“30.06.2022 tarihli ve 7415
sayılı Askerî Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun’un 1. maddesiyle 22.05.1930 tarihli ve 1632 sayılı Askerî Ceza Kanunu’nun
ek 15. maddesine sekizinci fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkrada yer
alan ‘‘gibi’’ ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
1632 sayılı Askerî Ceza Kanunu’nun ‘‘Soruşturma izni
ve izin vermeye yetkili merciler’’ başlıklı ek 15. maddesi, asker kişilerin
işledikleri askeri suçların soruşturulmasının izne tabi olduğunu ve söz konusu
soruşturma izninin usul ve esaslarını düzenlemektedir. Anılan ek 15. maddenin
sekizinci fıkrasına göre izin vermeye yetkili merci, ihbar veya şikayetin
işleme konulması halinde; bir ön inceleme başlatacaktır. Öte yandan 7415 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle 1632 sayılı Kanun’un ek 15. maddesine sekizinci
fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkraya göre firar ve izin tecavüzü gibi
hakkında ön inceleme yapılanın bulunamaması nedeniyle ifade almayı imkansız
hale getiren zorunlu hallerde, ilgilinin ifadesi alınmayacaktır. Ancak ön
inceleme aşamasında ilgilinin ifadesinin alınmayacağı hallerin kapsamını
genişleten ve iptali talep edilen ‘‘gibi’’ ibaresi, Anayasa’ya aykırıdır. Zira
iptali talep edilen ‘‘gibi’’ ibaresinin kullanılması suretiyle; bu suç
tiplerinin, tahdidi değil tadadi metotla sayılması; idarenin (izin vermeye
yetkili merciin) ön incelemede ilgilinin ifadesinin alınmayacağı suç tiplerini
keyfi biçimde tespit etmesine sebep olacaktır.
Öncelikle ön inceleme aşamasında
ilgilinin ifadesinin alınmasının, ceza muhakemesi evreleri karşısındaki hukuki
konumunu ortaya koymak gerekmektedir. ‘‘Muhakeme faaliyetinin yapılabilmesi
için bazı şartlar koşulduğu vardır. Ceza Muhakemesinde bu şartlara muhakeme
şartları denir.’’ Söz konusu muhakeme şartları arasında soruşturma izni de yer
almaktadır. Başka bir anlatımla ‘‘Kanunlarımız muhakeme için, bazen ‘‘izin’’,
bazen ‘‘karar’’ adlı bir şart koşmuşlardır. Nitelikleri ve sonuçları aynı
oldukça bu şartlar izin terimi altında toplanmalıdır. İzin, Devlet iddia
makamının sorması üzerine, bir diğer Devlet makamınca somut olayda dava
açılmasında kamu menfaati (yani maslahata uygunluk) görüldüğünde, belli suçlar
bakımından kanunun koymuş olduğu engelin kaldırılmasıdır. İzin tam serbest
değerlendirme yetkisine dayanan idari işlem olup, ceza davasının açılmasındaki
mecburilik prensibini yumuşatan bir çaredir.’’
1632 sayılı Kanun’un ek 15. maddesinde
yer alan ön inceleme, soruşturma izni vermeye yetkili merciin, soruşturma izni
verilip verilmemesi hususunu karara bağlayacağı aşamaya tekabül etmektedir. O
halde ön inceleme ile soruşturma izni arasında organik bir bağ bulunmaktadır.
Yine ön inceleme aşamasında ilgilinin ifadesinin alınması; askeri suç ya da
sırf askeri suç işlediği kendisine isnat olunan asker kişinin, savunma hakkını
kullanabileceği bir hukuki işlem olup; suçun sübut edip etmediğinin ortaya
çıkarılmasına dolayısıyla maddi gerçeğin aydınlatılmasına katkı sağlar. Başka
bir anlatımla ‘‘Şüpheli ve sanığın en temel hakkı, savunma hakkıdır. Aslında
şüpheli ve sanığa tanınan tüm hakları savunma hakkı altında toplamak mümkündür.
Çünkü bütün bu haklar, sonuçta şüpheli ve sanığın kendisini gereği gibi
savunmasını sağlamaya yöneliktir.’’ Bu kapsamda ona birtakım haklar
tanınmıştır: ‘‘sanığın duruşmada hazır bulunması sağlanmalıdır, şüpheli ve
sanık aleyhindeki isnatları öğrenebilmelidir, şüpheli ve sanık serbestçe söz
alabilmeli ve düşüncesini serbestçe söyleyebilmelidir, şüpheli ve sanık
haklarını öğrenme hakkına da sahip olmalı ve dolayısıyla bu haklar kendisine
hatırlatılmalıdır, şüpheli ve sanık delil ileri sürebilmelidir, sanık tali
davalar açabilmelidir, sanığa savunmasını hazırlayabilmesi için gereken zaman
verilmelidir, şüpheli ve sanığın susma hakkı bulunmaktadır.’’. İlgilinin
ifadesinin alınması, ceza hukukunun temel prensipleri arasında yer alan savunma
hakkı ile vicahilik ilkesinin bir tezahürü olan ve sayılı hakların kullanımını
sağlayan hukuki işlemlerden biridir.
Öte yandan izin vermeye yetkili merci,
anılan ek 15. maddede her bir ilgili bakımından tek tek sayılmış olup;
hiyerarşik amir olduklarından ve soruşturma izni bağlamında idari işlem tesis
ettiklerinden (Nitekim soruşturma iznine karşı itiraz, Danıştay Birinci
Dairesi’ne yahut idare mahkemelerine yapılacaktır.); idare konumunda
bulunmaktadır.
İptali davası konusu kural, aşağıdaki
açılardan Anayasa’ya aykırıdır.
i)Temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılma ilkeleri ve güvence ölçütleri ile hak arama hürriyeti (savunma
hakkı) bakımından:
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6 ve Anayasa’nın 36. maddelerinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkı, savunma hakkını da kapsar. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi “hakkaniyete uygun yargılama” kavramından hareket ederek adil
yargılamanın zımni gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden en önemlisi,
Anayasa’nın 36’ncı maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı”dır.
Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması demokratik
devletin ve demokratik toplumun temel bir ilkesidir. Bu sebeple AİHM’e göre
hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için, yargılamanın
yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterince ve tam
olarak kullanılması ile uyumlu olması (Bkz. Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86,
15/6/1992 §§ 49-50) ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik
olacak şekilde yorumlanması gerekmektedir (Bkz. Artico/İtalya, B. No: 6694/74,
13/5/1980 § 33) (AİHM’nin 07.03.2014 tarihli ve 2013/4784 Başvuru No’lu Kararı,
§ 32).
Yine Anayasa
Mahkemesi bir kararında, ‘‘Suç isnadı kavramı anayasal anlamda özerk bir kavram
olup isnadın muhakkak soruşturma makamlarınca yapılması gerekmemektedir. İdari
makamların da suç isnadında bulunabileceği değerlendirildiğinde soruşturma izni
verilmesi kararı anayasal anlamda suç isnadına ilişkin sürecin bir parçası
olarak yorumlanabilecektir. Dolayısıyla hakkında soruşturma izni verilen
kişinin kural olarak adil yargılanma hakkının suç isnadına ilişkin
güvencelerinden yararlanması gerekmektedir.’’ şeklindeki gerekçeyi kaleme
almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin 14.10.2020 tarihli ve 2017/39786 Bireysel
Başvuru No’lu, Durmuş Küçük Kararı, § 36).
Ancak 7415 sayılı Kanun’un 1’inci
maddesiyle 1632 sayılı Kanun’un ek 15. maddesine eklenen fıkrada ön incelemede
ilgilinin ifadesinin alınmayacağı haller sıralanmıştır. Buna göre firar ve izin
tecavüzü gibi hakkında ön inceleme yapılanın bulunamaması nedeniyle
ifade almayı imkansız hale getiren zorunlu hallerde, ilgilinin ifadesi
alınmayacaktır. Bu durumun gerekçesi: ‘‘Bu kapsamda özellikle firar ve izin
tecavüzü gibi suçlarda hakkında ön inceleme yapılan personele ulaşılamadığından
izin vermeye yetkili mercii tarafından soruşturma izni verip vermeme yönünde yapılan
değerlendirmeden önce ön inceleme raporu ile birlikte personelin ifadesinin
alınması mümkün olmamaktadır. Bu durum askeri disiplinin tesis ve idamesini
geciktirmekte, askeri hizmetin devamlılığını sekteye uğratmakta, suç
dosyalarının adli makamlara gönderilme sürecini uzatmakta, ön incelemenin
kanunda öngörülen sürede tamamlanamaması ihtimalini doğurarak, firar suçlarını
işleyen personel hakkında yürütülecek adli soruşturmanın ivedi şekilde
başlatılmasına engel olmaktadır.’’ şeklinde ifade edilmiştir. Elbette kanun
koyucu, askeri nizamın tesisini teminen bu türden ‘‘ilgilinin ifadesinin
alınamamasına yönelik zorunluluk hali’’ öngörebilir. Zira gerek firar gerek
izin tecavüzü suçlarında ilgiliye ulaşılamamaktadır; diğer bir deyişe ilgili
yoktur ve ilgilinin ifadesinin alınmasını imkansız hale getiren zorunlu bir hal
bulunmaktadır. Benzer şekilde Ceza Muhakemesi Kanunu’nda da in absentia haller
(yokluk durumları) öngörülmüştür.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun
17.09.2019 tarihli ve 2017/188 E.; 2019/544 K. sayılı Kararında da bu husus, şu
şekilde dile getirilmiştir:
‘‘Uyuşmazlığın çözümü bakımından, hazır
bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılamayacağı kuralı ve istisnaları ile
sanığın duruşmadan bağışık tutulmasını düzenleyen Ceza Muhakemesi Kanunu'ndaki
hükümlere değinilmesi faydalı olacaktır.
Sanık hazır olmaksızın duruşma
yapılamayacağı kuralını düzenleyen 5271 sayılı CMK’nın “Sanığın duruşmada hazır
bulunmaması” başlıklı 193. maddesinin birinci fıkrası; “Kanunun ayrık tuttuğu
hâller saklı kalmak üzere, hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz.
Gelmemesinin geçerli nedeni olmayan sanığın zorla getirilmesine karar verilir”
hükmünü amir olup, bu kuralın istisnai halleri ise;
Aynı maddenin ikinci fıkrasında; “Sanık
hakkında, toplanan delillere göre mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi
gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda
bitirilebilir”,
194. maddenin ikinci fıkrasında; “Sanık
savuşur veya ara vermeyi izleyen oturuma gelmezse, önceden sorguya çekilmiş ve
artık hazır bulunmasına mahkemece gerek görülmezse, dava yokluğunda
bitirilebilir”,
195. maddenin birinci fıkrasında; “Suç,
yalnız veya birlikte adlî para cezasını veya müsadereyi gerektirmekte ise;
sanık gelmese bile duruşma yapılabilir. Bu gibi hâllerde sanığa gönderilecek
davetiyede gelmese de duruşmanın yapılacağı yazılır”,
200. maddenin birinci fıkrasında;
“Sanığın yüzüne karşı suç ortaklarından birinin veya bir tanığın gerçeği
söylemeyeceğinden endişe edilirse, mahkeme, sorgu ve dinleme sırasında o
sanığın mahkeme salonundan çıkarılmasına karar verebilir”,
204. maddenin birinci fıkrasında;
“Davranışları nedeniyle, hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak
yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşıldığında sanık, duruşma salonundan
çıkarılır. Mahkeme, sanığın duruşmada hazır bulunmasını dosyanın durumuna göre
savunması bakımından zorunlu görmezse, oturumu yokluğunda sürdürür ve bitirir.
Ancak, sanığın müdafii yoksa, mahkeme barodan bir müdafi görevlendirilmesini
ister. Oturuma yeniden alınmasına karar verilen sanığa, yokluğunda yapılan
işlemler açıklanır”,
Şeklinde gösterilmiştir.
“Sanığın duruşmadan bağışık tutulması”
başlıklı 196. maddesi ise, uygulanma tarihi itibarıyla;
“(1) Mahkemece sorgusu yapılmış olan
sanık veya bu hususta sanık tarafından yetkili kılındığı hâllerde müdafii
isterse, mahkeme sanığı duruşmada hazır bulunmaktan bağışık tutabilir.
(2) Sanık, alt sınırı beş yıl ve daha
fazla hapis cezasını gerektiren suçlar hariç olmak üzere, istinabe suretiyle
sorguya çekilebilir. Sorgu için belirlenen gün, Cumhuriyet savcısı ile sanık ve
müdafiine bildirilir. Cumhuriyet savcısı ile müdafiin sorgu sırasında hazır
bulunması zorunlu değildir. Sorgusundan önce sanığa, ifadesini esas mahkemesi
huzurunda vermek isteyip istemediği sorulur.
(3) Sorgu tutanağı duruşmada okunur.
(4) Yukarıdaki fıkralar içeriğine göre
sanığın aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle
sorgusunun yapılabilmesi olanağının varlığı hâlinde bu yöntem uygulanarak sorgu
yapılır.
(5) Hastalık veya disiplin önlemi ya da
zorunlu diğer nedenlerle yargılamanın yapıldığı yargı çevresi dışındaki bir
hastahane veya tutukevine nakledilmiş olan sanığın, sorgusu yapılmış olmak
koşuluyla, hazır bulundurulmasına gerek görülmeyen oturumlar için getirilmemesine
mahkemece karar verilebilir.
(6) Yurt dışında bulunan sanığın,
belirlenen duruşma tarihinde hazır bulunmasının zorluğu halinde, bu tarihten
önce duruşma açılarak veya istinabe suretiyle sorgusu yapılabilir” biçiminde
düzenlenmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında, mahkemece
sorgusu yapılmış olmak şartıyla sanığın veya bu hususta sanık tarafından
yetkili kılındığı hâllerde müdafisinin istemi ile duruşmada hazır bulunmaktan
vareste tutulabileceği kabul edilmiş, beşinci fıkrasında ise hastalık veya disiplin
önlemi ya da zorunlu diğer nedenlerle yargılamanın yapıldığı yargı çevresi
dışındaki bir hastane veya tutukevine nakledilmiş olan sanığın sorgusu yapılmış
olmak şartıyla, hazır bulundurulmasına gerek görülmeyen oturumlar için
getirilmemesine mahkemece karar verilebileceği düzenlenmiştir.
Her iki fıkrada da sanığın sorgusunun
yapılmış olması hâli bağışık tutulmanın şartı olarak belirtilmiştir.
Diğer taraftan oldukça geniş bir kavram
olan "savunma hakkı", şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar bir gün
şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek olan toplumda yaşayan herhangi bir
ferdi, dolayısıyla bütün toplumu ve yine adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan
Devleti de ilgilendirmektedir. Ceza muhakemesinin amacı, yargılama neticesi
verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan hükmün doğru
olmasını sağlamaktadır. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi
gereken savunma hakkı, yargı mercileri huzurunda kendisini savunma, müdafi
yardımından yararlanma, susma, soru sorma, aleyhine olan işleme katılmama,
tercümandan yararlanma, delillerin toplanmasını isteme, duruşmada hazır
bulunma, kanun yoluna başvurma gibi hakları içermektedir.
Sanığın duruşmada hazır bulunabilmesi,
yükümlülük yönü olmakla birlikte öncelikle kendisi açısından bir hak olup bu
hak adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birini oluşturmaktadır. Tarafı
olduğumuz ve onaylamakla iç hukuk mevzuatına dahil ettiğimiz Avrupa İnsan
Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi'nin “Adil yargılanma hakkı”
başlıklı 6. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendinde, sanığın en azından kendi
kendini savunma hakkı bulunduğu belirtilmekle, mahkeme huzurunda doğrudan
savunmasını yapabilmesi için duruşmada hazır bulunma hakkının varlığı da zımnen
kabul edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın
"Temel haklar ve ödevler" bölümünde yer alan 36. maddesinde savunma
hakkı; "Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahiptir" şeklinde düzenlenmiş olup, "temel hak"
niteliğine uygun olarak savunma hakkı verilmemesi veya savunma hakkının
sınırlandırılması durumunda verilen karar hukuka aykırı olacaktır. Buna göre,
sanığın ceza muhakemesindeki en önemli haklarından birisi, yargı mercilerince
her aşamada nazara alınması gereken savunma hakkıdır. Anayasa ve uluslararası
sözleşmelerle güvence altına alınmış olan bu hakkın herhangi bir nedenle
sınırlandırılması da mümkün değildir. Nitekim 1412 sayılı CMUK'nın 5320 sayılı
Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 308/8
ve 5271 sayılı CMK’nın 289/1-h maddeleri uyarınca savunma hakkının
sınırlandırılması mutlak bozma nedenlerindendir.
Savunma hakkının temelini oluşturan
sorgu, sadece sanık lehine getirilmiş bir hüküm değil, aynı zamanda maddi
gerçeğe ulaşmak amacıyla konulmuş, kamusal niteliği de bulunan emredici bir
usul kuralıdır. Savunma hakkının sınırlandırılamayacağı ilke olmakla birlikte,
kanun koyucunun başka bir mağduriyete sebebiyet vermemek, yargılamanın
uzamasını engellemek, usul ekonomisi, gereksiz emek ve gider kaybına neden
olmamak açısından bazı sınırlamalara gittiği de bir gerçektir. Ancak bu
sınırlamalar yukarıda da belirtildiği gibi istisna olup, bu hâllerde dahi usul
kanunumuz bazı şartların varlığını aramaktadır.
Sanık duruşmada hazır bulunması gereken
kişilerden olup, bu durum yargılamanın "yüze karşılık" özelliği ve
savunma hakkının sonucudur. Bu nedenledir ki, ceza muhakemesi hukukumuzda
istisnai hâller haricinde, gelmeyen sanık hakkında duruşma yapılamayacaktır.
5271 sayılı CMK’nın “Duruşmanın
başlaması” başlıklı 191. maddesi uygulanma tarihi itibarıyla;
“(1) Sanığın ve müdafiinin hazır
bulunup bulunmadığı, çağrılmış tanık ve bilirkişilerin gelip gelmedikleri
saptanarak duruşmaya başlanır. Sanık, duruşmaya bağsız olarak alınır. Mahkeme
başkanı veya hâkim, duruşmanın başladığını, iddianamenin kabulü kararını
okuyarak açıklar.
(2) Tanıklar duruşma salonundan dışarı
çıkarılırlar.
(3) Duruşmada, sırasıyla;
a) Sanığın açık kimliği saptanır,
kişisel ve ekonomik durumu hakkında kendisinden bilgi alınır,
b) İddianame veya iddianame yerine geçen
belge okunur,
c) Sanığa, yüklenen suç hakkında
açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğu ve 147 nci maddede belirtilen
diğer hakları bildirilir,
d) Sanık açıklamada bulunmaya hazır
olduğunu bildirdiğinde, usulüne göre sorgusu yapılır.”
Aynı Kanunun “İfade ve sorgunun tarzı”
başlıklı 147. maddesi ise;
“(1) Şüphelinin veya sanığın ifadesinin
alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:
a) Şüpheli veya sanığın kimliği
saptanır. Şüpheli veya sanık, kimliğine ilişkin soruları doğru olarak
cevaplandırmakla yükümlüdür.
b) Kendisine yüklenen suç anlatılır.
c) Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve
onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır
bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir
müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir
müdafi görevlendirilir.
d) 95 inci madde hükmü saklı kalmak
üzere, yakalanan kişinin yakınlarından istediğine yakalandığı derhâl
bildirilir.
e) Yüklenen suç hakkında açıklamada
bulunmamasının kanunî hakkı olduğu söylenir.
f) Şüpheden kurtulması için somut
delillerin toplanmasını isteyebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var
olan şüphe nedenlerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek
olanağı tanınır.
g) İfade verenin veya sorguya çekilenin
kişisel ve ekonomik durumu hakkında bilgi alınır.
h) İfade ve sorgu işlemlerinin kaydında,
teknik imkânlardan yararlanılır.
i) İfade veya sorgu bir tutanağa
bağlanır. Bu tutanakta aşağıda belirtilen hususlar yer alır:
1. İfade alma veya sorguya çekme
işleminin yapıldığı yer ve tarih.
2. İfade alma veya sorguya çekme
sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya
sorguya çekilen kişinin açık kimliği.
3. İfade almanın veya sorgunun
yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler
yerine getirilmemiş ise nedenleri.
4. Tutanak içeriğinin ifade veren veya
sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının
alındığı.
5. İmzadan çekinme hâlinde bunun
nedenleri.” şeklinde düzenlenmiştir.
Görüldüğü gibi ifade ve sorgu şüpheli ve
sanık bakımından bir yükümlülük olmakla beraber aynı zamanda bir haktır. 5271
sayılı CMK'nın 147 ve 191. maddelerinde belirtilen yasal hakları kendisine
hatırlatılan ve “açıklamada bulunmama” hakkını kullandığına dair bir beyanda
bulunmayan, savunma yapmak için süre isteyen sanığın dinlenmesinin zorunlu
olduğu anlaşılmaktadır.’’
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu
hususu, şu şekilde ele almaktadır:
‘‘279. İlgili kişinin, huzurda hazır
bulunmadan 6/3. maddenin (c), (d) ve (e) bentlerindeki “kendisini bizzat
savunmak”, “tanıkları sorguya çekmek veya çektirmek” ve “mahkemede kullanılan
dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz
olarak yararlanmak” şeklindeki özel haklarını nasıl kullanacağını görmek
zordur. Bu nedenle bir ceza davasında sanığın mahkeme salonunda hazır
bulunmasını sağlama yükümlülüğü 6. Maddenin temel gereklerinden biri olarak
belirmektedir (Hermi v. İtalya [BD], §§ 58-59; Sejdovic v. İtalya [BD], §§ 81
ve 84; Arps v. Hırvatistan, § 28).
285. Sanığın yokluğunda yapılan
yargılamanın kendiliğinden Madde 6’ya aykırı olmamasına rağmen, gıyaben mahkum
edilen kimse yargılamanın devamında sorgusunu yapan mahkeme tarafından
suçlamanın esası hakkında, hukuka ve olgulara dair bilgilendirilmediyse, hakkın
yerine getirilmesinden kaçınma durumu oluşacaktır, meğerki mahkemede hazır
bulunma ve kendini savunma hakkından feragat ettiği ya da yargılamadan kaçma
niyetinde olduğu ortaya konulmamış olsun (Sejdovic v. İtalya [BD]). Bunun
nedeni, sanığın mahkeme salonunda hazır bulunmasını – ilk yargılama ya da
yeniden yargılama sırasında – sağlama hakkının güvenceye alınması
yükümlülüğünün, Madde 6’nın mühim gereklerinden biri olmasıdır (Stoichkov v.
Bulgaristan, § 56).’’
Ancak iptali talep edilen ibare, firar ve
izin tecavüzü mahiyetindeki suçlar dışında başka suç tiplerinin de anılan ek
fıkra kapsamında değerlendirilmesine imkan vermektedir. Diğer bir deyişle
anılan ek fıkranın lafzında ‘‘gibi’’ ibaresi kullanılmak suretiyle; izin
vermeye yetkili merci, sübjektif değerlendirmelerine göre; herhangi bir somut
durumu, ‘‘hakkında ön inceleme yapılanın bulunamaması nedeniyle ifade almayı
imkansız hale getiren zorunlu hal’’ olarak nitelendirerek; herhangi bir suç
tipi bakımından ilgilinin ifadesini almayarak onun savunma hakkını ortadan
kaldırabilecektir. Oysa suçların ve cezaların kanuniliği ilkesine istinaden
askeri suçlar ile sırf askeri suçların neler olduğu, başta 1632 sayılı Kanun
olmak üzere diğer askeri mevzuatta tek tek sayılmıştır. Bu nedenle kanun
koyucunun, hakkında ön inceleme yapılanın bulunamayacağı suç tiplerini tek tek
kanun lafzında belirtmesi gerekirdi. Nitekim firar ve izin tecavüzünü anılan ek
fıkra kapsamında açıkça saymıştır. Ancak kanun koyucu, gerekçede ‘‘Madde ile;
1632 sayılı Kanunun 65 ila 71 inci maddelerinde sayılan firar ve izin
tecavüzü mahiyetindeki suçlarla ilgili olarak, hakkında ön inceleme yapılan
kişinin bulunamaması nedeniyle ifade almayı imkânsız hale getiren zorunlu
hallerle sınırlı olmak üzere, ilgilinin ifadesinin alınmamasına yönelik
düzenleme yapılması amaçlanmaktadır.’’ şeklindeki temellendirmeyi kaleme almak
ve madde lafzında iptali talep edilen ‘‘gibi’’ ibaresini kullanmak suretiyle;
izin vermeye yetkili mercie ilgilinin ifadesinin alınmayacağı (savunma hakkının
ortadan kaldırılacağı) halleri belirleme hususunda sınırsız takdir yetkisi
tanınmıştır. Bunun, ifade almayı imkansız kılan zorunlu hale ilişkin ratio
legis’ten yola çıkmak suretiyle, izin vermeye yetkili mercie sınırsız bir suç
tipi hakkında teorik olarak uygulanabilir genelleşmiş ve ölçüsüz bir savunma
hakkını göz ardı etme yetkisine tekabül ettiği açıktır. Dahası, ihtilaflı
ibarenin vereceği rahatlıkla, etkin bir şekilde yürütülmesi gereken ilgilinin
bulunmasına yönelik hukuki prosedürün bilinçli olarak işletilmemesi olasılığı
dahi gündeme gelecektir.
Öte yandan izin vermeye yetkili mercilerin
ekseriyeti, ilgililerin disiplin amiri konumundadır. Disiplin amirlerinin tarafsız
olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Nitekim Danıştay’ın çeşitli
kararlarında belirttiği üzere; ‘‘… bunun, disiplin yaptırımı niteliğinde bir
işlem olduğu açık olup, bu işlemin de Anayasal ve yasal düzenlemelerde disiplin
yaptırımları için belirlenen ilke ve usullere uygun olarak tesis edilmesi
gerekmektedir. Bu durumun sağlanması ise, adil yargılanma hakkının bir
gereği olarak, tarafsız bir soruşturmacı tarafından yürütülecek, nesnel
sonuçlara varılması için lehte ve aleyhte tüm delillerin toplanacağı toplanan
deliller esas alınarak varılacak hukuki sonucun bildirilerek ilgili kamu personeline
kendini savunması için olanak sağlanacağı bir soruşturma ile mümkün
olabilecektir.’’ (Danıştay 2. Dairesi’nin 25.02.2020 tarihli ve 2016/4424 E.;
2020/1091 K. sayılı Kararı, 27.02.2020 tarihli ve 2016/5280 E.; 2020/1234 K.
sayılı Kararı). Ancak ön inceleme ifade alınmayacak suç tiplerinin kanun
düzeyinde belirlenmemesi suretiyle; izin vermeye yetkili mercilere sınırsız
takdir yetkisi tanınması; izin vermeye yetkili mercilerin tarafsızlığına da
gölge düşürecek ve savunma hakkını etkileyecek suistimallere yol açacaktır.
Bu nedenle savunma hakkına (Anayasa’nın
13’üncü maddesinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının
sınırlarının – bilhassa kanunilik ilkesinin aksine) idari işlemlerle müdahale
edilmesine sebep olan iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 13 ve 36’ncı
maddelerine aykırıdır.
ii)Hukuk devleti ilkesi ile suç ve
cezaların kanuniliği ilkesi bakımından: Anayasa'nın 2’nci maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri "belirlilik"tir. Belirlilik ilkesi, yalnızca yasal
belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği de ifade etmektedir.
Yasal düzenlemeye dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi
niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla, mahkeme içtihatları ve
yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Asıl
olan muhtemel muhataplarının mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür
sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini mümkün kılacak bir normun varlığıdır. AİHM de, hukuk devletinin ön koşullarından olan
hukuki güvenlik ve hukuki belirlilik ilkeleri uyarınca; hukuk normlarının
erişilebilir, öngörülebilir ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmaları
gerektiğini ifade etmektedir (AİHM, Ürper ve Diğerleri/Türkiye, 20 Ocak 2010,
başvuru no: 14526/07, §28). Anayasa'nın 38’inci maddesinin ilk fıkrasında,
"Kimse, kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz";
üçüncü fıkrasında da "Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak
kanunla konulur." denilerek "suç ve cezanın kanuniliği" ilkesi
getirilmiştir. Kişilerin yasak eylemleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan
bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır.
Anayasa'nın 38’inci maddesinde idari ve adli cezalar arasında bir ayrım
yapılmadığından disiplin cezaları da bu maddede öngörülen ilkelere tâbidir
(Anayasa Mahkemesi’nin 14.01.2015 tarihli ve 2014/100 E.; 2015/6 K. sayılı
Kararı).
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(AİHS) 7’nci maddesi de, suçta ve cezada kanunilik ilkesini güvencelemektedir
(AİHM, Kokkinakis/Yunanistan, 25 Mayıs 1993, başvuru no : 14307/88 § 52).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin 7’nci maddesi uyarınca,
kovuşturma ve mahkumiyete yol açan eylemin icra edildiği tarihte, ilgili eylemi
cezalandırılabilir kılan kanuni bir düzenlemenin bulunmasının ve verilen
cezanın da ilgili düzenleme tarafından belirlenmiş sınırları aşmamasının
gerektiğini belirtmektedir (AİHM, Del Río Prada/İspanya, 21 Ekim 2013, başvuru
no: 42750/09, § 80). Suçların kanuniliği ilkesi, suçun kanun tarafından
açıklıkla tanımlanmasını gerektirir (AİHM, Cantoni/Fransa, 15 Kasım 1996,
başvuru no: 17862/91, § 29). Sözleşme’nin 7’nci maddesindeki “hukuk” sözcüğü,
ulaşılabilirlik ve öngörülebilirlik niteliklerini içerir. Bu itibarla; kişi,
gerektiğinde mahkemelerce yapılan yorumların da yardımıyla, ilgili düzenlemenin
lafzından, hangi eylem ve ihmallerin cezai sorumluluğunu doğuracağını ve söz
konusu eylem ya da ihmal sebebiyle hangi cezaya hükmedileceğini bilebilmelidir
(AİHM, Kafkaris/Kıbrıs, 12 Şubat 2008, başvuru no: 21906/04, § 140).
Ezcümle, hukuk devleti ilkesinin somut
bir görünümü olan suç ve cezaların kanuniliği ilkesi hem maddi ceza hukuku hem
de şekli ceza hukuku normlarını kapsamaktadır. Bu nedenle yargılama usulü hukukuna
ilişkin muhakeme şartlarından olan soruşturma izninin verilip verilmeyeceği
hususunun karara bağlandığı ön inceleme için de suçların ve cezaların
kanuniliği ilkesi geçerlidir. Başka bir anlatımla ön incelemenin usulü (söz
gelimi ön incelemede ifade alınmayacak haller) de kanun düzeyinde
belirlenmelidir. Zira bu husus, belirli bir fiile isnat edilen cezanın
verilebilmesi bakımından gerekli bir koşula ilişkindir. İhtilaflı ibare;
yarattığı belirsizlik ve öngörülemezlikle, bu iki kavramı asgari ögeleri olarak
içeren hukuk devleti ile suç ve cezaların kanuniliği ilkeleriyle keskin bir
tezat içerisinde bulunmaktadır. İptali talep edilen ibare, suç ve cezaların
kanuniliği ilkesinin aksine; ön incelemede ifade almayı imkansız hale getiren
zorunlu hallerin tespitini, izin vermeye yetkili merciin (idarenin) takdir
yetkisine bıraktığından; Anayasa’nın 2 ve 38’inci maddelerine aykırıdır.
iii)Kamu görevlilerinin özlük işlemleri
bağlamında kanunilik ilkesi bakımından: Anayasa'nın 128’inci maddesinin
birinci fıkrası kapsamındaki görevleri yürüten bütün personelin nitelikleri,
atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülüklerinin kanunla
düzenlenmesi gerekir (Anayasa Mahkemesi’nin 22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.;
2012/184 K. sayılı Kararı). Anayasa Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi
kanunilik ölçütünün sağlandığından söz edilebilmesi için kanunun şeklen var
olması yeterli olmayıp yasal kurallar keyfiliğe izin vermeyecek şekilde
belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu
niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvenceye bağlanan hukuk
devleti ilkesinin de bir gereğidir. Dolayısıyla Anayasa’nın 128’inci maddesinde
yer verilen kanunilik ölçütü, Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvence altına
alınan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır (aynı yöndeki
değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88, K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14)
(Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve 2020/1 E.; 2020/563 K. sayılı
Kararı, § 41).
Anılan ek madde 15, asker
kişilerin işledikleri askeri suçların soruşturulmasının izne tabi olduğunu ve
buna yönelik fer’i hükümleri düzenlemektedir. Asker kişiler ise 1632 sayılı
Kanun’un 3’üncü maddesinde tanımlanmaktadır. Buna göre:
‘‘Askeri
şahıslar : (1)
Madde 3 – (Değişik : 22/3/2000 - 4551/1 md.)
Askerî şahıslar; Mareşalden asteğmene kadar subaylar,
astsubaylar, Millî Savunma Bakanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve
kuruluşunda çalışan sivil personel, uzman jandarma, uzman erbaş, sözleşmeli
erbaş ve er, erbaş ve erler ile askerî öğrencilerdir.
Milli Savunma Bakanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve
kuruluşunda çalışan Devlet memurlarının asker kişi sıfatları, 4.1.1961 tarihli
ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 115. maddesinde
belirtilen yükümlülükleri ile sınırlıdır.’’
O halde askeri
şahısların kamu hukuku açısından statüsünü ortaya koymak gerekmektedir. Kuvvet
Komutanlıklarının sevk ve idaresinden sorumlu ve askeri hiyerarşide yüksek
rütbe sahibi olan generaller ve amiraller başta olmak üzere sayılı kimseler,
genel idare esaslarına göre kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli
görevleri (başta savunma olmak üzere) yerine getirdiğinden; Anayasa’nın
128’inci maddesi bağlamında kamu görevlisidir. Öte yandan söz konusu soruşturma izni ise; hukuki
niteliği itibariyle cezai muhakemenin yürütülebilmesi adına aranan soruşturma
şartı olduğundan; anılan Anayasal hüküm bağlamında özlük işleri kapsamında yer
almaktadır.
Diğer bir deyişle
Anayasa’nın 128. maddesi gereğince; asker kişiler hakkında verilecek soruşturma
izni dahil olmak üzere özlük işleri, kanun ile düzenleneceğinden; kanun
koyucunun bu yetkisini, Anayasal sınırlar içinde kullanması gerekir. Ancak
iptali talep edilen ibare, kamu görevlileri için getirilen Anayasal
güvencelerin gereklerini karşılamamaktadır. Zira iptali talep edilen ibare; asker kişiler hakkındaki
soruşturma izninin verilip verilmemesinin karara bağlandığı ön inceleme
aşamasında, ilgilinin ifadesinin alınmayacağı suç tiplerini belirleme yetkisini,
idarenin (izin vermeye yetkili merciin) uhdesine bırakmıştır. Bir başka
deyişle, ihtilaflı ibare, Anayasa’nın 128. maddesi anlamındaki özlük işlerinin
(belirlilik ve öngörülebilirlik ögelerini içeren) maddi anlamda bir kanun
bünyesinde düzenlenmediğini göstermektedir. O halde iptali talep edilen ibare,
yol açacağı keyfi uygulamalar itibariyle, Anayasa’nın 128. maddesinin gerekli
kıldığı maddi anlamda kanunilik ilkesinin gereklerine aykırıdır.
iv)Hukuk devleti ve idarenin kanuniliği ilkeleri bakımından:
Hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu
başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı
amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı
duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk
kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların
üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile
Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009
tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de kanun
hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını
ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem
içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par. 13;
RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98
K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle, hukuk devleti ilkesi gereğince, idareye
işlem tesis ederken ve eylemde bulunurken veya görevlerini yerine getirirken
belirli ölçüde hareket serbestliği sağlayan takdir yetkisinin kullanımı mutlak,
sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir yetkisinin sınırları,
keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla kanunla çizilmelidir.
Öte yandan Anayasa’nın 123. maddesinde yer alan idarenin
kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin secundum
legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin düzenleme
yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intra legem özelliğidir
(kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve eylemleri
kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle ön incelemede ilgilinin ifadesinin alınmayacağı suç
tiplerinin; Anayasa’nın 128’inci maddesinde hüküm altına alınan ve hukuk
devletinin temel taşı olan maddi anlamdaki kanunilik kıstasının gereklerini
karşılaması ve kanuna dayanması ile kanuna aykırı olmaması için; genel
çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde
çizilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle kanun koyucu, –Anayasal ilkelerin
aksine- izin vermeye yetkili merciin hangi nesnel ölçüte istinaden suç
tiplerini anılan ek fıkranın kapsamına alacağı hakkında tamamen sessiz kalmış,
bu konuyu tamamen idarenin (izin vermeye yetkili merciin) uhdesine bırakmıştır.
Kanun koyucu; kanun düzeyinde açıkça ön incelemede ifadenin alınmayacağı
birtakım suç tiplerini tek tek sıralamamış; ancak iptali talep edilen ibareyle
ön incelemede ifadenin alınmayacağı diğer suç tiplerini belirleme yetkisini
izin vermeye yetkili merciin uhdesine bırakmış; dahası izin vermeye yetkili
mercii, ön incelemede ifadenin alınmayacağı suç tiplerini belirlerken esas
alacağı objektif kriterlerle kayıtlamamıştır. Her ne kadar fıkra lafzında
‘‘hakkında ön inceleme yapılanın bulunmaması nedeniyle’’ ibaresi yer alsa da; ‘‘bulunamama
hali’’nin somut olayda nasıl gerçekleşeceği belirsizdir. O kadar ki; ihtilaflı
ibarenin içerdiği belirsizlik ve öngörülemezlik sonucunda, uygulamada, etkin
bir şekilde ilgilinin bulunmasına yönelik hukuki prosedürün bilinçli olarak
işletilmemesi durumu da ‘‘bulunamama hali’’ içerisinde değerlendirilme riski
taşıyacaktır.
Kanun koyucu, ön incelemede ilgilinin ifadesinin
alınmayacağı suç tiplerini izin vermeye yetkili merciin
düzenleyici (ve dahi birel) işlemlerinin düzenleme alanının konusu yapmış; ön
incelemede ifade alınmaması özelinde soruşturma izni verilmesi usulünü -maddi
anlamda- kanuni dayanaktan yoksun bırakmıştır. Kanun düzeyinde
belirlenmesi gereken suç tiplerini, izin vermeye yetkili merciin
düzenleyici (ve dahi birel) işlemlerine tevdi eden ve yukarıda
tanımlandığı anlamda maddi anlamda kanunilik ilkesinin gereklerini yerine
getirmeyen ihtilaflı ibare, Anayasa’nın 2 ve 123. maddelerine aykırıdır.
Bunun yanında, Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında, ‘‘Kamu kurum ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir
deyişle kadro usulüne ilişkin düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili
olup idarenin kuruluş ve görevlerinin belirlenmesinin bir parçasını
oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesinin bir kararında konuyla ilgili olarak, “Bir
kurumun kuruluşu deyince her şeyden önce o kurumu yürütecek personele ait
kadrolar hatıra gelir. Zira kurumun temelinden çatısına kadar bütün örgütünün
bu kadrolar teşkil eder. Personel kadroları mevcut olmayan bir kurum, henüz
kuruluş haline geçmemiş demektir. Şu halde bir kurumu çalışır hale getirecek
olan Personel kadrolarının, en küçüğünden en büyüğüne kadar, bütününü
kuruluştan ayrı düşünmeğe imkân yoktur.” denilmektedir (AYM E. 1965/32, K.
1966/3, 4/2/1966)’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2020 tarihli ve 2018/119 E.;
2020/25 K. sayılı Kararı, § 18). Ancak iptali talep edilen ibarenin yer aldığı
cümle hükmünde; kadro ihdası gibi özlük işleri kapsamında değerlendirilen
soruşturma izni verilip verilmemesi hakkında karar alınan ön incelemede
ilgilinin ifadesinin alınmayacağı suç tiplerinin hangileri olduğu;
hukuki işlem olarak kanun ile açıkça ortaya konulmamıştır.
Yine izin vermeye yetkili merciin yapacağı düzenlemeleri, tek
başına ve çok kısa vadede değiştirebilmesi olasılığı da; ilgililerin
soruşturulmaları bakımından hukuki öngörülebilirlik ilkesini zedelemektedir.
İzin vermeye yetkili merciin uhdesine sınırları belirsiz, çok geniş
bir düzenleme alanının bırakılması, anılan maddenin uygulanmasını sağlamaya
ilişkin Anayasal işlevinin ötesine geçerek, şekli anlamda kanun aracılığıyla, izin
vermeye yetkili merciin (düzenleyici ve dahi birel) işlemlerine, maddi anlamda kanun
koyma yetkisinin tanınması anlamına gelecektir.
Bu nedenlerle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 2, 123 ve 128.
maddelerine aykırıdır.
v)Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından:
Anayasa’nın 7’nci maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkesine göre yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu
nedenle idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri
ortaya koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız
ve belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenleme
yetkisi; sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme,
Anayasa’nın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı
Kararı). İptali talep edilen ibarenin yer aldığı cümle hükmünde olduğu gibi temel
ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye (izin vermeye
yetkili mercie); ön incelemede ilgilinin ifadesinin alınmayacağı suç tiplerini
tespit etme yetkisi veren yasa hükmü, Anayasa’nın 7’nci maddesine aykırılık
oluşturur.
vi)Eşitlik ilkesi bakımından: Ayrıca iptali talep
edilen ibareyle ön incelemede ilgilinin ifadesinin alınmayacağı suç tiplerini
tespit etme yetkisinin sınırsız biçimde izin vermeye yetkili merciin uhdesine
bırakılması, aynı nitelikteki suçu işleyen ilgililer arasında idare tarafından
kayırma/ayrımcılık yapılmasına neden olabileceğinden; anılan ibare, Anayasa’nın
10’uncu maddesinde yer alan eşitlik ilkesine de aykırıdır. Zira eşitlik
ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda benzer
kişi kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir ‘‘haklı
neden’’in var olup olmadığına göre yapılır.
Anayasa Mahkemesi’nin ifade
ettiği üzere; “[Eşitlik ilkesi] ile güdülen amaç, benzer koşullar içinde olan,
özdeş nitelikte bulunan durumların yasalarca aynı işleme uyruk tutulmasını
sağlamaktır.” (Anayasa Mahkemesi’nin 13.04.1976 tarihli ve 1976/3 E.; 1976/3 K.
sayılı Kararı). Yine AYM’ye göre; “Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda
bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak,
ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir” (Anayasa Mahkemesi’nin
07.02.2006 tarihli ve 2006/11 E.; 2006/17 K. sayılı Kararı). Eşitlik ilkesinin
ihlal edilip edilmediği hususunun tespitinde, somut olayda yapılan ayrımın
haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı noktası dikkate alınır: “Anayasa'nın 10.
maddesinde öngörülen eşitlik, mutlak anlamda bir eşitlik olmayıp, ortada haklı
nedenlerin bulunması halinde, farklı uygulamalara imkan veren bir ilkedir”
(Anayasa Mahkemesi’nin 11.12.1986 tarihli ve 1985/11 E.; 1986/29 K. sayılı
Kararı).
Ne var ki, iptali talep edilen ibarenin izin vermeye yetkili
mercie verdiği keyfi uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir yetkisi,
idare tarafından aynı nitelikteki suçu işleyen iki ilgiliden birinin bulunup
ifadesinin alınmasına ve fakat diğerinin bulunamayıp ifadesinin alınamamasına
ilişkin haklı nedeni somutlaştırmaya elverişli değildir. Başka bir anlatımla, ön incelemede ilgilinin
ifadesinin alınmayacağı suç tiplerini tespit etme yetkisinin idareye bırakılması, uygulamada aynı nitelikteki suçu işleyen kişi
kategorileri arasında haklı nedene dayanmayan ve keyfî muamele farklılıklarına
yol açacaktır. İptali istenen ibarenin aynı nitelikteki suçu işleyen ilgililer
arasında muamele farklılığına yol açabileceği hasebiyle kanun önünde eşitlik
ilkesine aykırı olduğunun tespiti için, ihtilaflı ibarenin haklı gerekçeye
dayanmayan muamele farklılığını yalnızca olası kıldığının tespiti yeterli
addedilmek gerekir. Bu nedenle anılan ibare, Anayasa’nın 10. maddesine
aykırıdır.
vii)Kamu hizmetine alımda liyakat ilkesi
bakımından: Diğer
taraftan Anayasa’nın 70. maddesinde öngörülen kamu hizmetine girme hakkının
temel bir hak olarak etkililiği, maddenin “Hizmete alınmada, görevin
gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki ikinci
fıkrasının (liyakat ilkesinin), halihazırda kamu hizmeti ifa eden kamu
görevlileri açısından da bir güvence olarak esas alınmasını gerektirir. Zira,
kamu hizmeti icra eden görevlinin kamu görevine devam edip etmemesinin görevin
gerektirdiği nitelikler dışındaki sebeplere dayandırılması, Anayasa’nın 70’inci
maddesindeki hakkı etkisiz ve göstermelik hale getirecektir. Şu halde;
görevdeki kamu görevlileri de Anayasa’nın 70’inci maddesinde öngörülen
güvencenin koruması altındadır. Bu itibarla, bu hakkın amacı kamu hizmeti icra
edecek personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesini sağlamak ise; (nihayetinde Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilişiğin
kesilmesi sonucunu doğurması muhtemel) soruşturma izninin verilip
verilmemesinin karara bağlandığı ön incelemeye yönelik idari işlemin liyakat
esasının icaplarını karşılayacak ve keyfîliğe yol açmayacak nitelikte olması
gerekmektedir. Oysa ön incelemede ilgilinin ifadesinin alınmayacağı suç
tiplerini belirleme hususunda idarenin sınırsız yetkiyle donatılması; söz
konusu hakkın, haklarında aynı askeri suç isnadı bulunan ilgililer bakımından
eşit düzeyde güvence altına alınmasına engel oluşturacak ve kişilerin kamu
görevine devam etmelerinin önüne, keyfî ve siyasi mülahazalarla alınmış idari
kararların çıkarılmasını mümkün kılacaktır. Bunun sonucu olarak; hizmete
devamda görevin gerektirdiği niteliklerden başka ayrımların gözetilmesini
mümkün kılan belirsiz ve öngörülemez kapsamlı ihtilaflı ibare, Anayasa’nın 70.
maddesine de aykırıdır.
viii)Disiplin kovuşturulmasında kamu
görevlileri için öngörülen güvence bakımından: Anayasa’nın 129. maddesine göre
memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan
ötürü ceza kovuşturması açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında,
kanunun gösterdiği idari mercinin iznine bağlıdır. Ancak iptali talep edilen
ibarenin içerdiği Anayasa’ya aykırılıklar, idari mercinin iznine ilişkin olarak
(maddi anlamda) kanunilik ilkesinin gereklerini de ihlal ettiğinden; anılan
ibare, Anayasa’nın 129. maddesine de aykırıdır. Diğer bir deyişle kamu
görevlisi olan asker kişilerin askeri suçlardan dolayı haklarında yapılan
haksız suç isnatlarını bertaraf etmek ve askeri görevin devamını sağlamak
amacıyla hüküm altına alınan Anayasal güvence (idari mercinin izni); izin
vermeye yetkili merciin uhdesine hiçbir kayıt getirmeksizin ön incelemede
ilgilinin ifadesinin alınmayacağı suç tiplerini belirleme yetkisi bırakılmak
suretiyle temin edilememektedir. Hakkında soruşturma izni verilecek ilgiliye
ifade verme özelinde savunma hakkı tanınmasını öngören Anayasa’nın 129’uncu
maddesinden sapmayı, hukuka uygun kılacak (bulunmama özelinde) fiili zorunluluk
halini tespit etme yetkisi, kanunilik ilkesi tarafından gerekli çerçeve belirli
kılınmadan idareye bırakılmıştır. Söz konusu yetkinin, ihtilaflı ibare
aracılığıyla; açıkça tanımlanmamış, öngörülemez ve keyfî sonuçlara yol açacak
bir şekilde ihdası, Anayasa’nın 129. maddesini ihlal etmektedir.
ix)Temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılma ilkeleri ve güvence ölçütleri ile
kişi hürriyeti ve güvenliği bakımından: Anayasa’nın 19’uncu
maddesinin ikinci fıkrası ve devamında herkesin şekil ve şartları kanunda
gösterilmek şartıyla kişi özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar
sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının
kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan
herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir. Anayasa’nın 19.
maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı
korumak olup, maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek
sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması
gerekir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.07.2013 tarihli ve 2012/1137 Bireysel Başvuru
No’lu Kararı, § 42-44). Diğer bir deyişle
Anayasa’nın 19. maddesinde ifadesini bulan kişi özgürlüğü kavramı, kişiye
dilediği gibi karar verip hareket edebilme olanağı sağlayan kurumlaşmamış
özgürlükler alanını kapsamaktadır. Bir kimsenin, başkasına zarar vermeden;
istediği hareketi yapabilmesi, istediği gibi dolaşabilmesi, yemesi, içmesi,
eğlenmesi de şüphesiz "kişi hürriyeti" kavramının içerisindedir
(Anayasa Mahkemesi'nin 26.11.1986 tarihli ve 1985/8 E., 1986/27 K.; 20.09.1966
tarihli ve 1963/156 E., 1966/34 K. sayılı Kararları).
Anılan ek madde 15, asker kişilerin işledikleri asker suçların
soruşturulmasının izne tabi olduğunu ve buna fer’i hükümleri düzenlemektedir.
1632 sayılı Kanun’da sayılı askeri suçlar ile sırf askeri suçların ekseriyeti
bakımından öngörülen hukuki yaptırım, hapis cezasıdır. Hapis cezası ise, kişi
hürriyeti ve güvenliğine yapılan bir müdahaledir. Bu müdahalenin Anayasa’nın
13’üncü maddesi doğrultusunda yapılması gerekir. Bu hususlardan biri
sınırlandırmanın kanunla yapılmasıdır. Nitekim AİHM birçok kararında, iç
hukukta özgürlükten mahrumiyete ilişkin şartların açıkça tanımlanmış olması
ve kanunun uygulanmasının öngörülebilir olmasının, AİHS’de yer alan “hukuka
uygunluk” kriterinin gerçekleşmesi için gerekli olduğuna işaret etmiştir
(AİHM’nin 22.11.1995 tarihli, S.W. . Birleşik Krallık Kararı, § 35-36).
O halde en nihayetinde hapis cezası verilmesine sebep olacak
hukuki prosedürün başlatıcısı konumunda yer alan ön incelemede yapılan hukuka
aykırılık; kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına halel getirecektir. İhtilaflı
düzenleme, bu bakımdan maddi anlamda kanunun niteliksel gerekliliklerini haiz
değildir. Demokratik bir toplumda istisnai olarak gerçekleşmesi gereken kişi
özgürlüğünün kayıtlanması, ölçülü olmalı ve kişiyi keyfî uygulamalara karşı
koruyacak gerekli güvenceler kanun düzeyinde öngörülmelidir. Yukarıda
açıklandığı üzere iptali talep edilen ibarenin (bilhassa Anayasa’nın 13.
maddesinde yer alan kanunilik kaydı bakımından) Anayasa’ya aykırı olması;
nihayetinde ilgilinin keyfi biçimde hapis cezası ile tecziyesine sebep
olacağından; Anayasa’nın 13 ve 19. maddelerine aykırıdır.
x)Kamu yararı ilkesi ile idarenin bütünlüğü
ilkesi: askeri hiyerarşi ve disiplin bakımından: Anayasa’nın 123’üncü maddesinde yer alan “idarenin bütünlüğü”
ilkesi, tekil devlet modelinde yönetim alanında öngörülen temel ilkedir. Bu
ilke, yönetsel işlev gören ayrı hukuksal statülere bağlı değişik kuruluşların
“bir bütün” oluşturduğunu anlatmaktadır. Tekil devlet modelinde, tek bir
egemenlik vardır ve devlet tek yetkilidir. Devletin örgütsel yapısı parçalı bir
görünüm sergilese ve devlet yetkisini kullanan birçok kamu tüzel kişisi olsa
da, bunların arasındaki birlikteliği “idarenin bütünlüğü” ilkesi sağlamaktadır
(Anayasa Mahkemesi’nin 18.01.2007 tarihli ve 2005/32 E.; 2007/3 K. sayılı
Kararı). İdarenin bütünlüğü, merkezin denetimi ve
gözetimi ile hayata geçirilmekte ve yönetimde bütünlüğü sağlamak için başlıca
üç hukuksal araç, hiyerarşi, yetki genişliği ve idarî vesayet kullanılmaktadır (Anayasa
Mahkemesi’nin 03.11.2011tarihli ve 2011/11 E.; 2011/151 K. sayılı Kararı).
Buna ilave olarak Anayasa Mahkemesi’nin
belirttiği üzere; askerlik hizmetinin yerine getirdiği fonksiyonun bir gereği
olarak sıkı disiplin ve itaatin geçerli olduğu bir kamu hizmeti türü olması
nedeniyle askerî personelden diğer kamu görevlilerine nazaran daha katı bir
disiplin beklenmesi doğaldır (Anayasa Mahkemesi’nin 15.09.2020 tarihli ve
2016/11722 Başvuru No’lu Kararı,
§53 ).
Diğer bir deyişle soruşturma izni verilmesine yönelik işlemler,
hiyerarşinin göstergesi ve tezahürüdür. Başka bir deyişe hiyerarşik yapı içinde
ast, üstüne tabidir. Bu tabiiyet üste birtakım yetkiler (soruşturma izni verme,
teşkilatlanmaya ilişkin kadro tespiti, atama, emir ve talimat verme, disiplin
işlemi yapma yetkisi, izin-sicil-ödül-ceza ve diğerleri) verir. Bu hiyerarşik
yetkilerden birinin ortadan kaldırılması; amiri, amirlik makamının gereklerini
yerine getirmekten alıkoyar, askeri hiyerarşiyi ve genel idare usulündekinden
daha sıkı olan otoriteyi bozar. O halde soruşturma izninin verilip verilmeyeceğinin
karara bağlandığı ön incelemede ilgilinin ifadesinin alınmasında güdülen kamu
yararı, aynı zamanda; idarenin bütünlüğü ilkesi gereğince disiplini ve
hiyerarşiyi temin etmelidir.
Başka bir anlatımla Anayasa’nın 2.
maddesindeki hukuk devleti ilkesi gereğince, yasama işlemlerinin kişisel
yararları değil kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla yapılması zorunludur
(Anayasa Mahkemesi’nin 17. 06. 2015 karar tarihli ve 2014/179 E.; 2015/54 K.
sayılı Kararı). Yukarıda açıklandığı üzere iptali talep edilen ibarenin yer
aldığı fıkrayla güdülen kamu yararı da; askeri disiplinin tesis ve idamesinin
geciktirilmemesi, askeri hizmetin devamlılığının sekteye uğratılmaması, suç
dosyalarının adli makamlara gönderilme sürecinin uzatılmaması ve ön incelemenin
kanunda öngörülen sürede tamamlanmasıdır.
Ancak iptali talep edilen ibare nedeniyle; genel idari
teşkilattan ayrı ve kendine özgü idari yapısı olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin
iç işleyişinin hiyerarşi ve disiplin içinde gerçekleşmesini temin eden
soruşturma izninin verilip verilmeyeceğinin karara bağlandığı ön incelemede
ilgilinin ifadesinin alınması bakımından öngörülen istisnanın kanun düzeyinde
getirilmemesi; (askeri hiyerarşinin temini ve disiplin zafiyetinin yaşanmaması
için tesis edilmiş mevcut düzen bozularak) soruşturma izni işlemlerinin
hakkaniyetten uzak biçimde tesis edilmesine neden olacağından ve dolayısıyla
askeri hiyerarşiyi ve disiplini bozacağından; kamu yararı ve idarenin bütünlüğü
ilkelerini (Anayasa’nın 2 ve 123. maddelerini) ihlal etmektedir.
xi)Kuvvetler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin
veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa
Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında Anayasa'nın 153’üncü
maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan söz edilebilmesi için
iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik ve kapsam bakımından
aynı ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme
hakkında verdiği bir iptal kararında ‘‘… Buna
göre, (Telekomünikasyon) Kurum'da
çalışan memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerinin yasayla düzenlenmesi gerekirken, buna ilişkin düzenlemelerin Bakanlar
Kurulu'na bırakılması, Anayasa'nın 128’inci maddesine aykırıdır. Bu nedenle
kuralın iptali gerekir…’’ şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.12.2007 tarihli ve 2002/35 ve 2002/95 sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı karşısında; kanun
koyucunun Anayasa’nın 128’inci maddesine -benzer sakatlıktan muzdarip olması
hasebiyle- aykırı olan iptali talep edilen ibareyi kanunlaştırması, Anayasa’nın
153. maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse ve organın kaynağını Anayasa’dan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını öngören 6. maddesine ve
Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler ayrılığı ilkesine de halel
getirmektedir.
xii)Uluslararası andlaşmaların iç hukuka
etkisi bakımından:
Anayasa’nın 90. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne göre
yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı koruyucu,
kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar hiyerarşisinde
kanunun üstündedir. İptali talep edilen ibare, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkına ilişkin 5’inci; adil yargılanma hakkına ilişkin 6’ncı; suç ve
cezaların kanuniliği ilkesine ilişkin 7’nci maddelerini ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90’ıncı
maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle 7415 sayılı Kanun’un 1’inci maddesiyle
22.05.1930 tarihli ve 1632 sayılı Askerî Ceza Kanunu’nun ek 15. maddesine
sekizinci fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkrada yer alan ‘‘gibi’’
ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 6, 7, 10, 13, 19, 36, 38, 70, 90,
123, 128, 129 ve 153. maddelerine aykırıdır; anılan ibarenin iptali gerekir.
1)
30.06.2022 tarihli ve 7415 sayılı Askerî Ceza Kanunu ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 3. maddesiyle 27.07.1967
tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 49’uncu
maddesinin birinci fıkrasının (h) bendine birinci cümlesinden sonra gelmek
üzere eklenen cümlenin Anayasa’ya aykırılığı
926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun ‘‘General
ve amiral miktarları’’ başlıklı 49. maddesinin birinci
fıkrasının (h) bendi, Genelkurmay Başkanının yaş haddini düzenlemektedir.
Anılan bendin birinci cümlesine göre Genelkurmay Başkanlığı’na atanan
orgeneral-oramirallerin yaş haddi 67’dir. 7415 sayılı Kanun’un 3’üncü
maddesiyle 926 sayılı Kanun’un 49’uncu maddesinin birinci fıkrasının
(h) bendine birinci cümlesinden sonra gelmek üzere eklenen ve iptali talep
edilen cümleye göre Genelkurmay Başkanının yaş haddi, birer yıllık süre ile 72
yaşına kadar Cumhurbaşkanınca uzatılabilecektir. Ancak söz konusu ek cümle,
Anayasa’ya aykırıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki Genelkurmay Başkanlarının yaş
haddi, 926 sayılı Kanun’un 49’uncu maddesinin birinci fıkrasının (h) bendinde
düzenlenmiş; görev süresi, 3 sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri ile Kamu Kurum
ve Kuruluşlarında Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin (CBK)
9’uncu maddesinin üçüncü fıkrasında hüküm altına alınmıştır. 3 sayılı CBK’nin
9’uncu maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesine göre Genelkurmay
Başkanının görev süresi 4 yıldır. Ancak 04.08.2022 tarihli ve 108 sayılı Üst
Kademe Kamu Yöneticileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Atama Usûllerine Dair
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nde Değişiklik Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin 1’inci maddesiyle 3 sayılı CBK’nin 9’uncu maddesinin birinci
fıkrasının ikinci cümlesinden sonra gelmek üzere cümle eklenmiştir. Söz konusu
eklenen cümleye göre Genelkurmay Başkanının görev süresi, birer yıllık
sürelerle Cumhurbaşkanınca yaş haddine kadar uzatılabilecektir. Belirtmek
gerekir ki 108 sayılı CBK, 04.08.2022 tarihlidir ve 04.08.2022 tarihli ve 31913
sayılı (Mükerrer) Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. 04.08.2022 tarihi ise;
Yüksek Askerî Şûra’nın (YAŞ) toplantı tarihine tekabül etmektedir. Söz konusu
toplantı akabinde 05.08.2022 tarihli ve 31914 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan
04.08.2022 tarihli ve 2022/350 sayılı atama kararı ile Genelkurmay Başkanı
Yaşar Güler’in yaş haddi ve görev süresi, 30 Ağustos 2022 tarihinden geçerli
olmak üzere bir yıl uzatılmıştır. (10.07.2018 tarihli ve 30474 sayılı Resmi
Gazete’de yayınlanan 09.07.2018 tarihli ve 2018/2 sayılı atama kararı ile Kara
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Güler, Genelkurmay Başkanlığı’na atanmış
idi. İptali talep edilen düzenlemeden önce 1954 doğumlu olan Genelkurmay
Başkanı Yaşar Güler, 04.08.2022 tarihli YAŞ toplantısında yaş haddinden resen
emekliye ayrılacak idi.)
Buna ilave olarak Genelkurmay Başkanının hukuki statüsünün de
ortaya konulması gerekmektedir. Üst kademe yöneticiliğinin hangi makamlara
tekabül ettiği hususunda görüş birliği bulunmamaktadır. Nitekim Anayasa
Mahkemesi de bu konuda (18.06.1985 tarihli ve 1985/3 E.; 1985/8 K. sayılı
Kararında) şu açıklamayı kaleme almıştır:
‘‘"Kamu politikasının tayinine katılma",
"Seçimle gelmemekle birlikte etkin bir otoriteye sahip olma",
"Kuruluşunun en üst düzeyinde bulunan", "Kuruluş amacının
gerçekleşmesinden önemli yetki ve sorumluluklarla donatılmış, kuruluşun
planlama, örgütlenme, personel ve kadrolarını yöneltme, denetim ve temsil gibi
işlevlerin bir bölümünü görev olarak yerine getiren" biçiminde ölçütler
kullanılması önerilmişse de, sorun kesin bir çözüme kavuşturulamamıştır.
Mevzuat yönünden de durum aynıdır.
Yasa Koyucu, üst kademe yöneticisinin tanımını yapmaktaki
güçlüğü dikkate alarak bunları bir bir saymak yolunu tercih etmiştir. Esasen,
bir tanım yapılsaydı dahi, tam anlamıyla bir tanım olmayacak ve takdire yine de
elverişli bulunacaktı.’’
Genelkurmay Başkanının atamasına ilişkin usul ve esaslar da 3
sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Atama
Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nde düzenlenmiştir.
Anayasal düzlemde ise, Anayasa’nın 117 maddesi gereğince
Cumhurbaşkanınca atanan Genelkurmay Başkanı; Silahlı Kuvvetlerin komutanı olup,
savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı namına yerine getirir. 1
sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 338 maddesi gereğince Genelkurmay Başkanlığı
ile Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıkları Milli Savunma Bakanı’na
bağlıdır. Her ne kadar Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanı’na
bağlanmış olsa da; Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri
Komutanları Anayasa’nın 118. maddesi gereğince (Milli Savunma Bakanı’ndan
azade) Milli Güvenlik Kurulu’nun üyesidir ve Anayasa’nın 148 maddesi gereğince
görevleriyle ilgili suçlar nedeniyle Yüce Divan’da yargılanacaklardır. Diğer
bir deyişle üst düzey kamu görevlisi olan (Anayasa Mahkemesi’nin 11.10.2018
tarihli ve 2015/9734 Bireysel Başvuru No’lu Hüsnü Şimşek Kararı, § 51) ve anayasal bir statüye sahip
Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanları bakanlıkların bağlı ve ilgili kurum
ve kuruluşlarındaki üst kademe kamu yöneticilerinden farklıdır. Diğer bir
deyişle Türk Silahlı Kuvvetlerinin tekil örgütlenmesi içinde Genelkurmay
Başkanlığı; tarihsel önemini, kendine özgü hukuki statüsünü, Anayasal varlığını
korumaktadır. Anayasa Mahkemesi’ne göre de;
‘‘Gerçekten 110. maddenin üçüncü fıkrasında "Genel Kurmay
Başkanı, silâhlı Kuvvetlerin Komutanıdır." hükmü yer almıştır. Bu hükmü
ile Anayasa, Genel Kurmay Başkanına; Türk Ordusunun Kurmaylık hizmetlerinden
başka, barış ve savaş hali ayırımı yapmadan, Silâhlı Kuvvetlerin komutanlığı
görevini de vermiş bulunmaktadır. Komutanlığın; bir sevk ve idare makamı
olduğunda ve komutası altındaki bütün kuvvetlerin barışta ve savaşta her
bakımdan hazırlanması ve idaresi işlerinin de bu makama ait bulunduğunda şüphe
yoktur. 4/1/1961 günlü ve 221 sayılı (Türk Silâhlı Kuvvetleri İç hizmet Kanunu)
nun 35. maddesinde "Silâhlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk Yurdunu ve Anayasa
ile tâyin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır."
denilmekte ve buna göre silâhlı kuvvetlerin komutanı da Türk Ordusunu, bu
görevleri her an başarmaya kudreti olacak surette ayakta ve hazır tutmak
görevini ve bunun sorumunu yüklenmiş bulunmaktadır.’’
(Anayasa Mahkemesi’nin 14.04.1966 tarihli ve 1963/67 E.:
1966/19 K. sayılı Kararı - Her ne kadar anılan içtihat 1961 Anayasası döneminde
oluşturulsa da güncelliğini korumaktadır.)
Anayasa’ya aykırılıklara ilişkin açıklamalara geçilmeden önce
son olarak belirtmek gerekir ki, üst düzey kamu görevlisi olan Genelkurmay
Başkanının yaş haddi, aşağıda detaylandırıldığı üzere; Cumhurbaşkanınca
uzatılamaz, bu nedenle söz konusu cümlenin iptali gerekir ve fakat bir an için Genelkurmay
Başkanının yaş haddinin Cumhurbaşkanınca uzatılabileceğinin ileri sürülmesi
durumunda dahi; aşağıda kapsamlı biçimde açıklanan Anayasa’ya aykırılıklar
sebebiyle yine söz konusu cümlenin iptali gerekir.
A)GENELKURMAY BAŞKANININ YAŞ HADDİNİN CUMHURBAŞKANINCA
UZATILAMAYACAĞI BAKIMINDAN:
i)Yetki yönünden: Genelkurmay Başkanının atama usulü bakımından:
Genelkurmay Başkanının kim tarafından atanacağı Anayasa’nın 117’nci maddesinde
açıkça düzenlenmiştir. Anılan amir hükmün ilgili üçüncü fıkrası:
‘‘Cumhurbaşkanınca atanan Genelkurmay Başkanı; Silahlı Kuvvetlerin komutanı
olup, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı namına yerine
getirir.’’ şeklindedir. Genelkurmay Başkanının Cumhurbaşkanı tarafından
atanmasının Anayasal sebeplerinden biri; Başkomutanlığın Cumhurbaşkanı
tarafından temsil olunması ve Genelkurmay Başkanının Başkomutanlık görevini, Cumhurbaşkanlığı
namına yerine getirmesidir. Ancak Genelkurmay Başkanının atanmasına ilişkin
Anayasal kurgunun bu biçimde inşa edilmesinin özünde, tarafsız olan
Cumhurbaşkanının yine tarafsız olan Genelkurmay Başkanını ataması
bulunmaktadır. Zira Cumhurbaşkanı, Devletin başı sıfatı; Genelkurmay Başkanı,
Silahlı Kuvvetlerin komutanı sıfatına sahip olmakla; tarafsızdırlar. Bu nedenle
Anayasa’nın 117’nci maddesinde yer alan ‘‘Cumhurbaşkanınca atanan Genelkurmay
Başkanı’’ ibaresinde geçen ve bireysel idari işlem olan atama, bir kez
uygulanmakla tükenen bir hukuki işlem türüdür. Başka bir anlatımla Genelkurmay
Başkanı, Cumhurbaşkanı tarafından bir kez atanır ve ondan sonra artık
Cumhurbaşkanı, Anayasal düzlemde Anayasal inisiyatif kullanamaz. Aksi bir
Anayasal yorum (aynı kimsenin Genelkurmay Başkanlığı makamına pek çok kez
atanabilmesi), Anayasal amaca (tarafsız Genelkurmay Başkanının tarafsız
Cumhurbaşkanınca atanması) ters düşecektir. Zira bilhassa 2017 Anayasa
değişikliklerinden sonra Cumhurbaşkanının siyasi parti ile ilişiğinin
kesilmemesi göz önünde bulundurulduğunda; aynı kimsenin pek çok kez Genelkurmay
Başkanı olarak atanması; Genelkurmay Başkanlığı’nı sembolik bir konuma
dönüştürmeyi aşan, adeta Anayasal statüye sahip anılan Başkanlığı
lağvetme ve Genelkurmay Başkanını Cumhurbaşkanlığı’nda görevli herhangi bir
kimse konumuna indirgeme sonucunu doğuracaktır. Nitekim
milli savunma ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin iç işleyişiyle ilgili teknik bilgiye
sahip olan Genelkurmay Başkanının, tekrar atanma kaygısıyla; Anayasal görevini
gereği gibi ifa edememe tehlikesiyle karşı karşıya kalması, pek muhtemeldir.
Bir başka deyişle, ihtilaflı kural, ülkenin en hassas makamlarından birisini,
soyut statü hukukundan kişisel ve keyfi taleplerin yerine getirileceği bir
kişisel ikbal koltuğuna dönüşmeye yöneltmektedir. Bu durum ise; ordunun
siyasallaşmasına, askeri hiyerarşinin (hiyerarşik yapı içindeki
emir-komuta zincirinin işleyişinin) bozulmasına, Genelkurmay
Başkanlığı özelinde amirlik makamının gereklerinin yerine getirilememesine,
disiplin zafiyeti yaşanmasına (astların üste karşı sorumluluğu ve
bağlılığı yönünden askeri disipline zarar verilmesine),
genel idare usulündekinden daha sıkı olan askeri otoriteye ve Genelkurmay
Başkanlığı makamının itibarına halel gelmesine neden olabilecektir. Diğer bir
deyişle askeri örgütü belirleyen özellik hiyerarşik yapı olup, bunun
zedelenmesi, Silahlı Kuvvetleri ve yurt savunmasını – egemenliği zaafa uğratabilecektir.
O halde aynı kimsenin pek çok kez Genelkurmay Başkanlığı makamına atanabilmesine
olanak veren, Genelkurmay Başkanının yaş haddinin birer yıllık süre ile 72
yaşına kadar Cumhurbaşkanınca uzatılabilmesine ilişkin iptali talep edilen
cümle, Anayasa’nın 117’nci maddesine aykırıdır.
ii)Yetki yönünden: Anayasa’nın Başlangıç
bölümüne, 6 ve 104’üncü maddelerine aykırılık: Anayasa’nın 104’üncü maddesinde,
Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri sayılmıştır. Bu görev ve yetkiler arasında
‘‘Genelkurmay Başkanının yaş haddinin birer yıllık süre ile 72 yaşına kadar
uzatılabilmesi’’ görev ve yetkisi sayılmadığı gibi; iptali talep edilen cümlede
yer alan düzenlemeyi yapmayı dayandırabileceği (Anayasa’nın 104’üncü
maddesinde) genel ve kapsayıcı mahiyette bir hüküm de bulunmamaktadır. Yasama
organı, görevi ve yetkisi dahilinde olmayan bir konuda Cumhurbaşkanını
yetkilendirmek suretiyle; Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler
ayrılığı ilkesini ve 6’ncı maddesinde öngörülen hiçbir organın kaynağını
Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamamasına yönelik hükmü ve
104’üncü maddesini ihlal etmiştir. Bu nedenle iptali talep edilen cümle,
Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 6 ve 104’üncü maddelerine aykırıdır.
B) BİR AN İÇİN GENELKURMAY BAŞKANININ YAŞ HADDİNİN
CUMHURBAŞKANINCA UZATILABİLECEĞİNİN İLERİ SÜRÜLMESİ DURUMUNDA; AŞAĞIDA DETAYLICA
AÇIKLANAN ANAYASA’YA AYKIRILIKLAR GÜNDEME GELECEKTİR:
iii)Türkiye Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü
esası, Devletin devamlılığı ilkesi, hukuk devleti ilkesi, kamu yararı ilkesi,
kanunların genelliği ve soyutluğu ilkesi, Anayasa’nın bağlayıcılığı ve
üstünlüğü (Anayasa’ya saygı), Genelkurmay Başkanının görev ve yetkisi ile
Anayasal statüsü bakımından:
Anayasa’nın Başlangıç bölümünde ‘‘Türk Vatanı ve
Milletinin ebedi varlığı ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğü’’
vurgulanmış; değiştirilemez hükümlerinden olan 3’üncü maddesinde Türkiye
Devletinin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu esası tesahup
edilmiş; 5. maddesinde ise Devletin temel amaç ve görevleri arasında ‘‘Türk
milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti
ve demokrasiyi korumak’’ sayılmıştır.
Milli savunma özelinde bu amacın gerçekleştirilmesini teminen;
Anayasa koyucu, Anayasa’nın 117 ve 118. maddelerini ihdas etmiştir:
‘‘İ. Milli Savunma
1. Başkomutanlık ve Genelkurmay Başkanlığı
Madde 117 – Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
manevi varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur.
Milli güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt
savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı,
Cumhurbaşkanı sorumludur.
Cumhurbaşkanınca atanan Genelkurmay Başkanı; Silahlı Kuvvetlerin
komutanı olup, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı namına yerine
getirir.
(Mülga dördüncü fıkra: 21/1/2017-6771/16 md.)
(Mülga beşinci fıkra: 21/1/2017-6771/16 md.)
2. Milli Güvenlik Kurulu
Madde 118 – (Değişik birinci fıkra: 3/10/2001-4709/32 md.) Millî
Güvenlik Kurulu; Cumhurbaşkanının başkanlığında, Cumhurbaşkanı yardımcıları,
Adalet, Millî Savunma, İçişleri, Dışişleri
Bakanları, Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava kuvvetleri komutanlarından
kurulur.
Gündemin özelliğine göre Kurul toplantılarına ilgili bakan ve
kişiler çağrılıp görüşleri alınabilir.
(Değişik birinci cümle: 3/10/2001-4709/32 md.) Millî Güvenlik
Kurulu; Devletin millî güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile
ilgili alınan tavsiye kararları ve gerekli koordinasyonun sağlanması
konusundaki görüşlerini Cumhurbaşkanına bildirir. Kurulun, Devletin varlığı ve
bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin
korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Cumhurbaşkanınca
değerlendirilir.
Milli Güvenlik Kurulunun gündemi; Cumhurbaşkanı yardımcıları ve
Genelkurmay Başkanının önerileri dikkate alınarak Cumhurbaşkanınca düzenlenir.
Cumhurbaşkanı katılamadığı zamanlar Milli Güvenlik Kurulu
Cumhurbaşkanı yardımcısının başkanlığında toplanır.
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin teşkilatı ve
görevleri Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.’’
Anılan maddelerin lafzından anlaşılacağı üzere milli savunma
özelinde kamu hizmeti, Türk Silahlı Kuvvetleri marifetiyle yerine getirilir. Türk
Silahlı Kuvvetlerinin komutanı olan Genelkurmay Başkanı ise
milli savunmaya ilişkin kamu hizmetini yürüten Anayasal statüye sahip üst düzey
kamu görevlisidir.
Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün
Ankara Hipodromu’nda yapılan Cumhuriyet Bayramının on beşinci yıldönümü
vesilesiyle (Ulus, 30.10.1938) geçit resminden önce Başbakan Celâl Bayar
tarafından okunan Türkiye Cumhuriyeti ordularına mesajında da bu husus,
vurgulanmıştır:
‘‘Zaferleri ve geçmişi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman
zaferle beraber uygarlık nurlarını taşıyan kahraman Türk ordusu!
Memleketini en buhranlı ve zor anlarda eziyetten, felâketlerden,
belâlardan ve düşman işgâlinden nasıl korumuş ve kurtarmış isen cumhuriyetin
bugünkü verimli devrinde de askerlik tekniğinin bütün modern silâh ve araçları
ile donatılmış olduğun halde görevini aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem
yoktur.
Bugün, cumhuriyetin on beşinci yılını devamlı artan büyük bir
rahatlık ve kudret içinde kavrayan büyük Türk milletinin karşısında kahraman
ordu, sana kalpten teşekkürlerimi sunar ve bildirirken büyük ulusumuzun övünme
duygularını da dile getiriyorum.
Türk vatanının ve Türklük toplumunun şan ve şerefini, iç ve dış
her türlü tehlikelere karşı korumaktan oluşan görevini her an yerine getirmeye
hazır olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inanç ve güvenimiz vardır.
Büyük ulusumuzun orduya verdiği en son sistem fabrikalar ve silâhlar ile bir
kat daha kuvvetlenerek büyük bir kendini fedâ etme ve yaşamayı değersiz
görmekle her türlü görevi yerine getirmeye hazır olduğunuza eminim. Bu inançla
kara, deniz, hava ordularımızın kahraman ve deneyimli komutanları ile subay ve
erlerini selâmlar ve övgülerimi bütün ulus karşısında bildiririm.
Cumhuriyet Bayramı’nın on beşinci yıldönümü hakkınızda kutlu
olsun.’’
Buna ilave olarak belirtmek gerekir ki Devlette, devamlılık
esastır. Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk
"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye
Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." şeklindeki sözüyle Devletin
devamlılığı ilkesini vurgulamıştır.
Sayın Kaboğlu, Devlet iktidarının ayırt edici özellikleri
arasında sayılan süreklilik ilkesini şu şekilde kaleme almıştır:
‘‘Süreklilik: iktidarın kurumsallaşması
Elde edilmesi ve kullanılması öğelerine, iktidarın el
değiştirmesi biçiminde süreklilik eklenmelidir. Siyasal iktidar, belli bir anda
onu elinde tutan ve kullanan kişi ve gruplardan ayrı olarak ‘‘sürekli bir
meşruiyete’’ sahip iktidardır. Burada bir kurumsallaşma sürecine tanık olunur.
Siyasal iktidarın bu özelliği, devletin bir kurum
(müessese/örgüt) olarak algılanması ve açıklanması sonucunu doğurmuştur.
Profesör Hauriou, devleti bir kurum olarak, ‘‘belli bir düzeni gerçekleştirmek
amacıyla yapılaşmış olan toplumsal organizma’’ şeklinde tanımlar. Bu özgül
örgütlenme, organlarından yarılır, onları aşar. Bu bakımdan devlet,
yöneticilerin kişiliklerinden ayrılır. Yöneticiler devlet adına (demokratik
devlet ise halk adına) hareket ederler; kendisi kalıcı, yöneticiler ise
geçicidir. Aslında yöneticiler sadece belli bir işlevi yerine getirmekle
görevlidir.
Böylece meşruluk öğesinin aşkın özelliği ortaya çıkmış
olmaktadır. İktidarı elinde tutanlar gelip geçer; ancak süreklilik, onun
kesintiye uğramasını dışlar. Vekalet, iktidarın el değiştirmesinde bir tür
‘‘eklemleme’’ kurumudur. Cumhurbaşkanına kimin vekalet edeceğinin belli olması,
istifa eden hükümetin yenisi kuruluncaya kadar işbaşında kalması, yasama
seçimlerinin parlamento feshedilmeksizin yenilenmesi, önceki ile yenisi
arasında ‘‘geçiş’’ yapmayı sağlar.’’
Milli savunma özelindeki kamu hizmeti için de devamlılık ilkesi
geçerlidir. Zira Sayın Gözler’in de belirttiği üzere;
‘‘Devamlılık ilkesi (principe de continuité)’’, kamu
hizmetlerinin kanunların öngördükleri dışında kesintisiz ve düzenli olarak
yürütülmesini öngören bir ilkedir. ‘‘Devamlılık (continuit é)’’, ‘‘
kesintisizlik (permanence)’’ demek değildir. Şüphesiz, ulusal savunma,
güvenlik, itfaiye, telefon, elektrik, gaz, su gibi yılın 365 günü ve günün 24
saati kesintisiz şekilde yürütülmesi gereken hizmetler vardır. … Kamu
hizmetlerinin devamlılığı ilkesi, ‘‘devletin devamlılığı
(continuité de l’Etat)’’ ilkesinin bir sonucudur.’’
Devletin (ve dolayısıyla kamu hizmetinin) devamlılığı ilkesi, o
düzende var olan kurallar bütününün genel ve soyut olmasını, bir kişiye
hasredilmemesini gerektirir. Başka bir anlatımla hukuk devletinde, kişiler
değil kurumlar esastır. Bununla birlikte Anayasa’nın bağlayıcılığı ve
üstünlüğünü vurgulayan 11’inci maddesinde yer alan ‘‘Kanunlar, Anayasa’ya
aykırı olamaz.’’ şeklindeki hükümde ifade edilen kanunlar, hem şekli hem de
maddi anlamda kanuna tekabül etmekte; dolayısıyla anılan 11’inci madde,
kanunların –kişilik dışı hukuki işlem olarak- genelliği ve soyutluğunu bir kez
daha Anayasal düzlemde ortaya koymaktadır.
Başka bir anlatımla Lon L. Fuller, yasa koymanın iç ahlakını
sekiz başlık altında toplamaktadır: kurallar, genel olmalıdır; yayınlanmış
olmalıdır; geçmişe yürür olmamalıdır; açık olmalıdır; çelişik olmamalıdır;
yapılması imkansız olanı gerektirmemelidir; zaman içinde tutarlı olmalıdır;
yetkililerin eylemi ile yayınlanmış kurallar arasında uyum olmalıdır. Sayılı
sekiz başlık altında yer alan genellik ilkesi şu şekilde açıklanmaktadır:
‘‘Buradaki temel mesaj, belirli durumları amaçlayan çok detaylı
kurallardan kaçınmamız gerektiğidir. Almanların Gesetzgebung für den Einzelfall
olarak adlandırdığı şey, yani tek durum için kural koyma. Bu tür kural koyma,
hukuku çok karmaşık ve kolayca tutarsız hale getirebilir. Genellik ilkesinden
yapılabilecek ahlaki çıkarım, en azından, minimum bir adalet formudur; yani
formel adalet, benzer durumlarda benzer davranmaktır. Daha da ötesi genellik
ihtiyacı, ayrıca, keyfiliğe ve özel çıkarları kolaylaştırmak amacıyla hukukun
siyasi manipülasyonuna karşı belirli bir güvence sağlar. Böylelikle genellik,
önemsiz bir konu değildir; asgari adaleti garanti eder ve keyfiliğin önüne
geçer.’’
Yine Anayasa Mahkemesi, çeşitli kararlarında hem şekli hem de
maddi anlamda kanun tanımına yer vermiştir. Söz gelimi 12.07.1965 tarihli ve
1965/19 E.; 1965/42 K. sayılı Kararında ‘‘…nitelikleri
ne olursa olsun T. B. Millet Meclisince kanun adı altında yapılan bütün
tasarrufların Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olacağı esası açıkça
belirtilmiş bulunmaktadır. …’’ şeklindeki temellendirmeyi kaleme almak
suretiyle şekli anlamda kanun anlayışını; 24.09.1990 tarihli ve 1990/31 E.;
1990/24 K. sayılı Kararında ‘‘…Bilindiği gibi, yasalar ya da yasalarla
eşdeğerdeki pozitif hukuk metinleri nesnel, soyut, genel ve sürekli nitelikteki
hukuk kurallarını içeren, etkileri yönünden de objektif hukuk alanında yeni bir
durum yaratan ya da var olan bir durumu düzenleyen veya ortadan kaldıran
kııral-işlemler bölümüne girerler. …’’ şeklindeki temellendirmeyi kaleme almak
suretiyle maddi anlamda kanun anlayışını ortaya koymuştur.
Eldeki dava konusu, söz konusu genel perspektiften ele
alındığında şu sonuç ortaya çıkacaktır:
İptali talep edilen cümlenin gerekçesinde ‘‘devam
eden terörle mücadele faaliyetlerinin etkin bir şekilde sürdürülmesi ve
harekatlardan elde edilen tecrübenin aktarılabilmesi için Genelkurmay
Başkanının görev süresinin birer yıllık süreyle maddede belirlenen yaş haddine
kadar uzatılabilmesi’’ şeklindeki ratio legis ortaya konulmuştur. Ancak iptali
talep edilen cümle, kamu yararını haiz değildir. Halbuki Anayasa’nın 2’nci maddesindeki hukuk devleti ilkesi gereğince,
yasama işlemlerinin kişisel yararları değil kamu yararını gerçekleştirmek
amacıyla yapılması zorunludur (Anayasa Mahkemesi’nin 17. 06. 2015 karar tarihli
ve 2014/179 E.; 2015/54 K. sayılı Kararı).
Ancak iptali talep edilen cümlenin bahsi geçen 04.08.2022
tarihli YAŞ toplantısından hemen önce kanunlaştırıldığı (7415 sayılı Kanun’un
19’uncu maddesinin delaletiyle 13.07.2022 tarihinde yürürlüğe girdiği) ve 108
sayılı CBK’nin söz konusu YAŞ toplantısının yapıldığı gün olan 04.08.2022
tarihli ve (Mükerrer) 31913 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak
yürürlüğe girdiği ve iptali talep edilen cümlenin gerekçesi (bilhassa ‘‘devam
eden’’ şeklindeki lafzı) nazara alındığında; bu hükümlerin, doğrudan hâlihazırda görev
yapan Genelkurmay Başkanının yaş haddinin ve görev süresinin uzatılması için
hukuki norm haline getirildiği ortaya çıkacaktır. Elbette tecrübe, milli
savunma özelindeki kamu hizmetinin etkin ve verimli biçimde yürütülmesi için
azami önem taşımaktadır. Ancak Türk vatanı, milleti ve Devletinin bölünmez
bütünlüğünün korunmasını teminen; Türk Silahlı Kuvvetleri marifetiyle
yürütülen; milli savunma özelindeki kamu hizmetinin etkin ve verimli biçimde ifa
edilmesi, tek bir kişinin tecrübesine hasredilemez. Zira Devlette (ve
dolayısıyla kamu hizmetinde) devamlılık esas olduğundan; Genelkurmay Başkanlığı
makamına atanmak için gerekli tecrübe ve donanıma sahip komutanlar
yetiştirilmektedir. Hukuk devleti ilkesinin bir tezahürü olan kanunların
genelliği ve soyutluğu ilkesinin aksine bir kişiye özgü kanun çıkarılması, Türk
vatanı, milleti ve Devletinin bölünmez bütünlüğünün korunmasını teminen milli
savunma özelindeki kamu hizmetinin etkin ve verimli biçimde yürütülememesine;
Genelkurmay Başkanının Anayasa’nın 117 ve 118’inci maddeleriyle kendisine tevdi
edilen görev ve yetkileri, ifa edememesine neden olacaktır.
Bu nedenlerle iptali talep edilen cümle, Anayasa’nın Başlangıç
bölümüne, 2, 3, 5, 11, 117 ve 118’inci maddelerine aykırıdır.
iv)Kamu görevlilerinin özlük hakları bağlamında
kanunilik ilkesi bakımından:
Anayasa'nın 128’inci maddesinin birinci fıkrası kapsamındaki görevleri yürüten
bütün personelin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekir (Anayasa Mahkemesi’nin
22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.; 2012/184 K. sayılı Kararı). Anayasa
Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi kanunilik ölçütünün sağlandığından söz
edilebilmesi için kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kurallar
keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir
nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın
2’nci maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir.
Dolayısıyla Anayasa’nın 128’inci maddesinde yer verilen kanunilik ölçütü,
Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi
ışığında yorumlanmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88,
K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve
2020/1 E.; 2020/563 K. sayılı Kararı, § 41).
Ancak Genelkurmay Başkanının özlük hakları kapsamında kalan yaş
haddine ilişkin iptali talep edilen cümle, birer yıllık süre ile 72 yaşına
uzatılmasını (tüm idari teşkilatın makamına bağlı bulunduğu ve yürütme ve
devleti temsil yetkilerinin bir kişide birleştiği monist yapılı yürütme
organının başı konumunda bulunan, aynı zamanda siyasal parti genel başkanlık
görevini de yürüten) Cumhurbaşkanın takdirine, idarenin düzenleyici (ve dahi
birel) işlemlerine bıraktığından hem şekli anlamda hem de maddi anlamda bir
kanun niteliğini haiz değildir. Oysa bir kamu görevlisi olan Genelkurmay
Başkanının yaş haddinin uzatılması özelindeki özlük hakkının şekli ve maddi anlamda
kanun düzeyinde belirlenmesi ve Cumhurbaşkanının öznel takdirine bağlı işlem ve
eylemlerine terk edilmemesi gerekirdi. İptali istenen cümle, kanunilik
ilkesinin gereklerini sağlamaması hasebiyle Anayasa’nın 128’inci maddesine
aykırıdır.
v)Hukuk devleti ve idarenin kanuniliği ilkeleri bakımından:
Hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu
başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı
amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı
duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk
kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların
üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile
Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009
tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de kanun
hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını
ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem
içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par.
13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli
ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle, hukuk devleti
ilkesi gereğince, idareye işlem tesis ederken ve eylemde bulunurken veya
görevlerini yerine getirirken belirli ölçüde hareket serbestliği sağlayan
takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez;
idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla
kanunla çizilmelidir.
Öte yandan, Anayasa’nın 123’üncü maddesinde yer alan idarenin
kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin secundum
legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin düzenleme
yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intra legem özelliğidir
(kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve eylemleri
kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle Genelkurmay Başkanının yaş haddinin uzatılmasına
ilişkin hususun; Anayasa’nın 128’inci maddesinde hüküm altına alınan ve hukuk
devletinin temel taşı olan maddi anlamdaki kanunilik kıstasının gereklerini
karşılaması ve kanuna dayanması ile kanuna aykırı olmaması için; genel
çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde
çizilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle kanun koyucu, –Anayasal ilkelerin
aksine- Cumhurbaşkanının hangi nesnel ölçüte istinaden Genelkurmay Başkanının
yaş haddini uzatacağı hakkında tamamen sessiz kalmış, bu konuyu idarenin
(Cumhurbaşkanının) uhdesine bırakmıştır. Başka bir anlatımla
Cumhurbaşkanı, 67 yaşındaki bir Genelkurmay Başkanının yaş haddini (üst sınır
72 olduğundan) beş kez uzatabilecektir; ancak her defasında niçin uzattığını
dayandırabileceği ve söz konusu idari işlemin konu – sebep ve amaç bakımından
hukuka uygun kılınmasını sağlayacak kanun düzeyinde nesnel ölçüt
bulunmamaktadır. Söz gelimi atayan ile atanan aynı dünya görüşüne veya yaşam
tarzına sahip olduğunda mı yaş haddi uzatılacaktır? Bu durum, ordunun
siyasallaşmasına neden olacaktır. Kaldı ki yaş haddinin
uzatılması için söz gelimi Milli Güvenlik Kurulu’ndan (istişari nitelikte olsa
da) görüş alınması dahi kanun düzeyinde öngörülmemiştir. Yine Cumhurbaşkanının
yaş haddi uzatma hususunda kanun düzeyinde açık, net, anlaşılabilir kıstaslarla
kayıtlanmaması, keyfi olduğu kadar eşitsiz de olan uygulamaların önünü
açacaktır. Her ne kadar, yaş haddinin uzatılabileceği sınır, 72 olarak tayin
edilse de; 72 yaşın hangi ölçüte istinaden belirlendiği, iptali talep edilen
cümlenin gerekçesinde temellendirilmemiştir.
Kanun koyucu, yaş haddinin uzatılması hususunu Cumhurbaşkanının
düzenleyici (ve dahi birel) işlemlerinin düzenleme alanının konusu yapmış;
emeklilik rejimine ilişkin yaş haddini kanuni dayanaktan yoksun bırakmıştır. Kanun
düzeyinde belirlenmesi gereken yaş haddinin uzatılmasına ilişkin
objektif ölçütleri, Cumhurbaşkanının düzenleyici (ve dahi birel)
işlemlerine tevdi eden ve yukarıda tanımlandığı anlamda maddi anlamda kanunilik
ilkesinin gereklerini yerine getirmeyen ihtilaflı cümle, Anayasa’nın 2 ve
123’üncü maddelerine aykırıdır.
Bunun yanında, Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında, ‘‘Kamu kurum ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir
deyişle kadro usulüne ilişkin düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili
olup idarenin kuruluş ve görevlerinin belirlenmesinin bir parçasını
oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesinin bir kararında konuyla ilgili olarak, “Bir
kurumun kuruluşu deyince her şeyden önce o kurumu yürütecek personele ait
kadrolar hatıra gelir. Zira kurumun temelinden çatısına kadar bütün örgütünün
bu kadrolar teşkil eder. Personel kadroları mevcut olmayan bir kurum, henüz
kuruluş haline geçmemiş demektir. Şu halde bir kurumu çalışır hale getirecek
olan Personel kadrolarının, en küçüğünden en büyüğüne kadar, bütününü
kuruluştan ayrı düşünmeğe imkân yoktur.” denilmektedir (AYM E. 1965/32, K.
1966/3, 4/2/1966)’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2020 tarihli ve 2018/119 E.;
2020/25 K. sayılı Kararı, § 18). Ancak iptali talep edilen cümle hükmünde;
kadro ihdası gibi özlük işleri kapsamında değerlendirilen yaş
haddinin uzatılması hususunun genel çerçevesi; hukuki işlem olarak
kanun ile açıkça ortaya konulmamıştır.
Öte yandan normlar arasında hukuka
uygun kademelenmenin sağlanabilmesi, diğer bir deyişle normlar hiyerarşisinde
yaş haddinin uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanının düzenleyici (ve dahi birel)
işleminin 7415 sayılı Kanun’a uygun olması, yalnız bu Kanun’un temel ilkeleri
ortaya koymasıyla mümkündür. Aksi takdirde, Kanun’un genel çerçeveyi çizmemesi,
Cumhurbaşkanının düzenleyici (ve dahi birel) işleminin hukuka uygunluk
denetiminde gözetilecek ölçü normun (7415 sayılı Kanun’un) şekli ve maddi
anlamda kanunun asgari ögelerini karşılamaması durumunda, Cumhurbaşkanının
düzenleyici (ve dahi birel) işlemini hukuki dayanaktan yoksun kılınacaktır.
Yine Cumhurbaşkanın yapacağı düzenlemeleri, tek başına ve çok kısa vadede
değiştirebilmesi olasılığı da; Genelkurmay Başkanlarının emeklilikleri ve görev
süreleri bakımından hukuki öngörülebilirlik ilkesini zedelemektedir. Cumhurbaşkanının
uhdesine –uzatma işlemi için gerekçe gereği dahi öngörülmeksizin- sınırları
belirsiz, çok geniş bir düzenleme alanının bırakılması, anılan maddenin
uygulanmasını sağlamaya ilişkin Anayasal işlevinin ötesine geçerek, şekli
anlamda kanun aracılığıyla, Cumhurbaşkanının (düzenleyici ve dahi birel)
işlemlerine, maddi anlamda kanun koyma yetkisinin tanınması anlamına
gelecektir.
Bu nedenlerle iptali talep edilen cümle, Anayasa’nın 2, 123 ve
128’inci maddelerine aykırıdır.
vi)Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından:
Anayasa’nın 7’nci maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkesine göre yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu
nedenle idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri
ortaya koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız
ve belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenleme
yetkisi; sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme,
Anayasa’nın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı
Kararı). İptali talep edilen cümle hükmünde olduğu gibi temel ilkeleri
belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye (Cumhurbaşkanına);
Genelkurmay Başkanının yaş haddini uzatma yetkisi veren yasa hükmü, Anayasa’nın
7’nci maddesine aykırılık oluşturur.
vii)Ölçülülük ilkesi ve kamu hizmetinde
görevin gerekli kıldığı nitelikler bakımından:
Anayasa’nın 70’inci maddesinde yer alan
ve her Türk vatandaşına eşit şekilde tanınan kamu hizmetine girme hakkı, kamu
hizmeti icra edecek personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem
içerisinde gerçekleşmesini sağlar. Anayasa; ödevle nitelik arasında sıkı bir
ilişki bulunduğunu, bunun dışında hizmete alınmada hiçbir nedenin
gözetilemeyeceğini, daha açık bir anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik
ilişkisi yönünden yapılması gerektiğini buyurmaktadır. O halde ödevle, onun
gerektirdiği niteliği birbirinden ayrı düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o
nitelikler görevlilerde bulunmadıkça o ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev,
görevin gerekleri doğrultusunda yerine getirilmemiş olacak demektir. Kamu
hizmetlerinin özellikleri olduğu ve bu hizmetleri gören idare ajanlarının da
özel statülere bağlı bulunduğu bilinen bir gerçektir. Memurlarda yasalarca
aranan nitelikler ve onlar hakkında yasalarda öngörülen kısıtlamalar, kamu
hizmetinin etkin ve esenlikli bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir
(Anayasa Mahkemesi’nin 09.10.1979 tarihli ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı
Kararı).
Buna ilave olarak Anayasa’nın 2.
maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin bir görünümü olan ölçülülük ilkesi,
Anayasa’nın 13. maddesinde açıkça hüküm altına alınmıştır.
Anayasa’nın 128. maddesinde temelini bulan
ve hukuk devletinin ana halkasını oluşturan kanunilik ilkesi ışığında,
Anayasa’nın 70. maddesi ele alındığında görüleceği üzere; kamu hizmetine girme
hakkının temel bir hak olarak etkililiği, maddenin “Hizmete alınmada, görevin
gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki ikinci
fıkrasında yer alan ‘‘görevin’’ ibaresinin; kamu hizmeti görülürken ifa
edilecek görevin (ve görev süresini etkileyecek olan yaş haddinin uzatılmasına
ilişkin objektif kriterlerin), (Genelkurmay Başkanının milli savunma özelindeki
kamu hizmetini liyakat esasına göre yürütebilmesi amacıyla) kanun düzeyinde
açıklanmasını gerektirir. Aksi bir tutum, bir başka deyişle milli savunma
özelindeki kamu hizmeti görecek Genelkurmay Başkanının yaş haddinin uzatılmasına
ilişkin usul ve esasları belirleme yetkisini Cumhurbaşkanının keyfi
uygulamalarına, kayırmacılığa neden olabilecek takdir yetkisine bırakmak;
Anayasal amacın (Türk vatanı, milleti ve Devletinin bölünmez bütünlüğünün
korunmasını teminen; Türk Silahlı Kuvvetleri marifetiyle yürütülen; milli
savunma özelindeki kamu hizmetini yerine getirecek Genelkurmay Başkanının
atanmasının liyakate dayalı bir sistem içerisinde gerçekleşmesi) bertaraf
edilmesine neden olacak, anılan hakkın her bir Genelkurmay Başkanı (ve
Genelkurmay Başkanı olmaya namzet komutanlar: Genelkurmay Başkanının hiyerarşik
astı durumunda olan komutanlar) bakımından eşit düzeyde güvence altına
alınmasına engel oluşturacaktır. Diğer bir deyişle, yaş haddinin uzatılması
özelinde özlük işlerinin liyakat esasının gereklerini karşılayacak açıklıkta
olması ve vatandaşların eşit şekilde kamu hizmetine girmesinin akabinde görev
süresinin belirlenmesinin, Cumhurbaşkanının öznel ve keyfî işlemler tesis etme
ihtimaline karşı kanun seviyesinde korunması gerekmektedir.
Yine yaş haddinin 67 yaştan 72 yaşa
kadar toplamda 5 yıl uzatılabilmesi, ölçülülük ilkesinin gereğine aykırıdır.
Zira bir Genelkurmay Başkanının olağan görev süresi (3 sayılı CBK’nin 9’uncu
maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca), 4 yıldır. Söz konusu 5 yıllık uzatım,
olağan görev süresini ölçüsüz biçimde aşmaktadır. Halbuki bir kamu görevinde,
süre sınırının getirilmesindeki amaç; çağdaş demokratik hukuk devletinin asgari
gerekleri ile kariyer ve liyakat ilkelerine uygun olarak; o görevi ifa eden
kimsenin otoriterleşmesinin (o kimsenin kullandığı kamu erkinin
kişiselleşmesinin) engellenmesi, görev + yetki + sorumluluk zinciri
doğrultusunda etkin, dinamik ve verimli şekilde iş, işlem ve eylemlerde
bulunması, hesap verebilmesidir. Bu sayede kişi, kamu hizmetinin yürütülmesini
aksatıyorsa veya hizmetin yürütülmesinde başarısız ise; görevine son
verilecektir. Ancak iptali talep edilen cümle, hiçbir nesnel ölçüt olmaksızın
görev başında bulunan bir kişinin görev süresinin uzatılması (bir kimsenin en
az 9 yıl Genelkurmay Başkanlığı yapması) sonucunu doğurduğundan; görev süresi
sınırının belirlenmesine ilişkin söz konusu amaç, gerçekleşemeyecektir.
Buna ilave olarak 926 sayılı Türk
Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nda komuta kademesinin terfi usul ve
esasları hüküm altına alınmıştır. Anılan terfi usul ve esaslar, “görevin
gerektirdiği nitelikler” nazara alınarak düzenlenmiştir: söz gelimi general ve
amiraller üst rütbeye terfi ettirilmesi için aranan şartlar 926 sayılı Kanun’un
47’nci maddesinde (bu Kanun’un 54’üncü maddesinde belirtilen durumlar haricinde
rütbeye mahsus bekleme süresini tamamlamış olmak, rütbeye mahsus en az bir
yıllık sicili bulunmak, üst rütbe kadrosunda 49’uncu maddedeki oranlar içinde
açık bulunmak, Yüksek Askeri Şuraca 54’üncü madde esaslarına göre seçilmiş
olmak, Subay Sicil Yönetmeliği’nde belirtilen kıt’a hizmetini yapmış olmak,
korgeneral ve koramiralliğe yükselebilmek için harp akademileri öğrenimini
başarı ile bitirmiş bulunmak ve aynı zamanda Kara Kuvvetlerinde muharip sınıfı
general, Deniz Kuvvetlerinde güverte veya deniz sınıfı amiral ve Hava
Kuvvetlerinde pilot sınıfı generali olmak) sıralanmıştır. Ancak iptali talep
edilen düzenleme, söz konusu terfi silsilesini bozacaktır. Zira hiyerarşik
yapıda, kuvvet komutanlığına terfi ve oradan Genelkurmay Başkanlığı’na terfi
sırasını bekleyen komutanlar, “görevin gerektirdiği nitelikler”e sahip
olmadıkları için değil; komuta kademesinin zirvesinde görev yapan kişinin, her
yıl ve birel bir işlemle, üstelik hiçbir gerekçe gereği de öngörülmeksizin
görevinin beş kez uzatılmasından dolayı bir üst rütbeye atanamayacaktır. Bu
itibarla, her yıl, komuta kademesindeki birçok generalin terfi hakkı ihlal
edilecek veya ortadan kaldırılacaktır. Başka bir anlatımla komutanların
terfiinde belirleyici olan “görevin gerektirdiği nitelikler”, TSK Personel
Kanunu’nda belirlenmiş olmakla, Cumhurbaşkanının öznel takdirine bırakılan
uzatma işlemi, TSK mevzuatı açısından da sorunludur. Bu itibarla, görevdeki
Genelkurmay Başkanının görev süresinin birel bir işlemle beş yıla varan
uzatmaya olanak tanıyan düzenleme, görev süresi uzatılan Genelkurmay Başkanı
açısından olduğu kadar daha güçlü nedenle, üst rütbeye terfi hakları engellenen
komutanlar bakımından, “görevi gerektirdiği nitelikler” kuralını ihlal etmesinin
yanı sıra, “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları,
görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer
özlük işleri kanunla düzenlenir” kuralına da aykırı olması nedeniyle,
Anayasa’nın 70 ve 128’inci maddelerini ihlal etmektedir.
İhtilaflı düzenlemenin temel bir hakkın
uygulanma alanında keyfiliği olanaklı kılması, onun Anayasa’ya aykırılığını
tespit bakımından yeterlidir. Bu nedenle anılan gereklilikleri karşılamayan
ihtilaflı cümle, Anayasa’nın 2, 13 ve 70. maddelerine de aykırıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin
Anayasa’nın 70. maddesi ile ilişkilendirerek verdiği bir iptal kararının
müteallik bölümü:
‘‘1- KHK'nin 37. Maddesinin (2), (3) ve (4) Numaralı Fıkraları
KHK'nin 37. maddesinde, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman
Yardımcılığı kadroları kurulmuş ve bu kadrolarda görev yapacak kişilerin atanma
usul ve esasları düzenlenmiştir. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasında,
Gümrük ve Ticaret Uzman Yardımcılığına atanmanın koşulları; (3) numaralı
fıkrasında, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığına atanmanın koşulları ile bu koşulları
yerine getiremeyen Uzman Yardımcılarının bu unvanlarını kaybedecekleri ve
Bakanlıkta durumlarına uygun kadrolara atanacakları; (4) numaralı fıkrasında
ise Gümrük ve Ticaret Uzmanı ile Uzman Yardımcılarının mesleğe alınmaları,
yetiştirilmeleri, yarışma sınavı, tez hazırlama ve yeterlik sınavı ile diğer
hususların yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa'nın 91. maddesinin birinci fıkrasında “Sıkıyönetim ve olağanüstü
haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci
bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü
bölümde yer alan siyasî haklar ve ödevler...”in kanun hükmünde kararnamelerle
düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Öte yandan, Anayasa'nın “Kamu hizmetlerine
girme hakkı” başlıklı 70. maddesinin birinci fıkrasında, her Türk'ün, kamu
hizmetlerine girme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra ikinci fıkrasında
hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım
gözetilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Buna göre, Anayasa'nın “Siyasi Haklar ve
Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde yer alan ve 70. maddesinde korunan kamu
hizmetlerine girme hakkına ilişkin olarak kanun hükmünde kararname ile
düzenleme yapılması mümkün değildir.
Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı kadrolarına
giriş koşullarının belirlenmesi, Anayasa'nın 70. maddesine göre kamu hizmetine
girme hakkına ilişkin olduğundan, bu hususu düzenleyen KHK'nin 37. maddesinin
(2), (3) ve (4) numaralı fıkraları, Anayasa'nın 91. maddesinin birinci
fıkrasına aykırıdır. İptalleri gerekir.’’
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 08.11.2012 tarihli ve 2011/87
E.; 2012/176 K. sayılı Kararı).
viii)Eşitlik ilkesi bakımından:
Ayrıca iptali talep edilen cümleyle yaş haddinin uzatılması özelinde mali özlük
işlerine ilişkin kanun düzeyinde çerçeve çizilmemesi (esas alınacak objektif
esas ve usulleri öngörülmemesi) dolayısıyla Cumhurbaşkanına verilen sınırsız
takdir yetkisi, aynı nitelikteki Genelkurmay Başkanları arasında idare
tarafından kayırma/ayrımcılık yapılmasına neden olabileceğinden; anılan cümle,
Anayasa’nın 10’uncu maddesinde yer alan eşitlik ilkesine de aykırıdır. Zira
eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda
benzer kişi kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir ‘‘haklı
neden’’in var olup olmadığına göre yapılır.
Anayasa Mahkemesi’nin ifade
ettiği üzere; “[Eşitlik ilkesi] ile güdülen amaç, benzer koşullar içinde olan,
özdeş nitelikte bulunan durumların yasalarca aynı işleme uyruk tutulmasını
sağlamaktır.” (Anayasa Mahkemesi’nin 13.04.1976 tarihli ve 1976/3 E.; 1976/3 K.
sayılı Kararı). Yine AYM’ye göre; “Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda
bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak,
ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir” (Anayasa Mahkemesi’nin
07.02.2006 tarihli ve 2006/11 E.; 2006/17 K. sayılı Kararı). Eşitlik ilkesinin
ihlal edilip edilmediği hususunun tespitinde, somut olayda yapılan ayrımın
haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı noktası dikkate alınır: “Anayasa'nın 10.
maddesinde öngörülen eşitlik, mutlak anlamda bir eşitlik olmayıp, ortada haklı
nedenlerin bulunması halinde, farklı uygulamalara imkan veren bir ilkedir” (Anayasa
Mahkemesi’nin 11.12.1986 tarihli ve 1985/11 E.; 1986/29 K. sayılı Kararı).
Ne var ki, iptali talep edilen cümlenin Cumhurbaşkanına verdiği
keyfi uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir yetkisi, idare tarafından
aynı nitelikteki Genelkurmay Başkanlarının birinin yaş haddinin uzatılmasına ve
fakat diğerinin uzatılmamasına; birinin yaş haddinin söz gelimi 1 yıl,
diğerinin 4 yıl uzatılmasına ilişkin haklı nedeni somutlaştırmaya elverişli
değildir. Başka bir anlatımla, emekliliğe
ilişkin özlük işleri kapsamında kalan yaş haddinin uzatılmasına ilişkin usul ve
esasların belirlenmesinin idareye bırakılması, aynı nitelikteki
milli savunma hizmeti sunan kişi kategorileri
arasında haklı nedene dayanmayan ve keyfî muamele farklılıklarına yol
açacaktır. İptali istenen kuralın aynı durumdaki Genelkurmay Başkanları
arasında muamele farklılığına yol açabileceği hasebiyle kanun önünde eşitlik
ilkesine aykırı olduğunun tespiti için, ihtilaflı kuralın haklı gerekçeye
dayanmayan muamele farklılığını yalnızca olası kıldığının tespiti yeterli
addedilmek gerekir. Bu nedenle anılan cümle, Anayasa’nın 10’uncu maddesine
aykırıdır.
ix)Sosyal devlet ilkesi, Devletin temel amaç ve
görevleri, eşitlik ilkesi, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılma ilkeleri ve güvence ölçütleri ile sosyal güvenlik hakkı bakımından:
Türkiye Cumhuriyeti, Anayasa’nın 2. maddesinde
sosyal devlet olarak nitelendirilmiş ve Anayasa’nın 5. maddesinde Devletin
temel amaç ve görevleri arasında ‘‘kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak’’ sayılmıştır. Söz konusu Anayasal hükümlerin bir
tezahürü, Anayasa’nın 60. maddesinde güvencelenen sosyal güvenlik hakkıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi de bir kararında:
‘‘22. Anayasa’nın 60.
maddesinde “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir./ Devlet, bu güvenliği
sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” denilmektedir. Buna
göre sosyal güvenlik herkes için bir hak ve bunu gerçekleştirmek devlet için
bir görevdir.
23. Sosyal güvenlik, kişilerin istek ve iradeleri dışında oluşan
sosyal risklerin, kendilerinin ve geçindirmekle yükümlü oldukları kişilerin
üzerlerindeki gelir azaltıcı ve harcama artırıcı etkilerinin en aza
indirilmesi, ayrıca sağlıklı ve asgari hayat standardının güvence altına
alınmasıdır. Bu güvencenin gerçekleştirilebilmesi için sosyal güvenlik
kuruluşları oluşturularak kişilerin yaşlılık, hastalık, malullük, kaza ve ölüm
gibi sosyal risklere karşı asgari yaşam düzeylerinin korunması amaçlanmaktadır.
Kişilere sağlanan bu anayasal güvencelerin yaşama geçirilebilmesi için devlet
tüm çalışanlara sosyal güvenlik hakkını sağlamak ve bunun için gerekli
önlemleri almakla yükümlüdür.’’
şeklindeki temellendirmeyi kaleme almıştır (Anayasa
Mahkemesi’nin 29.04.2021 tarihli ve 2021/1 E.; 2021/32 K. sayılı
Kararı).
O halde Devletin, söz konusu pozitif yükümlülüğüne istinaden;
Genelkurmay Başkanlarının da emeklilik özelinde sosyal güvenlik hakkını eşit
düzeyde temin etmesi gerekmektedir. Ancak Anayasa’nın
13’üncü maddesinde yer alan sınırlandırmanın sınırlarının (bilhassa kanunilik
ilkesinin) aksine iptali talep edilen cümleyle Genelkurmay Başkanlarının yaş
haddinin birer yıllık süre ile 72 yaşına kadar uzatılabilmesi, Cumhurbaşkanının
düzenleyici (ve dahi birel) işlemlerinin konusu yapıldığından; anılan hak, aynı
konumda bulunan Genelkurmay Başkanları bakımından eşit düzeyde temin
edilemeyecektir. Her biri bakımından emekliliğe konu işlemlerde, değişik yaş
hadleri esas alınmak suretiyle mali nitelikteki özlük hakları farklılaşacaktır.
Bu nedenle iptali talep edilen cümle, Anayasa’nın 2, 5, 10, 13 ve 60’ıncı
maddelerine aykırıdır.
x)Çalışma barışı bakımından: Anayasa’nın 2 ve 5. maddeleriyle Devlet için öngörülen
‘‘sosyal devlet’’ niteliğinin bir görünümü, Anayasa’nın 49. maddesiyle Devlete
yüklenen çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğüdür.
Anayasa Mahkemesi, ‘‘Anayasa'nın 49. maddesine göre, çalışma, herkesin hakkı ve
ödevidir. Devlete karşı ileri sürülecek bu hak, bireylere zorlama yetkisi ve
yaptırımı vermemiştir. Devlet, olanakları ölçüsünde, yeterli örgütler kurarak
iş bulmayı kolaylaştırıp sağlamak için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.
Devletin herkese iş verme, herkesi işe yerleştirme zorunluluğu bulunmamaktadır.
İşsizliği önlemek amacıyla yapacağı çalışmalarla Devlet, öncelikle kamu
sektöründe iş vermek yolunu izleyecek, bu nedenle de yasal düzenlemeler
yapacaktır.’’ şeklinde hüküm kurmak suretiyle; Anayasa’nın 49’uncu maddesinin
kapsama alanında özel sektörün yanı sıra kamu sektörünün de
değerlendirileceğine işaret etmiştir (Anayasa Mahkemesi’nin
19.12.1989 tarihli ve 1989/14 ve 1989/49 sayılı Kararı). O halde Devlet, hem
özel sektörde hem de kamu sektöründe çalışma barışını sağlamalıdır. Ancak maddi anlamda kanuna tekabül etmeyen iptali talep
edilen cümle; milli savunmanın bütüncül bir şekilde yerine getirildiği de göz
önüne alındığında; Genelkurmay Başkanı adayları ve Genelkurmay Başkanları
arasında eşitsiz muamelelere, farklı yaş hadleri belirlenmesine yol
açacağından, çalışma barışının da (“görevin gerektirdiği nitelik” ölçütü göz
ardı edilerek) bozulmasına neden olacaktır. Çalışma barışının bozulması;
emir-komuta zincirinin bozulmasına, askeri disiplin ve hiyerarşiye halel
gelmesine, ordunu siyasallaşmasına, Milli savunma hizmetini yürütmekle görevli
olan Genelkurmay Başkanlarının ilgilerini başka alanlara yöneltmesine;
sorumluluklarını yeteri kadar yerine getirememelerine sebep olabilecektir. Bu nedenle iptali talep edilen cümle, Anayasa’nın 2, 5
ve 49’uncu maddelerine de aykırıdır.
xi)Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma ilkeleri ve
güvence ölçütleri ile çalışma hakkı bakımından: Anayasa’nın
2 ve 5’inci maddelerinde yer alan sosyal devlet ilkesinin bir görünümü,
Anayasa’nın 49’uncu maddesinde güvencelenen çalışma hakkıdır. Diğer bir deyişle
herkese hak ve ödev olarak tanınan çalışma hakkı, Devlete pozitif yükümlülük
yüklemektedir. Devlet, herkes için uygun bir çalışma ortamı hazırlamalıdır. Bu
yükümlülüğün, Genelkurmay Başkanlığı makamına atanmada görevin gerektirdiği nitelikler
dışındaki diğer tüm keyfi tercih ölçütlerinin kullanılmasına mani olacak
koşulların sağlanmasını öncelikle içerdiği izahtan varestedir. Ancak iptali
talep edilen cümle, Devletin anılan yükümlülüğünü ifa etmesine engel olacaktır.
Nitekim Cumhurbaşkanı tarafından objektif kriterlere dayanmadan Genelkurmay
Başkanının yaş haddinin ve dolayısıyla görev süresinin uzatılması; Genelkurmay
Başkanı olmaya namzet komutanların (Genelkurmay Başkanının
hiyerarşik astı durumunda olan komutanların), Genelkurmay Başkanlığı
makamına atanma özelindeki çalışma hakkını engelleyecektir; onların emekliye
ayrılmalarının önü açılacaktır. Başka bir anlatımla Devlet tarafından onlar
bakımından çalışma hakkının kullanılması için gerekli ortam ve fırsat eşitliği
hazırlanamayacaktır. Kanun koyucu, söz konusu yaş haddinin uzatılmasına ilişkin
usul ve esasların düzenlenmesini Cumhurbaşkanının uhdesine bırakmak suretiyle;
anılan hakka idari işlemlerle müdahale edilmesinin önünü açmıştır. Bu nedenle
anılan cümle, Anayasa’nın 2, 5, 13 ve 49’uncu maddelerine aykırıdır.
xii)Kuvvetler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin
veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa
Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında Anayasa'nın 153’üncü
maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan söz edilebilmesi için
iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik ve kapsam bakımından
aynı ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme
hakkında verdiği bir iptal kararında ‘‘… Buna
göre, (Telekomünikasyon) Kurum'da
çalışan memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerinin yasayla düzenlenmesi gerekirken, buna ilişkin düzenlemelerin Bakanlar
Kurulu'na bırakılması, Anayasa'nın 128’inci maddesine aykırıdır. Bu nedenle
kuralın iptali gerekir…’’ şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.12.2007 tarihli ve 2002/35 ve 2002/95 sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı karşısında; kanun
koyucunun Anayasa’nın 128’inci maddesine -benzer sakatlıktan muzdarip olması
hasebiyle- aykırı olan iptali talep edilen cümleyi kanunlaştırması, Anayasa’nın
153’üncü maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse ve organın kaynağını
Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını öngören 6’ncı maddesine
ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler ayrılığı ilkesine de
halel getirmektedir.
Tüm bu nedenlerle 7415 sayılı Kanun’un 3’üncü
maddesiyle 27.07.1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel
Kanunu’nun 49. maddesinin birinci fıkrasının (h) bendine birinci cümlesinden
sonra gelmek üzere eklenen cümlenin, Anayasa’nın Başlangıç
bölümüne, 2, 3, 5, 6, 7, 10, 11, 13, 49, 60, 70, 104, 117, 118, 123, 128 ve
153’üncü maddelerine aykırıdır; anılan cümlenin iptali gerekir.
2)
30.06.2022 tarihli ve 7415 sayılı Askerî Ceza Kanunu ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 12. maddesiyle 3225 sayılı
Kanun’un değiştirilen 3’üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan
‘‘Cumhurbaşkanı kararıyla’’ ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
7415 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle 3225 sayılı Kanun’un ‘‘Döner
sermaye teşkili ve tutarı’’ başlıklı 3’üncü maddesi, değiştirilmiştir. Anılan
değişik 3’üncü maddenin ikinci fıkrası uyarınca; bu Kanun kapsamına giren
işletmelere toplam yüz milyon Türk lirası tutarında tahsis edilen sermaye
miktarı, Cumhurbaşkanı kararıyla beş katına kadar artırılabilecektir. Ancak
tahsis edilen sermaye miktarının beş katına kadar arttırılması hususunda Cumhurbaşkanını
yetkilendiren iptali talep edilen ibare, Anayasa’ya aykırıdır.
Başka bir anlatımla 7415 sayılı Kanun ile 3225 sayılı Kanun’da
birtakım değişiklikleri yapılmıştır. Bu kapsamda (7415 sayılı Kanun’un 9’uncu
maddesiyle) Milli Savunma Bakanlığı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri
Komutanlıklarına Bağlı Kurumlar ile Asker Hastanelerinde Döner Sermaye Teşkili
ve İşletilmesine İlişkin Kanunun adı “Milli Savunma Bakanlığı Döner Sermaye
İşletmeleri Kanunu” şeklinde değiştirilmiştir; (7415 sayılı Kanun’un 10’uncu
maddesiyle) bu Kanun’un, Milli Savunma Bakanlığı ve Kuvvet Komutanlıkları
bünyesindeki kurumların atıl kapasitelerinin ülke ekonomisi yararına
değerlendirilmesi amacıyla gerekli yerde ve sayıda döner sermaye işletmesi
kurulmasını, görevlerini, idari ve mali işlemlerine dair esas ve usulleri
düzenleyeceği ve (7415 sayılı Kanun’un 11’inci maddesiyle) bu Kanun’da geçen
kurumun; Harita Genel Müdürlüğü, Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi
Başkanlığı, Personel Temin Daire Başkanlığı, Arşiv ve Askeri Tarih Daire
Başkanlığı ile hastane, fabrika, tersane, atölye, dikimevi, ikmal ve bakım
merkezi, matbaa, laboratuvar, müze, mehteran ve bando faaliyeti yürütenler ile
okul ve üniversite gibi askeri kuruluşları ifade ettiği hüküm altına
alınmıştır.
Bu değişikliklere istinaden 7415 sayılı Kanun’un 12’nci
maddesiyle 3225 sayılı Kanun’un 3’üncü maddesi değiştirilmiştir. Şöyle ki:
3225 sayılı Kanun’un 3. maddesinin 7415 sayılı Kanun’un 12.
maddesiyle değiştirilmeden önceki hali:
‘‘Döner sermaye teşkili ve tutarı
Madde 3 – (Değişik birinci fıkra :20/6/2002- 4762/1 md.) Bu
Kanun kapsamına giren döner sermaye kuruluşlarına toplam beş trilyon lira
sermaye tahsis olunmuştur.
Bu miktar Bakanlar Kurulu Kararı ile beş katına kadar
artırılabilir.
(Değişik: 22/1/2015-6586/74 md.) Döner sermayenin işletmelere
tahsisi, tahsis edilen miktarların azaltılıp veya çoğaltılması Kara, Deniz ve
Hava Kuvvetleri Komutanlıklarına bağlı kurumlar için ilgili Kuvvet
Komutanlığının, asker hastaneleri için hastanelerin bağlı olduğu komutanlığın
teklifi ve Genelkurmay Başkanlığının uygun görmesi üzerine, Millî Savunma
Bakanlığınca yapılır. Millî Savunma Bakanlığına bağlı kuruluşlar için bu işlem
doğrudan anılan Bakanlıkça yapılır.’’
3225 sayılı Kanun’un 3’üncü maddesinin 7415 sayılı Kanun’un
12’nci maddesiyle değiştirildikten sonraki hali:
‘‘Döner sermaye teşkili ve tutarı
Madde 3 –
Bu Kanun kapsamına giren işletmelere toplam yüz milyon Türk
lirası sermaye tahsis olunmuştur.
Tahsis edilen sermaye miktarı Cumhurbaşkanı kararıyla beş
katına kadar artırılabilir.
Döner sermayenin işletmelere tahsisi, tahsis edilen miktarların
azaltılıp veya çoğaltılması Millî Savunma Bakanlığınca yapılır.’’
şeklindedir.
Cumhurbaşkanına tanınan yetki, çok yönlü olarak Anayasa’ya
aykırıdır.
i)Hukuk devleti ve idarenin kanuniliği ilkeleri bakımından:
Hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu
başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı
amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı
duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk
kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların
üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile
Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009
tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de kanun
hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını
ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem
içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par.
13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli
ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle, hukuk devleti
ilkesi gereğince, idareye davranışta bulunurken veya görevlerini yerine
getirirken belirli oranda hareket serbestliği sağlayan takdir yetkisinin
kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir
yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla kanunla
çizilmelidir.
İlk fıkrası “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve
kanunla düzenlenir” hükmünü içeren Anayasa’nın 123’üncü maddesinde yer alan
idarenin kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin
secundum legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin
düzenleme yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intra legem
özelliğidir (kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve
eylemleri kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu Kanun kapsamına giren işletmelere tahsis olunan toplam yüz
milyon Türk lirası sermaye miktarının beş katına kadar artırımına ilişkin idari
işlemin (Cumhurbaşkanı kararının); normlar hiyerarşisinin ana
halkası olarak hukuk devletinin temel taşı olan maddi anlamdaki kanunilik
kıstasının gereklerinin karşılanması ve kanuna dayanması ile kanuna aykırı
olmaması için; genel çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek açıklıkta
kanun düzeyinde çizilmesi gerekmektedir. Ancak kanun koyucu; -Anayasal
ilkelerin aksine- sermaye miktarının hangi hallerde ne kadar arttırılacağına
ilişkin açık, nesnel, somut bir ölçüt (söz gelimi yüksek enflasyon karşısında
ihtiyaçların karşılanamaması, döner sermaye işletmesinin faaliyet hacminin veya
kâr oranının, döner sermaye işletmesine talebin artması) öngörmemiş; üst haddi
belirlemekle yetinmiştir. (Tüm idari teşkilatın
makamına bağlı bulunduğu ve yürütme ve devleti temsil yetkilerinin bir kişide
birleştiği monist yapılı yürütme organının başı konumunda bulunan)
Cumhurbaşkanının alacağı kararı, tek başına ve çok kısa
vadede değiştirebilmesi olasılığı; döner sermaye işletmelerinin iktisadi
öngörülebilirliğine halel getirmektedir. Öte yandan, Cumhurbaşkanının uhdesine
sınırları belirsiz, çok geniş bir düzenleme alanının bırakılması, anılan
maddenin uygulanmasını sağlamaya ilişkin Anayasal işlevinin ötesine geçerek,
şekli anlamda kanun aracılığıyla, Cumhurbaşkanı kararına (idarenin düzenleyici
işlemine), maddi anlamda kanun koyma yetkisinin tanınması anlamına gelecektir. Bu
nedenlerle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 2 ve 123’üncü maddelerine
aykırıdır.
ii)Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından;
Anayasa’nın 7. maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkesine göre yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu
nedenle idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri
ortaya koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız
ve belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenleme
yetkisi; sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme, Anayasa’nın
öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır (Anayasa
Mahkemesi’nin 02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı Kararı).
İptali talep edilen ibarenin yer aldığı fıkra hükmünde olduğu gibi temel
ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; Cumhurbaşkanına, tahsis
edilen sermaye miktarını beş katına kadar artırma yetkisi veren yasa hükmü,
Anayasa’nın 7’nci maddesine aykırılık oluşturur.
iii)Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 6 ve
104. maddelerine aykırılık: Anayasa’nın 104’üncü maddesinde, Cumhurbaşkanının görev ve
yetkileri sayılmıştır. Bu görev ve yetkiler arasında ‘‘3225 sayılı Kanun
kapsamına giren işletmelere toplam yüz milyon Türk lirası tutarında tahsis
olunan sermaye miktarını beş katına kadar artırma’’ görev ve yetkisi
sayılmadığı gibi; bu türden düzenlemeleri yapmayı dayandırabileceği
(Anayasa’nın 104’üncü maddesinde) bir hüküm de bulunmamaktadır. Yasama organı,
görevi ve yetkisi dahilinde olmayan bir konuda Cumhurbaşkanını yetkilendirmek
suretiyle; Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler ayrılığı ilkesini
ve 6’ncı maddesinde yer alan hiçbir organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir
devlet yetkisi kullanamamasına yönelik hükmü ve 104’üncü maddesini ihlal
etmiştir. Bu nedenlerle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın Başlangıç
bölümüne, 6 ve 104’üncü maddelerine aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle 7415 sayılı Kanun’un 12’nci maddesiyle 3225
sayılı Kanun’un değiştirilen 3’üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan
‘‘Cumhurbaşkanı kararıyla’’ ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 6, 7,
104 ve 123’üncü maddelerine aykırıdır; anılan ibarenin iptali gerekir.
3)
30.06.2022 tarihli ve 7415 sayılı Askerî Ceza Kanunu ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 12’nci maddesiyle 3225 sayılı Kanun’un
değiştirilen 3’üncü maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan ‘‘Milli Savunma
Bakanlığınca’’ ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
7415 sayılı Kanun’un 12’nci maddesiyle 3225 sayılı Kanun’un ‘‘Döner
sermaye teşkili ve tutarı’’ başlıklı 3’üncü maddesi, değiştirilmiştir. Anılan
değişik 3’üncü maddenin üçüncü fıkrası uyarınca; döner sermayenin işletmelere
tahsisi, tahsis edilen miktarların azaltılıp veya çoğaltılması, Milli Savunma
Bakanlığınca yapılacaktır. Ancak döner sermayenin işletmelere tahsisi, tahsis
edilen miktarların azaltılıp veya çoğaltılması hususunda Milli Savunma
Bakanlığı’nı yetkilendiren iptali talep edilen ibare, Anayasa’ya aykırıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki 7415 sayılı Kanun’un
12’inci maddesinin gerekçesinin ilgili bölümü: ‘‘Genelkurmay Başkanlığı ve
Kuvvet Komutanlıklarının Milli Savunma Bakanına bağlanması nedeniyle uyum
düzenlemesi yapılması amaçlanmaktadır.’’ şeklinde kaleme alınmıştır.
Ne var ki söz konusu 3’üncü maddenin iptali talep edilen ibarenin yer aldığı
üçüncü fıkrasında yapılan değişiklik, bir uyum düzenlemesi olmaktan ziyade;
Genelkurmay Başkanlığı’nı (ve Kuvvet Komutanlıklarını) sembolik bir statüye
indirgemeye (dahası Anayasal statüye sahip anılan Başkanlığı adeta lağvetmeye)
yöneliktir.
Başka bir anlatımla 7415 sayılı Kanun ile 3225 sayılı Kanun’da
birtakım değişiklikler yapılmıştır. Bu kapsamda (7415 sayılı Kanun’un 9’uncu
maddesiyle) Milli Savunma Bakanlığı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri
Komutanlıklarına Bağlı Kurumlar ile Asker Hastanelerinde Döner Sermaye Teşkili
ve İşletilmesine İlişkin Kanunun adı “Milli Savunma Bakanlığı Döner Sermaye
İşletmeleri Kanunu” şeklinde değiştirilmiştir; (7415 sayılı Kanun’un 10’uncu
maddesiyle) bu Kanun’un, Milli Savunma Bakanlığı ve Kuvvet Komutanlıkları
bünyesindeki kurumların atıl kapasitelerinin ülke ekonomisi yararına
değerlendirilmesi amacıyla gerekli yerde ve sayıda döner sermaye işletmesi
kurulmasını, görevlerini, idari ve mali işlemlerine dair esas ve usulleri
düzenleyeceği ve (7415 sayılı Kanun’un 11’inci maddesiyle) bu Kanun’da geçen
kurumun; Harita Genel Müdürlüğü, Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi
Başkanlığı, Personel Temin Daire Başkanlığı, Arşiv ve Askeri Tarih Daire
Başkanlığı ile hastane, fabrika, tersane, atölye, dikimevi, ikmal ve bakım
merkezi, matbaa, laboratuvar, müze, mehteran ve bando faaliyeti yürütenler ile
okul ve üniversite gibi askeri kuruluşları ifade ettiği hüküm altına
alınmıştır.
Bu değişikliklere istinaden 7415 sayılı Kanun’un 12’nci
maddesiyle 3225 sayılı Kanun’un 3’üncü maddesi değiştirilmiştir. Şöyle ki:
3225 sayılı Kanun’un 3’üncü maddesinin 7415 sayılı Kanun’un
12’nci maddesiyle değiştirilmeden önceki hali:
‘‘Döner sermaye teşkili ve tutarı
Madde 3 – (Değişik birinci fıkra :20/6/2002- 4762/1 md.) Bu
Kanun kapsamına giren döner sermaye kuruluşlarına toplam beş trilyon lira
sermaye tahsis olunmuştur.
Bu miktar Bakanlar Kurulu Kararı ile beş katına kadar
artırılabilir.
(Değişik: 22/1/2015-6586/74 md.) Döner sermayenin işletmelere
tahsisi, tahsis edilen miktarların azaltılıp veya çoğaltılması Kara, Deniz
ve Hava Kuvvetleri Komutanlıklarına bağlı kurumlar için ilgili Kuvvet
Komutanlığının, asker hastaneleri için hastanelerin bağlı olduğu komutanlığın
teklifi ve Genelkurmay Başkanlığının uygun görmesi üzerine, Millî
Savunma Bakanlığınca yapılır. Millî Savunma Bakanlığına bağlı kuruluşlar
için bu işlem doğrudan anılan Bakanlıkça yapılır.’’
(Her ne kadar 25.07.2016 tarihli ve 699 sayılı Olağanüstü Hal
Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin
dördüncü bölümüyle Gülhane Askeri Tıp Akademisi ve asker hastanelerinin devri
gerçekleştirilmiş ise de; aşağıda yer alan açıklamalarda asker hastaneleri de
yer alacaktır.)
3225 sayılı Kanun’un 3’üncü maddesinin 7415 sayılı Kanun’un
12’nci maddesiyle değiştirildikten sonraki hali:
‘‘Döner sermaye teşkili ve tutarı
Madde 3 –
Bu Kanun kapsamına giren işletmelere toplam yüz milyon Türk
lirası sermaye tahsis olunmuştur.
Tahsis edilen sermaye miktarı Cumhurbaşkanı kararıyla beş katına
kadar artırılabilir.
Döner sermayenin işletmelere tahsisi, tahsis edilen miktarların
azaltılıp veya çoğaltılması Millî Savunma Bakanlığınca yapılır.’’
şeklindedir.
Mevzuatın lafzından anlaşılacağı üzere; Kara, Deniz ve Hava
Kuvvetleri Komutanlıklarına bağlı kurumlar ile asker hastaneleri bakımından döner
sermayenin işletmelere tahsisine, tahsis edilen miktarların azaltılıp veya
çoğaltılmasına yönelik idari işlemi, Milli Savunma Bakanlığı tek başına tesis
edecektir. Diğer bir deyişle söz konusu hukuki işlemi oluşturan (Kuvvet
Komutanlıkları veya komutanlıklar tarafından) teklif edilme ve (Genelkurmay
Başkanlığı tarafından) uygun görülme mekanizmaları ortadan kaldırılmıştır. Daha
somut bir anlatımla, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıklarına bağlı
kurumlar ile asker hastaneleri bakımından döner sermayenin işletmelere
tahsisi, tahsis edilen miktarların azaltılıp veya çoğaltılması bakımından;
Kuvvet Komutanlıklarının ve komutanlıkların dahil olduğu inha süreci bertaraf
edilmiş, Genelkurmay Başkanlığı’nın iradesi de tamamen dışarıda bırakılmış ve
Milli Savunma Bakanlığı, tek yetki sahibi haline getirilmiştir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin iç işleyişiyle ilgili olan döner
sermayenin işletmelere tahsisine, tahsis edilen miktarların azaltılıp veya
çoğaltılmasına yönelik söz konusu teknik konunun; Milli Savunma Bakanının
sorumluluk alanıyla (askeri otoritenin sivil otoriteye tabi olmasını
gerektirecek) doğrudan bir ilgisi yoktur. Buna rağmen döner
sermayenin işletmelere tahsisine, tahsis edilen miktarların azaltılıp veya
çoğaltılmasına karar verme yetkisi, iptali talep edilen ibareyle
(iç işleyişi bozacak şekilde) Kuvvet Komutanlıklarının ve komutanlıkların
teklifi ve Genelkurmay Başkanlığı’nın uygun görmesine yönelik hukuki prosedür
bertaraf edilerek; tek başına Milli Savunma Bakanlığı’na tevdi edilmiştir. Bu
durum, Anayasa’ya birçok yönden aykırıdır.
i)Kamu yararı ilkesi bakımından: Anayasa’nın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesi
gereğince, yasama işlemlerinin kişisel yararları değil kamu yararını
gerçekleştirmek amacıyla yapılması zorunludur. Bir kuralın Anayasa’ya aykırılık
sorunu çözümlenirken “kamu yararı” konusunda Anayasa Mahkemesinin yapacağı
inceleme yalnızca kanunun kamu yararı amacıyla yapılıp yapılmadığı ile
sınırlıdır. Kanun ile kamu yararının ne kadar gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini
denetlemenin anayasa yargısıyla bağdaşmayacağı açıktır (Anayasa Mahkemesi’nin
17.06. 2015 tarihli 2014/179 E.; 2015/54 K. sayılı Kararı).
Ancak Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıklarına bağlı
kurumlar ile asker hastaneleri bakımından döner sermayenin işletmelere
tahsisi, tahsis edilen miktarların azaltılıp veya çoğaltılması
hususunda bilgi sahibi ilk makam, o işletmelerin bulunduğu Kuvvet
Komutanlıklarının başı olan Kuvvet Komutanları ile komutanlıkların başı olan
komutanlardır. Bunun içindir ki kanun koyucu, söz konusu 3’üncü maddede
değişiklik yapılmadan önce, Kuvvet Komutanlıklarının ve komutanlıkların döner
sermayenin işletmelere tahsisi, tahsis edilen miktarların azaltılıp veya
çoğaltılması için öneride bulunmasını öngörmüş ve bu öneriyi, (icrailik
niteliği kazanması için) (başı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin komutanı olan)
Genelkurmay Başkanlığı’nın uygun görmesine tabi kılmıştır. Döner
sermayenin işletmelere tahsisi, tahsis edilen miktarların azaltılıp veya
çoğaltılması bakımından askeri hiyerarşinin temini ve disiplin zafiyetinin
yaşanmaması için getirilen bu usûl, iptali talep edilen ibareyle kamu yararı
gözetilmeksizin ortadan kaldırılmıştır. Nitekim döner sermayenin
işletmelere tahsisi, tahsis edilen miktarların azaltılıp veya çoğaltılmasının
(Kuvvet Komutanlıklarının ve Genelkurmay Başkanlığı’nın iradesi olmaksızın)
salt Milli Savunma Bakanlığınca yapılması; Kuvvet Komutanlıkları ve Genelkurmay
Başkanlığı içindeki hiyerarşiyi bozacaktır. Zira Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri
Komutanlıklarına bağlı kurumlar ile asker hastaneleri bakımından döner
sermayenin yönetimi, hiyerarşinin göstergesi ve tezahürüdür. Başka bir deyişle
hiyerarşik yapı içinde üst, kendi görev ve yetki alanı içindeki iş, işlem ve
eylemlerden sorumludur. O halde, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri
Komutanlıklarının kendilerine bağlı kurumların döner sermayesinin;
komutanlıkların kendisine bağlı asker hastanelerinin döner sermayesinin nasıl
yönetileceğinin belirlenmesine yönelik teklifte bulunması; ve bu durumu,
(Başkanının, Türk Silahlı Kuvvetlerinin başı konumunda bulunan) Genelkurmay
Başkanlığı’nın uygun görmesi; onların, o askeri alanın en üst amiri olmasından
kaynaklanmaktadır. Söz konusu hiyerarşik yetkinin ortadan kaldırılması; amiri,
amirlik makamının gereklerini yerine getirmekten alıkoyacak, askeri hiyerarşiyi
ve genel idare usulündekinden daha sıkı olan otoriteyi bozacaktır. Kara, Deniz
ve Hava Kuvvetleri Komutanlıklarına bağlı kurumlar ile asker hastaneleri
bakımından döner sermayenin işletmelere tahsisi, tahsis edilen miktarların
azaltılıp veya çoğaltılması yönünden ilk elden bilgi sahibi olan
Kuvvet Komutanlıklarını, komutanlıkları ve Genelkurmay Başkanlığı’nı bu sürecin
dışına çıkarmak, doğası gereği katı bir hiyerarşik yapı çerçevesinde
gerçekleşen askeri disipline zarar verir. Bu nedenle iptali talep edilen ibare,
Anayasa’nın 2’nci maddesine aykırıdır.
ii)Hukuk devleti ilkesi ve Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet
Komutanlarının Anayasal statüsü bakımından: Anayasa’nın 117’nci
maddesi gereğince Cumhurbaşkanınca atanan Genelkurmay Başkanı; Silahlı
Kuvvetlerin komutanı olup, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı
namına yerine getirir. 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 338’inci
maddesi gereğince Genelkurmay Başkanlığı ile Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri
Komutanlıkları Milli Savunma Bakanı’na bağlıdır. Her ne kadar Genelkurmay
Başkanlığı ile Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıkları, Milli Savunma
Bakanı’na bağlanmış olsa da; Genelkurmay Başkanı ile Kara, Deniz ve Hava
Kuvvetleri Komutanları, Anayasa’nın 118’inci maddesi gereğince (Milli Savunma
Bakanı’ndan azade) Milli Güvenlik Kurulu’nun üyesidir ve Anayasa’nın 148’inci
maddesi gereğince görevleriyle ilgili suçlar nedeniyle Yüce Divan’da yargılanacaklardır.
Diğer bir deyişle üst düzey kamu görevlisi olan (Anayasa Mahkemesi’nin
11.10.2018 tarihli ve 2015/9734 Bireysel Başvuru No’lu Hüsnü Şimşek Kararı, § 51) ve anayasal bir statüye sahip
Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanları, bakanlıkların bağlı ve ilgili kurum
ve kuruluşlarındaki üst kademe kamu yöneticilerinden farklıdır. Daha somut bir
anlatımla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin tekil örgütlenmesi içinde Genelkurmay
Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıkları; tarihsel önemini, kendine özgü hukuki statüsünü,
anayasal varlığını korumaktadır.
Anayasa Mahkemesi’ne göre de; ‘‘Gerçekten 110 uncu maddenin
üçüncü fıkrasında "Genel Kurmay Başkanı, silâhlı Kuvvetlerin
Komutanıdır." hükmü yer almıştır. Bu hükmü ile Anayasa, Genel Kurmay
Başkanına; Türk Ordusunun Kurmaylık hizmetlerinden başka, barış ve savaş hali
ayırımı yapmadan, Silâhlı Kuvvetlerin komutanlığı görevini de vermiş
bulunmaktadır. Komutanlığın; bir sevk ve idare makamı olduğunda ve komutası
altındaki bütün kuvvetlerin barışta ve savaşta her bakımdan hazırlanması ve
idaresi işlerinin de bu makama ait bulunduğunda şüphe yoktur. 4/1/1961 günlü ve
221 sayılı (Türk Silâhlı Kuvvetleri İç hizmet Kanunu) nun 35 inci maddesinde
"Silâhlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk Yurdunu ve Anayasa ile tâyin edilmiş
olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır." denilmekte ve buna
göre silâhlı kuvvetlerin komutanı da Türk Ordusunu, bu görevleri her an başarmaya
kudreti olacak surette ayakta ve hazır tutmak görevini ve bunun sorumunu
yüklenmiş bulunmaktadır.’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 14.04.1966 tarihli ve 1963/67
E.: 1966/19 K. sayılı Kararı - Her ne kadar anılan içtihat 1961 Anayasası
döneminde oluşturulsa da güncelliğini korumaktadır.)
O halde Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıklarına bağlı kurumlar
ile asker hastaneleri bakımından döner sermayenin işletmelere
tahsisine, tahsis edilen miktarların azaltılıp veya çoğaltılmasına yönelik
idari işlem tesis etme yetkisini (anayasal statüye sahip Kuvvet Komutanlıklarının ve
komutanlıkların teklifi üzerine), (anayasal statüye sahip Genelkurmay
Başkanı’nın başı olduğu) Genelkurmay Başkanlığı’nın uygun görme özelinde yetki
alanının dışına çıkarmak; görev-yetki-sorumluluk arasındaki dengeyi ve
hiyerarşik yapı içindeki emir-komuta zincirinin işleyişini bozacak; askeri
otorite olan Genelkurmay Başkanlığı ile Kuvvet Komutanlıkları ve
komutanlıklarının kumanda edeceği askeri birliklerde yer alan işletmelerin
döner sermayelerinin, askeri ihtiyaçlara binaen yönetilememesine sebep
olabilecektir. Diğer bir deyişle askeri örgütü belirleyen özellik hiyerarşik
yapı olup, bunun zedelenmesi, Silahlı Kuvvetleri ve yurt savunmasını -
egemenliğini zaafa uğratabilecektir. Dahası Genelkurmay Başkanlığı ile Kuvvet
Komutanlıkları ve komutanlıkların uhdesinde bulunan teknik askeri bilgiye
dayalı bu türden görevlerin tek başına Milli Savunma Bakanlığı’nın bünyesine
geçirilmesi; bir sivil makam olan Milli Savunma Bakanlığı’nın teknik askeri işlere
doğası gereği hakim olamamasına neden olabilecektir.
Buna ilave olarak hukuk devleti ilkesi gereğince modern devletin
kurumlarında bir görevin ifası için tanınan yetki ve bu yetkinin kullanılması
(ya da kullanılmaması) ile birlikte doğan sorumluluk arasında bir denge vardır.
O halde anayasal statüye sahip Genelkurmay Başkanının ve Kuvvet Komutanlarının
(Anayasa’nın 117 ve 118’inci maddelerinde tanınan) görevleri göz önünde
bulundurulduğunda; Türk Silahlı Kuvvetlerinin iç işleyişinin hiyerarşi içinde gerçekleşmesini
temin eden bu tahsis (ile azaltma ve çoğaltma) işleminin, Kuvvet Komutanlıkları
ile komutanlıkların teklifi ve Genelkurmay Başkanlığı’nın uygun görmesi üzerine
Milli Savunma Bakanlığınca yapılması yerine tek başına Milli Savunma
Bakanlığınca yapılması hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Bu nedenle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 2, 117 ve
118’inci maddelerine aykırıdır.
iii)İdarenin bütünlüğü ilkesi: askeri hiyerarşi
ve disiplin bakımından: Anayasa’nın 123’üncü maddesinde yer
alan “idarenin bütünlüğü” ilkesi, tekil devlet modelinde yönetim alanında
öngörülen temel ilkedir. Bu ilke, yönetsel işlev gören ayrı hukuksal statülere
bağlı değişik kuruluşların “bir bütün” oluşturduğunu anlatmaktadır. Tekil
devlet modelinde, tek bir egemenlik vardır ve devlet tek yetkilidir. Devletin
örgütsel yapısı parçalı bir görünüm sergilese ve devlet yetkisini kullanan
birçok kamu tüzelkişisi olsa da, bunların arasındaki birlikteliği “idarenin
bütünlüğü” ilkesi sağlamaktadır (Anayasa Mahkemesi’nin 18.01.2007 tarihli ve
2005/32 E.; 2007/3 K. sayılı Kararı). İdarenin
bütünlüğü, merkezin denetimi ve gözetimi ile hayata geçirilmekte ve yönetimde
bütünlüğü sağlamak için başlıca üç hukuksal araç, hiyerarşi, yetki genişliği ve
idarî vesayet kullanılmaktadır (Anayasa Mahkemesi’nin 03.11.2011tarihli
ve 2011/11 E.; 2011/151 K. sayılı Kararı). O halde genel idari
teşkilattan ayrı ve kendine özgü ve askeri hiyerarşik örgütlenmeye dayalı bir
idari yapısı olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin iç işleyişinin hiyerarşi içinde
gerçekleşmesini temin eden bu tahsis (ile azaltma ve çoğaltma) işleminin
Kuvvet Komutanlıkları ile komutanlıkların teklifi ve (1 No’lu
Cumhurbaşkanlığı’nın 338’inci maddesi ile Milli Savunma Bakanına bağlanan ve
dolayısıyla idari teşkilat içinde yer alan) Genelkurmay Başkanlığı’nın uygun
görmesi üzerine Milli Savunma Bakanlığınca yapılması yerine tek başına Milli
Savunma Bakanlığınca yapılması; Genelkurmay Başkanınca ve Kuvvet
Komutanlarınca kumanda edilen askeri birliklerde yer alan işletmelerin döner
sermayelerinin, askeri ihtiyaçlara binaen yönetilme gücünü zayıflatacağından ve
dolayısıyla askeri hiyerarşiyi bozacağından idarenin bütünlüğü ilkesi
(Anayasa’nın 123’üncü maddesi) de ihlal edilmektedir.
iv)Hukuk devleti ve idarenin kanuniliği ilkeleri bakımından: Hukuk
devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca
geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan
ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan,
Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak
bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk kurallarına
bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa
koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın
bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009 tarihli ve
2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk
devletinin ön koşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının
öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye
yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu
otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade
etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par. 13; RG.
12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98
K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle, hukuk devleti ilkesi gereğince, idareye
davranışta bulunurken veya görevlerini yerine getirirken belirli oranda hareket
serbestliği sağlayan takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi
biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve
eylemleri önlemek amacıyla kanunla çizilmelidir.
İlk fıkrası “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve
kanunla düzenlenir” hükmünü içeren Anayasa’nın 123’üncü maddesinde yer alan
idarenin kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin
secundum legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin
düzenleme yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intra legem
özelliğidir (kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve
eylemleri kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Döner sermayenin işletmelere tahsisine, tahsis edilen
miktarların azaltılıp çoğaltılmasına ilişkin usul ve esasların;
normlar hiyerarşisinin ana halkası olarak hukuk devletinin temel taşı olan
maddi anlamdaki kanunilik kıstasının gereklerinin karşılanması ve kanuna
dayanması ile kanuna aykırı olmaması için; genel çerçevesinin keyfi uygulamaya
yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde çizilmesi gerekmektedir. Ancak kanun
koyucu; -Anayasal ilkelerin aksine- Milli
Savunma Bakanlığı’nı tahsisatı nasıl yapacağı, hangi durumlarda tahsise konu meblağın
azaltılıp çoğaltılacağına karar vermesi bakımından hiçbir nesnel, açık,
öngörülebilir, somut kıstasla kayıtlamamıştır. Halbuki 7415 sayılı Kanunla
yapılan söz konusu değişiklikten önce Milli Savunma Bakanlığı’nın tahsisata
yönelik anılan idari işlemleri tesis ederken; Bakanlık, Kuvvet Komutanlıklarının
ve komutanlıkların teklifi ve Genelkurmay Başkanlığı’nın uygun görmesi ile
sınırlandırılmıştı. Zira teknik bir mesele olan döner sermayenin işletmelere
tahsisi hakkında ilk elden bilgi sahibi olan (o işletmelerin yer aldığı askeri
alanların başı konumunda bulunan) Kuvvet Komutanlıklarının, komutanlıkların ve
Genelkurmay Başkanlığı’nın teklifinin ve uygun görmesinin idari işlemi ihdası
bakımından bir aşama oluşturması, eşyanın tabiatının gereğidir. Zira tahsisat,
ihtiyaçlara binaen yapılacaktır. İdarenin iradesi oluşurken; idari işlemin konu
– sebep – amaç unsurlarının hukuki meşruluğu; Kuvvet Komutanlıklarının,
komutanlıkların ve Genelkurmay Başkanlığı’nın teklifi ve uygun görmesi ile
somutlaşacaktır.
İdarenin (Milli Savunma Bakanlığı’nın) tesis edeceği (dayanacağı
ilke ve esasların kanunda öngörülmemiş olması itibarıyla zorunlu olarak) keyfi
mahiyetteki düzenleyici (ve dahi birel) işlemleri çok
kısa vadede değiştirebilmesi olasılığı; işletmelerin hukuki ve iktisadi
öngörülebilirliğine halel getirmektedir. Öte
yandan idarenin (Milli Savunma Bakanlığı’nın) uhdesine sınırları
belirsiz, çok geniş bir düzenleme alanının bırakılması, anılan 3’üncü maddenin
uygulanmasını sağlamaya ilişkin Anayasal işlevinin ötesine geçerek, şekli
anlamda kanun aracılığıyla, idarenin düzenleyici (ve dahi birel) işlemlerine,
maddi anlamda kanun koyma yetkisinin tanınması anlamına gelecektir. Söz konusu
tahsis ile tahsise konu meblağın azaltılma ve çoğaltılma usulünün kanun düzeyinde
belirlenmemesi; işletmeleri, kanuni güvenceden yoksun bırakacaktır. Bu nedenle
iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 2 ve 123’üncü maddelerine aykırıdır.
v)Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından;
Anayasa’nın 7’nci maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkesine göre yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu
nedenle idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri
ortaya koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız
ve belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenleme
yetkisi; sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme,
Anayasa’nın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı
Kararı). İptali talep edilen ibarenin yer aldığı fıkra hükmünde olduğu gibi
temel ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye (Milli
Savunma Bakanlığı’na); döner sermayenin işletmelere tahsisi, tahsis edilen
miktarların azaltılıp çoğaltılması hususunda karar verme yetkisi tevdi eden
yasa hükmü, Anayasa’nın 7’nci maddesine aykırılık oluşturur.
vi)Eşitlik ilkesi bakımından: Ayrıca iptali talep
edilen ibarenin idareye (Milli Savunma Bakanlığı’na) verdiği sınırsız takdir
yetkisi, işletmeler arasında idare tarafından kayırma/ayrımcılık yapılmasına
neden olabileceğinden; anılan ibare, Anayasa’nın 10’uncu maddesinde yer alan
eşitlik ilkesine de aykırıdır.
Zira eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun
tespiti, münferit olayda benzer durumdaki kişi kategorileri arasında
gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir ‘‘haklı neden’’in var olup olmadığına göre
yapılır. Anayasa Mahkemesi’nin ifade ettiği üzere; “[Eşitlik ilkesi] ile
güdülen amaç, benzer koşullar içinde olan, özdeş nitelikte bulunan durumların
yasalarca aynı işleme uyruk tutulmasını sağlamaktır.” (Anayasa Mahkemesi’nin
13.04.1976 tarihli ve 1976/3 E.; 1976/3 K. sayılı Kararı). Yine AYM’ye göre; “Eşitlik
ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme
bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını
önlemektir” (Anayasa Mahkemesi’nin 07.02.2006 tarihli ve 2006/11 E.; 2006/17 K.
sayılı Kararı). Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespitinde,
somut olayda yapılan ayrımın haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı noktası
dikkate alınır: “Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik, mutlak anlamda
bir eşitlik olmayıp, ortada haklı nedenlerin bulunması halinde, farklı
uygulamalara imkan veren bir ilkedir” (Anayasa Mahkemesi’nin 11.12.1986 tarihli
ve 1985/11 E.; 1986/29 K. sayılı Kararı).
İptali talep edilen ibarenin idareye verdiği öznel ve keyfi
uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir yetkisi; söz gelimi aynı
nitelikteki iki işletmeden birine daha az tahsisat yapılmasına, bazı
işletmelere ihtiyaçlarına nazaran daha çok tahsisat yapılmasına ilişkin haklı
nedeni somutlaştırmaya elverişli değildir. Bir başka
deyişle, ihtilaflı kural, benzer durumda bulunan işletmeler arasında, kanun
yoluyla; tahsisat yapılması (veya azaltılması ve çoğaltılması) bakımından haklı
sebebe dayanmayan, keyfi muamele farklılıklarını mümkün hale getirmektedir. Bu
nedenle anılan ibare, Anayasa’nın 10’uncu maddesine aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle 7415 sayılı Kanun’un 12’nci maddesiyle 3225
sayılı Kanun’un değiştirilen 3’üncü maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan
‘‘Milli Savunma Bakanlığınca’’ ibaresi, Anayasa’nın 2, 7, 10, 117, 118 ve
123’üncü maddelerine aykırıdır; anılan ibarenin iptali gerekir.
I. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
30.06.2022 tarihli ve 7415 sayılı Askerî Ceza Kanunu ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile getirilen iptali
talep edilen düzenlemeler, birden fazla kanunda hukuka aykırı değişiklikler
yapmaktadır. Kamu yararına aykırı olan, telafisi mümkün olmayacak sonuçlara yol
açacak bu düzenlemelerin iptal davası sonuçlanana kadar yürürlüğünün
durdurulması gerekmektedir.
Nitekim anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden
en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti sayılmanın en önemli gerekleri
arasında sayılmaktadır. Anayasa’ya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle
korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun
üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence
altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden
giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa’ya
açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükmün iptal davası sonuçlanıncaya kadar
yürürlüğünün de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesi’ne dava açılmıştır.
II. SONUÇ VE İSTEM
30.06.2022 tarihli ve 7415 sayılı Askerî Ceza Kanunu ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un
1) 1’inci maddesiyle 22.05.1930 tarihli ve 1632 sayılı Askerî
Ceza Kanunu’nun ek 15’inci maddesine sekizinci fıkrasından sonra gelmek üzere
eklenen fıkrada yer alan ‘‘gibi’’ ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2,
6, 7, 10, 13, 19, 36, 38, 70, 90, 123, 128, 129 ve 153’üncü maddelerine,
2) 3’üncü maddesiyle 27.07.1967 tarihli ve 926 sayılı Türk
Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 49’uncu maddesinin birinci fıkrasının
(h) bendine birinci cümlesinden sonra gelmek üzere eklenen cümle, Anayasa’nın Başlangıç
bölümüne, 2, 3, 5, 6, 7, 10, 11, 13, 49, 60, 70, 104, 117, 118, 123, 128 ve
153’üncü maddelerine,
3) 12’nci maddesiyle 3225 sayılı Kanun’un değiştirilen 3’üncü
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ‘‘Cumhurbaşkanı kararıyla’’ ibaresi,
Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 6, 7, 104 ve 123’üncü maddelerine,
4) 12’nci maddesiyle 3225 sayılı Kanun’un değiştirilen 3’üncü
maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan ‘‘Milli Savunma Bakanlığınca’’ ibaresi,
Anayasa’nın 2, 7, 10, 117, 118 ve 123’üncü maddelerine
aykırı olduğundan iptaline ve uygulanması halinde giderilmesi
güç ya da olanaksız zarar ve durumlar olacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya
kadar yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı
ile arz ederiz. ”