“I. İtirazın
Nedenini Oluşturan Vakıaların Özeti
1- Muratpaşa
Belediyesi, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu hükümlerine göre çeşitli şirketlerden
temizlik hizmeti satın almaktadır. Davalı şirketlerden de personel hizmeti
satın almıştır. Bu amaçla … ile 02/01/2015-31/12/2017 tarihleri arasında
geçerli olmak üzere 24/12/2014 tarihinde sözleşme imzalandığı, davalı … ile
01/10/2015-31/12/2015 tarihleri arasında geçerli olmak üzere 29/09/2015
tarihinde sözleşme imzalandığı, … ile 02/01/2012-31/12/2012 tarihleri arasında
geçerli olmak üzere 30/12/2011 tarihinde sözleşme imzalandığı, … ile
02/01/2014-31/12/2014 tarihleri arasında geçerli olmak üzere 18/11/2013
tarihinde sözleşme imzalandığı, … ile 02/01/2013-31/12/2013 tarihleri arasında
geçerli olmak üzere 17/12/2012 tarihinde “hizmet satın alma sözleşmeleri”
akdetmiştir.
2- Dava dışı
işçi …, anılan şirketlerin sigortalı işçisidir. Hizmet alımı sözleşmeleri
uyarınca Muratpaşa Belediyesi’nde çalışmıştır. İş akdi 10/02/2016’de
feshedilmiştir. Başvurusu üzerine, Muratpaşa Belediyesi, 08/04/2016’da “üst
işveren” sıfatıyla adı geçen işçiye 7.615,10-TL kıdem tazminatı ödemiştir.
3- Muratpaşa
Belediyesi vekili, 21/05/2018’de eldeki davayı ikame ederek, belediye ile
hizmet sunan şirketler arasında “alt işveren- üst işveren” ilişkisi
bulunduğunu, hizmet sözleşmeleri ve eklerindeki şartnamelere göre hizmet sunan
şirketlerin istihdam ettikleri işçilerin tüm işçilik haklarından sorumlu
olduğunu açıklayarak ödedikleri kıdem tazminatı tutarının işçinin her bir alt
işveren nezdinde geçen dönemi ile sınırlı olması kaydıyla davalılardan müştereken
ve müteselsilen tahsilini istemiştir.
4- Tahkikat devam
ederken, 21/02/2019’da 7166 sayılı “Sosyal Hizmetler Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” kabul edilmiştir. Bu Kanunun 11 inci maddesi
ile 4857 sayılı İş Kanunu’nun 112 nci maddesine beşinci fıkradan sonra gelmek
üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“4734 sayılı
Kanunun 62 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi uyarınca alt işverenler
tarafından çalıştırılan işçilere, 11/9/2014 tarihinden sonra imzalanan ihale
sözleşmeleri kapsamında, kamu kurum ve kuruluşlarına ait işyerlerinde 11/9/2014
tarihinden sonra geçen süreye ilişkin olarak kamu kurum ve kuruluşları
taralından yapılan kıdem tazminatı ödemeleri için sözleşmesinde kıdem tazminatı
ödemesinden ötürü alt işverene rücu edileceğine dair açık bir hükme yer
verilmemişse alt işverenlere rücu edilmez.”
Aynı Kanunun 12
inci maddesi ile ise 4857 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“Geçici Madde 9-
Bu maddenin yürürlük tarihi itibarıyla kamu kurum veya kuruluşları tarafından
alt işverene rücu edilmek üzere yürütülen davalarda, 112 nci maddenin altıncı
fıkrası kapsamında rücu edilmeyecek kısmı için ihtilafın esası hakkında karar
verilmesine yer olmadığına hükmedilir, yargılama gideri ve vekâlet ücreti taraflar
üzerinde bırakılır. İcra takiplerinde rücu edilmeyecek kısma ilişkin olarak
harç alınmaksızın düşme kararı verilir, takip giderleri ile vekâlet ücreti
taraflar üzerinde bırakılır. Ancak, bu kapsamda alt işverene rücu edilerek
takip ve tahsil edilmiş olan tutarlar, alt işverenler lehine hiçbir şekilde
alacak hakkı doğurmaz ve tahsil edilmiş tutarlar iade edilmez.”
5- Muratpaşa
Belediyesi vekili, 11/04/2019 gününde, 7166 sayılı Kanunun 11 ve 12 inci
maddelerinin Anayasa’nın 2 ve36’ncı maddelerine aykırı olduğuna havi
dilekçesini ibraz ederek Anayasa’ya aykırılık iddialarının ciddiye alınmasını
ve Anayasa Mahkemesine itiraz başvurusu yapılmasını istemiştir. Anayasa’ya
aykırılık nedenleri, özce, “rücu haklarının ortadan kaldırılması” ve “kanunun
geçmiş sözleşmelere de etki etmesinin sağlanarak hak arama özgürlüklerinin
ihlal edilmesi” şeklindedir.
II. İtiraz
Başvurusunun Şekli Koşulları
1- a) Anayasanın,
“Anayasaya Aykırılığın Diğer Mahkemelerde İleri Sürülmesi” başlıklı 152 inci
maddesi şöyledir.
“Bir davaya
bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin
ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa
Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır.
Mahkeme, Anayasaya
aykırılık iddiasını ciddi görmezse bu iddia, temyiz merciince esas hükümle
birlikte karara bağlanır.
Anayasa Mahkemesi,
işin kendisine gelişinden başlamak üzere beş ay içinde kararını verir ve
açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse mahkeme davayı yürürlükteki kanun
hükümlerine göre sonuçlandırır. Ancak, Anayasa Mahkemesinin karan, esas
hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır.
Anayasa
Mahkemesinin işin esasına girerek verdiği red kararının Resmî Gazetede
yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya
aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz.”
b) 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu Ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun, “Anayasaya
Aykırılığın Mahkemelerce İleri Sürülmesi” başlıklı 40 ıncı maddesi şöyledir.
“1) Bir davaya
bakmakta olan mahkeme, bu davada uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde
kararnamenin hükümlerini Anayasaya ay kın görürse veya taraflardan birinin
ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa;
a) İptali istenen
kuralların Anayasanın hangi maddelerine aykırı olduklarını açıklayan gerekçeli
başvuru kararının aslını,
b) Başvuru kararma
ilişkin tutanağın onaylı örneğini,
c) Dava dilekçesi,
iddianame veya davayı açan belgeler ile dosyanın ilgili bölümlerinin onaylı
örneklerini,
dizi listesine
bağlayarak Anayasa Mahkemesine gönderir.
(2) Taraflarca
ileri sürülen Anayasaya aykırılık iddiası davaya bakan mahkemece ciddi
görülmezse bu konudaki talep, gerekçeleri de gösterilmek suretiyle reddedilir.
Bu husus esas hükümle birlikte temyiz konusu yapılabilir.
(3) Genel
Sekreterlik gelen evrakı kaleme havale eder ve keyfiyeti başvuran mahkemeye bir
yazı ile bildirir.
(4) Evrakın kayda
girişinden itibaren on gün içinde başvurunun yöntemine uygun olup olmadığı
incelenir. Açık bir şekilde dayanaktan yoksun veya yöntemine uygun olmayan
itiraz başvuruları, Mahkeme tarafından esas incelemeye geçilmeksizin
gerekçeleriyle reddedilir.
(5) Anayasa Mahkemesi,
işin kendisine noksansız olarak gelişinden başlamak üzere beş ay içinde
kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse ilgili mahkeme
davayı yürürlükteki hükümlere göre sonuçlandırır. Ancak, Anayasa Mahkemesinin
kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse mahkeme buna uymak
zorundadır.”
2- Muratpaşa
Belediyesi vekilinin, 7166 sayılı Kanunun 11 ve 12 nci maddelerinin Anayasa’nın
ve 2 ve 36’ıncı maddelerine aykırı olduğu yönündeki iddiası ciddi bulunmuştur.
Ayrıca, anılan normların Anayasa’nın 10 uncu maddesine de aykırı olduğu
düşünülmüştür.
3- 21/02/2019’da kabul
edilen ve 22 Şubat 2019 tarihli ve 30694 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak
yürürlüğe giren 7166 sayılı “Sosyal Hizmetler Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun”un itiraz konusu maddeleri şunlardır.
Madde 11-
22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununun 112 nci maddesine beşinci
fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
4734 sayılı
Kanunun 62 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi uyarınca alt işverenler
tarafından çalıştırılan işçilere, 11/09/2014 tarihinden sonra imzalanan ihale
sözleşmeleri kapsamında, kamu kurum ve kuruluşlarına ait işyerlerinde
11/09/2014 tarihinden sonra geçen süreye ilişkin olarak kamu kurum ve
kuruluşları tarafından yapılan kıdem tazminatı ödemeleri için sözleşmesinde
kıdem tazminatı ödemesinden ötürü alt işverene rücu edileceğine dair açık bir
hükme yer verilmemişse alt işverenlere rücu edilmez.
Madde 12- 4857
sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“Geçici Madde 9-
Bu maddenin yürürlük tarihi itibarıyla kamu kurum veya kuruluşları tarafından
alt işverene rücu edilmek üzere yürütülen davalarda, 112 nci maddenin altıncı
fıkrası kapsamında rücu edilmeyecek kısmı için ihtilafın esası hakkında karar
verilmesine yer olmadığına hükmedilir, yargılama gideri ve vekâlet ücreti
taraflar üzerinde bırakılır. İcra takiplerinde rücu edilmeyecek kısma ilişkin
olarak harç alınmaksızın düşme kararı verilir, takip giderleri ile vekâlet ücreti
taraflar üzerinde bırakılır. Ancak, bu kapsamda alt işverene rücu edilerek
takip ve tahsil edilmiş olan tutarlar, alt işverenler lehine hiçbir şekilde
alacak hakkı doğurmaz ve tahsil edilmiş tutarlar iade edilmez.”
4- Görülmekte olan
davanın niteliği, yargısal uygulama ilkeleri ve itiraz konusu olan normlarla
ilişkisi ise şöyledir.
a) “Hizmet satın
alan” davacı Muratpaşa Belediyesi ile “hizmet sunan” davalı şirketlerin dava
dışı işçi karşısındaki hukuksal konumlan “alt işveren- üst işveren” kurumlarına
vücut vermektedir. İşçilerin iş akdiyle çalıştıkları şirketler “alt işveren”,
işin sürdürüldüğü belediyeler ve diğer kamu kurumlan ise “üst işveren”dir. “Üst
işveren” kavramı 4857 sayılı İş Kanunu’nun 2 inci maddesinde” Bir işverenden,
işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya
asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle
uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini
sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren
arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide
asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu
Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş
sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.”
şeklinde tanımlanmıştır. Buradaki sorumluluğun türü “müteselsil sorumluluk”tur.
b) Müteselsil
sorumlulukta bir “dış ilişki”, bir de “iç ilişki” mevzubahistir. Dış ilişkide,
işçi, hakettiği işçilik alacaklarım müteselsil sorumlulardan birinden veya
hepsinden isteyebilir. ( Türk Borçlar Kanunu’nun 163 üncü maddesi) İç ilişki
ise, müteselsil borçluların kendi aralarındaki ilişkidir ve bu da Türk Borçlar
Kanunu’nun 167 ve 168 inci maddelerinde düzenlenmiştir. “Paylaşım” başlıklı 167
inci maddedeki düzenleme “Aksi kararlaştırılmadıkça veya borçlular arasındaki
hukuki ilişkinin niteliğinden anlaşılmadıkça, borçlulardan her biri, alacaklıya
yapılan ifadan, birbirlerine karşı eşit paylarla sorumludurlar. Kendisine düşen
paydan fazla ifada bulunan borçlunun, ödediği fazla miktarı diğer borçlulardan
isteme hakkı vardır. Bu durumda borçlu, her bir borçluya ancak payı oranında
rücu edebilir. Borçlulardan birinden alınamayan miktarı, diğer borçlular eşit
olarak üstlenmekle yükümlüdürler.” şeklindedir. Muratpaşa Belediyesi, hizmet
sunan şirketlerle düzenledikleri sözleşmelerde, İstihdam edilen işçilerin her
türlü işçilik haklarının istihdam eden şirketlerin sorumluluğunda olduğunu
açıklayarak ödediği kıdem tazminatını işçiyi istihdam eden şirketlerden
istemektedir. İstemin dayanağı evvela sözleşme hükmü, saniyen kanun hükmüdür.
Sözleşmede herhangi bir hüküm olmasa, bu takdirde, Muratpaşa Belediyesi ödediği
kıdem tazminatının yarısını kanun hükmü icabı işçiyi istihdam eden şirketlerden
isteyebilecektir. Yargıtay’ın bu tür uyuşmazlıklardaki yerleşik uygulaması da
bu minval üzeredir. Yargıtay, bir kararında, görüşünü şu şekilde açıklamıştır:
“Dava, asıl
işveren davacı kurumun, davalı şirket tarafından çalıştırılan işçinin açmış
olduğu dava sonrasında ödemek zorunda kaldığı miktarın rücuen tahsili istemine
ilişkindir. 4857 sayılı İş Kanununun 2/6. maddesinde, “Bir işverenden,
işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya
asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle
uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini
sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren
arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide
asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu
Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş
sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.”
hükmü bulunmaktadır. Dava konusu olayda da davacı ile davalı arasında asıl
işveren-alt işveren ilişkisi mevcut olup, davacı asıl işveren, alt işverenin
işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak İş Kanunu’ndan kaynaklanan yükümlülükler
nedeniyle, alt işverenle birlikte müteselsilen sorumludur. Burada Kanundan
kaynaklanan bir teselsül hali söz konusu olup, asıl ve alt işverenler, dış
ilişki itibariyle (dava dışı işçiye karşı) müseselsilen sorumludurlar. Bu
düzenleme, işçi alacağının güvence altına alınması amacıyla yapılmış olup,
sadece işçilere karşı bir sorumluluktur. Asıl ve alt işveren arasındaki
ilişkide ise iş hukuku değil, Borçlar Kanunu ve sözleşme hukuku esas
alınacağından, uyuşmazlığın taraflar arasındaki sözleşme hükümlerine göre
çözümlenmesi gereklidir. Alacaklıya karşı müteselsilen sorumlu olan borçlular,
kendi aralarındaki iç ilişkide, bu husustaki nihai sorumluluğun hangi tarafa
ait olduğu konusunda bir anlaşma yapabilirler. Nitekim 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu’nun 167. maddesinde düzenlenen, “Aksi kararlaştırılmadıkça veya
borçlular arasındaki hukuki ilişkinin niteliğinden anlaşılmadıkça, borçlulardan
her biri, alacaklıya yapılan ifadan, birbirlerine karşı eşit paylarla
sorumludurlar. Kendisine düşen paydan fazla ifada bulunan borçlunun, ödediği
fazla miktarı diğer borçlulardan isteme hakkı vardır.” şeklindeki hükümde de,
müteselsil borçlulardan her birinin alacaklıya yapılan ifadan birbirlerine
karşı genel olarak eşit paylarla sorumlu oldukları, ancak bunun aksinin
kararlaştırılabileceği de açıkça belirtilmiştir. İşte müteselsilen sorumlu olan
borçlular arasındaki iç ilişkide, bu konudaki sorumluluğun tamamen borçlulardan
birine ait olacağı yönünde bir sözleşme yapılmış ise, tarafların serbest
iradeleri ile düzenlemiş oldukları sözleşme hükümleri kendilerini
bağlayacağından, dış ilişkide kanundan doğan teselsül gereğince borcu ödemiş
olan müteselsil borçlunun, ödediği miktarın iç ilişkide borcun nihai yükümlüsü
olan borçludan rücuen tahsilini talep edebileceği kabul edilmelidir.” (Yargıtay
13. Hukuk Dairesi, 19/12/2017 gün ve E. 2016/2957 ,K.2017/12716)
c) İtiraz konusu
kurallarla, 11/09/2014’den sonra kurulan sözleşmelerde, belediye ve diğer kamu
idarelerinin kıdem tazminatını alt işverenlere rücu edebilmeleri, sözleşmede
açık hüküm bulunması koşuluna bağlanmıştır. Yine bu koşulun görülmekte olan tüm
davalarda uygulanacağı, bu davaların “ ihtilafın esası hakkında karar
verilmesine yer olmadığına “ kararlarıyla sonuçlandırılacağı öngörülmüştür.
Muratpaşa Belediyesinin dayandığı “hizmet satın alma” sözleşmelerinin hiç
birinde kıdem tazminatının rücuuna dair açık bir düzenleme bulunmamaktadır.
Davalı alt işverenlerle kurulan sözleşmelerin yukarıda gösterilen tarihlerine
göre itiraz konusu kurallar görülmekte olan davada tatbik alanı bulmaktadır.
Dolayısıyla başvuru koşulları gerçekleşmiştir.
III. Anayasaya
Aykırılık Nedenleri
1- Muratpaşa
Belediyesinin 7166 sayılı Kanunun 11 ve 12 nci maddelerinin Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 2 ve 36’ ıncı maddelerine aykırı olduğu İddiası ciddi bulunmuştur.
Mahkemece, itiraz konusu kuralların aynı zamanda Anayasanın 10 uncu maddesine
de aykırı olduğu düşünülmüştür.
2- a) Anayasanın
“Cumhuriyetin Nitelikleri” başlıklı 2 inci maddesi şöyledir.
“Türkiye
Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan
haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
b) Anayasa
Mahkemesi, “‘hukuk devleti” bahsinde, bu kavramın ne şekilde anlaşılması
gerektiğine dair bir çok karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin internet sitesi
aracılığıyla erişilen bu kararlarla ortaya konulan görüşler kısaca şöyledir:
“Hukuk devleti;
eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına dayanan, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun
üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.
Hukuk devleti ilkesinin bir başka gereği ise kanunların kamu yararı amacını
gerçekleştirmek üzere çıkarılmasıdır.
“Kanunların ilke
olarak genel ve nesnel olmaları gereğini ifade eden “kanunların genelliği
ilkesi” ise hukuk devleti ve kanun önünde eşitlik ilkelerinin bir sonucudur.
Kanunların genelliğinden anlaşılan, belli kişileri hedef almayan, özel bir
durumu gözetmeyen, önceden saptanıp soyut biçimde herkese uygulanabilecek
kurallar içermesidir. Buna göre yasa kurallarının her şeyden önce genel nitelikte
olması, herkes için objektif hukuki durumlar yaratması ve aynı hukuki durumda
bulunan kişilere ayırım gözetilmeksizin uygulanabilir olması gerekir.”
“Anayasa
Mahkemesince “kamu yararı” konusunda yapılacak inceleme, kanunun kamu yaran
amacıyla yapılıp yapılmadığının araştırılmasıyla sınırlıdır. Anayasa’nın
çeşitli hükümlerinde yer alan kamu yararı kavramının Anayasa’da bir tanımı
yapılmamıştır. Ancak Anayasa Mahkemesinin kararlarında da belirtildiği gibi
kamu yararı; bireysel, Özel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal
yarardır. Kamu yararı düşüncesi olmaksızın yalnız özel çıkarlar için veya
yalnız belli kişilerin yararına olarak kanun hükmü konulamaz. Böyle bir durumun
açık bir biçimde ve kesin olarak saptanması hâlinde söz konusu kanun hükmü
Anayasa’nın 2. maddesine ay kın düşer. Açıklanan ayrık hâl dışında bir kanun
hükmünün ülke gereksinimlerine uygun olup olmadığı, hangi araç ve yöntemlerle
kamu yararının sağlanabileceği bir siyasî tercih sorunu olarak kanun koyucunun
takdirinde olduğundan bu kapsamda kamu yaran değerlendirmesi yapmak anayasa
yargısıyla bağdaşmaz.”
“Hukuk devletinin
temel ilkelerinden biri belirliliktir. Belirlilik ilkesi, yalnızca yasal
belirliliği değil daha geniş anlamda hukuki belirliliği de ifade etmektedir.
Yasal düzenlemeye dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir olma
gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla mahkeme içtihatları ve
yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Hukuki
belirlilik ilkesinde asıl olan, bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya
çıkacak sonuçların o hukuk düzeninde öngörülebilir olmasıdır.”
Hukuk devleti
ilkesinin önkoşullarından biri kişilerin hukuki güvenliğinin sağlanmasıdır.
Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği ilkesi, hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven
duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılan ortak değerdir.
Kural olarak hukuk güvenliği kanunların geriye yürütülmemesini zorunlu kılar.
“Kanunların geriye yürümezliği” olarak adlandırılan bu ilke uyarınca, kanunlar
kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği, kazanılmış hakların korunması, mali
haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak yürürlük
tarihinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılır. Geçmiş,
yeni çıkarılan bir kanunun etki alanı dışında kalır. Bu nedenle, sonradan
yürürlüğe giren kanunların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara
etkili olmaması hukukun genel ilkelerindendir.”
c) Hizmet alımı
sözleşmeleri ile kamu idarelerinde çalışan işçiler, hizmeti sunan şirketlere
bağlıdır. Bu işçilerin istihdamından asıl yararı, “karlılık” amacıyla faaliyet
gösteren bu şirketler elde etmektedir. Kamu idareleri, istihdam edilen
işçilerin sunduğu hizmetin karşılığını şirketlere ödemektedir. Şirketler, kamu
idarelerinden aldıkları hizmet bedeliyle, istihdam ettikleri işçilerin
ücretlerini, kıdem tazminatlarını ve diğer kanuni haklarını ödemek ödevi
altındadırlar. 4857 sayılı Kanunun 2 inci maddesinde düzenlenen “alt işveren-
üst işveren” kurumlan, iş hukukunda egemen olan “işçinin korunması”, “işçi
yararına yorum” ilke ve amaçlarına matuftur. Ne ki, itiraz konusu kurallarla,
“işçi lehine yorum” ve “işçinin korunması” ilke ve amaçlarından, kar elde etmek
amacıyla hareket eden, çoğu tacir sıfatına haiz alt işverenler de
yararlandırılmış olmaktadır. 11/06/2014’den sonra kurulan hizmet alımı
sözleşmelerinde kıdem tazminatının alt işverenlere rücu edileceğine dair bir
düzenleme yoksa, kıdem tazminatlarını ödeme yükü sadece kamu idarelerine
geçecektir. Oysaki hizmet sunan şirketler birer tacirdirler ve her tacir gibi
basiretli davranmak zorundadırlar. Kamu idareleri ile akdettikleri sözleşmelerde,
kıdem tazminatı ve diğer işçilik alacaklarının kendilerince karşılanmasına
olanak sağlayan düzenlemeleri, en azından müteselsil borçluluk düzenlemesini
kendi ticari politikalarına uygun bulmuyorlarsa o sözleşmeleri
imzalamayabilirler. Bu sözleşmeleri ve eklerindeki şartnameleri önceden görme
imkanına da sahiptirler. Kıdem tazminatlarının kamu idarelerince ödenmesi,
işveren şirketlerin bu yasal ödevlerinin onların uhdesinden alınarak kamu
idarelerinin uhdesine geçirilmesi sonucunu doğurur. Bu sonucun, hukuk
devletinin temelini oluşturan “adalet” düşüncesiyle, keza “kamu yararı”
amacıyla bağdaştığı söylenemez.
Türk Borçlar
Kanunu’nun 167 inci maddesi, müteselsil borçlulukta “ iç ilişkinin öncelikle
sözleşmeye göre belirleneceğini öngörmektedir. Müteselsil borçlular bu ilişkiyi
diledikleri şekilde düzenleyebilirler. Eğer düzenlememişlerse, o takdirde, yasa
hükmü uygulanır ve müteselsil borçlular iç ilişkide “yarı yarıya” sorumlu
olurlar. İşte itiraz konusu kurallarla genel bir kanun olan Türk Borçlar Kanunu’nun
167 inci maddesinin kamu idarelerine bahşettiği “yarı yarıya rücu” imkanı da
ortadan kalkmaktadır. Ama bu imkan, sadece kamu idareleri yönünden ortadan
kalkmaktadır. Kamu idareleri dışındaki üst işverenler, sözleşmeye ve yasaya
göre önceden olduğu gibi alt işverenlere rücu edebileceklerdir. İtiraz konusu
kurallar, bu nitelikleriyle “kanunların genelliği” ilkesine de aykırıdırlar.
İtiraz konusu
kuralların geçmişe yürütülmeleri, 11/09/2014’den sonra kurulan tüm sözleşmeleri
etki alanına almaları, “kanunların geriye yürümezliği” ve bağlantılı olarak
“hukuki güvenlik” ilkelerine de aykırılık oluşturur.
“Belirlilik”
ilkesi de ihlal edilmiştir. Çünkü, 11/09/2014’den itibaren kurulan hizmet alımı
sözleşmelerinin kamu idarelerine bahşettiği, en azından yasal “yarı yarıya
rücu” hakkı yaklaşık beş yıl sonra kabul edilen bu kurallarla geçmişe etkili
olarak ortadan kaldırılmıştır. Halbuki, geçmiş beş yılda kurulan bu
sözleşmeler, yasalara, irade ve sözleşme özgürlüğüne, kısaca hukuk düzenine
uygun ve meşrudurlar.
3- Anayasanın
“Kanun Önünde Eşitlik” başlıklı 10 uncu maddesi şöyledir.
“Herkes, dil, ırk,
renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Kadınlar ve
erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini
sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle: 7/5/2010-5982/1 md.) Bu maksatla alınacak
tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
Çocuklar,
yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve
gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.
Hiçbir kişiye,
aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları
ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun
olarak hareket etmek zorundadırlar.”
Anayasa Mahkemesi
bir çok kararında “kanun önünde eşitlik” ilkesinin şu şekilde yorumlanması
gerektiğine işaret etmektedir.
“Anayasa’nın 10.
maddesinde yer verilen “eşitlik ilkesi” ile eylemli değil hukuksal eşitlik
öngörülmektedir. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin
kanunla aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere kanunlar
karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle,
aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara