“...
21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 16 Nisan 2017 tarihli
halkoylamasıyla kabul edilmiş, böylece daha önce 1982 Anayasasının sadece 107. maddesinde
belirtilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, Anayasanın farklı maddelerinde hem
kapsamı genişletilerek hem de niteliği farklılaştırılarak yeniden
düzenlenmiştir. 107. maddenin önceki halinde Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliğinin kuruluşu, çalışma esasları ve personel atama işlemlerinin
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceği belirtiliyordu. Bu iki tür
düzenleme, ad benzerliği dışında kapsam ve sınırları açısından birbirinden
farklıdır.
6771 sayılı Kanun ile getirilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
temel ilke ve koşulları, Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasında ortaya
konulmuştur.
“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.
Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer
alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi
haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler
bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması
durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”
Anayasanın 106. maddesinin 11. fıkrasına göre de; “Bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve
taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
Görüldüğü üzere 2017 Anayasa kurgusu ile, kanun ile
cumhurbaşkanlığı kararnamesi arasındaki hukuki ilişki belirginleştirilmiş ve
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin kanunlara aykırı olamayacağı açıkça
belirtilmiştir.
1- Yasama Yetkisinin Devri Yasağı Karşısında Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleri
6771 sayılı Kanun ile Anayasa’dan kaynaklanan doğrudan
düzenleme yetkisiyle yürütme fonksiyonu daha da güçlendirilmiştir. Bu bağlamda,
Türk anayasa hukukunda tartışılan konulardan biri olan idarenin, kanunla
düzenlenmeyen bir alanda düzenleme yapıp yapamayacağı hususu üzerinde
durulmalıdır. Bunun için öncelikle, yasama yetkisinin devri yasağına Anayasa
Mahkemesi’nin yaklaşımı göz önüne alınmalıdır. Anayasa'nın 7. maddesi, "
Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki
devredilemez. " kuralının öngörmektedir. Bu kral ışığında Anayasa
Mahkemesi’ne göre, “Anayasa'da kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda
yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi
olanaklı değildir. Ancak yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra,
uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama
yetkisinin devri olarak yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı
tarafından çerçevesi çizilmiş alanda genel nitelikte hukuksal tasarruflarda
bulunması, hukuk devletinin belirlilik ilkesine de aykırı düşmez.” (Anayasa
Mahkemesi Kararı, E.2013/114 K.2014/184, 4.12.2014).
AYM, bir başka kararında ise, yasama yetkisinin devredilemezliği
ilkesini şu şekilde ifade etmiştir. “Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında
yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinden ne anlaşılması gerektiği hususu
açıklanmıştır. Buna göre, kanunla düzenleme ilkesi, düzenlenen konudan yalnız
kavram, ad ve kurum olarak söz edilmesi değil, bunların kanun metninde
kurallaştırılmasıdır. Kurallaştırma ise düzenlenen alanda temel ilkelerin
konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını ifade eder… Anayasa’da öngörülen
ayrık durumlar dışında, kanunlarla düzenlenmemiş bir alanda, kanun ile
yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Yürütme organına
düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun
olabilmesi için temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz,
geniş bir alanı yürütmenin düzenlemesine bırakmaması gerekir” (Anayasa
Mahkemesi Kararı, E.2013/47 K.2013/72, 6/6/2013).
Bununla beraber Anayasa Mahkemesi’nin daha yakın tarihli
kararlarında bu içtihadı bir miktar esnettiği görülmektedir.
“15… yasama yetkisinin devredilmezliği esasen kanun koyma
yetkisinin TBMM dışında başka bir organca kullanılamaması anlamına gelmektedir.
Anayasa’nın 7. maddesi ile yasaklanan husus, kanun yapma yetkisinin
devredilmesi olup bu madde, yürütme organına hiçbir şekilde düzenleme yapma
yetkisi verilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Kanun koyucu, yasama yetkisinin
genelliği ilkesi uyarınca bir konuyu doğrudan kanunla düzenleyebileceği gibi bu
hususta düzenleme yapma yetkisini yürütme organına da bırakabilir.
16. Yürütmenin türevselliği ilkesi gereğince yürütme organının
bir konuda düzenleme yapabilmesi için yasama organınca yetkilendirilmesi
gerekmektedir. Kural olarak, kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi
verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık
oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması
gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2017/143 K.2018/40, 2/5/2018).
Sonuçta yalnızca yakın dönem AYM kararları dikkate alındığında, ilkesel
olarak kanun koyucunun “genel ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi
yeterli”dir, denilebilir. Ancak Mahkemenin, Anayasa’da farklı kavramlarla ifade
ettiği kanunla düzenleme kaydı içeren konularda ise, “Anayasa’da kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda”, “münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda”, “Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda” genel ifadelerle yetkilendirme yapılması kabul edilemez.
2- İdarenin Yasallığı Kuralı Karşısında Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri
Öte yandan, yasal idare ilkesi, Türk idare hukukunun temelini
oluşturur. Anayasanın 123/1. maddesinde karşılığını bulan bu ilke uyarınca, “İdare,
kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir.” Bu ilke,
idarenin kendiliğinden bir teşkilatlanma yetkisi olmadığını bu yetkinin yasama
organında olduğunu ifade etmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre, “Bu maddede
yer alan düzenleme, idarenin kanuniliği ilkesine vücut vermektedir. İdarenin
kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin kanunla
düzenlenmesini gerekli kılar.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2013/114
K.2014/184, 4.12.2014). Bu ilkeyle kamusal kaynakların toplumun hangi tür
gereksinimlerinin öncelikle karşılanacağını ve bunun hangi usuller uygulanarak
sağlanacağını tespit etme yetkisi yasama organına verilir. Ayrıca, idarenin
toplumsal gereksinimleri karşılarken kamu gücü ve ayrıcalıklarını kullanması ve
bunun da kişilerin temel hak ve hürriyetleri üzerinde olumsuz etkiler de
doğurabilmesi, bu yetkinin yasamaya verilmesi sonucunu getirmiştir.
Yasal idare ilkesi, idarenin eylem ve işlemlerinin hem kanuna
dayanmasını, hem de bu eylem ve işlemlerin kanuna aykırı olmamasını ifade eder.
Asli ve ilksel bir yetki olan yasama yetkisine dayanarak yasama organı,
Anayasaya ve kamu yararına aykırı olmamak şartıyla, Anayasanın herhangi bir
şekilde düzenlemediği bir konuyu düzenleyebilir. Buna karşılık idare, önceden
yasa ile düzenlenmeyen bir alanda faaliyette bulunamaz, ancak böyle bir konuda
yasadan aldığı bir yetkiye dayanarak bir işlem ve eylemde bulunabilir.
6771 sayılı Kanunla getirilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle,
her ne kadar ciddi kısıtlılıklarla çerçevelenmiş olsa da, yürütme organı yasaya
dayanmaksızın ilk elden kural koyma yetkisine sahip olmuştur. Başka bir ifadeyle,
yasama organı yanında yürütme organı da Anayasa’da kanun kaydı olan, kanunun
açıkça düzenlediği konuları içermemek ve kanunlara aykırı olmamak şartıyla
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ilk elden düzenleme yapabilecektir. Bununla
birlikte, Cumhurbaşkanlığı kararnamesine konu olan alan, yasama konusu olmaktan
çıkmamaktadır. Çünkü Anayasa, Cumhurbaşkanlığı kararnamesine ilişkin olarak
özerk bir normatif alan öngörmemiştir. TBMM, CBK ile düzenlenen bir alanda her
zaman yasa çıkarabilir; bu durumda CBK hükümsüz kalır: “Türkiye Büyük Millet
Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
hükümsüz hale gelir.” (madde 104/17). O halde Anayasa’da yasayla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacak iken,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği belirtilen ve düzenlenmiş olan
konularda dahi TBMM yasa çıkarabilecektir. Şu halde, Anayasa’ya uygunluk
kaydıyla asli düzenleme yetkisi, konu bakımından herhangi bir mutlak istisna
bulunmadan, TBMM’ye ait bulunmaktadır. Başka bir anlatımla, Anayasa’nın CBK
konusu olabilecek kimi alanları doğrudan belirlemiş olması, o alanlarda yasama
yetkisinin kullanılmasını engellememektedir.
Bu son saptamayı biraz daha ayrıntılı olarak ele almakta fayda
vardır. 6771 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 7. maddesindeki yasama yetkisinin
devri yasağı ve 123. maddedeki idarenin yasallığı ilkesi muhafaza edilmiş,
ancak belirli idari konuların Anayasa’da açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile düzenleneceği öngörülmüştür. “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması,
görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının
kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.” (madde 106/son). Ayrıca
123. maddenin son fıkrasında kamu tüzel kişiliğinin Kanunla veya Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle kurulacağı kuralına yer verilmiştir. Anayasa hükümleri arasında
hiyerarşi söz konusu olmadığından, bir çelişki kabul edilmediğinden, bu iki
hükmün bir arada, Anayasanın bütünlüğü ve sistematiği içinde bağdaştırılarak
yorumlanması gerekir. Gerçekte Anayasa koyucu 123/1. maddede genel kuralı,
idarenin yasallığı ilkesini koymuş; bakanlıkların kurulması, kaldırılması,
görevleri ve yetkileri ile kamu tüzel kişiliği kurulması yönünden bu genel
kurala bir istisna getirmiştir. Bu cihetle; her ne kadar, Anayasa, idarenin
yasallığı ilkesinin 106/son ve 123/son maddelerde belirtilen hususlar açısından
geçerli olmamasına olanak tanısa da; bu alanların Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle düzenlenip düzenlenmeyeceği konusunda son sözü TBMM’ye bırakmaktadır.
Yukarıda değinildiği üzere, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun
çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.” hükmü;
(madde 104/17), Anayasa m.106/son ve m.123/son açısından da geçerlidir.
Gerçekten de, Anayasa koyucu eğer öyle öngörseydi, tıpkı Anayasa’nın bazı
hükümlerinde söz konusu alanın ancak ve ancak kanunla düzenlenebileceğini amir
ifadelerle belirttiği gibi, bazı alanların da yine ancak ve ancak
cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenebileceğini ve a contrario, kanunla
düzenlenemeyeceğini yine açıkça ve amir ifadelerle ortaya koyardı. Özetle;
Anayasa koyucu, bazı konuların kanunla düzenlenmesini zorunlu kılmış, doğrudan
cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenebileceğini belirttiği alanlarda da son
sözü (o konuda kanun çıkarmak ya da çıkarmamak suretiyle) kanun koyucuya
bırakmıştır.
Genel kural ve istisna kural ilişkisine dair kamu hukukunda
kabul edilen birtakım yorum ilkeleri vardır: 1. Bir istisna kuralın varlığından
söz edebilmek için, bu istisnanın ayrıca ve açıkça konulmuş olması gerekir. 2.
İstisna kural, sadece ve sadece genel kuralı koyan makam tarafından
konulabilir, başka bir makamın istisna kural getirme yetkisi yoktur. 3. Genel
kuralı koyan makam açıkça yetkilendirmedikçe, bir başka makam genel kurala
istisna getiremez. 4. İstisna kural koymak, genel kuralı değiştirmek anlamına
geldiğinden istisna kural, yorum yoluyla genişletilemez; yani, yorum yoluyla
genel kurala istisna getirilemez. 5. Genel kuralın geniş yorumlanması esası
benimsenmiştir. 6. İstisna kural, dar yorumlanır. Çünkü istisna kural, genel
kuralın kapsamını daralttığından genel kuralı değiştirir, oysa onu değiştirme
salt genel kuralı koyana aittir.
Öte yandan, kamu hukukunda mevzuatın açıkça belirttiği bir
makama ya da makamın görevlisine verdiği yetkiler, devre konu olamazlar. Yargı
kararlarında da yetkinin, mevzuat tarafından kime verilmiş ise, ancak onun bu
yetkiyi kullanabileceği belirtilmiştir. Yetki devrinde yetki devredilen makamın
devraldığı bu yetkiyi kendinden alt bir makama devrinin yasak olduğu hususu,
idare hukukunda ve kamu yönetiminde benimsenen bir ilkedir.
Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrasında öngörülen
Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, normlar hiyerarşisinde yasaya eşdeğer işlemler
değildir. Anayasanın bu tür kararnamelerin salt “yürütme yetkisine ilişkin
konular”la sınırlı olarak çıkarılacağını öngörmesi, bunların yasaya eşdeğer,
yasayla aynı düzeyde kurallar olamayacağını gösterir. Çünkü yürütme yetkisi,
kanunların uygulanmasına yönelik, kanunlara uygun kullanılması gereken bir
yetkidir. Ayrıca aynı fıkrada yer alan “Anayasada münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz;
Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz;
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde,
kanun hükümleri uygulanır; Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun
çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”
şeklindeki düzenlemeler, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yasaya eşdeğer
olmadığının bir başka açık göstergesidir. Bu düzenlemelerden CBK ile
düzenleneceği belirtilen konuların yasayla düzenlenmesi, Anayasa’nın yasama
organına açıkça tanıdığı bir yetkidir.
Kanunsuz emre dair Anayasanın 137. maddesinde yapılan değişiklik
ise, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin, Anayasanın konuya ilişkin diğer
düzenlemeleri ile birlikte değerlendirildiğinde, normlar hiyerarşisindeki yeri
açıkça anlaşılır: “Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta
olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi,
kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı
o emri verene bildirir…”.
6771 sayılı Yasa değişikliği ile Cumhurbaşkanına Anayasada
tanınan diğer yetkiler ise şöyledir: Anayasanın 123. maddenin son fıkrasında
“Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
kurulur” denilerek, CBK ile kamu tüzelkişiliği kurulmasına da olanak
tanınmıştır. Bununla birlikte, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda
kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz kalır”
(md.104/fıkra 17 son) kuralı gereğince, yasa ile kurulmuş bir kamu
tüzelkişiliği CBK ile kaldırılamaz; ancak CBK ile kurulan bir kamu
tüzelkişiliği, yasal düzenlemenin konusunu oluşturabilir.
124. ve 137. maddelerde yer alan tüzük ibaresi, Anayasadan
tamamen çıkarılmıştır. Böylece tüzük uygulaması yürürlükten kaldırılmış; onun
yerine çok daha geniş bir kapsama sahip olan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
konulmuştur. Yönetmelikleri düzenleyen 124. maddede, “Cumhurbaşkanı,
bakanlıklar ve kamu tüzelkişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve
bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler.” hükmünü
öngörmüştür. Ancak bu, tüzük ve cumhurbaşkanlığı kararnamesinin aynı hukuki
nitelikte olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Öte yandan, Cumhurbaşkanı,
“kanunların uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla
yönetmelik çıkarır” (md.104/18).
Kanunların ve CBK’lerin uygulanması amacıyla çıkarılacak
yönetmeliklerde gerekçe, yol gösterici işlev görür. Ne var ki, kanunlar
gerekçeli olduğu halde CBK’lerin gerekçesiz olması, yönetmelik hazırlığı
sırasında üst normun yol gösterici işlevinde farklılaşmaya neden olacaktır.
Böylece, kanunun uygulanması için çıkarılacak yönetmelik ile Cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin uygulanması için çıkarılacak yönetmelik eşit olanak ve
koşullarda hazırlanamayacaktır. CBK’yi uygulamaya yönelik yönetmeliğin
hazırlanmasını, yasanın uygulanmasına ilişkin yönetmeliğe göre zorlaştıran ve
belirsiz kılarak, iki ayrı uygulama yönetmeliğini farklı kılacak hiçbir haklı
neden bulunmadığı için, eşitlik ilkesi yönünden Anayasa madde 10’a aykırılık
oluşturmaktadır. CBK gerekçesizliğinin uygulama yönetmeliğinde yaratması
muhtemel belirsizlikler ise, hukuk devleti ilkelerini zedeleyici sonuçlar
doğuracaktır (md.2).
3.- Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılmasının sınırları
Anayasanın 104/17. maddesiyle getirilen CBK ile yürütmeye
tanınan düzenleme alanı oldukça dar ve sınırlıdır. Bu çerçeve, dört kalemde
açıklanabilir:
a) “Yürütme yetkisine ilişkin konular”: İlk olarak
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, “yürütme yetkisine ilişkin konularda”
çıkarılabilecektir. Maddenin gerekçesinde ise, cumhurbaşkanına “genel siyasetin
yürütülmesinde yürütme yetkisi ile ilgili ihtiyaç duyduğu konularda kararname
çıkarabilme” yetkisi verildiği ifade edilmektedir. Bu nedenle CBK’leri ancak
yürütme yetkisinin gerektirdiği hususlarda ihtiyaç duyulduğunda
çıkarılabilecek, yasama ve yargı yetkilerinden herhangi birinin alanına giren
bir konuda ise, CBK çıkarılması mümkün olmayacaktır. AYM, bu açık hususu teyit
etmektedir: “... Cumhurbaşkanı’nın yürütme yetkisine ilişkin konularda CBK
çıkarabileceği ifade edilmiştir. Buna göre yürütme yetkisine ilişkin konular
dışında CBK ile düzenleme yapılması mümkün değildir”. (AYM, E. 2018/125, K.
2020/4, 22/1/2020, R.G. 13/5/2020 – 31126, §9. Aynı yönde bkz. AYM, E. 2018/55;
K. 2020/27, 11/6/2020, R.G. 20/7/2020-31194).
b) “Düzenleme yasağı”: İkinci olarak CBK’ler, “Anayasanın ikinci
kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve
ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler”le ilgili
konularda düzenleme yapamaz.
Ancak bu yasak karşısında yanıtlanması gereken soru, sosyal ve
ekonomik haklar ve özgürlüklerin tamamının CBK ile düzenlenip
düzenlenemeyeceğidir. Sadece yukarıdaki ifadeden yola çıkarak yapılan bir
değerlendirme bu soruya olumlu cevap vermeyi gerektirir. Ancak bu cümlenin aynı
fıkradaki diğer hükümler ve Anayasanın konuya ilişkin diğer ilke ve kuralları
dikkate alınarak, Anayasanın bütünlüğü içinde tartışılması ve anlaşılması
gerekir.
Bu konuda, öncelikle “münhasır yasa kaydı” belirtilmelidir:
“Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılamaz.” Bu açık yasak gereği, ilgili maddede yasayla
düzenlenmesi kaydı bulunan sosyal ve ekonomik hak ve ödevler, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenemeyecektir. Örneğin Anayasa’nın 42/2. maddesinde
“Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.”, 51. maddesinde
“Sendika kurma hakkı … kanunla sınırlanabilir. Sendika kurma hakkının
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”, 63. maddesinde
Tarih, kültür ve tabiat varlıklarından “özel mülkiyet konusu olanlara
getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımlar ve
tanınacak muafiyetler kanunla düzenlenir.” denilmektedir. Dolayısıyla
belirtilen konular CBK ile düzenlenemez. Eğer böyle bir düzenleme yapılırsa bu,
hem Anayasanın 104/17. maddesine hem de o hak ve ödev için kanun kaydı koyan
hükme aykırılık oluşturur. Ancak yasa kaydı içermeyen sosyal ve ekonomik
haklar, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konusu olabilecektir. Örneğin konut
hakkını düzenleyen Anayasanın 57. maddesi böyledir. Bu durumda, dikkat edilmesi
gereken husus, söz konusu hakların sadece düzenleme konusu olabileceği, ancak
bunun sınırlama yetkisini içermediğidir.
Bu nedenle, 104/17. maddenin ikinci cümlesi, sosyal ve ekonomik
haklar alanının CBK ile düzenlenmesini kabul ederken, bu düzenlemenin sınırlarını
da belirtir: ilki, fıkranın ilk cümlesindeki CBK’nin sadece yürütme yetkisine
ilişkin konularda çıkarılabilmesi, diğeri ise üçüncü cümlesindeki münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda çıkarılamamasıdır. Öte yandan,
Anayasanın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla
sınırlanabileceği kuralı dikkate alındığında, CBK’ye konu olabilecek sosyal ve
ekonomik hak ve ödevlerle ilgili cumhurbaşkanının sınırlama değil sadece bir
düzenleme yetkisinden bahsedilebilir. Yani düzenleme ve sınırlama ayrımı
dikkate alındığında, CBK ile sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerin
gerçekleşmesi için birtakım pozitif tedbirleri içeren düzenlemeler
yapabileceği, fakat kişilerin bundan yararlanmasına sınırlama getirilemeyeceği
belirtilmelidir. Zira anayasal çerçevede, bir hakkın kısıtlanması ancak ve
ancak kanun ile yapılabilir.
c) Üçüncü sınır, “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.” hükmüdür.
AYM tarafından yasama yetkisinin devir yasağı çerçevesinde yürütmenin düzenleme
yetkisi açıklanırken kullanılan “münhasıran” kanunla düzenlenmesi gereken
konular ibaresi, Anayasa kuralı haline getirilmiştir (Bkz., AYM E. 2017/143,
K.2018/40, 2/5/2018). AYM’ye göre, “Kural olarak, kanun koyucunun genel
ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına
düzenleme yapma yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine
aykırılık oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması
gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.”.
Bu nedenle, Anayasa’nın münhasıran kanunla düzenlenmesini
gerektirdiği konularda yürütmeye düzenleme yetkisi verilirken, yasanın “temel
esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir”. AYM ayrıca,
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken birtakım konuları örnek
olarak sıralamıştır: “Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması,
vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların atanmaları, özlük
hakları gibi”.
AYM’nin, münhasıran kavramını açıklarken verdiği örnekler ve
açıklamalardan bir konunun münhasıran yasa alanında olması için Anayasanın
özellikle ve ısrarla o konunun yasayla düzenleme öngörmesi, yasayla düzenlemeye
çok özel vurgu yapması gerekmemektedir. Bu çerçevede temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanmasına dair 13. maddede, sınırlamanın “ancak” kanunla yapılabileceği
şartı vardır: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir”. Oysa vergilerle ilgili 73. maddede (Vergi, resim, harç
ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.)
ve kamu hizmeti görevlileriyle ilgili genel ilkeleri koyan 128. maddede
(Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri
kanunla düzenlenir.) yasayla düzenleme öngörülmüş, hiçbir özel vurgu
yapılmamıştır.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konular
kavramı, bu nedenle yasa kaydı olarak anlaşılmak ve uygulanmak durumundadır.
Anayasanın 126. maddesindeki birden çok ili içine alan merkezi idare
teşkilatının (bölge teşkilatının) “görev ve yetkileri kanunla düzenlenir”, 127.
maddesindeki “Mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri, yerinden
yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir.”, 128. maddesindeki
“Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri
kanunla düzenlenir” ve “üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve
esasları, kanunla özel olarak düzenlenir.” hükümleri buna örnek oluşturur.
Özellikle bu son husus, CBK ile yasanın konu itibarıyla iç içe geçme riskini
içerir, karmaşaya yol açma ihtimalini barındırır. Çünkü Anayasanın 104/9. maddesi,
cumhurbaşkanı CBK ile “üst kademe kamu yöneticilerini atar, görevlerine son
verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları … düzenler” hükmünü
içerirken, üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları 128. maddeye
göre yasa ile özel olarak düzenlenmek zorundadır.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da salt bir kanunla düzenleme
kaydının bulunmasının, ilgili konuyu cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konu
bakımından yetki alanından çıkarmak açısından yeterli olduğunu ifade etmiştir.
“... Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda CBK çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak Anayasa’da hangi
konuların münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin özel bir hüküm
bulunmamaktadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadında
anayasa koyucunun kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu kapsamda
görülmesi gerektiği kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179,
28/12/2017, § 57; E.2016/180, K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163,
29/11/2017, § 13; E.2016/139, K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47,
K.2013/72, 6/6/2013). Buna göre Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen
alanlarda Cumhurbaşkanı’nın CBK çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.
2018/125, K. 2020/4, 22/1/2020, R.G. 13/5/2020 – 31126, §11).
Dolayısıyla, 104/17. maddede geçen “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla düzenlenir veya
kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu maddelere
bakarak belirlenmesi gerekir. O halde Anayasanın bir maddesinde bir konunun
yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse, o konunun Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık oluşturacaktır.
d) Bir diğer sınır ise, “Kanunda açıkça düzenlenen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralıdır. Bir konu yasa ile
açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Elbette
CBK’lerin çıkarılması için KHK’lerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme
gerekmez. Ancak KHK’ler yasaları değiştirebilirken, CBK’ler yasaların açıkça
düzenlediği hususlarda bir düzenleme yapamamakta, “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta,
“Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelmektedir”. Bu hükümler açıkça
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle yasaların değiştirilemeyeceğini gösterir.
Burada değinilen sınır, kanun hükmünde kararnamelerle açıkça
düzenlenen konuları da kapsar. AYM, bu hususu açıkça ifade etmiştir: “...
KHK’ların kanun hükmünde oldukları görülmektedir. Dolayısıyla KHK ile açıkça
düzenlenen bir konuda da Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının
dördüncü cümlesi uyarınca CBK çıkarılamaması gerekir” (AYM, E. 2019/78, K.
2020/6, 23/1/2020, R.G. 13/5/2020–31126, §39).
Bu açıklamalar ışığında Anayasa’nın Cumhurbaşkanı kararnamesiyle
doğrudan düzenleme yetkisi verdiği konularda dahi CBK ile kanunlarda değişiklik
yapılması mümkün değildir. Örneğin Anayasanın 106/son maddesine göre,
“Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı
ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
düzenlenir.” Ancak bu, bakanlıkların kurulmasına ilişkin olarak yürürlükteki
yasalarda CBK ile değişiklik yapılabileceği anlamına gelmemektedir. Sonuç
olarak, Anayasanın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının mevcut hükümleri
karşısında hangi konuda olursa olsun CBK ile bir yasayı değiştirmek veya
yürürlükten kaldırmak mümkün değildir.
Nitekim 1 No.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılmadan önce
2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması
Amacıyla Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile bakanlıkları düzenleyen birçok yasa ve
yasa gücünde kararname yürürlükten kaldırılmıştır.
4. Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine İlişkin Anayasa Mahkemesi
Denetiminin Kapsamı
Anayasa Mahkemesi’nin denetim kapsamına giren işlemlerden birisi
de cumhurbaşkanlığı kararnamesidir. Anayasanın 148., 150., 151., 152. ve 153. maddelerinde
daha önce mevcut olan kanun hükmünde kararname yerine Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ibaresi konulmuştur. CBK, Anayasa Mahkemesi tarafından, “şekil ve
esas” bakımından denetlenir.
“Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve
esas bakımlarından uygunluğunu denetler…” (md.148/1).
“Şekil bozukluğuna dayalı iptal davaları Anayasa Mahkemesince
öncelikle incelenip karara bağlanır” (md.149/4).
“Şekil ve esas…” ölçütü, madde 150’de de öngörülmekle, türev
kurucu iktidar, herhangi bir tartışmaya yer vermeyecek biçimde “şekil ve esas”
denetim ölçütlerinin birlikteliğini sürekli teyit ettiği gibi, “şekil
bozukluğunu denetime öncelik” yükümlülüğü getirmiştir.
a) Gerekçe, başlıca şekil denetimi ölçütlerindendir
Hukuk devletinde her türlü resmi işlemin gerekçeli olması,
hukukun genel ilkesidir. Bu ilke, anayasa ve/ya yasalarda yazılı olmasa da,
yargısal içtihat yoluyla uzun zamandan beri kabul edilen bir hukukun genel
ilkesidir. Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin gerekçesiz olması ise, hukuk
devletine açıkça aykırılık oluşturduğu gibi, bu, normatif metinlerin anlaşılır
ve öngörülebilir olmalarını da zorlaştırmaktadır. Bu itibarla; AYM, artık
CBK’ler üzerinde şekil denetimi de yaparak gerekçe yokluğunu Anayasa’ya
aykırılık nedeni saymalıdır.
Esasen, Anayasa Mahkemesi’nin bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi
üzerinde verdiği yeni bir kararında CBK’lerin gerekçesizliğine dikkat çekmesi,
yeni bir hukuki durum olarak nitelenebilir:
“22. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 39. maddesinin (4) numaralı
fıkrasında “İptal davalarında Mahkemece esasın incelenmesine karar verilmesi
hâlinde, dava dilekçesi ile ekleri Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı,
Cumhurbaşkanlığı ile iptal davası açmaya yetkili siyasi parti gruplarına
gönderilir. Bu makamlar, iptal davasıyla ilgili yazılı görüşlerini değerlendirilmek
üzere Mahkemeye bildirebilirler.” denilmektedir. CBK’lar gerekçeleri olmaksızın
yayımlanmaktadırlar. Bu nedenle CBK kurallarının getiriliş amacının tespiti
bakımından 6216 sayılı Kanun’un anılan hükmüne istinaden Cumhurbaşkanlığınca
dosyaya sunulan görüş yazıları önem arz etmektedir.” (AYM, E.2019/96,
K.2022/17, 24/02/2022, § 22).
Gerekçe konusu hukukumuzda az işlenmiş olmakla birlikte,
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin gerekçeli olması gerekliliği
doktrinde de savunulan bir görüştür.: “Kanunların ve CB kararnamelerinin
gerekçeli olması gerekir”
2017 Anayasa kurgusu ürünü olan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi,
dört yılda yasaların önüne geçti: Çıkarılan toplam 111 CBK’nin madde sayısı,
2719’dır. Bunların 57torba tarzında olup, madde sayısı 821’dir. CBK’ler, hiçbir
gerekçe içermemektedir.
6771 sayılı kanunla gerçekleşen Anayasa değişikliği ile 104. maddede
sınırları belirlendiği şekliyle anayasal düzenimize giren Cumhurbaşkanlığı
Kararnamelerine ilişkin bir AYM içtihadı tam anlamıyla oluşturulabilmiş
değildir. Temmuz 2022 itibariyle çıkarılan ve yürürlüğe konulan 106
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 77’ine ilişkin iptal talebinde bulunulmuştur.
Açılan iptal davalarında, sistematik şekilde, söz konusu Cumhurbaşkanlığı
Kararnamelerinin konu bakımından yetki yönünden Anayasa m.104/17’ye aykırı
olduğu ve yürütmenin yasamanın yetki alanına tecavüz ettiği ortaya koyulmuştur.
AYM, Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine ilişkin 16 karar vermiştir. Bu kararların
8’inde tümden veya kısmen iptal veya iptal edilen ögeler bulunmakla birlikte
diğer 8’i ret edilmiştir. AYM, Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri üzerine ortalama
17 ayda karar verebilmiştir. Yapılan başvuru ve verilen karar oranlandığında
ise, tam olarak başvuruların yaklaşık 1/5’i karara bağlanmıştır. CBK yoluyla
kural koyma alanına ilişkin ivedi ve esaslı bir içtihat oluşturulamamış olması,
çok sayıda ve torba tarzda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılmasına neden
olmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin gerekçesiz olması olgusu, sürekli
şekilde erkler ayrılığını ihlal eden bir kapsamda ihdas edilen bu norm
kategorisinin temel kusurlarından birisi olarak göze çarpmaktadır.
• GEREKÇE, HUKUK DEVLETİ GEREĞİDİR
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak
yazılır” hükmü (md.141/3) dışında ‘gerekçe gereği’, Anayasa’da, yasama ve
yürütme işlemleri için doğrudan öngörülmemektedir.
Bu bir eksiklik değil; zira hukuk devleti, bütün resmi
işlemlerin gerekçeli olmasını gerekli kılar. Nitekim, yasalar ve idari işlemler
açısından, açık hüküm yokluğuna karşın gerekçe yükümlülüğü, Anayasa madde 2’den
kaynaklanır. Anayasalarda gerekçe gerekliliği açıkça öngörülmüş olmasa da,
birel veya düzenleyici işlemler bütünü için gerekçe gerekliliği, içerik olarak
hukuk devleti kavramına içkindir. CBK’lerin gerekçeli olma zorunluluğu da, bu
genel ilke içinde yer alır.
Gerekçesiz CBK’lerde saydamlık yokluğu, işlemin yapılma nedenini
perdeler; ancak daha önemlisi, işlemi yapanın öznel ve keyfi davranma riskini
yaratır ve yine uygulamada da keyfiliğe neden olur. Nitekim torba CBK tarzı,
bunun göstergesidir. Daha önemli sakıncası ise, gerekçesiz CBK, Anayasa
Mahkemesi (AYM) denetimini zorlaştırır. Gerekçe yokluğunun torba düzenleme
yöntemiyle birleşmesi ise, denetimi geciktirdiği gibi etkisizleşmektedir.
Gerekçe, hazırlık aşamasında işlemin nedenleri ve amaçlarının
belirlenmesini gerekli kılar. Bu gereklilik, işlemi yapan makamı daha özenli
davranmaya yöneltir. Eğer gerekçeli olarak hazırlansa idi, CBK’ler, muhtemelen
özenli ve ihtiyatlı çalışmalar eşliğinde, haliyle öncekiler ile bağlantıları da
gözetileceği için torba CBK tarzında değil, nicelik olarak daha az, ama hukuk
devleti ilkesine yaraşır şekilde daha nitelikli düzenlemeler olacaktı.
Torba CBK’ler, tıpkı torba yasalar gibi AYM denetimini de
güçleştirmektedir; çünkü, AYM raportörleri dosyaları uzmanlık ilkesine göre
inceledikleri için, onlarca konuyu düzenleyen bir torba CBK, o denli çok sayıda
raportör arasında paylaşma güçlüğü nedeniyle, uzmanlık ilkesi ikinci plana
geçmektedir (bkz. AYM İçtüzüğü, md.47). Bu durum ise, CBK’ler üzerinde
derinleştirilmiş denetim sürecini engellemektedir.
TBMM’de bir CBK İzleme ve Değerlendirme Komisyonu kurma
önerisinin TBMM Genel Kurulu’nda reddedilmiş olması da, CBK gerekçelerinin
önemini arttırmaktadır.
Bu bağlamda emsal olabilecek bir uygulamaya da ayrıca dikkat
çekmekte yarar var:
Bilindiği üzere önceki sistemde yürütme tarafından yapılan kanun
hükmünde kararnameler (KHK) için de tıpkı kanunlar gibi Anayasada açıkça
gerekçeli olma zorunluluğu öngörülmemişti. Bununla birlikte uygulamada
KHK’ler’in gerekçesi (gerek Genel Gerekçe gerek madde gerekçeleri) Resmi
Gazetede yayımlanmamakla birlikte, Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar biriminde
KHK’ler’in de tıpkı kanunlar gibi gerekçeleri (gerek Genel Gerekçe gerek madde
gerekçeleri) hazırlanmaktaydı ve sonradan KHK’ler TBMM’ye sunulduğunda mutlaka
işbu gerekçeleri ile birlikte sunulmaktaydı.
Diğer bir ifadeyle KHK’lerin de aslında gerekçeleri
bulunmaktaydı.
Nitekim bu bağlamda bir işlem veya düzenlemenin gerekçesinin
“bulunması” ile bu gerekçenin “yayımlanması veya ilan edilmesi” farklı
kavramlardır.
Kanunlar, KHK’ler, CBK’ler gibi genel kural koyucu üst hukuk
kurallarının gerekçelerinin “bulunması”, hukuk devleti açısından mutlaka
zorunludur. Çünkü gerek bu hukuk normlarının uygulayıcılar tarafından nasıl
yorumlanacağının anlaşılması açısından; gerekse bu üst normların dayanak
alındığı daha alt normların işbu üst normlara uygun biçimde tesis edilebilmesi
açısından, bahsi geçen gerekçenin “bulunması”, hukuka saygılı bir yönetim
anlayışının gereğidir.
Söz konusu gerekçenin en başta, yani normun yürürlüğe girdiği
zamanda kamuya ilan edilip edilmemesi ise farklı bir olgudur. Aslında hukuka
saygılı ve vatandaşların kamusal faaliyetler için bilgilenmesini ve saydamlığı
önemseyen bir yönetim anlayışında işbu gerekçelerin en baştan da kamuya
duyurulması daha doğru bir yaklaşımdır. Ancak burada olduğu gibi anılan
gerekçelerin en başta kamuya duyurulmasının zorunlu olduğuna dair açık yasal
kurallar yoksa, gerekçenin baştan kamuya duyurulmamış olması açık bir hukuka
aykırılık olarak görülmeyebilir.
Ne var ki gerekçenin en başta kamuya duyurulmaması hukuka
aykırılık taşımasa da gerekçenin “hiç bulunmaması” hukuka aykırılık
oluşturacaktır.
Bu bağlamda Türk hukukunda öteden beri kabul edilen yaklaşım,
gerekçenin baştan kamuya ilan edilme zorunluluğu bulunmasa da gerekçenin
yönetimin elinde bulunmasının ve örneğin dava açıldığında mahkemeye gerekçenin
sunulmasının zorunlu olmasıdır. Böylece hukuka uygunluk denetimi daha mükellef
biçimde yapılabilecektir.
Nitekim Danıştay’ın da uzun süredir yerleşik içtihadı,
yönetmelikler ve tüzükler dahil idari işlemlerin gerekçesinin baştan ilgililere
duyurulması zorunlu olmamakla birlikte, bunlara karşı dava açıldığında idarenin
bunların gerekçesini mahkemeye sunmasının zorunlu olduğu yönündedir.
Dolayısıyla gerekçe “bulunmadan” mahkemeye sunulması da mümkün olmayacağına
göre, bu düzenlemelerin gerekçesinin yönetimin elinde ve kayıtlarında
“bulunması” yani varolması hukuken zorunludur.
Aynı durum, CBK’ler açısından da evleviyetle (a priori) geçerli
olmalıdır. Zira CBK’lerin diğer idari düzenlemelere göre daha üst hukuk
normları olduğu kuşkusuzdur.
• ANAYASA MAHKEMESİ, “CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİNİN…
ANAYASAYA ŞEKİL VE ESAS BAKIMLARINDAN UYGUNLUĞUNU DENETLER”
“Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve
esas bakımlarından uygunluğunu denetler…” (md.148/1)
• AYM, yasalardan farklı olarak, CBK’lerin Anayasa’nın belirlediği
çerçeve içinde çıkarılıp çıkarılmadığını yetki yönünden denetledikten sonra
esasa ilişkin denetime geçmektedir. Yetki yönünden denetim, açık olarak bir
şekil denetimidir. AYM bugüne kadar verdiği kararlarda sadece CBK’lerin yetki
yönünden şekil denetimini dolaylı şekilde yaptığı görülmektedir. Oysa şekil
denetimi salt “yetki unsuruyla” sınırlı değildir. AYM’nin, Anayasanın CBK’lerin
şekil yönünden denetimini sadece “yetki” unsuruyla sınırlı olarak yapması,
Anayasanın amir hükmüyle de bağdaşmamaktadır.
• CBK’leri şekil yönünden denetim, AYM yetkisinde olduğundan,
gerekçe yokluğu böyle bir denetimi işlevsel kılacak belirleyici ölçüttür.
• Nitekim, AYM’nin yukarıda alıntılanan kararı,
Cumhurbaşkanlığından örtülü bir gerekçe istemi anlamına gelmektedir.
• Bu itibarla, AYM’ye tarihsel bir görev düşmektedir: Gerekçe
gerekliliğini biçim yönünden denetim kapsamına almak.
• AYM denetimi, bugüne kadar CBK’ler üzerinde yetki ve esas
yönünden denetimle sınırlı kaldı. Ne var ki, madde 148, açıkça şekil denetimini
öngörmektedir ve alıntılanan kararında AYM’nin gerekçe gerekliliğine işareti,
bu denetim yoluna ilişkindir. Aksi halde, Anayasa’nın CBK’ler bakımından
öngördüğü şekil bakımından denetim kuralı, anlamını büyük ölçüde yitirmiş
olacaktır. Gerekçe yokluğunun iptal nedeni sayılması, CBK’lerin Anayasaya
uygunluk kaygısı ile hazırlanmasını gerekli kılacağından, AYM denetimi de
işlevsellik kazanacaktır.
• Öte yandan, 1982 Anayasası madde 148 ve 6216 sayılı Kanun ve
AYM İçtüzüğü hükümlerinin, kanunlardan farklı olarak CBK'lerin şekil denetimine
ilişkin bir düzenleme içermemeleri, CBK'lerin şekil denetiminin
yapıl(a)mayacağı sonucunu doğurmamaktadır. Tam aksine, Anayasa ve diğer
düzenlemelerde bu konuda hüküm bulunmaması AYM'yi, AY m.151'de yer alan şekil
denetiminin CBK'ler bakımından nasıl uygulanacağını belirleme yükümlülüğü
altına sokmaktadır. Şekil, bir normun Resmi Gazete'de yayımlanana kadar geçen
yöntemsel süreçleri kapsamakta ve bu süreç de normun gerekçesiyle birlikte
oluşturulmasıyla başlamaktaysa, CBK'lerin gerekçesiz şekilde yayımlanması, daha
baştan hukuk devleti kuralına aykırılık oluşturmaktadır. Buna ilişkin olarak
TBMM, CBK'lerin nasıl hazırlanacağına ilişkin ve gerekçelerin nerede ve nasıl
yayınlanacağına ilişkin bir kanun yapma yetkisini haiz olmasına rağmen TBMM'ce
böyle bir kanunun yapılmamış olması varılan sonucu değiştirmemekte, AYM'nin
yükümlülüğünün önemini ortaya çıkarmaktadır. AYM, CBK’ler üzerinde şekil
denetiminde yasalara göre daha geniş bir takdir marjına sahiptir; çünkü yasa
için şekil ölçütü Anayasa’da doğrudan öngörülmektedir. Bu itibarla, CBK’ler
üzerinde şekil denetim ölçütlerinin Anayasa Mahkemesi tarafından belirlenmesi,
Anayasa Mahkemesi’nin varlık nedeni ve hukuk devletinin oluşum süreci
bakımından da yerinde ve yararlı olacaktır.
• Gerekçe gereği, norm olarak uygulamada ortaya çıkacak
tereddütlerin giderilmesi için de gereklidir. (AYM bile buna haklı olarak
gereksinim duyduğuna göre…), CBK’yi uygulamak konumunda olan yargı organları ve
idare makamları buna haydi haydi gerek duyar.
• Öte yandan, CBK’ler, çok geniş bir düzenleme alanına
yayılmakta ve hatta sosyal ve ekonomik haklar bile CBK’lerle düzenlenebilmesi
ötesinde, TBMM çoğunluğunun, madde 104/17 cümle sonun verdiği yetkiyi bile
kullanmaktan kaçınması, CBK yoluyla geniş bir yelpazeye yayılan normatif
düzenlemeleri, adeta “sürekli” bir hale getirmiştir.
b) Yetki yönünden şekil denetimi
Anayasa Mahkemesi, bir şekil denetimi türü olan bu denetimi
nasıl ve hangi çerçevede yapmalıdır? Yargısal denetimde AYM öncelikle bir
CBK’nin Anayasada CBK ile düzenlenmesi öngörülen hususlarda düzenleme içerip
içermediği yani yetki yönünden denetleyecektir. Dolayısıyla CBK yetki kapsamı
dışında bir konuyu düzenlemişse doğrudan yetkisizlik dolayısıyla iptal
edilmelidir. CBK’nin yetki kapsamı içinde olduğu sonucuna varırsa AYM, bu kez
düzenlemenin esas bakımından Anayasa’nın ilgili maddelerine uygunluğunu
inceleyecektir. Her ne kadar Anayasanın 148. maddesinde CBK’lerin şekil ve esas
bakımlarından Anayasaya uygunluk denetiminden söz edilmişse de bu denetim 104. maddenin
17. fıkrasındaki koşulların bir bütün olarak AYM tarafından denetlenmesini
gerektirir. Çünkü Anayasa’da, Cumhurbaşkanına ancak fıkrada belirtilen sınırlar
içinde CBK çıkarma yetkisi verilmiştir. Bu sınırların aşılması, CBK’yi Anayasa’ya
aykırı hale getirir. Böylece, CBK’nin, örneğin kanunun açıkça düzenlediği bir
hususu içermesi onun Anayasa’ya aykırı olması sonucunu doğurur: “Dava konusu
kural 5018 sayılı Kanun’a ekli (1) Sayılı Cetvel’e bazı eklemeler yapmak
suretiyle kanun metninde değişiklik yapılmasını öngörmektedir. Kanunları
değiştirmenin TBMM’nin görev ve yetkileri kapsamında bulunduğu ve 6771 sayılı
Kanun’la yapılan Anayasa değişikliğiyle bu hususta farklı bir düzenleme
öngörülmediği gözetildiğinde kuralın yürütme yetkisine değil yasama yetkisine
ilişkin olduğu açıktır. Dolayısıyla kural, Anayasa’nın 104. maddesinin on
yedinci fıkrasının birinci cümlesiyle bağdaşmamaktadır” (AYM, E.S.:
2018/55; K.S.: 2020/27; K. T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
Bu açıdan CBK’lerin denetimi yasaların denetiminden farklıdır.
Yasaların esas denetiminde sadece yasanın maddi bakımdan anayasaya uygunluğu
inceleme konusu olurken, CBK’lerin, şekil denetiminden sonra esas yönünden
denetime geçmeden önce yetki yönünden incelenerek, Anayasanın 104/17. maddedeki
sınırlara uyulup uyulmadığı denetlemelidir. Bu çerçevede CBK’nin bir özgürlük
ve hakkı düzenleyip düzenlemediği, Anayasada yasa kaydı olan ya da bir kanun
tarafından düzenlenmiş bulunan bir konuda düzenlemeye yer verilip verilmediği
öncelikle ele alınmalıdır.
AYM de, konuya ilişkin ilk kararlarında, cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin öncelikle yetki açısından denetlenmesi gerekliliğini açıkça
ifade etmiştir:
“CBK’ların ... konu bakımından yetki kurallarına uygun olarak
çıkarılması gerekmektedir. Aksi takdirde içeriği Anayasa’ya aykırılık
oluşturmasa bile bu düzenlemelerin Anayasa’ya uygunluğundan söz edilemez.
Dolayısıyla CBK’ların yargısal denetiminde öncelikle Anayasa’nın 104. maddesinin
on yedinci fıkrasında belirtilen konu bakımından yetki kurallarına uygunluğunun
ele alınması gerekir. Anılan fıkra yönünden herhangi bir aykırılık tespit
edilmemesi durumunda ise bu defa CBK’ların içerik yönünden Anayasa’ya uygunluk
denetimi yapılmalıdır” (Bkz. örneğin : AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4,
K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §13. Aynı yönde bkz. AYM,
E.S.: 2018/55; K.S.: 2020/27; K. T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
Ayrıca sosyal ve ekonomik haklar konusunda CBK’lerin özgürlük ve
hak üzerindeki somut etkisi incelemede dikkate alınmalıdır. Bu yönden, bir CBK
hak ve hürriyet sınırlayıcı nitelikte ise, konu yasama yetkisinin alanına
kayacak ve CBK Anayasaya aykırı hale gelebilecektir. Bu nedenle sosyal ve
ekonomik haklara ilişkin olarak CBK’lerde yer alan her bir hükmün somut
etkileri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda, örneğin
CBK’de öngörülen sosyal ve ekonomik haklarla ilgili düzenleyici kuralların,
sosyal ve/veya ekonomik haklar bakımından pozitif ayrımcılık yapılmasının
gerekli olduğu bir alanda bunu yapmamaktan ya da tetikleyebileceği dolaylı
ayrımcı sonuçlardan da sorumlu olacağını vurgulamak gerekir. Bu çerçevede hangi
kuralın hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı, hangi kuralın sadece düzenleyici
nitelikte olduğunun tespiti oldukça zor olacaktır.
Anayasa Mahkemesi’nin Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini yetki
açısından denetlemesinin, sıradan bir Anayasa’ya uygunluk denetimi sorunu
oluşturmadığı vurgulanmalıdır. Anayasa’nın Başlangıç bölümünde, açık şekilde
erkler ayrılığı ilkesine yollama yapılmakla yetinilmemekte, ilkenin aynı
zamanda tanımı da yapılmaktadır. Madde 2’nin öngördüğü hukuk devletinin
gerekleri, normlar hiyerarşisi çerçevesinde kuralı koyan organ ile onu
uygulayan organın birbirinden ayrılmasını, denetim organının ise bağımsız
olmasını ifade eder. Normların aşamalı sırası ise, üst normun alt normun varlık
nedeni olduğu, üst norma uygunluk ise, alt normun geçerlilik koşulu olduğu anlamına
gelir. Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri; yasama, yürütme ve yargı yetkilerini
ayrı ayrı düzenlemektedir. Anayasa’nın 11. maddesine göre; Anayasa hükümleri,
yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlamaktadır. 2017 Anayasa değişikliğiyle
ortaya çıkan kurguda, her ne kadar cumhurbaşkanlığı kararnamesi adı altında
yürütmeye düzenleme yetkisi tanınmış olsa da bu yetkinin, gerek çerçevesinin
belirlendiği madde 104/17 sınırları içerisinde, gerekse Anayasa’nın değinilen
Başlangıç ve genel esasları kapsamında kullanılıp kullanılmadığı konusunda AYM
tarafından gerçekleştirilecek Anayasa’ya uygunluk denetimi, temel bir önem
kazanmaktadır. Öyle ki, AYM tarafından cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki
alanlarında çıkarılıp çıkarılmadığına ilişkin olarak yapılacak her denetim; bir
anlamda, aynı anda Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 11. ve 104. maddelerinin ihlal
edilip edilmediğine ilişin bir ortak bir denetim anlamına da gelecektir.
Özellikle vurgulanmalıdır ki; Anayasa madde 6/3’e göre, “Hiçbir kimse veya
organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz”. Bu itibarla,
erkler ayrılığı ilkesine uyulup uyulmadığına ilişkin bir denetim olan
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki alanlarında kalıp kalmadıklarına ilişkin
denetim; son tahlilde, egemenliğin Anayasa’ya uygun şekilde kullanılıp
kullanılmadığını ve anayasal yetkilerin, “Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun”
olarak kullanılıp kullanılmadığını denetlemek anlamına gelmektedir. Kısaca,
AYM’nin Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini denetimi vesilesiyle yapacağı
gözlemler, belirleyeceği ilkeler ve sistemleştireceği ölçütler, Türkiye
Cumhuriyeti’nin anayasal bir devlet olup olmayacağı konusunda belirleyici
olacaktır.
c) Esas yönünden
Bu konuda gösterilmesi gereken hassasiyet ve titizlik; Anayasa
Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı kararnamelerini yetki açısından denetlemesinin,
denetimine tabi tutulan diğer normatif düzenlemelerin Anayasa’ya uygunluk
denetiminden farklı özellikler taşımasına dayanmaktadır. Anayasa, Başlangıç bölümünde,
Devlet örgütlenmesinin erkler ayrılığı üzerine inşa edileceğini açık bir
biçimde öngörmektedir. Cumhuriyet’in niteliklerini sıralayan ve somutlaştıran madde
2 ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin “başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayan”dığını öngörmekte olup, bunu hukuk devleti olarak tanımlamaktadır. Hukuk
devleti, mekanizma olarak, devlet örgütünün erkler ayrılığı çerçevesinde
örgütlendiği, hukuki yapılanmanın ise normlar hiyerarşisine dayandığı bir
siyasal örgüt ve hukuki yapı olarak tanımlanır. Madde 2, madde 14 (değişik:
3/10/2001-4709/3 md.) ışığında okunduğunda hukuk devletinin içerik olarak da
tanımlanmış olduğu görülür: “insan haklarına dayanan demokratik ve laik
Cumhuriyet” ve aynı zamanda “sosyal devlet”; yani sosyal hukuk devleti. Bu arada;
AYM’nin hukuk devleti kavramına ilişkin olarak kanunların Anayasa’ya uygunluğu
denetimi bağlamında oluşturduğu içtihadının, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin
denetiminde de aynı şekilde referans oluşturacağı açıktır (bu yönde bkz.: AYM,
E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 –
31126, §26–28). AYM’ye göre: “Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk
devleti; eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine
açık olan devlettir” (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020,
R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §26). Oysa, Cumhurbaşkanlığı
kararnamelerine ilişkin (ve özellikle de bunların konu bakımından
yetkisizliğine dayalı) iptal başvurularının böylesine çok sayıda ve bu kadar
uzun süreler karara bağlanmamış şekilde AYM önünde birikmiş olması, AYM’nin
verdiği hukuk devleti tanımındaki her bir unsurun adeta dondurulması anlamına
gelmekte; yürütmeyi, dolaylı olarak, yetkisi dışındaki alanları sistematik
şekilde Anayasa’ya aykırı cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle düzenleme refleksi
konusunda cesaretlendirmektedir.
Anayasa’nın genel esaslar kısmındaki maddeleri, madde 2’nin
yaptığı çerçeve ve temel tanımlar doğrultusunda okumak ve anlamlandırmak
gerekir:
Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri; Devlet örgütü olarak yasama,
yürütme ve yargı yetkilerini ayrı ayrı düzenlemektedir. Normlar hiyerarşisinin
ana çerçevesini koyan madde 11’e göre; Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve
yargı organlarını bağlamaktadır. Bu itibarla, Anayasa Mahkemesi’nin,
Anayasa’nın bu temel hükümleri ışığında, iptal davası konusu cumhurbaşkanlığı
kararnamelerine ilişkin denetimini titizlikle gerçekleştirmesi, ivedi bir
gerekliliktir.
B. 113 sayılı Milli Saraylar
İdaresi Başkanlığı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin
bütünü, şekil yönünden Anayasa’ya aykırıdır
113 sayılı Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin bütünü, şekil yönünden
Anayasa’ya aykırıdır. Aşağıda, söz konusu Anayasa’ya aykırılığın sebepleri
gösterilmiştir.
1. AYM’nin CBK’leri Şekil Bakımından İnceleme
Yetkisi
CBK’leri şekil yönünden denetim, AYM’nin yetkisindedir.
Anayasa’nın, AYM’nin görev ve yetkilerine ilişkin 148. maddesinin 1. fıkrasına
göre:
“Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve
esas bakımlarından uygunluğunu denetler ve bireysel başvuruları karara bağlar.”
Anayasa’nın lafzı, tereddütsüz bir açıklıkla, CBK’lerin
Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetleme görev ve yetkisine
sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
2. Süre Yönünden
Anayasa’nın “Dava açma süresi”
başlıklı 151. maddesine göre:
“Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açma
hakkı, iptali istenen kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya içtüzüğün Resmî
Gazetede yayımlanmasından başlayarak altmış gün sonra düşer.”
Yine Anayasa’nın 148. maddesinin 2. fıkrasına göre,
“Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın,
öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif
ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı
hususları ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir.
Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil
bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def'i yoluyla da ileri sürülemez.”
Görüldüğü üzere, Anayasa, AYM’nin soyut norm denetimine yönelik
başvurulara ilişkin olarak iki farklı süre öngörmüştür. Kanunların şekil
bozukluğuna dayalı iptal davaları, Kanunun yayımlandığı tarihten
itibaren on gün içerisinde açılmalıdır. Söz konusu on günlük hak düşürücü süre,
yalnızca kanunlar bakımından geçerlidir. CBK’ler bakımından bu konuda bir lex
specialis bulunmamaktadır ve CBK’lerin şekil bakımından Anayasa’ya
aykırılığına dair iptal davasının açılması, Anayasa’nın 151. maddesinde
öngörülen altmış günlük süreye tabidir. Gerçekten de, eğer Anayasa koyucu öyle
öngörse idi, 148. maddeye, -tıpkı kanunlar için yaptığı şekilde- CBK’lerin
şekil bakımından Anayasa’ya aykırılıklarına ilişkin olarak iptal davası açması
süresinin altmış günden daha kısa olduğuna ilişkin bir hüküm koyardı.
3. 113 sayılı Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin Gerekçesiz Çıkarılmasının Şekil
Bakımından Hukuk Devleti İlkesi Aykırılığı
Anayasa Mahkemesi, yakın tarihli bir kararında CBK’lerin
gerekçesizliği olgusuna aşağıdaki gibi dikkat çekmiştir:
“22. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 39. maddesinin (4) numaralı
fıkrasında “İptal davalarında Mahkemece esasın incelenmesine karar verilmesi
hâlinde, dava dilekçesi ile ekleri Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı,
Cumhurbaşkanlığı ile iptal davası açmaya yetkili siyasi parti gruplarına
gönderilir. Bu makamlar, iptal davasıyla ilgili yazılı görüşlerini
değerlendirilmek üzere Mahkemeye bildirebilirler.” denilmektedir. CBK’lar
gerekçeleri olmaksızın yayımlanmaktadırlar. Bu nedenle CBK kurallarının
getiriliş amacının tespiti bakımından 6216 sayılı Kanun’un anılan hükmüne
istinaden Cumhurbaşkanlığınca dosyaya sunulan görüş yazıları önem arz
etmektedir.” (AYM, E.2019/96, K.2022/17, 24/02/2022, § 22).
Hukuk devletinde her türlü resmi işlemin gerekçeli olması,
hukukun genel ilkesidir. Bunun, yargı kararlarıyla ilgili olarak adil yargılanma
hakkı bakımından böyle olduğu iyi bilinmektedir. Anayasa m. 141/3 uyarınca “Bütün
mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
AİHM içtihatlarına göre, yargı kararları, dayandıkları gerekçeleri yeterli
şekilde ortaya koymalıdır (AİHM, Papon/Fransa n° 2 (kabul edilebilirlik
kararı), 15/11/2001, başvuru n° 54210/00). Yargı kararlarını gerekçelendirme
zorunluluğu, AİHS m.6/1’in içerdiği zımni güvencelere dahildir (AİHM,
H/Belçika, 30/11/1987, başvuru n° 8950/80 § 53). Yargı organları gerekçelerin
seçimi ve kanıtların kabulü konusunda belirli bir takdir marjına sahip olsa da,
kararlarının gerekçelerini belirterek işlemlerinin haklılığını ortaya
koymalıdır (AİHM, Suominen/Finlandiya, 01/07/2003, başvuru n° 37801/97, § 36).
Bir taraf tarafından ileri sürülen bir iddia davanın sonucu açısından
belirleyici olduğunda, o iddia, yargı organının özgül ve açık bir yanıtını
gerektirir (AİHM, Ruiz Torija/İspanya, 09/12/1994, başvuru n° 18390/91, § 30).
Yargı kararları ve bireysel normlar açısından gerekli bu gerekçe
zorunluluğunun; belirsiz sayıda kişiye ve beşeri ilişkiye uygulanacak genel
normlar açısından evleviyetle gerekli olduğu kabul edilmek gerekir.
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin gerekçesiz olması ise, hukuk devletine açıkça
aykırılık oluşturduğu gibi, bu türdeki normların anlaşılır ve öngörülebilir
olmalarını da zorlaştırmaktadır. AYM, CBK’ler üzerinde şekil denetimi de
yaparak gerekçe yokluğunu Anayasa’ya aykırılık nedeni saymalıdır.
Gerçekten de; hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk
kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet
organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan
haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya
ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan,
yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri
ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009
tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin ön koşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de kanun
hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını
ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem
içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par.
13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli
ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı).
Hukuki belirlilik ve güvenlik ilkeleri, hiç kuşku yok ki,
CBK’ler bakımından da geçerlidir: “CBK’ların da hem kişiler hem idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması gerekir" (AYM, E.S.
:2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126,
§28).
Oysa gerekçe yokluğu, CBK’lerin açık, net, anlaşılır,
uygulanabilir olma gerekliliklerine aykırıdır. AYM’nin yukarıda alıntılanan
kararında ifade edildiği üzere, “CBK’lar gerekçeleri
olmaksızın yayımlanmaktadırlar. Bu nedenle CBK kurallarının getiriliş amacının
tespiti bakımından 6216 sayılı Kanun’un anılan hükmüne istinaden
Cumhurbaşkanlığınca dosyaya sunulan görüş yazıları önem arz etmektedir.” (AYM,
E.2019/96, K.2022/17, 24/02/2022, § 22). Şu halde, CBK’lerin
gerekçesizliğinin, onların getiriliş amacının bilinmemesi anlamına geldiğini
AYM de kabul etmektedir. Oysa bir normun uygulanabilmesi, onun ratio legis’inin
bilinmesini zorunlu olarak gerektirir. Anayasa’da gerekçe gerekliliği
açıkça öngörülmüş olmasa da birel veya düzenleyici işlemler bütünü için gerekçe
gerekliliği, içerik olarak hukuk devleti kavramının içerdiği hukuki güvenlik ve
belirlilik alt ilkelerine içkindir. Gerekçesiz CBK normları, norm kapsamı
konusunda gerekli belirlilik ve öngörülebilirliğin olmamasına yol açmaktadır.
Bunun yanında; Anayasa’nın 2’nci maddesindeki hukuk devleti
ilkesi gereğince, yasama işlemlerinin kişisel yararları değil kamu yararını
gerçekleştirmek amacıyla yapılması zorunludur (Anayasa Mahkemesi’nin 17. 06.
2015 karar tarihli ve 2014/179 E.; 2015/54 K. sayılı Kararı). Aynı yönde; “Yasa
koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu yararını ortadan
kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz …” (Anayasa
Mahkemesi’nin 24.01.2008 tarihli ve 2007/76 E.; 2008/46 K. sayılı Kararı).
Gerekçesiz olan, ratio legis’i bilinmeyen ve gerekçesizliği sebebiyle
bütünüyle keyfiliğe açık olan yapıdaki CBK’lerin kamu yararını gerçekleştirmeye
elvermeyeceği açıktır. Bütünüyle hüsnüniyetle ihdas edildiğinde dahi, getiriliş
amacı bilinmeyen bir CBK’nin uygulamada beklenen sonuçları getiremeyeceği,
uzlaşmaz yorum farklılıklarına yol açacağı ve son tahlilde yürütmenin normatif
iradesinin hayata geçirilmesinin mümkün olmayacağı da ortadadır. Bir başka
deyişle, Anayasa’nın Cumhurbaşkanı’na verdiği yetkinin kullanılabilmesi ve
hukuk düzeninde etki doğurması, yine CBK’lerin gerekçeli olması şartına
bağlıdır. Bu itibarla, CBK’lerin gerekçesizliği, hukuk devleti ilkesinin alt ilkesi
olan kamu yararı ilkesine de aykırıdır.
Torba CBK tarzının olağan uygulama haline getirilmiş olması
nedeniyle, konulan ve yürürlükten kaldırılan kuralları izleme zorluğu da
açıktır: Gerekçelendirme, neden bir maddenin konulduğu, değiştirildiği veya kaldırıldığı
konusunda bilgi vereceğinden, hem CBK hazırlayıcısı bürokratları daha özenli
davranmaya yönlendirir hem de AYM denetimini kolaylaştırır ve etkili kılar.
Dahası, CBK uygulamasında yargı ve idare makamları için olası tereddütleri
giderici işlev görür.
113 sayılı Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin bütünü, gerekçe yokluğuna ilişkin anılan sebeplerle ve
Anayasa’nın 2. maddesi uyarınca, Anayasa’ya şekil yönünden aykırıdır ve iptal
edilmek gerekir.
C. 113 SAYILI MİLLİ SARAYLAR İDARESİ BAŞKANLIĞI HAKKINDA
CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR CUMHURBAŞKANLIĞI
KARARNAMESİ’NİN BAZI HÜKÜMLERİNİN ANAYASAYA AYKIRILIĞI
1. 113 sayılı Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin 1. maddesi ile değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 4. maddesinin
birinci fıkrasına eklenen (e) bendinin Anayasaya Aykırılığı
113 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1. maddesiyle
değiştirilen 12 sayılı CBK’nin 4. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (e)
bendi ile Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı’na Başkanlığın çalışma alanına
ilişkin olarak enstitüler ve eğitim merkezleri kurma yetkisi verilmektedir.
Anayasa’nın 123. maddesinin birinci fıkrasında idarenin
bütünlüğü ilkesi tanımlanmıştır. “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür
ve kanunla düzenlenir.” şeklindeki ilkeye göre genel anlamda kamu kurum ve
kuruluşlarının kurulması ve görevlerinin belirlenmesinin dayanağı kanunilik
ilkesiyle uyumlu olmalıdır. Bir diğer deyişle kamu tüzel kişiliği kurma ve
görevlerini belirleme yetkisi esas itibariyle kanun koyucudadır. 2018 yılında
Anayasanın 123. maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan bir düzenleme ile daha
önce kanun koyucunun yetki devri yöntemi ile yürütmeye verebileceği yetki
daraltılmış ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kamu tüzel kişiliğinin
kurulabilmesine olanak sağlayan özel bir yetki, Anayasal olarak tanımlanmıştır.
Burada önemli olan husus ise Anayasanın kanunilik ilkesi ile yarışan ilke
haline getirdiği alan, sadece kamu tüzel kişiliğinin kurulmasıdır. Anılan
fıkra, a contrario, başka alanlarda CBK yoluyla idarenin kanuniliği ilkesiyle
çelişen düzenlemelerin yapılamayacağını teyit etmektedir.
Bu çerçevede 12 sayılı CBK ile Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı
adı altında bir kamu tüzel kişiliğinin kurulduğunu ve bu tüzel kişiliğin
görevlerinin de 12 sayılı CBK’nın 4. maddesiyle belirlendiğini belirtebiliriz.
Bu görevlerin arasına iptali talep edilen (e) fıkrası ile
“Enstitü ve eğitim merkezleri kurma” görev ve yetkisi eklenmektedir. Ancak,
burada bahsi geçen enstitülerin ve eğitim merkezlerinin her halükarda
Başkanlığı kuran irade tarafından gerçekleştirilmesi gerekir ki, bu irade yasa
koyucu ya da Cumhurbaşkanlığı Kararnamesidir. Dolayısıyla iptali talep edilen
(e) bendi açısından Başkanlığın enstitü ve eğitim merkezi kurmaya yönelik bir
yetkisi, Anayasanın 123. maddesiyle açıkça çelişmektedir. Bu yönde bir yetki
devri yapılması 123. maddenin lâfzıyla açıkça yasaklanmıştır ve
hukuka aykırıdır.
Diğer yandan, idare hukuku açısından bir kamu tüzel kişiliği
tarafından kurulacak enstitülerin veya araştırma merkezlerin hukuki kişilikleri
hakkında bir belirsizlik bulunmaktadır. Kamu tüzel kişiliğinin bir enstitü veya
araştırma merkezi kurması, Cumhurbaşkanınca yapılacak bir yetki devriyle
Kurumca alınacak bir kararla yapılamaz. Bu görev ve yetkilendirmenin yine kanun
koyucunun uhdesinde olduğu görülmektedir.
İptal talebimizin konusu olan Milli Saraylar İdaresi
Başkanlığı’nın da kendi uhdesinde enstitü kurması veya kaldırması kararı alması
da bu doğrultuda ele alınmalıdır.
Ayrıca, enstitü kurulması özel bir alana ilişkin eğitim vermeye
veya araştırma yapmaya yönelik bir kurum kurma işlemidir. Ülkemizde 2547 sayılı
Yükseköğrenim Kanunu çerçevesinde üniversiteler enstitü kurabilmektedirler,
ancak kurulan bu enstitülere ilişkin mevzuatta kuruluş ve kaldırma karar ve
yetkisi üniversiteye verilmemiş ve Cumhurbaşkanına verilmiştir. Dolayısıyla,
ilkesel olarak diğer kamu tüzel kişiliklerinin kendi bünyelerinde hukuki
dayanağı olması şartıyla enstitü kurabilmesi olanaklıdır. Ancak, bu hukuki
dayanak enstitünün de bir kamu tüzel kişiliği olarak tanımlanmış olması nedeniyle
yasa koyucu veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi olmak zorundadır. Aksi halde,
kamu tüzel kişilikleri hiçbir kurala bağlı olmaksızın kendi bünyelerinde bu tür
yapılar kurarak faaliyet gösterebilirler. Bu da kurma ve kaldırmaya yönelik
idari işlemlerde belirsizlik ortaya çıkarır. Bu nedenle, söz konusu düzenleme,
Anayasanın 123. maddesinde ifadesini bulan idarenin yasallığı ilkesini
zedeleyici bir nitelik taşımaktadır. Bu nedenle iptali gerekir.
İkinci olarak söz konusu düzenleme, yukarıda da belirtildiği üzere
Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı Cumhurbaşkanlığına bağlı bir kamu tüzel
kişiliğidir ve bu idarenin kuruluş ve teşkilatına ilişkin düzenlemeler,
Anayasa’nın ilgili maddeleri çerçevesinde yetkilendirilmiş erkler tarafından
belirlenmiş normlar aracılığıyla gerçekleştirilmelidir. Anayasa’nın 106. maddesinin
11. fıkrasına göre “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve
yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.” Cumhurbaşkanı’na tanınan bu
kararname çıkarma yetkinin çerçevesi ve sınırları da, Anayasamızda
belirtilmiştir.
Anayasa Mahkemesi, bu hususla ilgili örnek kararında
Cumhurbaşkanının yetkisinin sınırlarını da göstermiştir:
“Anayasa’nın 123. maddesinin birinci fıkrasında idarenin
kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğu ve kanunla düzenleneceği belirtilmiş;
106. maddesinin on birinci fıkrasında ise bakanlıkların kurulmasının,
kaldırılmasının, görev ve yetkilerinin, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra
teşkilatlarının kurulmasının CBK ile düzenleneceği hükme bağlanmıştır.
Dolayısıyla anılan fıkra kapsamındaki konular Anayasa’nın CBK ile
düzenlenmesini ayrıca ve özel olarak öngördüğü konulardır.
Anılan fıkrada yer alan “…teşkilat yapısı…” kavramı, belirli bir
hizmeti yürütmek üzere kurulan kamu kurum ve kuruluşlarının bu amaçla
üstlendikleri görev ve yetkilerin ifa edilebilmesi için oluşturulan ve söz
konusu hizmetin yürütülmesinde doğrudan ya da dolaylı olarak rol alan, aynı
kurum bünyesindeki farklı düzey ve nitelikteki birimlerin bütününü ifade
etmektedir. Bu itibarla bir kurumun bu mahiyetteki merkez ve taşra teşkilatının
yanı sıra yurt dışı teşkilatı da teşkilat yapısı kavramına dâhildir.
Dava konusu kurallarda, merkez ve taşra teşkilatı bulunan
Bakanlığın teşkilat yapısına yurt dışı teşkilatının da eklenmesi, başka bir
ifadeyle Bakanlığın yurt dışı teşkilatının oluşturulması ve Bakanlığın da
oluşturulan bu yurt dışı teşkilatını kurmaya yetkili kılınması öngörülmektedir.
Dolayısıyla kuralların Anayasa’nın 106. maddesinin on birinci fıkrasında CBK
ile düzenlenmesi özel olarak öngörülen konulardan biri olan bakanlıkların
teşkilat yapısına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
Bu itibarla kuralların ilişkin olduğu konunun CBK ile
düzenlenmesinin Anayasa’nın 106. maddesinin on birinci fıkrasında açıkça hükme
bağlanmış olması karşısında düzenlemenin kanunla yapılmamasının konu bakımından
Anayasa’ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
…
Anayasa’nın 106. maddesinde bakanlıkların teşkilatı kapsamında
yurtdışı teşkilatı kurulması yetkisi CBK’ya tanınmış olup CBK’ya tanınan bu
asli yetkinin, başka bir idari işleme bırakılması mümkün değildir. Bununla
birlikte yürütme organının CBK çıkarmaya yetkili olduğu konuya ilişkin her
türlü ayrıntıyı CBK ile düzenlemesi ve bu düzenlemelerin gereğini bizzat yerine
getirmesi gerekli olmayıp CBK ile konuya ilişkin temel kuralları belirledikten
ve genel çerçeveyi çizdikten sonra bu çerçevenin içinde kalan hususları,
düzenleyici nitelikteki diğer işlemlerle belirlemesi ve bu düzenlemeler
kapsamında yerine getirilmesi gerekli tasarrufları da ilgili idareye bırakması
mümkündür.
Dava konusu ikinci kuralda Bakanlığın yurt dışı teşkilatını
kurmaya yetkili olduğu belirtilmektedir. (1) numaralı CBK’nın bakanlıkların
teşkilatlanmasına ilişkin diğer hükümleri ile birlikte değerlendirildiğinde
kuralda geçen yurt dışı teşkilatının kurulması kavramının CBK ile oluşturulan
söz konusu teşkilatın fiilen faaliyete geçirilmesi için gerekli idari
tasarrufların Bakanlık tarafından yerine getirilmesini ifade ettiği anlaşılmaktadır.
Buna göre dava konusu kuralın da yer aldığı (1) numaralı CBK
yurtdışı teşkilatının kurulmasına ilişkin olarak yurtdışı teşkilatının
niteliği, kurulacağı yer, görevleri, yer itibarıyla görev alanı gibi temel
kuralları dava konusu kuralla Bakanlığa bırakmamış, bunların düzenlenme
yetkisini (1) numaralı CBK’nın Ortak Hükümler başlıklı bölümünde düzenlenen
510/B maddesiyle Cumhurbaşkanı kararına tanımıştır. CBK ile söz konusu
hususlarda düzenleme yapma yetkisinin anayasal olarak Cumhurbaşkanı kararına
bırakılıp bırakılamayacağı bu davanın konusunu oluşturmamakla birlikte bu hüküm
anılan konularda doğrudan düzenleme yapma yetkisinin Bakanlığa bırakılmadığını
göstermektedir. Dolayısıyla kuralla tanınan yetkinin konuya ilişkin temel
kurallar ve genel çerçeve belirlenmeden yurt dışı teşkilatının kurulması veya
düzenlenmesini de içerdiğinin söylenemeyeceği anlaşılmaktadır. Bu yönüyle
Anayasa’nın 106. maddesinin on birinci fıkrası kapsamında CBK ile oluşturulan
Bakanlığın yurt dışı teşkilatına ilişkin doğrudan düzenleme yapma yetkisini
Bakanlığa bırakmayan dava konusu ikinci kuralın da anılan fıkrayı ihlal eden
bir yönü bulunmamaktadır.” (AYM, E. 2019/105, K. 2020/30)
Görüldüğü üzere Anayasa Mahkemesi, Anayasanın 106. maddesi ile
Cumhurbaşkanına tanınan yetkiyi ve sınırlarını tanımlamış ve temel kuralların
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenmesi gerektiğini de belirtmiştir. Dolayısıyla,
Bakanlıkların teşkilat yapısı içerisinde yer alan kurum ve kuruluşların
kuruluş, kapatılış ve devirlerinin de; düzenlenen alana ilişkin temel kurallar
ve genel çerçeve dahilinde belirlenmek gerektiği açıktır.
İptale konu olan düzenleme ise Bir Başkanlık tarafından enstitü
ve eğitim merkezi kurulmasını düzenlemektedir.
Söz konusu düzenleme, öncelikle kuruluş, kapatılış gibi temel
bir konunun Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenmemesi nedeniyle konu
bakımından Anayasa’nın 106. maddesine aykırıdır. Yine iptale konu olan
düzenleme, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi dışında bir normla kuruluş esaslarının
belirlenmesi ile bu kurulmaya ilişkin karar alma yetkisinin Başkanlığa
bırakılması nedeniyle içerik bakımından yetki devrinin sınırlarını aştığından
Anayasa’nın 106. maddesine aykırıdır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararında
da vurgulandığı üzere iptale konu olan düzenleme “İdarenin kanuniliği ve
bütünlüğü” ilkesine de aykırıdır.
Anayasanın 123. maddesinin birinci fıkrasına göre “İdare,
kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir.” İdarenin
kanuniliği ilkesinin istisnası ise maddenin 3. fıkrasında düzenlenmiş ve kamu
tüzel kişiliklerinin Cumhurbaşkanlığı Kararnameleriyle de kurulabilmesine imkan
sağlanmıştır. Kamu tüzel kişiliklerinin CBK ile kurulabilmesi aynı zamanda
kapatılabilmesi veya devirleriyle ilgili olarak da geçerli bir kuraldır. Aksi yorum;
Anayasa’nın 123. maddesinin 3. fıkrasında tanımlanan yetkiyi etkisiz ve
anlamsız kılar. Dolayısıyla, Bakanlıkların, bağlı kuruluşların ister
Cumhurbaşkanı tarafından esasları belirlensin isterse kendi aldıkları bir karar
söz konusu olsun; bir kamu tüzel kişiliğinin kurulmasına ilişkin yetkisi
bulunmamaktadır. Söz konusu yetki, Anayasa’nın 123. maddesinin 3. fıkrası
bağlamında, doğrudan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenmesi gereken
ehemmiyettedir ve temel niteliktedir; bu itibarla da, söz konusu Başkanlığın
kararına bırakılamaz. İptali istenen kural, bu cihetle Anayasa’nın 123. maddesine
aykırıdır.
Anılan düzenleme, aynı zamanda Anayasa’nın 8. maddesine de
aykırıdır. Söz konusu maddeye göre; “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı
tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine
getirilir”. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, yürütme yetkisi olarak, Anayasa ve
kanunlar çerçevesinde kullanılmalıdır. Oysa, 113 sayılı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 1. maddesi ile değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 4. maddesinin
birinci fıkrasına eklenen (e) bendi ile Anayasa’nın 106. ve 123. maddelerine
aykırı bir biçimde Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı’na enstitüler ve eğitim
merkezleri kurmaya ilişkin yetki verilmesine ilişkin düzenleme yapılmaktadır.
Yukarıda belirtildiği üzere söz konusu düzenleme CBK ile anayasal çerçeve
dışında yetki kullanımını ortaya koymaktadır. Bu itibarla 113 sayılı CBK’nin 1.
maddesi ile değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 4. maddesinin birinci fıkrasına
eklenen (e) bendi, Anayasa’nın 8. maddesine de aykırıdır, iptali gerekir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, 113 sayılı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 1. maddesi ile değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 4. maddesinin
birinci fıkrasına eklenen (e) bendi, Anayasanın 8., 106. ve 123. maddelerine
aykırı olduğundan iptali talep edilmektedir.
2. 113 sayılı Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin 1. maddesi ile değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 4. maddesine
eklenen (4) Numaralı fıkranın Anayasaya Aykırılığı
113 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1. maddesi ile
değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 4. maddesine eklenen (4) numaralı fıkra ile
Milli Saraylar İdaresi Başkanlığına Milli Saraylar Bilim ve Değerlendirme
Kurulunun uygun göreceği alanlarda arkeolojik kazı yapabilme veya yaptırabilme
yetkisi verilmektedir.
Söz konusu düzenleme, Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrası
kapsamında CBK’lerle düzenlenebilecek alanın çerçevesi dışındadır ve aşağıda
gösterildiği üzere, Anayasanın birçok maddesine aykırılık taşımaktadır.
a- Anayasa’nın 104. maddesine konu bakımından yetki yönünden
Aykırılık
Anayasanın 104/17. maddesi, “Kanunda açıkça düzenlenen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralını öngörmektedir. Bir konu yasa
ile açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkartılamaz.
113 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1. maddesi ile
değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 4. maddesine eklenen (4) numaralı fıkra ile
Milli Saraylar İdaresi Başkanlığına Milli Saraylar Bilim ve Değerlendirme
Kurulunun uygun göreceği alanlarda arkeolojik kazı yapabilme veya yaptırabilme
yetkisi verilmektedir. Yürürlükte olan mevzuatımızda arkeolojik kazı, sondaj
yapmak veya yapılmasına ilişkin usul ve esaslar özel bir kanun ile
düzenlenmiştir.
Bu konularda düzenleme yapılan esas kanun, 21/7/1983 tarih ve
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’dur. Kanun’un amaç
başlıklı 1. maddesinde “Bu Kanunun amacı; korunması gerekli taşınır ve taşınmaz
kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili tanımları belirlemek, yapılacak işlem ve
faaliyetleri düzenlemek, bu konuda gerekli ilke ve uygulama kararlarını alacak
teşkilatın kuruluş ve görevlerini tespit etmektir.” şeklindeki norm;
Türkiye’deki korunması gereken taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat
varlıklarına ilişkin yapılacak işlem ve faaliyetleri düzenlemek ve bu konuda
gerekli ilke ve uygulama kararlarını alacak teşkilatın kuruluş ve görevlerini
tespit etmek şeklindeki ifadesiyle, bir arkeolojik kazı veya sondaj
faaliyetinin nasıl yapılacağı ve buna kimin karar vereceğinin de bu kanun
kapsamında düzenlenen bir konu olduğunu belirtmektedir.
Kanun, kültür ve tabiat varlıklarına ilişkin karar alma ve işlem
yapma yetkisini de özel bir maddesinde düzenlemiştir. Kanunun “Yetki ve Yöntem”
başlıklı 10. maddesinde taşınmaz kültür varlıklarının korunması ve bu amaçla
gerekli tedbirlerin alınmasına ilişkin yetki Kültür ve Turizm Bakanlığına
verilmiştir. Ancak, maddenin ikinci fıkrası ile Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye
Büyük Millet Meclisinin idare ve kontrolünde bulunan kültür ve tabiat
varlıklarının korunması için özel bir istisnai düzenleme yapılmış ve bu
kurumların uhdesindeki kültür ve tabiat varlıklarının kendileri tarafından
yerine getirileceği belirlenmiştir.
Ancak, iptale konu olan düzenleme, Cumhurbaşkanlığı uhdesindeki
kültür ve tabiat varlığı olarak tescil edilmiş olan taşınmazların korunmasına
ilişkin bir düzenleme değildir. Söz konusu olan, bu varlıkların içerisinde
arkeolojik kazı ve sondaj yapma yetkisidir. Bu husus ise 2863 sayılı Kanunun
10. maddesinin 9. Fıkrasında tanımlanmış ve ikinci fıkra kapsamındaki istisnai
yetki kapsamı dışında bırakılmıştır. Dolayısıyla, Kanunda iptale konu olan
düzenlemede Milli Saraylar Bilim ve Değerlendirme Kurulunun onayı ile Milli
Saraylar İdaresi Başkanlığınca arkeolojik kazı veya sondaj yapılabilmesine
yönelik bir istisnai düzenleme veya yetki verilmemiştir. Bu yetki Kanuna göre
Turizm ve Kültür Bakanlığı’na aittir ve bu alanlarda arkeolojik kazı ve sondaj
yapılmasına izin verecek ve karar alacak yetkili birim Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kuruludur. Söz konusu Kanunun ilgili 10. maddesi şöyledir:
“Yetki ve yöntem:
Madde 10 – Her kimin mülkiyetinde veya idaresinde
olursa olsun, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlamak için
gerekli tedbirleri almak, aldırmak ve bunların her türlü denetimini yapmak veya
kamu kurum ve kuruluşları ile belediyeler ve valiliklere yaptırmak, Kültür ve
Turizm Bakanlığına aittir. (1)
(Değişik birinci cümle: 2/7/2018 – KHK-703/51 md.) Cumhurbaşkanlığı
ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin idare ve kontrolünde bulunan kültür ve tabiat
varlıklarının korunması, kendileri tarafından yerine getirilir. Bu korunmanın
sağlanmasında, gerektiğinde, Kültür ve Turizm Bakanlığının teknik yardımı ve
işbirliği sağlanır.
Milli Savunma Bakanlığının idare ve denetiminde veya sınır boyu
ve yasak bölgede bulunan kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve
değerlendirilmesi, Milli Savunma Bakanlığınca yerine getirilir. Bu korunmanın
sağlanması, Milli Savunma Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında
düzenlenecek protokol esaslarına göre yürütülür.
(Değişik dördüncü fıkra: 28/11/2017-7061/38 md.) Vakıflar Genel
Müdürlüğünün idaresinde ve denetiminde bulunan mazbut vakıflar ile temsilen
yönetilen mülhak vakıflara ait kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve
değerlendirilmesi, Koruma Kurulları kararı alındıktan sonra, Vakıflar Genel
Müdürlüğünce yürütülür. Vakıflar Genel Müdürlüğünün denetiminde bulunan mülhak
vakıflara ait taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve
değerlendirilmesi, Koruma Kurulları kararı alındıktan sonra, yöneticileri
tarafından yürütülür.
(Değişik beşinci fıkra: 28/11/2017-7061/38 md.) Diğer kamu kurum
ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmaz
kültür ve tabiat varlıklarının korunma ve değerlendirilmesi bu Kanun
hükümlerine uygun olarak kendileri tarafından sağlanır.
Kamu kurum ve kuruluşlarının mülkiyetinde bulunan taşınmaz
kültür ve tabiat varlıklarının korunması, bu kuruluşların bütçelerine her yıl
bu maksatla konacak ödeneklerle yapılır.
Bu hizmetlerin yerine getirilebilmesi için, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Bütçesine her yıl yeteri kadar ödenek konur.
(Mülga sekizinci fıkra:14/7/2004 – 5226/4 md.)
(Ek: 17/6/1987 - 3386/4 md.) Araştırma,
kazı ve sondaj yapılan alanların korunması ve değerlendirilmesi Bakanlığa
aittir.
(Ek fıkra:14/7/2004 – 5226/4 md.)Büyükşehir belediyeleri,
valilikler, Bakanlıkça izin verilen belediyeler bünyesinde kültür varlıkları
ile ilgili işlemleri ve uygulamaları yürütmek üzere sanat tarihi, mimarlık,
şehir plânlama, mühendislik, arkeoloji gibi meslek alanlarından uzmanların
görev alacağı koruma, uygulama ve denetim büroları kurulur. Ayrıca, il özel
idareleri bünyesinde, kültür varlıklarının korunmasına yönelik rölöve,
restitüsyon, restorasyon projelerini hazırlayacak ve uygulayacak proje büroları
ve sertifikalı yapı ustalarını yetiştirecek eğitim birimleri kurulur.
(Ek fıkra:14/7/2004 – 5226/4 md.) Belediyeler belediye sınırları
ve mücavir alanları içerisinde, valilikler ise bu sınırlar dışında yetkilidir.
(Ek fıkra:14/7/2004 – 5226/4 md.)Bu bürolar koruma bölge
kurulları tarafından uygun görülen koruma amaçlı imar plânı, proje ve malzeme
değişiklikleri ile inşaat denetimi de dahil olmak üzere uygulamayı denetlemekle
yükümlüdürler.
(Ek fıkra:14/7/2004 – 5226/4 md.)Alanın özelliği göz önüne
alınarak, bu büroların hangi uzmanlık dallarından teşekkül edeceği, çalışma,
izin usul ve esasları; İçişleri Bakanlığının görüşü alınarak Bakanlık ve Çevre
ve Şehircilik Bakanlığınca hazırlanacak bir yönetmelikle belirlenir.”
Görüldüğü üzere 2863 sayılı Kanunun 10. maddesinin 9. fıkrası
ile taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları özelinde araştırma, kazı ve sondaj
yapılan alanların korunması ve değerlendirilmesine ilişkin Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na verilen yetki, Cumhurbaşkanlığı uhdesindeki milli saraylar
açısından da geçerli bir yetki olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca, Kanun söz
konusu alanların korunması haricinde arkeolojik kazı ve sondaj yapılmasına
ilişkin de özel bir düzenleme yapmıştır. Kanun koyucu, 2863 sayılı Kanunun 35. maddesinde
açık olarak sondaj ve kazı iznini düzenlemiştir. Söz konusu madde şu
şekildedir:
“Araştırma, sondaj ve kazı izni:
Madde 35 – Bu kanun hükümlerine tabi, taşınır ve
taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını meydana çıkarmak üzere, araştırma,
sondaj ve kazı yapma hakkı, sadece Kültür ve Turizm Bakanlığına aittir.
Bilimsel ve mali yeterliği Kültür ve
Turizm Bakanlığınca takdir ve kabul olunan Türk ve yabancı heyet ve kurumlara
araştırma izni, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından; sondaj ve kazı yapma
izni Cumhurbaşkanı kararı ile verilir, Kültür ve Turizm Bakanlığı elemanları
veya bu Bakanlıkça görevlendirilecek Türk bilim adamları tarafından yapılacak
araştırma, sondaj ve kazılar, Kültür ve Turizm Bakanlığının iznine bağlıdır.
Askeri yasak bölgelerde yapılacak araştırma, sondaj ve kazı için gerekli
ruhsatname, Genelkurmay Başkanlığının iznini müteakip, sözü geçen heyet ve
kurumların göstereceği uzmanlar adına düzenlenir. Kültür ve Turizm Bakanlığınca
haklı görülebilecek sebep olmadıkça heyet ve kurumlar ruhsatnamedeki üyelerini
değiştiremezler.
Su altında korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının
bulunduğu bölgeler, Cumhurbaşkanı kararı ile tespit edilir ve yayımlanır. Bu
bölgelerde, sportif amaçlı dalış yapmak yasaktır, ikinci fıkra hükümlerine göre
izin almak şartıyla araştırma ve kazı yapılabilir.”
Buna göre; kültür ve tabiat varlıklarını meydana çıkarmaya
yönelik yapılacak arkeolojik kazılar ve sondajlara ilişkin kazı yapma hakkı
açık bir şekilde Kültür ve Turizm Bakanlığına verilmiştir. Konun koyucu,
tarafından kazı yapma yetkisinin kim tarafından verileceği de maddenin ikinci
fıkrasında tanımlanmıştır. Bu fıkrada da görüleceği üzere araştırma izni verme
yetkisi Bakanlıkta, sondaj ve kazı yapma yetkisi de doğrudan Cumhurbaşkanına
Cumhurbaşkanı kararı ile verilmiştir.
İptali talep edilen düzenleme ise yukarıda belirttiğimiz 2863
sayılı Kanunun 10. ve 35. maddelerinde düzenlenmiş bir konu olan arkeolojik
kazı ve yapma hususunda kanunla verilmiş yetkilerin haricinde Kanuna aykırı
olarak düzenleme yapmakta ve Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı uhdesindeki
kültür ve tabiat varlıkları bünyesinde kendi bünyesinde oluşturulan bir Kurulun
belirleyeceği alanlarda arkeolojik kazı yapma yetkisini Başkanlığa vermektedir.
Söz konusu düzenleme, Kanunla verilen yetkilerle çelişmekte ve kanunla
düzenlenmiş bir alanda düzenleme yapmaktadır. Üstelik söz konusu maddelere de
aykırı olan CBK düzenlemesi, kanun ile düzenlenmiş konularda düzenleme yapması
nedeniyle konu bakımından yetkisizlikle malul bir kuraldır. İhtilaflı
düzenleme, bu cihetle, Anayasanın 104. maddesine aykırılık taşımaktadır, bu
nedenle iptali gerekir.
b) Anayasa’nın 7. maddesinde Belirlenen Yasama Yetkisinin
Devredilemezliği İlkesine Aykırılık
Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar
dışında kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden kural koyamaz ya da
bir kanuna aykırı olarak bir kural koyamaz.
113 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1. maddesi ile
değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 4. maddesine eklenen (4) numaralı fıkra ile
Milli Saraylar İdaresi Başkanlığına Milli Saraylar Bilim ve Değerlendirme
Kurulunun uygun göreceği alanlarda arkeolojik kazı yapabilme veya yaptırabilme
yetkisi verilmektedir.
Söz konusu düzenleme ile kanunla düzenlenmiş bir konuda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleme yapılarak Anayasa’ya aykırı bir
yetki devri yapılmaktadır. Bu şekilde; yürütme, fonksiyon gaspı yapmak
suretiyle, Anayasa tarafından kanun koyucunun konu bakımından yetki alanına
inhisar ettirilen bir alanda düzenleme yapmıştır. Yürütme organı (ya da idare),
Anayasada öngörülmüş durumlar dışında kanunların düzenlemediği bir alanda
kendiliğinden kural koyamaz.
Dolayısıyla kanunla düzenlenmiş konularda CBK ile düzenleme
yapılamayacağına ilişkin Anayasa kuralına aykırı bir düzenleme yapılması ve
yürütmeye Anayasa’ya aykırı bir yetki tanımlanması, yasama yetkisinin devrine
ilişkin sınırın aşıldığını ve yürütmenin yasamanın yetki alanına müdahale
ettiğini göstermektedir. Konu bakımından yetkisizlikle malul her CBK
düzenlemesi, aynı zamanda yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesini de ihlal
eder. Bu nedenle, söz konusu madde, Anayasa’nın 7. maddesinde belirlenen yasama
yetkisini devretme yasağına aykırıdır, iptali gerekir.
c) Anayasa’nın 8. maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 8. maddesine göre; “Yürütme yetkisi ve görevi,
Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve
yerine getirilir”. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, yürütme yetkisi olarak,
Anayasa ve kanunlar çerçevesinde kullanılmalıdır. Oysa, 113 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1. maddesi ile değiştirilen 12 sayılı CBK’nın
4. maddesine eklenen (4) numaralı fıkra ile Milli Saraylar İdaresi Başkanlığına
Milli Saraylar Bilim ve Değerlendirme Kurulunun uygun göreceği alanlarda
arkeolojik kazı yapabilme veya yaptırabilme yetkisi verilmektedir. Yukarıda
belirtildiği üzere bir CBK ile kanunla bir konuda düzenleme yapılması suretiyle
kanun koyucunun alanına müdahale edilmesi, anayasal çerçeve dışında yetki
kullanımını ortaya koymaktadır. Bu itibarla 113 sayılı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 1. maddesi ile değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 4. maddesine
eklenen (4) numaralı fıkra, Anayasa’nın 8. maddesine de aykırıdır, iptali
gerekir.
d) Anayasa’nın 2. maddesine ve Başlangıç İlkelerine Aykırılık
Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik
ve sosyal bir hukuk Devleti” olan Cumhuriyet, erkler ayrılığı ilkesinde
somutlaşır: “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması
anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret
ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak
Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;” (Başlangıç, prg.4). Bu çerçevede; Anayasa’nın
7., 8. ve 9. maddeleri de yasama, yürütme ve yargı yetkilerini ayrı ayrı
düzenler.
113 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1. maddesi ile
değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 4. maddesine eklenen (4) numaralı fıkra,
yukarıda açıklanan nedenlerle, “Anayasa ve kanunların üstünlüğü” ilkesini ihlal
ettiğinden, Anayasa’nın 2. maddesine ve Başlangıç prg. 4’e de aykırılık
oluşturmaktadır.
Bu aykırılık durumu, “kaynağını Anayasa’dan almayan Devlet
yetkisi kullanma yasağı” (md.6) karşısında ve Anayasanın bağlayıcılığı ve
üstünlüğü ilkesi (md.11) ile daha belirgin hale gelmektedir. Başta yasama,
yürütme ve yargı organlarının saygı göstermesi gelmek üzere, “Anayasanın üstünlüğü
ve bağlayıcılığı” hükmünün etkililiği, Anayasa Mahkemesi’nin bu kuralın biricik
bekçiliğini yapması ölçüsünde mümkündür. Her vesile ile bu hükmü anlamlandırmak
ve güncellemek, hukuk devleti (md.2) açısından yaşamsaldır. Bu bakımdan,
yürütme tekeline sahip olan makamın, yasama yetkisinin devredilmezliği kuralına
saygı göstermesi, “Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı” hükmünün sürekli
gözetilmesi ölçüsünde mümkündür.
Dahası, Cumhurbaşkanı’nın, “Anayasanın uygulanmasını, Devlet
organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin” etme yükümlülüğü (md.104/2),
aykırılık durumunu, aşikâr olmanın ötesinde tehlikeli hale getirmektedir. Bu
nedenle, söz konusu düzenleme, Anayasa’ya aykırı olarak bir yetki kullanımını
düzenlediğinden ve yukarıda belirtilen nedenlerle Anayasa’nın 6., 11. ve 104/2.
maddelerine de aykırılık teşkil etmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle 113 sayılı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 1. maddesi ile değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 4. maddesine
eklenen (4) numaralı fıkranın Anayasanın Başlangıç ilkelerine, 2., 6., 7., 8.,
11., 104/2. ve 104/17. maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali talep
edilmektedir.
3. 113 sayılı Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin 3. maddesi ile değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 8. maddesinin
birinci fıkrasına eklenen (ç) bendinin Anayasaya Aykırılığı
113 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. maddesi ile
değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 8. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (ç)
bendi ile Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı Restorasyon Dairesi Başkanlığına
Milli Saraylar Bilim ve Değerlendirme Kurulunun uygun göreceği alanlarda
taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını meydana çıkarmak üzere
araştırma, sondaj ve kazı yapabilme veya yaptırabilme yetkisi verilmektedir.
Söz konusu düzenleme, Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrası
kapsamında CBK’lerle düzenlenebilecek alanın çerçevesi dışındadır ve aşağıda
gösterildiği üzere, Anayasanın birçok maddesine aykırılık taşımaktadır.
a- Anayasa’nın 104. maddesine konu bakımından yetki yönünden
Aykırılık
Anayasanın 104/17. maddesi, “Kanunda açıkça düzenlenen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralını öngörmektedir. Bir konu yasa
ile açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkartılamaz.
113 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. maddesi ile
değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 8. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (ç)
bendi ile Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı Restorasyon Dairesi Başkanlığına
Milli Saraylar Bilim ve Değerlendirme Kurulunun uygun göreceği alanlarda
taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını meydana çıkarmak üzere
araştırma, sondaj ve kazı yapabilme veya yaptırabilme yetkisi verilmektedir.
Yürürlükte olan mevzuatımızda taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarını meydana
çıkarmak için araştırma, kazı, sondaj yapmak veya yapılmasına ilişkin usul ve
esaslar özel bir kanun ile düzenlenmiştir.
Bu konularda düzenleme yapılan esas kanun, 21/7/1983 tarih ve
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’dur. Kanun’un amaç
başlıklı 1. maddesinde “Bu Kanunun amacı; korunması gerekli taşınır ve taşınmaz
kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili tanımları belirlemek, yapılacak işlem ve
faaliyetleri düzenlemek, bu konuda gerekli ilke ve uygulama kararlarını alacak
teşkilatın kuruluş ve görevlerini tespit etmektir.” şeklindeki norm; Türkiye’deki
korunması gereken taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına ilişkin
yapılacak işlem ve faaliyetleri düzenlemek ve bu konuda gerekli ilke ve
uygulama kararlarını alacak teşkilatın kuruluş ve görevlerini tespit etmek
şeklindeki ifadesiyle, bir kazı araştırması, kazı veya sondaj faaliyetinin
nasıl yapılacağı ve buna kimin karar vereceğinin de bu kanun kapsamında
düzenlenen bir konu olduğunu belirtmektedir.
Kanun, kültür ve tabiat varlıklarına ilişkin karar alma ve işlem
yapma yetkisini de özel bir maddesinde düzenlemiştir. Kanunun “Yetki ve Yöntem”
başlıklı 10. maddesinde taşınmaz kültür varlıklarının korunması ve bu amaçla
gerekli tedbirlerin alınmasına ilişkin yetki Kültür ve Turizm Bakanlığına
verilmiştir. Ancak, Maddenin ikinci fıkrası ile Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye
Büyük Millet Meclisinin idare ve kontrolünde bulunan kültür ve tabiat
varlıklarının korunması için özel bir istisnai düzenleme yapılmış ve bu
kurumların uhdesindeki kültür ve tabiat varlıklarının kendileri tarafından
yerine getirileceği belirlenmiştir.
Ancak, iptale konu olan düzenleme, Cumhurbaşkanlığı uhdesindeki
kültür ve tabiat varlığı olarak tescil edilmiş olan taşınmazların korunmasına
ilişkin bir düzenleme değildir. Söz konusu olan, bu kurumlar uhdesinde olan ve
devlet malı niteliğinde olan alanlar içerisindeki taşınır ve taşınmaz kültür ve
tabiat varlıkların içerisinde araştırma, arkeolojik kazı ve sondaj yapma
yetkisidir. Bu husus ise 2863 sayılı Kanunun 10. maddesinin 9. fıkrasında
tanımlanmış ve ikinci fıkra kapsamındaki istisnai yetki kapsamı dışında
bırakılmıştır. Dolayısıyla, Kanunda iptale konu olan düzenlemede Milli Saraylar
Bilim ve Değerlendirme Kurulunun onayı ile Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı
Restorasyon Dairesi Başkanlığınca taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat
varlıkların içerisinde araştırma, arkeolojik kazı ve sondaj yapılabilmesine
yönelik bir istisnai düzenleme veya yetki verilmemiştir. Bu yetki Kanuna göre
Turizm ve Kültür Bakanlığı’na aittir ve bu alanlarda arkeolojik kazı ve sondaj
yapılmasına izin verecek ve karar alacak yetkili birim Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kuruludur. Söz konusu Kanunun ilgili 10. maddesi şöyledir:
“Yetki ve yöntem:
Madde 10 – Her kimin mülkiyetinde veya idaresinde
olursa olsun, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlamak için
gerekli tedbirleri almak, aldırmak ve bunların her türlü denetimini yapmak veya
kamu kurum ve kuruluşları ile belediyeler ve valiliklere yaptırmak, Kültür ve
Turizm Bakanlığına aittir. (1)
(Değişik birinci cümle: 2/7/2018 – KHK-703/51 md.) Cumhurbaşkanlığı
ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin idare ve kontrolünde bulunan kültür ve
tabiat varlıklarının korunması, kendileri tarafından yerine getirilir. Bu
korunmanın sağlanmasında, gerektiğinde, Kültür ve Turizm Bakanlığının teknik
yardımı ve işbirliği sağlanır.
Milli Savunma Bakanlığının idare ve denetiminde veya sınır boyu
ve yasak bölgede bulunan kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve
değerlendirilmesi, Milli Savunma Bakanlığınca yerine getirilir. Bu korunmanın
sağlanması, Milli Savunma Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında
düzenlenecek protokol esaslarına göre yürütülür.
(Değişik dördüncü fıkra: 28/11/2017-7061/38 md.) Vakıflar Genel
Müdürlüğünün idaresinde ve denetiminde bulunan mazbut vakıflar ile temsilen
yönetilen mülhak vakıflara ait kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve
değerlendirilmesi, Koruma Kurulları kararı alındıktan sonra, Vakıflar Genel
Müdürlüğünce yürütülür. Vakıflar Genel Müdürlüğünün denetiminde bulunan mülhak
vakıflara ait taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve
değerlendirilmesi, Koruma Kurulları kararı alındıktan sonra, yöneticileri
tarafından yürütülür.
(Değişik beşinci fıkra: 28/11/2017-7061/38 md.) Diğer kamu kurum
ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmaz
kültür ve tabiat varlıklarının korunma ve değerlendirilmesi bu Kanun
hükümlerine uygun olarak kendileri tarafından sağlanır.
Kamu kurum ve kuruluşlarının mülkiyetinde bulunan taşınmaz
kültür ve tabiat varlıklarının korunması, bu kuruluşların bütçelerine her yıl
bu maksatla konacak ödeneklerle yapılır.
Bu hizmetlerin yerine getirilebilmesi için, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Bütçesine her yıl yeteri kadar ödenek konur.
(Mülga sekizinci fıkra:14/7/2004 – 5226/4 md.)
(Ek: 17/6/1987 - 3386/4 md.) Araştırma,
kazı ve sondaj yapılan alanların korunması ve değerlendirilmesi Bakanlığa
aittir.
(Ek fıkra:14/7/2004 – 5226/4 md.)Büyükşehir belediyeleri,
valilikler, Bakanlıkça izin verilen belediyeler bünyesinde kültür varlıkları
ile ilgili işlemleri ve uygulamaları yürütmek üzere sanat tarihi, mimarlık,
şehir plânlama, mühendislik, arkeoloji gibi meslek alanlarından uzmanların
görev alacağı koruma, uygulama ve denetim büroları kurulur. Ayrıca, il özel
idareleri bünyesinde, kültür varlıklarının korunmasına yönelik rölöve,
restitüsyon, restorasyon projelerini hazırlayacak ve uygulayacak proje büroları
ve sertifikalı yapı ustalarını yetiştirecek eğitim birimleri kurulur.
(Ek fıkra:14/7/2004 – 5226/4 md.) Belediyeler belediye sınırları
ve mücavir alanları içerisinde, valilikler ise bu sınırlar dışında yetkilidir.
(Ek fıkra:14/7/2004 – 5226/4 md.)Bu bürolar koruma bölge
kurulları tarafından uygun görülen koruma amaçlı imar plânı, proje ve malzeme
değişiklikleri ile inşaat denetimi de dahil olmak üzere uygulamayı denetlemekle
yükümlüdürler.
(Ek fıkra:14/7/2004 – 5226/4 md.)Alanın özelliği göz önüne
alınarak, bu büroların hangi uzmanlık dallarından teşekkül edeceği, çalışma,
izin usul ve esasları; İçişleri Bakanlığının görüşü alınarak Bakanlık ve Çevre
ve Şehircilik Bakanlığınca hazırlanacak bir yönetmelikle belirlenir.”
Görüldüğü üzere 2863 sayılı Kanunun 10. maddesinin 9. fıkrası
ile taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları özelinde araştırma, kazı ve sondaj
yapılan alanların korunması ve değerlendirilmesine ilişkin Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na verilen yetki, Cumhurbaşkanlığı uhdesindeki milli saraylar
açısından da geçerli bir yetki olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca, Kanun söz
konusu alanların korunması haricinde araştırma, kazı ve sondaj yapılmasına
ilişkin de özel bir düzenleme yapmıştır. Kanun koyucu, 2863 sayılı Kanunun 35. maddesinde
açık olarak araştırma, sondaj ve kazı iznini düzenlemiştir. Söz konusu madde şu
şekildedir:
“Araştırma, sondaj ve kazı izni:
Madde 35 – Bu kanun hükümlerine tabi, taşınır ve taşınmaz
kültür ve tabiat varlıklarını meydana çıkarmak üzere, araştırma, sondaj ve kazı
yapma hakkı, sadece Kültür ve Turizm Bakanlığına aittir.
Bilimsel ve mali yeterliği Kültür ve
Turizm Bakanlığınca takdir ve kabul olunan Türk ve yabancı heyet ve kurumlara
araştırma izni, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından; sondaj ve kazı yapma
izni Cumhurbaşkanı kararı ile verilir, Kültür ve Turizm Bakanlığı elemanları
veya bu Bakanlıkça görevlendirilecek Türk bilim adamları tarafından yapılacak
araştırma, sondaj ve kazılar, Kültür ve Turizm Bakanlığının iznine bağlıdır.
Askeri yasak bölgelerde yapılacak araştırma, sondaj ve kazı için gerekli
ruhsatname, Genelkurmay Başkanlığının iznini müteakip, sözü geçen heyet ve
kurumların göstereceği uzmanlar adına düzenlenir. Kültür ve Turizm Bakanlığınca
haklı görülebilecek sebep olmadıkça heyet ve kurumlar ruhsatnamedeki üyelerini
değiştiremezler.
Su altında korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının
bulunduğu bölgeler, Cumhurbaşkanı kararı ile tespit edilir ve yayımlanır. Bu
bölgelerde, sportif amaçlı dalış yapmak yasaktır, ikinci fıkra hükümlerine göre
izin almak şartıyla araştırma ve kazı yapılabilir.”
Buna göre; kültür ve tabiat varlıklarını meydana çıkarmaya
yönelik yapılacak araştırma, kazı ve sondajlara ilişkin kazı izni ve kazı yapma
hakkı açık bir şekilde Kültür ve Turizm Bakanlığına verilmiştir. Kanun koyucu
tarafından kazı yapma yetkisinin kim tarafından verileceği de maddenin ikinci
fıkrasında tanımlanmıştır. Bu fıkrada da görüleceği üzere araştırma izni verme
yetkisi Bakanlıkta, sondaj ve kazı yapma yetkisi de doğrudan Cumhurbaşkanına
Cumhurbaşkanı kararı ile verilmiştir.
İptali talep edilen düzenleme ise yukarıda belirttiğimiz 2863
sayılı Kanunun 10. ve 35. maddelerinde düzenlenmiş bir konu olan arkeolojik
araştırma, kazı ve sondaj yapma hususunda kanunla verilmiş yetkilerin haricinde
Kanuna aykırı olarak düzenleme yapmakta ve Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı
uhdesindeki kültür ve tabiat varlıklarına ilişkin olarak kendi bünyesinde
oluşturulan bir Kurulun belirleyeceği alanlarda araştırma, kazı ve sondaj yapma
yetkisini Restorasyon Dairesi Başkanlığa vermektedir. Söz konusu düzenleme,
Kanunla verilen yetkilerle çelişmekte ve kanunla düzenlenmiş bir alanda
düzenleme yapmaktadır. Üstelik söz konusu maddelere de aykırı olan CBK
düzenlemesi, kanun ile düzenlenmiş konularda düzenleme yapması nedeniyle, konu
bakımından yetkisizlikle malul bir kuraldır. İhtilaflı düzenleme, bu sebeple
Anayasanın 104. maddesine aykırılık taşımaktadır, bu nedenle iptali gerekir.
b) Anayasa’nın 7. maddesinde Belirlenen Yasama Yetkisinin
Devredilemezliği İlkesine Aykırılık
Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar
dışında kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden kural koyamaz ya da
bir kanuna aykırı olarak bir kural koyamaz.
113 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. maddesi ile
değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 8. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (ç)
bendi ile Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı Restorasyon Dairesi Başkanlığına
Milli Saraylar Bilim ve Değerlendirme Kurulunun uygun göreceği alanlarda
araştırma, kazı ve sondaj yapabilme veya yaptırabilme yetkisi verilmektedir.
Söz konusu düzenleme ile kanunla düzenlenmiş bir konuda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleme yapılarak yetki devri yapılmaktadır.
Bu şekilde; yürütme, fonksiyon gaspı yapmak suretiyle, Anayasa tarafından kanun
koyucunun konu bakımından yetki alanına inhisar ettirilen bir alanda düzenleme
yapmıştır. Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar dışında
kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden kural koyamaz.
Dolayısıyla kanunla düzenlenmiş konularda CBK ile düzenleme
yapılamayacağına ilişkin Anayasa kuralına aykırı bir düzenleme yapılması ve
yürütmeye Anayasa’ya aykırı bir yetki tanımlanması, yasama yetkisinin devrine
ilişkin sınırın aşıldığını ve yürütmenin yasamanın yetki alanına müdahale ettiğini
göstermektedir. Konu bakımından yetkisizlikle malul her CBK düzenlemesi, aynı
zamanda yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesini de ihlal eder. Bu nedenle,
söz konusu madde, Anayasa’nın 7. maddesinde belirlenen yasama yetkisini
devretme yasağına aykırıdır, iptali gerekir.
c) Anayasa’nın 8. maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 8. maddesine göre; “Yürütme yetkisi ve görevi,
Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve
yerine getirilir”. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, yürütme yetkisi olarak,
Anayasa ve kanunlar çerçevesinde kullanılmalıdır. Oysa, 113 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. maddesi ile değiştirilen 12 sayılı CBK’nın
8. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (ç) bendi ile Milli Saraylar İdaresi
Başkanlığı Restorasyon Dairesi Başkanlığı’na Milli Saraylar Bilim ve
Değerlendirme Kurulunun uygun göreceği alanlarda taşınır ve taşınmaz kültür ve
tabiat varlıklarını meydana çıkarmak için araştırma, sondaj ve kazı yapabilme
veya yaptırabilme yetkisi verilmektedir. Yukarıda belirtildiği üzere bir CBK
ile kanunla bir konuda düzenleme yapılması suretiyle kanun koyucunun alanına
müdahale edilmesi, anayasal çerçeve dışında yetki kullanımını ortaya
koymaktadır. Bu itibarla 113 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. maddesi
ile değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 8. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (ç)
bendi, Anayasa’nın 8. maddesine de aykırıdır, iptali gerekir.
d) Anayasa’nın 2. maddesine ve Başlangıç İlkelerine Aykırılık
Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik
ve sosyal bir hukuk Devleti” olan Cumhuriyet, erkler ayrılığı ilkesinde
somutlaşır: “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması
anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret
ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak
Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;” (Başlangıç, prg.4). Bu çerçevede; Anayasa’nın
7., 8. ve 9. maddeleri de yasama, yürütme ve yargı yetkilerini ayrı ayrı
düzenler.
113 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. maddesi ile
değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 8. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (ç)
bendi, yukarıda açıklanan nedenlerle, “Anayasa ve kanunların üstünlüğü”
ilkesini ihlal ettiğinden, Anayasa’nın 2. maddesine ve Başlangıç prg. 4’e de
aykırılık oluşturmaktadır.
Bu aykırılık durumu, “kaynağını Anayasa’dan almayan Devlet
yetkisi kullanma yasağı” (md.6) karşısında ve Anayasanın bağlayıcılığı ve
üstünlüğü ilkesi (md.11) ile daha belirgin hale gelmektedir. Başta yasama,
yürütme ve yargı organlarının saygı göstermesi gelmek üzere, “Anayasanın
üstünlüğü ve bağlayıcılığı” hükmünün etkililiği, Anayasa Mahkemesi’nin bu
kuralın biricik bekçiliğini yapması ölçüsünde mümkündür. Her vesile ile bu hükmü
anlamlandırmak ve güncellemek, hukuk devleti (md.2) açısından yaşamsaldır. Bu
bakımdan, yürütme tekeline sahip olan makamın, yasama yetkisinin
devredilmezliği kuralına saygı göstermesi, “Anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı” hükmünün sürekli gözetilmesi ölçüsünde mümkündür.
Dahası, Cumhurbaşkanı’nın, “Anayasanın uygulanmasını, Devlet
organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin” etme yükümlülüğü (md.104/2),
aykırılık durumunu, aşikâr olmanın ötesinde tehlikeli hale getirmektedir. Bu
nedenle, söz konusu düzenleme, Anayasa’ya aykırı olarak bir yetki kullanımını
düzenlediğinden ve yukarıda belirtilen nedenlerle Anayasa’nın 6., 11. ve 104/2.
maddelerine de aykırılık teşkil etmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle 113 sayılı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 3. maddesi ile değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 8. maddesinin
birinci fıkrasına eklenen (ç) bendinin Anayasanın Başlangıç ilkelerine, 2., 6.,
7., 8., 11., 104/2. ve 104/17. maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali talep
edilmektedir.
4. 113 sayılı Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin 4. maddesi ile değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 18. maddesine
eklenen (3) ve (4) numaralı fıkralarının Anayasaya Aykırılığı
113 sayılı CBK’nın 4. maddesi ile 12 sayılı CBK’nın 18. maddesine
eklenen (3) ve (4) numaralı fıkralar ile Milli Saraylar İdaresi Başkanlığındaki
Milli Saraylar Müşaviri ile Köşk ve Kasır Amiri kadrolarının mali ve sosyal hak
ve yardımlar ile diğer özlük hakları açısından Türkiye İstatistik Kurumu
Başkanlığı İstatistik Müşavirine ve Müdür Yardımcısına denkliği
düzenlenmektedir. Söz konusu düzenlemeler, Anayasa’ya aykırılıklar
taşımaktadır. Aşağıda bunlar sırasıyla ele alınmıştır.
a) 703 sayılı KHK’ye bağlı iptal istemi
113 sayılı CBK’nın 4. maddesi ile 12 sayılı CBK’nın 18. maddesine
eklenen (3) ve (4) numaralı fıkralar, Anayasa’nın 104/17. ve 128. maddelerine
aykırıdır. Söz konusu düzenlemelerin dayanağı olarak 375 sayılı KHK’nin 30. maddesi
gösterilmektedir. Belirtilen dayanak maddesi olan ek 30. madde 375 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye 703 sayılı KHK’nın 178. maddesi ile eklenmiştir.
703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması
Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükümlerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname’nin iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi
talebini içeren 6/9/2018 tarihli ve Mahkemenizin 8965 sırasına kaydedilen
dilekçemiz ile söz konusu KHK’nın 178. maddesinin iptali talep edilmiştir.
Dilekçede, söz konusu maddenin Yetki Kanunu’nun amaç ve kapsamı
içinde olmadığı gibi Anayasanın 128. maddesine göre kanunla düzenlenmesi
gereken hususlarda düzenleme öngördüğünden 128. maddesine ve aynı şekilde
kanunla düzenlenmesi gereken hususlarda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
düzenleme yapılmasını öngörmesi dolayısıyla Anayasanın 104. maddesine
aykırılığı öne sürülerek iptali talep edilmiştir.
Bu çerçevede Mahkemeniz tarafından 703 sayılı KHK’nin 178. maddesinin
iptali halinde bu madde ile 375 sayılı KHK’ye eklenen ek madde 30’un iptaline
rağmen 113 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 4. maddesiyle değiştirilen 12
sayılı CBK’nin 18. maddesine eklenen (3) ve (4) numaralı fıkraların hükümleri
hukuki olarak yasal dayanaktan yoksun olmasına rağmen yürürlükte olacaktır.
Bu nedenle, 703 sayılı KHK’nin 178. maddesi ile 375 sayılı
KHK’ye eklenen ek madde 30’a ilişkin iptal taleplerimizle bağlı olarak, 113
sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 4. maddesiyle değiştirilen 12 sayılı
CBK’nin 18. maddesine eklenen (3) ve (4) numaralı fıkralar, Anayasa’nın 104/17.
ve 128. maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali talep edilmektedir.
b) İhtilaflı kural, Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk
devleti ilkesine aykırıdır.
375 sayılı kanun hükmünde kararnamenin; “Unvan itibarıyla ilk
kez ihdas edilen kadro ve pozisyonlara karşılık belirlenmesi” başlıklı ek 30. maddesinde
“Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle unvan itibarıyla ilk kez ihdas edilen
kadro veya pozisyonların, mevzuatta yer alan kadro veya pozisyonlardan
hangisine mali ve sosyal hak ve yardımlar ile diğer özlük hakları bakımından
karşılık geldiği Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde gösterilir. İhdas edilen
kadro veya pozisyonlarda bulunanlara, karşılık gösterilen kadro veya pozisyonda
bulunan emsali personele mali ve sosyal hak ve yardımlar ile diğer özlük
hakları kapsamında yapılan ödemeler aynı usul ve esaslar çerçevesinde ödenir”
denilmiştir.
375 sayılı KHK’nin ek 30. maddesinde açıkça Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi ile ilk defa ihdas edilen kadroların denkliğinden bahsedilmiş
olmasına rağmen “Müşavir” ve “Amir”, yeni bir kadro ve unvan değildir.
Cumhurbaşkanlığı ve bakanlıklarda müşavir ve amir kadro ve unvanları
düzenlenmiştir.
Dolayısıyla yukarıda da belirtildiği üzere müşavir ve amir
kadroları maddi açıdan yeni bir unvan değildir, görev ve yetkileri halen görev
yapmakta olan müşavirler ile amirlerle aynıdır ve haliyle bu düzenlemenin 375
sayılı KHK’nın ek 30’uncu maddesi kapsamında ele alınması mümkün değildir.
Her halükarda bir CBK ile ihdas edilmiş bir kadrodan
bahsedilmesi mümkün değilken ve daha önce çeşitli vesilelerle kanunlarla
düzenlenmiş bir konu söz konusuyken; ihtilaflı kuralın 375 sayılı Kanunun ek
30. maddesine uyarlığından bahsetmek mümkün değildir. Anılan uyumsuzluk,
Anayasa’nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Zira; hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk
kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet
organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan
haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya
ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan,
yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri
ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009
tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Aynı yönde; “Yasa koyucuya
verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya
engelleyecek... biçimde kullanılamaz …” (AYM, E.S.:2007/76, K.S.:2008/46, K.G.:
24.1.2008).
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin temel
unsurlarından biri belirliliktir. Bir hukuk devletinde yasaların belirli,
erişilebilir ve öngörülebilir olması zorunludur. Öngörülebilirlik aynı zamanda
keyfi uygulamalara ve müdahalelere karşı yasanın yeterli güvenceler içermesini
de gerektirir. Öngörülebilirlik aynı zamanda hukuk kurallarının birbiriyle
çelişmemesini de gerektirir.
Belirlilik ilkesi uyarınca yasal düzenlemelerin hem kişiler hem
de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde
açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu
otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir.
Sadece yasal belirliliği değil daha geniş bir anlamda hukuki belirliliği de
ifade eden bu ilke bu anlamıyla esasen bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya
çıkacak sonuçların o hukuk düzeninde öngörülebilir olmasını ortaya koymaktadır
(AYM, E.2019/89, K.2021/10, 04/02/2021, § 41).
Yukarıda da belirtildiği üzere, müşavir ve amir kadroları yeni
bir unvana tekabül etmemektedir; bu kamu görevlilerinin görev ve yetkileri, Cumhurbaşkanlığında
ve diğer bakanlıklarda halen görev yapmakta olan diğer müşavirlerle ve
amirlerle aynıdır. Bu itibarla, ihtilaflı düzenleme, 375 sayılı KHK’nın “Unvan
itibarıyla ilk kez ihdas edilen kadro ve pozisyonlara karşılık belirlenmesi”
başlıklı ek 30. maddesi kapsamında ele alınması mümkün olmayan bir kadroyu o
kapsamda telakki etmektedir. Bu açıdan, iptali istenen kural, “unvan itibarıyla
ilk kez ihdas edilen kadro ve pozisyonlar” kavramına ilişkin olarak yanlış bir
hukuki nitelemeden yola çıkmakta ve konu bakımından uygulama alanına dahil
olmadığı 375 sayılı KHK’nın ek 30. maddesine hatalı şekilde dayanmaktadır.
Bunun sonucunda, ihtilaflı kural, 375 sayılı KHK’nın ek 30. maddesiyle
çelişmekte ve bu çelişki sebebiyle de; söz konusu müşavir ve amir istihdamı,
bunların görev ve yetkileri ve bu görevlilerin özlük hakları bakımından
belirgin bir hukuki belirsizlik ve ilgililer ve idare açısından da, konuya
ilişkin olarak genel bir öngörülemezlik ortaya çıkmaktadır. İhtilaflı kural, bu
sebeple, Anayasa’nın hukuk devleti ilkesini öngören 2. maddesine aykırıdır.
c) Anayasa’nın 104/17. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 104/17. Maddesi, “Anayasada münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.”
hükmünü öngörmektedir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da salt bir kanunla düzenleme
kaydının bulunmasının, ilgili konuyu cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konu
bakımından yetki alanından çıkarmak açısından yeterli olduğunu ifade etmiştir:
“... Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda CBK çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak Anayasa’da hangi
konuların münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin özel bir hüküm
bulunmamaktadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadında
anayasa koyucunun kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu kapsamda
görülmesi gerektiği kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179, 28/12/2017,
§ 57; E.2016/180, K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163, 29/11/2017,
§ 13; E.2016/139, K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47, K.2013/72, 6/6/2013).
Buna göre Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen alanlarda
Cumhurbaşkanı’nın CBK çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.S. :2018/125,
K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §11).
Anayasa’nın 128. maddesinde, “Memurların ve diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.
Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır”
hükmü yer almaktadır.
Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen bu hüküm açıkça kamuda
çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerinin, nitelikleri, atanma,
görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve diğer özlük işleri ile
görevlerinin sona erme işlemlerinin kanun ile düzenlenmesi şartını
getirmektedir. Dolayısıyla, bu madde kapsamında yer alan personelin istihdamı,
nitelikleri, iş akitlerinin sona ermesi veya bunların tayin, nakil gibi özlük
haklarını doğrudan etkileyen bir düzenlemenin de kanunla yapılmasının gerektiği
aşikardır.
Anayasa Mahkemesi, son olarak 43 sayılı CBK’ye ilişkin olarak bu
bağlamda verdiği ihlal kararında şu tespiti yapmıştır: “Anayasa’nın 128. maddesine
göre memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekmekte olup kuralla hazine ve maliye
başmüfettişleri, müfettişler ve müfettiş yardımcılarının görev, yetki ve
sorumluluklarına yönelik bir düzenleme öngörülmektedir … Bu itibarla
Anayasa’nın 128. maddesi uyarınca münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken bir
konuda düzenleme yapan kuralın Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci
fıkrasının üçüncü cümlesine aykırı olduğu anlaşılmaktadır” (AYM, E.2019/96,
K.2022/17, 24/02/2022, §60-61).
İptali talep edilen Cumhurbaşkanlığına bağlı Milli Saraylar
İdaresi Başkanlığında istihdam edilen müşavir ve köşk ve kasır amiri unvanlı
kadroların mali ve sosyal hakları ve bu görevlilerin özlük haklarına ilişkin
düzenleme de, bu kapsamda yer alan bir düzenleme türüdür.
Nitekim, Anayasa Mahkemesi, 10.9.2015 tarih, E.2015/5, K.2015/82
sayılı kararıyla, bu konuların kanunla düzenlenmesi gereken konular arasında
olduğunu belirtmiştir. Belirtilen bu nedenle söz konusu düzenleme, Anayasa’nın
128. maddesinde belirtilen kanunilik ilkesini zedelediğinden Anayasa’nın 128. maddesine
aykırıdır, iptali gerekir.
Bu nedenle Cumhurbaşkanlığına bağlı Milli Saraylar İdaresi
Başkanlığında istihdam edilen müşavir ve köşk ve kasır amiri unvanlı
kadrolarının mali ve sosyal hakları ve bu görevlilerin özlük hakları konusunun
kanunla düzenlenmesi gerekmekte olup, bunun dışında Cumhurbaşkanlığı kararnameleri
ile bu konularda belirleme yapılması mümkün değildir. Bu itibarla; Anayasa’nın
128. maddesi uyarınca kanunla düzenlenmesi gereken bir konuyu düzenleyen
ihtilaflı CBK düzenlemesi, konu bakımından yetkisizlikle maluldür ve
Anayasa’nın 104/17. maddesine aykırıdır.
d) Anayasa’nın 128. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 128. maddesinde, “Memurların ve diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir. Ancak,
malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır” hükmü yer
almaktadır.
Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen bu hüküm açıkça kamuda
çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerinin, nitelikleri, atanma,
görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve diğer özlük işleri ile
görevlerinin sona erme işlemlerinin kanun ile düzenlenmesi şartını
getirmektedir. Dolayısıyla, bu madde kapsamında yer alan personelin istihdamı,
nitelikleri, iş akitlerinin sona ermesi veya bunların tayin, nakil gibi özlük
haklarını doğrudan etkileyen bir düzenlemenin de kanunla yapılmasının gerektiği
aşikardır.
Anayasa Mahkemesi, son olarak 43 sayılı CBK’ye ilişkin olarak bu
bağlamda verdiği ihlal kararında şu tespiti yapmıştır: “Anayasa’nın 128. maddesine
göre memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekmekte olup kuralla hazine ve maliye
başmüfettişleri, müfettişler ve müfettiş yardımcılarının görev, yetki ve
sorumluluklarına yönelik bir düzenleme öngörülmektedir … Bu itibarla
Anayasa’nın 128. maddesi uyarınca münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken bir
konuda düzenleme yapan kuralın Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci
fıkrasının üçüncü cümlesine aykırı olduğu anlaşılmaktadır” (AYM, E.2019/96,
K.2022/17, 24/02/2022, §60-61).
İptali talep edilen Cumhurbaşkanlığına bağlı Milli Saraylar
İdaresi Başkanlığında istihdam edilen müşavir ve köşk ve kasır amiri unvanlı
kadrolardaki kamu görevlilerinin mali ve sosyal hakları ve bu görevlilerin
özlük haklarına ilişkin düzenleme de, bu kapsamda yer alan bir düzenleme
türüdür.
Nitekim, Anayasa Mahkemesi, 10.9.2015 tarih, E.2015/5, K.2015/82
sayılı kararıyla, bu konuların kanunla düzenlenmesi gereken konular arasında
olduğunu belirtmiştir. Belirtilen bu nedenle söz konusu düzenleme, Anayasa’nın
128. maddesinde belirtilen kanunilik ilkesini zedelediğinden Anayasa’nın 128. maddesine
aykırıdır, iptali gerekir.
e) İptali istenilen kural, Anayasa madde 7’ye aykırıdır:
Anayasa m.128, m. 130 ve m.104/17 uyarınca kanunla düzenleme
yapılması öngörülen bir alanda ihdas edilen ihtilaflı Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi kuralı, yasama yetkisinin devrine ilişkin sınırın aşıldığı ve
yürütmenin yasamanın yetki alanına müdahale ettiği anlamına gelmektedir. Konu bakımından
yetkisizlikle malul her CBK düzenlemesi, aynı zamanda yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesini de ihlal eder. Bu nedenle, ağır bir fonksiyon gaspı
oluşturan söz konusu madde, Anayasa’nın 7. maddesinde belirlenen yasama
yetkisini devir yasağına aykırıdır ve iptal edilmek gerekir. Anayasa
Mahkemesi’nin ilgili CBK iptal kararında açıkça belirttiği üzere, yasamanın
yetki alanına giren bir konuda yürütme düzenleme yapamaz (AYM, E.S.: 2018/55;
K.S.: 2020/27; K. T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
f) İptali istenilen kural, Anayasa madde 8’e aykırıdır:
Anayasa’nın 8 inci maddesinde “Yürütme yetkisi ve görevi,
Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve
yerine getirilir” hükmüne yer verilmiştir.
113 sayılı CBK’nin 4. maddesi ile değiştirilen 12 sayılı CBK’nin
18. maddesine eklenen (3) ve (4) numaralı fıkralar ile yapılan düzenlemede
yürütme görevi ve yetkisi Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılmamıştır.
Yukarıda açıklandığı üzere Milli Saraylar İdaresi Başkanlığında istihdam edilen
müşavir ve köşk ve kasır amiri unvanlı kadrolarda görev yapanların mali ve
özlük haklarına ilişkin bulunan konularda ne Anayasa’da ne de Kanunlarda
Cumhurbaşkanı’nın, herhangi bir kural ile bağlı olmaksızın doğrudan belirleme
ve düzenleme yapma yetkisi bulunmaktadır. Oysa itiraz konusu kural ile
Cumhurbaşkanlığı tarafından, Anayasa m.104/17 ve m.128’e aykırı şekilde, Milli
Saraylar İdaresi Başkanlığında istihdam edilen müşavir ve köşk ve kasır amiri
unvanlı kadrolardaki kamu görevlilerinin özlük ve mali haklarına ilişkin
konularda düzenleme yapılmıştır. Bu nedenle söz konusu düzenleme Anayasa’nın 8.
maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
g) İptali istenilen kural, Anayasa madde 6’ya aykırıdır:
Anayasa’nın 6. maddesine göre, “Hiçbir kimse veya organ
kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz”. Ancak iptali
talep edilen düzenleme ile Cumhurbaşkanı, Anayasa’da kendisine yönelik bir
yetki olarak tanımlanmayan ve açık bir biçimde kanun ile düzenlenmesi gerektiği
belirtilen bir alanda yasama erkinin yetki alanına müdahale etmektedir.
Haliyle, itiraz konusu kural, Anayasa’nın 8. maddesine olduğu gibi 6. maddesine
de aykırıdır.
Bu nedenle, 703 sayılı KHK’nın 178. maddesi ile 375 sayılı
KHK’ya eklenen ek madde 30’a ilişkin iptal taleplerimizle bağlı olarak 113
sayılı CBK’nin 4. maddesi ile değiştirilen 12 sayılı CBK’nin 18. maddesine
eklenen (3) ve (4) numaralı fıkralar, Anayasanın 2., 6., 7., 8., 104/17. ve
128. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.
5. 113 sayılı Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin 5. maddesi ile ekli listenin Anayasaya Aykırılığı
113 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 5. maddesi ile
Cumhurbaşkanlığı teşkilatı içerisinde yer alan Milli Saraylar İdaresi
Başkanlığı merkez teşkilatı için ekli listede bulunan kadrolar ihdas edilmiş ve
2 sayılı CBK’nin eki (I) sayılı Cetvelin Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı
bölümüne eklenmesine ilişkin düzenleme yapılmıştır.
a) Anayasa’nın 104. maddesine konu bakımından yetki yönünden
Aykırılık
Söz konusu düzenleme, konu bakımından yetki yönünden
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin sınırlarını aşması nedeniyle Anayasa’nın 104.
maddesine aykırıdır. Anayasanın 104/17. maddede geçen “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasa’da “kanunla düzenlenir veya
kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu maddelere
bakarak belirlenmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da salt bir kanunla
düzenleme kaydının bulunmasının, ilgili konuyu cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
konu bakımından yetki alanından çıkarmak açısından yeterli olduğunu ifade
etmiştir: “... Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
CBK çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak Anayasa’da hangi konuların
münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin özel bir hüküm bulunmamaktadır.
Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadında anayasa koyucunun
kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu kapsamda görülmesi gerektiği
kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179, 28/12/2017, § 57; E.2016/180,
K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163, 29/11/2017, § 13; E.2016/139,
K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47, K.2013/72, 6/6/2013). Buna göre
Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen alanlarda Cumhurbaşkanı’nın CBK
çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4,
K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §11). O halde Anayasa’nın
bir maddesinde bir konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse o konunun
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenmesi, Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine
aykırılık oluşturacaktır.
İptali talep edilen düzenleme, Anayasa’nın 123. maddesinde ifade
edildiği üzere idarenin bütünlüğü içerisinde yer alan Cumhurbaşkanlığına bağlı
Milli Saraylar İdaresi Başkanlığının merkez teşkilatı için ekli listede
belirtilen sınıf ve dereceleri ile sayısı belirlenen kadrolarının ihdasına
ilişkindir.
Anayasa Mahkemesi bir kararında, “Kadro unvanı, personelin
niteliğini ifade etmenin yanında, o personelin yerine getireceği görev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
haklarını da ifade etmektedir. Kadro derecesi ile personelin özellikle aylık ve
ödenekleri ve diğer özlük hakları bakımından sıkı bir bağ bulunmaktadır.”
değerlendirmesinde bulunmuştur (AYM, E.2005/139, K.2007/33, 22/3/2007). Anayasa
Mahkemesinin (AYMK, E.2005/145 K.2009/112, 23.7.2009; AYMK, E. 2018/73,
K.2019/65, 24.7.2019) kararlarında da belirtildiği üzere, bu hususlar
Anayasa’nın 128. maddesi kapsamındadır.
Bu nedenle bu kadroların iptali veya ihdasına ilişkin kuralların
da Anayasa’nın 128. maddesi uyarınca kanunla düzenlenmesi gerekir. Nitekim,
Anayasa Mahkemesi, E. 2018/73, K.2019/65, 24.7.2019 kararının 139 ila 141.
paragraflarında memurların kadro ihdas ve iptal işlemlerinin kanun ile
düzenlenmesi öngörülen alanlardan olduğunu belirterek, bu kadroların ihdas ve
iptallerine ilişkin olarak Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenleme
yapılamayacağını da dolaylı olarak tanımlamıştır.
Dolayısıyla, yukarıda belirtilen kadroların ihdasına ve iptaline
ilişkin ihtilaflı düzenleme, Anayasa’nın 104/17. maddesinde belirlenen
sınırları aşarak kanun ile düzenlenmesi öngörülen alanda düzenleme yapması
nedeniyle; konu bakımından yetkisizlikle maluldür ve Anayasa’nın 104/17.
fıkrasına aykırıdır. Bu cihetle, ihtilaflı kuralın iptali gerekir.
b) Anayasa’nın 128. maddesine aykırılık
Yine söz konusu düzenleme, Anayasa’nın 123. maddesinde ifade
edildiği üzere idarenin bütünlüğü içerisinde yer alan Cumhurbaşkanlığına bağlı
Milli Saraylar İdaresi Başkanlığının merkez teşkilatı için ekli listede
belirtilen sınıf ve dereceleri ile sayısı belirlenen kadrolarının ihdasına
ilişkindir.
Anayasa’nın 128. maddesinde, “Memurların ve diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.
Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır”
hükmü yer almaktadır. Anayasa Mahkemesi, son olarak 43 sayılı CBK’ye ilişkin
olarak bu bağlamda verdiği ihlal kararında şu tespiti yapmıştır: “Anayasa’nın
128. maddesine göre memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görev ve yetkileri,
hakları ve yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekmekte olup kuralla
hazine ve maliye başmüfettişleri, müfettişler ve müfettiş yardımcılarının
görev, yetki ve sorumluluklarına yönelik bir düzenleme öngörülmektedir … Bu
itibarla Anayasa’nın 128. maddesi uyarınca münhasıran kanunla düzenlenmesi
gereken bir konuda düzenleme yapan kuralın Anayasa’nın 104. maddesinin on
yedinci fıkrasının üçüncü cümlesine aykırı olduğu anlaşılmaktadır” (AYM, E.2019/96,
K.2022/17, 24/02/2022, §60-61).
Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen bu hüküm açıkça kamuda
çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerinin, atama, nitelikleri,
hakları ve yükümlülükleri, aylık ve diğer özlük işleri ile görevlerinin sona erme
işlemlerinin kanun ile düzenlenmesi şartını getirmektedir. Cumhurbaşkanlığına
bağlı Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve
Kontrol Kanunu’na ek (I) sayılı Cetvel kapsamındaki kamu idareleri arasında
sayılmıştır. Söz konusu Başkanlık, Anayasa’nın 123. maddesinde ifade edildiği
üzere idarenin bütünlüğü içinde yer almaktadır. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanlığına
bağlı Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı’nda çalışan personelin atanması, görev
ve yetkileri, iş akitlerinin sona ermesi veya bunların tayin, nakil gibi özlük
haklarını doğrudan etkileyen bir düzenlemenin de kanunla yapılması gerektiği
aşikârdır. Söz konusu personelin kadrosunun ihdası ile iptali de atanması ile
doğrudan bağlantılı olan bağlı bir düzenlemedir. Anayasa Mahkemesi de bir
kararında “Kadro unvanı, personelin niteliğini ifade etmenin yanında, o
personelin yerine getireceği görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri,
aylık ve ödenekleri ile diğer özlük haklarını da ifade etmektedir. Kadro
derecesi ile personelin özellikle aylık ve ödenekleri ve diğer özlük hakları
bakımından sıkı bir bağ bulunmaktadır.” değerlendirmesinde bulunmuştur
(AYM, E.2005/139, K.2007/33, 22/3/2007).
Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi’nin E. 2018/73, K.2019/65,
24.7.2019 tarihli kararında bu durum açıkça belirlenmiştir. Mahkeme söz konusu
kararında;
“139. Adı geçen kurumlar Anayasa'nın 123. maddesinde ifade
edildiği üzere idarenin bütünlüğü içinde yer almaktadır. Bu kurumlarda genel
idare esaslarına göre yürütülmekte olan kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve
sürekli görevleri ifa eden personel Anayasa'nın 128. maddesi kapsamında
olduğundan bunların kadrolarına, bu kadroların ihdas ve iptaline ilişkin kuralların
da Anayasa'nın 128. maddesi uyarınca kanunla düzenlenmesi gerekir.
140. Dava konusu kuralda ise anılan idarelerin 2017 yılı fiilî
kadrolarının 2016 yılı sonuna kadar TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunca
belirlenmesi öngörülmüştür. Kural bu hâliyle yasama yetkisinin devri sonucunu
doğurmakta, kamu görevlilerinin statülerinin kanunla düzenlenmesi yolundaki
anayasal kurala aykırılık oluşturmaktadır.
141. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 7. ve 128. maddelerine
aykırıdır. İptali gerekir.”
saptaması ile kadro ihdas ve iptalinin de Anayasa’nın 128. maddesinin
2. fıkrası kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Yine Anayasa Mahkemesi, 36 sayılı CBK’ye ilişkin açılan iptal
davasında, 2019/78 Esas, 2020/6 Karar sayılı Kararında:
“20. Genel idare esaslarına göre yürütülen asli ve sürekli kamu
hizmetlerinde kadro ve pozisyon esastır. Bu hizmetleri yürüten memur ve diğer
kamu görevlileri kendilerine özgü statüye sahiptir. Görevleri dışında da kamu
hizmetleri statüsünün bir bölümü olan bu statü hükmüne tabi olurlar ve resmî
sıfat ve yetkilerini korurlar. Oysa Kurul, Cumhurbaşkanlığı teşkilatı içinde
Cumhurbaşkanına bağlı icrai bir karar alma ve bunu uygulatma yetkisi olmayan
tamamıyla istişari nitelikte bir birim olarak düzenlenmiştir. Kurul üyelerinin
ancak kurul hâlinde çalıştıkları, tek başlarına bir hizmet yapmadıkları, kamu
hizmetlerine geçici ve arızi olarak katıldıkları, görevin ifası sırasında
devletin emredici gücünün kullanılmadığı, Kurulda yer alacak üyeler için kadro
ve pozisyonun belirlenmediği, bu üyeler ile merkezî idare arasında tam bir
statüer ilişkinin kurulmadığı, söz konusu Kurul üyelerinin Kurul üyeliği
dışında başka meslek ve uğraşlarına devam edebildikleri anlaşılmaktadır. Bu
itibarla Kurul üyelerinin yaptıkları görev, Anayasamın 128. maddesi anlamında
devletin, kamu iktisadi teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel
idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetinin gerektirdiği
asli ve sürekli bir görev niteliğinde değildir. Dolayısıyla Kurul üyelerinin
belirlenmesi hususu münhasıran kanunla düzenlenmeyi gerektiren bir konu
değildir.”
şeklindeki tespitiyle memur ve kamu görevlisi statüsünde olan
personelin kadro ihdas ve iptallerinin Anayasanın 128. maddesinde belirlenen
şekilde kanun ile düzenlenmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Kadrolar konusunda; Anayasa Mahkemesine göre, kamu
görevlilerinin “kadrolarına, bu kadroların ihdas ve iptaline ilişkin kuralların
da Anayasa’nın 128. maddesi uyarınca kanunla düzenlenmesi gerekir” (AYM,
E.2018/73, K.2019/65, 24/7/2019, § 139).
Ancak, Anayasa Mahkemesi, 53 sayılı CBK’nin bazı maddelerinin
iptali talebiyle yapılan başvuruda, kadro ihdas ve iptaline ilişkin
düzenlemelerin bakanlıklar nezdinde teşkilat yapılarıyla doğrudan bağlantılı
olduğu hasebiyle Anayasa’nın 106. maddesinin 11. fıkrası kapsamında
Cumhurbaşkanı Kararnameleriyle düzenlenebileceğini belirtmiştir. (AYM,
E.2020/8, K.2021/25, 31/3/2021). Kararın ilgili bölümü şu şekildedir:
“22. Bu bağlamda Anayasa’nın CBK tarafından düzenleneceğini özel
olarak öngördüğü yukarıda belirtilen bakanlıkların kurulması, kaldırılması,
görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının
kurulması ile düzenlenmesi kapsamında, bu konularla sınırlı olmak üzere
Anayasa’nın 106. maddesinin anılan hükmünde belirtilen hususlarda CBK ile
düzenleme yapılabilir.
23. Bu çerçevede, kuralların Anayasa’nın 106. maddesinin on
birinci fıkrasında CBK ile düzenlenmesi öngörülen Aile, Çalışma ve Sosyal
Hizmetler Bakanlığının teşkilat yapısına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Zira
yukarıda da belirtildiği üzere kadro ile teşkilat arasında yakın bir ilişki
olup kadro belirlenmeden bir kurum ve kuruluşun teşkilatlanmasından söz
edilmesi zordur. Bu itibarla kuralların Anayasa’nın 106. maddesinin on birinci
fıkrasıyla bağlantılı olarak 104. maddesinin on yedinci fıkrasının üçüncü
cümlesine aykırı bir yönü de bulunmamaktadır (AYM, E.2018/119, K.2020/25,
11/6/2020, § 28).”
AYM, yukarıda belirtilen kararının sonunda da, “Kurallar
Anayasa’nın 123. maddesi bağlamında 104. maddesinin on yedinci fıkrasının
üçüncü cümlesi yönünden incelendiğinden ayrıca 128. maddesi bağlamında anılan
fıkra yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir.” şeklindeki görüşüyle
konunun sadece yetki açısından 104. madde kapsamında ele alındığını
belirtirken, daha önceki diğer kararlarıyla çelişen bir karar vermiştir.
Yukarıda da belirtildiği üzere kadro ihdası veya iptali, sadece teşkilat
yapısının bir parçası olarak değerlendirilemez. Söz konusu düzenlemeler, kamu
görevlilerinin özellikle memurların görevlerine atanması veya görevlerinin sona
ermesi ile doğrudan bağlantılı bir konudur. Bu nedenle Anayasa’nın 128. maddesinin
2. fıkrası kapsamında ele alınması gereken bir konudur. Yürütme erkine,
bakanlıklar açısından kadro ihdas ve iptal yetkisinin verilmesi, kamu
görevlilerinin görevlerini ifa etmelerinde yürütme erkinin etkisi altında
kalmaları riskini doğurduğu gibi; yürütme erki açısından, memurların görev ve
yetkilerini kullanamamasının bir yolu olarak görülebilir. Dolayısıyla, yürütme
erkinin anılan yetkiye sahip olduğunun kabulü halinde, memurların görevlerini
yaparken siyasi etkilerden korunması amacıyla düzenlenen Anayasa’nın 128. maddesinin
ikinci fıkrası hükümleri fiilen etkisini yitirmiş olacaktır.
Diğer yandan, söz konusu kadro ihdasları aynı zamanda kamu
görevlilerinin özlük haklarıyla doğrudan bağlantılıdır. Kadro derecesine göre
aylık ve diğer hakları hesaplanan kamu görevlilerine kamu kurum veya kuruluşu
tarafından yapılacak harcamalar ve ödenekler de ilgili yıl bütçesi ile
belirlendiğinden kadro ihdası veya iptali aynı zamanda bir bütçeleme konusudur.
Dolayısıyla Anayasa’nın 161. maddesi çerçevesinde de ele alınması gereken bir
konudur. Anayasa’nın 128. maddesi ve 161. maddesine bakıldığında ise bu alanda
yapılacak düzenlemelerin kanunilik ilkesine uygun olması zorunluluğu ortaya
çıkmaktadır. Anayasa Mahkemesi, “münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken
konular” arasında sayılan bu hususları göz ardı etmemelidir.
Nitekim, 65 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine ilişkin
verdiği kararda bazı yüksek öğretim kurumlarının kadro ihdas ve iptallerin
ilişkin düzenlemenin Anayasa’nın 130. Maddesi kapsamında münhasıran kanun ile
düzenlenmesi gereken konulardan olduğunu belirterek üniversitelerin kadro
ihdaslarına ilişkin düzenlemeyi iptal etmiştir (AYM, E. 2020/71, K.2021/33,
29/04/2021). Anayasa’nın 130. maddesi çerçevesinde üniversitelerde görev yapan
kamu görevlileri açısından kadro ihdasının görev ve yetkileri, unvanları, mali
işleri ve özlük hakları ile doğrudan bağlantılı olarak değerlendirilirken
Bakanlıklar nezdinde görevlerini yürütmekte olan memurlar açısından Anayasa’nın
128. maddesi kapsamında ele alınmaması ise kamu görevlisinin korunmasına
ilişkin Anayasal güvenceyi düzenleyen hükmü işlevsiz kılacaktır. Bu bakımdan;
Anayasa’nın tutarlı şekilde yorumlanma gereği de Anayasa’nın 128. maddesinin
ihtilaflı düzenlemeye uygulanmak gerektiğini işaret etmektedir.
Yasama yetkisinin genelliği ve CBK çıkarma yetkisinin
istisnailiği ile birlikte; Anayasa’nın sistematik yorumu uyarınca, Anayasa’nın
106. maddesini 128. maddeyle tutarlı şekilde yorumlama gereği de dikkate
alındığında, kadro ihdası konusunu “teşkilat yapısı” kavramı içerisinde
addetmenin mümkün olmaması gerekir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda anılan
kararları, kadro ihdası konusuna Anayasa’nın 128. maddesinin uygulandığını açık
şekilde ortaya koymaktadır. Buna karşın; Anayasa’nın 106. maddesini kadro
ihdası konusu bakımından 128. maddeye nazaran lex specialis olarak kabul etmek
mümkün değildir; zira, 106. maddede yer alan ve bakanlıkların kurumsal
örgütlenmesine ilişkin “teşkilat yapısı” kavramı, “kamu görevlilerinin”
“atanmaları” ve “diğer özlük işleri”ne ilişkin 128. maddeyle konu bakımından
kesişmemektedir. Kadro ihdası konusu; Anayasa’nın kurumsal mercekli 106. ve
(kadro ihdasına uygulandığı AYM kararlarıyla sabit) statü mercekli 128. maddelerinin
kurumsal yapıya ve kamu görevlileri rejimine ilişkin farklı uygulanma alanları
dikkate alındığında, Anayasa’nın 128. maddesi bünyesinde ele alınması gereken
bir konudur. Öyle ki, Anayasa koyucu eğer isteseydi, Anayasa’nın 106. maddesinin
son fıkrasına, 128. madde bakımından istisna oluşturacak bir hükmü açık ve
tereddüde yer vermeyecek biçimde koyardı.
Bu nedenle Cumhurbaşkanlığına bağlı Milli Saraylar İdaresi
Başkanlığı merkez teşkilatında genel idare esaslarına göre yürütülmekte olan
kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa etmek için
çeşitli sınıf ve unvanlarda çalıştırılacak olan personelin kadro ihdasları ile
iptallerinin de kanunla belirlenmesi gerekmekte olup bunun dışında
Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile bu konularda belirleme yapılması mümkün
değildir. Belirtilen nedenlerle, iptal davası konusu CBK düzenlemesi,
Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen kanunla düzenleme yapılması öngörülen
konulardan sayıldığı için Anayasa’nın 128. maddesine aykırıdır. Bu nedenle
iptali gerekir.
c) Anayasa’nın 161. Maddesine Aykırılık
Yukarıda da belirtildiği üzere, söz konusu kadro ihdasları aynı
zamanda kamu görevlilerinin özlük haklarıyla doğrudan bağlantılıdır. Kadro
derecesine göre aylık ve diğer hakları hesaplanan kamu görevlilerine kamu kurum
veya kuruluşu tarafından yapılacak harcamalar ve ödenekler de ilgili yıl
bütçesi ile belirlendiğinden kadro ihdası veya iptali aynı zamanda bir
bütçeleme konusudur. Dolayısıyla Anayasa’nın 161. maddesi çerçevesinde de ele
alınması gereken bir konudur. İhtilaflı CBK düzenlemesi, bu açıdan da Anayasa’nın
161. maddesine aykırıdır.
d) Anayasa’nın 7. Maddesinde Belirlenen Yasama Yetkisinin
Devredilemezliği İlkesine Aykırılık
Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar
dışında kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden kural koyamaz ya da
bir kanuna aykırı olarak bir kural koyamaz.
113 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 5. maddesi ve ekli
liste ile Cumhurbaşkanlığına bağlı Milli Saraylar İdaresi Başkanlığında yer
alan çeşitli sınıf ve unvanlar ile dereceleri ve sayısı belirlenen kadrolarının
ihdasına ilişkin düzenleme getirilmektedir.
Söz konusu düzenleme ile Anayasa’nın 128., maddesinde yasa ile
düzenlenmesi öngörülmüş bir alanda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleme
yapılarak personel kadrosu ihdası ve iptali yapılmaktadır. Bu şekilde; yürütme,
fonksiyon gaspı yapmak suretiyle, Anayasa tarafından kanun koyucunun konu
bakımından yetki alanına inhisar ettirilen bir alanda düzenleme yapmıştır.
Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar dışında kanunların
düzenlemediği bir alanda kendiliğinden kural koyamaz. Konu bakımından
yetkisizlikle malul her CBK düzenlemesi, aynı zamanda yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesini de ihlal eder.
Dolayısıyla kamu görevlilerinin kadro, pozisyon, atanmalarının
kanunla düzenlenmesi yolundaki Anayasa kuralına aykırı bir düzenleme yapılması
ve yürütmeye Anayasa’ya aykırı bir yetki tanımlanması, yasama yetkisinin
devrine ilişkin sınırın aşıldığını ve yürütmenin yasamanın yetki alanına
müdahale ettiğini göstermektedir. Bu nedenle, söz konusu madde, Anayasa’nın 7. maddesinde
belirlenen yasama yetkisini devretme yasağına aykırıdır, iptali gerekir.
e) Anayasa’nın 8. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 8. maddesine göre; “Yürütme yetkisi ve görevi,
Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve
yerine getirilir”. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, yürütme yetkisi olarak,
Anayasa ve kanunlar çerçevesinde kullanılmalıdır. Oysa, 113 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 5. maddesi ve ekli liste ile Cumhurbaşkanlığına
bağlı Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı’nın merkez teşkilatı kapsamında unvan,
sınıf ve dereceleri ile sayısı belirlenen kadrolarının ihdası yapılmaktadır.
Yukarıda belirtildiği üzere bir CBK ile kanunla düzenlenmesi öngörülen bir
alanda düzenleme yapılması suretiyle kanun koyucunun alanına müdahale edilmesi,
anayasal çerçeve dışında yetki kullanımını ortaya koymaktadır. Bu itibarla 113
sayılı CBK’nin 5. maddesi ile ekli liste, Anayasa’nın 8. maddesine de
aykırıdır, iptali gerekir.
f) Anayasa’nın 2. Maddesine ve Başlangıç İlkelerine Aykırılık
Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik
ve sosyal bir hukuk Devleti” olan Cumhuriyet, erkler ayrılığı ilkesinde
somutlaşır: “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük
sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin
kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği
olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;” (Başlangıç,
prg.4). Bu çerçevede; Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri de yasama, yürütme ve
yargı yetkilerini ayrı ayrı düzenler.
113 sayılı CBK’nin 5. maddesi ile ekli liste, yukarıda açıklanan
nedenlerle, “Anayasa ve kanunların üstünlüğü” ilkesini ihlal ettiğinden,
Anayasa’nın 2. maddesine ve Başlangıç prg. 4’e de aykırılık oluşturmaktadır.
Bu aykırılık durumu, “kaynağını Anayasa’dan almayan Devlet
yetkisi kullanma yasağı” (md.6) karşısında ve Anayasanın bağlayıcılığı ve
üstünlüğü ilkesi (md.11) ile daha belirgin hale gelmektedir. Başta yasama,
yürütme ve yargı organlarının saygı göstermesi gelmek üzere, “Anayasanın
üstünlüğü ve bağlayıcılığı” hükmünün etkililiği, Anayasa Mahkemesi’nin bu
kuralın biricik bekçiliğini yapması ölçüsünde mümkündür. Her vesile ile bu
hükmü anlamlandırmak ve güncellemek, hukuk devleti (md.2) açısından
yaşamsaldır. Bu bakımdan, yürütme tekeline sahip olan makamın, yasama
yetkisinin devredilmezliği kuralına saygı göstermesi, “Anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı” hükmünün sürekli gözetilmesi ölçüsünde mümkündür.
Dahası, Cumhurbaşkanı’nın, “Anayasanın uygulanmasını, Devlet
organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin” etme yükümlülüğü (md.104/2),
aykırılık durumunu, aşikâr olmanın ötesinde tehlikeli hale getirmektedir. Bu
nedenle, söz konusu düzenleme, Anayasa’ya aykırı olarak bir yetki kullanımını
düzenlediğinden ve yukarıda belirtilen nedenlerle Anayasa’nın 6., 11. ve 104/2.
Maddelerine de aykırılık teşkil etmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle 113 sayılı CBK’nin 5. maddesi ile
ekli listenin Anayasanın Başlangıç ilkelerine, 2., 6., 7., 8., 11., 104/2,
104/17., 128. ve 161. maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali talep
edilmektedir.
I.
YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, 6771 sayılı Anayasa Değişikliği
Kanunu ile Anayasada yapılan değişikliklerle hukuk sistemimize girmiş ve 24
Haziran Seçimleri sonucunda Cumhurbaşkanının yemin ederek görevine başlamasıyla
yürürlüğe girmiştir. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile ilk defa yürütme
organına, dayanağını doğrudan Anayasadan alan bir düzenleme yetkisi
tanınmıştır. Anayasa’da önemli sınırlamalar getirilerek tanınmış olan bu
yetkinin, anayasal sınırlar çerçevesinde kullanılması, kötüye kullanılmaması ve
yasama yetkisinin devri niteliği taşımaması, Anayasa’nın başta 6., 7. ve 8. maddeleri
gereği olup, örgütlenmesi, erkler ayrılığına dayanan demokratik hukuk
devletinin yaşama geçirilmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Oldukça güçlü
yetkilerle donatılmış ve doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanının
Anayasa’da kendisine tanınan sınırlı alanı aşarak her konuda düzenlemeler
yapması, demokratik hukuk devletinin özünü oluşturan denge ve denetleme
mekanizmalarını işlevsiz hale getirecek, sistemi yürütmenin keyfi yönetimine
dönüştürecektir.
Göreve başlamasının hemen ardından Cumhurbaşkanınca oldukça
kapsamlı pek çok CBK çıkarıldığı görülmektedir. Bu CBK’lerin pek çoğunda da
çerçevesini Anayasa’nın açıkça çizdiği yetki sınırlarının aşıldığı, Anayasanın
CBK ile düzenlenmesini yasakladığı alanlarda düzenlemeler yapıldığı
görülmektedir. Yukarıda iptali istenen kural da Anayasanın Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesini yasakladığı alanlara ilişkin bir düzenleme
oluşturmaktadır. Bu nedenle ultra vires geçersizlikle maluldür. Bu
bakımdan Anayasa Mahkemesince ivedilikle incelenerek yetki dışı düzenlemelerin
iptal edilmesi ve hukuk sisteminden ayıklanması, normlar hiyerarşisine dayanan
hukuk düzeninin devamlılığı bakımından hayati önem taşımaktadır. Bu durum,
örneğin, Anayasa’nın 128. maddesinin 2. fıkrası gibi devletin yapılanmasını
doğrudan ilgilendiren bir düzenleme açısından özellikle böyledir.
Anayasanın tanıdığı yetki çerçevesinin dışında yapılan işlemler,
ultra vires geçersizlikle maluldür. Hukuki geçerliliği bulunmayan
düzenlemelere dayanarak işlemler tesis edilmesi, birey haklarına telafisi
imkânsız zararlar verecektir. Bu nedenle, bu düzenlemelerin bir an önce
yürürlüklerinin durdurulması, hukuki bir zorunluluktur.
Hukuk devleti ilkesini zedeleyen ve Anayasaya açıkça aykırı olan
bir düzenlemenin uygulanması halinde, sonradan giderilmesi olanaksız zararlara
yol açacağı çok açıktır. Anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı
kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da gereğidir. Anayasaya
aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde sübjektif yararların üstünde,
özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği
kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve
özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin
hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında
duraksama bulunmamaktadır.
Ayrıca, burada tekrar vurgulanmalıdır ki; Anayasa’nın
çerçevesini ve sınırlarını sınırlı sayı ilkesiyle (numerus clausus)
belirlemiş olduğu yetki alanı dışında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri,
Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine inşa edildiği erkler ayrılığı ilkesinin ve bu
çerçevede Devletin yönetim biçimine ilişkin emredici ve yasaklayıcı Anayasa
hükümlerinin ihlal edilmesi sonucunu doğurduğu kadar, Devlet’in hukuki
yapılanmasının çerçevesini oluşturan normlar hiyerarşisinin de bozulmasına
sebep olmaktadır. Siyasi rejimin demokrasiden monokrasiye kaydırıldığı, yargının
bağımsızlığını yitirdiğine ilişkin çok ciddi iddia ve tespitlerin bulunduğu bir
tarihsel zaman diliminde (bu son nokta hakkında bkz. Türkiye’nin AİHS’nin 18. maddesini
ihlal ettiğine karar veren müteakip karar: AİHM, Kavala/Türkiye, başvuru no:
28749/18, 10 Aralık 2019, p.197-232), AYM’nin, açık şekilde Anayasa’nın çizdiği
yetki çerçevesinin dışına çıkan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi maddelerinin
yürürlüklerinin durdurulmasına karar vermesi; Anayasa’nın tanımladığı şekliyle
Devlet düzeninin sağlıklı işleyişi, hukuk devletini ilkesinin asgari
gereklerinin işletilmesi ve demokrasinin devamı açısından yaşamsal olduğu
kadar, Anayasa Mahkemesi’nin varlık sebebi açısından da bir zorunluluktur.
Yukarıda sayılan türde zarar ve durumların doğmasını önlemek
amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan söz konusu maddenin iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine
dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
8/11/2022 tarihli ve 113 sayılı Milli Saraylar İdaresi
Başkanlığı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin;
A. Tümünün, gerekçe yokluğunun Anayasa madde 2’ye aykırı olması
nedeniyle şekil yönünden iptaline,
B.
1) 1. maddesi ile değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 4. Maddesinin
birinci fıkrasına eklenen (e) bendinin, Anayasanın 8., 106. ve 123. maddelerine,
2) 1. maddesi ile 12 sayılı CBK’nin 4. maddesine eklenen (4)
numaralı fıkranın, Anayasanın Başlangıç ilkelerine, 2., 6., 7., 8., 11., 104/2. ve
104/17. maddelerine,
3) 3. maddesi ile değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 8. Maddesinin
birinci fıkrasına eklenen (ç) bendinin, Anayasanın Başlangıç ilkelerine, 2.,
6., 7., 8., 11., 104/2. ve 104/17. maddelerine,
4) 4. maddesi ile değiştirilen 12 sayılı CBK’nın 18. Maddesine
eklenen (3) ve (4) numaralı fıkraların, Anayasanın 2., 6., 7., 8., 104/17. ve
128. maddelerine,
5) 5. maddesi ile ekli listenin, Anayasanın Başlangıç ilkelerine,
2., 6., 7., 8., 11., 104/2, 104/17., 128. ve 161. maddelerine,
aykırı olması nedeniyle iptaline ve dava sonuçlanıncaya kadar
yürürlüğünün durdurulmasına, karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz
ederiz.
Engin ALTAY
İstanbul Milletvekili
|
Özgür ÖZEL
Manisa Milletvekili
|
Engin ÖZKOÇ
Sakarya Milletvekili
|
”