ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2023/43
Karar Sayısı : 2023/141
Karar Tarihi : 26/7/2023
R.G. Tarih - Sayı :
18/10/2023 - 32343
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun 6/12/2006 tarihli ve 5560 sayılı Kanun’un 24. maddesiyle
değiştirilen 253. maddesinin (19) numaralı fıkrasının beşinci cümlesinin “Uzlaşmanın sağlanması halinde, soruşturma konusu
suç nedeniyle tazminat davası açılamaz;…” bölümünün Anayasa’nın 10.,
13., 17., 35. ve 36. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar
verilmesi talebidir.
OLAY: Maddi ve
manevi tazminat talebiyle açılan davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı
olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un 253.
maddesinin itiraz konusu kuralın da yer aldığı (19) numaralı fıkrası şöyledir:
“(19) Uzlaşma sonucunda şüphelinin edimini def’aten
yerine getirmesi halinde, hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir.
Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya
süreklilik arzetmesi halinde, 171 inci maddedeki şartlar aranmaksızın, şüpheli
hakkında kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilir. Erteleme
süresince zamanaşımı işlemez. Kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararından
sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi halinde, 171 inci maddenin
dördüncü fıkrasındaki şart aranmaksızın, kamu davası açılır. Uzlaşmanın
sağlanması halinde, soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat davası açılamaz;
açılmış olan davadan feragat edilmiş sayılır. Şüphelinin, edimini yerine
getirmemesi halinde uzlaşma raporu veya belgesi, 9/6/1932 tarihli ve 2004
sayılı İcra ve İflas Kanununun 38 inci maddesinde yazılı ilam mahiyetini haiz
belgelerden sayılır.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü
ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M.
Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU,
Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR ve Muhterem İNCE’nin
katılımlarıyla 9/3/2023 tarihinde yapılan ilk
inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının
incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
III. ESASIN
İNCELENMESİ
2. Başvuru
kararı ve ekleri, Raportör Onur MERCAN tarafından hazırlanan işin esasına
ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan Anayasa kuralları ve
bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra
gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Anlam ve Kapsam
3. 5271 sayılı Kanun’un
253. maddesinin (1) numaralı fıkrasında şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar
gören gerçek kişi ya da özel hukuk tüzel kişisinin uzlaştırılması için
girişimde bulunulacak suçlar sayılmıştır.
4. Anılan maddenin (2)
numaralı fıkrasında soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olanlar
hariç olmak üzere diğer kanunlarda yer alan suçlarla ilgili olarak uzlaştırma
yoluna gidilebilmesi için kanunda açık hüküm bulunması gerektiği, (3) numaralı
fıkrasında ise soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olsa bile cinsel
dokunulmazlığa karşı suçlarda ve ısrarlı takip suçunda uzlaştırma yoluna
gidilemeyeceği, uzlaştırma kapsamına giren bir suçun bu kapsama girmeyen bir
başka suçla birlikte aynı mağdura karşı işlenmiş olması hâlinde de uzlaşma
hükümlerinin uygulanmayacağı ifade edilmiştir.
5. Maddenin (4)
numaralı ila (25) numaralı fıkralarında uzlaşma işlemlerine ilişkin usul ve
esaslar düzenlenmiştir.
6. (19) numaralı
fıkrada uzlaşma sonucunda şüphelinin edimini defaten yerine getirmesi hâlinde
hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararının verileceği, edimin yerine
getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arz
etmesi durumunda 171. maddedeki şartlar aranmaksızın şüpheli hakkında kamu
davasının açılmasının ertelenmesi kararının verileceği, erteleme süresince
zamanaşımının işlemeyeceği, kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararından
sonra uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi hâlinde 171. maddenin (4)
numaralı fıkrasındaki şart aranmaksızın kamu davasının açılacağı, uzlaşmanın
sağlanması durumunda soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat davasının
açılamayacağı, açılmış olan davadan feragat edilmiş sayılacağı, şüphelinin
edimini yerine getirmemesi hâlinde uzlaşma raporu veya belgesinin 9/6/1932 tarihli
ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 38. maddesinde yazılı ilam niteliğini
haiz belgelerden sayılacağı öngörülmüştür.
7. Söz konusu fıkranın
beşinci cümlesinin “Uzlaşmanın
sağlanması halinde, soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat davası açılamaz;…”
bölümü itiraz konusu kuralı oluşturmaktadır. Bu itibarla kural uyarınca
uzlaşmanın gerçekleşmesi durumunda ceza soruşturmasına konu suç nedeniyle
tazminat davası açılamayacaktır.
B. İtirazın
Gerekçesi
8. Başvuru kararında
özetle; uzlaşmanın bir edim karşılığında gerçekleşmesinin yanı sıra mağdurun
talep etmemesi hâlinde herhangi bir edime bağlı olmaksızın da
gerçekleşebileceği, mağdurun şikâyetten vazgeçmesi durumunda şahsi haklarından
da vazgeçtiğini açıkça belirtmediği sürece tazminat davası açma hakkının
bulunmasına karşılık kural uyarınca uzlaşma teklifinin kabul edilmesi durumunda
tazminat davası açma hakkının ortadan kalkmasının eşitlik ilkesiyle
bağdaşmadığı, herhangi bir edim karşılığı olmadan uzlaşmanın gerçekleşmesi
durumunda tazminat davasının açılamamasının orantılılık ilkesiyle çeliştiği,
kuralın bedeni zararlar yönünden kişinin yaşam, maddi-manevi varlığını koruma
ve geliştirme hakkına aykırı olduğu ayrıca çalışma gücü kaybının mülkiyet
hakkıyla bağlantılı olması nedeniyle mülkiyet hakkını da ihlal ettiği, doğrudan
yargısal bir denetime tabi olmayan uzlaştırma sürecinin sonunda uzlaşmanın
gerçekleşmesi hâlinde dava açılamamasını haklı kılacak nesnel bir nedenin
bulunmadığı, kuralda uzlaştırma kurumu ile amaçlanan kamusal yarar ile zarar
görenin kişisel yararı arasında dengenin sağlanamadığı belirtilerek kuralın
Anayasa’nın 10., 13., 17., 35. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
C. Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
9. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin birinci
fıkrasında “Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilmektedir. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak
arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının yanında diğer temel
hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden biridir (AYM, E.2021/9, K.2022/4, 26/1/2022, § 28).
10. Hak
arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri mahkemeye erişim hakkıdır.
Mahkemeye erişim hakkı, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme yetkisine
sahip bir mahkeme önüne götürülmesi hakkını da kapsar. Kişinin uğradığı bir
haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı
haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu
yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM, E.2021/20,
K.2022/84, 30/6/2022, § 10).
11. Kuralda uzlaşmanın
sağlanması hâlinde tazminat davası açılamayacağı öngörülmüştür. Ceza
soruşturmasına konu suç nedeniyle zarara uğrayan kişilerin maddi ve manevi
tazminat talebiyle yargı mercilerine başvurabilmeleri mahkemeye erişim hakkının
bir gereğidir. Bu itibarla uzlaşmanın sağlanması hâlinde ilgililerin soruşturma
konusu suç nedeniyle uğradıkları zararın tazmini talebiyle yargı mercilerine
başvurulabilmesine imkân tanımayan kural, mahkemeye erişim hakkını sınırlamaktadır.
12. Anayasa’nın 13.
maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz” denilmiştir. Buna göre mahkemeye erişim hakkına
sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine
uygun ve ölçülü olması gerekir.
13. Kanunilik ölçütü
uyarınca Anayasa’nın 13. ve 36. maddeleri kapsamında mahkemeye erişim hakkını
sınırlamaya yönelik bir kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp
kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir
nitelikte olması gerekir.
14. Esasen temel
hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2.
maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk
devletinde kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır,
uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması icap eden bu
nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke
hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven
duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM E.2015/41,
K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde
sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde
güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
15. 5271 sayılı
Kanun’un 253. maddesinin (1) ila (3) numaralı fıkraları uyarınca hangi suçlar
hakkında uzlaşmanın sağlanabileceği belirlidir. Kuralda uzlaşmanın sağlanması
hâlinde açılamayacağı öngörülen davalar soruşturma konusu suç nedeniyle
açılacak tazminat davalarıdır. Kuralın lafzında herhangi bir sınırlama
bulunmadığından uzlaşmanın sağlanması durumunda maddi tazminat talebinin yanı
sıra manevi tazminat talebiyle de yargı mercilerine başvurulması mümkün
değildir. Başka bir ifadeyle kural hem maddi hem de manevi tazminat davalarını
kapsamaktadır. Buna göre kuralın uzlaşmanın sağlanması hâlinde açılamayacağı
öngörülen davalar yönünden kapsamı da belirlidir.
16. Bu itibarla kuralda
hangi hâl ve şartlarda, hangi davaların açılamayacağı hususlarının herhangi bir
tereddüde yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel
şekilde düzenlendiği gözetildiğinde kuralın kanunilik şartını sağladığı
sonucuna ulaşılmıştır.
17. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte özel sınırlama
nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının
bulunduğu kabul edilmektedir. Öte yandan Anayasa’nın başka maddelerinde yer
alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevler, özel sınırlama sebebi
gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebilir.
18. Anayasa’nın 141. maddesinin dördüncü fıkrasında “Davaların
en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
denilmektedir. Yargı mercilerinin makul olmayan bir iş yükü ile karşı karşıya
kalmaları hâlinde anılan görevi yerine getirmeleri güçleşebilecektir (AYM,
E.2022/61, K.2022/101, 8/9/2022, § 32).
19. Uzlaşma, tahkim,
dostane çözüm ve arabuluculuk gibi yöntemlere ilişkin yasal düzenlemeler
uyuşmazlıkların daha kısa sürede ve daha az masrafla sonuçlandırılmasının yanı
sıra yargının iş yükünün hafifletilmesine de hizmet etmektedir (bu yöndeki
değerlendirmeler için bkz. AYM, E.2006/106, K.2009/124, 1/10/2009). Başka bir
deyişle uzlaşma kurumu sayesinde şüpheli işlediği fiilin sonuçlarını giderme
imkânı elde etmekte, devlet ise yaptırım uygulamak için yapacağı birçok
giderden kurtulmaktadır (AYM, E.2013/20, K.2013/50, 3/4/2013).
20. Kuralda suç teşkil
eden fiilin gerçekleştirilmesi sebebiyle ortaya çıkan uyuşmazlığın alternatif
uyuşmazlık çözüm yoluyla ortadan kaldırılması ve bu suretle yargının iş yükünün
hafifletilmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla kuralla mahkemeye
erişim hakkına getirilen sınırlamanın Anayasa’nın devlete yüklediği ödevler
bağlamında meşru bir amacının bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte kuralın meşru bir
amacının bulunmasının yanı sıra ölçülü olması da gerekir.
21. Anayasa’nın 13. maddesinde güvence
altına alınan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve
orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen
sınırlamanın amaca ulaşmaya elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir
ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile amaç
arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Buna göre kuralla mahkemeye erişim hakkına getirilen
sınırlamanın elverişlilik, gereklilik ve orantılılık alt ilkelerine aykırı
olmaması gerekir.
22. Ceza soruşturması
kapsamında uzlaşmanın sağlanması hâlinde tazminat davası açılamamasının
yargının iş yükünün hafifletilmesine katkıda bulunacağı açıktır. Ayrıca ceza
soruşturması kapsamındaki uzlaştırma işlemlerinde hukuk uyuşmazlığını sona
erdirebilecek nitelikteki hükümlerin öngörülmesi kanun koyucunun takdir yetkisi
kapsamındadır. Bu itibarla kuralın yargının iş yükünün hafifletilmesi amacına
ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.
23. Anılan Kanun’un
itiraz konusu kuralın yer aldığı 253. maddesinin (5) numaralı fıkrasında
uzlaşma teklifinde bulunulması hâlinde kişiye uzlaşmanın mahiyeti ve uzlaşmayı
kabul veya reddetmesinin hukuki sonuçlarının anlatılacağı belirtilmiştir. Buna
göre ilgililere uzlaşmanın gerçekleşmesi durumunda tazminat davası
açamayacakları yönünde bilgi verilecektir. Bu itibarla kişinin tazminat davası
açamayacağının bilincinde olmadan uzlaşması ihtimalinin önüne geçebilecek
önemli bir güvencenin bulunduğu anlaşılmaktadır.
24. Diğer yandan anılan
maddenin (17) numaralı fıkrasında Cumhuriyet savcısının, uzlaşmanın tarafların
özgür iradelerine dayandığını ve edimin hukuka uygun olduğunu belirlemesi
hâlinde uzlaştırma raporunu veya ilgili belgeyi mühür ve imza altına alarak
soruşturma dosyasında muhafaza edeceği belirtilmek suretiyle uzlaşmanın
ilgililerin özgür iradeleriyle gerçekleşmesine ayrıca bu kapsamdaki edimin de
hukuka uygunluğunun sağlanmasına yönelik bir hüküm de öngörülmüştür.
25. Uzlaşma sürecinde
suç nedeniyle ortaya çıkan tüm sonuçların öngörülebildiği ve gerçek zararın
belirlenebildiği durumlarda uzlaşan kişinin tazminat davası açamamasının
anayasal bir soruna sebep olmayacağı açıktır. Zira anılan süreçte öngörülebilen
ve hesaplanabilen zararlar yönünden uzlaşılması durumunda ilke olarak
uyuşmazlık ortadan kalkmış olacaktır.
26. Buna göre uzlaşan
kişinin tazminat davası açamamasının katlanılamayacak bir külfet olmadığından
söz edebilmek için soruşturma konusu suç nedeniyle uğranılan zarar uzlaşma
görüşmeleri esnasında en azından yaklaşık olarak belirlenebilmelidir. Başka bir
ifadeyle gerçek zararın altında kalan bir edim karşılığında uzlaşan kişinin
edimi aşan kısım yönünden tazminat davası açmaktan vazgeçmiş sayılabilmesi için
uzlaşma sürecinde zararı öngörebilmesi gerekir.
27. Suç teşkil eden
fiil nedeniyle uğranılan zararın uzlaşma süreci içinde bilinmesinin her durumda
mümkün olmayacağı, özellikle maluliyet oranı gibi teknik bazı verilere ihtiyaç
duyulan hâllerde uzlaşma süreci içinde zararın sağlıklı şekilde
belirlenebilmesinin güçleşeceği açıktır. Başka bir ifadeyle taraflara
uzlaşmanın sağlanmasının sonuçları hakkında bilgi verilmesi öngörülmüş ise de
teknik birtakım verilerle ve ayrıntılı hesaplamalarla ortaya konulabilecek
zararın uzlaşma görüşmeleri esnasında belirlenmesi mümkün olmayabilir. Buna
göre ilgililerin uzlaşmanın sağlanması durumunda edimi aşan ve tazminat
davasına konu edilemeyecek zarara ilişkin her durumda eksiksiz ve doğru bilgiye
sahip olabilecekleri söylenemez.
28. Bu bağlamda uzlaşma
görüşmeleri esnasında sağlıklı şekilde belirlenmesi güç veya öngörülmesi mümkün
olmayan zararlara ilişkin açılacak davalar yönünden herhangi bir ayrım
yapılmaksızın uzlaşmanın sağlanması durumunda tazminat davası açılamayacağını
düzenleyen kuralla ilgililere katlanamayacakları bir külfet yüklenmiştir. Başka
bir deyişle kuralda yargının iş yükünün azaltılması amacıyla mahkemeye erişim
hakkına getirilen sınırlama arasında makul bir denge kurulamamıştır.
29. Bu itibarla kuralın
orantılık alt ilkesi yönünden ölçülülük ilkesini ihlal ettiği sonucuna
ulaşılmıştır.
30. Açıklanan nedenle
kural, Anayasa’nın 13. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kadir ÖZKAYA, Recai
AKYEL, Yıldız SEFERİNOĞLU, İrfan FİDAN ve Muhterem İNCE bu görüşe katılmamışlardır.
Kural, Anayasa’nın 13.
ve 36. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 10.,
17. ve 35. maddeleri yönünden incelenmemiştir.
IV. HÜKÜM
4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun 6/12/2006 tarihli ve 5560 sayılı Kanun’un 24. maddesiyle
değiştirilen 253. maddesinin (19) numaralı fıkrasının beşinci cümlesinin “Uzlaşmanın
sağlanması halinde, soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat davası açılamaz;…”
bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Kadir ÖZKAYA, Recai AKYEL, Yıldız
SEFERİNOĞLU, İrfan FİDAN ile Muhterem İNCE’nin
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA 26/7/2023 tarihinde
karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
Basri BAĞCI
|
Üye
İrfan FİDAN
|
Üye
Kenan YAŞAR
|
Üye
Muhterem İNCE
|
KARŞI OY
1. Mahkememiz çoğunluğunca, 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 6/12/2006 tarihli ve 5560 sayılı Kanun’un 24.
maddesiyle değiştirilen 253. maddesinin (19) numaralı fıkrasının beşinci
cümlesinin “Uzlaşmanın sağlanması halinde, soruşturma konusu suç
nedeniyle tazminat davası açılamaz; … ” bölümünün Anayasa’nın 13. ve
36. maddelerine aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir. Aşağıda
açıklanan nedenlerle çoğunluk görüşüne dayalı iptal kararına katılmıyoruz.
2. 5271 sayılı Kanun’un 253. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar gören gerçek kişi ya da özel
hukuk tüzel kişisinin uzlaştırılması için girişimde bulunulacak suçlar
sayılmıştır. (Karar: § 3)
3. (2) numaralı fıkrasında soruşturulması ve
kovuşturulması şikâyete bağlı olanlar hariç olmak üzere diğer kanunlarda yer
alan suçlarla ilgili olarak uzlaştırma yoluna gidilebilmesi için kanunda açık
hüküm bulunması gerektiği, (3) numaralı fıkrasında ise soruşturulması ve
kovuşturulması şikâyete bağlı olsa bile cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda ve
ısrarlı takip suçunda uzlaştırma yoluna gidilemeyeceği, uzlaştırma kapsamına
giren bir suçun bu kapsama girmeyen bir başka suçla birlikte aynı mağdura karşı
işlenmiş olması hâlinde de uzlaşma hükümlerinin uygulanmayacağı ifade
edilmiştir. (Karar: § 4)
4. Maddenin (4)
numaralı fıkrasında uzlaşma işlemlerine ilişkin usul ve esaslar düzenlenmiştir.
(Karar: § 5)
5. İptali istenilen
ibarenin de içinde yer aldığı (19) numaralı fıkrada ise uzlaşma sonucunda
şüphelinin edimini defaten yerine getirmesi hâlinde hakkında kovuşturmaya yer
olmadığı kararının verileceği, edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe
bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arz etmesi durumunda 171.
maddedeki şartlar aranmaksızın şüpheli hakkında kamu davasının açılmasının
ertelenmesi kararının verileceği, erteleme süresince zamanaşımının
işlemeyeceği, kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararından sonra
uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi hâlinde 171. maddenin (4) numaralı
fıkrasındaki şart aranmaksızın kamu davasının açılacağı, uzlaşmanın
sağlanması durumunda soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat davasının
açılamayacağı, açılmış olan davadan feragat edilmiş sayılacağı, şüphelinin
edimini yerine getirmemesi hâlinde uzlaşma raporu veya belgesinin 9/6/1932
tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 38. maddesinde yazılı ilam
niteliğini haiz belgelerden sayılacağı öngörülmüştür. (Karar: §,6)
6. İtiraz konusu
kuralda, ceza soruşturması
kapsamında uzlaşmanın sağlanması durumunda,
ceza soruşturmasına konu (uzlaşma konusu) suç nedeniyle tazminat davasının
açılamayacağı öngörülmektedir.
7. Mahkememiz
çoğunluğunca, itiraz konusu kuralla uzlaşma konusu suçlar nedeniyle tazminat
davası açılamayacağının öngörülmesinin mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil
ettiği kabul edilerek, kurala ilişkin anayasal denetim mahkemeye erişim hakkı
kapsamında yapılmıştır. Kuralın esasına ilişkin incelemede ise, kuralın kanunilik şartını sağladığı, ayrıca meşru bir
amacının da bulunduğu sonucuna ulaşıldıktan sonra, uzlaşma görüşmeleri
esnasında sağlıklı şekilde belirlenmesi güç veya öngörülmesi mümkün olmayan
zararlara ilişkin açılacak davalar yönünden herhangi bir ayrım yapılmaksızın
uzlaşmanın sağlanması durumunda tazminat davası açılamayacağının öngörülmesinin
mahkemeye erişim hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirdiği ifade edilerek kuralın
iptaline karar verilmiştir.
8. Öncelikle
belirtilmelidir ki Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkına ilişkin güvencelerin harekete geçebilmesi için medeni bir
hakkın varlığı yeterli olmayıp aynı zamanda bu medeni hakka ilişkin bir uyuşmazlığın
da bulunması gerekir (detaylı açıklama için bkz. Bekir Sözen
[GK], B. No: 2016/14586, 10/11/2022 §§ 35-52; Mehmet Güçlü ve Ramazan Erdem,
B. No: 2015/7942, 28/5/2019, §§ 25-36).
9. Somut kuralın
düzenlediği tazminat hakkının borçlar hukukuna dayandığı, dolayısıyla medeni
bir hak teşkil ettiği tereddütsüzdür. Ancak adil yargılanma hakkının
uygulanabilmesi için ayrıca kuralda düzenlenen tazminatlarla ilgili olarak
taraflar arasında bir uyuşmazlığın bulunup bulunmadığının da ortaya konulması
gerekir.
10. Çoğunluk görüşüne
dayalı kararda ise uyuşmazlığın varlığı şartı aranmadan salt medeni hakkın
varlığı, Anayasa’nın 36. maddesinin uygulanabilirliği açısından yeterli
görülmüştür. Bu yaklaşım, adil yargılanma hakkı teorisiyle çelişen bir
yaklaşımdır. Anayasa Mahkemesinin ve AİHM’in birçok kararında vurguladığı üzere
adil yargılanma hakkı ancak bir uyuşmazlığın varlığı durumunda uygulanabilir
hale gelir.
11. Dolayısıyla itiraz
konusu kuralın anlam ve kapsamı bağlamında öncelikle uzlaşmanın sağlanması
halinde medeni hakla ilgili uyuşmazlığın ortadan kalkıp kalkmayacağının tespiti
gerekmektedir.
12. Uzlaşmada taraflar
arasında gerçekleşen işlem, hukuki niteliği itibarıyla bir sulh mahiyetindedir.
Başka bir ifadeyle uzlaşmanın sağlanması esas itibarıyla tarafların sulh olduğunu
göstermektedir. Ancak itiraz konusu kuralla bu sulh işlemine ceza usul hukuku
yönünden de bazı sonuçlar bağlanmaktadır.
13. Sulh, uyuşmazlığı
sonlandıran bir taraf işlemidir. Sulh halinde uyuşmazlık da ortadan
kalktığından sulha konu bir uyuşmazlık için Anayasa’nın 36. maddesindeki
güvenceler harekete geçmez. Dolayısıyla sulha konu olmuş bir uyuşmazlık için
mahkemeye erişim imkânının bulunması gerektiği söylenemez. Bununla birlikte
uyuşmazlığın ortadan kalktığının söylenebilmesi için sulhun anayasal ilkelere
uygun olarak gerçekleştirilmesi gerekir.
14. Sulh karşılıklı
feragat iradesi içermektedir. Bu bağlamda sulhun geçerli olabilmesi için
kişinin sulhun tüm sonuçlarını öngörebilmesinin yanı sıra sulh beyanının
açıklanmasıyla ilgili usul güvencelerinden yararlanmış olması da gerekir.
15. Uzlaşma, soruşturma
makamlarının nezaretinde gerçekleşmektedir. Tarafların açıklama ve kabullerinin
serbest bir iradeye dayanıp dayanmadığı soruşturma makamınca
denetlenebilmektedir. Ayrıca mağdur, uzlaşmanın sonuçları hakkında
aydınlatılmaktadır. Bu koşullarda uzlaşmanın sonuçlarının mağdur yönünden
öngörülemediğinin ve mağdurun yeterince aydınlatılmadığının söylenmesi mümkün
değildir.
16. Çoğunluk görüşüne
dayalı kararda, suç teşkil eden fiil
nedeniyle uğranılan zararın, özellikle maluliyet oranı gibi teknik bazı
verilere ihtiyaç duyulan hâllere bağlı olarak uzlaşma süreci içinde
bilinmesinin mümkün olmadığı (uğranıldığı
değerlendirilen zarar -tazminat- miktarının ancak bilirkişi raporuyla
hesaplanabildiği hallerde) mağdurun uzlaşmanın tüm sonuçlarını öngöremeyebileceği
belirtilmiştir.
17. Belirtmek gerekir
ki, önemli olan, tarafların her türlü sonucu öngörerek uzlaşmış olmasıdır.
Zararın hesaplanmasının karmaşık birtakım işlemlerin yapılmasını gerektirmesi onun
öngörülemez olduğu anlamına gelmez. İlgililerin zararın hesaplanmasının
karmaşık olduğu durumlarda da uzlaşması mümkündür. İlgililer uzlaşmaya
zorlanmamakta, uzlaşmanın sonuçlarıyla ilgili olarak yeterince aydınlatılmakta,
varsa zararın hesaplanmasıyla ilgili bilinmezliklerin farkında olarak
uzlaşmaktadırlar.
18. Bu yönüyle önem
taşıyan husus, zararın uzlaşma tarihi itibarıyla öngörülebilir olmasıdır.
Uzlaşma tarihi itibarıyla öngörülebilen bir zararın sırf hesaplanmasının
karmaşık olması, onu öngörülebilir olmaktan çıkarmaz. Kuşkusuz uzlaşma
tarihinden sonra (sakatlık oranındaki artış veya vücuttaki arızanın sonradan
ortaya çıkması gibi) yeni olguların ortaya çıkması mümkündür. Ancak sonradan
ortaya çıkan olgular uzlaşmanın kapsamı dışında olduğundan bunlarla ilgili
olarak mağdurun tazminat davası açmasının önünde bir engel bulunmamaktadır.
Diğer bir ifadeyle dava konusu kural, uzlaşma tarihinden sonra ortaya çıkan
olgular nedeniyle tazminat davası açılmasını engellememektedir. Dava konusu
kuralın kapsamına uzlaşma tarihindeki olgular çerçevesinde yapılan uzlaşmalar
girmektedir.
19. Sonuç olarak
yeterince aydınlatılmış olan mağdurun uzlaşma tarihi itibarıyla mevcut olan
olgularla sınırlı olarak yaptığı feragat beyanının geçersiz olduğunu söylemek
için hiçbir neden bulunmamaktadır. Gereçli bir feragat beyanına dayanan
sulh/uzlaşma uyuşmazlığı ortadan kaldırdığından sulhla sonuçlanan uyuşmazlığa
karşı dava açılamayacağının düzenlenmesi adil yargılanma hakkına müdahale
teşkil etmemekte, dolayısıyla adil yargılanma hakkını ihlal etmemektedir.
20. Açıklanan
nedenlerle kararın inceleme yöntemine ve bu
yöntemle ulaşılan iptal sonucuna katılmıyoruz. İptali isteminin reddi
gerektiğini düşünüyoruz.
Başkanvekili
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Üye
İrfan FİDAN
|
Üye
Muhterem İNCE
|
|
|
|
|