“...
14/07/2017 tarihli ve 30124 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan
692 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname 07/02/2018 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
görüşülerek yasalaşmıştır. 08/03/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmi
Gazete’de yayınlanan 7089 sayılı “Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler
Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun” ile terör
örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan kişiler kamu görevinden
başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmakta, bu kişiler olağanüstü hal kapsamında
kamu görevinden ihraç edilenlere uygulanan yaptırımlara tabi tutulmakta,
olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri ile daha önce kamu görevinden ihraç
edilmesine karşın, sonradan terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca
Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı
olmadığı saptanan kişiler kamu görevine iade edilmekte, söz konusu iade
sürecine ilişkin geçiş hükümleri ve bir derneğin durumu yeniden düzenlenmekte,
terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine
karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan kişilerin madalyaları
geri alınmakta, ayrıca rütbesi alınan emekli Türk Silahlı Kuvvetleri personeli
ile 1416 sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanuna tabi
olarak yurt dışında öğrenim gören öğrencilerin durumlarının düzenlemesi
amaçlanmıştır.
Dava konusu düzenleme Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan bakanlar
kurulu tarafından OHAL KHK’si olarak çıkarılmış ve TBMM tarafından onaylanarak
yasa adı altında yayımlanmıştır. Ancak aşağıda açıklanacak nedenlerle söz
konusu düzenleme yok hükmündedir ve Anayasa Mahkemesinin bu yokluğu tespit
etmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi yokluk tezine katılmazsa gene aşağıda
ayrıntılı olarak açıklanacak nedenlerle dava konusu düzenleme şekle aykırılık
dolayısıyla Mahkemece iptal edilmelidir. Aşağıda belirtilecek yokluk
nedenlerinin iptali istenen düzenlemenin hem TBMM tarafından onaylanması
öncesine ilişkin boyutları hem de onaylama aşaması sonrasına ilişkin boyutları
bulunmaktadır. Belirtmek gerekir ki Anayasa Mahkemesinin önüne daha önce yetki
ve şekil sakatlıklarının bu derece ağır olduğu bir metin gelmemiştir. Bu
nedenle “yokluk” iddiamızın öncelikle değerlendirilmesi zorunludur.
A. İptali İstenen Düzenlemenin TBMM Onayı Öncesine İlişkin Yokluk
Nedenleri
Dava konusu düzenleme pek çok nedenle yok hükmündedir.
1. İptali İstenen Düzenleme Yetki Gaspı Suretiyle Çıkarılmıştır
Öncelikle Anayasa ile olağanüstü hallerde Cumhurbaşkanının
başkanlığında toplanan bakanlar kuruluna tanınan yetkinin tamamen dışına çıkılarak
olağanüstü halin süresini ve kapsamını aşacak şekilde tedbirler alınarak
anayasal yetkilerini tamamen aşarak bireylerin temel hak özgürlüklerine ömür
boyu müdahale edecek şekilde kalıcı işlemler yapmıştır. Anayasa tarafından
Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan bakanlar kuruluna, olağanüstü hal
süresini aşan, kalıcı nitelikte ve temel hak ve özgürlüklere müdahale yapma
yetkisi verilmemiştir. Bu, yargı organlarına ve idareye tanınan yetkilerin
açıkça gaspı anlamına gelmektedir ve Anayasa Mahkemesinin çeşitli defalar
belirttiği gibi yetki gaspı suretiyle yapılmış düzenlemeler yoklukla maluldür.
Çağdaş demokrasilerde olağanüstü yönetim usulleri devletin ya da
ulusun varlığına yönelmiş olağanüstü bir tehdit veya tehlikenin mevcudiyeti
halinde, bu tehdit ve tehlikenin olağan tedbirlerle ortadan kaldırılamayacak derecede
ciddi olması durumunda bu tehdit veya tehlikeyi ortadan kaldırmayı ve olağan
düzene dönmeyi amaçlayan rejimlerdir. Bir başka ifadeyle, olağanüstü yönetimler
anayasal düzeni korumak ve savunmak amacı taşıyan rejimlerdir. Bütün olağanüstü
yönetim usulleri gibi, olağanüstü hal de çağdaş anayasal demokrasilerde geçici
nitelikte olan hukuki ve anayasal bir rejimdir. Bunun anlamı, olağanüstü halin
yürütme organına istediğini yapma olanağını tanıyan keyfi bir rejim
olmamasıdır. Olağanüstü hal, anayasal demokratik rejimin askıya alınması değil,
devletin veya ulusun varlığına yönelik ciddi bir tehdit veya tehlikenin hızlı
bir şekilde ortadan kaldırılması ve en kısa sürede olağan hukuk düzenine
dönülmesini sağlamak amacıyla geçici bir süreyle yürütme organına hızlı ve
etkili tedbirler alma ve temel hak ve özgürlüklere müdahale olanağı verir.
Ancak Anayasa bu yetkilerin sınırını açık bir şekilde çizmiştir ve yürütme
organının hukuk devleti dışına çıkmasına olanak tanımaz. Yürütme organı,
olağanüstü hallerde de çerçevesi ve sınırları anayasa ve kanunlarla çizilen
sınırlar içinde hareket etmek zorundadır.
Olağanüstü hallerin amacı, olağanüstü hal ilanına neden olan durumu en
kısa sürede ortadan kaldıracak tedbirleri almak ve olağanüstü hal ilanı öncesi
döneme geri dönmektir. Olağanüstü hal yönetimini, anayasal düzeni ve hukuk
sistemini yeniden düzenlemenin bir aracı olarak kullanmak olağanüstü hal
yönetiminin mahiyetiyle bağdaşmaz. Bu nedenle olağanüstü hal döneminde yürütme
organının alacağı tedbirler geçici ve istisnai nitelik taşımalıdır. Bu önlemler
olağanüstü hal sona erdikten sonra da etkisini sürdürecek nitelikte olamaz, bir
başka ifadeyle olağan dönemde de uygulanamaz.
1982 Anayasası 121. maddesinde olağanüstü hallerde yürütme organına
özel bir yetki vererek Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan bakanlar
kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma olanağı tanımıştır. Ancak bu kanun
hükmünde kararnamelerin Anayasanın 91. maddesinde düzenlenen KHK’lardan önemli
farklılıkları vardır ve Cem Eroğul’un deyimiyle bunlar arasında ad benzerliği
dışında hiçbir benzerlik yoktur (bkz. Cem Eroğul, “Anayasa Mahkemesi Kararları
Işığında Olağanüstü Yasa Gücünde Kararnamelerin TBMM’ce Onaylanması” Ankara
Üniversitesi, SBF Dergisi, Cilt 54, Sayı 4, s. 38). 121. maddeye göre olağanüstü
hallerde kanun hükmünde kararnameler Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan
bakanlar kurulu tarafından çıkarılır. Bu kanun hükmünde kararnameler bir yetki
yasasına dayanmaz. Bu kanun hükmünde kararnameler, Anayasa’nın 91. maddesinde
olağan dönemlerdeki kanun hükmünde kararnameler için getirilmiş konu
sınırlamasına bağlı değildir. Anayasa’nın 91. maddesinin olağan kanun hükmünde
kararnameler için koyduğu konu sınırlandırmalarına bağlı olmadıklarından, bu
tür kanun hükmünde kararnamelerle temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile
siyasî haklar ve ödevler de düzenlenebilir. Ancak bu hükmün aşağıda
açıklanacağı gibi 121/2. madde ile birlikte yorumlanması gerekir. Ayrıca bu
kararnameler ile yalnızca olağanüstü halin gerektirdiği tedbirler alınabilir.
Dolayısıyla bu KHK’lar ile yapılacak düzenlemelerle olağanüstü halin konusu,
kapsamı ve süresiyle sınırlı tedbirler alınabilir ve bunu aşan düzenleme
yapılamaz. Aşağıda açıklanacağı gibi aslında bu düzenlemelere kanun hükmünde
kararname denilmesi yanıltıcıdır. Bunlarla sürekli ve genel düzenlemeler
yapılması mümkün olmadığından bunların kanun hükmünde olduğunu söylemeye de
olanak bulunmamaktadır (bkz. Cem Eroğul, age, s. 38).
Öncelikle Anayasa’nın 121. maddesinin ikinci fıkrasında belli
konuların Olağanüstü Hal Kanununda düzenleneceği belirtilmiştir. Buna göre “119.
madde uyarınca ilan edilen olağanüstü hallerde vatandaşlar için getirilecek
para, mal ve çalışma yükümlülükleri ile olağanüstü hallerin her türü için ayrı
ayrı geçerli olmak üzere Anayasa’nın 15. maddesindeki ilkeler doğrultusunda
temel hak hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya nasıl durdurulacağı, halin
gerektirdiği tedbirlerin nasıl ve ne surette alınacağı, kamu hizmeti
görevlilerine ne gibi yetkiler verileceği, görevlilerin durumlarında ne gibi değişiklikler
yapılacağı ve olağanüstü yönetim usulleri Olağan Üstü Hal Kanununda düzenlenir”.
Burada sayılan belirli konuların Olağanüstü Hal Yasası’nda düzenlenmesi zorunlu
olduğundan bu konular KHK’larla düzenlenemeyecektir (Merih Öden, “Anayasa
Mahkemesi Ve Olağanüstü Hal Ve Sıkıyönetim Kanun Hükmünde Kararnamelerinin
Anayasaya Uygunluğunun Yargısal Denetimi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, C.58, S.3 (2009), s. 664)
Dolayısıyla temel hakları sınırlayan ya da durduran düzenlemeler
doğrudan OHAL KHK’ları ile yapılamaz. Ancak Olağanüstü Hal Kanununda yapılan
düzenlemelerin somut uygulaması niteliğindeki düzenlemeler OHAL KHK’sı ile
yapılabilir. Bir örnek vermek gerekirse Anayasanın 19. maddesinde güvence
altına alınan özgürlük ve güvenlik hakkının olağanüstü hal dönemlerinde nasıl
kısıtlanacağı ancak OHAL Kanunu ile düzenlenebilir. Mesela gözaltı süresinin ne
kadar uzatılabileceği ancak OHAL Kanunu ile düzenlenebilir. OHAL KHK’sı ile ise
ancak kanunda belirtilen süreyi aşmamak üzere somut OHAL döneminde gözaltı
süresinin ne kadar uygulanacağı düzenlenebilir. Yani OHAL KHK’ları ile temel
haklar doğrudan düzenlenemez, ancak OHAL Kanununun uygulamasını gösteren
düzenlemeler yapılabilir. Anayasa’nın 121/2 maddesinin doğal ve mantıki sonucu
budur. Bunun sonucu olarak OHAL KHK’ları ile Olağanüstü Hal Kanununda
değişiklik yapılması da mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi bunu açık bir
şekilde belirtmiştir (bkz. AYM Kararı, E. 1990/25, K. 1991/1, K.T. 10.1.1991;
E. 1991/6, K. 1991/20, K.T. 3.7.1991).
İkinci olarak, Anayasa’nın 121/3. maddesi gereğince olağanüstü hal
kanun hükmünde kararnameleri “olağanüstü halin gerekli kıldığı konular”da
çıkarılabilir. Dolayısıyla olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesi çıkarma
yetkisi konu bakımından sınırlıdır. Bir düzenlemenin olağanüstü halin gerekli
kıldığı bir konu olup olmadığı, Anayasanın konuyla ilgili bütün maddeleri (md.
119., 120., 121., 15. vb) göz önünde bulundurularak yapılır. Olağanüstü hal
kanun hükmünde kararnamelerinin “olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda”
olağanüstü halin amacı ve nedenleriyle sınırlı olarak çıkarılmaları gerekir.
Anayasa Mahkemesi de olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerinin amaç ve
kapsamını demokratik hukuk devletine uygun olarak yukarıdaki biçimde
belirlemiştir.
Anayasa Mahkemesine göre, olağanüstü hal kanun hükmünde
kararnameleriyle getirilen düzenlemeler olağanüstü halin amacını ve sınırlarını
aşmamalıdır. “Olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri, Olağanüstü Hal
Yasası ile saptanan sistem içersinde ‘olağanüstü halin gerekli kıldığı
konularda’ uygulamaya yönelik olarak çıkartılabilir. Bu tür kanun hükmünde
kararnamelerle yalnızca olağanüstü hal ilânını gerektiren nedenler gözetilerek
bu nedenlerin ortadan kaldırılması için o duruma özgü kimi önlemler alınabilir.
Olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda çıkartılabilecek KHK’lere
Anayasa’nın 121. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları birlikte incelendiğinde
başkaca işlevler yüklenemez. Bunun tersi bir anlayış; Anayasa ve Olağanüstü Hal
Yasası dışında yeni bir olağanüstü hal yönetimi yaratmaya neden olur. Oysa,
Anayasa, olağan anayasal düzenden ayrı ne gibi olağanüstü yönetimler
kurulabileceğini saptamış ve bunların statülerinin de yasayla düzenlenmesini
öngörmüştür. Olağanüstü yönetim usulleri; olağanüstü haller ve sıkıyönetim,
seferberlik ve savaş halinden ibarettir. Anayasa, bu olağanüstü yönetimlerin
hangi ilkelere göre düzenleneceğini açıkça göstermiştir. O halde, bu sayılanlar
dışında farklı bir olağanüstü yönetim usulü, yasayla dahi düzenlenemez.” (E.
1990/25, K.1991/1; E. 1991/6, K.1991/20).”
Üçüncü olarak, olağanüstü halin belirli bir bölge veya bölgelerde ilan
edilmesi halinde, çıkarılacak kanun hükmünde kararnameler ile alınacak
önlemlerin sadece olağanüstü hal ilân edilen bölge için geçerli olması, bölge
dışına taşırılmaması gerekir.
Dördüncü olarak, olağanüstü hal belirli bir süreyle de sınırlıdır.
Olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda çıkartılan kanun hükmünde
kararnameler, bu hallerin ilân edildiği bölgelerde ve ancak bunların devamı
süresince uygulanabilirler. Kanun hükmünde kararnameler ile getirilen
kuralların nasıl olağanüstü hal öncesine uygulanmaları olanaksız ise olağanüstü
hal sonrasında da uygulanmaları veya başka bir zamanda veya yerde olağanüstü
hal ilânı durumunda uygulanmak üzere geçerliklerini korumaları olanaksızdır.
Son olarak, olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesi çıkarma yetkisi
olağanüstü hal bölgesi ve süresiyle sınırlı olduğundan, Anayasa Mahkemesinin de
isabetle belirttiği üzere, “… olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri ile,
yasalarda değişiklik yapılamaz. Olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri ile
getirilen kuralların olağanüstü hal bölgeleri dışında veya olağanüstü halin
sona ermesinden sonra da uygulanmalarının devamı isteniyorsa bu konudaki
düzenlemenin yasa ile yapılması zorunludur. Çünkü olağanüstü hal bölgesi veya
bölgeleri dışında veya olağanüstü halin sona ermesinden sonra da
uygulanmalarına devam edilmesi istenilen kuralların içerdiği konular
‘olağanüstü halin gerekli kıldığı konular’ olamaz.” (E. 1990/25, K.1991/1; E.
1991/6, K.1991/20). Bir başka ifadeyle, olağanüstü hal kanun hükmünde
kararnameleriyle yürürlükteki kanunlarda genel ve sürekli değişiklik yapılamaz.
Olağanüstü hal ve sıkıyönetimin kanunla belirlenmiş statülerinde olağanüstü hal
ve sıkıyönetim kanun hükmünde kararnameleriyle değişiklik yapılması, ayrıca
Anayasa’nın 6. maddesindeki “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz” hükmüne, 7. maddesindeki yasama
yetkisinin devredilemezliği ilkesine, Başlangıç kısmındaki “… Kuvvetler
ayırımının, … belli Devlet yetkilerinin kullanılmasından ibaret ve bununla
sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve
kanunlarda bulunduğu” temel ilkesine ve 11. maddesindeki Anayasanın
bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesine de aykırılık oluşturur (E. 1991/6,
K.1991/20).
Özetlemek gerekirse, OHAL KHK’leri ile Anayasanın 15. maddesine aykırı
düzenleme yapılamaz, temel haklar sınırlandırılamaz ve durdurulamaz; Olağanüstü
Hal Kanununun uygulaması niteliğinde düzenlemeler yapılabilir ancak Olağanüstü
Hal kanununda değişiklik yapılamaz; Anayasanın kanunla düzenlenmesini emrettiği
konularda düzenleme yapılamaz mesela, suç ve cezalar düzenlenemez; Olağanüstü
halin konusunu, süresini ve kapsamını aşan düzenlemeler yapılamaz bunun sonucu
olarak olağanüstü hal süresini aşan tedbirler alınamayacağı gibi, kanunlarda
genel ve sürekli değişiklikler yapılamaz ve uygulaması olağanüstü halin
süresini aşan genel ve sürekli düzenlemeler de yapılamaz. Olağanüstü halin ilan
edildiği bölgenin dışında uygulanacak tedbir alınamaz ve düzenlemeler yapılamaz
(Bkz. Cem Eroğul, age. s.39)
Anayasa, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan bakanlar kuruluna
OHAL KHK’si adı altında, bireylerin hukuki statüsünü kalıcı olarak değiştiren
birel işlem niteliğinde düzenleme yapma, ya da sürekli olarak uygulanacak
kurallar koyma yetkisi vermemiştir ve yetkinin bu şekilde kullanılması açıkça
yargısal yetkinin ve bireysel işlem yapma yetkisinin gaspı anlamına gelir. KHK
çıkarma yetkisi her ne kadar yürütme organına tanınmış ise de özünde bir yasama
yetkisidir ve yasama yetkisinin devredilemezliği ilkesinin (Anayasa m. 7)
anayasadan kaynaklanan bir istisnasını oluşturmaktadır. Ne var ki bu, KHK
çıkarma yetkisinin genel, düzenleyici, kural işlemler için kullanılması
gereğini ortadan kaldırmamaktadır. Yürütme organı KHK çıkarırken geçici olarak
yasama yetkisi kullanmaktadır ve bir KHK’nin nitelik olarak kanunlara benzemesi
kaçınılmazdır. Yasama organının bireysel işlemler niteliğinde kanun
çıkaramayacağı doktrinde kabul edilmektedir (Ergun Özbudun, s. 202). Bir
kuralın somut olguya uygulanması niteliğindeki bireysel işlemlerin, kural işlem
şeklinde yapılması yetki gaspı anlamına gelir. Daha sonra TBMM tarafından
onaylanarak yasalaşan (6749 sayılı Kanun) 667 sayılı KHK’nin 4. maddesinde bu
işlemlerin hangi kurumlar tarafından yapılacağı belirtilmiştir. Yasa ile
kurumlara tanınan yetki, yasanın uygulanması şeklindeki bireysel işlemlerin
geçici yasama yetkisi kullanan Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar
Kurulunca OHAL KHK’sı şeklinde kullanılmıştır. Yukarıda açıklandığı gibi bu
yola sırf söz konusu işlemleri yargı denetimi dışına çıkarmak amacıyla
başvurulmuştur. Bu kötü niyetli ve yetkisiz işlem Anayasa’nın 121 maddesine
açıkça aykırı olduğu gibi, “yürütme yetkisi ve görevinin Cumhurbaşkanı ve
Bakanlar Kurulu tarafından Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve
yerine getirilir” hükmünü içeren Anayasa’nın 8. maddesine de aykırıdır.
Bir bireyin terör örgütüne üye olup olmadığına karar verme yetkisi
yargısal bir yetki olduğu gibi bir yapının ya da oluşumun terör örgütü olduğuna
karar vermek de yargısal bir yetkidir. Yokluğunun tespiti talep edilen dava
konusu düzenleme “Fonksiyon Gaspı” suretiyle yargı organının yerine geçerek ek
listedeki tüzel ve özel kişilerin terör örgütü üyesi vd. olduğuna
hükmetmektedir. Aynı şekilde Anayasa Md. 118’de düzenlenen Milli Güvenlik
Kurulunun icrai yetkilere sahip olmadığını, sadece tavsiye niteliğinde kararlar
alma yetkisiyle donatıldığını hatırlatmak gerekir. Ne var ki, 8 Mart 2018
tarihinde yayınlanan Kanunlara ekli ihraç listeleri terör örgütü üyeliği, vd
suçlarından hüküm kurma yetkisini MGK’ya vermektedir. Yani MGK tarafından terör
örgütü olduğuna karar verilen yapı ve oluşumlarla ilişkili kişilerin kamu
görevinden çıkarılmasını ve diğer yaptırımlara tabi tutulmasını, aynı durumdaki
kurumların ise kapatılmasını öngörmektedir. Kısaca MGK yargı organının yerine
geçerek işlem yapmış ve hangi oluşumların terör örgütü olduğuna karar
vermiştir. (Oysa, MGK’nun OHAL ilanı için yaptığı tavsiye kararı, OHAL’in
anayasal çerçevesine vurgu yapıyor ve kamuoyu ile CB tarafından paylaşılıyordu:”
MGK üyeleri olarak yaptığımız kapsamlı değerlendirme sonunda terör örgütünün
bertaraf edilebilmesi için anayasamızın 120. Maddesi uyarında OHAL ilan
edilmesini hükümete tavsiye etme kararı aldık. Bakanlar Kurulumuz da Türkiye’de
3 ay OHAL ilan edilmesi kararını aldı. Bu uygulama kesinlikle demokrasiye,
hukuka, özgürlüklere karşı değildir. Tam tersine bu değerleri koruma, yükseltme,
geliştirme adınadır. Olağanüstü Hal ilanının amacı ülkemizde demokrasiye, hukuk
devletine, vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerine yönelik bu tehdidi ortadan
kaldırmak için gereken adımları en etkin ve hızlı şekilde atabilmektir” (CB, 20
Temmuz 2016).
Diğer taraftan dava konusu düzenleme ağır ve bariz yetki tecavüzü
içermektedir. Anayasanın 130. maddesine göre “Üniversite yönetim ve denetim
organları ile öğretim elemanları; Yükseköğretim Kurulunun veya üniversitelerin
yetkili organlarının dışında kalan makamlarca her ne suretle olursa olsun
görevlerinden uzaklaştırılamazlar.” Buna rağmen dava konusu düzenleme ile çok
sayıda öğretim elemanı görevden uzaklaştırılmıştır. Anayasanın üniversitelerin
yetkili organlarına tanıdığı yetki Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan
bakanlar kurulu tarafında kullanılmıştır ve bu ağır ve bariz yetki tecavüzü
fonksiyon gaspı sonucunu doğurmaktadır.
Aynı zamanda Anayasanın açık hükümleri yok sayılarak bireysel temel
hak ve özgürlüklere müdahale edilerek fiili yol oluşturulmuştur. Anayasanın
15., 121. ve 130. maddelerinin açık bir şekilde yasakladığı müdahalelerin
yapılması hukukun ve anayasanın askıya alınması, dolayısıyla hukuk devletinin
tamamen reddi anlamına gelmektedir. Bu Anayasanın kuvvetler ayrılığını
düzenleyen Başlangıcına, hukuk devletini güvence altına alan 2. maddesine
devlet yetkilerinin anayasadan kaynaklamasını öngören 6. maddesine, yasama,
yürütme ve yargı yetkilerini düzenleyen 7., 8. ve 9. maddelerine, anayasanın
üstünlüğünü düzenleyen 11. maddesinin de hiçe sayılması anlamına gelmektedir.
Aşağıda açıklanacağı gibi bu aslında anayasanın fiilen askıya alınması ve
anayasasızlaştırma sonucunu doğurmaktadır. Anayasa Mahkemesi yetki gaspı
suretiyle yapılan düzenlemelerin yokluk ile malul olduğunu kabul etmiştir.
Mahkeme yokluk ölçütlerini şu şekilde belirlemiştir:
Bir kanunun yokluğundan söz edilebilmesi ise yasama organının bu
yönde bir iradesinin olmaması ya da anayasal düzende yasama organına verilmeyen
bir yetkinin fonksiyon gaspı suretiyle kullanılması gibi hukuk âleminde hiçbir
zaman varlık kazanamayacak olan durumlarda mümkündür. Kuvvetler ayrılığı ilkesi
gereğince yasama, yürütme ve yargı fonksiyonlarını yerine getiren yasama,
yürütme ve yargı organlarından birinin, diğerinin yerine geçmesi sonucunu doğuracak
şekilde karar almaları “fonksiyon gaspına” yol açacağından, yasama organının,
yasama fonksiyonu kapsamında yer almayan hususlarda “kanun” adı altında
yapacağı düzenlemelerin hukuk âleminde varlık kazanabilmesi mümkün
olmayacaktır. Belirtilen haller dışında kalan, kanunların veya kanun
hükümlerinin Anayasa'ya uygunluk denetimi kapsamında incelenmesi gereken
hususlarda Anayasa'ya aykırılığının saptanması ise ilgili kanun veya kanun
hükümlerinin yokluğunu değil, iptalini gerekli kılar.” (AYM Kararı: E.2014/57,
K.2014/81, K.T. 10/04/2014, R.G. 14/05/2014t., 29000s.)
Mahkemenin bu kararında yasama organı için belirtilen fonksiyon
gaspının, geçici yasama yetkisi kullanan yürütme organı için de geçerli olduğu
açıktır. Dolayısıyla fonksiyon gaspı suretiyle yapılan işlemler yok
hükmündedir.
Anayasanın Başlangıcına, 2., 6., 7., 8., 9., 11., 15., 121. ve 130.
maddelerine açıkça aykırı olarak fonksiyon gaspı suretiyle çıkarılan dava
konusu düzenlemenin yokluğunun tespitine karar verilmesi gerekir.
2. (Cumhurbaşkanlığı Başkanlığında Toplanan) Bakanlar Kurulunun
İradesi Oluşmadan Dava Konusu Düzenleme Çıkarılmıştır, Bu Nedenle Yok
Hükmündedir
OHAL KHK’lerinin hazırlanması ve çıkarılması sürecindeki şekil
eksikliklerinin özellikle de işlem yapma iradesinin oluşup oluşmadığını Anayasa
Mahkemesi’nin değerlendirmesi gerekir. Bilindiği üzere, OHAL KHK’leri için
gerekli olan şekil ve usul koşulları Anayasa’nın 121. Maddesinde
belirtilmektedir. Buna göre:
1. Kararnameler, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu
tarafından çıkarılmalıdır.
2. Kararnameler, Resmî Gazete’de yayımlanır.
3. Kararnameler aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına
sunulur.
4. Kararnamelerin TBMM tarafından onaylanmasına ilişkin süre ve usul,
İçtüzükte belirlenir.
5. İçtüzüğün 128’inci maddesine göre ise, TBMM olağanüstü hâl
KHK’lerini otuz gün içinde görüşüp sonuçlandırır.
KHK, hukuki niteliği itibariyle bir kolektif işlem türüdür. Kolektif
işlemlerde gerçekleştirilen işlemlerin hukuk dünyasında var olabilmesi için o
işlemi gerçekleştirmeye yetkili olan organda yer alan bireylerin iradelerinin
tümünün aynı zamanda ve aynı doğrultuda açıklanmış olması gerekmektedir.
Bakanlar Kurulu’nun iradesinin oluşmasına dair birbiriyle de bağlantılı iki
sorun vardır.
İlk olarak, söz konusu iradenin somut olayda oluşmuş sayılabilmesi
için, KHK’lerin ana metinleriyle birlikte, kurum kapatma ve ihraç kararlarında
isimlerin tek tek okunmuş olması gerekir. Ne var ki her bir KHK’nın kapsamının
genişliği ve ekli olan ihraç ve kapatma listelerinin yüksek miktardaki sayıları
dikkate alındığında, ilgili Bakanlar Kurulu toplantısında bu düzenlemelerin
tamamının ve ekli listelerde yer alan isimlerin okunmadığına dair ciddi
emareler bulunmaktadır. Sırf bu nedenle dahi Bakanlar Kurulu’nun iradesinin
oluşmamış olduğu söylenebilir.
Bakanlar Kurulu tarafından bir oylama yapılmış olması da iradenin
oluştuğu anlamına gelmemektedir. KHK’lere ekli ihraç ve kapatma listelerindeki
isimlerin tek tek okunmadığına ilişkin en inandırıcı kanıt bizzat Başbakan
Binali Yıldırım’dan gelmiştir:
“Takdir edersiniz ki önümüze gelen binlerce listeyi kontrol edip,
doğru yanlış yapıldığını bilemeyiz. …Samimiyetle söylüyorum. Tek tek olaylarla
ilgilenmedim. 100 bin kişi diyor ki bana da bak ona da bak. Mümkün değil.
Hassasiyet gözetiyoruz. Geneline bakıyoruz. Kamuoyundaki etkilere göre önlem
alıyoruz. Başka yöntem bulamadık.”
Yine aynı doğrultuda Yıldırım’ın şu sözleri, ekli ihraç listelerinin
Başbakan başta olmak üzere altında imzası bulunan bakanlar kurulu üyeleri ve
Cumhurbaşkanı tarafından okunmadığına dair aksi ispatlanamayacak bir kanıt
niteliğindedir.
“Takdir edersiniz ki biz önümüze gelen binlerce listeyi inceleyip,
'Efendim buradan kim hakkında işlem yapıldı. Doğru mu yapıldı, yanlış mı
yapıldı? 'Böyle bir mekanizmamız yok, yapamayız da. Ancak ne zaman bilgimiz
oluyor biliyorsunuz? Bunlar olduktan sonra haberlerde çıkıyor, sizler tabii
araştırıyorsunuz bilinen isimleri, çıkıyor ondan sonra haberimiz oluyor. Bu da
gayet doğal.”
Söz konusu düzenlemelerin tamamının ve ekli listelerdeki isimlerin
Bakanlar Kurulu üyeleri ve Cumhurbaşkanı tarafından okunmasının zaten hayatın
olağan akışına da uygun olmadığı Başbakanın şu sözlerinden anlaşılmaktadır:
“İnsan kapasitesinin yeteceği bir şey değil. Bu hassasiyeti gözetmemiz
lazım. Bu bir hak, hukuk meselesi yani birinin konusuyla ilgilenip, diğerini
görmezden gelirsek orada da adaletsiz bir durum ortaya çıkar mı? Geneline
bakıyoruz. Şikayetleri, kamuoyunda oluşturduğu etkileri dikkate alarak, önlem
almaya çalışıyoruz. Başka türlü bir yöntem bulamadık doğrusu.”.
İkinci sorun ise, anılan Bakanlar Kurulu toplantı tarihleri ile ardı
ardına çıkarılan KHK’lerin Resmi Gazete’de yayımlanma tarihleri arasındaki
tutarsızlıklardır. Bir dizi KHK Resmi Gazete’de farklı tarihlerde yayımlanmış
olmasına rağmen, bu kararnamelerin kabul edildiği Bakanlar kurulu toplantısı
tarihi 2 Ocak 2017 olarak görülmektedir. Bu kararnameler sayıları ve Resmi
Gazete’de yayımlanma tarihleri sırasına göre şu şekildedir:
679, 680 ve 681 Sayılı KHK’lar, Resmi Gazete yayınlanma tarihi: 6 Ocak
2017
683, 684 ve 685 Sayılı KHK’lar, Resmi Gazete yayınlanma tarihi: 23
Ocak 2017
686 Sayılı KHK, Resmi Gazete yayımlanma tarihi: 7 Şubat 2017
687 Sayılı KHK, Resmi Gazete yayımlanma tarihi: 9 Şubat 2017
Bu görünüm karşısında, anılan KHK’lerin kabul edilmesi aşamasında ayrı
ayrı KHK çıkarılmadığı, 2 Ocak tarihinde gerçekleştirilen Bakanlar Kurulu
toplantısında (belki de boş kâğıda) bakanların imzalarının alınarak, KHK’lerin
ve ek listelerinin sonradan eklendiği izlenimi uyanmaktadır. Nitekim şu haber
de bu izlenimi doğrular niteliktedir:
“CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 2 Ocak’tan sonraki
kararnamelere ilişkin “Bu tarihten sonra yayımlanan bütün kararnameler usulsüz.
Süre ve kapsam bakımından sıkıntılar var. Bu kararnameler yetki bakımından da
sorunlu. Saray karar veriyor, bakanlar imza atıyor, geriye dönük imza hali söz
konusu, suçüstü haliyle karşı karşıyayız” dedi... Bunun en büyük kanıtlarından
biri de 2 Ocak toplantısına atfen bir kararnameyle ihraç edilenlerden bazıları,
aynı toplantıya atfen ilan edilen bir başka kararnameyle göreve iade ediliyor”
Özetle, tarihler arasındaki tutarsızlık ve Binali Yıldırım’ın sözleri,
KHK metinlerinin ve eklerinin KHK’nın altında imzası bulunan Cumhurbaşkanı ve
Bakanlar Kurulu dışındaki bir aktör veya organ tarafından hazırlandığına ve bu
eklerin 2 Ocak 2017 tarihinde belki de boş kâğıda Bakanlar Kurulunun atmış
olduğu imzaya eklendiğine işaret etmektedir. Diğer yandan bir kararnameyle
ihraç edilen bir kişinin aynı toplantıda kabul edilen bir başka kararnameyle
iade edilmiş olması da, KHK metin ve eklerinin Bakanlar Kurulu üyeleri ve
Cumhurbaşkanı tarafından okunmadığına- ve evleviyetle- hazırlanmamış olduğuna
dair önemli bir kanıt teşkil etmektedir.
Burada önemle belirtmek gerekir ki, OHAL KHK’larını çıkarmaya yetkili
olan makam Cumhurbaşkanı Başkanlığında toplanan bakanlar kuruludur. Öte yandan
bu yetkinin kullanılması aksi Anayasa’nın 121. maddesinde ayrıca
belirtilmediğine göre, karşı-imza kuralına tabidir. Anayasa’ya göre “Cumhurbaşkanının,
Anayasa ve diğer kanunlarda Başbakan ve ilgili bakanın imzalarına gerek
olmaksızın tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün
kararları, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır; bu kararlardan Başbakan ve
ilgili bakan sorumludur.”(Md. 105)
Bunun sonucu da anılan KHK’lerin altında isimleri yer alan Başbakan
ve Bakanlar Kurulu’nun hukuki ve siyasi açıdan KHK’lerin içeriğinden sorumlu
olmasıdır. Tüm bunlar dikkate alındığında Anayasa tarafından Bakanlar
Kurulu’nun başkanı olarak düzenlenen (Md.112) Başbakanın yukarıda anılan
ifadelerini; bakanlar kurulunun iradesinin oluşmadığının ilk elden itirafı
olarak okumak gerekir.
Bakanlar Kurulu 2 Ocakta toplandığı halde, ilerleyen hafta ve aylarda
ve farklı tarihlerde birden çok KHK çıkarıldığına göre, bunlar çok büyük
olasılıkla ek listeler (bürokratlar tarafından) hazırlandıkça 2 Ocak
toplantısında alınan imzaların sonradan gelen KHK’lara eklendiği ve bu nedenle
aslında Bakanlar Kurulu üyelerinin bu KHK’ların altına imza atmamış oldukları
ihtimali oldukça yüksektir. Bu nedenle 2 Ocak sonrası tarihe sahip olan
KHK’ler açısından; adları belirtilmiş olsa da Bakanlar Kurulu üyelerinin ıslak
imzalarının bulunmamış olduğunu teyit edilmektedir.
Yukarıda belirtildiği gibi Anayasa Mahkemesinin içtihadına göre
yetkili organın iradesinin oluşmamış olması işlemin yokluğuna neden olur (AYM
Kararı: E.2014/57, K.2014/81, K.T. 10/04/2014, 14/05/2014 tarihli ve 29000
sayılı R.G.) Ayrıntılı olarak açıklanan nedenlerle iptali istenen düzenleme
Cumhurbaşkanının Başkanlığında toplanan bakanlar kurulunun iradesi oluşmadan
çıkarılan düzenleme yok hükmündedir. Anayasa Mahkemesinin bu yokluğu tespit
etmesi gerekir.
3. Anayasa ve İçtüzükte Öngörülen Sürede Onaylanmayan KHK Yok
Hükmündedir
Anayasa’nın 121. maddesine göre OHAL KHK’larının Resmi Gazetede
yayınlandıkları gün TBMM’nin onayına sunulması gerekmektedir. Onaylanma süresi
ve usulünün düzenlenmesi ise İçtüzüğe bırakılmıştır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi İç Tüzüğü’nün Olağanüstü hal ve sıkıyönetim kanun hükmündeki kararnamelerinin
görüşülmesi başlıklı 128. maddesi uyarınca;
“Anayasanın 121 ve 122 nci maddeleri gereğince çıkarılan ve Türkiye
Büyük Millet Meclisine sunulan kanun hükmünde kararnameler, Anayasanın ve
İçtüzüğün kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi için koyduğu kurallara göre
ancak, komisyonlarda ve Genel Kurulda diğer kanun hükmünde kararnamelerle,
kanun tasarı ve tekliflerinden önce, ivedilikle en geç otuz gün içinde
görüşülür ve karara bağlanır. Komisyonlarda en geç yirmi gün içinde görüşmeleri
tamamlanmayan kanun hükmünde kararnameler Meclis Başkanlığınca doğrudan doğruya
Genel Kurul gündemine alınır.”
Görüldüğü gibi İçtüzüğün 128. maddesi onaylamanın 30 gün içinde
tamamlanmasını öngörmektedir. 30 gün içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
tarafından görüşülmeyen kanun hükmünde kararnamelerin hukuki durumuna ilişkin
olarak doktrinde bu KHK’ların kendiliğinden yürürlükten kalkacağı yönünde güçlü
bir görüş bulunmaktadır. Tanör-Yüzbaşıoğlu (1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa
Hukuku, (YKY, 2001), s.411) ve Teziç (Anayasa Hukuku, (Beta, 2003), s. 39) gibi
yazarlar 30 gün içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından görüşülmeyen
kanun hükmünde kararnamelerin kendiliğinden reddedilmiş sayılacağını ileri
sürmektedir. Bu yazarlara göre 30 gün içinde kabul, ret ve değiştirilerek kabul
edilmeyen KHK’lar kendiliklerinden yürürlükten kalkarlar ve yokluk ile
malûldürler. Bunların yokluğu her mahkeme tarafından saptanabilirler.
Kuzu (Olağanüstü Hal Kavramı ve Türk Anayasa Hukukunda Olağanüstü Hal
Rejimi (1993) s. 262) ve Gözler (Kanun Hükmünde Kararnamelerin Hukuki Rejimi
(Bursa, Ekin, 2000) s. 60) gibi başka bazı yazarlar ise otuz gün içinde
TBMM’ce onaylanmayan OHAL KHK’larının “idari işlem” olarak kalacaklarını ileri
sürmektedirler.
Bu görüşlerden hangisi kabul edilirse edilsin öngörülen 30 günlük süre
içinde OHAL KHK’larının TBMM tarafından onaylanmamış olması halinde bu
KHK’ların OHAL KHK’sı niteliğini kaybedeceği görülmektedir. Bu durumda 30
günlük süre geçmiş olmasına rağmen TBMM’ce onaylanmamış olan OHAL KHK’larının
sonradan onaylanmakla yeniden yürürlüğe gireceklerini söylemeye olanak
bulunmamaktadır.
Sonuç olarak yukarıda açıklanan her üç nedenle iptali istenen
düzenleme yok hükmündedir ve bu yokluğun Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi
gerekir.
B. TBMM Tarafından Onaylama Sonrasına İlişkin Yokluk Nedenleri
Yukarıda açıklandığı gibi OHAL KHK’ları ile ancak geçici tedbirler
alınabileceğinden, bunların kanun hükmünde olduğunu söylemeye olanak
bulunmamaktadır. Genel ve sürekli düzenlemeler yapması mümkün olmayan ve
kanunları değiştiremeyen bir işlemin maddi olarak kanun niteliğinde olduğu
söylenemez. Cem Eroğul’un isabetle belirttiği gibi Anayasa’nın 121. maddesinde
yer alan düzenlemenin doğal ve mantıki sonucu OHAL KHK’larının biçimsel olarak
yürütme işlemi olduğu gibi, maddi olarak da yürütme işlemi olarak kabul
edilmesidir. Anayasa’nın 91. maddesinde düzenlenen olağan KHK’ler biçimsel
olarak yürütme işlemi iken maddi anlamda yasama işlemidir ve genel ve sürekli
olarak uygulanmak üzere çıkarılırlar ve kanunlarda değişiklik yapabilirler.
Oysa OHAL KHK’leri doğaları gereği geçici olmak durumundadır ve sürekli etki
doğuracak şekilde çıkarılamazlar. Bunun sonucu olarak olağan KHK’ler ile OHAL
KHK’lerinin TBMM’ce onaylanması da tamamen farklı hukuki niteliğe sahiptir ve
farklı sonuçlar doğurur. Olağan KHK’lerin TBMM tarafından onaylanması bir kanun
yapma işlemidir ve önüne gelen kanun tasarıları gibi bunları kanunların
görüşülmesi usulüne uygun olarak görüşür ve kabul eder, böylece ortaya yeni bir
kanun çıkar. Oysa geçici tedbirler niteliğindeki OHAL KHK’leri maddi açıdan bir
yürütme işlemidir ve bunların onama kararının bir meclis kararı ile alınması
gerekir (Bkz. Cem Eroğul, age. s.42). Zira Anayasa’nın 121. maddesinde
öngörülen TBMM onayı, bir yasalaştırma işlemi değil, siyasal denetim işlemidir.
Diğer bütün siyasal denetim işlemlerinde olduğu gibi bunun da bir kanunla
değil, meclis kararı ile alınması gerekir. Ancak bu şekilde Anayasa’nın 148.
maddesindeki OHAL KHK’lerinin denetimi yasağı anlamlı hale gelir. Zira Anayasa
Mahkemesinin yetkisi, yasaları ve yasa gücündeki işlemleri denetlemektir.
Anayasa koyucu maddi anlamda yürütme işlemi olan OHAL KHK’lerini siyasi
denetime tabi tutmuştur.
TBMM onayının kanun şeklinde yapılması OHAL KHK’lerinin geçici
niteliği ile bağdaşmaz ve Anayasa’nın 121. maddesine aykırı olur. Çünkü kanun
ile onaylanması OHAL KHK’lerini OHAL süresini aşan sürekli ve genel
düzenlemelere dönüştürür ki, bu yasama yetkisinin Cumhurbaşkanının
başkanlığında toplanan bakanlar kuruluna devri anlamına gelir ve fonksiyon
gaspı teşkil eder. Özellikle geçici tedbir niteliğinde olmayan ve sürekli
uygulanma olasılığı bulunan ve yukarıda açıklandığı gibi esasen Anayasa’nın
121. maddesinin Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan bakanlar kuruluna
tanımadığı kalıcı düzenlemelerin, TBMM tarafından kanun şeklinde onaylanması
yasama yetkisinin Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan bakanlar kuruluna
devri anlamına gelir ve Anayasa’nın 7. maddesine açık bir aykırılık oluşturur.
İptali istenen düzenleme kanun adı altında onaylanmak ve yayımlanmakla
hukuk düzeninde sürekli ve kalıcı bir nitelik kazanmıştır. Olağanüstü hal
kalksa dahi bu kurallar uygulanmaya devam edecektir. Bu da açıkça fonksiyon
gaspı olduğunu göstermektedir. Bu nedenle iptali istenen düzenleme yok
hükmündedir.
Geçici tedbir niteliğindeki düzenlemelerin kanun şeklinde onaylanması
ise onların geçici niteliği ile bağdaşmaz ve aşağıda açıklandığı üzere Anayasal
normlar hiyerarşisini ve hukuk düzeninin tutarlı normlardan oluşması ilkesini
altüst eder. Bu ise hukuk devleti ilkesinin temel koşullarından biri olan hukuk
düzeninin öngörülebilir ve tutarlı olması gereği ile bağdaşmaz. Nitekim 2016
yılına kadar hukuk düzenimizde kanunlaştırma şeklinde onaylanmış herhangi bir
OHAL KHK’si bulunmamaktadır. Onaylamanın kanun şeklinde yapılması ile OHAL
KHK’sinin akıbetinin ne olduğu da belli değildir. OHAL KHK’sinin hala
yürürlükte olduğuna işaret eden bazı uygulamalar görülmektedir. Mesela, 8 Mart
yasalarında daha önce yasalaştırılmış olmasına rağmen atıfların yasaya değil
KHK’ye yapılmaya devam edildiği ve değişikliklerin yasalar üzerinde değil,
KHK’ler üzerinde yapıldığı görülmektedir. Bu da hukuk düzeninin alt üst
olduğunun en somut kanıtıdır.
Ayrıca başvuru konusu işlemlerin kanun olmadığını önemle belirtmek
gerekir. Doktrinde kanun kavramı şekli ve maddi kanun olmak üzere ikiye
ayrılır. Bunlardan ilkine göre bir metnin üzerinde “kanun” yazıyorsa ve TBMM
tarafından kabul edilmişse o kanundur. İkinci olarak maddi kanun anlayışına
göre ise metnin içeriğine bakılır. Bir metin genel, objektif ve kişilik dışı
kurallar içeriyorsa o metin kanundur. Anayasa Mahkemesinin bu aşamada maddi
kanun anlayışını benimsediğini belirtmek gerekir. Anayasa Mahkemesi’nin
yerleşik içtihadına göre; Anayasa Mahkemesi denetim yetkisini kullanırken
işlemi yapan organın nitelemesiyle bağlı değildir.
Anayasa Mahkemesi’nin önüne kanun adıyla gelen bir işlemin kanun
olmadığını tespit etme yetkisi vardır. Anayasa’nın 148. maddesine göre “kanunların
şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp
yapılmadığı” hususuyla sınırlıdır. Anayasa Mahkemesinin “kanunları” denetleme
yetkisi bu şekilde Anayasa tarafından tanındığına göre, Mahkemenin önüne gelen
bir işlemin kanun olup olmadığını tespit yetkisi de denetleme yetkisinin
ayrılmaz bir parçası olduğunu kabul etmek gerekir. Anayasa Mahkemesi’nin bir
işlemin kanun olup olmadığını tespit etme yetkisi olduğuna göre, 8 Mart
kanunlarının bazılarında yer alan ihraç, kurum kapatma ve iadelere ilişkin
listeleri ele almak gerekir
Anılan listelerin ve üzerine eklendiği dörder maddelik metinlerin
maddi açıdan kanun olmadığı genel, kişilik dışı ve objektif hukuk kuralları
değil özel, belirli kişi ve kurumlara yönelik ve öznel (sübjektif) birel
işlemler olduğuna kuşku yoktur. Şekli açıdan bakıldığında bile her bir kanunun
ilk dört maddesinden sonra yer alan kapatma, ihraç ve iade listeleri de bir
kanunun sahip olması gereken kenar başlığı, madde numarası ve paragraf gibi
asgari şekil unsurlarından yoksundur. Yukarıda belirtildiği gibi OHAL KHK’lerinin
gerçek anlamda kanun olmadığı göz ardı edilerek ilk dört maddenin kanun olduğu
kabul edilse bile, ekli listelerdeki isim ve kurumlar o kanunun uygulandığı
idari işlemler midir? Burada, şu çelişkiye de dikkat çekek gerekir: erkler
ayrılığı ilkesinin doğal sonucu, yasama, yürütme ve yargı gibi devletin farklı
fonksiyonlarının gerçekleştirildiği işlemlerin birbirinden ayrılması
gerekliliğidir. Bir işlem, yasama (veya düzenleyici) veya idari (birel) ya da
yargısal nitelik taşıyabilir. Kamu hukuku genel ilkelerine göre de bu üç tür
fonksiyonun iki veya üçünün bir arada bulunduğu karma işlem kategorisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla hem yasama, hem yürütme hem de yargı işlemi
niteliği taşıyan dava konusu düzenlemenin fonksiyon gaspı suretiyle yapıldığı
açıktır.
Diğer taraftan TBMM söz konusu düzenlemeleri onaylarken ekli listeler
hiçbir şekilde okunmamış ve üyelerce incelenmemiştir. Yüz binden fazla isim
hakkında herhangi bir görüşme ya da tartışma gerçekleşmemiştir. Bir kişiyi
terör örgütü ile ilişkili olarak tespit eden, onu kamu görevinden çıkaran, ömür
boyu tekrar kamu görevine girmesini ve kamu hizmetinde çalışmasını yasaklayan,
belli özel sektör işlerine girme yasağı öngören, pasaportlarını iptal eden bu
işlemlerin TBMM’nin iradesiyle oluştuğunu söylemeye olanak bulunmamaktadır.
İrade yokluğu aynı zamanda işlemin de yokluğuna sebebiyet verir.
Eğer Anayasa Mahkemesi OHAL KHK’si adı altında düzenlenmekle birlikte,
maddi niteliği açısından OHAL KHK’si olamayan işlemleri denetlemeye kendisini
yetkili gördüğü; yerleşik ve Anayasanın tüm hükümleriyle uyum içinde olan eski
içtihadından vazgeçmeyip; 2016 sonrası dönemde yürütme organının OHAL KHK’si
adı altındaki Anayasaya aykırı olarak gerçekleştirdiği kimi işlemler hakkında
denetim yetki ve görevini yerine getirmiş olsaydı, böyle bir durumla
karşılaşılmış olmayacaktı.
Diğer taraftan yukarıda açıklandığı gibi Cumhurbaşkanının
başkanlığında toplanan bakanlar kurulu tarafından geçerli olarak çıkarılmamış
olan, dolayısıyla yok hükmünde olan düzenlemelerin TBMM tarafından onaylanmış
olması onları kendiliğinden geçerli hale getirmez. Yani geçerli bir onaylama
kararından söz edebilmek için öncelikle onaylanabilir nitelikte geçerli bir
işlemin bulunması gerekir. Oysa yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklandığı gibi
ortada onaylanabilecek nitelikte ve onaylamaya elverişli bir işlem
bulunmamaktadır. Bu nedenle geçerli olarak var olmayan bir işlemin onaylanması
mümkün değildir. Olmayan işlem onay ile varlık kazanmaz, yok olmaya devam eder.
Anayasanın Başlangıcına, 2., 6., 7., 8., 9., 11., 15., 121. ve 130.
maddelerine açıkça aykırı olarak fonksiyon gaspı ve irade yokluğu suretiyle
çıkarılan dava konusu düzenlemenin yokluğunun tespitine karar verilmesi
gerekir.
C. Eylemli İçtüzük Değişikliği Dolayısıyla TBMM’nin Onama Kararı
Geçersizdir
Olağanüstü kararnamelere ilişkin Anayasa ve İçtüzük özel bir yasalaşma
süreci öngörmüştür. Bu yasalaşma sürecinde ilk göze çarpan husus yasalaşma
sürecindeki süre şartıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü’nün
Olağanüstü hal ve sıkıyönetim kanun hükmündeki kararnamelerinin görüşülmesi
başlıklı 128. maddesi uyarınca;
“Anayasanın 121 ve 122 nci maddeleri gereğince çıkarılan ve Türkiye
Büyük Millet Meclisine sunulan kanun hükmünde kararnameler, Anayasanın ve
İçtüzüğün kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi için koyduğu kurallara göre
ancak, komisyonlarda ve Genel Kurulda diğer kanun hükmünde kararnamelerle,
kanun tasarı ve tekliflerinden önce, ivedilikle en geç otuz gün içinde görüşülür
ve karara bağlanır. Komisyonlarda en geç yirmi gün içinde görüşmeleri
tamamlanmayan kanun hükmünde kararnameler Meclis Başkanlığınca doğrudan doğruya
Genel Kurul gündemine alınır.”
Ancak 692 sayılı KHK’nin görüşülmesinde içtüzüğün zorunlu kıldığı
usule uyulmamıştır. 692 sayılı KHK, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na
sevk edilmesinin ardından 30 günlük sürede Genel Kurul’da görüşülmemiştir.
Yukarıda yokluğa ilişkin savlarımızın kabul edilmemesi halinde İçtüzükteki
yoruma açık olmayacak netlikteki süre şartına uyulmaması, niteliği itibarıyla
eylemli içtüzük değişikliğidir. Daha somut bir ifadeyle, TBMM OHAL KHK’lerinin
görüşülmesinde 30 günlük zaman sınırını ihlal etmek yoluyla konuya ilişkin
İçtüzük hükmünü (md. 128) fiili olarak ilga etmiştir. Anayasa Mahkemesi
T.B.M.M. İçtüzüğü’nü denetlemeye yetkili olduğuna göre, iş bu fiili İçtüzük
değişikliği de Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenebilir. Nitekim, Anayasa
Mahkemesi parlamento kararlarını eylemli İçtüzük değişikliği adı altında
denetlemiştir:
• Başkanlık Divanı’nın oluşumundaki usulsüzlükler (E.1973/43,
K.1973/39, k.t. 25.12.1973.)
• Cumhurbaşkanının seçiminde Anayasa ve onun doğrudan atıfta
bulunduğu İçtüzük kuralına uyulmaması (E.2007/45, K.2007/54, k.t.1.5.2007.)
• Bakanlar Kurulu göreve başlarken, güvenoyu için öngörülen karar
yeter sayısı hakkında Anayasa ve İçtüzük’te özel bir hüküm olmamasına rağmen,
bu hususta Genel Kurul kararı yoluyla, karar yetersayısı hakkındaki Anayasa’nın
ilgili genel hükmüne aykırı bir kuralın tesis edilmiş olması E.1996/19,
K.1996/13, k.t.14.5.1996).
• Olağanüstü hal ilanı ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de
bulunmasına ilişkin sürenin uzatılmasında Anayasa ve İçtüzükte herhangi bir
kural olmamasına rağmen Genel Kurul kararı yoluyla yeni bir uygulama yaratılması(E.1996/20,
K.1996/14, k.t.14.5.1996)
• Seçimlerin yenilenmesi kararının değiştirilmesi hakkındaki
önergenin usulde paralellik ilkesi uyarınca tekrar ilgili komisyonda
görüşülmeden doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasına ilişkin Genel Kurul
kararı. E.1996/21, K.1996/15, k.t.14.5.1996.
Bir başka deyişle; Anayasa Mahkemesi, temel hak ve özgürlükler ile
parlamenter demokrasi ilkelerine aykırı bulduğu kimi parlamento kararlarını,
eylemli İçtüzük değişikliği olarak değerlendirmiş ve bu konuda denetim yetkisi önündeki
anayasal sınırları aşarak Anayasa ve İçtüzük hükümlerine aykırı olarak alınan
kimi parlamento kararlarını denetlemiştir. Bu bağlam, 30 gün şartı başta olmak
üzere aynı zamanda İçtüzük kuralı da olan diğer kurallar için de geçerlidir.
Bunun yanında bu başlık altındaki eylemli İçtüzük değişikliğinin dava açma
süresi 10 değil, 60 gündür.
“Sessiz anayasa” olarak nitelendirilen TBMM İçtüzüğü ancak Anayasaya
uygun olarak değiştirilebilir. Eğer eylemli bir değişiklikle İçtüzük metni
değiştirilirse, bu durum TBMM kararını sadece İçtüzüğe değil, Anayasaya da
aykırı hale getirir. İş bu talebimizle, Anayasa Mahkemesi’nin parlamento
kararının usul saptırması yoluyla yargı denetiminden kaçırılmasının önüne geçme
içtihatlarına uygun olarak yapması gereken süre şartına uyulmaması sebebiyle
iptali gerekir.
D. OHAL KHK’ları İle “Anayasasızlaştırma” Sürecine Girilmiş, Anayasa
Askıya Alınmıştır
Yokluğunun tespiti ve iptali talep edilen bu kanun, içerdiği hükümler
bakımından, anayasada bir değişik yapmamakla birlikte, tam aksine hükümler
içermektedir. Bir başka deyişle, kimi hükümleri ile, Anayasanın “tam aksine
kurallar konulmakta ve çatışma durumunda da Anayasa hükümleri değil, bu
KHK’lerin hükümleri uygulanmaktadır.” (Kemal Gözler). Bu bağlamda, iş bu iptali
talep edilen kanun, maddi olarak anayasa değişikliği niteliğinde olduğu için
Anayasa’nın 148 ve 175. Maddelerinin bir arada okunması suretiyle anayasaya
şekil bakımından aykırıdır.
Anayasanın 148. maddesi, anayasa değişikliklerinin şekil bakımından
denetlenmesinde kanunlara nazaran daha geniş bir alan tanımaktadır. Buna göre
bir anayasa değişikliği en az 184 milletvekili tarafından yazılı olarak teklif
edilmeli, bu teklif iki kere görüşülmeli ve en az 330 oyla kabul edilmiş
olmalıdır. İşte Anayasa Mahkemesi anayasa değişikliklerine ilişkin bu üç temel
aşamayı denetleyebildiğine göre, kanun niteliğini almış kanunların anayasa
değişikliği olarak tanımlanabilmesi halinde yukarıda bahsedilen tüm sakatlıklar
şekil bozukluğu olarak değerlendirilmelidir. Mademki kimi madde hükümleri
anayasa değişikliğidir, en az 184 milletvekili ile iki kere görüşülerek en az
330 oy alması gereken bir metin; TBMM’nin önüne Başbakan tarafından getirilmiş
ve sadece bir kere görüşülmüştür. Ayrıca ilgili kanunun TBMM’deki kabul oyları
da 330’dan düşüktür. Kaldı ki kabul oyları 330’un üzerinde olsa bile bu
oyların TBMM tamsayısının üçte ikisini (2/3) (367 MV) bulmadığı takdirde
Cumhurbaşkanınca yayımlanarak yürürlüğe konulması mümkün değildir.
Cumhurbaşkanı bu tür anayasa değişikliği kanunlarını ancak referanduma sunulmak
üzere Resmi Gazetede yayımlayabilir.
1982 Anayasası gibi kazuistik anayasalar, kanunlara yol gösterici
genel ilkeler yanında doğrudan uygulanabilir kuralları da içermektedir.
Doğrudan uygulanabilir Anayasa kuralı demek ayrıca bir yasal düzenlemeye gerek
kalmaksızın bir Anayasa hükmünün hukuk dünyasında sonuç doğurmasıdır. 1982
Anayasası uyarınca Anayasa Mahkemesi önünde tanınan bireysel başvuru hakkı
çerçevesinde Anayasa Mahkemesi’nin anayasa hükümlerine doğrudan uyguladığını düşündüğümüzde,
1982 Anayasasının anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanabileceğine cevaz
verdiğini söylemek mümkündür.
OHAL döneminde doğrudan uygulanabilecek Anayasa kurallarının eylemli
olarak değiştirildiğine dair şu örnek verilebilir:
Terör örgütlerine üyelik, bunlarla irtibat, iltisak halinde bulunduğu
ileri sürülen yüksek öğretim mensuplarının ihracıyla ilgili olarak: Anayasa’nın
130’ncu maddesine göre “Üniversite yönetim ve denetim organları ile öğretim
elemanları; Yükseköğretim Kurulunun veya üniversitelerin yetkili organlarının
dışında kalan makamlarca her ne suretle olursa olsun görevlerinden
uzaklaştırılamazlar.” Bir taraftan bu maddedeki “her ne suretle olursa olsun”
vurgusu(nun), OHAL’de dokunulamaz çekirdek haklar kategorisine, özel nitelikte (lex
specialis) ek bir hak getireceği” ileri sürülebilir (Tolga Şirin, “Anayasa
Hükmünde Kararnameler”, Güncel Hukuk, Kasım 2016, Sayı 155). Kaldı ki yukarıda
açıklandığı gibi Anayasanın 15. Maddesine göre OHAL sürecinde “temel hak ve
hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilmesi Anayasanın
121/2 maddesine göre ancak OHAL Kanunu yoluyla yapılabilir ve OHAL Kanununun da
Anayasaya aykırı olmaması gerekir. Bu açıdan bakıldığında, Anayasa’nın 130.
Maddesi (a contrario) yüksek öğretim personel rejiminde doğrudan
uygulanabilecek bir anayasa kuralı getirmektedir: Üniversite yönetim ve denetim
organları ile öğretim elemanlarını görevden uzaklaştırmaya yetkili olan makam
Yükseköğretim Kurulu veya üniversitenin yetkili organlarıdır. Bu doğrultuda, bu
norm alanına giren işlemlerin iş bu kanunlaştırma süreciyle fiilen
Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’na verilerek, Anayasa’nın
130. maddesinin ilga ettiği dikkate alınmalıdır.
Daha önce 668, 669, 670 ve 671 sayılı KHK’lere dair yaptığımız
başvurulara dair Anayasa Mahkemesi’nin Kararları (AYM E:2016/166 K: 2016/159)
ana hatlarıyla şu şekilde özetlenebilir:
- Mahkeme öncelikle, hukuk devletinin yargısal denetimi zorunlu
kıldığını belirtip, bazı durumların buna istisna getirdiğini anlatmıştır.
Mahkeme’ye göre Anayasa’nın 148. maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesi
de bu kapsamdadır.
- Mahkeme, Anayasa’nın 121. maddesinin ““Olağanüstü haller
Anayasamızda yeni bir şekilde düzenlenmiştir. Tabiî afet ve ekonomik kriz
hallerinde ve diğer hallerde hükümete yasama meclisinin denetimi altında kanun
hükmünde kararname çıkartma yetkisi verilmiştir… Bütün tasarruflar yasama
meclisinin denetimi altında düzenlenecektir.” şeklindeki gerekçesinin, anayasa
koyucunun olağanüstü dönem KHK’lerinin denetiminin parlamentoya bırakıldığını
gösterdiği düşüncesindedir.
- Yine Mahkeme’ye göre, Danışma Meclisinde Anayasa Komisyonu
Başkanının “Olağanüstü haller Anayasamızda yeni bir şekilde düzenlenmiştir.
Tabiî afet ve ekonomik kriz hallerinde ve diğer hallerde hükümete yasama
meclisinin denetimi altında kanun hükmünde kararname çıkartma yetkisi
verilmiştir… Bütün tasarruflar yasama meclisinin denetimi altında
düzenlenecektir.” Şeklindeki ifadesi, kuralın gerekçesi mahiyetindeki
açıklamaları, Anayasa koyucunun olağanüstü dönem KHK’larının yargı denetimi
dışında bırakılmasını ve bu konuda sadece yasama meclisinin denetiminin
varlığını amaçladığını ortaya koymaktadır
- Mahkeme bu amaç doğrultusunda, Anayasa koyucunun olağanüstü dönem
KHK’larının yargı denetimi dışında bırakılmasını ve bu konuda sadece yasama
meclisinin denetiminin varlığını amaçladığını tespit etmektedir.
- Mahkeme 1990’lı yıllarda verdiği ve OHAL KHK’lerinin Anayasa’nın
121. maddesinde öngörülen KHK olup olmadığını belirlemek için yer, zaman ve konu
bakımından bu KHK’leri inceleyerek; bu 3 kriter açısından OHAL ile bağdaşmayan
KHK’leri iptal ettiği kararlarını eleştirmiştir. Mahkeme’ye göre böyle bir
inceleme mutlaka ilgili KHK’nin içeriğinin de incelenmesini gerektirmektedir.
Bu durumda da mahkeme, tıpkı olağan dönemde yapacağı gibi bir anayasallık
denetimi yapmak durumunda olacak ve bu tür bir yaklaşımla olağanüstü hâl KHK’sı
niteliğinde olan tüm kuralları bu kapsam dışına çıkarabilecektir.
- Mahkeme, bu tür bir yaklaşımı da Anayasa’nın kimsenin kaynağını
Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağına ilişkin 6. Maddesine
aykırı görmektedir.
- Mahkeme, daha sonra ise iptal davasının konusu olan OHAL
KHK’lerinin 15 Temmuz 2016 gecesi Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde
örgütlenmiş olan bir cunta tarafından demokratik anayasal düzeni cebir ve
şiddet kullanarak ortadan kaldırma teşebbüsü sonrasında ilan edilen olağanüstü
hâl kapsamında çıkarıldığını belirtmiştir.
- Tüm bu açıklamalar ışığında Mahkeme, iptal davası konusu olan
KHK’lerin iptal taleplerinin yetkisizlik sebebiyle reddine oybirliğiyle karar
vermiştir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Anayasa Mahkemesinin bu kararları ile
OHAL KHK’sı adı altında her konunun herhangi bir yetki kanununa dayanmadan ve
hiçbir kamusal tartışmaya olanak tanınmadan yürütme organı tarafından
düzenlenmesinin önü açılmıştır. OHAL başlangıçta çok kısa bir süre için ilan
edilmiş ve hükümet yetkililerince en kısa sürede sona erdirileceği açıklanmış
olmasına rağmen kamu güvenliğine yönelik güncel bir tehdidin varlığı yönünde
hiçbir gerekçe göstermeden sürekli yenilenmiş ve son olarak altıncı kez üç ay
süreyle uzatılmıştır. Bu süreç boyunca bugüne kadar 31 KHK çıkarılmıştır. 1194
maddeden oluşan 31 KHK ile mevzuatta 1000 maddenin üzerinde yeni düzenleme
yapılmıştır. Onlarca kanunda OHAL ile ilgisi olmayan yüzlerce değişiklik
yapılmıştır. (bkz. KHK’ların Mevzuat Üzerindeki Etkileri Raporu,
https://tr.boell.org/sites/default/files/ohal_rapor_web.pdf). Bu KHK’ler ile
yüz binden fazla kamu görevlisi herhangi bir savunma hakkı verilmeden adil
yargılanma ilkelerine uyulmadan kamu görevinden çıkarılmış, binlerce dernek,
vakıf, sendika, yayın organı kapatılmıştır (bkz. IHOP, Olağanüstü Hal Tedbir ve
Uygulamaları, Güncellenmiş Durum Raporu, http://www.ihop.org.tr/wp-content/uploads/2018/01/OHALdurumraporu_31122017.pdf
)
Anayasa Mahkemesi, 2016 yılında verdiği yukarıda söz edilen
kararlarında anayasa koyucunun OHAL KHK’lerinin denetimini yasama organına
bıraktığını belirtmiştir. Bu tespit doğru olmakla birlikte, bu denetimin işlevsel
olması Anayasa Mahkemesinin Anayasayı ve anayasal temel hak ve özgürlükleri
koruma yönünde Anayasanın kendine verdiği yetkiyi etkin bir şekilde
kullanmasına bağlıdır. Zira yasama ve yürütme organlarının anayasaya uygun
davranmasını sağlamak Anayasa Mahkemesinin görevidir. Demokratik hukuk devleti
ilkesi, demokratik yöntemlerle seçilmiş organların anayasaya uygun hareket
etmesini zorunlu kılar. Yasama ve yürütmenin anayasaya uygun hareket etmesi ise
ancak Anayasa Mahkemesi tarafından yapılacak etkin bir anayasallık denetimi ile
sağlanabilir. Anayasa Mahkemesinin yasama ve yürütme organlarına ne derece
Anayasaya aykırı hareket ederlerse etsinler denetim yapmayacağı konusunda açık
güvence verecek kararlar vermesi halinde, bu organlardan Anayasaya uygun hareket
etmelerine beklemek gerçekçi olmayacaktır.
Nitekim Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararlarından sonra
26 KHK daha çıkarılmış ve bunlar uzun süre boyunca TBMM tarafından görüşülerek
karara bağlanmamıştır. Bunların bir kısmının çıkarılmasının üzerinden bir buçuk
yıldan daha uzun bir süre geçtikten sonra tamamı bir hafta içinde TBMM’de
herhangi bir şekilde tartışılmadan sadece oylanarak kabul edilmiştir. Bu
KHK’lar ile pek çok bireyin temel hak ve özgürlüklerine önemli müdahaleler
yapılmıştır ve bu müdahalelerin hukuka uygunluğunun denetimi yapılamamıştır.
Diğer taraftan bu KHK’lar ile onlarca kanunda olağanüstü hal ile hiçbir ilgisi
olmayan ve olağanüstü halin süresiyle sınırlı olmayan yüzlerce değişiklik
yapılmıştır. Yasama yetkisi fiilen yürütme organı tarafından kullanılmıştır ve
kullanılmaya devam edilmektedir. Üniversite rektörlerinin seçiminden, kış
lastiği takma zorunluluğuna kadar pek çok konu yasama organı ve kamuoyu
tarafından hiçbir şekilde tartışılmadan doğrudan yürütme organı tarafından KHK
ile düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerin fonksiyon gaspı suretiyle yapıldığı
açıktır. Parlamentoda tek başına çoğunluğa sahip iktidar partisi yasama
yetkisini fiilen kendi yöneticilerinden oluşan yürütme organına devretmiştir.
Bu durumda Anayasa Mahkemesinin 148. maddeye ilişkin yorumu ile
Anayasanın başta değiştirilemez hükümleri olmak üzere tamamının işlevsiz hale
getirilmesi mümkün hale gelmiştir. Mahkemenin bu yorumunun doğru olmadığı,
temel anayasal yorum ilkeleri ile bağdaşmadığı açıktır. Temel yorum
ilkelerinden biri sistematik yorum ilkesi olup, anayasal hükümlerin amaçlarını
da göz önünde tutarak bir bütün halinde ele alınmasını ve hükümlerin birbiriyle
uyumlu olarak yorumlanmasını gerektirir. Anayasa Mahkemesi pek çok kararında
sistematik yorum ilkesine atıf yapmış ve sistematik yorumun teleolojik yorum
ile iç içe uygulanması gerektiğine işaret etmiştir. Yani bir normun anlamını
tespit ederken bir taraftan anayasanın bütünlüğü içinde diğer normlar
arasındaki bağlamını dikkate almayı aynı zamanda da bağlamı tespit ederken
normların amacının göz önünde tutulmasını gerekli görmüştür. Bir normun
teleolojisi de tek başına, diğer normlardan soyut olarak değil, bütün normların
ortak amacı dikkate alınarak tespit edilebilir. Mahkemeye göre “Anayasa kural
ve ilkeleri etki ve değer bakımından eşit olup hangi sebeple olursa olsun
birisinin diğerine üstün tutulmasına olanak bulunmadığından bunların bir arada
ve hukukun genel kuralları göz önünde tutularak uygulanmaları zorunludur.”
(E.2001/309, K.2002/91, K.T.15.10.2002). Bu çerçevede Anayasa’nın 148.
maddesinde yer alan olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerinin şekil ve
esas bakımından denetlenemeyeceğine ilişkin hükmün Anayasa’nın 121., 15. ve
diğer maddelerinde olağanüstü hal yetkilerine ilişkin hükümlerle birlikte ele
alınması ve ancak bu maddelerde öngörülen sınırlar içinde kullanılan bir KHK
çıkarma yetkisinin anayasal denetim dışında tutulması, hem demokratik hukuk
devleti ilkesinin amacına uygun olacak hem de Anayasa’nın 15. ve 121 maddesinde
öngörülen kurallar ancak bu halde bir anlam ifade edecektir.
Anayasa koyucu bir taraftan kamu düzeni ve güvenliğinin olağan
tedbirlerle giderilemeyecek derecede bozulduğu durumlarda olağanüstü yetkiler
yoluyla tehdidin bir an önce savuşturulması için çıkarılacak KHK’ların
denetimini geçici olarak yasaklarken diğer taraftan bu yetkinin sadece mevcut
tehlikeyi ortadan kaldırmak için gerekli tedbirleri almak için kullanılmasını
ve bu yetki kullanılırken durumun gerektirdiği ölçünün aşılmamasını,
uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklere aykırı davranılmamasını ve
bazı haklara bu düzenlemeler yoluyla müdahale edilmemesini öngörmüştür. Bu
hükümlerin ortak amacının demokratik hukuk devletini güvence altına almak,
demokrasiyi ve hukuk devletini korumak olduğu açıktır. Demokratik hukuk
devletinin özünde ise bireysel temel hak ve özgürlüklerin korunması yer
almaktadır. Yapılacak yorumun bu amaç ile uyumlu olması zorunludur. Bir anayasa
hükmünün, yürütme organına keyfi ve sınırsız yetki verdiği şeklinde yorumlanması
hem sistematik hem de teleolojik yorum ilkelerine aykırı olacaktır. Böyle bir
yorum, 148. maddenin lafzının 15. ve 121. maddelere üstün tutulması hatta
yukarıda açıklandığı gibi anayasanın bütün diğer maddelerinin fiilen yok
sayılması anlamına gelecektir ki böyle bir sonuç saçma olacaktır. Hukuksal
yorumun temel ilkelerinden birisi de absürt sonuçlardan kaçınmaktır.
Ayrıca sistematik yorum ilkesinin bir sonucu da istisnaların dar
yorumlanmasıdır. Unutulmamalıdır ki 148. maddede OHAL KHK’leri için öngörülen
denetim yasağı bir istisna hükmüdür ve dar yorumlanmalıdır. Genel kural her
türlü yasal düzenlemenin anayasallık denetimine tabi tutulmasıdır. OHAL
KHK’ları bu genel kurala bir istisna teşkil etmektedir. Bu nedenle denetim
yasağının kapsamı dar yorumlanmalıdır. Oysa Mahkemenin sözü edilen yaklaşımıyla
istisna genel kural, hatta tek kural haline gelmiştir.
Anayasa Mahkemesinin yukarıda sözü edilen OHAL KHK’larına ilişkin 2016
tarihli kararlarda 148. maddenin anlamını ortaya koymak amacıyla tarihsel yorum
yöntemine başvurduğu ve söz konusu denetim yasağını Danışma Meclisinde öneren
üyenin “OHAL KHK’leri ile temel haklara müdahale imkânı tanındığı bu nedenle
denetlenmemeleri gerektiği” yönündeki açıklamalarına atıf yaparak anayasa
koyucunun bu düzenlemelerin denetlenmemesi yönünde bir iradesinin olduğu
sonucuna ulaştığı görülmektedir. Tarihsel yorum diğer yorum yöntemleri ile
metnin anlamının tespit edilememesi halinde başvurulabilecek yardımcı bir yorum
yöntemi olmakla birlikte, toplumun hızla değiştiği bir ortamda ihtiyatla
yaklaşılması gereken bir yöntemdir. Yukarıda belirtildiği gibi sistematik ve
teleolojik yorum yöntemleriyle 148. maddedeki denetim yasağının kapsamını
belirlemek mümkündür ve Anayasa Mahkemesi bu belirlemeyi 1991 yılında oldukça
başarılı bir şekilde ortaya koymuştur.
Diğer taraftan hukukun toplumsal gelişmelere uyumunu sağlayan önemli
bir yorum ilkesi de dinamik yorum yöntemidir. Dinamik yorum, bir normun
konulduğu andaki anlamından ziyade toplumsal gelişmeler dikkate alınarak normun
güncel anlamının ortaya konulmasını gerektirir. Bir darbe sonrasında, cunta
yönetiminin belirlediği ve hiçbir şekilde demokratik temsil kabiliyeti olmayan
bir danışma meclisinde yapılan ve modern anayasacılığın gerekleriyle hiçbir
şekilde bağdaşmayan bir açıklamanın bir istisna hükmünün kapsamının
belirlenmesinde temel dayanak olarak alınması üzüntü vericidir. Söz konusu
açıklamada OHAL KHK’ları ile temel haklara müdahale imkânı tanındığı için
denetim yapılmaması gerektiği ifade edilmiştir. Modern anayasacılığın özünde
temel hakların korunması amacı vardır. Anayasaların ve anayasa yargısının
varlık nedeni temel hakların korunmasıdır. Temel haklara en ağır müdahalelerin
yapıldığı olağanüstü hallerde bu müdahaleyi yapan düzenlemelerin denetim
dışında bırakılmasının anayasacılık düşüncesiyle hiçbir ilgisinin olmadığı,
hatta anti anayasacı bir yaklaşım olduğu açıktır. 1982 Anayasasında yer alan
temel hakları aşırı derecede kısıtlayan anti demokratik hükümlerin ayıklanması
amacıyla onlarca kez değişiklik yapılmış ve Anayasanın maddelerinin yarıdan
fazlası neredeyse tamamen yenilenmiştir. Demokratikleşme ve temel hakların
geliştirilmesi yönündeki bunca gelişmenin yok sayılarak bir istisna hükmünün,
35 yıl önce yapılmış ve anayasacılığın amaçlarına tamamen ters bir açıklamaya
dayalı olarak anlamlandırılmasının dinamik yorum ilkesi ile de bağdaşmadığı
açıktır.
Mahkemenin bu yeni içtihadındaki “amaçsal”, “sistematik” ve “dinamik”
yorum eksikliği, hukuk disiplininde, özellikle hukuki pozitivizm anlayışı
çerçevesinde bir ölçüye kadar haklı görülebileceği düşünülse de iş bu iptalini
talep ettiğimiz kanunun eylemli anayasa değişikliği olduğu düşüncesi tam da
hukuki pozitivizmin temel mantığı gereğidir. Hans Kelsen’e göre hukuk ahlak
kurallarından arındırılarak ele alınmalıdır. Hukuku ahlak kurallarına dayanarak
değerlendirmek politikleşme tehlikesini de getirir.
Hukuk biliminin konusu farklı hukuk kurallarının birbiriyle birleşerek
tek vücut halinde çalıştığı bir sistemdir. Bu sisteme de “hukuk düzeni” adı
verilir. Bu sistem bir tür piramit olarak yapılanmıştır. En tepede Anayasa,
onun altında kanunlar ve onun da altında idarenin düzenleyici işlemleri
bulunur. Aslında Anayasanın da üstünde bir “Temel Norm” vardır. Temel Normun ne
olduğu farklı yazarlar tarafından farklı yorumlansa da genel kanı tüm hukuk
düzeninin geçerliliğini sağlayan bir unsur olduğudur. (HansKelsen, Pure Theory
of law; translation from the Second German edition by Max Knight.Union, N.J.
:Lawbook Exchange, 2002, s. 72. ).
İşte bu sistemin mekanik işleyişi altta yer alan normun üstte yer alan
normun belirlediği usul ve şekillerle çıkarılması anlamına gelir. Burada iki
husus önemlidir. 1) Hukuk aynı fizik kurallarında olduğu gibi rasyonel bir
işleyişe sahip olan bir iç işleyişe sahiptir. Bu iç işleyiş içinde tek tek her
bir normun varlığı, yürürlüğü ve geçerliğinin üst normun varlığına bağlı olarak
tanımlanmasıdır. 2) Aynı rasyonel işleyiş tüm hukuk düzeni için geçerlidir ve
hukuk düzeni çökerse bu düzen içindeki her bir norm da çöker. Bu sistemi yıkma
denemeleri olabilir. Bunlara “devrim” adı verilir. Devrimler, şiddet yoluyla
gerçekleştiği gibi barışçıl yollarla da olabilir. Devrim başarıya ulaşırsa
temel normla birlikte tüm normlar hiyerarşisi çöker, ulaşamazsa mevcut hukuk
düzenindeki eylemine karşılık gelen normların yaptırımına maruz kalır.(Kelsen,
s. 209)
İş bu iptali talep edilen kanunun, bu anlamda getirdiği en büyük sorun
aynı normun, normlar hiyerarşisinde farklı kademelerdeki konumları aynı anda
işgal etmesidir. Bu aslında Kelsen’in ileri sürdüğü temel normun ve bu nedenle
tüm hukuk düzeninin çöküşü anlamına gelir. Bu duruma bir örnek olarak,
halihazırda OHAL KHK’leri ile ihraç edilen kamu personelinin durumu
verilebilir. Bu kişilere ait dosyalar OHAL komisyonu önündedir. OHAL
Komisyonu’nun yetkileri de yine kanunlaşan OHAL KHK’leri ile belirlendiğine
göre, bu haliyle ihraç listelerinin idari işlem mi kanun mu olduğu hususu
değerlendirilmelidir. Eğer kanun ise, OHAL komisyonunun vereceği karar Anayasa
Mahkemesinin yetkisinde olan kanunların esas açısından denetlenmesi yetkisini
kullanma anlamına gelecektir. Bu durum ve yarattığı sorunun çözümsüzlüğü hukuki
pozitivizmin sistematik yorumunun da ötesinde temel mantık kuralları açısından
da bir tür paradoks niteliğindedir. Bir yandan ihraç listeleri kanun haline
getirilmiş, diğer yandan OHAL komisyonuna iade yetkisi verilmek suretiyle her
bir ihraç işleminin idari işlem statüsünde olduğu düzenlenmiştir.
İkinci olarak 1982 Anayasasının ön gördüğü normlar hiyerarşisi “tepetaklak
olmuştur” . Anayasanın “tam aksine kurallar konulmakta ve çatışma durumunda da
Anayasa hükümleri değil, bu KHK’lerin hükümleri uygulanmaktadır.”
Sonuç olarak; Yüce Mahkeme’nin tüm bu ayrıntılı açıklamalarımız
doğrultusunda “torba kanunlaştırma” usulü ile peş peşe yasa numaraları verilerek
8 Mart 2018 tarihinde resmi gazetede yayınlanan kanunların tamamı için “yokluk
bildirimi”nde bulunması, eğer bunu yapmaz ise iptal etmesi gerekir.
Yokluk bildirimi, OHAL KHK’leri denetimden kaçınırken Yüce Mahkemenin
başvurduğu tarihsel ve lafzi yorum yöntemi ile de tutarlı olacaktır. Zira,
Anayasa Mahkemesi 2016 sonrası içtihat değişikliği sonucu verdiği yukarıda adı
geçen kararlarında, özetle, “denetim yetkim olmadığına göre, konu bakımından
OHAL KHK’si olan ve olmayan ayrımını yapamam” demiştir. Şimdi ise AYM, OHAL KHK
başlığı altında yapılan işlemler dizisi üzerinde irdeleme, saptama, gözlem ve
değerlendirme yetkisine sahiptir. Bunlardan kaçınmak, kendi varlık nedenini
inkar etmek anlamına gelir.
İptal bakımından; Anayasa madde 2’de öngörülen hukuk devleti, şekli
anlamda, yani mekanizma olarak Anayasanın bütününe hakim bir kavramdır. Bu da,
hukuki yapılanma bakımından “normlar hiyerarşisi” kavramında somutlaşmaktadır.
8 Mart 2018’de yasa sayıları verilen bir dizi OHAL KHK’si, Olağanüstü Hal
Kanunu gibi bir dizi yasayı yürürlükten kaldırmış olmasının ötesinde,
Anayasa’nın da birçok maddesini etkisiz hale getirmiş ya da yürürlükten
kaldırma girişimi niteliği taşımaktadır. Bu da, mekanizma olarak hukuk devleti
iskeletine dayanan anayasal sistemin çökmesi anlamına gelmektedir ki, bunun
yaptırımını uygulamak, AYM’nin varlık nedenidir.
İş bu sebeple 08/03/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmi
Gazete’de yayınlanan 7089 sayılı “Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler
Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun”un
öncelikle Anayasanın Başlangıcına, 2., 6., 7., 8., 9., 11., 15., 121. ve 130.
maddelerine açıkça aykırı olarak fonksiyon gaspı ve irade yokluğu suretiyle
çıkarılan dava konusu düzenlemenin yokluğunun tespitine karar verilmesi, bu
görüşün kabul edilmemesi halinde eylemli içtüzük değişikliği ve eylemli anayasa
değişikliği dolayısıyla iptali gerekir.
III. SONUÇ VE İSTEM
08/03/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan
07/02/2018 tarih ve 7089 sayılı “Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler
Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun”un yok
hükmünde sayılmasına, yok hükmünde sayılmadığı takdirde ise şekil bakımından Anayasaya
aykırılıklarının değerlendirilerek iptaline karar verilmesine ilişkin
istemimizi saygı ile arz ederiz.”