ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2016/205
Karar Sayısı : 2019/63
Karar Tarihi : 24/7/2019
R.G. Tarih – Sayı: 31/10/2019
– 30934
İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyeleri Engin ALTAY, Levent GÖK, Özgür ÖZEL ile birlikte 122 milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU: 18/10/2016 tarihli ve 6749
sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un;
A. 2. maddesinin (4) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin,
B. 5. maddesinin (2) numaralı fıkrasının,
C. 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
1. (a) bendinde yer alan “…otuz günü…” ibaresinin,
2. (d) bendinin birinci cümlesinin “…Cumhuriyet savcısının
kararıyla, görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak
kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla
görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya
verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara
ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri
sınırlandırılabilir.” bölümünün,
3. (ı) bendinin,
Ç. 9. maddesinin,
D. 10. maddesinin,
Anayasa’nın 2., 10., 11., 15., 17., 19., 36., 38., 40., 42., 90.
ve 125. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin
durdurulmasına karar verilmesi talebidir.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
Kanun’un iptali talep edilen kuralların da yer aldığı;
1. 2. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“(4) Kapatılan yükseköğretim kurumlarında kayıtlı öğrenciler,
Yükseköğretim Kurulu tarafından Devlet üniversitelerine veya vakıf
üniversitelerine yerleştirilir. Bu şekilde yerleştirilen öğrenciler,
mezun oluncaya kadar vakıf yükseköğretim kurumlarına ödemeleri gereken
ücretleri ilgili üniversiteye ödemeye devam ederler. Bu fıkranın
uygulanması ile ilgili olarak usul ve esasları belirlemeye, uygulamayı
yönlendirmeye, her türlü tedbiri almaya ve ortaya çıkabilecek tereddütleri
gidermeye Yükseköğretim Kurulu görevli ve yetkilidir.”
2. 5. maddesi şöyledir:
“MADDE 5- (1) Millî güvenliğe tehdit oluşturduğu
tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya
iltisakı ya da bunlarla irtibatı nedeniyle haklarında idari işlem tesis
edilenler ile aynı gerekçeyle haklarında suç soruşturması veya kovuşturması
yürütülenler, işlemi yapan kurum ve kuruluşlarca ilgili pasaport birimine
derhal bildirilir. Bu bildirim üzerine ilgili pasaport birimlerince pasaportlar
iptal edilebilir.
(2) Birinci fıkraya göre ilgili pasaport birimine isimleri
bildirilen kişilerin eşlerine ait pasaportlar da genel güvenlik açısından
mahzurlu görülmesi halinde aynı tarihte İçişleri Bakanlığınca iptal
edilebilir.”
3. 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi şöyledir:
“a)
Gözaltı süresi, şüphelinin yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye
gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren otuz
günü geçemez.”
4. 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:
“d) Tutuklu olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve
ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya
diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve tâlimat verilmesi veya
yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin varlığı
halinde, Cumhuriyet savcısının kararıyla, görüşmeler teknik cihazla
sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı
görüşmeleri izlemek amacıyla görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına
veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve
aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya
görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir. Tutuklunun yaptığı
görüşmenin, belirtilen amaçla yapıldığının anlaşılması halinde, görüşmeye
derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme
başlamadan önce, taraflar bu hususta uyarılır. Tutuklu hakkında, tutanak
tutulması halinde, Cumhuriyet savcısının istemiyle tutuklunun avukatlarıyla
görüşmesi sulh ceza hâkimliğince yasaklanabilir. Yasaklama kararı, tutuklu ile
yeni bir avukat görevlendirilmesi için derhal ilgili baro başkanlığına
bildirilir. Baro tarafından bildirilen avukatın değiştirilmesi Cumhuriyet
savcısı tarafından istenebilir. Görevlendirilen avukata, 23/3/2005 tarihli ve
5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında
Kanunun 13 üncü maddesine göre ücret ödenir.”
5. 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi şöyledir:
“ı) Tutukluluğun incelenmesi, tutukluluğa itiraz ve tahliye
talepleri dosya üzerinden karara bağlanabilir.”
6. 9. maddesi şöyledir:
“Sorumluluk
MADDE 9- (1) Bu Kanun kapsamında karar alan ve görevleri yerine
getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai
sorumluluğu doğmaz.”
7. 10. maddesi şöyledir:
“Yürürlüğün durdurulması
MADDE 10- (1) Bu Kanun kapsamında alınan kararlar ve yapılan
işlemler nedeniyle açılan davalarda yürütmenin durdurulmasına karar verilemez.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN,
Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI,
Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ,
Recai AKYEL ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in katılımlarıyla 28/12/2016 tarihinde
yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin
esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma talebinin esas inceleme aşamasında
karara bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Dava dilekçesi ve ekleri, Raportör Aydın AYGÜN tarafından
hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, dava konusu kanun hükümleri, dayanılan
ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama
belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Olağanüstü Hâl Yönetim Usulünün Anayasal Çerçevesi
3. Olağanüstü yönetim usulleri; iç karışıklık, ayaklanma, savaş
tehlikesinin baş göstermesi, savaş hâli, doğal afet, ağır ekonomik bunalım ve
benzeri nedenlerle devletin ve toplumun güvenliğini büyük ölçüde sarsan
durumlarla karşılaşıldığında başvurulan yönetim şekilleridir. Belirtilen
durumların devletin ve toplumun varlığı ve güvenliği bakımından büyük bir
tehlike oluşturduğu kuşkusuzdur. Olağan dönemdeki yönetim rejiminin ve hukuk
kurallarının bu tehlikelerin giderilmesinde yetersiz kalabilmesi nedeniyle
çağdaş hukuk sistemlerinde olağanüstü hâllerde özel yönetim usullerinin
uygulanmasına da imkân tanınmaktadır. Bir başka ifadeyle olağanüstü yönetim
usulleri bir zaruretten kaynaklanmakta olup demokratik anayasal düzenin
korunması ve sürdürülebilmesi için bu yönetim usullerine başvurulması
zorunluluğu ortaya çıkabilmektedir. Bu bağlamda olağanüstü yönetimlere neden
olan tehlikelerin bertaraf edilebilmesi için olaylar karşısında ivedi önlem ve
karar alabilme ihtiyacı duyan yürütmenin yetkilerinin artırılması
gerekebilmektedir.
4. Bununla birlikte demokratik ülkelerde olağanüstü yönetim
usulleri hukuku dışlayan, keyfî yönetim anlamına gelmez. Olağanüstü yönetim
usulleri kaynağını Anayasa’da bulmakta, anayasal kurallara göre yürürlüğe
konularak yasama ve yargı organlarının denetiminde varlıklarını sürdürmektedir.
Olağanüstü yönetimlerin amacı, anayasal düzeni korumak ve savunmaktır. Bu
nedenle olağanüstü hâl yürütme organına önemli yetkiler vermesine, hak ve
özgürlükleri de önemli ölçüde sınırlandırmasına karşın hukuki bir rejimdir.
5. 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la
yapılan değişiklik öncesinde olağanüstü hâl sebepleri Anayasa’nın 119. ve 120.
maddelerinde düzenlenmiş ve 119. maddede “tabiî afet, tehlikeli salgın
hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım halleri”; 120. maddede
de “Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve
hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddî
belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddî
şekilde bozulması halleri” olağanüstü hâl ilan edilme sebepleri
olarak öngörülmüştür. Anayasa’nın 119. maddesinde düzenlenen olağanüstü hâl,
Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunca ilan edilebilirken
120. maddesinde düzenlenen olağanüstü hâl, Cumhurbaşkanının başkanlığında
toplanan Bakanlar Kurulunca Millî Güvenlik Kurulunun da görüşü alındıktan sonra
ilan edilebilmektedir.
6. Anayasa’nın mülga 121. maddesinin üçüncü fıkrasında “Olağanüstü
hal süresince, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu,
olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde kararnameler
çıkarabilir. Bu kararnameler, Resmî Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye
Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur; bunların Meclisce onaylanmasına
ilişkin süre ve usul, İçtüzükte belirlenir” denilmektedir. Anılan hüküm
uyarınca, olağanüstü hâllerde Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar
Kurulu, olağanüstü hâlin gerekli kıldığı konularda kanun hükmünde kararname
(KHK) çıkarma yetkisine sahiptir.
7. Anayasa’nın mülga 91. maddesinin birinci fıkrasında,
sıkıyönetim ve olağanüstü hâller saklı kalmak üzere Anayasa’nın ikinci kısmının
birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri
ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin KHK’larla
düzenlenemeyeceği belirtilmekte iken sıkıyönetim ve olağanüstü hâllerde, söz
konusu hak ve ödevler yönünden de KHK ile düzenleme yapılmasına bir engel
bulunmamaktadır.
8. Anayasa’nın mülga 121. ve 122. maddelerinin üçüncü fıkralarında
da olağanüstü hâl ve sıkıyönetim hâlinin gerekli kıldığı konularda çıkarılan
KHK’ların Resmî Gazete’de yayımlandıkları gün TBMM’nin onayına sunulacağı,
bunların TBMM tarafından onaylanmasına ilişkin süre ve usulün İçtüzük’te
belirleneceği öngörülmüştür. TBMM İçtüzüğü’nün 128. maddesinin 9/10/2018
tarihli ve 1200 sayılı Karar’la değiştirilmeden önceki hâline göre “Anayasanın
121 ve 122 nci maddeleri gereğince çıkarılan ve Türkiye Büyük Millet Meclisine
sunulan kanun hükmünde kararnameler, Anayasanın ve İçtüzüğün kanun tasarı ve
tekliflerinin görüşülmesi için koyduğu kurallara göre ancak, komisyonlarda ve
Genel Kurulda diğer kanun hükmünde kararnamelerle, kanun tasarı ve
tekliflerinden önce, ivedilikle en geç otuz gün içinde görüşülür ve karara bağlanır./
Komisyonlarda en geç yirmi gün içinde görüşmeleri tamamlanmayan kanun hükmünde
kararnameler Meclis Başkanlığınca doğrudan doğruya Genel Kurul gündemine alınır”
Söz konusu maddede, olağanüstü dönem KHK’larının da olağan dönem KHK’ları gibi
komisyonlarda ve Genel Kurulda öncelikle ve ivedilikle görüşüleceği hükme
bağlanmakla birlikte olağan dönem KHK’larından farklı olarak öncelikle ve ivedilikle görüşülme
hususu, birtakım sürelere bağlanarak somutlaştırılmıştır.
B. Olağanüstü Hâl Düzenlemelerinin Yargısal Denetimi
9. Anayasa’nın 6771 sayılı Kanun’la değiştirilmeden önceki 148.
maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinde “…olağanüstü hallerde,
sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil
ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava
açılamaz” hükmüne yer verilerek olağanüstü dönem KHK’ları Anayasa
Mahkemesinin yargısal denetiminin dışında bırakılmıştır. Anayasa Mahkemesi
2/11/2016 tarihli ve E.2016/171, K.2016/164 sayılı kararında olağanüstü hâl
KHK’larının Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenebilmesi için bu yöndeki bir
anayasal yetkinin açıkça tanınması gerektiğini ifade ederek Anayasa’nın 148.
maddesinin lafzı, Anayasa koyucunun amacı ve ilgili yasama belgeleri gözönünde
bulundurulduğunda olağanüstü hâl KHK’larının herhangi bir ad altında yargısal
denetiminin mümkün olmadığına karar vermiştir.
10. Bununla birlikte olağanüstü hâl KHK’larının TBMM tarafından
onaylanarak kanunlaşması hâlinde bu kanun hükümlerinin Anayasa’ya aykırılığı
iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde dava açılmasının önünde bir engel
bulunmamaktadır. İptal davasına konu edilen 6749 sayılı
Kanun, olağanüstü hâl kapsamında çıkarılan 667 sayılı KHK’nın TBMM tarafından
onaylanması sonucunda yürürlüğe girmiştir. Bu itibarla dava konusu kurallar
diğer kanun hükümleri gibi Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olmakla
birlikte bu denetim yapılırken söz konusu kuralların olağanüstü hâle yönelik
düzenlemeler içermesi nedeniyle öncelikle inceleme yönteminin belirlenmesi
gerekir.
11. Anayasa, temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ilişkin olarak
olağan ve olağanüstü dönemler için iki ayrı hukuki rejim öngörmektedir. Olağan
dönemde temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması rejimi Anayasa’nın 13.
maddesinde düzenlenmişken olağanüstü dönemde temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması ya da kullanılmasının durdurulması rejimi Anayasa’nın 15.
maddesinde düzenlenmiştir.
12. Anayasa’nın 13. maddesine göre “Temel hak ve hürriyetler,
özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,
Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
13. Anayasa’nın 15. maddesine göre ise “Savaş, seferberlik
veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl
edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen
güvencelere aykırı tedbirler alınabilir./ Birinci fıkrada belirlenen durumlarda
da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin
yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din,
vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı
suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile
saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”
14. Olağan dönemde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına
ilişkin ölçütler Anayasa’nın 13. maddesinde yer alırken savaş, seferberlik ve olağanüstü
hâllerde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, hatta kullanılmasının
durdurulması özel olarak Anayasa’nın 15. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre
savaş, seferberlik veya olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin
kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulması ve bunlar için Anayasa’nın
diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür.
Ancak Anayasa’nın 15. maddesiyle bu hususta tanınan yetki de sınırsız değildir.
Anayasa’nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin
milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükleri ihlal etmemesi ve durumun
gerektirdiği ölçüde olması gerekmektedir. Ayrıca bu durumlarda dahi kişinin
yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulması, din, vicdan,
düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanması ve bunlardan dolayı suçlanması
yasaklanmış; suç ve cezaların geriye yürümemesi ilkesi ile masumiyet
karinesinin bu hâllerde de geçerli olduğu kabul edilmiştir.
15. Olağanüstü hâl yönetim usullerine başvurulmasındaki temel
amaç, bu yönetim rejiminin uygulanmasına neden olan tehdit veya tehlikelerin
bertaraf edilmesini sağlamaktır. Devletin veya toplumun varlığının ya da kamu
düzeninin ağır tehdit veya tehlikeler altında bulunması nedeniyle olağanüstü
yönetim usulünün uygulandığı dönemlerde, söz konusu tehdit veya tehlikelerin
bertaraf edilmesi için temel hak ve özgürlüklerin olağan döneme kıyasla daha
fazla sınırlandırılması sonucunu doğuran tedbirler alınması gerekebilir. Bu
nedenle Anayasa’nın 15. maddesinin uygulanabilmesi için kuralın olağanüstü
hâlin gerekli kıldığı durumla ilgisinin bulunması gerekir.
16. Olağanüstü hâl KHK’larının kanunlaşmasından sonra bu kanun
hükümlerinin Anayasa’ya uygunluğunun denetlenmesinde ilgili kuralın tabi olduğu
sınırlama rejimi tespit edilmelidir. Zira söz konusu düzenlemelerde olağanüstü
hâlle ilgili kuralların yanında olağanüstü hâlle ilgisi olmayan kurallara da
yer verilebilmesi bu tespitin yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
17. Kanunlaştırılarak yargısal denetime açılan bir kuralın
Anayasa’nın olağanüstü dönem için öngördüğü denetim rejimine tabi olabilmesi
için kural, olağanüstü hâlin ilanına sebep olan tehdit veya tehlikelerin
bertaraf edilmesine yönelik olmalı ve olağanüstü hâl süresiyle sınırlı
uygulanmalıdır. Dolayısıyla ancak bu iki niteliği taşıyan bir kuralın
Anayasa’ya uygunluk denetiminde olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin
kullanılmasının sınırlanmasını ve durdurulmasını düzenleyen Anayasa’nın 15.
maddesi esas alınabilir.
18. Kuralın olağanüstü hâlin ilanına neden olan tehdit veya
tehlikelerin bertaraf edilmesine yönelik olmadığı ya da olağanüstü hâlin
süresini aştığı durumlarda ise söz konusu kuralın Anayasa’ya uygunluk
denetiminde Anayasa’nın 15. maddesi dikkate alınamaz. Bu durumda kurala ilişkin
inceleme sınırlamaya konu hakkın düzenlendiği Anayasa maddesi başta olmak üzere
Anayasa’nın ilgili hükümleri ile olağan dönemde hak ve özgürlükleri sınırlama
ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olan Anayasa’nın 13. maddesi
bağlamında yapılmalıdır. Ancak buradaki anayasallık denetiminde varılan sonuç
böyle bir düzenlemenin olağanüstü dönemde dahi yapılamayacağı şeklinde
anlaşılamaz.
19. Temel hak ve özgürlüklerle ilgili olağanüstü hâl kurallarının
anayasallık denetiminde Anayasa’nın 15. maddesinde üç ayrı ölçüt öngörülmüştür.
Bu ölçütlerden ilki anılan maddenin ikinci fıkrasında sayılan ve çekirdek alan
olarak da ifade edilen temel hak ve özgürlüklere dokunma yasağıdır. Buna göre
olağanüstü dönemde de olsa savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen
ölümler dışında kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne
dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz
ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu
mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.
20. Anayasa’nın 15. maddesinde yer alan ikinci ölçüt kuralların
milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı olmamasıdır. Bu
yükümlülüklerin başında taraf olunan insan haklarına ilişkin uluslararası
sözleşmelerden doğan yükümlülükler gelmektedir.
21. İnsan hakları alanında Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerin başında Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme
(MSHUS) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) gelmektedir. MSHUS’un 4. ve
AİHS’in 15. maddelerine göre milletin yaşamını tehdit eden olağanüstü bir durum
meydana geldiğinde devletler, bu sözleşmelerdeki yükümlülüklerini azaltacak
tedbirler alabilirler. Ancak MSHUS’un 4. maddesinin (2) numaralı fıkrasında;
AİHS’in 15. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, AİHS’e ek 7 No.lu Protokol’ün
4., 6 No.lu Protokol’ün 3. ve 13 No.lu Protokol’ün 2. maddelerinde yükümlülük
azaltılması mümkün olmayan bazı hak ve özgürlüklere yer verilmiştir. Bunlardan
önemli bir kısmı, Anayasa’nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında da yer
almaktadır. Dolayısıyla bu haklar yönünden yapılacak ikinci inceleme kapsamında
Anayasa, MSHUS ve AİHS’te yer alan yükümlülük azaltılması mümkün olmayan ortak
hak ve özgürlükler yönünden ayrı bir değerlendirme yapmaya gerek
bulunmamaktadır.
22. Bununla birlikte MSHUS’un 4. maddesinin (2) numaralı fıkrası
ile AİHS’in 15. maddesinin (2) numaralı fıkrası ve AİHS’e ek 7 No.lu
Protokol’ün 4. maddesinde, Anayasa’nın 15. maddesinde yer almayan bazı hak ve
özgürlüklerin de yükümlülük azaltılmasına konu olamayacağı düzenlenmiştir. Buna
göre olağanüstü durumlarda da hiç kimse köle veya kul olarak tutulamaz, yalnızca
sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getiremediği gerekçesiyle
hapsedilemez ve kesin bir hükümle mahkûm edildiği ya da beraat ettiği bir
suçtan dolayı yeniden yargılanamaz veya cezalandırılamaz. Ayrıca bu dönemde de
herkes her yerde, hukuk önünde kişi olarak tanınma hakkına sahiptir. Son olarak
olağanüstü dönemde alınacak tedbirlerin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, toplumsal
köken gibi sebeplerle ayrımcılık içermemesi gerekir. Bu nedenle
belirtilen hak ve özgürlükler Anayasa’nın 15. maddesinde sayılan çekirdek
haklar arasında yer almasa da anılan hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbirler,
milletlerarası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerle bağdaşmayacağından meşru
görülemez. Dolayısıyla bu haklara ilişkin düzenlemelerde sözü edilen sözleşme
hükümlerinin gözetileceği tabiidir.
23. Anayasa’nın 15. maddesinde yer alan üçüncü ölçüt ise
olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlükleri sınırlayan kuralların durumun
gerektirdiği ölçüde olmasıdır. Anılan maddedeki ölçülülük olağanüstü
yönetim usulünün uygulanmasına neden olan durum karşısında ölçülülüğü
ifade etmektedir. Dolayasıyla Anayasa’nın 15. maddesinde belirtilen ölçülülük,
Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçülülük kriterine göre temel hak ve özgürlükleri
daha fazla sınırlamaya izin vermektedir.
24. Anayasa’nın 15. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi, temel
hak ve özgürlüklerin kullanılmasının sınırlandırılması veya durdurulması için
başvurulan aracın amacı gerçekleştirmeye elverişli ve bunun için gerekli
olmasını, ayrıca araçla amacın ölçülü bir oran içinde bulunmasını ifade
etmektedir. Buna göre tedbir, olağanüstü durumu oluşturan tehdit veya
tehlikelerin ortadan kaldırılması amacına ulaşma bakımından elverişli ve bu
amacın gerçekleşmesi için gerekli olmalı; ayrıca tedbire konu temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlama durumun gerektirdiği oranda olmalıdır. Bir başka
deyişle alınan tedbirle temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlama durumun
gerektirdiği oranı aşarak keyfi niteliğe dönüşmemelidir.
25. Ölçülülüğün tespitinde tedbirin alındığı dönemin tüm koşulları
birlikte değerlendirilmelidir. Bu kapsamda olağanüstü dönemde temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlama teşkil eden tedbirin ölçülülüğüne ilişkin
unsurlar değerlendirilirken olağanüstü yönetim usulünün uygulanmasına neden
olan tehdit veya tehlikeler, sınırlamaya konu hak ve özgürlüğün niteliği ve
tedbirin alındığı zamanın da gözönünde bulundurulması gerekir.
26. Son olarak Anayasa’nın 15. maddesinde, olağanüstü dönemlerde
temel hak ve özgürlüklere yönelik olarak Anayasa’da öngörülen güvencelere
aykırı tedbirler alınması dışında temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının
kısmen veya tamamen durdurulabilmesine de izin verilmiştir. Ancak
buradaki durdurma kavramı o hakkın tamamen kullanılamaz hâle
gelmesi değil, onun kullanımının geçici olarak askıya alınması anlamına
gelmektedir. Kuşkusuz temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının durdurulması
niteliğindeki tedbirler de ölçülülük ilkesinin yukarıda belirtilen esaslarına
uygun olmalıdır.
27. Olağanüstü yönetim usulünün uygulandığı dönemde temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlamayı konu edinen kurallara ilişkin olarak
Anayasa’nın 15. maddesinin uygulanması gerektiği durumlarda da bu maddeye
ilişkin inceleme yapılmadan önce sınırlamaya konu hakkın düzenlendiği Anayasa
maddesi başta olmak üzere Anayasa’nın ilgili hükümleri ve olağan dönemde hak ve
özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimini düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesi
kapsamında bir inceleme yapılmalıdır. Zira devletin veya toplumun varlığına ya
da kamu düzenine yönelik ciddi tehdit veya tehlikelerin ortaya çıktığı
olağanüstü durumlarda olağanüstü yönetim usullerine başvurulması, bu dönemde
yürürlüğe konulan ve temel hak ve özgürlükleri sınırlandıran her düzenlemenin
olağan dönemin izin verdiği ölçütlerin ötesinde olmasını gerektirmeyebilir.
Anılan şekilde inceleme yapılması Anayasa’nın 15. maddesinde yer alan
“... Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir”
hükmünün de bir gereğidir. Nitekim Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru
kapsamında bu konuya ilişkin olarak vermiş olduğu ilk karar olan Aydın
Yavuz ve diğerleri kararında da aynı inceleme yöntemi benimsenmiştir (Aydın
Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 193-195).
28. Buna göre yapılan incelemede kuralın Anayasa’nın 15. maddesi
dışındaki maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olmadığının tespit edilmesi
durumunda ayrıca Anayasa’nın 15. maddesi yönünden bir inceleme yapılmasına
gerek kalmayacaktır. Zira Anayasa’nın 15. maddesi yönünden bir inceleme
yapılabilmesi için öncelikle kuralın Anayasa’nın olağan dönem için öngördüğü
güvencelere aykırılık taşıdığının tespit edilmesi gerekmektedir. Kuralın temel
hak ve özgürlükler için Anayasa’da öngörülen güvencelere aykırı olduğu tespit
edildiğinde ise bu kez sınırlamanın savaş, seferberlik veya olağanüstü
hâl dönemlerinde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının
durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa’nın 15. maddesine
uygun olup olmadığı hususunda inceleme yapılacaktır.
29. Bununla birlikte Anayasa’da bazı temel hak ve özgürlüklerin
olağanüstü dönemlerde sınırlandırılmasında farklılıklar bulunmaktadır. Bu
kapsamda bazı temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin sebep ve
koşullar ilgili maddede özel olarak somutlaştırılmıştır. Bu nedenle anılan
nitelikteki temel hak ve özgürlüklere temas eden olağanüstü hâl kurallarının
anayasallık denetiminde Anayasa’da öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin
alınıp alınmadığının tespiti bakımından ayrıca Anayasa’nın 13. maddesinde yer
alan güvenceler yönünden bir inceleme yapılması gerekli değildir. Bu gibi
düzenlemelerin anayasallık denetiminde doğrudan Anayasa’nın 15. maddesindeki
ölçütlere uygunluğunun tespit edilmesi gerekir.
C. Olağanüstü Hâl İlanına Neden Olan 15 Temmuz 2016 Tarihli Darbe
Teşebbüsü ve Sonrası
30. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle
karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü
hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 20/7/2018 tarihine kadar
devam etmiştir.
31. Olağanüstü hâlin ilan edilmesi ve bu kararın TBMM tarafından
onaylanmasından sonra Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu
tarafından, Anayasa’nın o tarihte yürürlükte bulunan 121. maddesine dayanılarak
olağanüstü hâl KHK’ları çıkarılmıştır. Bu çerçevede Cumhurbaşkanı başkanlığında
toplanan Bakanlar Kurulunca ilk olarak 22/7/2016 tarihinde 667 sayılı KHK kabul
edilmiş ve 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir.
32. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde
Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da
doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile Fetullahçı Terör Örgütü
(FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile bağlantılı olan ve
aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma
başlatılmıştır.
33. Türkiye’de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve
FETÖ ve/veya PDY olarak isimlendirilen yapılanmanın silahlı bir terör örgütü
olduğu ve anılan darbe teşebbüsünün faili olduğu yargı kararlarıyla tespit
edilmiştir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, E.2017/956, K.2017/370,
26/9/2017; Yargıtay 16. Ceza Dairesi, E.2015/3, K.2017/3, 24/4/2017; E.
2017/1443, K. 2017/4758, 14/7/2017; E.2018/7103, K.2019/1953, 22/3/2019) (FETÖ/PDY’nin
genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §
26).
Ç. Olağanüstü Hâl İlanına Neden Olan Olay ve Olguların Anayasal
Yönden Değerlendirilmesi
34. Anayasa’nın Başlangıç kısmında milletin iradesinin mutlak
üstünlüğüne vurgu yapılarak egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait
olduğu, egemenliği millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve
kuruluşun Anayasa’da gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun
icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı ilke olarak
belirtilmiştir.
35. Anayasa’nın 2. maddesinde başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanma ve insan haklarına saygılı demokratik bir
hukuk devleti olma Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri arasında
sayılmıştır.
36. Anayasa’nın Başlangıç kısmında ilkesel düzeyde ifade edilen
egemenlikle ilgili hususlara 6. maddesinde hüküm olarak yer verilmiştir. Anılan
maddeye göre egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti,
egemenliğini Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.
Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi
kullanamaz.
37. Anayasa’nın Başlangıç kısmında yer verilen ilkeler, 2.
maddesinde sayılan Cumhuriyetin nitelikleri, 6. maddesinde düzenlenen
egemenliğin aidiyeti ve kullanılma şekli ile Anayasa’nın sistematiği birlikte
dikkate alındığında egemenlik, egemenliğin kullanılış şekli, milletin
iradesi, demokrasi, hukuk devleti ve insan
hakları arasında ayrılmaz bağlar bulunduğu anlaşılmaktadır. Buna göre
tüm medeni toplumlarda olduğu gibi egemenliğin kaynağı millet olacak, egemenlik
-doğrudan veya dolaylı olarak- milletin iradesiyle yetkilendirilen organlar
eliyle kullanılacak, milletin iradesi demokratik bir düzende ortaya çıkacak,
egemenliğin yetkili organlar eliyle kullanımı hukuk devleti ilkesi başta olmak
üzere demokrasinin ilkelerine uygun ve insan haklarına saygı gösterilerek
gerçekleştirilecektir.
38. Darbe teşebbüsü, egemenliğin kaynağı olmayan ve milletin
egemenliği kullanmak üzere yetkilendirdiği organlar arasında bulunmayan bir
grubun zorla demokratik anayasal düzeni ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye
kalkışmasıdır. Darbenin gerçekleşmesi hâlinde demokratik anayasal düzen ve
milletin iradesinin üstünlüğü ortadan kalkmakta, demokratik düzende millete ait
olan egemenlik bir grup zorbanın eline geçmektedir. Bu durumda demokrasiden ve
hukuk devletinden söz etmek mümkün değildir. Doğal olarak böyle bir düzende bireylerin
temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alacak bir mekanizma da
olmayacaktır. Bu yönüyle demokratik bir toplumun karşılaşabileceği en ağır
tehditlerden birinin, belki de en ağırının darbe teşebbüsleri olduğu
söylenebilir.
39. Ülkemizde, çok partili siyasi hayata geçildiği tarihten bugüne
kadar birkaç kez darbe yapılmış veya buna teşebbüs edilmiştir. Bu nedenle
milletimiz, darbe teşebbüsüyle millet iradesini ve egemenliğini gasbedenlerin
demokratik anayasal düzene ve insan haklarına karşı nasıl büyük bir tehdit
oluşturduklarının tanığıdır.
40. 15 Temmuz 2016 gecesi Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde
örgütlenmiş bir grup anayasal düzenin ortadan kaldırılması teşebbüsünde
bulunmuş, bu teşebbüs demokratik bir toplumun meşru tüm unsurlarının kararlı
direnci sayesinde engellenmiştir. Başta egemenliği gasbedilmeye çalışılan
milletimiz olmak üzere millet adına egemenliği kullanmaya yetkili organlar
(Cumhurbaşkanı, TBMM, Bakanlar Kurulu ve yargı kurumları), demokratik toplumun
vazgeçilmez unsurları olan tüm siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, basın
yayın organları ve meşru demokratik otoritenin emir ve talimatlarıyla hareket
eden güvenlik güçleri bu egemenlik ve demokrasi direnişini hep birlikte
gerçekleştirmişlerdir.
41. Darbe teşebbüsü, iradesini ve egemenliğini milletin elinden
almaya teşebbüs edenlerin demokratik anayasal düzene ve insan haklarına yönelik
tehditlerinin büyüklüğünü somut olarak ortaya çıkarmıştır. Teşebbüs sırasında
egemenliğin kayıtsız şartsız kaynağı olan millete, egemenliği millet adına
kullanan organlara, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olan basın yayın
kuruluşlarına ve meşru demokratik otoritenin emir ve talimatları doğrultusunda
hareket eden güvenlik güçlerine saldırılmıştır. Bu kapsamda egemenliğine ve
iradesine sahip çıkmak için sokaklara çıkıp darbeye karşı gösteri yaparak temel
haklarını kullanan silahsız bireyler -silah ve bombalarla- katledilmiş ve
yaralanmış, bu suretle başta yaşam hakları olmak üzere temel hak ve
özgürlükleri yaygın bir şekilde ihlal edilmiştir.
42. Demokratik toplum düzeninin temel kurumlarından biri ve millet
iradesinin doğrudan tecelli ettiği organ olan TBMM savaş uçaklarıyla
bombalanmış, devletin başı olan Cumhurbaşkanı’na suikast girişiminde
bulunulmuş, Başbakan silah kullanılarak taciz edilmiş, Türkiye Radyo-Televizyon
Kurumuna baskın yapılarak özgür yayın akışı kesilmiş ve silah zoruyla darbe
bildirisi okutulmuş, ülke genelinde yayın yapan bazı özel televizyon
kanallarına baskın yapılarak yayınları durdurulmak istenilmiş, meşru otoritenin
emir ve talimatları doğrultusunda hareket eden çok sayıda polis ve askerî
personel doğrudan hedef alınarak ya da çatışmalar sırasında şehit edilmiş veya
yaralanmıştır.
43. 15 Temmuz 2016 gecesi meydana gelen darbe teşebbüsünün
demokratik anayasal düzene karşı oluşturduğu tehdidin büyüklüğünü
değerlendirmek bakımından, engellenmiş olan bu teşebbüsün somut olarak meydana
getirdiği zararların tek başına dikkate alınması yeterli değildir. Darbe
teşebbüsünün kısa sürede engellenememiş olması ya da darbenin gerçekleşmesi
hâlinde oluşabilecek risklerin de değerlendirilmesi gerekir. Egemenliğin sahibi
olan millet ve demokratik anayasal düzenin tüm unsurları, darbe teşebbüsünü kararlı
bir direnişle kısa sürede engellememiş olsalardı ya bir grup zorbanın mutlak
egemenliğini kabul edecekler ve onun hiçbir demokratik denetime tabi olmayan
iradesine tabi olacaklar ya da direnmeye devam edeceklerdi. Birinci ihtimal bir
milletin demokratik açıdan ölümü anlamına gelecektir. İkinci ihtimal olan
çatışmaların uzaması ve yaygınlaşması, devlet otoritesinin hatta devletin
tamamen ortadan kalkması riskinin yakın, ciddi ve açık bir tehdit olarak ortaya
çıkmasına neden olacaktır. Son zamanlarda tanık olunan, yakın çevremizdeki
ülkelerin durumu devlet otoritesinin ortadan kalkması hâlinde demokratik bir
düzende yaşamak bir yana insanların en temel haklarının her gün saldırı altında
olduğu bir düzensizlik ve kargaşa ortamının acı örnekleri olarak dünya
kamuoyunun gözönünde durmaktadır. Darbe teşebbüsünün ülkemizin birçok terör
örgütünün açık hedefi olduğu günlerde gerçekleştirilmesi bu riskin ağırlığını
daha da artırmıştır.
44. Bütün bu değerlendirmeler birlikte ele alındığında darbe
teşebbüsünün sadece demokratik anayasal düzen yönünden değil bununla sıkı bağı
olan millî güvenlik yönünden de mevcut ve ağır bir tehdit
oluşturduğu anlaşılmaktadır. Millî güvenlik, Anayasa’da ve insan haklarının
korunmasına ilişkin birçok uluslararası belgede, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması sebepleri arasında sayılmıştır. Özgürlük-güvenlik dengesinin
sağlanması modern demokrasilerin en önemli amaçlarından biri hâline gelmiştir.
Çünkü güvenliğin olmadığı yerde demokratik düzeni sürdürmek ve özgürlükleri hayata
geçirebilmek mümkün değildir.
45. Türk demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçen 15 Temmuz
darbe teşebbüsünün demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve
özgürlüklerine ve millî güvenliğe yönelik en ağır saldırılardan biri belki de
en ağırı olduğu sonucuna varmak gerekir.
D. Kanun’un 2. Maddesinin (4) Numaralı Fıkrasının İkinci
Cümlesinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
46. Dava dilekçesinde özetle; bireylerin ücret ödeyerek eğitim
görmeyi tercih ederken eğitim kurumunun bulunduğu yeri, öğretim üyelerini,
eğitimin metodunu ve buna benzer hususları değerlendirerek karar verdikleri,
olağanüstü hâlin gerektirdiği bir tedbir olarak eğitim gördükleri kurumların
kapatılmasıyla belirli bir güçlük yaşadıkları hatta eğitim görecekleri kurumu
seçerken değerlendirdikleri kriterlere belki de hiç uymayan kurumlara
yerleştirildikleri, buna rağmen önceden ödedikleri ücreti bu kurumlara ödemeye
devam etmelerinin kamu yararına uygun olmadığı gibi hukuk güvenliği ilkesiyle
de bağdaşmadığı, devlet üniversitelerine veya vakıf üniversitelerine
yerleştirilen öğrenciler ile olağanüstü hâlden önce bu kurumlarda eğitim gören
öğrenciler arasında kural nedeniyle eşitsiz bir durumun meydana geldiği
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 10., 42. ve 90. maddelerine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
47. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 13. maddesi yönünden de incelenmiştir.
48. Kural, kapatılan yükseköğretim kurumlarında kayıtlı olup
Yükseköğretim Kurulu tarafından devlet üniversitelerine veya vakıf
üniversitelerine yerleştirilen öğrencilerin mezun oluncaya kadar vakıf
yükseköğretim kurumlarına ödemeleri gereken ücretleri ilgili üniversiteye
ödemeye devam etmelerini öngörmektedir.
49. Millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen FETÖ/PDY’ye
aidiyeti, iltisakı veya bu örgütle irtibatı belirlenen vakıf yükseköğretim
kurumlarının kapatılması olağanüstü hâl kapsamında alınan bir tedbirdir.
Kapatılan vakıf yükseköğretim kurumlarında kayıtlı öğrencilerin Yükseköğretim
Kurulu tarafından devlet veya vakıf üniversitelerine yerleştirilmesi de bu
tedbirin doğrudan bir sonucudur. Dolayısıyla anılan yükseköğretim kurumlarının
kapatılması ve sonrasında yapılan yerleştirme işlemlerinin olağanüstü hâlin
gerekli kıldığı tehdit ve tehlikelerin bertaraf edilmesine yönelik olduğu
anlaşılmaktadır.
50. Kapatılan vakıf yükseköğretim kurumlarında kayıtlı
öğrencilerin yerleştirildikleri yükseköğretim kurumunun devlet veya vakıf
üniversitesi olmasına bakılmaksızın ücret ödemeye devam etmelerini öngören
kural da olağanüstü hâlin ilanına neden olan tehdit ve tehlikelerin bertaraf
edilmesine yönelik bir düzenlemedir. Ancak kuralın olağanüstü hâl süresiyle
sınırlı olarak uygulanmaması nedeniyle kurala ilişkin incelemenin sınırlamaya
konu hakkın düzenlendiği Anayasa maddesi başta olmak üzere Anayasa’nın diğer
hükümleri ve elbette olağan dönemde hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence
rejimi bakımından temel öneme sahip olan Anayasa’nın 13. maddesi bağlamında
yapılması gerekir.
51. Anayasa’nın 42. maddesinin birinci fıkrasında kimsenin eğitim
ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağı belirtilmek suretiyle eğitim
ve öğrenim hakkı herkes yönünden güvenceye bağlanmıştır. Eğitim ve
öğrenim hakkı, kamu ve özel eğitim kurumlarını kapsadığı gibi eğitimin ilk,
orta ve yükseköğrenim seviyelerini de kapsar (Sara
Akgül [GK], B. No: 2015/269,
22/11/2018, § 120; Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334,
17/9/2013, § 28; İhsan Asutay, B. No: 2012/606, 20/2/2014, § 34). Anayasa’da yer alan eğitim ve öğrenim
hakkı, kamu otoritelerine kişilerin eğitim ve öğrenim almasını engellememe
ödevini yüklemektedir. Eğitim ve öğrenim hakkı belli bir zamanda mevcut olan
eğitim kurumlarına erişimin sağlanmasını ve bu eğitim kurumlarına devam
edebilmeyi teminat altına almaktadır.
52. Anılan maddenin ikinci fıkrasında öğrenim hakkının kapsamının
kanunla tespit edilip düzenleneceği belirtilerek bu hakkın mutlak olmadığı,
hakkın kapsamını ve sınırlarını belirleme yetkisinin kanun koyucuya ait olduğu
hükme bağlanmıştır. Bu nedenle kanun koyucunun anılan hakkı kamu yararı
amacıyla sınırlandırabilmesi mümkündür. Ancak öğrenim hakkına getirilecek
sınırlamaların Anayasa’da temel hak ve hürriyetler için öngörülen güvencelere
aykırı olmaması gerekir.
53. Anayasa’nın 10. maddesinde belirtilen kanun önünde
eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu
ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı
aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı
tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını
önlemektir. Bu ilkeyle aynı durumda
bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında
eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her
yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki
özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve
uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal
durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi
zedelenmez.
54. 667 sayılı KHK ile bazı vakıf yükseköğretim kurumları
kapatılmış ve kapatılan vakıf yükseköğretim kurumlarında kayıtlı öğrencilerin
Yükseköğretim Kurulu tarafından devlet üniversitelerine veya vakıf
yükseköğretim kurumlarına yerleştirilmesi öngörülmüştür.
55. Dava konusu kural ise bu şekilde yerleştirilen öğrencilerin
mezun oluncaya kadar kapatılan vakıf yükseköğretim kurumlarına ödemeleri
gereken ücretleri yerleştirildikleri üniversiteye ödemeye devam etmelerini
düzenlemektedir. Buna göre kapatılan vakıf yükseköğretim kurumlarında kayıtlı
öğrenciler, yerleştirildikleri yükseköğretim kurumunun devlet veya vakıf
üniversitesi olmasına bakılmaksızın ücret ödemeye devam edeceklerdir. Bu
bağlamda, kapatılan vakıf yükseköğretim kurumlarında kayıtlı öğrencilerin
yerleştirildikleri yükseköğretim kurumuna ücret ödemeye devam etmelerini
öngören kuralın eğitim ve öğrenim hakkına sınırlama getirdiği anlaşılmaktadır.
56. Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca eğitim ve öğrenim hakkı
yalnızca kanunla ve demokratik bir toplumda gerekli olduğu ölçüde
sınırlanabilir. Ayrıca getirilen bu sınırlamalar hakkın özüne dokunamayacağı
gibi Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
57. Dokunulamayacak öz, her temel hak ve özgürlük açısından
farklılık göstermekle birlikte kanunla getirilen sınırlamanın hakkın özüne
dokunmadığının kabulü için temel hakların kullanılmasını ciddi surette
güçleştirip amacına ulaşmasına engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı bir
nitelik taşımaması gerekir.
58. Temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın yapılan
sınırlamaların ise demokratik toplum düzeninin gerekleri ile ölçülülük ilkesine
aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Öze dokunma yasağını ihlal etmeyen
sınırlamalar yönünden gözetilmesi öngörülen demokratik toplum düzeninin
gerekleri kavramı, öncelikle ilgili hak yönünden getirilen
sınırlamaların zorunlu ve istisnai tedbir niteliğinde olmalarını
gerektirmektedir. Demokratik toplum düzeninin gereklerinden olma,
bir sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın
karşılanması amacına yönelik olmasını ifade etmektedir.
59. Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen ölçülülük
ilkesi, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda
dikkate alınması gereken bir diğer ilkedir. Demokratik toplum düzeninin
gerekleri ve ölçülülük ilkeleri, iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş olmakla
birlikte bu iki kriter arasında sıkı bir ilişki vardır. Temel hak ve
özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın başvurulabilecek en son çare ya
da alınabilecek en son önlem olarak temel haklara en az müdahaleye imkân veren
ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir.
60. Demokratik toplum kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin en
geniş şekilde güvence altına alındığı bir düzeni gerektirir. Demokrasilerde
devlete düşen görev temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmek, bunların
etkili şekilde kullanılmasını sağlayacak tedbirleri almaktır. Bu kapsamda
devlet, özellikle temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldıracak veya bunlara
ölçüsüz müdahale teşkil edecek tutumlardan kaçınmalı ve başkalarından
gelebilecek tehditlere karşı bireyleri korumalıdır.
61. Kural, kapatılan vakıf yükseköğretim kurumlarında bulunan
öğrencilerin eğitim ve öğrenime devam etmelerini sağlamaya yönelik olduğundan
kuralın kamu yararı amacıyla çeliştiği söylenemez. Ayrıca kapatılan vakıf
üniversitelerine ödenen ücretin yerleştirilen üniversiteye mezun olana kadar
ödenmesi zorunluluğunu öngören kural, muhatapları yönünden eğitim ve öğrenim
hakkından yararlanma imkânını ortadan kaldırmamakta veya bunun kullanımını
ciddi şekilde zorlaştırmamaktadır. Bu yönüyle kuralın eğitim ve öğrenim
hakkının özüne dokunmadığı açıktır.
62. Kuralın yer aldığı fıkrada kapatılan vakıf yükseköğretim
kurumlarında kayıtlı öğrencilerin üniversitelere yerleştirilmesi ile ilgi usul
ve esasların Yükseköğretim Kurulu tarafından belirleneceği hükme bağlanmıştır.
Bu nedenle kural kapatılan yükseköğretim kurumlarında öğrenim gören
öğrencilerin kayıt yaptırdıkları yıldaki sıralamalarından daha yüksek sırada
öğrenci kabul eden yükseköğretim kurumlarına yerleşmelerine de imkân
verebileceğinden bu öğrencilerin daha önceden ödedikleri ücretleri
yerleştikleri yükseköğretim kurumlarına ödemelerinin ölçülülük ilkesiyle
bağdaşmadığı söylenemez. Bunun yanı sıra bu öğrencilerin eğitimin ücretli
olarak verildiği vakıf yükseköğretim kurumlarına daha önceden ödedikleri
ücretleri ödeyerek devam etmeleri de ölçülülük ilkesi ile çelişmemektedir.
Ancak kural kapatılan yükseköğretim kurumlarına kayıt yaptırdıkları yılda
yapılan sınavda aldıkları puana eşit ya da daha düşük puanla öğrenci kabul eden
devlet üniversitelerine söz konusu öğrencilerin yerleşmesini de kapsar
niteliktedir. Kural uyarınca bu durumdaki öğrenciler kapatılan yükseköğrenim
kurumlarına ödedikleri ücreti yerleştirildikleri devlet üniversitelerine
ödemeye devam edecektir.
63. Anılan durum ise kişinin kayıt yaptırdığı yılda gerek
yükseköğretim kurumunun akademik kadrosu, sosyal çevresi ve bulunduğu yer
gerekse de başka nedenlerle yerleşme imkânı bulunduğu hâlde devlet üniversitesi
yerine kapatılan vakıf üniversitesini tercih etmesi nedeniyle ödemeyi
kabullendiği eğitim ücretini vakıf yükseköğretim kurumunun kapatılması
nedeniyle aynı devlet üniversitesine yerleştirilmesi sonucunda ödemeye devam
etmesi anlamına gelmektedir.
64. Kuralla öğrenim hakkına getirilen sınırlamanın demokratik
toplum yönünden hangi zorlayıcı nedene dayandığı anlaşılamamaktadır. Öğrencinin
en başından beri yerleşme hakkına sahip olduğu devlet üniversitesini tercih
etmeyerek kapatılan vakıf yükseköğretim kurumuna kayıt olması ve sonrasında bu
kurumun kapatılması nedeniyle daha önce tercih etmediği devlet üniversitesine
yerleştirilmesi sonucunda kural gereği bu üniversiteye ücret ödemeye devam etmesi
eğitim ve öğrenim hakkına ölçüsüz bir sınırlama içermektedir. Kural bu yönüyle
Anayasa’nın 13. maddesinde aranan temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması
sırasında gözetilmesi gereken güvencelerle bağdaşmamaktadır.
65. Eğitim ve öğrenim hakkı bağlamında eşitlik ilkesi yönünden
yapılacak anayasallık denetiminde öncelikle Anayasa’nın 10. maddesi
çerçevesinde aynı ya da benzer durumda bulunan kişilere farklı muamelenin
mevcut olup olmadığı tespit edilmeli, bu bağlamda aynı ya da benzer durumdaki
kişiler arasında eğitim ve öğrenim hakkına yönelik sınırlama bakımından
farklılık gözetilip gözetilmediği belirlenmelidir. Yapılacak bu belirlemenin
ardından ise farklı muamelenin nesnel ve makul bir temele dayanıp dayanmadığı ve
ölçülü olup olmadığı hususları irdelenmelidir.
66. Kural, üniversiteye giriş sınavında aldığı puan itibarıyla
devlet üniversitesine yerleşme imkânı varken vakıf yükseköğretim kurumunu
tercih eden bir öğrencinin söz konusu vakıf yükseköğretim kurumunun kapatılması
sonrasında puanının yeterli olduğu devlet üniversitesine yerleştirilmesi
hâlinde buradaki öğrenimine kapatılan vakıf yükseköğretim kurumuna ödediği
ücreti ödeyerek devam etmesi sonucunu doğurmaktadır. Söz konusu öğrencilerin
yükseköğretim kurumlarına kayıt yaptırdıkları anda aranan başarı sıraları
dikkate alındığında bu başarılarına göre devlet üniversitesine kayıt olma
hakkını elde ettiklerinden burada bulunan öğrenciler ile kapatılan vakıf
yükseköğretim kurumlarından bu şekilde gelen öğrencilerin farklı hukuki durumda
oldukları söylenemez. Kural aynı devlet üniversitesine başarı sırasına göre
kayıt yaptırma hakkını elde eden öğrencilerden bir kısmına ücret ödeme
zorunluluğu getirdiğinden farklı bir muamele öngörmektedir. Söz konusu farklı
muamelenin ise makul ve nesnel bir temele dayandığı söylenemez.
67. Bu itibarla kapatılan vakıf yükseköğretim kurumuna kayıt
yaptırdıkları yılda yapılan merkezî sınavlarda elde ettikleri başarı sıralarına
eşit ya da daha az puanla öğrenci kabul eden devlet üniversitelerine
öğrencilerin daha önceden ödedikleri ücretleri ödeyerek devam etmeleri eğitim
ve öğrenim hakkı bağlamında Anayasa’yla bağdaşmamaktadır.
68. Açıklanan nedenlerle kural puanı eşit ya da daha düşük
devlet üniversiteleri yönünden Anayasa’nın 10., 13. ve 42. maddelerine
aykırıdır. İptali gerekir.
M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ ve Recai AKYEL bu görüşe
katılmamışlardır.
Kural, Anayasa’nın 10., 13. ve 42. maddesine aykırı görülerek
iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 2. maddesi yönünden incelenmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 90. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
E. Kanun’un 5. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
69. Dava dilekçesinde özetle; suç örgütleri ile iltisaklı,
irtibatlı kabul edilen kişilerin eşlerine ait pasaportların da iptal
edilebilmesini öngören dava konusu kuralın Anayasa’nın 38. maddesinde güvence
altına alınan cezai sorumluluğun şahsiliği, cezaların kanuniliği ilkeleri ve
masumiyet karinesiyle bağdaşmadığı, bu itibarla kendisine yönelik bir suç
isnadı dahi bulunmayan eşin suçlu sayıldığı, millî güvenliğe tehdit oluşturduğu
tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya
iltisakı ya da bunlarla irtibatı nedeniyle haklarında idari işlem tesis
edilenler ile evlenmiş olmanın cezalandırılmak için yeterli olamayacağı, fail
olduğu ileri sürülen kişilere yönelik dahi kesinleşmiş mahkûmiyet kararı
bulunmazken eşlerine yaptırım uygulanmasının hatalı olduğu belirtilerek kuralın
Anayasa’nın 2. ve 38. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
70. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 23. maddesi yönünden de incelenmiştir.
71. Kanun’un 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, millî
güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da
terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı nedeniyle
haklarında idari işlem tesis edilenler ile aynı gerekçeyle haklarında suç
soruşturması veya kovuşturması yürütülenlerin, işlemi yapan kurum ve
kuruluşlarca ilgili pasaport birimine derhâl bildirileceği; bu bildirim üzerine
ilgili pasaport birimlerince pasaportlarının iptal edilebileceği düzenlenmektedir.
Dava konusu (2) numaralı fıkrada ise ilgili pasaport birimine bildirilen
kişilerin eşlerinin pasaportlarının da genel güvenlik açısından mahzurlu
görülmesi hâlinde iptal edilebileceği öngörülmektedir.
72. Dava konusu kural içeriği itibarıyla olağanüstü hâlin ilanına
neden olan tehdit ve tehlikelerin bertaraf edilmesine yönelik olmasına rağmen
olağanüstü hâl süresini aşacak biçimde uygulanmaya imkân vermektedir. Başka bir
ifadeyle kural olağanüstü hâl süresiyle sınırlı bir düzenleme öngörmemektedir.
Bu durumda kurala ilişkin incelemenin sınırlamaya konu hakkın düzenlendiği
Anayasa maddesi başta olmak üzere Anayasa’nın ilgili hükümleri bağlamında
yapılması gerekir.
73. Anayasa’nın “Yerleşme ve seyahat hürriyeti” başlıklı
23. maddesinde herkesin yerleşme ve seyahat hürriyetine sahip olduğu; seyahat
hürriyetinin suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini
önlemek amaçlarıyla kanunla sınırlanabileceği, vatandaşın yurt dışına çıkma
hürriyetinin ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararıyla
sınırlanabileceği hüküm altına alınmıştır.
74. Dava konusu kuralda, millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit
edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı
ya da bunlarla irtibatı olması nedeniyle idari işleme ya da suç soruşturması
veya kovuşturmasına muhatap olan kişilerin eşlerinin pasaportlarının da, yurt
dışına çıkmalarının genel güvenlik açısından mahzurlu görülmesi durumunda,
İçişleri Bakanlığınca iptal edilebileceği düzenlenmektedir.
75. Anayasa’nın 23. maddesinin beşinci fıkrasında vatandaşın yurt
dışına çıkma hürriyetinin ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle
hâkim kararıyla sınırlanabileceği hüküm altına alınmıştır. Dava konusu kural
ise belirli koşullardaki kişilerin haklarında bir suç nedeniyle yapılan
soruşturma ya da kovuşturma olmaksızın ve hâkim kararı aranmaksızın
pasaportlarının bakanlıkça iptaline karar verilebilmesine imkân sağlamaktadır.
Bu nedenle kural, Anayasa’nın yerleşme ve seyahat özgürlüğüne tanıdığı
güvencelerle bağdaşmamaktadır.
76. Öte yandan kural olağanüstü dönemde de uygulama alanı
bulmuştur. Olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklere Anayasa’da öngörülen
güvencelere aykırı tedbirler alınmasına Anayasa belirli koşullarda cevaz
vermiştir. Bu nedenle kuralın olağan dönemde seyahat özgürlüğüne aykırı olduğu
yönünde yapılan tespit kuralın olağanüstü dönemle sınırlı uygulamasını
kapsamamaktadır.
77. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 23. maddesine
aykırıdır. İptali gerekir.
Kural, Anayasa’nın 23. maddesine aykırı görülerek iptal
edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 2. ve 38. maddeleri yönünden incelenmemiştir.
F. Kanun’un 6. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (a)
Bendinde Yer Alan “… otuz günü…” ibaresinin İncelenmesi
78. Kanun’un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının dava konusu
ibarenin de yer aldığı (a) bendi, 2/1/2017 tarihli ve 684 sayılı KHK’nın 10.
maddesi ile “Gözaltı süresi, şüphelinin yakalama yerine en yakın hâkim veya
mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yedi
günü geçemez. Delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu
nedeniyle Cumhuriyet savcısı, gözaltı süresinin yedi gün süreyle uzatılmasına
yazılı olarak emir verebilir.” şeklinde değiştirilmiş ve söz konusu
değişiklik 1/2/2018 tarihli ve 7074 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle
kanunlaşmıştır.
79. Açıklanan nedenle konusu kalmayan ibareye ilişkin iptal talebi
hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
G. Kanun’un 6. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (d)
Bendinin Birinci Cümlesinin “…Cumhuriyet savcısının kararıyla,
görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, tutuklu
ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli hazır
bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge
veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları
kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir.” Bölümünün
İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
80. Dava dilekçesinde özetle; müdafinin şüpheliye ve sanığa yardım
hakkının esas olarak adil yargılanma hakkının temelini oluşturduğu, suçlanan
veya tutuklanan kişinin en azından kendisine hukuki yardımda bulunan ve temsil
eden avukatı ile görüşmelerinin dokunulmaz olması gerektiği, böylece
suçsuzluk/masumiyet karinesi altında yargılanan kişinin kamu otoritesine karşı
korunaklı olacağı, dava konusu kuralla Cumhuriyet savcısına avukat ile
tutuklunun görüşmesini, gizliliğini ve zamanını sınırlama konusunda geniş bir
takdir yetkisinin tanındığı, olağanüstü hâlin takdir yetkisini sınırsız hâle
getirmeyeceği, sınırlama kararının somut gerekçeye dayanması gerektiği ancak
kuralda böyle bir atfın veya güvencenin bulunmadığı belirtilerek kuralın
Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
81. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 15., 19. ve 36. maddeleri yönünden de incelenmiştir.
82. Dava konusu kuralın yer aldığı bendin birinci cümlesi,
26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap Dördüncü
Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar,
12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar
ve toplu işlenen suçlar bakımından olağanüstü hâlin devamı süresince tutuklu
olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun
güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin
yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli,
açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin varlığı hâlinde Cumhuriyet
savcısının kararıyla görüşmelerin izlenebilmesini, kaydedilebilmesini,
sınırlandırılabilmesini ya da tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya
verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara
ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilmesini öngörmektedir. Dava konusu
kuralı, cümlenin “…Cumhuriyet savcısının kararıyla, teknik cihazla sesli
veya görüntülü olarak kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri
izlemek amacıyla görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya
avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki
konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve
saatleri sınırlandırılabilir.” bölümü oluşturmaktadır.
83. Kuralın devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal suçlar,
millî savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar, 3713 sayılı Kanun
kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından öngördüğü, tutuklunun
müdafi ile görüşme hakkı ve bunun usulü konusunda alınabilecek birtakım
tedbirlerin olağanüstü hâlin ilanına neden olan tehdit ve tehlikelerin bertaraf
edilmesine yönelik olduğu ve bunların yalnızca olağanüstü hâl süresince
yapılacak soruşturmalar yönünden uygulanabileceği anlaşılmaktadır. Bu nedenle
kurala ilişkin Anayasa’ya uygunluk denetiminin Anayasa’nın 15. maddesi
kapsamında yapılması gerekir. Ancak olağanüstü hâl yönetimine başvurulması, bu
dönemde temel hak ve özgürlükleri sınırlandıran her düzenlemenin olağan dönemin
izin verdiği ölçütlerin ötesinde olmasını gerektirmeyebileceğinden Anayasa’nın
15. maddesi kapsamında yapılacak incelemeden önce sınırlamaya konu hakkın
düzenlendiği Anayasa maddesi başta olmak üzere Anayasa’nın ilgili hükümleri ve
olağan dönemde hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimini düzenleyen
Anayasa’nın 13. maddesi kapsamında bir inceleme yapılmalıdır.
84. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.
85. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında
herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak
belirtildikten sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda
gösterilmek kaydıyla kişilerin hürriyetinden mahrum bırakılabileceği durumlar
sınırlı olarak sayılmıştır. Aynı maddenin sekizinci fıkrasında ise hürriyeti
kısıtlanan kişinin makul süre içerisinde durumu hakkında karar verilmesini ve
serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma
hakkına sahip olduğu ifade edilmiştir.
86. Anayasa’nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesinin
birinci fıkrasında, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir” denilerek yargı mercilerine başvurabilme ve
bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence
altına alınmıştır.
87. Ceza yargılamasında savunma hakkının güvence altına alınması,
demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No:
2013/4784, 7/3/2014, § 32). Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete uygun
gerçekleşmesini sağlamaktadır. İddiaya karşı savunma hakkı tanınmadığı sürece
silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uygun muhakeme yapılması
ve maddi gerçeğe ulaşılması da mümkün değildir.
88. Savunma hakkının sağladığı güvenceler, esasen adil
yargılanma hakkı içinde yer almaktadır. Savunma hakkı, hukuk devleti ilkesinin
gereklerinden ve adil yargılanma hakkının önemli güvencelerinden biri olması
nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde açıkça ifade edilmiştir.
89. Ancak şüpheli ve sanığa yalnızca savunma hakkının tanınması
yeterli değildir. Şüpheli ve sanığın, savunma için Anayasa’nın 36. maddesinde
belirtilen meşru vasıta ve yollardan yararlandırılması da
gerekir. Anayasa’nın anılan maddesinde sözü edilen meşru vasıta ve yollardan en
önemlisi ise müdafi yardımından yararlanmaktır. Başka bir ifadeyle müdafi
yardımından yararlanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru
vasıta ve yollar kapsamındadır. Bu itibarla müdafi yardımından
yararlanma hakkının adil yargılanma hakkının kapsamında olduğu anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla suç isnadı altındaki kişi, adil yargılanma hakkı kapsamında
kendisini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma
hakkına sahiptir.
90. Öte yandan müdafi yardımından yararlanma hakkının varlığı,
Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında güvence altına alınan,
hürriyeti kısıtlanan kişinin kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve
bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkının etkin bir şekilde
kullanımını da mümkün kılar. Bu itibarla müdafi yardımından yararlanma hakkına
getirilen bir sınırlama, tutukluluğa itiraz hakkına ve bu bağlamda kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkına yönelik bir sınırlama sonucunu da doğurur.
91. Müdafi yardımından etkili bir şekilde yararlanmanın ilk koşulu
ise müdafi ile yapılan görüşmelerin belli bir gizlilik içinde yapılmasıdır.
Şüpheli veya sanığın müdafi ile özgür bir şekilde bilgi alışverişinde bulunması
için mahremiyet büyük önem taşımaktadır. Şüpheli/sanığın müdafi ile yapacağı
görüşmelerde mahremiyet olmaması müdafiden alacağı hizmetin faydasını en alt
düzeye indirecektir. Bu nedenle meşru amaçlarla müdafiyle görüşme hakkına
kısıtlama getirilirken bu kısıtlama ile savunma, kişi hürriyeti ve güvenliği
hakları arasındaki denge gözetilmeli, kısıtlama hiçbir şekilde müdafi
yardımından etkili bir biçimde yararlanma hakkını engellememelidir. Meşru bir
amaçla kısıtlama yapılsa dahi yargılaması devam eden kişilere savunma hakkının
etkin bir şekilde kullanımı bakımından yeterli güvencelerin tanınması gerekir.
92. Cumhuriyet savcısının kararıyla tutuklu ile avukatın görüşmesinin
kaydedilmesi, görüşmede görevlinin hazır bulundurulması ile bilgi
ve belgelere el konulması gibi kısıtlamalar doğrudan avukat ve
müvekkil arasındaki mahremiyeti ortadan kaldıracak niteliktedir. Belirtilen
durumlarda tutuklunun avukatıyla mahrem bilgileri paylaşması, bilgi alışverişinde
bulunması mümkün değildir. Avukatla görüşme hakkının bu şekilde sınırlanması
özellikle savunma makamının özel olarak desteklenmesinin gerektiği hâllerde
etkili bir savunma yapılabilmesini önemli ölçüde zorlaştırmaktadır. Diğer
taraftan kural bir bütün olarak tutuklunun serbest kalabilmek için yaptığı
başvuruların da etkili olmasını engelleyebilecek niteliktedir. Bu itibarla
kuralla, müdafi yardımından yararlanma hakkı ile tutukluluğa itiraz hakkına
olağan dönem için Anayasa’da öngörülen güvence rejiminin ötesinde bir sınırlama
getirildiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle kural, olağanüstü dönemlerde temel hak
ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını
düzenleyen Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında incelenmelidir.
93. Olağanüstü hâllerde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması
kısmen veya tamamen durdurulabilir, bunlar için Anayasa’da öngörülen
güvencelere aykırı tedbirlere başvurulabilir. Fakat temel hak ve hürriyetlere
yapılan bu sınırlama Anayasa’nın 15. maddesinde belirtilen sınırlar dâhilinde
olmalıdır. Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında vurguladığı üzere
demokratik ülkelerde olağanüstü yönetim usulleri hukuku dışlayan, keyfî yönetim
anlamına gelmez. Olağanüstü yönetimler kaynağını Anayasa’da bulan, anayasal
kurallara göre yürürlüğe konulan, yasama ve yargı organlarının denetiminde
varlıklarını sürdüren rejimlerdir. Bu yönüyle olağanüstü hâllerde temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanmasına ilişkin düzenlemelerin ancak 15. maddede
belirtilen ölçütlere uygun olması hâlinde hukuk devleti ilkesine de uygun
olduğu söylenebilir.
94. Kural müdafi yardımından yararlanma hakkı ile tutukluluğa
itiraz hakkına sınırlamalar getirmekle beraber söz konusu haklar Anayasa’nın
15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ve hiçbir koşulda müdahale
edilmeyecek olan çekirdek alandaki temel hak ve hürriyetler ile ilkeler
arasında yer almamaktadır.
95. Ayrıca anılan haklar, milletlerarası hukuktan kaynaklanan
yükümlülük olarak insan hakları alanında Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerden özellikle MSHUS’un 4. ve AİHS’in 15. maddelerinin (2) numaralı
fıkralarında ve bu Sözleşme’ye ek protokollerde dokunulması yasaklanan haklar
arasında da bulunmamaktadır.
96. Müdafi yardımından yararlanma ile tutukluluğa itiraz haklarının
olağanüstü dönemlerde kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulması veya
bunlar için Anayasa’da öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesi
Anayasa’nın 15. maddesi uyarınca mümkün olmakla birlikte bu husus, yapılacak
düzenlemelerde sınırsız bir takdir yetkisi tanındığı anlamına da gelmemektedir.
Anılan maddede olağanüstü hâllerde durumun gerektirdiği ölçüde söz konusu
düzenlemelerin yapılabileceği belirtilmiştir. Bu nedenle müdafi yardımından
yararlanma hakkı ile tutukluluğa itiraz hakkına getirilen sınırlamaların
Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında durumun gerektirdiği ölçüde olduğunun
kabul edilebilmesi için durumun gerektirdiği oranı aşan keyfi müdahalelere izin
verilmemesi gerekir.
97. Kuralla müdafi yardımından yararlanma hakkı ile tutukluluğa
itiraz hakkına yapılan sınırlamanın ölçülü olup olmadığı
değerlendirilirken ülkemizde olağanüstü hâl ilanına sebebiyet veren durumun
özellikleri ve olağanüstü hâl ilanı sonrasında ortaya çıkan koşulların yanı
sıra sınırlamanın kapsam ve boyutu dikkate alınmalıdır.
98. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de AİHS’in 15.
maddesi kapsamında yükümlülük azaltma bildiriminde bulunan ulusal makamların
olağanüstü durumun gereklilikleri ve bunu gidermek için yapılacak yükümlülük
azaltmalarının niteliği ve kapsamı konusunda geniş takdir yetkisinin
bulunduğunu, ancak alınan tedbirlerin krizin zorunluluklarının kesinlikle
gerektirdiği ölçünün ötesine geçip geçmediğine karar verme konusundaki yetkinin
kendisine ait olduğunu belirtmektedir. AİHM bu denetim yetkisini kullanırken
yükümlülük azaltma nedeniyle etkilenen hakların niteliğini, olağanüstü duruma
yol açan sebepleri ve olağanüstü durumun süresini gözönünde bulundurmaktadır (Aksoy/Türkiye,
B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 68).
99. Olağanüstü hâl ilan edilmesine sebep olan 15 Temmuz darbe
teşebbüsünün hemen sonrasında Hükümet temsilcilerinin darbe tehdidinin sona
ermediği yönündeki açıklamaları üzerine ülke genelinde milyonlarca vatandaş
belli bir süre olası bir darbe girişimini engellemek amacıyla meydanlarda nöbet
tutmuştur.
100. Anılan darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde
darbe girişimiyle bağlantılı ya da FETÖ ve/veya PDY olarak isimlendirilen
yapılanma ile bağlantılı olduğu değerlendirilen yaklaşık 221.000 kişi hakkında
adli işlem yapılmış; başta TSK, emniyet ve yargı mensupları olmak üzere
170.000’den fazla kişi hakkında gözaltı tedbiri uygulanmıştır. Bu kişilerin
önemli bir bölümü mahkeme kararıyla tutuklanmıştır.
101. Darbe teşebbüsü, ülkede terör saldırılarının yoğunlaştığı bir
dönemde gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte genel olarak bölücü terör örgütü PKK
ile mücadele edilmekle birlikte DHKP/C, El Kaide ve DEAŞ gibi diğer pek çok
terör örgütünün de saldırılarına maruz kalınmış ve bu terör örgütlerine yönelik
olarak da mücadelede bulunulmuştur. Dolayısıyla darbe teşebbüsünün
savuşturulmasından sonra da teşebbüsle bağlantılı kişilerle veya teşebbüsle
doğrudan bağlantılı olmasa bile teşebbüsün arkasındaki yapılanma ile bağlantılı
olduğu değerlendirilen kişilerle ilgili olarak yürütülen soruşturmaların yanı
sıra diğer terör örgütlerinin saldırı ve faaliyetlerine ilişkin olarak da çok
sayıda kişi hakkında soruşturma yürütülmüştür.
102. Yargı kararlarıyla darbe teşebbüsünün arkasında olduğu
belirlenen FETÖ/PDY’nin yöneticileri ile üyelerinin, faaliyetlerini gizlilik
esasıyla yürüttükleri ve gizliliği sağlayacak haberleşme yöntemlerini
kullandıkları, üyelerinin önemli bir bölümünün kod isimlerinin
bulunduğu, gizlilik anlayışının devlet yönetimi bakımından önemli görülen TSK,
yargı, emniyet ve mülki idare birimlerinde ayrı bir titizlikle uygulandığı, bu
kapsamda örgüte mensup kişilerin zaman zaman kendilerini örgüt karşıtı olarak
gösterme gayretinde oldukları yapılan soruşturma ve kovuşturmalar neticesinde
açığa çıkmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26-vii).
103. Darbe teşebbüsü gibi olağanüstü hâl ilanına neden olan
olaylara yönelik adli soruşturma süreçleri kamu makamlarını ciddi zorluklarla
karşı karşıya bırakabilmektedir. Bu nedenle olaylar karşısında ivedi önlem ve
karar alabilme gereksinimi içinde bulunan kamu otoritelerinin yetkilerinin
artırılması gündeme gelebileceği gibi olağanüstü hâl ilanına neden olan tehdit
ve tehlikelerin bertaraf edilmesi ve bir daha tekrarlanmaması amacıyla olağan
dönemle kıyaslanmayacak düzenlemeler ve katı tedbirler de öngörülebilir.
104. Anılan dönemde darbe teşebbüsüne ilişkin faaliyetler
kapsamında ülke genelinde binlerce kişi tarafından icra edilen suç
oluşturabilecek nitelikteki çok sayıda eylem aynı anda işlenmiştir. Bunun yanı
sıra çoğunluğu önemli yerlerde kamu görevlisi olan on binlerce şüpheli hakkında
doğrudan darbeyle ilişkili olmasa da FETÖ/PDY’ye mensubiyet nedeniyle çok
sayıda ivedilikle yürütülmesi gereken soruşturma yapılmıştır. Anılan koşullarla
birlikte, yeni bir darbe teşebbüsü tehlikesinin varlığı, kamu düzeninin
bozulması amacına yönelik terör faaliyetlerinin yaygınlık kazanması, olağanüstü
hâl nedeniyle ceza infaz kurumunda bulunan hükümlü ve tutukluların sayısının
normal dönemlerle kıyaslanamayacak düzeye ulaşması, söz konusu koşullar altında
anılan kurumların güvenliğine yönelik olarak ortaya çıkacak tehdidin kamu
düzeni üzerinde meydana getireceği tehlikenin büyüklüğü, darbe teşebbüsünün
arkasında yer alan FETÖ/PDY’nin yapısı ve kullandığı haberleşme yöntemlerine
ilişkin şartlar birlikte dikkate alındığında demokratik anayasal düzenin ve
kamu güvenliğinin korunması amacıyla olağanüstü hâlin devamı süresince
tutuklunun avukatı ile görüşmesine kuralda yer alan sınırlamaların
getirilmesinin elverişli ve gerekli bir tedbir olmadığı söylenemez.
105. Kuralla tutuklunun avukatıyla görüşmesine bazı sınırlamalar
getirilmekle birlikte Kanun’da bunun keyfî olarak uygulanmasına izin
verilmesinin söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır. Kural, müdafi yardımından
yararlanma ve tutukluluğa itiraz haklarının kullanımı bakımından tüm tutuklular
yönünden bir sınırlama öngörmemekte; yalnızca demokratik anayasal düzenin ve
kamu güvenliğinin korunması amacına yönelik olarak olağanüstü hâlle ilgili
koşulları etkileyebilecek nitelikteki suçlar olan devletin güvenliğine karşı
suçlar, anayasal suçlar, millî savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı
suçlar, 3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar
yönünden anılan hakların sınırlanmasına izin vermektedir.
106. Öte yandan kural söz konusu kısıtlamaların amacı dışında
kullanılması konusunda da bir serbestlik tanımamaktadır. Kural uyarınca anılan
sınırlamaların uygulanabilmesi, tutuklunun avukatıyla görüşmesinde toplumun ve
ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya
diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi veya
yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimallerinden
birinin varlığının Cumhuriyet savcısı kararıyla tespit edilmesi şartına
bağlanmaktadır. Kanun ayrıca söz konusu kısıtlamaların tutuklunun
avukatıyla görüşmesinde uygulanabileceğini görüşmeden önce tutuklu ve avukatına
bildirilmesini de öngörmektedir.
107. Bu itibarla devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal suçlar,
millî savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar, 3713 sayılı Kanun
kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından olağanüstü hâlin
devamı süresince tutuklu ve avukat görüşmesine bazı kısıtlamalar getirilmesini
öngören kuralın, olağanüstü hâlde müdafi yardımından yararlanma ile tutukluluğa
itiraz haklarını durumun gerektirdiği ölçüyü aşacak şekilde sınırlandırdığı
söylenemez.
108. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2., 15., 19. ve 36.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Ğ. Kanun’un 6. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (ı)
Bendinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
109. Dava dilekçesinde özetle; tutukluluğun gözden geçirilmesi
esnasında yapılan incelemede çelişmeli yargı ve silahların eşitliği ilkelerine
riayet edilmesi gerektiği, AİHM’e göre derhâl bir yargıç önüne çıkarılma
hakkının özgürlüğünden yoksun bırakılan kişinin duruşmalı olarak dinlenilmesini
gerektirdiği, özgürlüğünden yoksun bırakılan kişinin dinlenilmesine, savcının
sunduğu delillere karşı kendi görüşlerini ileri sürmesine imkân tanınmadan
serbest bırakılma talebinin reddedilmesinin ve böylece tutukluluk süresinin
uzatılmasının AİHS’in 5. maddesinin (3) numaralı fıkrasını ihlal ettiği,
Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasının AİHS’in anılan maddesiyle
benzer bir düzenleme olduğu, bu nedenle söz konusu anayasal hükmün AİHS ve AİHM
içtihatlarına uygun olarak yorumlanması gerektiği, Anayasa’nın 15. maddesinde
olağanüstü hâllerde alınacak tedbirlerin ölçülülük ilkesine ve milletlerarası
hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı olmaması gerektiğinin hükme bağlandığı
gözetildiğinde düzenlemenin AİHS ve AİHM içtihatlarına açıkça aykırı olduğu
ileri sürülmüş ve hak arama hürriyeti kapsamında adil yargılanma hakkına da
aykırılık oluşturduğu belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 15., 19., 36. ve 90.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
110. Dava konusu kural, 5237 sayılı Kanun’un İkinci Kitap Dördüncü
Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar,
3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından
olağanüstü hâl süresince tutukluluğun incelenmesi, tutukluluğa itiraz ve
tahliye taleplerinin dosya üzerinden karara bağlanabilmesini öngörmektedir.
111. Kural devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal suçlar,
millî savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar, 3713 sayılı Kanun
kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından olağanüstü hâl
süresince yapılacak soruşturma ve kovuşturmalarda tutukluluğun incelenmesi,
tutukluluğa itiraz ve tahliye taleplerinin dosya üzerinden karara
bağlanabilmesini öngörmektedir. Kuralla öngörülen tedbir olağanüstü halin
ilanına neden olan tehdit ve tehlikelerin bertaraf edilmesine yönelik olduğundan
ve yalnızca olağanüstü hâl süresince yapılacak soruşturma ve kovuşturmalar
yönünden uygulanabileceğinden kurala ilişkin Anayasa’ya uygunluk denetiminde
olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının sınırlanmasını
ve durdurulmasını düzenleyen Anayasa’nın 15. maddesinin esas alınması gerekir.
Ancak olağanüstü hâl yönetimine başvurulması, bu dönemde temel hak ve
özgürlükleri sınırlandıran her düzenlemenin olağan dönemin izin verdiği
ölçütlerin ötesinde olmasını gerektirmeyebileceğinden Anayasa’nın 15. maddesi
kapsamında yapılacak incelemeden önce sınırlamaya konu hakkın düzenlendiği
Anayasa maddesi başta olmak üzere Anayasa’nın ilgili hükümleri ve olağan
dönemde hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimini düzenleyen
Anayasa’nın 13. maddesi kapsamında bir inceleme yapılmalıdır.
112. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında, hürriyeti
kısıtlanan kişinin kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu
kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir.
113. Anayasa’nın anılan hükmü kapsamında serbest bırakılmayı
sağlamak amacıyla başvurulan yargı mercii tarafından yapılan incelemede
Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının niteliğine ve
koşullarına uygun güvencelerin sağlanması gerekir. Bu bağlamda tutukluluk
hâlinin devamının veya serbest bırakılma taleplerinin incelenmesinde silahların
eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine riayet
edilmelidir.
114. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usul hakları
bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre
daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde
mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir. Çelişmeli
yargılama ilkesi ise taraflara dava dosyası hakkında bilgi sahibi olma ve yorum
yapma hakkının tanınmasını, bu nedenle tarafların yargılamaya aktif olarak
katılmasını gerektirir.
115. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasından kaynaklanan
temel güvencelerden biri de tutukluluğa itiraz hakkıdır. Anılan hak, şüpheli
veya sanığın tutukluluk hâline etkili biçimde itiraz edebilmesini, bu itirazın
da hâkim ya da mahkeme tarafından etkin olarak incelenmesini gerektirir.
Hürriyetinden yoksun bırakılan kimsenin bu duruma ilişkin şikâyetlerini,
tutuklanmasına dayanak olan delillerin içeriğine veya nitelendirilmesine
yönelik iddialarını, lehine ve aleyhine olan görüş ve değerlendirmelere karşı
beyanlarını hâkim/mahkeme önünde sözlü olarak dile getirebilme imkânına sahip
olması tutukluluğa itirazını çok daha etkili bir şekilde yapmasını
sağlayacaktır. Bu nedenle kişi, bu haktan düzenli bir şekilde yararlanarak
makul aralıklarla dinlenilmeyi talep edebilmelidir.
116. Ancak amacı maddi gerçeğin açığa çıkarılması olan ceza
muhakemesinin makul bir sürede tamamlanması gerekir. Tutukluluğun incelenmesi
veya tahliye taleplerine ilişkin her kararın duruşma açılarak verilmesi ceza
yargılamasının makul sürede bitirilememesine yol açabileceği gibi ceza
muhakemesinin sağlıklı şekilde ilerlemesini de engelleyebilir. Bu çerçevede
duruşma yapmayı gerektirecek özel bir durum olmadığı sürece tutukluluğun
incelenmesi, tutukluluğa itiraz ve tahliye taleplerinin her defasında duruşma
açılarak yapılması gerekmez.
117. Öte yandan kural tutukluluk incelemesinin, tutukluluğa itiraz
ve tahliye taleplerinin dosya üzerinden karara bağlama yetkisinin kullanımı
bakımından herhangi bir süre veya üst sınır öngörmemiştir. Bir başka deyişle
kural uyarınca hâkim, olağanüstü hâl devam ettiği sürece tutukluluk
incelemeleri ile tutukluğa itiraz ve tahliye taleplerinin tamamını dosya
üzerinden karara bağlayabilecektir. Bu itibarla olağanüstü hâl boyunca
tutukluluklarıyla ilgili olarak şüpheli veya sanığın makul aralıklarla
dinlenilmeyi talep edebilmeleri mümkün değildir. Açıklanan nedenle kural,
tutukluluğa karşı itirazın hâkim önünde yapılan duruşmalarda etkin olarak
incelenmesi hakkına olağan dönem için Anayasa’da öngörülen sınırlama
koşullarının ve güvence rejiminin ötesinde bir sınırlama getirmektedir. Bu
nedenle kuralın, olağanüstü dönemlerde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılmasının durdurulması ve sınırlanmasını düzenleyen Anayasa’nın 15.
maddesi kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
118. Kural adil yargılanma hakkı ile tutukluluğa itiraz hakkına
bir sınırlama getirmekte ise de söz konusu haklar Anayasa’nın 15. maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan ve hiçbir koşulda müdahale edilmeyecek çekirdek
alanda bulunan temel hak ve özgürlükler ile ilkeler arasında yer almadığı gibi
milletlerarası hukuktan kaynaklanan yükümlülük olarak Türkiye’nin taraf olduğu
uluslararası sözleşmelerden MSHUS’un 4. ve AİHS’in 15. maddelerinin (2)
numaralı fıkralarında ve bu Sözleşme’ye ek protokollerde dokunulması yasaklanan
haklar arasında da bulunmamaktadır.
119. Adil yargılanma hakkı ile tutukluluğa itiraz hakkının
olağanüstü dönemlerde kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulması veya
bunlar için Anayasa’da öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesi Anayasa’nın
15. maddesi uyarınca mümkün olmakla birlikte bu husus, yapılacak düzenlemelerde
sınırsız bir takdir yetkisi tanındığı anlamına gelmemektedir. Anılan maddede
olağanüstü hâllerde durumun gerektirdiği ölçüde söz konusu düzenlemelerin
yapılabileceği belirtilmiştir. Bu nedenle adil yargılanma hakkı ile tutukluluğa
itiraz hakkına getirilen sınırlamaların Anayasa’nın 15. maddesi
kapsamında durumun gerektirdiği ölçüde olduğunun
söylenebilmesi için durumun gerektirdiği oranı aşan keyfi müdahalelere izin verilmemesi gerekir.
120. Kuralla adil yargılanma ile tutukluluğa itiraz haklarına
yapılan sınırlamaların ölçülü olup olmadığı değerlendirilirken
ülkemizde olağanüstü hâl ilanına sebebiyet veren durumun özellikleri ve
olağanüstü hâl ilanı sonrasında ortaya çıkan koşulların yanı sıra sınırlamanın
kapsam ve boyutu dikkate alınmalıdır.
121. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke
genelinde yargı organları ve soruşturma mercileri, öngörülemez şekilde ağır bir
iş yükünü yönetmek zorunda kalmıştır. Ayrıca, darbe teşebbüsünden hemen sonra
darbe teşebbüsünde bulunduğu belirtilen FETÖ/PDY ile ilgisi nedeniyle ilk
etapta 2.745 hâkim ve Cumhuriyet savcısına görevden el çektirilmiş, süreç
içinde de yaklaşık 4.000 yargı mensubu meslekten ihraç edilmiştir.
122. Tutukluların güvenliğini ve muhafazasını sağlamakla görevli
ceza infaz koruma memurlarının ve jandarma personelinin bir kısmı, ayrıca
gerektiğinde tutukluların güvenliğinin sağlanmasında görevlendirilebilecek olan
emniyet görevlilerinin önemli bir bölümü FETÖ/PDY ile olan ilgileri nedeniyle
kamu görevinden çıkarılmış veya uzaklaştırılmıştır. Darbe teşebbüsü ve FETÖ/PDY
kapsamında yürütülen soruşturmalarda on binlerce şüphelinin tutuklanmış olması
nedeniyle ceza infaz kurumlarının doluluk oranı kapasitenin üzerine çıkmıştır.
Nitekim süreç içinde açık ceza infaz kurumuna ayrılma, koşullu salıverme ve
denetimli serbestlikten yararlanma sürelerinde değişiklik yapılarak çok sayıda
kişinin tahliyesi sağlanmış, böylece kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan
kişi sayısının azaltılması yoluna gidilmiştir. Bütün bu olgular karşısında
özellikle darbe teşebbüsü, FETÖ/PDY ve terör ile ilgili suçlardan dolayı
tutuklu olan ve büyük çoğunluğu il merkezlerindeki ceza infaz kurumlarında
bulunan binlerce kişinin tutukluluk incelemelerinin yapılması için periyodik
olarak adliyelere getirilmeleri hâlinde çok ciddi güvenlik sorunlarının
yaşanabileceğinin değerlendirildiği anlaşılmaktadır.
123. Olağanüstü hâl sırasında yapılan soruşturmaların ve açılan
davaların sayısı ile ortaya çıkan tutuklu sayısı, soruşturma ve kovuşturma
işlemlerini yürütmekle ve denetlemekle görevli olan çok sayıda emniyet ve yargı
mensubunun meslekten çıkarılmış olması ve çok yüksek sayılara ulaşan
tutukluların ceza infaz kurumlarından adliyelere götürülmelerinin yol açacağı
güvenlik tehlikesi gözetildiğinde olağanüstü hâl döneminde söz konusu suçlar
yönünden tutukluluk incelemelerinin duruşmasız olarak yapılmasının demokratik
anayasal düzenin ve kamu güvenliğinin korunması amacı bakımından elverişli ve
gerekli bir tedbir olmadığı söylenemez.
124. Kuralla bazı suçlar yönünden tutukluluk incelemelerinin
duruşmasız olarak yapılması öngörülmekle birlikte Kanun’da bunun keyfî olarak
uygulanmasına izin verilmesinin söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır. Kanun,
olağanüstü hâl döneminde tutukluların serbest bırakılmayı sağlamak amacıyla bir
yargı merciine başvurma hakkını korumaktadır. Bu bağlamda hakkında tutuklama
tedbiri uygulanan herkes 5271 sayılı Kanun’un 104. maddesinin (1) numaralı
fıkrası uyarınca soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında
salıverilmesini isteyebilecektir. Yine bu dönemde, tüm şüpheli veya sanıklar
yönünden 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesi uyarınca tutukluluğun resen en geç
otuzar günlük süreler itibarıyla incelenmesine devam edilecektir.
125. Kural, söz konusu sınırlamanın amacı dışında kullanılması
konusunda da bir serbestlik tanımamaktadır. Bu bağlamda kural, tüm suçlar
yönünden değil yalnızca olağanüstü hâl ilan edilmesiyle ilişkili bulunan,
devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal suçlar, millî savunmaya karşı
suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar, 3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçlar
ve toplu işlenen suçlar bakımından olağanüstü hâl süresince tutukluluk
incelemesinin, tutukluluğa itiraz ve tahliye taleplerinin dosya üzerinden
karara bağlama yetkisi tanımaktadır. Ayrıca kuralın hâkime tanıdığı yetki,
bağlı yetki olmayıp takdir yetkisi niteliğindedir. Bu itibarla hâkim gerek
görmesi hâlinde tutukluluğun incelenmesi, tutukluluğa itiraz ve tahliye
taleplerini duruşmalı olarak da karara bağlayabilecektir.
126. Öte yandan Kanun’da tutukluluğun incelenmesi, tutukluluğa
itiraz ve tahliye taleplerinin dosya üzerinden karara bağlanması sırasında
şüpheli veya sanık ile iddia makamı usul hakları bakımından aynı koşullara tabi
tutulmaktadır. Buna göre taraflardan biri diğerine göre daha zayıf bir duruma
düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını yazılı şekilde mahkeme önünde dile
getirme fırsatına sahip kılınmışlardır.
127. Bu itibarla devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal
suçlar, millî savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar, 3713
sayılı Kanun kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından
olağanüstü hâlin devamı süresince tutukluluğun incelenmesi, tutukluluğa
itiraz ve tahliye taleplerinin dosya üzerinden yapılabilmesini öngören
kuralın, olağanüstü hâlde adil yargılanma ile tutukluluğa itiraz haklarını
durumun gerektirdiği ölçüyü aşacak şekilde sınırlandırdığı
söylenemez.
128. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2., 15., 19. ve 36.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 90. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
H. Kanun’un 9. Maddesinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
129. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu hükme dâhil kişilerin
madde kapsamındaki karar, görev ve fiilleri nedeniyle hiçbir zaman, hiçbir
şekilde, hiçbir mercie karşı, hiçbir sorumluluklarının olmayacağı, bu durumun
bütün bu faaliyetler çerçevesinde yapılabilecek hukuksuzlukların giderilmesini
imkânsız kılacağı, mutlak sorumsuzluğun ancak hukuk devletinin bulunmadığı
rejimlerde söz konusu olabileceği, Anayasa’nın düzenlediği olağanüstü yönetim
usullerinin hukuk içinde kalan, demokratik hukuk devletinin esaslı ögelerine
bağlı olan anayasal bir rejim olduğu, Anayasa’nın öngördüğü olağanüstü hâl
rejiminin hukuk devletinin asli bir unsurunun genel ve kalıcı olarak
uygulanmaması sonucunu doğuracak bir düzenlemeye izin vermeyeceği, görevin
kötüye kullanıldığı, keyfî yetki aşımlarının olduğu, bir insanlık suçu olan
işkencenin kayıtsızca uygulandığı, kimi yaşam hakkı ihlallerinin kamu
mekânlarında ya da kamu görevlilerince gerçekleştirildiği iddialarının etkin
bir şekilde soruşturulması gerektiği, kamu görevlilerinin cezasızlığını öngören
düzenlemenin yeterli eğitimi almamış, olayları kişisel bir öç alma olarak gören
kişilere kötüye kullanma imkânı ve cesareti verebileceği belirtilerek kuralın
Anayasa’nın 2., 10., 17., 40., 90. ve 125. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
130. 6749 sayılı Kanun’un dava konusu 9. maddesinde “Bu Kanun
kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu görevleri
nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz” hükmüne yer
verilmiştir. 6749 sayılı Kanun’un “Amaç ve kapsam” başlıklı 1.
maddesinde “Bu Kanunun amacı, 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında, darbe
teşebbüsü ve terörle mücadele çerçevesinde alınması zaruri olan tedbirler ile
bunlara ilişkin usul ve esasları belirlemektir” denilmiştir. Buna göre
Kanun’un amacı olağanüstü hâlin ilanına neden olan tehdit ve tehlikelerin
bertaraf edilmesi olup dava konusu kuralın da bu kapsamda aynı amaca yönelik
olduğu açıktır. Ancak anılan Kanun’un birçok hükmünün sadece olağanüstü hâl
döneminde uygulanma imkânı varken bir kısmının olağan dönemde de
uygulanabilmesi mümkündür. Dolayısıyla kural sadece olağanüstü hâl süresiyle
sınırlı olmadığından kuralın Anayasa’nın olağan dönem kuralları yönünden
öngördüğü denetim rejimine göre incelenmesi gerekir.
131. Kurala göre 6749 sayılı Kanun kapsamında karar alan ve
görevleri yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari, mali
ve cezai sorumluluğu doğmayacaktır. Kanun’da belirtilen söz konusu karar ve
görevler incelendiğinde bunların olağanüstü halin ilanına neden olan koşulların
ortadan kaldırılmasına yönelik tedbirlere ilişkin olarak verilen kanuni
yetkilerin icra edilmesinden ibaret olduğu anlaşılmaktadır.
132. Kanunların verdiği yetkinin kullanılması ya da kanunlarca
verilen görevlerin yerine getirilmesi veya bu kapsamda kararlar alınması, hukuk
sistemimizce hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmiştir. Bir fiilin hukuka
uygunluğu onun hukuk sisteminin tamamıyla uyumlu olduğunu gösterir. Bu durum
hukukun bütünlüğü ilkesinin bir sonucudur. Bu nedenle hukuka uygun bir fiil
nedeniyle onu icra edenlerin sorumluluğu söz konusu değildir. Başka bir
ifadeyle hukuka uygun bir fiili gerçekleştirenlere hukuki, idari, mali ve cezai
sorumluk yüklenemez. Kanunla verilmiş olan bir görevin yerine getirilmesi ya da
bu kapsamda bir karar alınması, kişiye verilmiş bir görevken aynı zamanda bu
görevin yerine getirilmesinin hukuka aykırılık oluşturması çelişkiye sebep
olur. Bu nedenle kişilerin kanunlarca verilmiş olan görevleri kanuni usul ve
esaslara uygun olarak yerine getirmeleri ya da bu kapsamda karar almaları
sonucunda hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluklarının doğmaması tabiidir.
133. Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında vurguladığı üzere
demokratik ülkelerde olağanüstü yönetim usulleri hukuku dışlayan, keyfî yönetim
anlamına gelmez. Olağanüstü yönetimler kaynağını Anayasa’da bulan, anayasal
kurallara göre yürürlüğe konulan, yasama ve yargı organlarının denetiminde
varlıklarını sürdüren rejimlerdir.
134. Bu bağlamda kural bir yargılama engeli getirmemektedir.
Haksızlık oluşturduğu ileri sürülen fiiller için yapılacak incelemede söz
konusu fiilin kural bağlamında görev gereği ya da görevden kaynaklanıp
kaynaklanmadığının değerlendirileceği kuşkusuzdur. Bu değerlendirme sonucunda
varılan sonucun görevle ilgili olmadığı ya da bunun sınırlarını aştığının
tespit edilmesi hâlinde sorumluluk gündeme gelecektir. Kanun’da belirtilen
kişilere hukuka aykırı, haksız fiil veya suç işleme görev veya yetkisinin
verilmediği ve verilemeyeceği açık olduğuna göre kuralın haksız fiil veya suç
teşkil eden eylemleri kapsamadığı tartışmasızdır.
135. Dava konusu kuralın düzenlenme ihtiyacının, Kanun’da verilen
görevlerin niteliğinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Söz konusu görevlerin
önemli bir kısmı olağanüstü hal dönemiyle sınırlı ve olağanüstü hâlde alınması
gereken, dolayısıyla olağan dönemin hukuki düzenlemelerinden oldukça farklı
olan tedbirlerin icrasına yöneliktir. Bu tedbirlerin anılan niteliği dikkate
alındığında bunlara ilişkin olarak verilen görevlerin etkili biçimde
uygulanması hususunda tereddüt oluşabilir. Bu bağlamda dava konusu kuralla
kanun koyucunun olağanüstü hâlin sebeplerinin ortadan kaldırılmasında
görevlilerin çalışmalarında başarılı olmalarını, çekinmeden görev yapmalarını
ve bu suretle bir an önce olağan döneme geçilmesini amaçladığı anlaşılmaktadır.
136. Öte yandan kuralla Kanun kapsamında karar alan ve görevleri
yerine getiren kişilerin yerine getirdikleri görev ve kararları nedeniyle
sorumlu tutulmamalarının nedeni bu kişilerin haksız fiil veya suç teşkil eden
eylemlerine hukuki ve cezai bağışıklık tanıyarak bunlara kendileriyle aynı
durumda bulunan kişilere nazaran özel bir imtiyaz ve ayrıcalık tanımak
değildir. Bunun nedeni olağanüstü hal dönemiyle sınırlı ve olağanüstü halde
alınması gereken dolayısıyla olağan dönemin hukuki düzenlemelerinden oldukça
farklı olan tedbirlerin icrasına yönelik görevlerin herhangi bir endişe ve
tereddüt duyulmadan yerine getirilmesini sağlamaktır. Dolayısıyla söz konusu
kuralın eşitlik ilkesini zedeleyen bir yönü bulunmamaktadır.
137. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 17., 40., 90. ve 125. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
I. Kanun’un 10. Maddesinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
138. Dava dilekçesinde özetle; yürütmenin durdurulması kararı
verilmesinin olağanüstü hâl, seferberlik ve savaş hâlinde, ayrıca millî
güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık nedenleriyle sınırlandırılabileceğinin
Anayasa’da belirtildiği, Anayasa’da olağanüstü hâllerde yürütmenin durdurulması
kararının verilme imkânını ortadan kaldıran bir düzenlemenin bulunmadığı,
Anayasa uyarınca yalnızca belli nedenlerle bunun sınırlanmasının mümkün
olduğu, buna karşılık dava konusu kuralın yürütmeyi durdurma kararının verilme
imkânını tümüyle ortadan kaldırdığı, bu durumun Anayasa’nın üstünlüğü, hukuk
devleti gibi ilkelerle bağdaşmadığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 11. ve
125. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
139. Dava konusu kural, Kanun kapsamında alınan kararlar ve
yapılan işlemler nedeniyle açılan davalarda yürütmenin durdurulmasına karar
verilemeyeceğini öngörmektedir. Kural içeriği itibarıyla olağanüstü hâlin
ilanına neden olan tehdit ve tehlikelerin bertaraf edilmesine yönelik olmasına
rağmen olağanüstü hâl süresini aşacak biçimde uygulanmaya imkân vermektedir.
Başka bir ifadeyle kural olağanüstü hâl süresiyle sınırlı bir düzenleme
öngörmemektedir. Bu durumda kurala ilişkin incelemenin Anayasa’nın olağan dönem
kuralları yönünden öngördüğü denetim rejimine göre yapılması gerekir.
140. Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasında “İdarenin
her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” kuralına yer
verilmiştir. İdari eylem ve işlemlerin yargı denetimine tabi olması demokratik
hukuk devletinin olmazsa olmaz koşuludur. Anayasa’nın söz
konusu kuralıyla benimsediği husus etkili bir yargısal denetimdir. Kişinin
uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da
maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu
yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir.
141. Hak arama özgürlüğü bakımından kişilerin idareye karşı sahip
oldukları en etkili yargısal koruma mekanizması iptal davasıdır. İptal
davasında, idari işlemin hukuk kurallarına aykırılığının belirlenmesi hâlinde
iptaline karar verilmekte ve bunun sonucunda idarenin hukuka bağlılığı ve hukuk
düzeninin korunması sağlanmaktadır. Genel ilke, iptal kararlarının geriye
yürümesi ve iptal edilen işlemi başından itibaren ortadan kaldırması, bu işleme
ve ona dayanan sonuçların hiç mevcut olmamış gibi kabul edilmesi olmakla
birlikte bu ilke, idari işlemin iptal kararı verilinceye kadar mevcudiyetini
sürdürmesine ve etki doğurmasına engel değildir. Bu nedenle kişileri iptal
davası sonuçlanıncaya kadar hukuka aykırı idari işlemin olumsuz etkilerinden
korumak, ileride giderilmesi veya düzeltilmesi imkânsız veya zor olan durumları
önlemek, idarenin hem olası bir tazmin yükünden kurtarılması hem de hukuk
sınırları içinde kalması sağlanarak hukuk devletinin kesintiye uğramadan
devamını temin etmek amacıyla yürütmenin durdurulması kurumu öngörülmüştür.
142. Yürütmenin durdurulması kurumu, yargının denetim etkinliğini
artırıcı bir araç olarak dava hakkının bir parçasını oluşturduğu gibi kamu
yararı ve kamu düzenini de sağlamaktadır. Yürütmenin durdurulması kararıyla
dava konusu olan işlemin yapıldığı andan önceki durumun geri gelmesi sağlanmakta
ve kişiler dava sonuçlanıncaya kadar bu işlemin olumsuz etkilerinden
korunmaktadır. Ancak verilen yürütmeyi durdurma kararı dava konusu uyuşmazlığı
sonlandıran nihai bir karar değildir.
143. Anayasa’nın 125. maddesinin beşinci fıkrasında, idari işlemin
uygulanması hâlinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari
işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi
durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebileceği;
altıncı fıkrasında ise yürütmenin durdurulması kararı verilmesinin olağanüstü
hâl, seferberlik ve savaş hâlinde, ayrıca millî güvenlik, kamu düzeni ve genel
sağlık nedenlerine bağlı olarak kanunla sınırlanabileceği hükme bağlanmıştır.
144. Dava konusu kuralda ise herhangi bir ayrım yapılmaksızın
Kanun kapsamında alınan kararlar ve yapılan işlemler nedeniyle açılan davalarda
olağanüstü hâl süresinin sona ermesinden sonraki süreyi de kapsar şekilde
yürütmenin durdurulmasına karar verilemeyeceği belirtilmiştir. Bu nedenle,
yürütmenin durdurulması kararı verilme imkânını tümüyle ortadan kaldıran söz
konusu düzenleme, Anayasa’nın 125. maddesinin beşinci fıkrasıyla açıkça
çelişmektedir.
145. Kural olağanüstü hâl döneminde de uygulama alanı bulmuştur.
Olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklere Anayasa’da öngörülen
güvencelere aykırı biçimde sınırlandırmalara Anayasa belirli koşullarda imkân
tanımıştır. Bu bağlamda kuralın olağan dönemde Anayasa’ya aykırı olduğu yönünde
yapılan tespit, kuralın olağanüstü dönemle sınırlı uygulamasını kapsamamaktadır.
146. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 125. maddesine
aykırıdır. İptali gerekir.
Kural, Anayasa’nın 125. maddesine aykırı görülerek iptal
edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 2. ve 11. maddeleri yönünden incelenmemiştir.
IV. YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI TALEBİ
147. Dava dilekçesinde özetle, dava konusu kuralların bu hâliyle
uygulanmasının telafisi güç veya imkânsız zararların doğmasına sebebiyet
vereceği belirtilerek kuralların yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi
talep edilmiştir.
18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan
Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine
Dair Kanun’un;
A. 1. 2. maddesinin (4) numaralı fıkrasının ikinci
cümlesine,
2. 5. maddesinin (2) numaralı fıkrasına,
3. 10. maddesine,
yönelik yürürlüğün durdurulması taleplerinin, koşulları
oluşmadığından REDDİNE,
B. 1. 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
a. (d) bendinin birinci cümlesinin “…Cumhuriyet savcısının
kararıyla, görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak
kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla
görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya
verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara
ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri
sınırlandırılabilir.” bölümüne,
b. (ı) bendine,
2. 9. maddesine,
yönelik iptal talepleri 24/7/2019 tarihli ve E.2016/205, K.2019/63
sayılı kararla reddedildiğinden, bu maddeye, bende ve bölüme ilişkin yürürlüğün
durdurulması taleplerinin REDDİNE,
C. 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer
alan “…otuz günü…” ibaresi hakkında 24/7/2019 tarihli ve
E.2016/205, K.2019/63 sayılı kararla karar verilmesine yer olmadığına karar
verildiğinden, bu ibareye ilişkin yürürlüğün durdurulması talebi hakkında KARAR
VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
24/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
V. HÜKÜM
18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan
Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine
Dair Kanun’un;
A. 2. maddesinin (4) numaralı fıkrasının ikinci
cümlesinin “puanı eşit ya da düşük
devlet üniversiteleri” yönünden Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve İPTALİNE, M. Emin KUZ, Rıdvan
GÜLEÇ ile Recai AKYEL’in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. 5. maddesinin (2) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
C. 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
1. (a) bendinde yer alan “…otuz günü…” ibaresine
ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA OYBİRLİĞİYLE,
2. (d) bendinin birinci cümlesinin “…Cumhuriyet savcısının
kararıyla, görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak
kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla
görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya
verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara
ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri
sınırlandırılabilir.” bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal
talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
3. (ı) bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin
REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
Ç. 9. maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal
talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
D. 10. maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
24/7/2019 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
6749 sayılı Kanunun 2. maddesinin (4) numaralı fıkrasının
ikinci cümlesinin “puanı eşit ya da düşük devlet üniversiteleri” yönünden
Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir.
İptal kararının gerekçesinde, kapatılan vakıf yükseköğretim
kurumlarında kayıtlı iken Devlet veya başka vakıf üniversitelerine
yerleştirilen öğrencilerin önceki üniversitelerine ödemekte oldukları yıllık
ücretleri yeni üniversitelerine de ödemelerini öngören mezkûr kuralın,
kapatılan yükseköğretim kurumlarına kayıt yaptırdıkları yıl yapılan merkezî
sınavda aldıkları puana eşit veya daha düşük puanla öğrenci kabul eden Devlet
üniversitelerine yerleştirilen öğrencileri de kapsar nitelikte olduğu ve bu
durumdaki öğrencilerin daha önce Devlet üniversitesine yerleşme imkânı varken,
kapatılan vakıf yükseköğretim kurumunu tercih etmeleri sonrasında aynı Devlet
üniversitesine yerleştirilmeleri hâlinde kapatılan yükseköğretim kurumlarına
ödemeleri gereken ücretleri Devlet üniversitesine ödemeye devam etmelerinin
öngörülmesinin burada öğrenim gören öğrenciler ile aralarında makul ve nesnel
bir temele dayanmayan farklı bir muameleye tâbi tutulmalarına neden olacağı, bu
öğrencilerin merkezî sınavdaki başarı sıraları dikkate alındığında farklı
hukukî durumda oldukları söylenemeyeceğinden, aktarıldıkları Devlet
üniversitelerinin önceki öğrencilerinden farklı muameleye tabî tutulmalarının
eğitim ve öğrenim hakkı bağlamında eşitlik ilkesine aykırılık oluşturacağı,
ayrıca kuralın bu öğrenciler yönünden eğitim ve öğrenim hakkına ölçüsüz bir
sınırlama içerdiği, bu nedenlerle Anayasanın 10., 13. ve 42. maddelerine
aykırı olduğu ifade edilmiştir.
Kararda da belirtildiği gibi, Anayasanın 10. maddesinde öngörülen
eşitlik ilkesi aynı hukukî durumda bulunanlar için söz konusu olup ilkenin
amacı aynı durumda olan kişilerin kanunlar önünde aynı işleme tâbi
tutulmalarını sağlamak, kişilere ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını
önlemektir. Bu ilkeyle, aynı hukukî durumda bulunan kişilere ve topluluklara
farklı kurallar uygulanarak kanun önünde eşitliğin ihlali yasaklanmıştır.
Bu itibarla, incelenen kuralla ilgili olarak eğitim ve öğrenim
hakkı bağlamında eşitlik ilkesi yönünden yapılacak anayasallık denetiminde de
öncelikle Anayasanın 10. maddesi çerçevesinde aynı veya benzer durumda bulunan
kişilere farklı muamele yapılmasının öngörülüp öngörülmediği ve bu kapsamda
aynı veya benzer durumdaki kişiler arasında eğitim ve öğrenim
hakkına müdahale bakımından fark gözetilip gözetilmediği belirlenmeli, varsa
öngörülen farklılığın nesnel ve makul bir temele dayanıp dayanmadığı ve ölçülü
olup olmadığı incelenmelidir.
Ancak bu incelemede kişilerin aynı veya benzer durumda olup
olmadıkları belirlenirken esas alınması gereken hukukî durumun, kişilerin
yapılan kanunî düzenlemeden sonraki hukukî durumları değil, önceki durumları
olduğu vurgulanmalıdır. Başka bir anlatımla, incelenen kanunla haklarında
düzenleme yapılan kişilerin hukukî durumları, yeni tâbi kılındıkları statüde
daha önceden bulunan kişilerin hukukî konumları ile değil, düzenleme konusu
olan diğer kişilerin konumları ile karşılaştırılarak eşitlik incelemesi
yapılmalıdır.
İncelenen kural, kapatılan yükseköğretim kurumlarında kayıtlı olup
fıkranın birinci cümlesine göre Devlet veya vakıf üniversitelerine
yerleştirilen öğrencilerin, ilk kaydoldukları vakıf yükseköğretim kurumlarına
ödemeleri gereken ücretleri yeni yerleştirildikleri üniversiteye de ödemeye
devam etmelerini öngörmüştür.
İncelenen kuralın, yürürlüğe girdiği tarihte kapatılan vakıf
yükseköğretim kurumlarında kayıtlı öğrencilerin durumlarını düzenlemesi
sebebiyle, bunların, nakledildikleri Devlet üniversitelerinde kayıtlı
öğrencilerle, yani sınavın yapıldığı yıl doğrudan Devlet üniversitesini tercih
ederek yerleştirilen öğrencilerle aynı hukukî durumda bulunduklarından söz
edilemeyeceğinden belirtilen kişiler arasında eşitlik karşılaştırması
yapılmasına imkân bulunmamaktadır. Yeniden yerleştirilmeleri öngörülen
öğrenciler, sınavın yapıldığı yıl aldıkları puanlarla -daha sonra kapatılan-
vakıf yükseköğretim kurumlarına ve onlar için belirlenen şartlarla
yerleştirilmeyi tercih ederek, aynı veya daha düşük puanla öğrenci alan Devlet
üniversitelerine yerleştirilmeyi tercih eden öğrencilerden farklı bir hukukî
duruma girmişlerdir. Bu nedenle, söz konusu öğrencilerin incelenen düzenleme
tarihindeki hukukî konumları farklıdır.
Buna karşılık kuralın kapatılan vakıf yükseköğretim kurumlarından
Devlet ve vakıf üniversitelerine aktarılan ve düzenleme tarihinde aynı hukukî
durumda bulunan öğrenciler arasında farklılık öngörmediği gibi, ilk
kaydoldukları (kapatılan) vakıf üniversitelerine ödemeleri gereken ücretleri
(mezun olana kadar) yeni yerleştirildikleri üniversitelere de ödemelerini
öngörmesi sebebiyle muhataplarına öngörülemez ve daha ağır bir sorumluluk
yüklemediği de açıktır.
Diğer taraftan bu öğrencilerin Devlet üniversitelerine
yerleştirilmelerinden sonra anılan üniversitelerin önceki öğrencileriyle aynı
hukukî duruma girdikleri ve böyle bir karşılaştırmanın isabetli olduğu kabul
edilse dahi, kapatılan vakıf yükseköğretim kurumlarından Devlet
üniversitelerine aktarılan öğrencilerle sınavın yapıldığı yıl aynı Devlet
üniversitesini tercih ederek yerleştirilen öğrenciler arasında öngörülen
farklılığın nesnel ve makul bir temele dayandığı, ölçülülük açısından da bir
sorun bulunmadığı görülmektedir.
Kapatılan vakıf yükseköğretim kurumlarında kayıtlı olan
öğrencilerin Devlet ve vakıf üniversitelerine yerleştirilmelerini öngören
kuralın, ilk kayıt yaptırdıkları yıl aldıkları puanın dikkate alınmasını şart
koşmadığı ve bu öğrencilerin kapatılan vakıf yükseköğretim kurumuna kayıt
yaptırdıkları yıl girdikleri merkezî sınavdaki başarı sıralarının üzerinde puan
gerektiren üniversitelere de yerleştirilebilmelerine imkân verdiği de dikkate
alındığında, kapatılan vakıf üniversitelerinde kayıtlı olup aynı konumda
bulunan bu öğrencilerden Devlet üniversitelerine yerleştirilenlere başka vakıf
üniversitelerine yerleştirilen öğrencilere göre bir ayrıcalık tanınmasının
önlenmesi yönünde nesnel ve makul bir temele dayandığı anlaşılmaktadır.
Bu nedenle, esas olarak anılan öğrencilerin aralarında herhangi
bir ayrım ve ayrıcalık gözetmeden, yeni yerleştirildikleri üniversitelerde
öğrenimlerine devam etmelerini sağlayan kural nesnel ve makul bir temele
dayanmakta, zaten daha önce ödemekte oldukları ücretleri ödemeye devam
etmelerini öngördüğünden muhataplarına öngörülemez ve daha ağır bir yük de
getirmemektedir. Başka bir anlatımla, bu öğrencilerin önceden ödemekte
oldukları ücretleri ödemeye devam etmelerini öngörmesi sebebiyle eğitim ve
öğrenim hakkına ölçüsüz bir müdahale getirmeyen ve mezkûr hakkın kullanılmasını
ciddi suretle güçleştirmeyen söz konusu düzenlemenin nesnel ve makul bir
gerekçesinin bulunması ve ölçülü olması sebebiyle de Anayasaya aykırılığı söz
konusu değildir.
Bu nedenlerle, incelenen kuralın Anayasaya aykırı olmadığı
düşüncesiyle iptal kararına katılmıyoruz.
Üye
M.
Emin KUZ
|
Üye
Rıdvan
GÜLEÇ
|
Üye
Recai
AKYEL
|