizmetin etkinliğine ve sürekliliğine katkıda
bulunulmasını ifade eder.
5502 sayılı Yasa'nın 28. maddesi kapsamındaki ek ödeme, genel
bütçeden yapılan maaş ödemelerinin eklentisi niteliğinde değildir. Aylıklar
gibi genel ve zorunlu bir nitelik taşımayıp, kamu personelinin daha etkin ve
verimli çalışmasını sağlayan, kurumun üstlendiği kamu hizmetlerinin daha iyi
yürütülmesi amacına yönelik etkili bir performans yönetimi aracıdır. Disiplin
cezası almanın sonucu olarak ek ödemeden kesinti yapılması disiplin cezası
niteliğinde olmayıp, kamu performans yönetiminde verimliliğin artırılmasını
sağlamak için tercih edilmiş bir yöntem olduğundan aynı konu ya da eylem
nedeniyle iki kez cezalandırma anlamına gelmez.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu ibare Anayasa'nın 2.
maddesine aykırı değildir, iptal isteminin reddi gerekir.’’
şeklinde hüküm kurmuştur (Anayasa Mahkemesi’nin 01.04.2010
tarihli ve 2008/114 E.; 2010/53 K. sayılı Kararı). Buna ilave olarak Anayasa
Mahkemesi, Anayasa hükümlerinin veya Anayasa anlayışının değişmesi, zaman
içinde farklı Anayasal yorum yöntemlerinin kullanılması, somut olayın
koşullarının değişmesi veya soyut kuralın somut uygulamasında meydana gelen
aksaklıklar gibi nedenlerle; hukuki istikrar ilkesini göz önünde bulundurmak
suretiyle ve bu değişikliğin hukuki temellendirilmesini yapmak kaydıyla,
içtihat değişikliği yapabilir. Nitekim Gözler’e göre;
‘‘Anayasa Mahkemesi kararları, maddi anlamda kesin hüküm
oluşturduğuna göre, Anayasa Mahkemesi kararı, sadece yasama, yürütme ve yargı
organlarını değil, bizzat Anayasa Mahkemesinin kendisini de bağlar. Anayasa
Mahkemesinin iptal ettiği bir kanun, Anayasa Mahkemesi için de ortadan
kalkmıştır. Anayasa mahkemesi artık iptal ettiği bir kanunu bir kez daha iptal
edemez. İptal ettiği bir kanuna dayanarak kendisi bir işlem tesis edemez.
Ancak, Anayasa Mahkemesi kararının bizzat Anayasa Mahkemesi için bağlayıcılığı
da yine, Anayasa Mahkemesi kararının, gerekçesi için değil, hüküm fıkrası
içindir. Anayasa Mahkemesi, kendi kararının gerekçesi ile bağlı değildir.
Anayasa Mahkemesi, bir kararında ileri sürdüğü görüşü, aynı konuda bir başka
kararında benimsemeyebilir. Her ne kadar hukuk güvenliği bakımından Anayasa
Mahkemesinin içtihadlarında belli bir istikrar arzu edilirse de, Anayasa
Mahkemesi için hukuken böyle bir istikrar zorunluluğu yoktur. Anayasa Mahkemesi
kararlarının gerekçesi bağlayıcı olmadığına göre, Anayasa Mahkemesinin içtihad
değiştirmesi, hatta, daha önce iptal etmediği bir kanunu daha sonra önüne
geldiğinde iptal etmesi ve hatta önce iptal ettiği bir kanunun tekrar
çıkarılması durumunda iptal etmemesi imkan dahilindedir. Anayasa Mahkemesi
kararlarının Anayasa Mahkemesini de bağlamasının tek anlamı, Anayasa
Mahkemesinin iptal ettiği bir kanunun Anayasa Mahkemesi için de ortadan
kalkmasıdır.’’[4]
Bu bağlamda disipline yönelik söz konusu mevzuat karşısında bir
de iptali talep edilen ibare nedeniyle; ek ödeme yapılırken, personelin
disiplin durumunun dikkate alınması; aynı fiilden dolayı iki kez ceza verilmesi
sonucunu doğuracaktır. Başka bir anlatımla personel, disiplin durumunu
etkileyecek bir fiilin faili konumuna geldiğinde; hem Devlet Memurları Kanunu’nun
ilgili hükümlerine hem de 209 sayılı Kanun’un 5. maddesinin birinci fıkrasının
değiştirilen mevcut ikinci cümlesine muhatap kılınacaktır. Personele disiplin
hukuku bağlamında (aynı hukuk disiplini içinde) aynı fiilinden dolayı iki
farklı akçeli yaptırım (sırasıyla söz gelimi aylıktan kesme cezası verilmesi
veya ek ödeme yapılmaması / az yapılması) uygulanacaktır; iki kez mali
haklarından yoksun bırakılacaktır. Yukarıda anılan içtihatlar ışığında, anılan
müeyyidelere ne bis in idem ilkesinin uygulanacağı hususunda tereddüt
bulunmamaktadır. Kaldı ki iptali talep edilen ibare, disiplin cezasını değil
disiplin durumunu düzenlemektedir. Hangi türden disiplin durumunun ek ödemenin
az yapılması ya da hiç yapılmaması sonucunu doğuracağı da belirsizdir. Bu
nedenle iptali talep edilen ibare, ne bis in idem ilkesine ve dolayısıyla
Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
ii)Kuvvetler ayrılığı ve hukuk
devleti ilkeleri, hiçbir kimsenin veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir
yetkiyi kullanamaması ve yasama organının mahkeme kararlarına uyma zorunluluğu
bakımından: Anayasa’nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasına göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme
kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir
suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. O halde
‘‘Anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesi ile Anayasa’nın 138.
maddesinin son fıkrasındaki "Yasama ve yürütme organları ile idare,
mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını
hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez"
hükmünün gereği olarak Anayasa Mahkemesince yapılan yukarıdaki tespitler, yargı
kararlarının sonuçsuz kalmasına yol açtığı belirlenen kanuni düzenlemelerin de
iptaline karar verilmesiyle sonuçlanmaktadır.’’ (Anayasa Mahkemesi’nin
28.01.2016 tarihli ve 2014/92 E.; 2016/6 K. sayılı Kararı, Üye M. Emin Kuz ve
Üye Hasan Tahsin Gökcan tarafından kaleme alınan Karşıoy Gerekçesi).
Danıştay, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden
düzenleme hakkında verdiği bir kararında:
‘‘Dairemizin 23.12.2015 tarihli ve E:2013/1008; K:2015/6514 sayılı
kararı ile "209 sayılı Kanunun5. maddesiyle, davalı idareye ek ödemenin
oran ve miktarı ile bu ödemeye ilişkin usul ve esasları belirleme ve düzenleme
yetkisi "yönetmelik"e verilmiş iken, bu yetkinin "yönerge"
ile düzenlenmesi hukuka uygun bulunmayarak, "birim performans
katsayısı"nın Kurum tarafından çıkarılacak yönerge ile belirlenmesine
ilişkin düzenleme ve 209 sayılı Kanun'da yer almayan disiplin cezası kriteri
esas alınarak disiplin cezası alan personelin belirlenen süreler kadar ek
ödemeden yararlandırılmamasına ilişkin düzenlemede hukuka uygunluk
bulunmadığı" gerekçesiyle anılan düzenlemenin iptaline karar verilmiş
olduğundan, iptali istenilen aynı düzenleme hakkında ayrıca karar verilmesine
yer bulunmamaktadır.’’
şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Danıştay 11.
Dairesi’nin 28.12.2016 tarihli ve 2013/1812 E.; 2016/5079 K. sayılı Kararı).
Her ne kadar Danıştay, ‘‘Usul, esasa mukaddemdir.’’ ilkesinden
hareketle; şekil yönünden alt düzenleyici işlemin, kanun hükmünde yer almayan
bir unsuru (disiplin cezasını), ek ödeme yapılması için kriter olarak
belirlemesinde, hukuka uyarlık bulunmadığından bahisle iptal kararı verse de;
Danıştay Savcısının da belirttiği üzere; tek suça tek ceza ilkesinden
hareketle; esas yönünden ek ödeme yapılması için disiplin cezasının dikkate
alınmasında (bu durum, kanun düzeyinde belirlenmiş olsa dahi) hukuka uyarlık
bulunmamaktadır.
O halde Danıştay kararının maddi anlamda manasının hilafına;
kanun koyucunun ‘‘disiplin durumu’’ kriterini, şekli anlamda kanun formuna
getirmesi ve fakat maddi anlamda bu kriterin, ne bis in idem ilkesinin
gereklerini karşılamaması; Anayasa’nın 138. maddesini ihlal ettiği
gibi, hiçbir kimse ve organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamayacağını öngören 6. maddesine ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer
alan kuvvetler ayrılığı ilkesine ve 2. maddesinde yer alan hukuk devleti
ilkesine de halel getirmektedir.
iii)Mülkiyet hakkı ve temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma
ilkeleri ve güvence ölçütleri bakımından: Ek ödemeler üzerinde söz konusu
personelin mülkiyet hakkı bulunmaktadır. Nitekim Anayasa Mahkemesi, ek ödemelerle
benzer mali hak niteliğinde bulunan nöbet ücretlerini, mülkiyet hakkı
bağlamında ele almıştır:
‘‘56. Yukarıda da değinildiği üzere kamu personeli
hakkında yerine getirilen hizmetin şartları ile mali hakların belirlenmesine
ilişkin farklı düzenlemelerin yapılması söz konusu olabilir. Ancak somut olayda
aynı nitelikte kamu hizmeti veren ve uzman doktorların da dâhil olduğu 657
sayılı Kanun'a tabi personel ile 2547 sayılı Kanun'a tabi tıpta uzmanlık
öğrencilerine, ayrıca Sağlık Bakanlığı ile üniversitelerce birlikte kullanılan
sağlık tesislerinde nöbet tutan 2547 sayılı Kanun'a tabi öğretim üyelerine
nöbet ücreti ödenirken üniversite hastanelerinde 2547 sayılı Kanun'a tabi
olarak çalışan uzman doktorlara nöbet ücreti ödenmemesinin nesnel ve makul bir gerekçeye
dayandırılmasını gerektirecek bir sebep bulunmadığı görülmüş, ayrıca
müdahalenin nesnel ve makul bir gerekçeye dayandığı yolunda bir tespite
ulaşılmasını gerektiren somut bir veri bulunamamıştır. Dolayısıyla kamu
otoritesinin ortaya çıkardığı farklılığın başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik
ayrımcı bir muameleye yol açtığı görülmektedir.
57. Sonuç olarak kamu makamlarının kamu personel rejimi
ve buna bağlı olarak hizmet şartları ve mali haklarının belirlenmesi bakımından
geniş bir takdir yetkisi bulunmakla birlikte somut olayın koşulları altında 657
sayılı Kanun'a tabi uzman doktorlar ile 2547 sayılı Kanun'a tabi uzman
doktorlar arasında nöbet ücreti yönünden bir farklılık yaratıldığı dikkate
alındığında bu durumun mülkiyet hakkına yönelik ayrımcı bir muameleye yol
açtığı anlaşılmaktadır. Buna göre olayda objektif ve makul bir gerekçe
gösterilmeden mülkiyet hakkına yapılan ayrımcı müdahale nedeniyle başvurucuya
aşırı bir külfet yüklenmesine yol açılmıştır. Dolayısıyla başvuru konusu olayda
mülkiyet hakkı bağlamında ayrımcılık yasağının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.’’
(Anayasa Mahkemesi’nin 03.07.2019 ve 2018/9074 Başvuru
No’lu Tevfik İlker Akçam Kararı).
Ancak ilgili personele ek ödeme yapılırken; disiplin durumunun
dikkate alınması, personelin mülkiyet hakkına kamu yararı olmaksızın
(Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan temel hak ve özgürlükleri sınırlandırma
ilkeleri ve güvence ölçütlerinin gereklerinin aksine) müdahale edilmesi
sonucunu doğuracaktır. Zira personel, sağlık hizmeti sunması itibarıyla söz
konusu ek ödemeye hak kazanmaktadır. Öte yandan disiplin durumunu olumsuz
etkileyecek biçimde davrandığında; zaten ilgili mevzuata muhatap kılınarak
yaptırıma tabi tutulacaktır. Ancak personelin ek olarak bir de ek ödemeden
mahrum bırakılması; demokratik bir toplumun gereklerine ve ölçülülük ilkesinin
–bilhassa gereklilik unsurunun- aksine disiplin yaptırımının (personelin sağlık
hizmetini düzenli bir şekilde yerine getirmesine ilişkin) işlevinin ötesine
geçerek; personelin performansının düşmesine neden olacaktır. Demokratik bir
toplumda, ne bis in idem ilkesini ihlal eden herhangi bir kuralın kamu yararı
içerdiği kabul edilemez. Kaldı ki disiplin durumu tespit edilirken esas
alınacak objektif ölçütlere yer verilmediği gibi disiplin cezalarının varlığı
halinde bunların kesinleşmesinin beklenmesinin öngörülmemesi, eşitsiz
uygulamaların önünü açacaktır. Bu durum ise mülkiyet hakkına idari işlemlerle
müdahale edilme olasılığını doğuracaktır. Bu nedenle iptali talep edilen ibare,
Anayasa’nın 13 ve 35. maddelerine aykırıdır.
iv)Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma ilkeleri ve güvence
ölçütleri, hak arama hürriyeti, masumiyet karinesi, temel hak ve
hürriyetlerin korunması bakımından: İptali talep edilen ibare, Anayasa’nın hak
arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesinde teminat altına alınan adil
yargılanma hakkını, Anayasa’nın 38. maddesinde temelini bulan masumiyet
karinesini Anayasa’nın 40. maddesinde güvencelenen Anayasa ile tanınmış hak ve
hürriyetleri ihlal edilen herkesin yetkili makama geciktirilmeden başvurma
olanağının sağlanmasını isteme hakkını ihlal etmektedir.
Zira ek ödeme yapılırken personelin disiplin durumu dikkate
alınacak ve fakat bir disiplin cezası var ise; bu disiplin cezasına yönelik
yürütülecek yargılamanın kesin hükümle sonuçlanması beklenmeyecektir. Başka bir
anlatımla iptali talep edilen ibarenin yer aldığı cümlede disiplin durumuna
ilişkin yargısal işlemlerin ve kararların kesinleşmesi, öngörülmemiştir.
Halbuki kesin hüküm, bir yargısal işlemin ve kararın bağlayıcı hale gelmesinin
bir ön şartıdır. Başka bir anlatımla ‘‘Res judicata’nın anlamı bir hukuk
mahkemesi kararının veya bir beraat kararının kesinleşmesiyle birlikte derhal
bağlayıcı hale gelmesi ve iptal edilme riskinin bulunmamasıdır
(Brumărescu)’’.[7] O halde yargısal işlem ve karar,
idare makamları bakımından henüz bağlayıcı hale gelmeden; Sağlık Bakanlığı’nın
ek ödeme yaparken; disiplin durumunu dikkate alması, kesin hükmün bağlayıcılığı
ilkesini dolayısıyla adil yargılanma hakkını ihlal edecektir. Başka bir anlatımla
disiplin durumuna ilişkin yargısal işlemlerin ve kararların kesin hükümle
karara bağlanması bir ön şart olarak tespit edilmediğinden; (Anayasa’nın 13.
maddesinde yer alan sınırlandırmanın sınırlarına aykırı olarak) adil yargılanma
hakkının özüne dokunulacaktır.
Öte yandan adil yargılanma hakkının tüm
unsurlarının (kanunla kurulmuş-bağımsız-tarafsız bir mahkemede, makul bir
sürede, adil ve aleni biçimde yargılanma hakkı, mahkemeye erişim hakkı,
silahların eşitliği-yargılamada çelişme-yargılamada vicahilik ilkelerinin)
tecessüm edeceği bir mahkumiyet (kesin nitelikteki) hükmü aranmadan, personel
bakımından ek ödemenin nazara alınarak yapılması, Anayasa’nın
38. maddesinde düzenlenen masumiyet karinesini de ihlal edecektir. Gerçekten
de; Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet (suçsuzluk)
karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan
suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak
kişinin masumiyeti asıl olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait
olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse
suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri
tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz.
Bu çerçevede masumiyet karinesi, kural olarak hakkında bir suç isnadı bulunan
ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir (Kürşat
Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, §§ 26, 27). Anayasa Mahkemesi’nin ifade
ettiği üzere, “Ceza hukukunun temel ilkelerinden olan suçsuzluk karinesi,
hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu
olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade
etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır” (AYM, E.
2017/109, K. 2018/39, K.T. 02.05.2018, R.G. 6/6/2018 – 30443, III-8). Adil
yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin
iki yönü bulunmaktadır. Güvencenin ilk yönü; kişi hakkındaki ceza yargılaması
sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir
suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu
olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında
erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu yönünün kapsamı,
sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı
zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da
açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu
ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak
yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi)
masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin,
B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39; Turgut Duman, B. No: 2014/15365, 29/5/2019,
§ 103). Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet
dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda
ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını,
kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak
işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40; Turgut
Duman, § 104 ).
Nasıl ki AYM, masumiyet karinesinin kamu otoritelerini
bağladığını ifade ediyorsa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, masumiyet
karinesinin ihlalinin bir hâkim veya mahkemeden kaynaklanabileceği gibi, başka
kamu otoritelerinden de gelebileceğine dikkat çekmektedir (AİHM, Allenet de
Ribemont-Fransa, 10 Şubat 1995, başvuru no : 15175/89, § 36). Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’ne göre, Sözleşme'nin 6. maddesinin ikinci fıkrasında güvence
altına alınan masumiyet karinesinin iki boyutu bulunmaktadır. Buna göre, ilk
boyut, bir suç isnadında bulunulmasından ceza yargılamasının sonuçlanmasına
kadar geçen süreci güvence altına almaktadır. İkinci boyut ise, mahkûmiyet
hükmüyle sonuçlanmayan ceza yargılamalarıyla bağlantılı müteakip yargılamalar
bağlamında kişinin masumiyetine saygı gösterilmesini sağlamayı amaçlamaktadır.
Ceza yargılamasının devam ettiği sürece ilişkin ilk unsurun kapsamı sadece ceza
yargılamalarının adilliğini temin etmek adına usule ilişkin bir güvence olmakla
sınırlı değildir. Bu ilke daha geniş kapsamlı olup hiçbir devlet temsilcisinin
kişinin suçluluğu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden o kişinin suçlu ilan
edilmemesini veya suçlu muamelesine tabi tutulmamasını gerektirir. (AİHM, Kemal
Coşkun/Türkiye, B. No: 45028/07, 28/3/2017, §§ 41, 43; AİHM, Seven/Türkiye, B.
No: 60392/08, 23/1/2018, § 43).
Bu itibarla, ihtilaflı ibare; disiplin cezasını
gerektirecek fiili işlediği yargı kararıyla hükmen sabit olmayan personele, bu
kişilere suçlu muamelesi yapılarak ek ödemenin verilmeyeceği (ya da az miktarda
verileceği) anlamına geldiğinden; Anayasa’nın
38. maddesini ihlal etmektedir.
Yine Anayasa’nın 40. maddesi mucibince herkes, Anayasa
ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkesin yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. Kanun
koyucu da Anayasa’nın amir hükmüne istinaden hakkında disiplin cezası verilen
personele bu karar karşı yargı yoluna başvurma imkanı tanımış ve fakat
yapılacak ek ödemede disiplin durumunun esas alınacağını öngörmüştür. Başka bir
anlatımla kanun koyucu, personele yargı yoluna başvuru imkanı tanımak
suretiyle; Anayasa’nın 40. maddesinin gereklerini karşılamış ve fakat disiplin
durumuna ilişkin işlemlerin kesin hükümle karara bağlanması şartını
öngörmeyerek; anılan hakkın özüne (Anayasa’nın temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını düzenleyen 13.
maddesinde yer alan kanunilik kaydını aksine) idari işlemlerle müdahale
edilmesinin önünü açmıştır.
Bu nedenlerle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 13, 36, 38
ve 40. maddelerine aykırıdır.
v)Çalışma barışı bakımından: Anayasa’nın 2 ve 5.
maddeleriyle Devlet için öngörülen ‘‘sosyal devlet’’ niteliğinin bir görünümü,
Anayasa’nın 49. maddesiyle Devlete yüklenen çalışma barışını sağlamak için
gerekli tedbirleri alma yükümlülüğüdür. Anayasa Mahkemesi, ‘‘Anayasa'nın 49.
maddesine göre, çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlete karşı ileri
sürülecek bu hak, bireylere zorlama yetkisi ve yaptırımı vermemiştir. Devlet,
olanakları ölçüsünde, yeterli örgütler kurarak iş bulmayı kolaylaştırıp
sağlamak için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Devletin herkese iş verme,
herkesi işe yerleştirme zorunluluğu bulunmamaktadır. İşsizliği önlemek amacıyla
yapacağı çalışmalarla Devlet, öncelikle kamu sektöründe iş vermek yolunu
izleyecek, bu nedenle de yasal düzenlemeler yapacaktır.’’ şeklinde hüküm kurmak
suretiyle; Anayasa’nın 49. maddesinin kapsama alanında özel sektörün yanı sıra
kamu sektörünün de değerlendirileceğine işaret etmiştir (Anayasa
Mahkemesi’nin 19.12.1989 tarihli ve 1989/14 ve 1989/49 sayılı Kararı). O halde
Devlet, hem özel sektörde hem de kamu sektöründe çalışma barışını sağlamalıdır.
Ancak maddi anlamda kanuna tekabül etmeyen
iptali talep edilen ibare; sağlık hizmetlerinin bütüncül bir şekilde yerine
getirildiği de göz önüne alındığında; benzer hizmet veren personel arasında
eşitsiz muamelelere, farklı ek ödeme yapılmasına (veya hiç ek ödeme
yapılmamasına) yol açacağından, çalışma barışının da bozulmasına neden
olacaktır. Çalışma barışının bozulması; personel arasında bölünmelere ve
hastane idaresi – hekim (ve sağlık meslek mensubu) – hasta arasında anlaşmazlıklara
yol açabilecektir; mesleki dayanışmayı azaltabilecektir; sağlık hizmetlerini
yürütmekle görevli olan personelin ilgilerini başka alanlara yöneltmesine;
sorumluluklarını yeteri kadar yerine getirememelerine sebep olabilecektir. Bu nedenle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 2, 5
ve 49. maddelerine de aykırıdır.
vi)Angarya yasağı ve ücrette adaletin sağlanması
bakımından: Çalışma hukukumuzda, angarya yasaktır. Zira ‘‘Anayasa'nın
18. maddesinde, zorla çalıştırma ve angarya kavramlarına yer verilmiştir.
Maddenin gerekçesinde angarya, kişinin emeğinin karşılığını almadan zorla
çalıştırılması olarak tanımlanmıştır. Angaryada
da zorla çalıştırmada olduğu gibi kişinin yaptırım tehdidi altında ve iradesi
dışında çalıştırılması söz konusudur. Ancak angaryada zorla çalıştırmadan
farklı olarak çalıştırılana ücret de ödenmemekte veya bariz bir şekilde düşük
ücret ödenmektedir. Buna göre zorla çalıştırma ile angarya arasındaki fark,
yaptırım tehdidiyle desteklenen irade dışı çalıştırma karşılığında ücret ödenip
ödenmeyeceği hususu ile sınırlıdır. İrade dışı çalıştırmada ücret ödeniyorsa zorla
çalıştırmadan, ücret ödenmiyor veya ödenen ücret bariz bir şekilde düşük ise angaryadan
söz edilebilir (Yasemin Balcı, § 69).’’ (Anayasa Mahkemesi’nin
06.09.2018 tarihli ve 2017/163 E.; 2018/90 K. sayılı Kararı, § 17, 18).
Öte yandan Anayasa’nın 10. maddesinin somutlaştığı görünümlerden
biri de Anayasa’nın 55. maddesinde temelini bulan ‘‘eşit işe eşit ücret
ilkesi’’dir. Nitekim ‘‘Anayasa'nın "Ücrette adalet sağlanması"
başlıklı 55. maddesinde, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret
elde etmeleri için Devletin gerekli önlemleri alacağı öngörülmüş; madde
gerekçesinde, "Bu madde, bütün çalışanlara çalışmalarının karşılığı olarak
ödenecek olan ücret, aylık, ikramiyeler ve sosyal yardımların belli esasa
dayandırılmasını öngörmektedir. Bu esaslardan ilki, ücret, aylık, ikramiye ve
sosyal yardımlar ancak "fiilen çalışma" karşılığı olarak ödenecektir.
Bunun için de iş süreleri, işin verimi, değeri ve niteliği dikkate
alınacaktır..." denilmiştir. Makam tazminatı, belirli makam ve sorumluluk
gerektiren görevlerde bulunanlara ödenen bir para olup, tutarı, her makam
(unvan) için ayrı ayrı saptanmış olan gösterge rakamının memur aylıklarına
uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak miktar kadardır. 1961
Anayasası'nın 45., 1982 Anayasası'nın da 55. maddesinde yer alan ücrete ilişkin
kuralın dayanağı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 43. maddesidir. Sözü
edilen Bildirgenin 43. maddesinin (2) nolu bendinde, "herkesin herhangi
bir ayırım gözetilmeksizin eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır."
denilmiş, Avrupa Sosyal Şartı'nın 4. maddesinin (1) nolu, Çalışanların Temel,
Sosyal Hakları Topluluk Şartı'nın 6/İ ve 6/İİİ maddelerinde de, eşit ve adil
ücret hakkına ilişkin kurallara yer verilmiştir. Eşit işe eşit ücret
ilkesi, kamu çalışanlarının aylıklarının belirlenmesinde yaşamsal bir
ölçüt olarak alınmalı, Anayasa ve uluslarüstü normlarda öngörülen biçimde ücret
ödenmesini sağlayacak yasal kurallar getirilmelidir. Kuşkusuz ki, İLO
sözleşmesinde öngörüldüğü gibi ücret deyimi, her türlü ek ödemeyi de
kapsamaktadır.’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 22.12.1998 tarihli ve 1998/1 E.; 1998/86
K. sayılı Kararına karşı Üye Haşim Kılıç ve Üye Mustafa Bumin tarafından kaleme
alınan karşıoy yazısı).
Ancak iptali talep edilen ibareyle personelin, sağlık hizmeti
sunmasına rağmen, disiplin durumuna bakılarak ona ek ödeme yapılıp
yapılmayacağına karar verilecektir. Bu durum aynı görevi ifa eden ve fakat farklı
disiplin durumlarına sahip iki personelin; salt (kesinleşmemiş) disiplin durumu
(Kesinleşse dahi tek suça tek ceza ilkesi bulunmaktadır.) farklılığı nedeniyle
aynı nitelikteki çalışma karşılığında farklı ek ödeme alması (veya hiç
almaması) sonucunu doğuracaktır. Bununla birlikte personel, yaptırım
uygulanacağı tehdidiyle -iradesi hilafına- çalıştırılacak ve fakat emeği
karşılığında düşük ek ödeme almak ya da hiç ek ödeme almamak suretiyle insan
onuruna aykırı biçimde angaryaya maruz kalacaktır. Bu nedenle iptali talep
edilen ibare, Anayasa’nın 10, 18 ve 55. maddesine aykırıdır.
vii)Çalışma hürriyeti ve çalışma hakkı ile temel
hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma ilkeleri ve güvence ölçütleri
bakımından: Anayasa Mahkemesi’nin belirttiği üzere ‘‘Anayasa'nın "Çalışma ve Sözleşme Hürriyeti" başlıklı 48.
maddesinde, "Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine
sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir." denilmek suretiyle çalışma
özgürlüğü güvenceye bağlanmıştır. Çalışma özgürlüğü, kişinin çalışıp çalışmama,
çalışacağı işi seçme ve çalıştığı işten ayrılma özgürlüğünü korur. Çalışma
özgürlüğü ücretli olarak bağımlı çalışma hakkını olduğu kadar, iktisadi-ticari
faaliyet yapma hakkını da içerir.’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 13.11.2014
tarihli ve 2013/95 E.: 2014/176 K. sayılı Kararı).
Disiplin durumu dikkate alınacak personel, 209 sayılı Kanun’un 5.
maddesinin kapsamında kalan döner sermayeli sağlık kurum ve kuruluşlarında
görev yapan memurlar ve sözleşmeli personel ile açıktan vekil olarak atananlardır.
Yukarıda açıklandığı üzere Anayasa Mahkemesi aile hekimleri ve
aile sağlığı elemanlarınca sunulacak olan aile hekimliği hizmetlerinin,
Devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmeti
olduğuna, imzalanan sözleşmelerin nev’inin idari hizmet sözleşmesi olduğuna
işaret etmektedir (Anayasa Mahkemesi’nin 21.02.2008 tarihli ve 2005/10 E.;
2008/63 K. sayılı Kararı).
O halde söz konusu personel, çalışma hürriyetine binaen idare
ile sözleşme akdetmek suretiyle; kendisine ek ödeme yapılacak personel konumuna
gelmektedir. Ancak ek ödeme, disiplin durumu dikkate alınarak yapılacaktır. Bu
durum ise idare ile personel arasında kurulan akdi ilişkinin mali yönünün
idarenin düzenleyici işlemlerine konu edilmesine sebep olacağından; Anayasa’nın
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını düzenleyen 13.
maddesinde yer alan kanunilik kaydının aksine çalışma hürriyeti
kısıtlanacaktır. Bu nedenle anılan ibare, Anayasa’nın 13. ve 48. maddelerine
aykırıdır.
Öte yandan Anayasa’nın 2 ve 5. maddelerinde yer alan sosyal
devlet ilkesinin bir görünümü, Anayasa’nın 49. maddesinde güvencelenen çalışma
hakkıdır. Diğer bir deyişle herkese hak ve ödev olarak tanınan çalışma hakkı,
Devlete pozitif yükümlülük yüklemektedir. Devlet, herkes için uygun bir çalışma
ortamı hazırlamalıdır. Ancak iptali talep edilen ibare, Devletin anılan
yükümlülüğünü ifa etmesine engel olacaktır. Nitekim idare, keyfi biçimde,
disiplin durumunu esas almak suretiyle ek ödeme yaparak (veya yapmayarak);
Devlet tarafından onlar bakımından çalışma hakkının kullanılması için gerekli
ortam, hazırlanamayacaktır. Bu nedenle anılan ibare, Anayasa’nın 13. ve 49.
maddelerine aykırıdır.
viii)Kamu görevlilerinin özlük hakları
bağlamında kanunilik ilkesi bakımından: Anayasa'nın 128. maddesinin birinci
fıkrası kapsamındaki görevleri yürüten bütün personelin nitelikleri,
atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülüklerinin kanunla
düzenlenmesi gerekir (Anayasa Mahkemesi’nin 22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.;
2012/184 K. sayılı Kararı). Anayasa Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi
kanunilik ölçütünün sağlandığından söz edilebilmesi için kanunun şeklen var
olması yeterli olmayıp yasal kurallar keyfiliğe izin vermeyecek şekilde
belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu
niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk
devleti ilkesinin de bir gereğidir. Dolayısıyla Anayasa’nın 128. maddesinde yer
verilen kanunilik ölçütü, Anayasa’nın 2. maddesinde güvence altına alınan hukuk
devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz.
AYM, E.2018/88, K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin,
22.10.2020 tarihli ve 2020/1 E.; 2020/563 K. sayılı Kararı, § 41).
Ancak personelin mali nitelikteki özlük haklarına ilişkin olan
ve iptali talep edilen ibare, şekli anlamda kanun formunda kaleme alınmakta ve
fakat yukarıda detaylı biçimde açıklandığı üzere Anayasa’nın ilgili diğer
hükümlerinin (Anayasa’nın 2, 5, 13, 18, 35, 36, 38, 40, 48, 49, 55.
maddelerinin) ve özellikle hukuki belirlilik ve güvenlik alt ilkelerini içeren
hukuk devleti ilkesinin gereklerini karşılamadığından maddi anlamda bir kanun
niteliğini haiz değildir. Ek ödemenin yapılmasında disiplin durumunun dikkate
alınması öngörülmek suretiyle; özlük hakların belirlenmesi idarenin düzenleyici
işlemlerine bırakılmıştır. Oysa bir kamu görevlisi olan personele yapılacak ek
ödeme özelindeki mali özlük haklarının maddi anlamda kanun düzeyinde
belirlenmesi ve idarenin öznel takdirine bağlı işlem ve eylemlerine terk
edilmemesi gerekirdi. İptal istenen ibare, bu nedenle Anayasa’nın 128.
maddesine aykırıdır.
ix)Hukuk devleti, idarenin kanuniliği ilkeleri bakımından: Hukuk
devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca
geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan
ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan,
Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak
bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk kurallarına
bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa
koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın
bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009 tarihli ve
2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk
devletinin önkoşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının
öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye
yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu
otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade
etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par. 13; RG.
12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98
K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle, hukuk devleti ilkesi gereğince, idareye
işlem tesis ederken ve eylemde bulunurken veya görevlerini yerine getirirken
belirli ölçüde hareket serbestliği sağlayan takdir yetkisinin kullanımı mutlak,
sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir yetkisinin sınırları,
keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla kanunla çizilmelidir.
Öte yandan, Anayasa’nın 123. maddesinde yer alan idarenin
kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin secundum
legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin düzenleme
yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intra legem özelliğidir
(kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve eylemleri
kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle öncelikle disiplin durumunun ek ödeme yapılırken
dikkate alınacak bir kriter olarak öngörülmemesi gerekirdi. Ancak bir an için
disiplin durumu, ek ödeme yapılması için dikkate alınacak bir kriter olarak
belirlenecek idiyse; disiplin durumu özelinde mali özlük işlerinin; Anayasa’nın
128. maddesinde hüküm altına alınan ve hukuk devletinin temel taşı olan maddi
anlamdaki kanunilik kıstasının gereklerini karşılaması ve kanuna dayanması ile
kanuna aykırı olmaması için; genel çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek
açıklıkta kanun düzeyinde çizilmesi gerekmektedir. Ancak kanun koyucu;
–Anayasal ilkelerin aksine– disiplin durumunun nasıl değerlendirileceği
hususunda sessiz kalmış, eğer bir disiplin cezası söz konusu ise bunun
kesinleşmesinin beklenmesini dahi öngörmemiş, bu konuların düzenlenmesini
idarenin uhdesine bırakmıştır, disiplin durumuna ilişkin usul ve
esasları yönetmeliğin düzenleme alanının konusu yapmış, kamu personel rejimine
ilişkin ek ödemeyi kanuni dayanaktan yoksun bırakmıştır. Kanun
düzeyinde tanımlanması gereken disiplin durumunun içeriğini idarenin
düzenleyici işlemlerine tevdi eden ve yukarıda tanımlandığı anlamda maddi
anlamda kanunilik ilkesinin gereklerini yerine getirmeyen ihtilaflı ibare,
Anayasa’nın 2 ve 123. maddelerine aykırıdır.
Bunun yanında, Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında, ‘‘Kamu kurum ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir
deyişle kadro usulüne ilişkin düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili
olup idarenin kuruluş ve görevlerinin belirlenmesinin bir parçasını
oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesinin bir kararında konuyla ilgili olarak, “Bir
kurumun kuruluşu deyince her şeyden önce o kurumu yürütecek personele ait
kadrolar hatıra gelir. Zira kurumun temelinden çatısına kadar bütün örgütünün
bu kadrolar teşkil eder. Personel kadroları mevcut olmayan bir kurum, henüz
kuruluş haline geçmemiş demektir. Şu halde bir kurumu çalışır hale getirecek
olan Personel kadrolarının, en küçüğünden en büyüğüne kadar, bütününü
kuruluştan ayrı düşünmeğe imkân yoktur.” denilmektedir (AYM E. 1965/32, K.
1966/3, 4/2/1966)’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2020 tarihli ve 2018/119 E.;
2020/25 K. sayılı Kararı, § 18). Ancak iptali talep edilen ibare hükmünde;
kadro ihdası gibi özlük işleri kapsamında değerlendirilen ek
ödeme yapılırken dikkate alınacak disiplin durumunun genel çerçevesi; hukuki
işlem olarak kanun ile açıkça ortaya konulmamıştır.
Öte yandan normlar arasında hukuka
uygun kademelenmenin sağlanabilmesi, diğer bir deyişle normlar hiyerarşisinde
disiplin durumuna ilişkin yönetmeliğin 7411 sayılı Kanun’a uygun olması, yalnız
bu Kanun’un temel ilkeleri ortaya koymasıyla mümkündür. Aksi takdirde, Kanun’un
genel çerçeveyi çizmemesi, yönetmeliğin hukuka uygunluk denetiminde gözetilecek
ölçü normun (7411 sayılı Kanun’un) maddi anlamda kanunun asgari ögelerini
karşılamaması durumunda, yönetmelik hukuki dayanaktan yoksun kılınacaktır.
Tüm bu nedenlerle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 2, 123
ve 128. maddelerine aykırıdır.
x)Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından: Anayasa’nın 7.
maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre
yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle
idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya
koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve
belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenleme yetkisi;
sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme,
Anayasa’nın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı
Kararı). İptali talep edilen ibarenin yer aldığı cümle hükmünde olduğu gibi
disiplin durumu özelinde özlük işlerine ilişkin temel ilkeler
belirlenmediğinden ve çerçeve çizilmediğinden; idarenin disiplin durumuna
ilişkin ayrıntıları düzenlemesi (Bakanlığın yönetmelik çıkarması) sonucunu
doğuracak olan ibare, Anayasa’nın 7. maddesine aykırılık oluşturur.
xi)Kuvvetler ayrılığı ilkesi, normlar hiyerarşisi, hiçbir kimse
veya organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaması ve
idarenin kanuniliği ilkesi bakımından: Yukarıda açıklandığı üzere söz konusu
değiştirilen mevcut ikinci cümlenin kanunlaştırılmasının saiklerinden biri,
Danıştay’ın anılan kararına ilişkindir. Danıştay’ın anılan kararına konu
düzenleyici işlem, 14.02.2013 tarihli ve 28559 (mükerrer) sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna Bağlı
Sağlık Tesislerinde Görevli Personele Ek Ödeme Yapılmasına Dair Yönetmelik’tir.
Kanun koyucu, Danıştay’ın söz konusu iptal kararının akabinde idarenin
düzenleyici işlemini (Yönetmelik), kanun hükmü haline getirmiştir. Başka bir
anlatımla kanun koyucu, iptali istenen ibare bakımından de facto hali, de jure
hale getirmiştir.
Halbuki hukuk devleti ilkesinin
temelinde yer alan Kelsen’in normlar hiyerarşisi teorisine göre ‘‘Devletin
hukuk düzeni bir hiyerarşik normlar sistemidir. … Bir hukuk normunun diğerine
dayanması demek, bir hukuk normu geçerli olduğu için diğer normun geçerli
olması demektir.’’[8] Öte yandan idarenin kanuniliği
ilkesi ile hukuk mantığı gereğince, bir düzenleyici işlemin (yönetmeliğin)
hukuki varlığının amacı bir üst normun (kanunun) somut olaya uygulanmasını
mümkün kılmaktır. ‘‘Yasamanın iradesini yerine getirmeğe yürütme dersek’’[9];
bilakis iptali talep edilen ibare kanunlaştırıldığında; önce yürütmenin iradesi
(Yönetmelik) oluşmuş; de facto hali de jure hale getirmek için; sonra kanun
koyucu, iradesini (kanun-iptali talep edilen ibare) ortaya koymuştur.
Başka bir anlatımla öncelikle (söz
konusu iptal kararından önce) anılan Yönetmelik gereğince (hukuka aykırı) ek
ödeme yapılmış; (söz konusu iptal kararından sonra) anılan Yönetmelik hükmü,
kanun metni haline getirilmiştir. Bu durum; bir fonksiyon gaspına sebep olacak,
Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler ayrılığı ilkesini ve 6.
maddesinde yer alan hiçbir organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet
yetkisi kullanmamasına yönelik hükmü ihlal edecektir. Zira Anayasa gereği
idarenin bir kanun hükmünün uygulanması için işlem tesis etmesi gerekirken;
kanun koyucu, bir idari işlemin hukuka uygun kılınması için iptali talep edilen
ibareyi kanunlaştırmış; yasama kuvveti ile yürütme kuvveti arasındaki ayrılığa
halel getirmiştir. O nedenle Anayasa’nın arkasından dolaşmak anlamına da gelen
iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 6 ve 123.
maddelerine aykırıdır.
xii)Kamu hizmetinde görevin gerekli
kıldığı nitelikler bakımından: Anayasa’nın 70. maddesinde yer alan ve her Türk
vatandaşına eşit şekilde tanınan kamu hizmetine girme hakkı, kamu hizmeti icra
edecek personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesini sağlar. Anayasa; ödevle nitelik arasında sıkı bir ilişki bulunduğunu,
bunun dışında hizmete alınmada hiçbir nedenin gözetilemeyeceğini, daha açık bir
anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik ilişkisi yönünden yapılması gerektiğini
buyurmaktadır. O halde ödevle, onun gerektirdiği niteliği birbirinden ayrı
düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o nitelikler görevlilerde bulunmadıkça o
ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev, görevin gerekleri doğrultusunda yerine
getirilmemiş olacak demektir. Kamu hizmetlerinin özellikleri olduğu ve bu
hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere bağlı bulunduğu bilinen
bir gerçektir. Memurlarda yasalarca aranan nitelikler ve onlar hakkında
yasalarda öngörülen kısıtlamalar, kamu hizmetinin etkin ve esenlikli bir
biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir (Anayasa Mahkemesi’nin 09.10.1979 tarihli
ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı Kararı).
Anayasa’nın 128. maddesinde temelini
bulan ve hukuk devletinin ana halkasını oluşturan kanunilik ilkesi ışığında,
Anayasa’nın 70. maddesi ele alındığında görüleceği üzere; kamu hizmetine girme
hakkının temel bir hak olarak etkililiği, maddenin “Hizmete alınmada, görevin
gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki ikinci
fıkrasında yer alan ‘‘görevin’’ ibaresinin; kamu hizmeti görülürken ifa
edilecek görevin (ve mali özlük hakkı olan ek ödemenin), (personele, verdiği
sağlık hizmeti nedeniyle, objektif kriterlere göre; ek ödeme yapılabilmesi
amacıyla) kanun düzeyinde açıklanmasını gerektirir. Aksi bir tutum, bir başka
deyişle sağlık özelinde kamu hizmeti görecek personele yapılacak ek ödemede
dikkate alınacak disiplin durumunu belirleme yetkisini idarenin keyfi
uygulamalarına, kayırmacılığa neden olabilecek takdir yetkisine bırakmak;
Anayasal amacın (kamu hizmeti icra edecek personelin istihdamının liyakate
dayalı bir sistem içerisinde gerçekleşmesini teminen hak ettiği ödemeleri
vermek) bertaraf edilmesine neden olacak, anılan hakkın her bir personel
bakımından eşit düzeyde güvence altına alınmasına engel oluşturacaktır. Diğer
bir deyişle, ek ödeme özelinde mali özlük işlerinin liyakat esasının
gereklerini karşılayacak açıklıkta olması ve vatandaşların eşit şekilde kamu
hizmetine girmesinin akabinde hak ettiği ödemeleri almasının idarenin keyfî
işlemler tesis etme ihtimaline karşı kanun seviyesinde korunması gerekmektedir.
İhtilaflı düzenlemenin temel bir hakkın uygulanma alanında keyfiliği olanaklı
kılması, onun Anayasa’ya aykırılığını tespit bakımından yeterlidir. Bu nedenle
anılan gereklilikleri karşılamayan ihtilaflı ibare, Anayasa’nın 70. maddesine
de aykırıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin
Anayasa’nın 70. maddesi ile ilişkilendirerek verdiği bir iptal kararının
müteallik bölümü:
‘‘1- KHK'nin 37. Maddesinin (2), (3) ve (4) Numaralı Fıkraları
KHK'nin 37. maddesinde, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman
Yardımcılığı kadroları kurulmuş ve bu kadrolarda görev yapacak kişilerin atanma
usul ve esasları düzenlenmiştir. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasında,
Gümrük ve Ticaret Uzman Yardımcılığına atanmanın koşulları; (3) numaralı
fıkrasında, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığına atanmanın koşulları ile bu koşulları
yerine getiremeyen Uzman Yardımcılarının bu unvanlarını kaybedecekleri ve
Bakanlıkta durumlarına uygun kadrolara atanacakları; (4) numaralı fıkrasında
ise Gümrük ve Ticaret Uzmanı ile Uzman Yardımcılarının mesleğe alınmaları,
yetiştirilmeleri, yarışma sınavı, tez hazırlama ve yeterlik sınavı ile diğer
hususların yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa'nın 91. maddesinin birinci fıkrasında “Sıkıyönetim ve
olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile
dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve ödevler...”in kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Öte yandan, Anayasa'nın “Kamu
hizmetlerine girme hakkı” başlıklı 70. maddesinin birinci fıkrasında, her
Türk'ün, kamu hizmetlerine girme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra
ikinci fıkrasında hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka
hiçbir ayırım gözetilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Buna göre, Anayasa'nın “Siyasi
Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde yer alan ve 70. maddesinde
korunan kamu hizmetlerine girme hakkına ilişkin olarak kanun hükmünde kararname
ile düzenleme yapılması mümkün değildir.
Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı kadrolarına
giriş koşullarının belirlenmesi, Anayasa'nın 70. maddesine göre kamu hizmetine
girme hakkına ilişkin olduğundan, bu hususu düzenleyen KHK'nin 37. maddesinin
(2), (3) ve (4) numaralı fıkraları, Anayasa'nın 91. maddesinin birinci
fıkrasına aykırıdır. İptalleri gerekir.’’
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 08.11.2012 tarihli ve 2011/87
E.; 2012/176 K. sayılı Kararı).
xiii)Eşitlik ilkesi bakımından: Ayrıca iptali talep edilen
ibareyle ek ödeme özelinde mali özlük işlerine ilişkin kanun düzeyinde çerçeve
çizilmemesi dolayısıyla idareye verilen sınırsız takdir yetkisi, aynı nitelikte
sağlık hizmeti sunan personel arasında idare tarafından kayırma/ayrımcılık
yapılmasına neden olabileceğinden; anılan ibare, Anayasa’nın 10. maddesinde yer
alan eşitlik ilkesine de aykırıdır. İhtilaflı kural, aynı şekilde, kamu
hizmetini ifa eden personele yapılacak ek ödemede esas alınacak objektif esas
ve usulleri öngörmemesi sebebiyle de, yine eşitlik ilkesini ihlal etmektedir.
Zira eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit
olayda benzer kişi kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir
‘‘haklı neden’’in var olup olmadığına göre yapılır.
Anayasa Mahkemesi’nin ifade ettiği üzere; “[Eşitlik ilkesi] ile güdülen
amaç, benzer koşullar içinde olan, özdeş nitelikte bulunan durumların yasalarca
aynı işleme uyruk tutulmasını sağlamaktır.” (Anayasa Mahkemesi’nin 13.04.1976
tarihli ve 1976/3 E.; 1976/3 K. sayılı Kararı). Yine AYM’ye göre; “Eşitlik
ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme
bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını
önlemektir” (Anayasa Mahkemesi’nin 07.02.2006 tarihli ve 2006/11 E.; 2006/17 K.
sayılı Kararı). Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespitinde,
somut olayda yapılan ayrımın haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı noktası
dikkate alınır: “Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik, mutlak anlamda
bir eşitlik olmayıp, ortada haklı nedenlerin bulunması halinde, farklı
uygulamalara imkan veren bir ilkedir” (Anayasa Mahkemesi’nin 11.12.1986 tarihli
ve 1985/11 E.; 1986/29 K. sayılı Kararı).
Ne var ki, iptali talep edilen ibarenin idareye verdiği keyfi
uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir yetkisi, idare tarafından aynı
nitelikteki sağlık hizmeti sunan personele farklı meblağların verilmesine ya da
hiç verilmemesine ilişkin haklı nedeni somutlaştırmaya elverişli değildir. Başka bir anlatımla, mali özlük işleri kapsamında
kalan ek ödemenin yapılmasında dikkate alınacak disiplin durumu kriterinin belirlenmesinin idareye bırakılması, akçeli işler bakımından
aynı nitelikteki sağlık hizmeti sunan kişi
kategorileri arasında haklı nedene dayanmayan ve keyfî muamele farklılıklarına
yol açacaktır. İptali istenen kuralın aynı durumdaki personeller arasında
muamele farklılığına yol açabileceği hasebiyle kanun önünde eşitlik ilkesine
aykırı olduğunun tespiti için, ihtilaflı kuralın haklı gerekçeye dayanmayan
muamele farklılığını yalnızca olası kıldığının tespiti yeterli addedilmek
gerekir. Bu nedenle anılan ibare, Anayasa’nın 10. maddesine aykırıdır.
xiv)Sosyal devlet ilkesi, Devletin temel amaç ve görevleri,
yaşam ve sağlık hakları bakımından: Öncelikle belirtmek gerekir ki
Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, ‘‘Türk halkının
sağlığı ve sağlamlığı vazgeçilmez bir milli meselemizdir.’’ şeklindeki sözüyle
sağlık politikalarının ehemmiyetini vurgulamış; "Beni
Türk hekimlerine emanet edin." şeklindeki sözüyle hekimlere verdiği
değeri dile getirmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü Anayasası’na göre sağlık, sadece hasta veya
sakat olmama hali değil, fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan iyi olma halidir.
Anayasa’nın 17. maddesinde herkesin yaşama hakkına sahip olduğu hüküm altına
alınmış ve yaşama hakkının gerçekleştirilmesini teminen sağlık hakkı,
Anayasa’nın 56. maddesinde düzenlenmiştir. En temel insan hakkı niteliğine
sahip yaşama hakkının bir görünümü olan sağlık hakkı, uluslararası belgelerde
de yerini bulmuştur. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesiyle
yaşam hakkı güvencelenerek sağlık hakkı yaşam boyutu itibariyle koruma altına
alınmıştır. Sözleşme’nin 8. maddesi ise, sağlık hakkını dolaylı olarak ama daha
geniş bir kapsamda korumaktadır. Yine İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25.;
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 12.; Avrupa Sosyal Şartı’nın
11. maddelerinde herkesin sağlık hakkına sahip olduğu, açıkça zikredilmiştir.
Anayasa’nın 56. maddesi, sağlık hakkının pozitif statü hakkı
olması itibarıyla; Anayasa’nın 2. maddesi uyarınca sosyal devlet niteliğini
haiz Devlete, anılan hakkın kullanımı (anılan hakka erişim) için elverişli
ortam hazırlama yükümlülüğü yüklemektedir. Devlet, bu yükümlülüğü sağlık meslek
mensupları marifetiyle yerine getirmektedir. Başka bir anlatımla bireylerin
sağlık ihtiyaçlarının giderilmesi, sağlık meslek mensuplarının elverişli
çalışma ortamında yeterli biçimde sağlık hizmeti sunmasıyla mümkündür.
Ne var ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Devletin sağlık
hizmeti sunumuna ilişkin ihlal kararları bulunmaktadır. Söz gelimi; ‘‘tedavi
için kabul edilmediği hastaneler arasında sevk edilmesi ardından, doğumdan kısa
bir süre sonra, prematüre doğmuş bir bebeğin hayatını kaybetmesiyle ilgili’’
Asiye Genç / Türkiye kararında:
‘‘Mahkeme, Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine karar
vermiştir. Mahkeme, ilk olarak, Türk Devleti’nin yeteri kadar devlet hastanesi
hizmet işleyişini ya da bizzat sağlığın korunması sistemini düzgün olarak
organize etmeyi ve çalıştırmayı sağlamadığını değerlendirmiştir. Bebek hayatını
kaybetmiştir çünkü herhangi bir tedavide bulunulmamıştır. Mahkeme, bu tür bir
durumun bir kişinin yaşamını tehlikeye atmak gibi tıbbi bakım sağlamama
anlamına geldiğini gözlemlemiştir. İkinci olarak, Mahkeme Türk yargı sisteminin
söz konusu feci olaya karşılık verme şeklinin bebeğin ölümünün kesin
koşullarını aydınlatmaya dair elverişli olmadığını değerlendirmiştir. Mahkeme,
bu nedenle, doğumundan kısa bir süre sonra hayatını kaybeden bebek hususunda,
Türkiye’nin Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamında yükümlülüklerini yerine
getirmediği şeklinde değerlendirebileceğini tespit etmiştir.’’
Kanun koyucu, sağlık hizmeti sunan personelin mali haklarından
olan ek ödemenin yapılmasında disiplin durumunun göz önünde bulundurulacağını
dikkate almak suretiyle; temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının
sınırlarını düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan kanunilik kaydına
halel getirmiştir; demokratik toplumun gereklerine ve ölçülülük ilkesine
–bilhassa gereklilik unsuruna- riayet etmemiştir. Diğer bir deyişle sağlık
hakkının kullanılması için gerekli ortamı sunma yükümlülüğü olan Devletin, bu
yükümlülüğü tam manasıyla ifası, iyi yetişmiş, donanımlı, mali hakları temin
edilen sağlık meslek mensuplarıyla mümkündür. Aksi bir tutum, sağlık hakkının
gerçekleştirilmesine yönelik pozitif yükümlülüklerin ifa edilmemesi sonucunu
doğuracaktır. Kanun koyucu da mali özlük işlerinin yürütme tarafından tespit
edilmesine cevaz vererek; devletin sağlık hakkına ilişkin pozitif
yükümlülüklerinin yerine getirilmemesinin önünü açmıştır. Kaldı ki sosyal
devlet anlayışı, sağlık hakkının herkese nitelikli bir biçimde tanınmasını
gerektirir. Tüm bu nedenlerle anılan ibare, Anayasa’nın 2, 5, 17 ve 56.
maddelerine aykırıdır.
xv)Uluslararası andlaşmaların iç hukuka
etkisi bakımından: Anayasa’nın 90. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere
ilişkin usulüne göre yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara
nazaran hakkı koruyucu, kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla)
normlar hiyerarşisinde kanunun üstündedir. İptali talep edilen ibare, yaşam ve sağlık haklarına ilişkin Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. ve 8.; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25.;
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 12.; Avrupa Sosyal Şartı’nın
11. maddelerini; adil yargılanma hakkına ve masumiyet karinesine ilişkin Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesini; mülkiyet hakkına ilişkin Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No’lu Protokolü’nün 1. maddesini; ne bis in idem ilkesine ilişkin Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin 11 No’lu Protokol İle
Değişik Ek 7 No’lu Protokol’ünün 4. maddesini; kölelik ve zorla çalıştırma yasağına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 4. maddesini ve ILO’nun 29 No’lu Zorla Çalıştırma Sözleşmesi’ni; çalışma
hakkına ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23., (Gözden Geçirilmiş)
Avrupa Sosyal Şartı’nın 1. maddelerini; Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu
ILO Sözleşmelerini[12] ;adil çalışma koşullarına ilişkin
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23., (Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal
Şartı’nın 3 ve 22. maddelerini; ILO’nun 94 No’lu Çalışma Şartları (Kamu
Sözleşmeleri) Sözleşmesi ile 151 No’lu Çalışma İlişkileri (Kamu Hizmeti)
Sözleşmesi’ni; eşit işe eşit ücret ilkesine ilişkin İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi'nin 43. maddesi ve ILO’nun 100 No’lu Eşit Ücret Sözleşmesi’ni ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90. maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle, 7411 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle 04.01.1961
tarihli ve 209 sayılı Sağlık Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumları ile
Esenlendirme (Rehabilitasyon) Tesislerine Verilecek Döner Sermaye Hakkında
Kanun’un 5. maddesinin birinci fıkrasının değiştirilen mevcut ikinci cümlesinde
yer alan ‘‘disiplin durumu,’’ ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6,
7, 10, 13, 17, 18, 35, 36, 38, 40, 48, 49, 55, 56, 70, 90, 123, 128 ve 138.
maddelerine aykırıdır; anılan ibarenin iptali gerekir.
b)
16.06.2022 tarihli ve 7411 sayılı Sağlıkla İlgili Bazı Kanunlarda
ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 3.
maddesiyle 04.01.1961 tarihli ve 209 sayılı Sağlık Bakanlığına Bağlı Sağlık
Kurumları ile Esenlendirme (Rehabilitasyon) Tesislerine Verilecek Döner Sermaye
Hakkında Kanun’un 5. maddesinin birinci fıkrasının değiştirilen mevcut ikinci
cümlesinde yer alan ‘‘yönetmelikle’’ ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
Yukarıda açıklandığı üzere; 7411 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle
209 sayılı Kanun’un 5. maddesinin birinci fıkrasının mevcut ikinci cümlesi,
değiştirilmiştir. Değiştirilen mevcut ikinci cümleye göre sağlık kurum ve
kuruluşlarında Bakanlıkça belirlenen hizmet sunum şartları ve kriterleri,
personelin unvanı, görevi, disiplin durumu, çalışma şartları ve süresi, hizmete
katkısı, performansı, tetkik, eğitim-öğretim ve araştırma faaliyetleri ile
muayene, ameliyat, anestezi, girişimsel işlemler ve özellik arz eden riskli
bölümlerde çalışma gibi unsurlar dikkate alınmak suretiyle; ek ödemenin oranı,
usul ve esasları ile inceleme heyetlerinin yapısı, çalışma usul ve esasları
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın uygun görüşü üzerine Sağlık Bakanlığınca
çıkarılacak yönetmelikle belirlenecektir. Ancak ek ödemenin oranı, usul ve
esasları ile inceleme heyetlerinin yapısı, çalışma usul ve esaslarının idarenin
düzenleyici işleminin konusu yapılması, Anayasa’ya aykırıdır.
i)Kamu görevlilerinin özlük hakları bağlamında
kanunilik ilkesi bakımından: Anayasa'nın 128. maddesinin birinci fıkrası
kapsamındaki görevleri yürüten bütün personelin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekir
(Anayasa Mahkemesi’nin 22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.; 2012/184 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi kanunilik ölçütünün sağlandığından
söz edilebilmesi için kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kurallar
keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir
nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2.
maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir.
Dolayısıyla Anayasa’nın 128. maddesinde yer verilen kanunilik ölçütü,
Anayasa’nın 2. maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi ışığında
yorumlanmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88,
K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve
2020/1 E.; 2020/563 K. sayılı Kararı, § 41).
Ancak personelin mali nitelikteki özlük haklarına ilişkin olan
ve iptali talep edilen ibare, şekli anlamda kanun formunda kaleme alınmakta ve
fakat aşağıda detaylı biçimde açıklanacağı üzere Anayasa’nın ilgili diğer
hükümlerinin (Anayasa’nın 2, 5, 13, 18, 35, 48, 49, 55) gereklerini karşılamadığından
maddi anlamda bir kanun niteliğini haiz değildir. Ek
ödemenin oranı, usul ve esasları ile inceleme heyetlerinin yapısı, çalışma usul
ve esasları yönetmelikle tespit edilmek suretiyle; özlük hakların
belirlenmesi, idarenin düzenleyici işlemlerine bırakılmıştır. Oysa bir kamu
görevlisi olan personele yapılacak ek ödeme özelindeki mali özlük haklarının
maddi anlamda kanun düzeyinde belirlenmesi ve idarenin öznel takdirine bağlı
işlem ve eylemlerine terk edilmemesi gerekirdi. İptal istenen ibare, kanunilik
ilkesinin gereklerini sağlamaması hasebiyle Anayasa’nın 128. maddesine
aykırıdır.
ii)Hukuk devleti ve idarenin kanuniliği ilkeleri bakımından:
Hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu
başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı
amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı
duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk
kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların
üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile
Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009
tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de kanun
hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını
ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem
içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par.
13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli
ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle, hukuk devleti
ilkesi gereğince, idareye işlem tesis ederken ve eylemde bulunurken veya
görevlerini yerine getirirken belirli ölçüde hareket serbestliği sağlayan
takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez; idarenin
takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla kanunla
çizilmelidir.
Öte yandan Anayasa’nın 123. maddesinde yer alan idarenin
kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin secundum
legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin düzenleme
yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intra legem özelliğidir
(kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve eylemleri
kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle ek ödemenin oranı, usul ve esasları ile inceleme
heyetlerinin yapısı, çalışma usul ve esaslarının; Anayasa’nın 128. maddesinde
hüküm altına alınan ve hukuk devletinin temel taşı olan maddi anlamdaki
kanunilik kıstasının gereklerini karşılaması ve kanuna dayanması ile kanuna
aykırı olmaması için; genel çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek
açıklıkta kanun düzeyinde çizilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle heyetin
kimlerden teşekkül edeceği, ilgili kurum ve
kuruluşlardan bilgi- belge talep etme yetkisi, ön inceleme yapma yetkisi, dosya
üzerinden değerlendirme yapma yetkisi, değerlendirme yaparken esas alacağı
nesnel kriterler, değerlendirme sonucunun idari itiraz usulüne tabi olup
olmaması, değerlendirme sonucunda karar verme süresi, ek ödemede dikkate
alınacak unsurların puan değeri, performans / mesleki yeterlilik
değerlendirmesi yapılması, öz değerlendirme olup olmayacağı, nihai
değerlendirme puanı hesaplanırken esas alınan kıstaslar ve bu kıstasların
katsayısının neye göre belirleneceği, puanlama sırasında kullanılacak
göstergeler: 1, 2, 3, …/ çok iyi, iyi, orta, … gibi hususların tamamı
yönetmeliğe bırakılmıştır. Kanun koyucu, ek ödemenin oranı, usul
ve esasları ile inceleme heyetlerinin yapısı, çalışma usul ve esaslarının
içeriği, –Anayasal ilkelerin aksine- hakkında tamamen sessiz kalmış, bu
konuların düzenlenmesini idarenin (Sağlık Bakanlığı’nın) uhdesine bırakmıştır.
Kaldı ki Sağlık Bakanlığı’nın, Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan alacağı uygun
görüşün niteliği istişari olduğu gibi; idarenin (Sağlık Bakanlığı’nın) yine
idare (Hazine ve Maliye Bakanlığı) tarafından kayıtlanması, kanunilik ilkesinin
gereğini yerine getirmez.
Yine ek ödemenin oranı, usul ve esasları ile inceleme heyetlerinin
yapısı, çalışma usul ve esasları belirlenirken; sağlık kurum ve kuruluşlarında
Bakanlıkça belirlenen hizmet sunum şartları ve kriterleri, personelin unvanı,
görevi, disiplin durumu, çalışma şartları ve süresi, hizmete katkısı,
performansı, tetkik, eğitim-öğretim ve araştırma faaliyetleri ile muayene, ameliyat,
anestezi, girişimsel işlemler ve özellik arz eden riskli bölümlerde çalışma
gibi unsurlar dikkate alınacaktır. Ancak bu unsurların nasıl tespit edileceğine
ilişkin objektif kriterlere yer verilmediğinden; bu durum, eşitsiz
uygulamaların önünü açacaktır. (Öte yandan belirtmek gerekir ki açıklandığı
üzere disiplin durumunun kıstas olarak kabul edilmesi; Anayasa’nın Başlangıç
bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 18, 35, 36, 38, 40, 48, 49, 55, 56, 70, 90,
123, 128 ve 138. maddelerine aykırıdır.)
Kaldı ki iptali talep edilen ibarenin bulunduğu cümlede
‘‘gibi’’ ibaresinin kullanılması suretiyle; bu unsurların, tahdidi değil tadadi
metotla sayılması; idarenin ek ödemeye yaparken belirsiz ve çok geniş bir
kıstas spektrumunu esas almasına sebep olacaktır.
Kanun koyucu, ek ödemenin oranı, usul ve esasları ile inceleme
heyetlerinin yapısı, çalışma usul ve esaslarını yönetmeliğin düzenleme alanının
konusu yapmış; kamu personel rejimine ilişkin ek ödemeyi kanuni dayanaktan
yoksun bırakmıştır. Kanun düzeyinde tanımlanması gereken oran,
yapı, usul ve esasların içeriğini idarenin düzenleyici işlemlerine tevdi eden ve
yukarıda tanımlandığı anlamda maddi anlamda kanunilik ilkesinin gereklerini
yerine getirmeyen ihtilaflı ibare, Anayasa’nın 2 ve 123. maddelerine aykırıdır.
Bunun yanında, Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında, ‘‘Kamu kurum ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir
deyişle kadro usulüne ilişkin düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili
olup idarenin kuruluş ve görevlerinin belirlenmesinin bir parçasını
oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesinin bir kararında konuyla ilgili olarak, “Bir
kurumun kuruluşu deyince her şeyden önce o kurumu yürütecek personele ait
kadrolar hatıra gelir. Zira kurumun temelinden çatısına kadar bütün örgütünün
bu kadrolar teşkil eder. Personel kadroları mevcut olmayan bir kurum, henüz
kuruluş haline geçmemiş demektir. Şu halde bir kurumu çalışır hale getirecek
olan Personel kadrolarının, en küçüğünden en büyüğüne kadar, bütününü
kuruluştan ayrı düşünmeğe imkân yoktur.” denilmektedir (AYM E. 1965/32, K.
1966/3, 4/2/1966)’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2020 tarihli ve 2018/119 E.;
2020/25 K. sayılı Kararı, § 18). Ancak iptali talep edilen ibare hükmünde;
kadro ihdası gibi özlük işleri kapsamında değerlendirilen ek
ödemenin oranı, usul ve esasları ile ek ödemeye esas işlemleri denetleyecek
inceleme heyetlerinin yapısı, çalışma usul ve esaslarının
genel çerçevesi; hukuki işlem olarak kanun ile açıkça ortaya konulmamıştır.
Öte yandan normlar arasında hukuka
uygun kademelenmenin sağlanabilmesi, diğer bir deyişle normlar hiyerarşisinde
ek ödemenin oranı, usul ve esasları ile inceleme heyetlerinin yapısı, çalışma
usul ve esaslarına ilişkin yönetmeliğin 7411 sayılı Kanun’a uygun olması,
yalnız bu Kanun’un temel ilkeleri ortaya koymasıyla mümkündür. Aksi takdirde,
Kanun’un genel çerçeveyi çizmemesi, yönetmeliğin hukuka uygunluk denetiminde
gözetilecek ölçü normun (7411 sayılı Kanun’un) maddi anlamda kanunun asgari
ögelerini karşılamaması durumunda, yönetmelik hukuki dayanaktan yoksun kılınacaktır.
Tüm bu nedenlerle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 2, 123
ve 128. maddelerine aykırıdır.
iii)Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından: Anayasa’nın 7.
maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre
yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle
idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya
koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve
belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenleme yetkisi;
sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme,
Anayasa’nın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı Kararı).
İptali talep edilen ibarenin yer aldığı cümle hükmünde olduğu gibi temel
ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye (Bakanlığa); ek
ödemenin oranı, usul ve esasları ile inceleme heyetlerinin yapısı, çalışma usul
ve esaslarını belirleme yetkisi veren yasa hükmü, Anayasa’nın 7. maddesine
aykırılık oluşturur.
iv)Kuvvetler ayrılığı ilkesi, normlar hiyerarşisi, hiçbir kimse
veya organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaması ve
idarenin kanuniliği ilkesi bakımından: Yukarıda açıklandığı üzere söz konusu
değiştirilen mevcut ikinci cümlenin kanunlaştırılmasının saiklerinden biri,
Danıştay’ın anılan kararına ilişkindir. Danıştay’ın anılan kararına konu
düzenleyici işlem, 14.02.2013 tarihli ve 28559 (mükerrer) sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna Bağlı
Sağlık Tesislerinde Görevli Personele Ek Ödeme Yapılmasına Dair Yönetmelik’tir.
Kanun koyucu, Danıştay’ın söz konusu iptal kararının akabinde idarenin
düzenleyici işlemini (Yönetmelik), kanun hükmü haline getirmiştir. Başka bir
anlatımla kanun koyucu, iptali istenen ibare bakımından de facto hali, de jure
hale getirmiştir.
Halbuki hukuk devleti ilkesinin
temelinde yer alan Kelsen’in normlar hiyerarşisi teorisine göre ‘‘Devletin
hukuk düzeni bir hiyerarşik normlar sistemidir. … Bir hukuk normunun diğerine
dayanması demek, bir hukuk normu geçerli olduğu için diğer normun geçerli
olması demektir.’’[13] Öte yandan idarenin kanuniliği
ilkesi ile hukuk mantığı gereğince, bir düzenleyici işlemin (yönetmeliğin)
hukuki varlığının amacı bir üst normun (kanunun) somut olaya uygulanmasını
mümkün kılmaktır. ‘‘Yasamanın iradesini yerine getirmeğe yürütme dersek’’[14];
bilakis iptali talep edilen ibare kanunlaştırıldığında; önce yürütmenin iradesi
(Yönetmelik) oluşmuş; de facto hali de jure hale getirmek için; sonra kanun
koyucu, iradesini (kanun-iptali talep edilen ibare) ortaya koymuştur.
Başka bir anlatımla öncelikle (söz
konusu iptal kararından önce) anılan Yönetmelik gereğince (hukuka aykırı) ek
ödeme yapılmış ve inceleme heyetleri oluşturulmuş; (söz konusu iptal kararından
sonra) anılan Yönetmelik hükmü, kanun metni haline getirilmiştir. Bu durum; bir
fonksiyon gaspına sebep olacak, Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan
kuvvetler ayrılığı ilkesini ve 6. maddesinde yer alan hiçbir organın kaynağını
Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanmamasına yönelik hükmü ihlal
edecektir. Zira Anayasa gereği idarenin bir kanun hükmünün uygulanması için
işlem tesis etmesi gerekirken; kanun koyucu, bir idari işlemin hukuka uygun
kılınması için iptali talep edilen ibareyi kanunlaştırmış; yasama kuvveti ile
yürütme kuvveti arasındaki ayrılığa halel getirmiştir. O nedenle Anayasa’nın
arkasından dolaşmak anlamına da gelen iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın
Başlangıç bölümüne, 2, 6 ve 123. maddelerine aykırıdır.
v)Yönetmelikle düzenleme bakımından: Anayasa koyucu, idarenin
düzenleyici işlemlerinin bir türü –kural işlem- olan yönetmelikler için özel
bir Anayasal hüküm öngörmüştür. Anayasa’nın 124. maddesine göre Cumhurbaşkanı,
Bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve
bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler. Sağlık
Bakanlığı’nın ek ödemenin oranı, usul ve esasları ile inceleme heyetlerinin
yapısı, çalışma usul ve esasları hususunda çıkaracağı yönetmeliğin 7411 sayılı
Kanun’un 3. maddesinin uygulanmasını sağlaması ve ona aykırı olmaması için;
yönetmelik çıkartılmasına cevaz veren kanuni hükmün, hangi iş ve işlemlerin
yasal çerçeve içinde kalacağına yönelik temel çerçeve ve sınırları belirlemesi
gerekmektedir. Aksi bir tutum, kanunun uygulanmasını sağlamaya ilişkin Anayasal
işlevinin ötesine geçerek, şekli anlamda kanun aracılığıyla, yönetmeliğe, maddi
anlamda kanun koyma yetkisinin tanınması ve aşırı geniş bir düzenleme alanının
idarenin uhdesine bırakılması anlamına gelecektir. İhtilaflı kurala bakıldığında,
ortada, idare tarafından tecessüm ettirilmeye elverişli bir kanuni genel
düzenleme yoktur. İdare tarafından takdir yetkisinin keyfi biçimde
kullanılmasına neden olabilecek iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 124.
maddesine de aykırıdır.
vi)Kamu hizmetinde görevin gerekli
kıldığı nitelikler bakımından: Anayasa’nın 70. maddesinde yer alan ve her Türk
vatandaşına eşit şekilde tanınan kamu hizmetine girme hakkı, kamu hizmeti icra
edecek personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesini sağlar. Anayasa; ödevle nitelik arasında sıkı bir ilişki
bulunduğunu, bunun dışında hizmete alınmada hiçbir nedenin gözetilemeyeceğini,
daha açık bir anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik ilişkisi yönünden
yapılması gerektiğini buyurmaktadır. O halde ödevle, onun gerektirdiği niteliği
birbirinden ayrı düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o nitelikler görevlilerde
bulunmadıkça o ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev, görevin gerekleri
doğrultusunda yerine getirilmemiş olacak demektir. Kamu hizmetlerinin
özellikleri olduğu ve bu hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere
bağlı bulunduğu bilinen bir gerçektir. Memurlarda yasalarca aranan nitelikler
ve onlar hakkında yasalarda öngörülen kısıtlamalar, kamu hizmetinin etkin ve
esenlikli bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir (Anayasa Mahkemesi’nin
09.10.1979 tarihli ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı Kararı).
Anayasa’nın 128. maddesinde temelini
bulan ve hukuk devletinin ana halkasını oluşturan kanunilik ilkesi ışığında,
Anayasa’nın 70. maddesi ele alındığında görüleceği üzere; kamu hizmetine girme
hakkının temel bir hak olarak etkililiği, maddenin “Hizmete alınmada, görevin
gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki ikinci
fıkrasında yer alan ‘‘görevin’’ ibaresinin; kamu hizmeti görülürken ifa
edilecek görevin (ve mali özlük hakkı olan ek ödemenin ve buna esas işlemleri
denetleyecek olan inceleme heyetinin), (personele, verdiği sağlık hizmeti
nedeniyle, objektif kriterlere göre; ek ödeme yapılabilmesi amacıyla) kanun
düzeyinde açıklanmasını gerektirir. Aksi bir tutum, bir başka deyişle sağlık
özelinde kamu hizmeti görecek personele yapılacak ek ödemenin oranı, usul ve
esasları ile inceleme heyetlerinin yapısı, çalışma usul ve esaslarını belirleme
yetkisini idarenin keyfi uygulamalarına, kayırmacılığa neden olabilecek takdir
yetkisine bırakmak; Anayasal amacın (kamu hizmeti icra edecek personelin
istihdamının liyakate dayalı bir sistem içerisinde gerçekleşmesini teminen hak
ettiği ödemeleri vermek) bertaraf edilmesine neden olacak, anılan hakkın her
bir personel bakımından eşit düzeyde güvence altına alınmasına engel
oluşturacaktır. Diğer bir deyişle, ek ödeme özelinde mali özlük işlerinin
liyakat esasının gereklerini karşılayacak açıklıkta olması ve vatandaşların
eşit şekilde kamu hizmetine girmesinin akabinde hak ettiği ödemeleri almasının,
idarenin keyfî işlemler tesis etme ihtimaline karşı kanun seviyesinde korunması
gerekmektedir. İhtilaflı düzenlemenin temel bir hakkın uygulanma alanında
keyfiliği olanaklı kılması, onun Anayasa’ya aykırılığını tespit bakımından
yeterlidir. Bu nedenle anılan gereklilikleri karşılamayan ihtilaflı ibare,
Anayasa’nın 70. maddesine de aykırıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin
Anayasa’nın 70. maddesi ile ilişkilendirerek verdiği bir iptal kararının
müteallik bölümü:
‘‘1- KHK'nin 37. Maddesinin (2), (3) ve (4) Numaralı Fıkraları
KHK'nin 37. maddesinde, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman
Yardımcılığı kadroları kurulmuş ve bu kadrolarda görev yapacak kişilerin atanma
usul ve esasları düzenlenmiştir. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasında,
Gümrük ve Ticaret Uzman Yardımcılığına atanmanın koşulları; (3) numaralı
fıkrasında, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığına atanmanın koşulları ile bu koşulları
yerine getiremeyen Uzman Yardımcılarının bu unvanlarını kaybedecekleri ve
Bakanlıkta durumlarına uygun kadrolara atanacakları; (4) numaralı fıkrasında
ise Gümrük ve Ticaret Uzmanı ile Uzman Yardımcılarının mesleğe alınmaları,
yetiştirilmeleri, yarışma sınavı, tez hazırlama ve yeterlik sınavı ile diğer
hususların yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa'nın 91. maddesinin birinci fıkrasında “Sıkıyönetim ve
olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile
dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve ödevler...”in kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Öte yandan, Anayasa'nın “Kamu
hizmetlerine girme hakkı” başlıklı 70. maddesinin birinci fıkrasında, her
Türk'ün, kamu hizmetlerine girme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra
ikinci fıkrasında hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka
hiçbir ayırım gözetilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Buna göre, Anayasa'nın “Siyasi
Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde yer alan ve 70. maddesinde
korunan kamu hizmetlerine girme hakkına ilişkin olarak kanun hükmünde kararname
ile düzenleme yapılması mümkün değildir.
Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı kadrolarına
giriş koşullarının belirlenmesi, Anayasa'nın 70. maddesine göre kamu hizmetine
girme hakkına ilişkin olduğundan, bu hususu düzenleyen KHK'nin 37. maddesinin
(2), (3) ve (4) numaralı fıkraları, Anayasa'nın 91. maddesinin birinci
fıkrasına aykırıdır. İptalleri gerekir.’’
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 08.11.2012 tarihli ve 2011/87
E.; 2012/176 K. sayılı Kararı).
vii)Eşitlik ilkesi bakımından: Ayrıca iptali talep edilen
ibareyle ek ödeme (ve ek ödemeye esas işlemleri denetleyecek inceleme heyeti)
özelinde mali özlük işlerine ilişkin kanun düzeyinde çerçeve çizilmemesi
dolayısıyla idareye verilen sınırsız takdir yetkisi, aynı nitelikte sağlık
hizmeti sunan personel arasında idare tarafından kayırma/ayrımcılık yapılmasına
neden olabileceğinden; anılan ibare, Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan
eşitlik ilkesine de aykırıdır. İhtilaflı kural, aynı şekilde, kamu hizmetini
ifa eden personele yapılacak ek ödemede esas alınacak objektif esas ve usulleri
öngörmemesi sebebiyle de, yine eşitlik ilkesini ihlal etmektedir. Zira eşitlik
ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda benzer
kişi kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir ‘‘haklı
neden’’in var olup olmadığına göre yapılır.
Anayasa Mahkemesi’nin ifade ettiği üzere; “[Eşitlik ilkesi] ile
güdülen amaç, benzer koşullar içinde olan, özdeş nitelikte bulunan durumların
yasalarca aynı işleme uyruk tutulmasını sağlamaktır.” (Anayasa Mahkemesi’nin
13.04.1976 tarihli ve 1976/3 E.; 1976/3 K. sayılı Kararı). Yine AYM’ye göre; “Eşitlik
ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme
bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını
önlemektir” (Anayasa Mahkemesi’nin 07.02.2006 tarihli ve 2006/11 E.; 2006/17 K.
sayılı Kararı). Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespitinde,
somut olayda yapılan ayrımın haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı noktası
dikkate alınır: “Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik, mutlak anlamda
bir eşitlik olmayıp, ortada haklı nedenlerin bulunması halinde, farklı
uygulamalara imkan veren bir ilkedir” (Anayasa Mahkemesi’nin 11.12.1986 tarihli
ve 1985/11 E.; 1986/29 K. sayılı Kararı).
Ne var ki, iptali talep edilen ibarenin idareye verdiği keyfi
uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir yetkisi, idare tarafından aynı
nitelikteki sağlık hizmeti sunan personele farkı meblağların verilmesine ya da
hiç verilmemesine ilişkin haklı nedeni somutlaştırmaya elverişli değildir. Başka bir anlatımla, mali özlük işleri kapsamında
kalan ek ödemenin oranı, usul ve esasları ile inceleme heyetlerinin yapısı,
çalışma usul ve esasların belirlenmesinin idareye
bırakılması, akçeli işler bakımından aynı nitelikteki sağlık hizmeti
sunan kişi kategorileri arasında haklı nedene
dayanmayan ve keyfî muamele farklılıklarına yol açacaktır. İptali istenen
kuralın aynı durumdaki personeller arasında muamele farklılığına yol
açabileceği hasebiyle kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı olduğunun tespiti
için, ihtilaflı kuralın haklı gerekçeye dayanmayan muamele farklılığını
yalnızca olası kıldığının tespiti yeterli addedilmek gerekir. Bu nedenle anılan
ibare, Anayasa’nın 10. maddesine aykırıdır.
viii)Kuvvetler ayrılığı ve hukuk
devleti ilkeleri, hiçbir kimsenin veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir
yetkiyi kullanamaması ve yasama organının mahkeme kararlarına uyma zorunluluğu
bakımından: Anayasa’nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasına göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme
kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle
değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. O halde
‘‘Anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesi ile Anayasa’nın 138.
maddesinin son fıkrasındaki "Yasama ve yürütme organları ile idare,
mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını
hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez"
hükmünün gereği olarak Anayasa Mahkemesince yapılan yukarıdaki tespitler, yargı
kararlarının sonuçsuz kalmasına yol açtığı belirlenen kanuni düzenlemelerin de
iptaline karar verilmesiyle sonuçlanmaktadır.’’ (Anayasa Mahkemesi’nin
28.01.2016 tarihli ve 2014/92 E.; 2016/6 K. sayılı Kararı, Üye M. Emin Kuz ve
Üye Hasan Tahsin Gökcan tarafından kaleme alınan Karşıoy Gerekçesi).
Danıştay, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden
düzenleme hakkında verdiği bir kararında:
‘‘Tabiplerin muayene ve girişimsel işlemlerinin incelenmesi ve
bu incelenme raporu esas alınarak tabipler hakkında disiplin soruşturması
açılabilmesini mümkün kılan bir kurula 209 sayılı Kanun'da yer verilmediği
gibi, böyle bir kurulun oluşturulması durumunda, bu kurulun kimlerden
oluşacağı, üyelerin atanma biçimleri ve görev süreleri ile kararların ne
şekilde alınacağı, kurulan çalışma usul ve esaslarının ilgili kanunda veya
kanunun düzenleme yetkisi öngördüğü yönetmelik ile objektif kurallarla
belirlenmesi gerekeceği açıktır. Bu durumda, denetim yetkisinin ancak Kanunla
düzenlenebileceğine ilişkin Anayasal ilke ve bu ilkenin aşılmasının Anayasanın
2. maddesinde yer verilen "hukuk devleti ilkesi"ni zedeleyeceği
hususu göz önünde bulundurulduğunda, kanunda öngörülmeyen bir inceleme
kurulunun yönetmelik ile oluşturulmasında ve kurulun yapısı ile çalışma usul ve
esaslarının ise yönerge ile düzenleneceğine ilişkin anılan düzenlemede hukuka
uygunluk bulunmamaktadır.’’
şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Danıştay 11.
Dairesi’nin 28.12.2016 tarihli ve 2013/1812 E.; 2016/5079 K. sayılı Kararı).
Danıştay anılan kararında, bir kurul oluşturulacak idiyse ilgili
kanununda bu kurulun teşekkülüne yer verilmesi gerektiğini ve bununla da
sınırlı kalmayıp bu kurulun kimlerden oluşacağı, üyelerin atanma biçimleri ve
görev süreleri ile kararların ne şekilde alınacağı, kurulan çalışma usul ve
esaslarının ilgili kanunda veya kanunun düzenleme yetkisi öngördüğü yönetmelik
ile objektif kurallarla belirlenmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Kanun koyucu da inceleme heyetinin oluşturulacağını (şekli
anlamda) kanun düzeyinde hüküm altına almış ve fakat Danıştay kararının maddi
anlamda manasının hilafına (maddi anlamda) ek ödemenin oranı, usul ve esasları
ile inceleme heyetlerinin yapısı, çalışma usul ve esaslarının belirlenmesini,
genel çerçevesini objektif kurallarla çizmeksizin yönetmeliğin düzenleme
alanına bırakmıştır. Bu durum, iptali talep edilen ibarenin yer aldığı cümle
hükmünün kanunlaştırılmasının saiklerinden biri olan Danıştay kararının
gerekleri karşılanmadığından; Anayasa’nın 138. maddesini ihlal ettiği
gibi, hiçbir kimse ve organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamayacağını öngören 6. maddesine ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer
alan kuvvetler ayrılığı ilkesine ve 2. maddesinde yer alan hukuk devleti
ilkesine de halel getirmektedir.
ix)Kuvvetler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin
veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa
Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında
Anayasa'nın 153. maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan söz
edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik ve
kapsam bakımından aynı ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme
hakkında verdiği bir iptal kararında ‘‘… Buna
göre, (Telekomünikasyon) Kurum'da
çalışan memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerinin yasayla düzenlenmesi gerekirken, buna ilişkin düzenlemelerin Bakanlar
Kurulu'na bırakılması, Anayasa'nın 128. maddesine aykırıdır. Bu nedenle kuralın
iptali gerekir…’’ şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin
12.12.2007 tarihli ve 2002/35 ve 2002/95 sayılı Kararı).
Yine Anayasa Mahkemesi, bir kararında:
‘‘8. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural,
ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13., 49. ve 70. maddeleri yönünden de
incelenmiştir.
9. Anayasa’nın 70. maddesinin birinci fıkrasında “Her Türk, kamu
hizmetlerine girme hakkına sahiptir.” denilmek suretiyle kamu hizmetlerine
girme hakkı güvence altına alınmıştır.
10. Anılan hak sadece kamu hizmetlerine girmeyi değil kamu
hizmetlerinde bulunmayı/kalmayı da güvence altına almaktadır (AYM, E.2021/104,
K.2021/87, 11/11/2021, §§ 41-48). Bu itibarla Türk vatandaşı olan sağlık
çalışanının sözleşmesinin feshedilmesi suretiyle kamu hizmetinden çıkarılması
sonucunu doğuran kural kamu hizmetlerine girme hakkına yönelik bir sınırlama
getirmektedir.
11. Öte yandan Anayasa’nın 49. maddesinin birinci fıkrasında
“Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir.” denilmek suretiyle herkesin çalışma
hakkına sahip olduğu hüküm altına alınmıştır.
12. 5258 sayılı Kanun’un 3. maddesi uyarınca Türk vatandaşı
olmayan kişilerin de anılan Kanun kapsamında sağlık çalışanı olarak
görevlendirilebilmesinin mümkün olduğu gözetildiğinde sözleşmenin feshini
gerektiren nedenlerin yönetmelikle düzenlenmesini öngören kuralın Türk
vatandaşı olmayan sağlık çalışanlarının da çalışma hakkını sınırladığı
anlaşılmaktadır.
13. Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma rejimini
düzenleyen 13. maddesi ile yabancıların durumunun düzenlendiği 16. maddesinde
temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanacağı hüküm altına alınmıştır.
Buna göre temel hak ve özgürlükleri sınırlamaya yönelik bir kanuni düzenlemenin
şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfîliğe izin vermeyecek
şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması
gerekir.
14. Esasen temel hak ve özgürlükleri sınırlayan kanunun bu
niteliklere sahip olması Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk
devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinde; kanuni düzenlemelerin hem
kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca
kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir.
Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından
da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla
Anayasa’nın 13. ve 16. maddelerinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen
kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi
ışığında yorumlanmalıdır.
15. İtiraz konusu kural, aile hekimleri ve aile sağlığı
çalışanlarının sözleşmelerinin feshini gerektiren nedenlerin Cumhurbaşkanınca
çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceğini hüküm altına almaktadır. Kural,
yaptırım konusu eylemleri belirlememek suretiyle ilgililerin hangi somut fiil
ve olguya dayanılarak sözleşmelerinin feshedileceğini belirli bir açıklık ve
kesinlikte öngörebilmelerine yasal çerçevede imkân tanımamaktadır.
16. Bu bağlamda sağlık çalışanlarının kamu hizmetlerine girme ve
çalışma haklarını sınırlayan sözleşmenin feshini gerektiren nedenlere ilişkin
genel ilkeler ortaya konulup kanuni çerçeve çizilmemiş; konunun bütün ayrıntılarıyla
düzenlenmesi yönetmeliğe bırakılmak suretiyle yürütmeye sınırsız, belirsiz,
geniş bir düzenleme yetkisi tanınmıştır. Bu itibarla kamu hizmetlerine girme ve
çalışma hakkına sınırlama getiren kuralın belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir nitelikte olmadığı ve bu yönüyle kanunilik şartını taşımadığı
anlaşılmaktadır.
17. Anayasa'nın 7. maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmektedir.
Yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) ait olması ve bu
yetkinin devredilememesi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin bir gereğidir. Bu hükme
yer veren Anayasa'nın 7. maddesinin gerekçesinde yasama yetkisinin parlamentoya
ait olması "demokrasi rejimini benimseyen siyasi rejimlerde kaçınılmaz bir
durum" olarak nitelendirilmiştir. Ayrıca gerekçede "Millet adına
kanun koyma yetkisini yasama meclisi yerine getirir. Bu yetki devredilemez.
Ancak, Anayasanın 99 ve 129 uncu maddeleri hükümleri saklıdır" denilmek
suretiyle bu ilkenin anlamı ve istisnaları belirtilmiştir. Madde gerekçesinden
de anlaşılacağı üzere yasama yetkisinin devredilemezliği, esasen kanun koyma
yetkisinin TBMM dışında başka bir organca kullanılamaması anlamına gelmektedir.
Anayasa'nın 7. maddesi ile yasaklanan, kanun yapma yetkisinin devredilmesidir
(AYM, E.2011/42, K.2013/60, 9/5/2013; E.2021/73, K.2022/51, 21/4/2022, § 15).
18. Türevsel nitelikteki düzenleyici işlemler bakımından kural
olarak kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi
yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi verilmesi yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık oluşturabilmektedir. Bu nedenle
Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, vergi ve
benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların atanması, özlük hakları gibi
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda kanunun temel esasları,
ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça
kanunla düzenlenmesini öngördüğü konularda yasama organının temel kuralları
saptadıktan sonra uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmenin
türevsel nitelikteki işlemlerine bırakması, yasama yetkisinin devri olarak
yorumlanamaz (AYM, E.2011/42, K.2013/60, 9/5/2013; E.2019/36, K.2021/15,
4/3/2021, § 57).
19. Kuralda Anayasa’nın kanunla düzenlenmesini öngördüğü ve
temel hakların sınırlandırılmasına ilişkin olan aile hekimi ve aile sağlığı
çalışanlarının sözleşmelerinin feshini gerektiren nedenlere ilişkin olarak
genel ilkeler ortaya konulmadan, kanuni çerçeve çizilmeden, sözleşmenin feshini
gerektiren durumlar genel hatlarıyla da olsa belirlenmeden, ilgili hususların
tamamının düzenlenmesinin yönetmeliğe bırakılması suretiyle yürütmeye sınırsız,
belirsiz, geniş bir düzenleme yetkisi tanınmıştır. Bu itibarla kural, yasama
yetkisinin devredilemezliği ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
20. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 7., 13., 49. ve 70.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.’’
şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin
21.06.2021 tarihli ve 2022/43 ve 2022/81 sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı karşısında; kanun
koyucunun Anayasa’nın 7, 13, 49 ve 70 ile 128. maddelerine -benzer sakatlıktan
muzdarip olması hasebiyle- aykırı olan iptali talep edilen ibareyi
kanunlaştırması, Anayasa’nın 153. maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse ve
organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını
öngören 6. maddesine ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler
ayrılığı ilkesine de halel getirmektedir.
x)Mülkiyet hakkı ve temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma
ilkeleri ve güvence ölçütleri bakımından: Ek ödemeler üzerinde söz konusu
personelin mülkiyet hakkı bulunmaktadır. Nitekim Anayasa Mahkemesi, ek
ödemelerle benzer mali hak niteliğinde bulunan nöbet ücretlerini, mülkiyet
hakkı bağlamında ele almıştır:
‘‘56. Yukarıda da değinildiği üzere kamu personeli
hakkında yerine getirilen hizmetin şartları ile mali hakların belirlenmesine
ilişkin farklı düzenlemelerin yapılması söz konusu olabilir. Ancak somut olayda
aynı nitelikte kamu hizmeti veren ve uzman doktorların da dâhil olduğu 657
sayılı Kanun'a tabi personel ile 2547 sayılı Kanun'a tabi tıpta uzmanlık
öğrencilerine, ayrıca Sağlık Bakanlığı ile üniversitelerce birlikte kullanılan
sağlık tesislerinde nöbet tutan 2547 sayılı Kanun'a tabi öğretim üyelerine
nöbet ücreti ödenirken üniversite hastanelerinde 2547 sayılı Kanun'a tabi
olarak çalışan uzman doktorlara nöbet ücreti ödenmemesinin nesnel ve makul bir
gerekçeye dayandırılmasını gerektirecek bir sebep bulunmadığı görülmüş, ayrıca
müdahalenin nesnel ve makul bir gerekçeye dayandığı yolunda bir tespite
ulaşılmasını gerektiren somut bir veri bulunamamıştır. Dolayısıyla kamu
otoritesinin ortaya çıkardığı farklılığın başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik
ayrımcı bir muameleye yol açtığı görülmektedir.
57. Sonuç olarak kamu makamlarının kamu personel rejimi
ve buna bağlı olarak hizmet şartları ve mali haklarının belirlenmesi bakımından
geniş bir takdir yetkisi bulunmakla birlikte somut olayın koşulları altında 657
sayılı Kanun'a tabi uzman doktorlar ile 2547 sayılı Kanun'a tabi uzman
doktorlar arasında nöbet ücreti yönünden bir farklılık yaratıldığı dikkate
alındığında bu durumun mülkiyet hakkına yönelik ayrımcı bir muameleye yol
açtığı anlaşılmaktadır. Buna göre olayda objektif ve makul bir gerekçe
gösterilmeden mülkiyet hakkına yapılan ayrımcı müdahale nedeniyle başvurucuya
aşırı bir külfet yüklenmesine yol açılmıştır. Dolayısıyla başvuru konusu olayda
mülkiyet hakkı bağlamında ayrımcılık yasağının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.’’
(Anayasa Mahkemesi’nin 03.07.2019 ve 2018/9074 Başvuru
No’lu Tevfik İlker Akçam Kararı).
Ancak ilgili personele yapılacak ek ödemenin oranı, usul ve
esasları ile ek ödemeye esas işlemleri denetleyecek inceleme heyetlerinin
yapısı, çalışma usul ve esaslarının yönetmelikle belirlenmesi, (Anayasa’nın 13.
maddesinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının
sınırlarının –bilhassa kanunilik kaydının- gereklerinin aksine) ilgili
personelin mülkiyet hakkına müdahale edilmesi sonucunu doğuracaktır.
Başka bir anlatımla ek ödemenin oranı, usul ve esasları ile
inceleme heyetlerinin yapısı, çalışma usul ve esasları belirlenirken; sağlık
kurum ve kuruluşlarında Bakanlıkça belirlenen hizmet sunum şartları ve
kriterleri, personelin unvanı, görevi, disiplin durumu, çalışma şartları ve
süresi, hizmete katkısı, performansı, tetkik, eğitim-öğretim ve araştırma
faaliyetleri ile muayene, ameliyat, anestezi, girişimsel işlemler ve özellik
arz eden riskli bölümlerde çalışma gibi unsurlar dikkate alınacaktır. Ancak bu
unsurların nasıl tespit edileceğine ilişkin objektif kriterlere yer
verilmediğinden; bu durum, eşitsiz uygulamaların önünü açacaktır. (Öte yandan
belirtmek gerekir ki açıklandığı üzere disiplin durumunun kıstas olarak kabul
edilmesi; Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 18, 35, 36,
38, 40, 48, 49, 55, 56, 70, 90, 123, 128 ve 138. maddelerine aykırıdır.)
Kaldı ki iptali talep edilen ibarenin bulunduğu cümlede
‘‘gibi’’ ibaresinin kullanılması suretiyle; bu unsurların, tahdidi değil tadadi
metotla sayılması; idarenin ek ödemeyi yaparken belirsiz ve çok geniş bir
kıstas spektrumunu esas almasına sebep olacaktır. Bu durum ise mülkiyet hakkına
idari işlemlerle müdahale edilme olasılığını doğuracaktır. Bu nedenle iptali
talep edilen ibare, Anayasa’nın 13 ve 35. maddelerine aykırıdır.
xi)Çalışma barışı bakımından: Anayasa’nın 2 ve
5. maddeleriyle Devlet için öngörülen ‘‘sosyal devlet’’ niteliğinin bir
görünümü, Anayasa’nın 49. maddesiyle Devlete yüklenen çalışma barışını sağlamak
için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğüdür. Anayasa Mahkemesi, ‘‘Anayasa'nın
49. maddesine göre, çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlete karşı ileri
sürülecek bu hak, bireylere zorlama yetkisi ve yaptırımı vermemiştir. Devlet,
olanakları ölçüsünde, yeterli örgütler kurarak iş bulmayı kolaylaştırıp
sağlamak için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Devletin herkese iş verme,
herkesi işe yerleştirme zorunluluğu bulunmamaktadır. İşsizliği önlemek amacıyla
yapacağı çalışmalarla Devlet, öncelikle kamu sektöründe iş vermek yolunu
izleyecek, bu nedenle de yasal düzenlemeler yapacaktır.’’ şeklinde hüküm kurmak
suretiyle; Anayasa’nın 49. maddesinin kapsama alanında özel sektörün yanı sıra
kamu sektörünün de değerlendirileceğine işaret etmiştir (Anayasa
Mahkemesi’nin 19.12.1989 tarihli ve 1989/14 ve 1989/49 sayılı Kararı). O halde
Devlet, hem özel sektörde hem de kamu sektöründe çalışma barışını sağlamalıdır.
Ancak maddi anlamda kanuna tekabül etmeyen
iptali talep edilen ibare; sağlık hizmetlerinin bütüncül bir şekilde yerine
getirildiği de göz önüne alındığında; personel arasında eşitsiz muamelelere,
farklı ek ödeme yapılmasına (veya hiç ek ödeme yapılmamasına) yol açacağından,
çalışma barışının da bozulmasına neden olacaktır. Çalışma
barışının bozulması; personel arasında bölünmelere ve hastane idaresi – hekim
(ve sağlık meslek mensubu) – hasta arasında anlaşmazlıklara yol açabilecektir;
mesleki dayanışmayı azaltabilecektir; sağlık hizmetlerini yürütmekle görevli
olan personelin ilgilerini başka alanlara yöneltmesine; sorumluluklarını yeteri
kadar yerine getirememelerine sebep olabilecektir. Bu nedenle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 2, 5 ve 49.
maddelerine de aykırıdır.
xii)Angarya yasağı ve ücrette adaletin sağlanması
bakımından: Çalışma hukukumuzda, angarya yasaktır. Zira ‘‘Anayasa'nın
18. maddesinde, zorla çalıştırma ve angarya kavramlarına yer verilmiştir.
Maddenin gerekçesinde angarya, kişinin emeğinin karşılığını almadan zorla
çalıştırılması olarak tanımlanmıştır. Angaryada
da zorla çalıştırmada olduğu gibi kişinin yaptırım tehdidi altında ve iradesi
dışında çalıştırılması söz konusudur. Ancak angaryada zorla çalıştırmadan
farklı olarak çalıştırılana ücret de ödenmemekte veya bariz bir şekilde düşük
ücret ödenmektedir. Buna göre zorla çalıştırma ile angarya arasındaki fark,
yaptırım tehdidiyle desteklenen irade dışı çalıştırma karşılığında ücret ödenip
ödenmeyeceği hususu ile sınırlıdır. İrade dışı çalıştırmada ücret ödeniyorsa zorla
çalıştırmadan, ücret ödenmiyor veya ödenen ücret bariz bir şekilde düşük ise angaryadan
söz edilebilir (Yasemin Balcı, § 69).’’ (Anayasa Mahkemesi’nin
06.09.2018 tarihli ve 2017/163 E.; 2018/90 K. sayılı Kararı, § 17, 18).
Öte yandan, Anayasa’nın 10. maddesinin somutlaştığı
görünümlerden biri de Anayasa’nın 55. maddesinde temelini bulan ‘‘eşit işe eşit
ücret ilkesi’’dir. Nitekim ‘‘Anayasa'nın "Ücrette adalet sağlanması"
başlıklı 55. maddesinde, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret
elde etmeleri için Devletin gerekli önlemleri alacağı öngörülmüş; madde
gerekçesinde, "Bu madde, bütün çalışanlara çalışmalarının karşılığı olarak
ödenecek olan ücret, aylık, ikramiyeler ve sosyal yardımların belli esasa
dayandırılmasını öngörmektedir. Bu esaslardan ilki, ücret, aylık, ikramiye ve
sosyal yardımlar ancak "fiilen çalışma" karşılığı olarak ödenecektir.
Bunun için de iş süreleri, işin verimi, değeri ve niteliği dikkate
alınacaktır..." denilmiştir. Makam tazminatı, belirli makam ve sorumluluk
gerektiren görevlerde bulunanlara ödenen bir para olup, tutarı, her makam
(unvan) için ayrı ayrı saptanmış olan gösterge rakamının memur aylıklarına
uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak miktar kadardır. 1961
Anayasası'nın 45., 1982 Anayasası'nın da 55. maddesinde yer alan ücrete ilişkin
kuralın dayanağı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 43. maddesidir. Sözü
edilen Bildirgenin 43. maddesinin (2) nolu bendinde, "herkesin herhangi
bir ayırım gözetilmeksizin eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır." denilmiş,
Avrupa Sosyal Şartı'nın 4. maddesinin (1) nolu, Çalışanların Temel, Sosyal
Hakları Topluluk Şartı'nın 6/İ ve 6/İİİ maddelerinde de, eşit ve adil ücret
hakkına ilişkin kurallara yer verilmiştir. Eşit işe eşit ücret ilkesi,
kamu çalışanlarının aylıklarının belirlenmesinde yaşamsal bir ölçüt olarak
alınmalı, Anayasa ve uluslarüstü normlarda öngörülen biçimde ücret ödenmesini
sağlayacak yasal kurallar getirilmelidir. Kuşkusuz ki, İLO sözleşmesinde
öngörüldüğü gibi ücret deyimi, her türlü ek ödemeyi de kapsamaktadır.’’ (Anayasa
Mahkemesi’nin 22.12.1998 tarihli ve 1998/1 E.; 1998/86 K. sayılı Kararına karşı
Üye Haşim Kılıç ve Üye Mustafa Bumin tarafından kaleme alınan karşıoy yazısı).
Ancak personel, sağlık hizmeti sunmasına rağmen; bu personele
yönetmelikle belirlenen oran, usul ve esaslara göre ek ödeme yapılacak ve ek
ödemeye esas işlemleri denetleyecek inceleme heyetlerinin yapısı, çalışma usul
ve esasları yine yönetmelikle tespit edilecektir. Bu durum, aynı görevi ifa
eden ve fakat iptali talep edilen ibarenin bulunduğu cümlede yer alan
örnekleyici unsurların bazılarını sağlayan ya da farklı inceleme heyetleri
tarafından farklı esaslara göre değerlendirilen iki personelin; aynı
nitelikteki çalışma karşılığında farklı ek ödeme alması sonucunu doğuracaktır.
Bunun yanında, personel, yaptırım uygulanacağı tehdidiyle-irade dışı-
çalıştırılacak ve fakat emeği karşılığında düşük ek ödeme almak ya da hiç ek
ödeme almamak suretiyle insan onuruna aykırı biçimde angaryaya maruz
kalacaktır. Bu nedenle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 10, 18 ve 55.
maddesine aykırıdır.
xiii)Çalışma hürriyeti ve çalışma hakkı ile temel
hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma ilkeleri ve güvence ölçütleri
bakımından: Anayasa Mahkemesi’nin belirttiği üzere ‘‘Anayasa'nın "Çalışma ve Sözleşme Hürriyeti" başlıklı 48.
maddesinde, "Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine
sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir." denilmek suretiyle çalışma
özgürlüğü güvenceye bağlanmıştır. Çalışma özgürlüğü, kişinin çalışıp çalışmama,
çalışacağı işi seçme ve çalıştığı işten ayrılma özgürlüğünü korur. Çalışma
özgürlüğü ücretli olarak bağımlı çalışma hakkını olduğu kadar, iktisadi-ticari
faaliyet yapma hakkını da içerir.’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 13.11.2014
tarihli ve 2013/95 E.: 2014/176 K. sayılı Kararı).
Ek ödeme yapılacak personel, 209 sayılı Kanun’un 5. maddesinin
kapsamında kalan döner sermayeli sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan
memurlar ve sözleşmeli personel ile açıktan vekil olarak atananlardır.
Yukarıda açıklandığı üzere Anayasa Mahkemesi, aile hekimleri ve
aile sağlığı elemanlarınca sunulacak olan aile hekimliği hizmetlerinin,
Devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmeti
olduğuna, imzalanan sözleşmelerin nev’inin idari hizmet sözleşmesi olduğuna
işaret etmektedir (Anayasa Mahkemesi’nin 21.02.2008 tarihli ve 2005/10 E.;
2008/63 K. sayılı Kararı).
O halde söz konusu personel, çalışma hürriyetine binaen idare
ile sözleşme akdetmek suretiyle; kendisine ek ödeme yapılacak personel konumuna
gelmektedir. Ancak ek ödeme, yönetmelikle belirlenen oran, usul ve esaslara
göre yapılacak ve ek ödemeye esas işlemler yapısı, çalışma usul ve esasları
yönetmelikle belirlenen inceleme heyetleri tarafından denetlenecektir. Bu durum
ise, idare ile personel arasında kurulan akdi ilişkinin mali yönünün idarenin
düzenleyici işlemlerine konu edilmesine sebep olacağından Anayasa’nın temel hak
ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını düzenleyen 13. maddesinde yer
alan kanunilik kaydının aksine çalışma hürriyeti kısıtlanmaktadır. Bu
nedenle anılan ibare, Anayasa’nın 13. ve 48. maddelerine aykırıdır.
Öte yandan Anayasa’nın 2 ve 5. maddelerinde yer alan sosyal
devlet ilkesinin bir görünümü, Anayasa’nın 49. maddesinde güvencelenen çalışma
hakkıdır. Diğer bir deyişle herkese hak ve ödev olarak tanınan çalışma hakkı,
Devlete pozitif yükümlülük yüklemektedir. Devlet, herkes için uygun bir çalışma
ortamı hazırlamalıdır. Ancak iptali talep edilen ibare, Devletin anılan
yükümlülüğünü ifa etmesine engel olacaktır. Nitekim idare, keyfi biçimde, ek
ödemenin oranı, usul ve esasları ile inceleme heyetlerinin yapısı, çalışma usul
ve esaslarını yönetmelikle belirleyerek; Devlet tarafından onlar
bakımından çalışma hakkının kullanılması için gerekli ortam,
hazırlanamayacaktır. Bu nedenle anılan ibare, Anayasa’nın 13. ve 49.
maddelerine aykırıdır.
xiv)Sosyal devlet ilkesi, Devletin temel amaç ve görevleri,
yaşam ve sağlık hakları bakımından: Öncelikle belirtmek gerekir ki Cumhuriyetimizin
kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, ‘‘Türk halkının sağlığı ve sağlamlığı
vazgeçilmez bir milli meselemizdir.’’ şeklindeki sözüyle sağlık politikalarının
ehemmiyetini vurgulamış; "Beni Türk
hekimlerine emanet edin." şeklindeki sözüyle hekimlere verdiği
değeri dile getirmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü Anayasası’na göre sağlık, sadece hasta veya
sakat olmama hali değil, fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan iyi olma halidir.
Anayasa’nın 17. maddesinde herkesin yaşama hakkına sahip olduğu hüküm altına
alınmış ve yaşama hakkının gerçekleştirilmesini teminen sağlık hakkı,
Anayasa’nın 56. maddesinde düzenlenmiştir. En temel insan hakkı niteliğine
sahip yaşama hakkının bir görünümü olan sağlık hakkı, uluslararası belgelerde
de yerini bulmuştur. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesiyle
yaşam hakkı güvencelenerek sağlık hakkı yaşam boyutu itibariyle koruma altına
alınmıştır. Sözleşme’nin 8. maddesi ise, sağlık hakkını dolaylı olarak ama daha
geniş bir kapsamda korumaktadır. Yine İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25.;
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 12.; Avrupa Sosyal Şartı’nın
11. maddelerinde herkesin sağlık hakkına sahip olduğu, açıkça zikredilmiştir.
Anayasa’nın 56. maddesi, sağlık hakkının pozitif statü hakkı olması
itibarıyla; Anayasa’nın 2. maddesi uyarınca sosyal devlet niteliğini haiz
Devlete, anılan hakkın kullanımı (anılan hakka erişim) için elverişli ortam
hazırlama yükümlülüğü yüklemektedir. Devlet, bu yükümlülüğü sağlık meslek
mensupları marifetiyle yerine getirmektedir. Başka bir anlatımla bireylerin
sağlık ihtiyaçlarının giderilmesi, sağlık meslek mensuplarının elverişli
çalışma ortamında yeterli biçimde sağlık hizmeti sunmasıyla mümkündür.
Ne var ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Devletin sağlık
hizmeti sunumuna ilişkin ihlal kararları bulunmaktadır. Söz gelimi; ‘‘tedavi
için kabul edilmediği hastaneler arasında sevk edilmesi ardından, doğumdan kısa
bir süre sonra, prematüre doğmuş bir bebeğin hayatını kaybetmesiyle ilgili’’
Asiye Genç / Türkiye kararında:
‘‘Mahkeme, Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine karar
vermiştir. Mahkeme, ilk olarak, Türk Devleti’nin yeteri kadar devlet hastanesi
hizmet işleyişini ya da bizzat sağlığın korunması sistemini düzgün olarak
organize etmeyi ve çalıştırmayı sağlamadığını değerlendirmiştir. Bebek hayatını
kaybetmiştir çünkü herhangi bir tedavide bulunulmamıştır. Mahkeme, bu tür bir
durumun bir kişinin yaşamını tehlikeye atmak gibi tıbbi bakım sağlamama
anlamına geldiğini gözlemlemiştir. İkinci olarak, Mahkeme Türk yargı sisteminin
söz konusu feci olaya karşılık verme şeklinin bebeğin ölümünün kesin
koşullarını aydınlatmaya dair elverişli olmadığını değerlendirmiştir. Mahkeme,
bu nedenle, doğumundan kısa bir süre sonra hayatını kaybeden bebek hususunda,
Türkiye’nin Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamında yükümlülüklerini yerine
getirmediği şeklinde değerlendirebileceğini tespit etmiştir.’’
Kanun koyucu, sağlık hizmeti sunan personelin mali haklarından
olan ek ödemenin oranı, usul ve esasları ile inceleme heyetlerinin yapısı,
çalışma usul ve esaslarının yönetmelikle belirleneceğini hüküm altına almak
suretiyle; temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını
düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan kanunilik kaydına halel
getirmiştir. Diğer bir deyişle sağlık hakkının kullanılması için gerekli ortamı
sunma yükümlülüğü olan Devletin, bu yükümlülüğü tam manasıyla ifası, iyi
yetişmiş, donanımlı, mali hakları temin edilen sağlık meslek mensuplarıyla
mümkündür. Aksi bir tutum, sağlık hakkının gerçekleştirilmesine yönelik pozitif
yükümlülüklerin ifa edilmemesi sonucunu doğuracaktır. Kanun koyucu da mali
özlük işlerinin yürütme tarafından tespit edilmesine cevaz vererek; devletin
sağlık hakkına ilişkin pozitif yükümlülüklerinin yerine getirilmemesinin önünü
açmıştır. Kaldı ki sosyal devlet anlayışı, sağlık hakkının herkese nitelikli
bir biçimde tanınmasını gerektirir. Tüm bu nedenlerle anılan ibare, Anayasa’nın
2, 5, 17 ve 56. maddelerine aykırıdır.
xv)Uluslararası andlaşmaların iç hukuka
etkisi bakımından: Anayasa’nın 90. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere
ilişkin usulüne göre yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara
nazaran hakkı koruyucu, kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla)
normlar hiyerarşisinde kanunun üstündedir. İptali talep edilen ibare, yaşam ve sağlık haklarına ilişkin Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. ve 8.; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25.;
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 12.; Avrupa Sosyal Şartı’nın
11. maddelerini; mülkiyet hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
Ek 1 No’lu Protokolü’nün 1. maddesini; kölelik
ve zorla çalıştırma yasağına ilişkin Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 4. maddesini
ve ILO’nun 29 No’lu Zorla Çalıştırma Sözleşmesi’ni; çalışma hakkına
ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23., (Gözden Geçirilmiş) Avrupa
Sosyal Şartı’nın 1. maddelerini; Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu ILO
Sözleşmelerini[17] ;adil çalışma koşullarına ilişkin
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23., (Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal
Şartı’nın 3 ve 22. maddelerini; ILO’nun 94 No’lu Çalışma Şartları (Kamu
Sözleşmeleri) Sözleşmesi ile 151 No’lu Çalışma İlişkileri (Kamu Hizmeti)
Sözleşmesi’ni; eşit işe eşit ücret ilkesine ilişkin İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi'nin 43. maddesi ve ILO’nun 100 No’lu Eşit Ücret Sözleşmesi’ni ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90. maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle, 7411 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle 04.01.1961
tarihli ve 209 sayılı Sağlık Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumları ile
Esenlendirme (Rehabilitasyon) Tesislerine Verilecek Döner Sermaye Hakkında
Kanun’un 5. maddesinin birinci fıkrasının değiştirilen mevcut ikinci cümlesinde
yer alan ‘‘yönetmelikle’’ ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7,
10, 13, 17, 18, 35, 48, 49, 55, 56, 70, 90, 123, 124, 128, 138 ve 153.
maddelerine aykırıdır; anılan ibarenin iptali gerekir.
2)
16.06.2022 tarihli ve 7411 sayılı Sağlıkla İlgili Bazı
Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun’un 8. maddesiyle 07.05.1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri
Temel Kanunu’nun ek 1. maddesinin birinci fıkrasının değiştirilen ikinci
cümlesinde yer alan ‘‘yönetmelikle’’ ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nun ek 1. maddesinin
birinci fıkrasının birinci cümlesine göre kamu
kurum ve kuruluşlarının uzman tabip, tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman,
tabip, diş tabibi ve eczacı kadro ve
pozisyonlarına yapılacak açıktan atamalar, açıktan atama izni alınmaksızın
mevzuatta öngörülen işlemlerin tamamlanmasından sonra gerçekleştirilmekte ve
bunların yerleştirilmeleri Sağlık Bakanlığınca sınavsız ve kura ile
yapılmaktadır.
7411 sayılı Kanun’un 8. maddesiyle 3359 sayılı Kanun’un ek 1.
maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi değiştirilmiştir. Buna göre kuraya
ilişkin usul ve esaslar ile bunların Sağlık Bakanlığı’ndaki atamalarına ilişkin
usul ve esaslar, Sağlık Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle belirlenecektir.
Ancak kuraya ilişkin usul ve esaslar ile bunların Sağlık Bakanlığı’ndaki
atamalarına ilişkin usul ve esasların, idarenin düzenleyici işlemlerinin
(Sağlık Bakanlığı’nın çıkaracağı yönetmeliğin) konusu yapılması, Anayasa’ya
aykırıdır.
Anayasa’ya aykırılıklar aşağıda gerekçelendirilmeden önce kamu
kurum ve kuruluşlarının uzman tabip, tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman,
tabip, diş tabibi ve eczacı kadro ve pozisyonlarına açıktan atanacakların
hukuki statüsünü ortaya koymak gerekmektedir. Anayasa’nın
2. maddesiyle sosyal devlet olarak nitelendirilen Devletin temel hak ve
özgürlüklerin verimli, etki ve güvenli biçimde kullanılmasına elverişli ortamı
hazırlama yükümlülüğü bulunmaktadır. Zira Anayasa’nın 5. maddesinde Devletin
temel amaç ve görevleri arasında; kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmak sayılmaktadır. O halde Devlet, anılan yükümlülüğü
Anayasa’nın 17. maddesinde güvencelenen yaşam hakkıyla da ilintili olan
Anayasa’nın 56. maddesinde hüküm altına alınan sağlık hakkı bakımından yerine
getirmekle mükelleftir. Başka bir anlatımla Devlet, sağlık meslek mensupları
marifetiyle bireylere sağlık hakkının kullanımı için gerekli koşulları temin
etmelidir. O halde Devlet tarafından sunulan sağlık özelindeki kamu hizmetinin,
kamu görevlileri eliyle yerine getirilmesi lazım gelmektedir. Nitekim
Anayasa Mahkemesi de bir kararında;
‘‘Kamu hizmeti, geniş tanımıyla, devlet ya da diğer kamu
tüzelkişileri tarafından ya da bunların denetim ve gözetimleri altında, ortak
gereksinimleri karşılamak ve kamu yararını sağlamak için topluma sunulmuş
bulunan sürekli ve düzenli etkinliklerdir. Toplumsal yaşamın zorunlu
gereksinimlerinden olan düzenlilik ve süreklilik isteyen sağlık hizmeti de
niteliği gereği kamu hizmeti olarak değerlendirilmektedir.
5258 sayılı Yasa'ya göre aile hekimleri ve aile sağlığı
elemanlarınca sunulacak hizmetler, kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri
ile birinci basamak tanı koyucu, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetleridir.
Sağlık Bakanlığı'nın, aile hekimliği hizmetlerini, pilot olarak
belirleyeceği illerde görevlendireceği ya da sözleşmeli olarak çalıştıracağı
personel eliyle yürütmesi, bu hizmetlerin niteliği itibariyle belli bir
düzenlilik içinde sunulması gereken, kişilerin ve dolayısıyla aile ve toplumun
varlığı ve huzuru yönünden vazgeçilmez, ertelenemez ve ikame edilemez hizmetler
olması, aile hekimi ve aile sağlığı elemanlarının bu hizmetleri kapsamlı ve
devamlı olarak belli bir mekânda ve tam gün çalışma esasına göre sunmaları,
aile hekimliği pilot uygulamasına geçilen illerde bu hizmetlerin ücretsiz
olarak verilmesi, kişilerin bu sağlık hizmetlerinden yararlanabilmelerinin aile
hekimlerine kayıt olmalarına bağlı olması ve bu illerde aile hekimliği
kapsamındaki hizmetlerin sadece aile hekimlerince sunulması, birinci basamakta
düzenlenmesi öngörülen her türlü reçete, rapor ve sevklerin ve diğer resmi
belgelerin, aile hekimleri tarafından düzenlenmesi, birinci basamaktan ikinci
ve üçüncü basamak sağlık kurum ve kuruluşlarına sevklerin aile hekimlerince
yapılması, sözleşmeli çalışacak aile hekimi ve aile sağlığı elemanlarının idare
ile imzalayacakları sözleşmenin idari hizmet sözleşmesi niteliğinde bulunması,
sözleşmeli aile hekimi ve aile sağlığı elemanlarının ücretlerinin idarece
ödenmesi, aile hekimlerinin düzenledikleri tüm kayıt, evrak ve belgelerin resmi
kayıt ve evrak niteliğinde olması, aile hekimleri ve aile sağlığı elemanlarının
mevzuat ve sözleşmeye uygunluk ve diğer konularda, Bakanlık, ilgili mülki idare
ve sağlık idaresinin denetimine tabi olmaları, görevleriyle ilgili ya da
görevleri başında işledikleri veya kendilerine karşı işlenen suçlarda Devlet
memuru gibi kabul edilmeleri gözetildiğinde, aile hekimleri ve aile sağlığı
elemanlarınca sunulacak olan aile hekimliği hizmetlerinin, Devletin genel idare
esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetinin gerektirdiği asli ve
sürekli görevler olduğu açıktır.
Bu durumda, ihtiyaç duyulması halinde, Türkiye'de mesleğini icra
etmeye yetkili ve 657 sayılı Yasa'nın 48. maddesinin (A) bendinin (4), (5) ve
(7) numaralı alt bentlerindeki şartları taşıyan kamu görevlisi olmayan uzman
tabip, tabip ve aile sağlığı elemanları, Sağlık Bakanlığı'nın önerisi, Maliye
Bakanlığı'nın uygun görüşü üzerine idari hizmet sözleşmesi yapılarak aile
hekimliği uygulamalarını yürütmek üzere çalıştırılabileceklerdir. Bu şekilde
çalıştırılanlar Anayasa'nın 128. maddesinde yer alan 'diğer kamu görevlisi'
kapsamında olduğundan, iptali istenen kural Anayasa'ya aykırılık oluşturmamaktadır.’’
şeklindeki gerekçeyi kaleme almak suretiyle; aile hekimleri ve
aile sağlığı elemanlarınca sunulacak olan aile hekimliği hizmetlerinin,
Devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmeti
olduğuna işaret etmektedir (Anayasa Mahkemesi’nin 21.02.2008 tarihli ve 2005/10
E.; 2008/63 K. sayılı Kararı).
O halde kamu kurum ve kuruluşlarının uzman
tabip, tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman, tabip, diş tabibi ve eczacı kadro
ve pozisyonlarına açıktan atanacakları da Anayasa’nın 128. maddesi
bağlamında değerlendirmek gerekmektedir. Yine bu kimseler için yapılacak kura
ve atama, özlük hakkı niteliğindedir.
i)Kamu görevlilerinin özlük hakları bağlamında
kanunilik ilkesi bakımından: Anayasa'nın 128. maddesinin birinci fıkrası
kapsamındaki görevleri yürüten bütün personelin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekir
(Anayasa Mahkemesi’nin 22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.; 2012/184 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi kanunilik ölçütünün sağlandığından
söz edilebilmesi için kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kurallar
keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir
nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2.
maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir.
Dolayısıyla Anayasa’nın 128. maddesinde yer verilen kanunilik ölçütü,
Anayasa’nın 2. maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi ışığında
yorumlanmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88,
K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve
2020/1 E.; 2020/563 K. sayılı Kararı, § 41).
Ancak kamu kurum ve kuruluşlarının uzman tabip, tıpta
uzmanlık mevzuatına göre uzman, tabip, diş tabibi ve eczacı kadro ve
pozisyonlarına açıktan atanacakların özlük haklarına ilişkin
olan ve iptali talep edilen ibare, şekli anlamda kanun formunda kaleme
alınmakla beraber, aşağıda detaylı biçimde açıklanacağı üzere Anayasa’nın
ilgili diğer hükümlerinin (Anayasa’nın 2, 5, 13, 49. maddelerinin) gereklerini
karşılamadığından maddi anlamda bir kanun niteliğini haiz değildir. Kuraya
ilişkin usul ve esaslar ile bunların Sağlık Bakanlığı’ndaki atamalarına ilişkin
usul ve esaslar yönetmelikle tespit edilmek suretiyle; özlük hakların
belirlenmesi idarenin düzenleyici işlemlerine bırakılmıştır. Oysa bir kamu
görevlisi olan kamu kurum ve kuruluşlarının uzman tabip, tıpta
uzmanlık mevzuatına göre uzman, tabip, diş tabibi ve eczacı kadro ve
pozisyonlarına açıktan atanacakların kura ve atama özelinde özlük
haklarının maddi anlamda kanun düzeyinde belirlenmesi ve idarenin öznel
takdirine bağlı işlem ve eylemlerine terk edilmemesi gerekirdi. İptal istenen ibare,
bu nedenle Anayasa’nın 128. maddesine aykırıdır.
ii)Hukuk devleti ve idarenin kanuniliği ilkeleri bakımından:
Hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu
başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı
amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı
duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk
kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların
üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile
Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009
tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de kanun
hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını
ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem
içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par.
13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli
ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle, hukuk devleti ilkesi
gereğince, idareye işlem tesis ederken ve eylemde bulunurken veya görevlerini
yerine getirirken belirli ölçüde hareket serbestliği sağlayan takdir yetkisinin
kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir
yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla kanunla
çizilmelidir.
Öte yandan Anayasa’nın 123. maddesinde yer alan idarenin
kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin secundum
legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin düzenleme
yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intra legem özelliğidir
(kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve eylemleri
kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle kuraya ilişkin usul ve esaslar ile bunların Sağlık
Bakanlığı’ndaki atamalarına ilişkin usul ve esasların; Anayasa’nın 128.
maddesinde hüküm altına alınan ve hukuk devletinin temel taşı olan maddi
anlamdaki kanunilik kıstasının gereklerini karşılaması ve kanuna dayanması ile
kanuna aykırı olmaması için; genel çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek
açıklıkta kanun düzeyinde çizilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle -kura bir
komisyon tarafından yapılacak idiyse- komisyonun teşkili, görevi, çalışma usul
ve esasları, kuranın fiziken mi elektronik ortamda mı yapılacağı, kura dönemi,
kura ilanı, karşılıklı yer değiştirme, atama şartları, kura sonucunun idari itiraz usulüne tabi olup olmaması gibi
hususların tamamı yönetmeliğe bırakılmıştır. Kanun koyucu, kuraya
ilişkin usul ve esaslar ile bunların Sağlık Bakanlığı’ndaki atamalarına ilişkin
usul ve esasların içeriği, –Anayasal ilkelerin aksine- hakkında tamamen sessiz
kalmış, bu konuların düzenlenmesini idarenin (Sağlık Bakanlığı’nın) uhdesine
bırakmıştır.
Kanun koyucu, kuraya ilişkin usul ve esaslar ile bunların Sağlık
Bakanlığı’ndaki atamalarına ilişkin usul ve esasları yönetmeliğin düzenleme
alanının konusu yapmış; kamu personel rejimine ilişkin kura ve atamayı kanuni
dayanaktan yoksun bırakmıştır. Kanun düzeyinde tanımlanması gereken söz
konusu usul ve esasların içeriğini idarenin düzenleyici işlemlerine tevdi eden ve
yukarıda tanımlandığı anlamda maddi anlamda kanunilik ilkesinin gereklerini
yerine getirmeyen ihtilaflı ibare, Anayasa’nın 2 ve 123. maddelerine aykırıdır.
Bunun yanında, Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında, ‘‘Kamu kurum ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir
deyişle kadro usulüne ilişkin düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili
olup idarenin kuruluş ve görevlerinin belirlenmesinin bir parçasını
oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesinin bir kararında konuyla ilgili olarak, “Bir
kurumun kuruluşu deyince her şeyden önce o kurumu yürütecek personele ait
kadrolar hatıra gelir. Zira kurumun temelinden çatısına kadar bütün örgütünün
bu kadrolar teşkil eder. Personel kadroları mevcut olmayan bir kurum, henüz
kuruluş haline geçmemiş demektir. Şu halde bir kurumu çalışır hale getirecek
olan Personel kadrolarının, en küçüğünden en büyüğüne kadar, bütününü
kuruluştan ayrı düşünmeğe imkân yoktur.” denilmektedir (AYM E. 1965/32, K.
1966/3, 4/2/1966)’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2020 tarihli ve 2018/119 E.;
2020/25 K. sayılı Kararı, § 18). Ancak iptali talep edilen ibare hükmünde;
kadro ihdası gibi özlük işleri kapsamında değerlendirilen kura
ve atamaya ilişkin usul ve esasların genel çerçevesi; hukuki
işlem olarak kanun ile açıkça ortaya konulmamıştır.
Öte yandan normlar arasında hukuka
uygun kademelenmenin sağlanabilmesi, diğer bir deyişle normlar hiyerarşisinde
kura ve atamanın usul ve esaslarına ilişkin yönetmeliğin 7411 sayılı Kanun’a
uygun olması, yalnız bu Kanun’un temel ilkeleri ortaya koymasıyla mümkündür.
Aksi takdirde, yani Kanun’un genel çerçeveyi çizmemesi, yönetmeliğin hukuka
uygunluk denetiminde gözetilecek ölçü normun (7411 sayılı Kanun’un) maddi
anlamda kanunun asgari ögelerini karşılamaması durumunda, yönetmelik hukuki
dayanaktan yoksun kılınacaktır.
Tüm bu nedenlerle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 2, 123
ve 128. maddelerine aykırıdır.
iii)Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından: Anayasa’nın 7.
maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre
yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle
idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya
koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve
belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenleme yetkisi;
sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme,
Anayasa’nın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı
Kararı). İptali talep edilen ibarenin yer aldığı cümle hükmünde olduğu gibi
temel ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye (Bakanlığa);
kuraya ilişkin usul ve esaslar ile bunların Sağlık Bakanlığı’ndaki atamalarına
ilişkin usul ve esasları belirleme yetkisi veren yasa hükmü, Anayasa’nın 7.
maddesine aykırılık oluşturur.
iv)Yönetmelikle düzenleme bakımından: Anayasa koyucu, idarenin
düzenleyici işlemlerinin bir türü –kural işlem- olan yönetmelikler için özel
bir Anayasal hüküm öngörmüştür. Anayasa’nın 124. maddesine göre Cumhurbaşkanı,
Bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve
bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler. Sağlık
Bakanlığı’nın kuraya ilişkin usul ve esaslar ile bunların Sağlık
Bakanlığı’ndaki atamalarına ilişkin usul ve esaslar hususunda çıkaracağı yönetmeliğin
7411 sayılı Kanun’un 8. maddesinin uygulanmasını sağlaması ve ona aykırı
olmaması için; yönetmelik çıkartılmasına cevaz veren kanuni hükmün, hangi iş ve
işlemlerin yasal çerçeve içinde kalacağına yönelik temel çerçeve ve sınırları
belirlemesi gerekmektedir. Aksi bir tutum, kanunun uygulanmasını sağlamaya
ilişkin Anayasal işlevinin ötesine geçerek, şekli anlamda kanun aracılığıyla,
yönetmeliğe, maddi anlamda kanun koyma yetkisinin tanınması ve aşırı geniş bir
düzenleme alanının idarenin uhdesine bırakılması anlamına gelecektir. İhtilaflı
kurala bakıldığında, ortada, idare tarafından tecessüm ettirilmeye elverişli
bir kanuni genel düzenleme yoktur. İdare tarafından takdir yetkisinin keyfi
biçimde kullanılmasına neden olabilecek iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın
124. maddesine de aykırıdır.
v)Kamu hizmetinde görevin gerekli
kıldığı nitelikler bakımından: Anayasa’nın 70. maddesinde yer alan ve her Türk
vatandaşına eşit şekilde tanınan kamu hizmetine girme hakkı, kamu hizmeti icra
edecek personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesini sağlar. Anayasa; ödevle nitelik arasında sıkı bir ilişki
bulunduğunu, bunun dışında hizmete alınmada hiçbir nedenin gözetilemeyeceğini,
daha açık bir anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik ilişkisi yönünden
yapılması gerektiğini buyurmaktadır. O halde ödevle, onun gerektirdiği niteliği
birbirinden ayrı düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o nitelikler görevlilerde
bulunmadıkça o ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev, görevin gerekleri
doğrultusunda yerine getirilmemiş olacak demektir. Kamu hizmetlerinin
özellikleri olduğu ve bu hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere
bağlı bulunduğu bilinen bir gerçektir. Memurlarda yasalarca aranan nitelikler
ve onlar hakkında yasalarda öngörülen kısıtlamalar, kamu hizmetinin etkin ve
esenlikli bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir (Anayasa Mahkemesi’nin 09.10.1979
tarihli ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı Kararı).
Anayasa’nın 128. maddesinde temelini
bulan ve hukuk devletinin ana halkasını oluşturan kanunilik ilkesi ışığında,
Anayasa’nın 70. maddesi ele alındığında görüleceği üzere; kamu hizmetine girme
hakkının temel bir hak olarak etkililiği, maddenin “Hizmete alınmada, görevin
gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki ikinci
fıkrasında yer alan ‘‘görevin’’ ibaresinin; kamu hizmeti görülürken ifa
edilecek görevin (ve kura ile atamanın), ( ilgili kimsenin liyakat esaslarına
göre kamu kurum ve kuruluşlarının uzman tabip, tıpta uzmanlık mevzuatına göre
uzman, tabip, diş tabibi ve eczacı kadro ve pozisyonlarına açıktan atanması
amacıyla) kanun düzeyinde açıklanmasını gerektirir. Aksi bir tutum, bir başka
deyişle sağlık özelinde kamu hizmeti görecek kişilerin (kamu kurum ve
kuruluşlarının uzman tabip, tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman, tabip, diş
tabibi ve eczacı kadro ve pozisyonlarına) açıktan atanmasının kurasına ilişkin
usul ve esaslar ile bunların Sağlık Bakanlığı’ndaki atamalarına ilişkin usul ve
esasları belirleme yetkisini idarenin keyfi uygulamalarına, kayırmacılığa neden
olabilecek takdir yetkisine bırakmak; Anayasal amacın (kamu hizmeti icra edecek
kamu kurum ve kuruluşlarının uzman tabip, tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman,
tabip, diş tabibi ve eczacı kadro ve pozisyonlarına açıktan atanacakların
istihdamının liyakate dayalı bir sistem içerisinde gerçekleşmesi) bertaraf
edilmesine neden olacak, anılan hakkın kamu kurum ve kuruluşlarının uzman
tabip, tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman, tabip, diş tabibi ve eczacı kadro
ve pozisyonlarına açıktan atanacaklar bakımından eşit düzeyde güvence altına
alınmasına engel oluşturacaktır. Diğer bir deyişle, kura ve atamanın liyakat esasının
gereklerini karşılayacak açıklıkta olması ve vatandaşların eşit şekilde kamu
hizmetine girme hakkının, idarenin keyfî işlemler tesis etme ihtimaline karşı
kanun seviyesinde korunması gerekmektedir. İhtilaflı düzenlemenin temel bir
hakkın uygulanma alanında keyfiliği olanaklı kılması, onun Anayasa’ya
aykırılığını tespit bakımından yeterlidir. Bu nedenle anılan gereklilikleri
karşılamayan ihtilaflı ibare, Anayasa’nın 70. maddesine de aykırıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin
Anayasa’nın 70. maddesi ile ilişkilendirerek verdiği bir iptal kararının
müteallik bölümü:
‘‘1- KHK'nin 37. Maddesinin (2), (3) ve (4) Numaralı Fıkraları
KHK'nin 37. maddesinde, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman
Yardımcılığı kadroları kurulmuş ve bu kadrolarda görev yapacak kişilerin atanma
usul ve esasları düzenlenmiştir. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasında,
Gümrük ve Ticaret Uzman Yardımcılığına atanmanın koşulları; (3) numaralı
fıkrasında, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığına atanmanın koşulları ile bu koşulları
yerine getiremeyen Uzman Yardımcılarının bu unvanlarını kaybedecekleri ve
Bakanlıkta durumlarına uygun kadrolara atanacakları; (4) numaralı fıkrasında
ise Gümrük ve Ticaret Uzmanı ile Uzman Yardımcılarının mesleğe alınmaları,
yetiştirilmeleri, yarışma sınavı, tez hazırlama ve yeterlik sınavı ile diğer
hususların yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa'nın 91. maddesinin birinci fıkrasında “Sıkıyönetim ve
olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile
dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve ödevler...”in kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Öte yandan, Anayasa'nın “Kamu
hizmetlerine girme hakkı” başlıklı 70. maddesinin birinci fıkrasında, her
Türk'ün, kamu hizmetlerine girme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra
ikinci fıkrasında hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka
hiçbir ayırım gözetilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Buna göre, Anayasa'nın “Siyasi
Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde yer alan ve 70. maddesinde
korunan kamu hizmetlerine girme hakkına ilişkin olarak kanun hükmünde kararname
ile düzenleme yapılması mümkün değildir.
Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı kadrolarına
giriş koşullarının belirlenmesi, Anayasa'nın 70. maddesine göre kamu hizmetine
girme hakkına ilişkin olduğundan, bu hususu düzenleyen KHK'nin 37. maddesinin
(2), (3) ve (4) numaralı fıkraları, Anayasa'nın 91. maddesinin birinci
fıkrasına aykırıdır. İptalleri gerekir.’’
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 08.11.2012 tarihli ve 2011/87
E.; 2012/176 K. sayılı Kararı).
vi)Eşitlik ilkesi bakımından: Ayrıca iptali talep edilen
ibareyle kura ve atamanın usul ve esaslarının kanun düzeyinde çerçevesinin
çizilmemesi dolayısıyla idareye verilen sınırsız takdir yetkisi, aynı nitelikte
sağlık hizmeti sunacak kamu kurum ve kuruluşlarının uzman tabip, tıpta uzmanlık
mevzuatına göre uzman, tabip, diş tabibi ve eczacı kadro ve pozisyonlarına
açıktan atanacaklar arasında idare tarafından kayırma/ayrımcılık yapılmasına
neden olabileceğinden; anılan ibare, Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan
eşitlik ilkesine de aykırıdır.
Her ne kadar iptali talep edilen ibarenin yer aldığı cümlenin
ratio legis’inin ‘‘daha adil bir sistem getirilmesi’’ olduğu ileri sürülse de;
ihtilaflı kural, kamu hizmetini ifa edecek kamu kurum ve kuruluşlarının uzman
tabip, tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman, tabip, diş tabibi ve eczacı kadro
ve pozisyonlarına açıktan atanacakların kura ve atama usulüne ilişkin objektif
kriterleri öngörmemesi sebebiyle, eşitlik ilkesini ihlal etmektedir. Zira
eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda
benzer kişi kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir ‘‘haklı
neden’’in var olup olmadığına göre yapılır.
Anayasa Mahkemesi’nin ifade ettiği üzere; “[Eşitlik ilkesi] ile
güdülen amaç, benzer koşullar içinde olan, özdeş nitelikte bulunan durumların
yasalarca aynı işleme uyruk tutulmasını sağlamaktır.” (Anayasa Mahkemesi’nin
13.04.1976 tarihli ve 1976/3 E.; 1976/3 K. sayılı Kararı). Yine AYM’ye göre; “Eşitlik
ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme
bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını
önlemektir” (Anayasa Mahkemesi’nin 07.02.2006 tarihli ve 2006/11 E.; 2006/17 K.
sayılı Kararı). Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespitinde,
somut olayda yapılan ayrımın haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı noktası
dikkate alınır: “Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik, mutlak anlamda
bir eşitlik olmayıp, ortada haklı nedenlerin bulunması halinde, farklı
uygulamalara imkan veren bir ilkedir” (Anayasa Mahkemesi’nin 11.12.1986 tarihli
ve 1985/11 E.; 1986/29 K. sayılı Kararı).
Ne var ki, iptali talep edilen ibarenin idareye verdiği keyfi
uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir yetkisi, idare tarafından aynı
nitelikteki sağlık hizmeti sunacak kamu kurum ve kuruluşlarının uzman tabip,
tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman, tabip, diş tabibi ve eczacı kadro ve pozisyonlarına
açıktan atanacakların farklı kura ve atama usullerine tabi tutulmasına ilişkin
haklı nedeni somutlaştırmaya elverişli değildir.
Başka bir anlatımla, kuraya ilişkin usul ve esaslar ile bunların Sağlık
Bakanlığı’ndaki atamalarına ilişkin usul ve esasların belirlenmesinin idareye bırakılması, kura ve atama bakımından
aynı nitelikteki sağlık hizmeti sunacak kişi kategorileri arasında haklı nedene dayanmayan ve keyfî
muamele farklılıklarına yol açacaktır. İptali istenen kuralın aynı durumdaki
kamu kurum ve kuruluşlarının uzman tabip, tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman,
tabip, diş tabibi ve eczacı kadro ve pozisyonlarına açıktan atanacaklar
arasında muamele farklılığına yol açabileceği hasebiyle kanun önünde eşitlik
ilkesine aykırı olduğunun tespiti için, ihtilaflı kuralın haklı gerekçeye
dayanmayan muamele farklılığını yalnızca olası kıldığının tespiti yeterli
addedilmek gerekir. Bu nedenle anılan ibare, Anayasa’nın 10. maddesine
aykırıdır
vii)Kuvvetler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin
veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa
Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında
Anayasa'nın 153. maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan söz
edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik ve
kapsam bakımından aynı ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme
hakkında verdiği bir iptal kararında ‘‘… Buna
göre, (Telekomünikasyon) Kurum'da
çalışan memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerinin yasayla düzenlenmesi gerekirken, buna ilişkin düzenlemelerin Bakanlar
Kurulu'na bırakılması, Anayasa'nın 128. maddesine aykırıdır. Bu nedenle kuralın
iptali gerekir…’’ şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin
12.12.2007 tarihli ve 2002/35 ve 2002/95 sayılı Kararı).
Yine Anayasa Mahkemesi, bir kararında:
‘‘8. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural,
ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13., 49. ve 70. maddeleri yönünden de
incelenmiştir.
9. Anayasa’nın 70. maddesinin birinci fıkrasında “Her Türk, kamu
hizmetlerine girme hakkına sahiptir.” denilmek suretiyle kamu hizmetlerine
girme hakkı güvence altına alınmıştır.
10. Anılan hak sadece kamu hizmetlerine girmeyi değil kamu
hizmetlerinde bulunmayı/kalmayı da güvence altına almaktadır (AYM, E.2021/104,
K.2021/87, 11/11/2021, §§ 41-48). Bu itibarla Türk vatandaşı olan sağlık
çalışanının sözleşmesinin feshedilmesi suretiyle kamu hizmetinden çıkarılması
sonucunu doğuran kural kamu hizmetlerine girme hakkına yönelik bir sınırlama
getirmektedir.
11. Öte yandan Anayasa’nın 49. maddesinin birinci fıkrasında
“Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir.” denilmek suretiyle herkesin çalışma
hakkına sahip olduğu hüküm altına alınmıştır.
12. 5258 sayılı Kanun’un 3. maddesi uyarınca Türk vatandaşı
olmayan kişilerin de anılan Kanun kapsamında sağlık çalışanı olarak
görevlendirilebilmesinin mümkün olduğu gözetildiğinde sözleşmenin feshini
gerektiren nedenlerin yönetmelikle düzenlenmesini öngören kuralın Türk
vatandaşı olmayan sağlık çalışanlarının da çalışma hakkını sınırladığı
anlaşılmaktadır.
13. Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma rejimini
düzenleyen 13. maddesi ile yabancıların durumunun düzenlendiği 16. maddesinde
temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanacağı hüküm altına alınmıştır.
Buna göre temel hak ve özgürlükleri sınırlamaya yönelik bir kanuni düzenlemenin
şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfîliğe izin vermeyecek
şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması
gerekir.
14. Esasen temel hak ve özgürlükleri sınırlayan kanunun bu
niteliklere sahip olması Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk
devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinde; kanuni düzenlemelerin hem
kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca
kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir.
Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından
da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla
Anayasa’nın 13. ve 16. maddelerinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen
kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi
ışığında yorumlanmalıdır.
15. İtiraz konusu kural, aile hekimleri ve aile sağlığı
çalışanlarının sözleşmelerinin feshini gerektiren nedenlerin Cumhurbaşkanınca
çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceğini hüküm altına almaktadır. Kural,
yaptırım konusu eylemleri belirlememek suretiyle ilgililerin hangi somut fiil
ve olguya dayanılarak sözleşmelerinin feshedileceğini belirli bir açıklık ve
kesinlikte öngörebilmelerine yasal çerçevede imkân tanımamaktadır.
16. Bu bağlamda sağlık çalışanlarının kamu hizmetlerine girme ve
çalışma haklarını sınırlayan sözleşmenin feshini gerektiren nedenlere ilişkin
genel ilkeler ortaya konulup kanuni çerçeve çizilmemiş; konunun bütün
ayrıntılarıyla düzenlenmesi yönetmeliğe bırakılmak suretiyle yürütmeye
sınırsız, belirsiz, geniş bir düzenleme yetkisi tanınmıştır. Bu itibarla kamu
hizmetlerine girme ve çalışma hakkına sınırlama getiren kuralın belirli,
ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olmadığı ve bu yönüyle kanunilik
şartını taşımadığı anlaşılmaktadır.
17. Anayasa'nın 7. maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmektedir.
Yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) ait olması ve bu
yetkinin devredilememesi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin bir gereğidir. Bu hükme
yer veren Anayasa'nın 7. maddesinin gerekçesinde yasama yetkisinin parlamentoya
ait olması "demokrasi rejimini benimseyen siyasi rejimlerde kaçınılmaz bir
durum" olarak nitelendirilmiştir. Ayrıca gerekçede "Millet adına
kanun koyma yetkisini yasama meclisi yerine getirir. Bu yetki devredilemez.
Ancak, Anayasanın 99 ve 129 uncu maddeleri hükümleri saklıdır" denilmek
suretiyle bu ilkenin anlamı ve istisnaları belirtilmiştir. Madde gerekçesinden
de anlaşılacağı üzere yasama yetkisinin devredilemezliği, esasen kanun koyma
yetkisinin TBMM dışında başka bir organca kullanılamaması anlamına gelmektedir.
Anayasa'nın 7. maddesi ile yasaklanan, kanun yapma yetkisinin devredilmesidir
(AYM, E.2011/42, K.2013/60, 9/5/2013; E.2021/73, K.2022/51, 21/4/2022, § 15).
18. Türevsel nitelikteki düzenleyici işlemler bakımından kural
olarak kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi
yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi verilmesi yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık oluşturabilmektedir. Bu nedenle
Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, vergi ve
benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların atanması, özlük hakları gibi
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda kanunun temel esasları,
ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça
kanunla düzenlenmesini öngördüğü konularda yasama organının temel kuralları
saptadıktan sonra uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmenin
türevsel nitelikteki işlemlerine bırakması, yasama yetkisinin devri olarak
yorumlanamaz (AYM, E.2011/42, K.2013/60, 9/5/2013; E.2019/36, K.2021/15,
4/3/2021, § 57).
19. Kuralda Anayasa’nın kanunla düzenlenmesini öngördüğü ve
temel hakların sınırlandırılmasına ilişkin olan aile hekimi ve aile sağlığı
çalışanlarının sözleşmelerinin feshini gerektiren nedenlere ilişkin olarak
genel ilkeler ortaya konulmadan, kanuni çerçeve çizilmeden, sözleşmenin feshini
gerektiren durumlar genel hatlarıyla da olsa belirlenmeden, ilgili hususların
tamamının düzenlenmesinin yönetmeliğe bırakılması suretiyle yürütmeye sınırsız,
belirsiz, geniş bir düzenleme yetkisi tanınmıştır. Bu itibarla kural, yasama
yetkisinin devredilemezliği ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
20. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 7., 13., 49. ve 70.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.’’
şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin
21.06.2021 tarihli ve 2022/43 ve 2022/81 sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı karşısında; kanun
koyucunun Anayasa’nın 7, 13, 49 ve 70 ile 128. maddelerine -benzer sakatlıktan
muzdarip olması hasebiyle- aykırı olan iptali talep edilen ibareyi kanunlaştırması,
Anayasa’nın 153. maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse ve organın kaynağını
Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını öngören 6. maddesine
ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler ayrılığı ilkesine de
halel getirmektedir.
viii)Çalışma barışı bakımından: Anayasa’nın 2
ve 5. maddeleriyle Devlet için öngörülen ‘‘sosyal devlet’’ niteliğinin bir
görünümü, Anayasa’nın 49. maddesiyle Devlete yüklenen çalışma barışını sağlamak
için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğüdür. Anayasa Mahkemesi, ‘‘Anayasa'nın
49. maddesine göre, çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlete karşı ileri
sürülecek bu hak, bireylere zorlama yetkisi ve yaptırımı vermemiştir. Devlet,
olanakları ölçüsünde, yeterli örgütler kurarak iş bulmayı kolaylaştırıp
sağlamak için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Devletin herkese iş verme,
herkesi işe yerleştirme zorunluluğu bulunmamaktadır. İşsizliği önlemek amacıyla
yapacağı çalışmalarla Devlet, öncelikle kamu sektöründe iş vermek yolunu
izleyecek, bu nedenle de yasal düzenlemeler yapacaktır.’’ şeklinde hüküm kurmak
suretiyle; Anayasa’nın 49. maddesinin kapsama alanında özel sektörün yanı sıra
kamu sektörünün de değerlendirileceğine işaret etmiştir (Anayasa
Mahkemesi’nin 19.12.1989 tarihli ve 1989/14 ve 1989/49 sayılı Kararı). O halde
Devlet, hem özel sektörde hem de kamu sektöründe çalışma barışını sağlamalıdır.
Ancak maddi anlamda kanuna tekabül etmeyen
iptali talep edilen ibare; sağlık hizmetlerinin bütüncül bir şekilde yerine
getirildiği de göz önüne alındığında; kamu kurum ve kuruluşlarının uzman tabip,
tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman, tabip, diş tabibi ve eczacı kadro ve
pozisyonlarına açıktan atanacaklar arasında eşitsiz muamelelere, farklı kura
usulleri uygulanmasına ve atama yapılmasına yol açacağından, çalışma barışının
da bozulmasına neden olacaktır. Çalışma barışının bozulması;
kamu kurum ve kuruluşlarının uzman tabip, tıpta
uzmanlık mevzuatına göre uzman, tabip, diş tabibi ve eczacı kadro ve
pozisyonlarına açıktan atanacaklar arasında bölünmelere ve hastane
idaresi – hekim (ve sağlık meslek mensubu) – hasta arasında anlaşmazlıklara yol
açabilecektir; mesleki dayanışmayı azaltabilecektir; sağlık hizmetlerini
yürütmekle görevli olan kamu kurum ve
kuruluşlarının uzman tabip, tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman, tabip, diş
tabibi ve eczacı kadro ve pozisyonlarına açıktan atanacakların ilgilerini
başka alanlara yöneltmesine; sorumluluklarını yeteri kadar yerine
getirememelerine sebep olabilecektir. Bu nedenle
iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 2, 5 ve 49. maddelerine de aykırıdır.
ix)Çalışma hakkı ile temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılma ilkeleri ve güvence ölçütleri bakımından: Anayasa’nın
2 ve 5. maddelerinde yer alan sosyal devlet ilkesinin bir görünümü, Anayasa’nın
49. maddesinde güvencelenen çalışma hakkıdır. Diğer bir deyişle herkese hak ve
ödev olarak tanınan çalışma hakkı, Devlete pozitif yükümlülük yüklemektedir.
Devlet, herkes için uygun bir çalışma ortamı hazırlamalıdır. Ancak iptali talep
edilen ibare, Devletin anılan yükümlülüğünü ifa etmesine engel olacaktır.
Nitekim idare, keyfi biçimde, kuraya ilişkin usul ve esaslar ile
bunların Sağlık Bakanlığı’ndaki atamalarına ilişkin usul ve esasları
yönetmelikle belirleyerek; Devlet tarafından onlar bakımından çalışma hakkının
kullanılması için gerekli ortam, hazırlanamayacaktır. Bu nedenle anılan ibare,
Anayasa’nın 13. ve 49. maddelerine aykırıdır.
x)Sosyal devlet ilkesi, Devletin temel amaç ve görevleri, yaşam
ve sağlık hakları bakımından: Öncelikle belirtmek gerekir ki Cumhuriyetimizin
kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, ‘‘Türk halkının sağlığı ve sağlamlığı
vazgeçilmez bir milli meselemizdir.’’ şeklindeki sözüyle sağlık politikalarının
ehemmiyetini vurgulamış; "Beni Türk
hekimlerine emanet edin." şeklindeki sözüyle hekimlere verdiği
değeri dile getirmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü Anayasası’na göre sağlık, sadece hasta veya
sakat olmama hali değil, fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan iyi olma halidir.
Anayasa’nın 17. maddesinde herkesin yaşama hakkına sahip olduğu hüküm altına
alınmış ve yaşama hakkının gerçekleştirilmesini teminen sağlık hakkı,
Anayasa’nın 56. maddesinde düzenlenmiştir. En temel insan hakkı niteliğine
sahip yaşama hakkının bir görünümü olan sağlık hakkı, uluslararası belgelerde
de yerini bulmuştur. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesiyle
yaşam hakkı güvencelenerek sağlık hakkı yaşam boyutu itibariyle koruma altına
alınmıştır. Sözleşme’nin 8. maddesi ise, sağlık hakkını dolaylı olarak ama daha
geniş bir kapsamda korumaktadır. Yine İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25.;
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 12.; Avrupa Sosyal Şartı’nın
11. maddelerinde herkesin sağlık hakkına sahip olduğu, açıkça zikredilmiştir.
Anayasa’nın 56. maddesi, sağlık hakkının pozitif statü hakkı
olması itibarıyla; Anayasa’nın 2. maddesi uyarınca sosyal devlet niteliğini
haiz Devlete, anılan hakkın kullanımı (anılan hakka erişim) için elverişli
ortam hazırlama yükümlülüğü yüklemektedir. Devlet, bu yükümlülüğü sağlık meslek
mensupları marifetiyle yerine getirmektedir. Başka bir anlatımla bireylerin
sağlık ihtiyaçlarının giderilmesi, sağlık meslek mensuplarının elverişli
çalışma ortamında yeterli biçimde sağlık hizmeti sunmasıyla mümkündür.
Ne var ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Devletin sağlık
hizmeti sunumuna ilişkin ihlal kararları bulunmaktadır. Söz gelimi; ‘‘tedavi
için kabul edilmediği hastaneler arasında sevk edilmesi ardından, doğumdan kısa
bir süre sonra, prematüre doğmuş bir bebeğin hayatını kaybetmesiyle ilgili’’
Asiye Genç / Türkiye kararında:
‘‘Mahkeme, Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine karar
vermiştir. Mahkeme, ilk olarak, Türk Devleti’nin yeteri kadar devlet hastanesi
hizmet işleyişini ya da bizzat sağlığın korunması sistemini düzgün olarak
organize etmeyi ve çalıştırmayı sağlamadığını değerlendirmiştir. Bebek hayatını
kaybetmiştir çünkü herhangi bir tedavide bulunulmamıştır. Mahkeme, bu tür bir
durumun bir kişinin yaşamını tehlikeye atmak gibi tıbbi bakım sağlamama
anlamına geldiğini gözlemlemiştir. İkinci olarak, Mahkeme Türk yargı sisteminin
söz konusu feci olaya karşılık verme şeklinin bebeğin ölümünün kesin
koşullarını aydınlatmaya dair elverişli olmadığını değerlendirmiştir. Mahkeme,
bu nedenle, doğumundan kısa bir süre sonra hayatını kaybeden bebek hususunda,
Türkiye’nin Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamında yükümlülüklerini yerine
getirmediği şeklinde değerlendirebileceğini tespit etmiştir.’’
Kanun koyucu, kuraya ilişkin usul ve esaslar ile bunların Sağlık
Bakanlığı’ndaki atamalarına ilişkin usul ve esasların yönetmelikle
belirleneceğini hüküm altına almak suretiyle; temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının sınırlarını düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan
kanunilik kaydına halel getirmiştir. Diğer bir deyişle sağlık hakkının
kullanılması için gerekli ortamı sunma yükümlülüğü olan Devletin, bu
yükümlülüğü tam manasıyla ifası, iyi yetişmiş, donanımlı sağlık meslek
mensuplarıyla mümkündür. Aksi bir tutum, sağlık hakkının gerçekleştirilmesine
yönelik pozitif yükümlülüklerin ifa edilmemesi sonucunu doğuracaktır. Kanun
koyucu da mali özlük işlerinin yürütme tarafından tespit edilmesine cevaz vererek;
devletin sağlık hakkına ilişkin pozitif yükümlülüklerinin yerine
getirilmemesinin önünü açmıştır. Kaldı ki sosyal devlet anlayışı, sağlık
hakkının herkese nitelikli bir biçimde tanınmasını gerektirir. Tüm bu
nedenlerle anılan ibare, Anayasa’nın 2, 5, 17 ve 56. maddelerine aykırıdır.
xi)Uluslararası andlaşmaların iç hukuka
etkisi bakımından: Anayasa’nın 90. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere
ilişkin usulüne göre yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara
nazaran hakkı koruyucu, kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla)
normlar hiyerarşisinde kanunun üstündedir. İptali talep edilen ibare, yaşam ve sağlık haklarına ilişkin Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. ve 8.; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25.;
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 12.; Avrupa Sosyal Şartı’nın
11. maddelerini; çalışma hakkına ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin
23., (Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı’nın 1. maddelerini; Türkiye
Cumhuriyeti’nin taraf olduğu ILO Sözleşmelerini[21]
;adil çalışma koşullarına ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23.,
(Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı’nın 3 ve 22. maddelerini; ILO’nun 94
No’lu Çalışma Şartları (Kamu Sözleşmeleri) Sözleşmesi ile 151 No’lu Çalışma
İlişkileri (Kamu Hizmeti) Sözleşmesi’ni ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90. maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle, 7411 sayılı Kanun’un 8. maddesiyle 07.05.1987
tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nun ek 1. maddesinin
birinci fıkrasının değiştirilen ikinci cümlesinde yer alan ‘‘yönetmelikle’’
ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 49, 56, 70,
90, 123, 124, 128 ve 153. maddelerine aykırıdır; anılan ibarenin iptali
gerekir.
I.
YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
16.06.2022 tarihli ve 7411 sayılı Sağlıkla İlgili Bazı
Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun ile getirilen iptali talep edilen düzenlemeler, 209
sayılı Sağlık Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumları ile Esenlendirme
(Rehabilitasyon) Tesislerine Verilecek Döner Sermaye Hakkında Kanun ile
3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nda hukuka aykırı değişiklikler
yapmaktadır. Kamu yararına aykırı olan, telafisi mümkün olmayacak sonuçlara yol
açacak bu düzenlemelerin iptal davası sonuçlanana kadar yürürlüğünün
durdurulması gerekmektedir.
Nitekim anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden
en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti sayılmanın en önemli gerekleri
arasında sayılmaktadır. Anayasa’ya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle
korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun
üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence
altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden
giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa’ya
açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükmün iptal davası sonuçlanıncaya kadar
yürürlüğünün de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesi’ne dava açılmıştır.
II.
SONUÇ VE İSTEM
16.06.2022 tarihli ve 7411 sayılı Sağlıkla İlgili Bazı
Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun’un
1) 3. maddesiyle 04.01.1961 tarihli ve 209 sayılı Sağlık
Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumları ile Esenlendirme (Rehabilitasyon)
Tesislerine Verilecek Döner Sermaye Hakkında Kanun’un 5. maddesinin birinci
fıkrasının değiştirilen mevcut ikinci cümlesinde yer alan ‘‘disiplin durumu,’’
ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 18, 35, 36,
38, 40, 48, 49, 55, 56, 70, 90, 123, 128 ve 138. maddelerine; ‘‘yönetmelikle’’
ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 18, 35, 48,
49, 55, 56, 70, 90, 123, 124, 128, 138 ve 153. maddelerine,
2) 8. maddesiyle 07.05.1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık
Hizmetleri Temel Kanunu’nun ek 1. maddesinin birinci fıkrasının değiştirilen
ikinci cümlesinde yer alan ‘‘yönetmelikle’’ ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç
bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 49, 56, 70, 90, 123, 124, 128 ve 153.
maddelerine
aykırı olduğundan iptaline ve uygulanması halinde giderilmesi
güç ya da olanaksız zarar ve durumlar olacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya
kadar yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı
ile arz ederiz.
.”