Esas Sayısı : 2016/150
Karar Sayısı : 2017/179
“...
1) 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 1 inci maddesiyle değiştirilen
2804 sayılı Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü Kanununun Ek 1 inci
maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’ya aykırılığı
A) Düzenlemenin anlamı ve kapsamı
Dava konusu 6719 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle değiştirilen 2804
sayılı Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü Kanununun ek 1 inci maddesi şu
şekildedir:
“EK MADDE 1- Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü, 2 nci maddede
belirtilen görevleri kapsamına giren iş ve hizmet konularında 11/9/1981 tarihli
ve 2522 sayılı Kamu Kuruluşlarının Yurt Dışındaki İhalelere Katılması Hakkında
Kanuna tabi olmaksızın, bağlı bulunduğu Bakanlık onayı ile; yurt dışında arama
ve araştırma faaliyetleri yapmaya, bu faaliyetlerin yürütülmesi amacıyla yurt
dışında şirket kurmaya, yerli ve/veya yabancı gerçek veya tüzel kişilerle yurt
dışında şirket veya ortaklık kurmaya, imtiyazlı ortak olmaya, şirketler veya
ortaklıklarla ilgili her türlü pay, hisse senedi ve diğer ortaklık paylarını
alıp satmaya ve yurt dışında çalışma büroları açmaya yetkilidir.
Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğünün yurt dışı faaliyetleriyle
ilgili yurt dışında çalıştırılacak personelin niteliği, görev süresi, bunlara
ödenecek ücretler ile harcamalara ilişkin usul ve esaslar Bakanlar Kurulunca
yürürlüğe konulan yönetmelikle düzenlenir.”
Dava konusu değişiklik yapılmadan önceki madde metni ise şu
şekildedir:
“Ek Madde 1 – (Ek: 3/12/1997 - 4309/1 md.)
Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü, görev kapsamına giren jeolojik
etütler ve maden arama faaliyetleri ile ilgili iş ve hizmet konularında
11.9.1981 tarihli ve 2522 sayılı Kanuna tabi olmadan bağlı bulunduğu Bakanlık
onayı ile yurt dışında, işin gereği olarak, yerli ve yabancı gerçek ve tüzel
kişilerle ortaklık kurmak suretiyle veya tek başına ücret karşılığı arama ve
araştırma yapabilir. Bu faaliyetleri kontrol ve nezaret etmeye ve bu
konulardaki usul ve esasları tespit etmeye bağlı olduğu Bakanlık yetkilidir.
Bu faaliyetler nedeniyle yurt dışında görevlendirilecek kuruluş
personeli hakkında 6245 sayılı Harcırah Kanunu hükümleri uygulanır.
Bu iş ve hizmetlerde kullanılacak, kuruluşa ait makina ve ekipman ile
işletme malzemeleri Gümrük Kanunu ve Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu
hakkındaki mevzuat hükümlerine uygun olarak yurt dışına çıkarılabilir,
gerektiğinde yurt dışından satın alınan bu kabil makina ve ekipman ülkeye
getirilebilir.
Bu iş ve hizmetlerle ilgili gelirlere ilişkin uygulamalar mali yıl
bütçe kanunları ve diğer ilgili mevzuat çerçevesinde düzenlenir.”
Yapılan değişiklik çerçevesinde MTA’nın yurtdışı faaliyetlerinde
görevlendirilecek personelin özlük hakları konusunda 6245 sayılı Harcırah
Kanunu yerine çıkartılacak bir Bakanlar Kurulu Kararı uygulanacaktır. Yani,
yurtdışında çalıştırılacak olan MTA personelinin niteliği, görev süresi,
bunlara ödenecek ücretler ile harcamalara ilişkin usul ve esasların Bakanlar
Kurulunca yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenmesi öngörülmektedir.
Ancak, 2804 sayılı Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü Kanunu’nun 2
nci maddesi şu şekildedir:
“Madde 2 – M.T.A. Enstitüsünün başlıca vazifesi:
Memleketimizde işletmeğe elverişli maden ve taşocağı sahaları bulunup
bulunmadığını ve işletilen maden ve taşocaklarının daha faydalı surette
işletilmelerinin nelere mütevakkıf olduğunu araştırmak ve buna muktazi veya
müteferri bulunan arama ameliyatı, fenni ve jeolojik tetkikat, kimyevi tahlil
ve fenni tecrübeler yapmak, harita almak, plan, mürtesem, maktalar resmetmek,
proje ve fenni raporlar, rantabilite hesapları tanzim etmek gibi bütün teknik
ve ilmi işleri görmek ve memleketin madenlerinde ve maden sanayiinde çalışacak
Türk mühendis, fen memuru, ustabaşı ve mütehassıs işçi yetiştirmektir.”
Bu maddeden de anlaşılacağı gibi MTA, memurlar ve diğer personel
aracılığıyla sürekli olarak kamu hizmeti sunan bir tüzel kişiliktir. Her türden
personelinin özlük haklarının Anayasa’nın 128 inci maddesine göre kanunla
belirlenmesi gerekmektedir.
B) Anayasa’ya aykırılık sorunu
Anayasa'nın 7 nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin pek çok kararında yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkesinden anlaşılması gereken açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesi’ne göre,
kanunla düzenleme ilkesi, düzenlenen konudan yalnız kavram, ad ve kurum olarak
söz edilmesi değil, bunların kanun metninde kurallaştırılmasıdır. Kurallaştırma
ise düzenlenen alanda temel ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını
ifade eder. Ancak bu koşulla uzmanlık ve teknik konulara ilişkin ayrıntıların
belirlenmesi yürütme organının takdirine bırakılabilir.
Anayasa'da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda, yürütme organına
genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı
değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir
yetkidir. Bu nedenle Anayasa'da öngörülen ayrık durumlar dışında, kanunlarla
düzenlenmemiş bir alanda, kanun ile yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi
verilemez. İptali talep edilen bu düzenleme ile yürütmeye verilen yetkinin
sınırları belirsiz ve bağımsız nitelikte bir yetkidir. Düzenleme ile yürütmeye
genel nitelikte kural koyma yetkisi verilmiştir. Bu nedenlerle düzenleme
yetkisinin Bakanlar Kuruluna bırakılması Anayasa’nın 7 nci maddesine aykırıdır.
Anayasa'nın 128 inci maddesinde de 'Devletin, kamu iktisadî
teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre
yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli
görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür....' denilmektedir.
Devlet ya da diğer kamu tüzel kişileri tarafından ya da bunların
gözetim ve denetimleri altında, genel ve ortak gereksinimleri karşılamak, kamu
yararını ya da çıkarını sağlamak için yapılan ve topluma sunulmuş bulunan
sürekli ve düzenli etkinlikler olarak tanımlanan kamu hizmetinin, kamu
hukukunun genel ilkeleri gereğince, doğrudan idare, kuruluş ve kurumları
eliyle, kamusal yönetim biçimine göre yürütülmesi asıl ve olağandır.
Anayasa'nın 128 inci maddesinin ikinci fıkrasında ise “Memurların ve
diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları
ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir. Ancak, mali ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri
saklıdır.” hükmü yer almaktadır. Anayasa Mahkemesinin birçok kararında,
Anayasa'nın 128 inci maddesinin ikinci fıkrasının kapsamına giren kişilerin
statülerine ve özlük haklarına ilişkin düzenlemelerin kanunla yapılması
gerektiği, bu konuların düzenlenmesinin idarenin düzenleyici işlemlerine
bırakılmasının Anayasa'ya aykırı olacağı hususu vurgulanmıştır.
Bu itibarla Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü Genel Müdürlüğü bünyesinde
yurtdışında çalıştırılacak olan her türden personelin niteliği, görev süresi,
bunlara ödenecek ücretler ile harcamalara ilişkin usul ve esasların kanun
yerine Bakanlar Kurulunca yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenmesi
Anayasa’nın 128 inci maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Dava konusu, 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı “Elektrik Piyasası Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 1 inci maddesiyle
değiştirilen 2804 sayılı Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü Kanununun ek 1
inci maddesinin ikinci fıkrası yukarıda açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 7
nci ve 128 inci maddelerine aykırıdır, iptal edilmesi gerekir.
2) 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 2 nci maddesiyle 2565 sayılı
Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununa 27 nci maddesinden sonra
gelmek üzere eklenen 27/A maddesinin Anayasa’ya aykırılığı
2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununa dava
konusu 6719 sayılı Kanun’un 2 nci maddesi ile eklenen 27/A maddesi şu
şekildedir:
“MADDE 27/A- Askeri yasak bölgeler ve güvenlik bölgelerinde veya ülke
güvenliği ile doğrudan ilgili Türk Silahlı Kuvvetlerine tahsisli ve fiilen
kullanımında olan araziler, harekat ve savunma amaçlı yerlerdeki tesisler
(konut ve sosyal tesisler hariç) ile özel güvenlik bölgesi ilan edilen
yerlerdeki tesisler, rafineri, petrokimya tesisleri ve eklentileri ile nükleer
santral projeleri kapsamında yapılması öngörülen tesis ve faaliyetler hakkında
4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanununun kıyılar, sahil şeritleri,
doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan arazilere ilişkin yapı ve yapılaşmaya
dair sınırlayıcı hükümleri ile 3 üncü maddesi hükümleri ve nükleer santral
projeleri kapsamında yapılması öngörülen tesis ve faaliyetler hakkında 26/1/1939
tarihli ve 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması
Hakkında Kanunun sınırlayıcı hükümleri uygulanmaz.”
A) Düzenlemenin anlamı ve kapsamı
Eklenen bu madde ile asıl amaçlananın; şimdiye kadar ülkemizde var
olmayan nükleer santral projeleri kapsamında yapılması öngörülen tesis ve
faaliyetler hakkında, 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun kıyılar,
sahil şeritleri, doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan arazilere ilişkin yapı
ve yapılaşmaya dair sınırlayıcı hükümlerinin ve 26/1/1939 tarihli ve 3573
sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanunun
sınırlayıcı hükümlerinin uygulanmaması olduğu anlaşılmaktadır. Diğer yandan, askeri
yasak bölgeler ve güvenlik bölgelerinde veya ülke güvenliği ile doğrudan ilgili
Türk Silahlı Kuvvetlerine tahsisli ve fiilen kullanımında olan araziler,
harekat ve savunma amaçlı yerlerdeki tesisler (konut ve sosyal tesisler hariç)
ile özel güvenlik bölgesi ilan edilen yerlerdeki tesisler, rafineri, petrokimya
tesisleri ve eklentileri hakkında da 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun sınırlayıcı
hükümleri de uygulanamaz kılınmaktadır. Daha da önemlisi, bu amaçla yapılacak
olan yapıların ve sürdürülecek olan faaliyetleri başkaca herhangi bir kurala
bağlanmaksızın, bu iki kanunun sınırlayıcı hükümleri devre dışı
bırakılmaktadır. 3573 ve 3621 sayılı kanunların uygulanmayacak olan sınırlayıcı
hükümleri yerine uygulanacak herhangi bir düzenleme öngörülmemektedir. Sonuç
olarak, bu tesislerin yapımı ve ilgili faaliyetlerin sürdürülmesine yönelik
kamusal nitelikli ve kanuni dayanağa sahip hiçbir koruma olanağı kalmamaktadır.
Ayrıca, 3621 sayılı Kıyı Kanunun amacı, “deniz, tabii ve suni
göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı
niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerini
gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma
esaslarını tespit etmek” şeklinde belirlenmiştir. 3621 sayılı Kanunun 3 üncü
maddesinde, Kanunla belirlenen kamu yararına kullanım esaslarıyla ilgili istisnalara
da yer verilmiştir. Buna göre “Askeri yasak bölgeler ve güvenlik bölgelerinde
veya ülke güvenliği ile doğrudan ilgili, Türk Silahlı Kuvvetlerine ait harekat
ve savunma amaçlı yerlerde (konut ve sosyal tesisler hariç̧) özel kanun
hükümlerine, diğer özel kanunlar uyarınca belirlenmiş̧ veya belirlenecek
yerlerde ise özel kanunların bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerine uyulur.”
denilmiştir.
3621 sayılı Kanunda belirlenen istisnalar “askeri yasak bölgeler ve
güvenlik bölgeleri”, “ülke güvenliği ile doğrudan ilgili, Türk Silahlı
Kuvvetlerine ait harekat ve savunma amaçlı yerler” olarak sayılmış ve bu yerler
için özel kanun hükümlerine uyulacağı belirlenmiştir. Ayrıca diğer özel
kanunlar uyarınca da belirlenebilecek yerlerde ise 3621 sayılı Kanuna aykırı olmayan
hükümlerin uygulanacağı düzenleme altına alınmıştır.
6719 sayılı Kanun ile 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik
Bölgeleri Kanununa 27/A maddesi olarak eklenen hükümle, 3621 sayılı Kanunda
belirlenen istisna kapsamındaki yerlere ilaveten “rafineri, petrokimya
tesisleri ve eklentileri ile nükleer santral projeleri kapsamında yapılması
öngörülen tesis ve faaliyetler” de eklenmek suretiyle “3621 sayılı Kıyı
Kanununun kıyılar, sahil şeritleri, doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan
arazilere ilişkin yapı ve yapılaşmaya dair sınırlayıcı hükümleri ile 3 üncü
maddesi hükümleri”nin uygulanmayacağı düzenlenmiştir.
6719 sayılı Kanunun 27/A maddesi olarak getirilen istisna hükmünde yer
alan askeri ve güvenlik bölgeleriyle ilgili düzenlemeler 3621 sayılı Kıyı
Kanununun 3 üncü maddesindeki istisna ile örtüşmekte iken, anlaşılmaz bir
şekilde aynı istisnayı getirmiş olan 3621 sayılı Kanunun 3 üncü madde hükmünün
uygulanmayacağı da belirtilmiştir.
Bu ifade şeklinden, yapılan düzenlemenin amacının askeri yasak bölgeler
ve güvenlik bölgeleri ile savunma amaçlı yerler için istisnai düzenleme yapmak
olmadığı, asıl amacın, “rafineri, petrokimya tesisleri ve eklentileri ile
nükleer santral projeleri kapsamında yapılması öngörülen tesis ve faaliyetler”
ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Zaten ilgili kanunda istisna kapsamında
bulunan kamu yararı açısından da tartışma götürmez askeri bölgeler, atıfta
bulunulan kanunda yer alan istisnayı da devre dışı bırakacak şekilde yeniden
sayılarak, ekonomik amaçlı tesislerin bu ifadeler arasına gizlenmesi
sağlanmıştır.
Diğer yandan 3621 sayılı Kıyı Kanununda ekonomik amaçlı tesisler için
de ayrıntılı kurallar getirilmiş ve korunması amaçlanan bu yerler için kamu
yararına uygun yapılaşma ve faaliyetlerin nasıl yapılacağı tanımlanmıştır. “Rafineri,
petrokimya tesisleri ve eklentileri ile nükleer santral projeleri kapsamında
yapılması öngörülen tesisler ve faaliyetler” için de aynı kurallara uygun
olarak, kamu yararı gözetilmek suretiyle kıyıların kullanılması olanaklı olup,
bu gibi ekonomik faaliyetlerin hiçbir kurala tabi olmaksızın yürütülmesinin
önünün açılması, Anayasal kurallara açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
B) Anayasa’ya aykırılık sorunu
Anayasa'nın 43 üncü maddesinde 'Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu
altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını
çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.
Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin
bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları kanunla düzenlenir.' kuralı yer
almaktadır. 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun da dayanağı ve çerçevesi Anayasa’nın 43
üncü maddesiyle çizilmiştir. Dava konusu kanun hükmü Anayasa’nın 43 üncü
maddesine aykırı bir biçimde, kanunla düzenlenmesi gereken kıyılardaki yapılaşmaların
bir kısmına ilişkin içeriği belirsiz bir istisna durumu yaratmaktadır.
Anayasa’nın 43 üncü maddesi gereğince devletin hüküm ve tasarrufu altındaki
deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil
şeritlerinin kamu yararı önceliği gözetilerek özel ve tüzel kişilerin
kullanımına açılmasının kanunla düzenlenmesi gerektiği açıktır. 3621 sayılı
Kanunda açıklanan yapılaşma sınırlamalarından istisna olarak, herhangi bir
kurala ve sınırlamaya tabi kılınmaksızın Anayasa’nın verdiği yetkiye göre kabul
edilen Kanunun sınırlayıcı hükümlerinin başka bir kanunla kaldırılarak
kıyıların kullanıma açılması Anayasa’nın 43 üncü maddesine açıkça aykırıdır.
Diğer yandan, dava konusu kanun hükmü nükleer santral projeleri
kapsamında yapılması öngörülen tesis ve faaliyetler hakkında 26/1/1939 tarihli
ve 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında
Kanunun sınırlayıcı hükümlerinin de uygulanmayacağını öngörürken; Anayasa’nın
63 üncü maddesi gereğince tabiat varlıkları arasında görülmesi gereken ve
kanunen koruma altında olan zeytinliklerin de akıbeti, sınırları belirsiz bir
istisna hükmü karşısında korunmasız kalmaktadır. Bu bakımdan düzenleme
Anayasa’nın 63 üncü maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Anayasa’nın 5 inci maddesinde, ”Devletin temel amaç ve görevleri,
Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini,
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” denilmektedir.
Anayasa'nın “Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” başlıklı 56 ncı
maddesinde de, ”Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına
sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” hükmü yer almaktadır.
Anayasa’nın 5 inci maddesiyle kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlama ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlama ödevi Devlete verilirken; 56 ncı maddesiyle de
herkesin, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu
belirtilerek bu hakkı korumanın yine Devletin ödevi olduğu vurgulanmaktadır.
Devlete verilen bu görevlerin yaşama geçirilmesi bakımından, çevre
mevzuatıyla getirilen düzenlemeler büyük önem taşımaktadır. Anayasa'nın 5 inci
ve 56 ncı maddeleri ile Devlete verilen görevlerin yerine getirilmesi,
kıyılarda yürütülen ekonomik ve güvenlikle ilgili faaliyetlerin belli bir plan
ve program çerçevesinde yapılması ve bu faaliyetlerin gözetimi ve denetimi ile
gerçekleşebilir. Anayasa'da yer alan “sağlıklı ve dengeli çevre” kavramına,
doğal güzelliklerin korunduğu, kentleşme ve sanayileşmenin getirdiği hava ve su
kirlenmesinin önlendiği bir çevre kadar, işin niteliğine göre belirli esaslara
uygun olarak kıyılardaki yürütülen ekonomik ve güvenlikle faaliyetlerin
gerçekleştirildiği çevrenin de gireceği kuşkusuzdur.
Anayasa’nın 56 ncı maddesinde ifade edilen “sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaşama hakkı”; sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının
sağlanmasına ilişkin ödevlerin somut tedbirlerle bağlanması ve bu tedbirlerin
de hukuk devleti ilkesi gereği kanunla düzenlenmesi gerekir. Bununla birlikte
söz konusu ödevlerin ne şekilde yerine getireceğine ilişkin yeni bir kanuni
düzenleme yapılmaksızın, çeşitli tesis inşaatlarının ve faaliyetlerin 3621
sayılı Kıyı Kanunu ile 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin
Aşılattırılması Hakkında Kanunun sınırlayıcı hükümlerinden istisna kılınması
Anayasa’nın 56 ncı maddesi ve 43 üncü maddelerinde sözü edilen çevre hakkı ve
kıyıların kamu yararına kanun yoluyla korunması ödevleriyle bağdaşmaz.
Ayrıca, dava konusu kanun hükmü öngördüğü istisna nedeniyle ortaya
çıkardığı belirsizlik – herhangi bir kurala/sınırlamaya tabii olmama durumu
nedeniyle Anayasa’nın 2 nci maddesinde ifade edilen hukuk devleti ilkesi ile
örtüşmemektedir. Çünkü hukuk devletinin en temel unsurlarından birisi
belirlilik ilkesidir. Yapılan düzenleme kişilerin uymakla yükümlü olduğu
normlar bakımından belirsizliğe neden olmuştur.
Anayasa’nın 5 inci maddesinde devletin amaç ve görevleri sayılmıştır.
İptali talep edilen düzenleme, temel haklardan olan çevre hakkına ilişkin
devletin temel ödevinin yerine getirmesine yönelik düzenleme yapmaması
dolayısıyla Anayasa’nın 5 inci maddesine ve kanunla düzenlenmesi gereken bir alanda
kanun yoluyla kurala bağlamaksızın bir istisna oluşturması nedeniyle de yasama
yetkisinin TBMM’ye ait olduğu ve devredilmezliğine ilişkin Anayasa’nın 7 nci
maddesine de aykırıdır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı
“Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un 2 nci maddesiyle 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik
Bölgeleri Kanununa 27 nci maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 27/A maddesi,
Anayasa’nın 2 nci, 5 inci, 7 nci, 43 üncü, 56 ncı ve 63 üncü maddelerine aykırı
olduğundan iptali gerekir.
3) 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 3 üncü maddesi ile 9.7.1982
tarihli ve 2690 sayılı Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Kanununa eklenen “Yapı
Denetimi” başlıklı Ek Madde 1’in Anayasa’ya aykırılığı
9/7/1982 tarihli ve 2960 sayılı Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Kanunu’na
dava konusu 6719 sayılı kanunun 3 üncü maddesiyle eklenen “Yapı Denetimi”
başlıklı Ek Madde 1 şu şekildedir:
“Yapı denetimi
EK MADDE 1- Nükleer santral sahalarında yapılacak yapılar hakkında
29/6/2001 tarihli ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun hükümleri ile
3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununun fenni mesuliyete ilişkin
hükümleri uygulanmaz. Ancak bu yapıların yapı denetimi Türkiye Atom Enerjisi
Kurumu tarafından yetkilendirilen tüzel kişiliğe sahip yapı denetimi
kuruluşları tarafından, denetim kuruluşu ile nükleer santralin lisans sahibi
arasında akdedilen hizmet sözleşmesi hükümlerine göre yapılır. Yapı denetiminin
bu kuruluşlar tarafından yapılması nükleer santral lisans sahibinin münhasır ve
kusursuz sorumluluğunu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmaz. Bu yapılara
ilişkin olarak yapılacak yetkilendirme ve denetimlerle ilgili usul ve esaslar
ile yapı denetimi kuruluşu ile nükleer santral lisans sahibi arasında
akdedilecek hizmet sözleşmesinin kapsamına ilişkin hususlar Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının görüşü alınarak Türkiye Atom Enerjisi Kurumu tarafından bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir.”
A) Düzenlemenin anlamı ve kapsamı
Tamamının iptali talep edilen dava konusu bu yasa hükmü çevre ve insan
sağlığı açısından büyük riskler barındıran nükleer santral sahalarında yapılacak
olan yapıların denetimini, 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun’un
hükümleri dışına taşımaktadır. Nükleer santral sahalarındaki yapıların
denetiminde hükümsüz kılınan 4708 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin birinci
fıkrası ise şu şekildedir: “Bu Kanunun amacı; can ve mal güvenliğini teminen,
imar plânına, fen, sanat ve sağlık kurallarına, standartlara uygun kaliteli
yapı yapılması için proje ve yapı denetimini sağlamak ve yapı denetimine
ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.” Anayasa’nın 5 inci maddesi gereğince
devlete yüklenen temel amaç ve görevleri arasında bulunduğu şüphesiz olan, can
ve mal güvenliğini teminen yapılması gereken yapı denetiminin başka bir
kurallar bütünüyle düzenlenmesi gerekecektir. Ayrıca, 3194 sayılı İmar
Kanunu’nun fenni mesuliyete ilişkin hükümleri de nükleer santral sahalarında
yapılacak olan yapılar söz konusu olduğunda uygulanmayacaktır.
Anayasa’nın 5 inci maddesinde ifadesini bulan devletin temel amaç ve
ödevleri arasında bulunduğu tartışmasız olan yapı denetiminin, somut
tedbirlerle nasıl yerine getirileceği şüphesiz kanun koyucunun takdirindedir.
Bu anlamda kanun koyucu yapı denetimi ya da imar mevzuatıyla da bağlı değildir.
Bununla birlikte, nükleer santral sahalarındaki yapılara ilişkin söz konusu
ödevlerin ne şekilde yerine getirileceğine ilişkin yeni bir kanuni düzenleme de
dava konusu kanun hükmünde öngörülmemektedir. Yeni bir kanuni düzenleme yerine
ise; “…bu yapıların yapı denetimi Türkiye Atom Enerjisi Kurumu tarafından
yetkilendirilen tüzel kişiliğe sahip yapı denetimi kuruluşları tarafından,
denetim kuruluşu ile nükleer santralin lisans sahibi arasında akdedilen hizmet
sözleşmesi hükümlerine göre yapılır”, denilerek öncelikle bu yapıların denetimi
yetkilendirilecek bir tüzel kişilik ile nükleer santralin lisans sahibi
arasında imzalanacak sözleşme ile sınırlandırılmaktadır. Ek olarak, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’nın görüşü alınarak Atom Enerjisi Kurumu tarafından
çıkarılacak olan bir yönetmeliğin ise yapılacak yetkilendirme ve denetimlerle
ilgili usul ve esaslar ile yapı denetim kuruluşu ile nükleer santral lisans
sahibi arasında akdedilecek hizmet sözleşmesinin kapsamına ilişkin hususları
düzenlemesi öngörülmektedir.
Diğer yandan, dava konusu maddenin üçüncü cümlesinde “Yapı denetiminin
bu kuruluşlar tarafından yapılması nükleer santral lisans sahibinin münhasır ve
kusursuz sorumluluğunu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmaz.” denilmektedir.
Nükleer santrallerde Anayasa’ya uygun, kanuni dayanağı olan bir yapı denetimi
söz konusu olmayacağı için; ortaya çıkacak olan çevresel ve insan sağlığı
açısından riskli bir durumda münhasır ve kusursuz sorumluluğun kısmen veya
tamamen lisans sahibi üzerinde bırakılması Anayasa’ya aykırılığı ortadan
kaldırmamaktadır. Şöyle ki, yapı denetiminde asıl amaç, kamu adına ve denetlenenden
bağımsız olarak yapılacak olan denetim ile herhangi bir riskli durumun ortaya
çıkmasını engellemektir. Denetimin denetlenenden bağımsız olarak yapılması
gerekirken, bir yönetmelik ile belirlenecek çerçevede işveren konumundaki
nükleer santral lisans sahibinin bir hizmet sözleşmesi ile kiralayacağı ya da
iş ilişkisi kuracağı yüklenicinin yapacağı yapı denetimi sonucunda münhasır ve
kusursuz sorumluluğunun olması, Anayasal olarak garanti altında olan sağlıklı
ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının gereğini yerine getirmeyecektir.
Anayasa’nın amacının, herhangi bir nükleer felaket yaşanması durumunda ortaya
çıkacak olan çevresel ve insani risklerin münhasır ve kusursuz sorumluluğunun
kimde olacağından ziyade, kanuni dayanağı olan kamu adına gerçekleştirilecek
olan bağımsız bir yapı denetimi ile bu risklerin ortaya çıkmasının engellenmesi
olduğu açıktır.
Özetle, iptali istenen dava konusu kanun hükmü ile; nükleer santral
sahalarındaki yapıların denetimi konusunda 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında
Kanun ile 3194 sayılı İmar Kanunu’nun fenni mesuliyete ilişkin hükümlerinin
uygulanmayacağı öngörülmesine karşın; Anayasa’nın emrettiği çerçevede başka bir
kanuni altyapı oluşturulmaksızın, idarenin çıkaracağı bir yönetmelik ve
çerçevesi bu yönetmelik tarafından belirlenecek olan bir özel hukuk sözleşmesi
dahilinde nükleer yapıların denetimi öngörülmektedir. Anayasa’ya aykırı bu yapı
denetim sürecinde de nükleer santral lisans sahibinin münhasır ve kusursuz
sorumluluğunun muhafaza edilmesi de Anayasa’ya aykırılığı ortadan
kaldırmamaktadır. Anayasa’nın çevre hakkı konusunda Devlete verdiği ödevler
öncelikli olarak bu risklerin ortaya çıkmasının denetim doluyla
engellenmesidir.
B) Anayasa’ya aykırılık sorunu
Anayasa'nın 7 nci maddesinde 'Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez' denilmektedir. Buna
göre, yasa ile yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme
yetkisinin verilebilmesi olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi,
sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme
Anayasa'nın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır. Temel
ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin, yürütme organına
düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralı ile sınırsız, belirsiz, geniş bir
alanın yönetimin düzenlemesine bırakılması, Anayasa'nın belirtilen maddesine
aykırılık oluşturur.
Anayasa'nın 128 inci maddesinde de 'Devletin, kamu iktisadî
teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre
yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli
görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür....' denilmektedir.
Devlet ya da diğer kamu tüzel kişileri tarafından ya da bunların
gözetim ve denetimleri altında, genel ve ortak gereksinimleri karşılamak, kamu
yararını ya da çıkarını sağlamak için yapılan ve topluma sunulmuş bulunan
sürekli ve düzenli etkinlikler olarak tanımlanan kamu hizmetinin, kamu
hukukunun genel ilkeleri gereğince, doğrudan idare, kuruluş ve kurumları eliyle,
kamusal yönetim biçimine göre yürütülmesi asıl ve olağandır.
2690 sayılı Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Kanunu’na eklenen “Yapı
Denetimi” başlıklı Ek Madde 1’de geçen nükleer santral sahalarındaki
yapılarının denetiminin kamu hizmeti niteliği taşıdığı kuşkusuzdur. Nitekim,
9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanununun 26/4/2006 tarihli ve 5491
sayılı Kanunun 3 üncü maddesiyle değişik 3 üncü maddesinin (j) bendinin birinci
tümcesinde “Çevrenin korunması, çevre kirliliğinin önlenmesi ve çevre
sorunlarının çözümüne yönelik gerekli teknik, idarî, malî ve hukukî
düzenlemeler Bakanlığın koordinasyonunda yapılır. 2690 sayılı Türkiye Atom
Enerjisi Kurumu Kanunu kapsamındaki konular Türkiye Atom Enerjisi Kurumu
tarafından yürütülür” denilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin 15/1/2009 tarihli
2006/99 Esas ve 2009/9 Karar sayılı (Resmi Gazete: 8/7/2009-27282) kararında da
nükleer kirlilik risklerinin önlenmesi konusunda Türkiye Atom Enerjisi
Kurumu’nun Anayasal olarak yetkili olduğu şu ifadelerle belirtilmiştir:
“2690 sayılı Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Kanunu'nun 1. maddesinde,
Yasa'nın amacının barışçıl amaçlarla Türkiye'de atom enerjisinin kalkınma
planlarına uygun olarak ülke yararına kullanılmasını sağlamak, temel ilke ve
politikaları belirleyip önermek, bilimsel, teknik ve idari çalışmaları yapmak,
düzenlemek, desteklemek, koordine etmek ve denetlemek üzere Türkiye Atom
Enerjisi Kurumunun kuruluşu, işleyişi, görev, yetki ve sorumluluklarını
saptamak olduğu, 3. maddesinde aynı Yasa'da belirtilen görevleri yerine getirmek
üzere kısa adı TAEK olan, Başbakana bağlı, kamu tüzel kişiliğini haiz Türkiye
Atom Enerjisi Kurumunun kurulduğu, 4. maddesinde, ülkenin bilimsel, teknik ve
ekonomik kalkınmasında atom enerjisinden yararlanılmasını mümkün kılacak her
türlü araştırma, geliştirme, inceleme ve çalışmayı yapma ve yaptırmanın
TAEK'nin görev ve yetkileri arasında bulunduğu, 10. maddesinde ise 4. maddedeki
görevlerin yerine getirilmesi sırasında insan sağlığının ve çevrenin
radyasyondan korunması için alınması gereken önlemlerin TAEK tarafından
hazırlanacak bir tüzükle belirleneceği hüküm altına alınmıştır.
Atom enerjisinden yararlanılmasında her türlü araştırma, geliştirme,
inceleme ve çalışmayı yapmak ve yaptırmakla yükümlü TAEK'nin, bu faaliyetlerin
yürütülmesinde hangi tür çevre kirliliği ve çevre sorunlarının oluşabileceğini
ve hangi tür düzenlemelerle çözüme ulaşılabileceğini belirlemede en etkin
sonuca varabilecek uzman kurum olduğu gözetildiğinde yasakoyucunun takdir
yetkisini bu yönde kullanmasında Anayasa'ya aykırılık görülmemiştir.”
İptali istenen kanun hükmünün son cümlesi gereğince, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’nın görüşünü alarak TAEK tarafından 1 yıl içinde
çıkarılacak yönetmelik ile yetkilendirme ve denetim usul esasları ile yapı
denetim kuruluşu ile nükleer santral lisans sahibi arasında akdedilecek hizmet
sözleşmesinin kapsamı belirlenecektir. Ancak, iptali istenen kanun hükmünde;
yetkilendirilerek ve sözleşme akdedilerek yaptırılacak nükleer santral yapıları
denetimde, denetim şirketlerinin yetkilerinin sınırları, söz konusu denetim
sonuçlarının TAEK yönünden bağlayıcılık taşıyıp taşımadığı ve bu aşamada
TAEK'in denetim yetkisinin ayrıca devam edip etmediği, hizmet sözleşmesi
kapsamında yapılan inceleme ve denetimlerde denetlenen şirket ile denetleyen
şirketin yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmediğinin ya da usulsüzlük
yapıldığının tespiti halinde uygulanacak yaptırım ve sonuçları, denetimin
tekrarlanabilirliği hususlarında bir açıklık bulunmamakta, denetim şirketleri
ile ilgili uygulamaya ilişkin usul ve esasların Bakanlık görüşü alınmak
kaydıyla TAEK tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceğinin belirtilmesi
ile yetinilmektedir.
Denetim şirketlerinin yetkileri ve nitelikleri ile bu şirketlerce
yapılacak denetimin usul ve esaslarına ilişkin temel ilkeler belirlenmeksizin
ve çerçevesi çizilmeksizin, yürütme organına düzenleme yetkisi verilmesi,
Anayasa’nın 7 nci maddesindeki yasama yetkisinin Türk Milleti adına TBMM’ye ait
olduğu ve devredilmezliği ilkesine aykırılık oluşturur.
Anayasa'nın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri 'belirlilik'tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem
kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması gereklidir.
Denetim şirketlerince yapılacak denetimin usul ve esaslarına ilişkin
temel ilkelerin önceden belirlenmemesi, söz konusu kuralın belirsizliğine de
yol açmakta ve bu belirsizlik, Anayasa'nın 2 nci maddesine aykırılık
oluşturduğu gibi dava konusu kural yönünden Devletin, kamu iktisadî
teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre
yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli
görevlerin memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceğini öngören Anayasa'nın
128 inci maddesi yönünden yapılacak denetime de engel oluşturmaktadır.
Ayrıca, Anayasa’nın 56 ncı maddesinde ifade edilen “sağlıklı ve
dengeli bir çevrede yaşama hakkı”; gene Anayasa’nın 43 üncü maddesinde
“kıyılar”, 44 üncü maddesinde “toprak”, 45 inci maddesinde “tarım arazileri ile
çayır ve meralar”, 63 üncü maddesinde “tarih, kültür ve tabiat varlıkları”, 169
uncu maddesinde “ormanlar” yönünden öngörülen güvencelerle bir bütünlük arz
etmektedir. Bu bütünlük içinde sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının
sağlanmasına ilişkin ödevlerin somut tedbirlerle bağlanması ve bu tedbirlerin
de hukuk devleti ilkesi gereği kanun yoluyla alınması gerekmektedir. Bununla
birlikte söz konusu ödevlerin ne şekilde yerine getireceğine ilişkin yeni bir
kanuni düzenleme yapılmaksızın, nükleer santral sahalarındaki yapıların
denetimlerinin 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun ile 3194 sayılı İmar
Kanunu’nun fenni mesuliyete ilişkin hükümlerinin dışında bırakılmasına karşın
bu hususun bir yönetmeliğe ve onun çerçevesini çizdiği nükleer santral lisans
sahibi ile denetim kuruluşu arasında akdedilecek özel hukuk sözleşmesine
bırakılması Anayasa’nın 56 ncı maddesinde sözü edilen çevre hakkı ve bu hakkın
sağlanmasına yönelik Anayasa’nın 5 inci maddesindeki devletin ödevleriyle
bağdaşmamaktadır.
Ek olarak, Anayasa’ya aykırı bir yapı denetimi sürecinde, bir
yönetmelik ve bir hizmet sözleşmesi çerçevesinde kiralanacak ya da iş ilişkisi
kurularak yetkilendirilecek olan denetim kuruluşunun yapacağı denetime rağmen
ortaya çıkabilecek bir nükleer risk konusunda, “Yapı denetiminin bu kuruluşlar
tarafından yapılması nükleer santral lisans sahibinin münhasır ve kusursuz
sorumluluğunu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmaz.” denilerek kanunen
öngörülen bir sorumluluk da Anayasa’ya aykırılığı ortadan kaldırmayacaktır. Bu
cümle ile nükleer santral lisans sahibi açısından öngörülen münhasır ve
kursursuz sorumluluk, tek başına Anayasa’nın 56 ncı ve 5 inci maddelerine
aykırı olma durumunu ortadan kaldırmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı
“Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un 3 üncü maddesi ile 9/7/1982 tarihli ve 2690 sayılı Türkiye Atom
Enerjisi Kurumu Kanunu’na eklenen “Yapı Denetimi” başlıklı Ek Madde 1,
Anayasa'nın 2 nci, 5 inci, 7 nci, 56 ncı ve 128 inci maddelerine aykırılık
teşkil etmektedir ve iptal edilmesi gerekir.
4) 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 4 üncü maddesiyle 3154 sayılı
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 2
nci maddesinin birinci fıkrasına eklenen (j) bendindeki “14/3/2013 tarihli ve
6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu kapsamında dağıtım lisansı sahibi tüzel kişileri
veya özel hukuk tüzel kişilerini” ve “veya bu tüzel kişilerden hizmet satın
almak ve bu tüzel kişilerin nitelikleri, yetkilendirilmesi, hak ve
yükümlülükleri ile bu tüzel kişilere uygulanacak yaptırımları” ibarelerinin
Anayasa’ya aykırılığı
Dava konusu 6719 sayılı Kanun’un 4 üncü maddesiyle 3154 sayılı Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 2 nci
maddesinin birinci fıkrasına eklenen (j) bendi şu şekildedir:
“j) Elektrik üretim, iletim, dağıtım ve tüketim tesislerinin milli
menfaatlere ve modern teknolojiye uygun şekilde kurulması ve işletilmesi için
gerekli yükümlülükleri ile ilgili olarak inceleme, tespit, raporlama, proje
onay ve kabul işlemleri yapmak üzere; ihtisas sahibi kamu kurum ve
kuruluşlarını, 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu
kapsamında dağıtım lisansı sahibi tüzel kişileri veya özel hukuk tüzel
kişilerini görevlendirmek, yetkilendirmek veya bu tüzel kişilerden hizmet satın
almak ve bu tüzel kişilerin nitelikleri, yetkilendirilmesi, hak ve
yükümlülükleri ile bu tüzel kişilere uygulanacak yaptırımları ve diğer
hususları yönetmelikle düzenlemek.”
A) Düzenlemenin anlamı ve kapsamı
Dava konusu ibareleri içeren bu kanun hükmü özünde Enerji ve Tabi
Kaynaklar Bakanlığı’na elektrik üretim, iletim, dağıtım ve tüketim tesislerinin
milli menfaatlere ve modern teknolojiye uygun şekilde kurulması ve işletilmesi
için gerekli yükümlülükleri ile ilgili olarak inceleme, tespit, raporlama,
proje onay ve kabul işlemleri yapmak üzere oluşturulacak çerçeveyi bir
yönetmelikle belirleme yetkisi verilmektedir. Ancak, birer kamu hizmeti olan
elektrik enerjisinin üretim, iletim, dağıtım ve tüketim süreçlerinde ihtisas
sahibi kamu kurum ve kuruluşlarının görevlendirilmesinin ve
yetkilendirilmesinin ötesine geçilerek; 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı
Elektirik Piyasası Kanunu kapsamında dağıtım lisansı sahibi tüzel kişileri veya
özel hukuk tüzel kişilerini çıkarılacak bir yönetmelik çerçevesinde
görevlendirmek ve yetkilendirmek edimi Anayasa’ya aykırılıklar içermektedir.
Özellikle, piyasa aktörlerinden olan lisanslı dağıtım şirketlerinin, kendi iş
kollarındaki diğer lisans sahibi dağıtım şirketlerinin gerekli yükümlülükleri
ile ilgili olarak inceleme, tespit, raporlama, proje onay ve kabul işlemleri
konusunda kamu adına görevlendirilmeleri hukuk devleti ilkesiyle çelişmektedir.
B) Anayasa’ya aykırılık sorunu
Anayasa'nın 7 nci maddesinde 'Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez' denilmektedir.
Buna göre, yasa ile yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme
yetkisinin verilebilmesi olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi,
sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme
Anayasa'nın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır. Temel
ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin, yürütme organına
düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralı ile sınırsız, belirsiz, geniş bir
alanın yönetimin düzenlemesine bırakılması, Anayasa'nın 7 nci maddesine aykırılık
oluşturur.
Anayasa'nın 128 inci maddesinde de 'Devletin, kamu iktisadî
teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre
yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli
görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür....' denilmektedir.
Devlet ya da diğer kamu tüzel kişileri tarafından ya da bunların
gözetim ve denetimleri altında, genel ve ortak gereksinimleri karşılamak, kamu
yararını ya da çıkarını sağlamak için yapılan ve topluma sunulmuş bulunan
sürekli ve düzenli etkinlikler olarak tanımlanan kamu hizmetinin, kamu
hukukunun genel ilkeleri gereğince, doğrudan idare, kuruluş ve kurumları
eliyle, kamusal yönetim biçimine göre yürütülmesi asıl ve olağandır.
Elektrik üretim, iletim, dağıtım ve tüketim tesislerinin milli
menfaatlere ve modern teknolojiye uygun şekilde kurulması ve işletilmesi için
gerekli yükümlülükleri ile ilgili olarak inceleme, tespit, raporlama, proje
onay ve kabul işlemlerinin kamu hizmeti niteliği taşıdığı kuşkusuzdur. Nitekim,
bu inceleme, tespit, raporlama, proje onay ve kabul işlemlerinin Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından görevlendirilecek ve yetkilendirecek
ihtisas sahibi kamu kurum ve kuruluşları eliyle yapılacağı belirtilmiştir.
Ayrıca, çıkarılacak yönetmelik çerçevesinde 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı
Elektirik Piyasası Kanunu kapsamında dağıtım lisansı sahibi tüzel kişilerin
veya özel hukuk tüzel kişilerininin bu alanda görevlendirilme ve
yetkilendirilmesi dava konusu kanun hükmündeki iptali istenen hususlardır.
Görevlendirilerek, yetkilendirilerek veya hizmet satın alınarak, inceleme,
tespit, raporlama, proje onay ve kabul işlemleri yaptırılacak olan 14/3/2013
tarihli ve 6446 sayılı Elektirik Piyasası Kanunu kapsamında dağıtım lisansı
sahibi tüzel kişilerin veya özel hukuk tüzel kişilerininin, yetkilerinin
sınırları, söz konusu inceleme, tespit, raporlama, proje onay ve kabul
işlemleri işlemlerinin Bakanlık yönünden bağlayıcılık taşıyıp taşımadığı ve bu
aşamada ihtisas sahibi kamu kurum ve kuruluşlarının inceleme, tespit,
raporlama, proje onay ve kabul yetkilerinin ayrıca devam edip etmediği,
görevlendirme, yetkilendirme veya hizmet satın alınması yoluyla yapılan
işlemlerde muhatap şirket ile işlemi yapan şirketin yükümlülüklerini tam olarak
yerine getirmediğinin ya da usulsüzlük yapıldığının tespiti halinde uygulanacak
yaptırım ve sonuçları, inceleme, tespit, raporlama, proje onay ve kabul
işlemlerinin tekrarlanabilirliği hususlarında dava konusu ibarelerde bir
açıklık bulunmamakta, elektrik üretim, iletim, dağıtım ve tüketim tesislerinin
milli menfaatlere ve modern teknolojiye uygun şekilde kurulması ve işletilmesi
için gerekli yükümlülükleri ile ilgili olarak inceleme, tespit, raporlama,
proje onay ve kabul işlemlerinin Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle
düzenleneceğinin belirtilmesi ile yetinilmektedir.
Görevlendirilerek, yetkilendirilerek veya hizmet satın alınarak, inceleme,
tespit, raporlama, proje onay ve kabul işlemleri yaptırılacak olan 14/3/2013
tarihli ve 6446 sayılı Elektirik Piyasası Kanunu kapsamında dağıtım lisansı
sahibi tüzel kişilerin veya özel hukuk tüzel kişilerininin yetkileri ve
nitelikleri ile bu şirketlerce yapılacak denetimin usul ve esaslarına ilişkin
temel ilkeler belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin, yürütme organına
düzenleme yetkisi verilmesi, Anayasa’nın 7 nci maddesinde ifade bulan yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık oluşturur.
Anayasa'nın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri 'belirlilik'tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem
kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması gereklidir.
Görevlendirilerek, yetkilendirilerek veya hizmet satın alınarak, inceleme,
tespit, raporlama, proje onay ve kabul işlemleri yaptırılacak olan 14/3/2013
tarihli ve 6446 sayılı Elektirik Piyasası Kanunu kapsamında dağıtım lisansı
sahibi tüzel kişilerin veya özel hukuk tüzel kişilerininin yapacakları iş ve
işlemlerin usul ve esaslarına ilişkin temel ilkelerin belirlenmemesi, söz
konusu kuralın belirsizliğine de yol açmakta ve bu belirsizlik, Anayasa'nın 2
nci maddesine aykırılık oluşturduğu gibi dava konusu kural yönünden Devletin,
kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına
göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve
sürekli görevlerin memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceğini
öngören Anayasa’nın 128 inci maddesine de aykırılık teşkil etmektedir.
Anayasa'nın 10 uncu maddesinde, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya
sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde
kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar”
denilmektedir. Bu yasak, birbirinin aynı durumunda olanlara ayrı kuralların
uygulanmasını, ayrıcalıklı kişi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir.
Aynı durumda olanlar için farklı düzenleme, eşitliğe aykırılık oluşturur. Başka
bir anlatımla, kişisel nitelikleri ve durumları özdeş olanlar arasında,
yasalara konulan kurallarla değişik uygulamalar yapılamaz.
Dava konusu ibarelerde, inceleme, tespit, raporlama, proje onay ve kabul
işlemlerinin, ihtisas sahibi kamu kurum ve kuruluşları yerine, Bakanlık
tarafından yetkilendirilecek, görevlendirilecek ya da hizmet satın alınacak 14/3/2013
tarihli ve 6446 sayılı Elektirik Piyasası Kanunu kapsamında dağıtım lisansı
sahibi tüzel kişiler veya özel hukuk tüzel kişiler eliyle yapılması halinde
ortaya çıkacak olan kamu harcamasının nasıl karşılanacağı açıklanmamıştır. İnceleme,
tespit, raporlama, proje onay ve kabul işlemleri ihtisas sahibi kamu kurum ve
kuruluşlarına yaptırılacak olan elektrik üretim, iletim, dağıtım ve tüketim
tesisleri ile işlemleri 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektirik Piyasası
Kanunu kapsamında dağıtım lisansı sahibi tüzel kişiler veya özel hukuk tüzel
kişiler eliyle yapılan tesisler arasında işlem giderlerinin karşılanacağı
kaynak ve gider tutarları konusunda aynı hukuki konumda bulunan şirketlere
farklı işlem ve yükümlülükler getirilmesi sonucunu doğuracak ve eşitlik
ilkesine de aykırı bir durum ortaya çıkaracaktır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı
“Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un 4 üncü maddesiyle 3154 sayılı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasına
eklenen (j) bendindeki “14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası
Kanunu kapsamında dağıtım lisansı sahibi tüzel kişileri veya özel hukuk tüzel
kişilerini” ve “veya bu tüzel kişilerden hizmet satın almak ve bu tüzel
kişilerin nitelikleri, yetkilendirilmesi, hak ve yükümlülükleri ile bu tüzel
kişilere uygulanacak yaptırımları” ibareleri Anayasa’nın 2 nci, 7 nci, 10 uncu
ve 128 inci maddelerine aykırılık teşkil eder ve iptal edilmesi gerekir.
5) 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 6 ncı maddesi ile 4.6.1985
tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanununa eklenen “EK MADDE 12- Bu Kanun uyarınca
kamu kurum ve kuruluşlarına ait IV. Grup (b) bendi madenlere ilişkin ruhsatlar,
rezerv kaybına sebep olmayacak şekilde, elektrik üretimine yönelik olmak üzere
Bakanlık onayı ile ayrı ruhsatlara bağlanabilir.” şeklindeki Ek Madde 12’nin
Anayasa’ya aykırılığı
Dava konusu 6719 sayılı Kanun’un 6 ncı maddesiyle 3213 sayılı Maden
Kanunu’na eklenen eklenen EK MADDE 12 şu şekildedir:
“EK MADDE 12- Bu Kanun uyarınca kamu kurum ve kuruluşlarına ait IV.
Grup (b) bendi madenlere ilişkin ruhsatlar, rezerv kaybına sebep olmayacak
şekilde, elektrik üretimine yönelik olmak üzere Bakanlık onayı ile ayrı
ruhsatlara bağlanabilir.”
A) Düzenlemenin anlam ve kapsamı
3213 sayılı ve 4/6/1985 tarihli Maden Kanunu’na eklenen bu maddede
işaret edilen IV. Grup (b) bendi madenleri 3213 sayılı Kanunun 2 nci maddesine
göre şunlardır: “Turba, Linyit, Taşkömürü, Antrasit, Asfaltit, Bitümlü Şist,
Bitümlü Şeyl, Kokolit ve Sapropel (Petrol Kanunu hükümleri mahfuz
kalmak kaydıyla)” Dava konusu ek madde ile, sadece kamu kurum ve kuruluşlarının
elindeki bu madenlere ilişkin ruhsatların, rezerv kaybına neden olmayacak
şekilde ve elektrik üretimine yönelik olmak şartlarıyla bölünebilmesine ve ayrı
ruhsata bağlanabilmesine olanak sağlanmaktadır. Ruhsatların bölünmesi ve ayrı
ruhsata bağlanması işlemlerinde ise Bakanlık onayı amir kılınmaktadır. Ancak,
elektrik üretim amaçlı olarak yapılacak ruhsat bölme ve ayrı ruhsata bağlama
işlemlerinde uygulanacak kıstaslar arasında sadece “rezerv kaybına neden
olmama” gibi somut olmayan bir kriter sayılmıştır. Oysa, kamunun elindeki kömür
ruhsatlarının bölünmesi yoluyla bu sahalardan çıkarılacak kömürün yoğun ve parçalı
şekilde elektrik üretiminde kullanılması, telafisi imkansız rezerv kayıplarına
da neden olabilecektir.
Diğer yandan, 3213 sayıl Maden Kanunu’nun 5 inci maddesinin birinci
fıkrası ise şu şekildedir: “Madde 5 – Madenler üzerinde tesis olunan ilk müracaat
(takaddüm),(…), arama ruhsatnamesi, buluculuk, (…) ve işletme ruhsatı
haklarının hiç birisi hisselere bölünemez. Her biri bir bütün halinde muameleye
tabi tutulur.” Yani, dava konusu iptali istenen ek madde hükmü Maden Kanunu’nun
5 inci maddesinde işaret edilen ruhsatların bölünmezliği kuralına bir istisna
getirmektedir. Ancak bu istisna sadece kamu kurum ve kuruluşlarına ait
ruhsatlar için geçerli olacaktır. Özel kişilere ait olan kömür sahası
ruhsatlarının ise elektrik üretim amaçlı olsa dahi bölünebilmesinin önü
açılmamıştır. Bu yönüyle dava konusu kanun hükmü Anayasal eşitlik ilkesiyle
çelişmektedir.
B) Anayasa’ya aykırılık sorunu
Dava konusu kanun hükmü öngördüğü istisna nedeniyle ortaya çıkardığı
belirsizlik – rezerv kayıplarının önlenerek ruhsatların bölünmesi konusunda
herhangi bir somut kural/sınırlama oluşturmaması nedeniyle Anayasa’nın 2 nci
maddesinde ifade edilen hukuk devleti ilkesi ile örtüşmemektedir. Çünkü hukuk
devletinin en temel unsurlarından birisi belirlilik ilkesidir. Ancak, elektrik
üretim amaçlı olarak yapılacak ruhsat bölme ve ayrı ruhsata bağlama
işlemlerinde uygulanacak kıstaslar arasında sadece “rezerv kaybına neden
olmama” gibi somut olmayan bir kriter sayılmış olması hukuk devletinin temel
ilkelerinden belirlilik ile bağdaşmaz.
Anayasa’nın 10 uncu maddesinde; “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya
sınıfa imtiyaz tanınamaz.” denilmektedir. Yukarıda belirtildiği üzere Madenler
üzerinde tesis olunan hakların bölünmemesi esas iken getirilen hüküm ile
belirli bir zümreye imtiyaz sağlanmaktadır. Şöyle ki; ilgili ruhsat sahaları
bölünerek, Devlet tarafından belirli şirketlere ihale edilecektir. Bu durumda
halihazırda hakları bölünemeyen ruhsat sahipleri ile devlet tarafından ihale
edilen bu ruhsatları ihale yolu ile işleten kişiler arasında devlet eli ile bir
eşitsizlik yaratılacaktır. Bu durumun ise Anayasa’da belirtilen “Hiçbir kişiye,
aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” hükmüne açıkça aykırı olduğu
ortadadır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı
“Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un 6 ncı maddesiyle 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanununa
eklenen, “EK MADDE 12- Bu Kanun uyarınca kamu kurum ve kuruluşlarına ait IV.
Grup (b) bendi madenlere ilişkin ruhsatlar, rezerv kaybına sebep olmayacak
şekilde, elektrik üretimine yönelik olmak üzere Bakanlık onayı ile ayrı
ruhsatlara bağlanabilir.” şeklindeki Ek Madde 12 Anayasa’nın 2 nci ve 10 uncu
maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
6) 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 11 inci maddesi ile
değiştirilen 4.1.2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun “İstisnalar”
başlıklı 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (o) bendindeki “TETAŞ tarafından
tedarik amaçlı yapılacak elektrik enerjisi alımları” ibaresinin Anayasa’ya
aykırılığı
A) Düzenlemenin anlamı ve kapsamı
Dava konusu 4734 sayılı Kanunun “İstisnalar” başlıklı 3 üncü
maddesinin (o) bendinin 4.6.2016 tarihli Kanunla değiştirilmeden önceki hali şu
şekildeydi:
“o) (Ek: 25/6/2009-5917/31 md.) Elektrik üretimi, iletimi, ticareti ve
dağıtımı alanında faaliyet gösteren kamu iktisadi teşebbüslerinin, bu
faaliyetlerinin yürütülmesine yönelik olarak diğer kamu kurum ve kuruluşlarından
yapacakları enerji ve yakıt alımları,”
4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı dava konusu kanunla yapılan
değişiklikten sonra ise 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun “İstisnalar” başlıklı
3 üncü maddesinin (o) bendi şu şekle gelmiştir:
“o) Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının bağlı, ilgili veya ilişkili
kurum veya kuruluşlarının, faaliyetleri ile ilgili olarak birbirlerinden veya
diğer kamu kurum ve kuruluşlarından karşılanan enerji, yakıt, mal, hizmet,
danışmanlık alımları ve büyük onarım işleri, TETAŞ tarafından tedarik amaçlı
yapılacak elektrik enerjisi alımları,”
Öncelikle ilgili ibarenin Kanun metnine işlenmesi ile 6446 Sayılı
“Elektrik Piyasası Kanunu”nun “TETAŞ’ın hak ve yükümlülükleri” Başlıklı 27 nci
Maddesine altıncı fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen 7 nci fıkrası arasında
bir ilişki olup aslında söz konusu ibare ile “yerli kömür yakıtlı elektrik
üretim santrallerinden” alınacak elektrik enerjisi ifade edilmek istenmiştir.
4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 3 üncü maddesinde kamu hukukuna tâbi olan
veya kamunun denetimi altında bulunan veyahut kamu kaynağı kullanan kamu kurum
ve kuruluşlarının istisnaya tabi hizmet alımları belirtilmiştir. TETAŞ’ın,
“tedarik amaçlı yapacağı elektrik enerjisi alımları”, çok sayıda firmanın
faaliyette bulunduğu elektrik piyasasından saydam, rekabetçi, kamuoyu
denetimine açık, güvenilir ihale usulleriyle temin etmesi gerekirken, 4734
sayılı Kanun'un kapsamında bulunmayan ve kamu denetiminden bağışık tutulan
elektrik enerjisi üreticilerine keyfi hareket edebileceği çok geniş ve kuralsız
bir takdir yetkisi ve istisna tutulan faaliyet alanlarında hizmet veren
firmalar yönünden hukuki güvenliği ve öngörülebilirliği sağlamadığı, adalet,
hakkaniyet ve kamu yararı ölçütleriyle de bağdaşmadığı, belli elektrik
üreticilerinden sağlanan tedarikin rekabetçilikten uzak bir şekilde
karşılanmasının, sektörün sağlıklı ve düzenli işlemesini sekteye uğratacak
sonuçlara yol açacağı aşikar olup ilgili ibare, Anayasa'nın 2 nci ve 167 nci
maddelerine aykırılık teşkil etmektedir.
B) Anayasa’ya aykırılık sorunu
Anayasa’nın 167 nci maddesi ile devletin piyasalarda fiili veya
anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önlemesi hüküm altına
alınmıştır. Bu doğrultuda ilgili kanuna eklenen ibare ile rekabet ortamı yok
edilecek ve kamu yararına aykırı şekilde ihalesiz alım oluşacaktır. Yapılan
düzenleme rekabeti tamamen ortadan kaldırmaktadır. Rekabet ortamı, ihale ile
mümkün olmakta, en düşük bedelle en kaliteli hizmet veya mala ulaşmayı
hedeflemekte bu surette kamunun müşterek yararı gözetilmektedir. Bu nedenle
dava konusu ibare Anayasa’nın 167 nci maddesine aykırıdır ve iptali gerekir.
Anayasa'nın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin önemli
ilkelerinden biri de kanunların kamu yararı amacıyla çıkarılmasıdır. Bütün
organları üzerinde hukukun mutlak bir egemenliğe sahip olduğu, kanun koyucunun
faaliyetlerinde Anayasa ve hukukun üstün kuralları ile bağlı bulunduğu hukuk
devletinde, kanunların çıkarılabilmesi için kamu yararının bulunması şarttır.
Anayasa Mahkemesinin kimi kararlarında da ifade edildiği üzere, kamu yararı,
bireysel, özel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yarardır. Bu
saptamanın doğal sonucu, kamu yararı düşüncesine dayanmaksızın, yalnız özel
çıkarlar için veya yalnız belli kişilerin yararına yasa kuralı
konulamayacağıdır. Böyle bir durumun açık bir biçimde ve kesin olarak
saptanması halinde, söz konusu kanun hükmü Anayasa'nın 2 nci maddesine aykırı
düşer.
Belirtilen nedenle 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı “Elektrik Piyasası
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 11 inci maddesiyle
değiştirilen 4734 Sayılı “Kamu İhale Kanunu”nun “İstisnalar” Başlıklı 3 üncü
maddesinin birinci fıkrasının (o) Bendindeki “…TETAŞ tarafından tedarik amaçlı
yapılacak elektrik enerjisi alımları” ibaresi Anayasa’nın 2 nci ve 167 nci
maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
7) 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı “Elektrik Piyasası ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 17 nci maddesi ile 14.3.2013
tarihli ve 6446 sayılı Elektirik Piyasası Kanunun 6 ncı maddesine eklenen
onuncu fıkranın Anayasa’ya aykırılığı
A) Düzenlemenin anlam ve kapsamı
Dava konusu 6719 sayılı kanunla 6446 sayılı Elektrik Piyasası
Kanununun 6 ncı maddesine eklenen onuncu fıkra ile 6446 sayılı kanunun 6 ncı
maddesinin birinci fıkrasındaki Önlisans esasları açısından Nükleer Enerji
Üretim Tesisleri bağlamında istisnai hüküm getirilmiştir. Eklenen onuncu fıkra
dahil olmak üzere 6446 sayılı kanunun 6 ncı maddesinin yürürlükteki hali şu
şekildedir:
“Önlisans esasları
MADDE 6 – (1) Üretim lisansı başvurusunda bulunan tüzel kişiye
öncelikle, üretim tesisi yatırımına başlaması için mevzuattan kaynaklanan izin,
onay, ruhsat ve benzeri belgeleri edinebilmesi ve üretim tesisinin kurulacağı
sahanın mülkiyet veya kullanım hakkını elde edebilmesi için Kurum tarafından
belirli süreli önlisans verilir. Önlisansa ilişkin aşağıda belirtilen hususlar
Kurum tarafından çıkarılan yönetmelikle düzenlenir:
a) Başvuru, değerlendirme ve teminat mektubu usul ve esasları ile
önlisansın verilmesi, tadili, sona ermesi, iptali, süresi ve süre uzatımı
hâllerinde uygulanacak usul ve esaslar
b) Önlisansın iptali ve sona ermesinin hüküm ve sonuçları
c) Önlisans sahibi tüzel kişilerin önlisans kapsamında sahip oldukları
haklarına, yükümlülüklerine, sermaye yeterliliklerine ilişkin usul ve esaslar
(2) Önlisans süresinde; gerekli izin, onay, ruhsat veya benzeri
belgeleri alamayan, üretim tesisinin kurulacağı sahanın mülkiyet veya kullanım
hakkını elde ettiğini tevsik edemeyen, Kurum tarafından belirlenen yükümlülükleri
yerine getirmeyen tüzel kişiye lisans verilmez.
(3) (Değişik: 4/6/2016-6719/17 md.) Lisans alınıncaya kadar, Kurul
tarafından yönetmelikle belirlenen istisnalar dışında önlisans sahibi tüzel
kişinin ortaklık yapısının doğrudan veya dolaylı olarak değişmesi, hisselerinin
devri veya hisselerin devri sonucunu doğuracak iş ve işlemlerin yapılması veya
Kurum tarafından belirlenen yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumunda
önlisans iptal edilir.
(4) Bu Kanun kapsamında Kurul tarafından verilecek önlisansların tabi
olacağı ve önlisans sahiplerinin uymakla yükümlü olduğu esaslar şunlardır:
a) Bu Kanundaki istisnalar hariç üretim faaliyetiyle iştigal edecek
tüzel kişi, faaliyeti birden fazla tesiste yürütecek olması hâlinde, her tesis
için ayrı önlisans almak zorundadır.
b) Tüzel kişiler, Kurul tarafından belirlenen önlisans alma, tadili,
suret çıkartma ve diğer bedelleri Kuruma ödemek zorundadır.
c) Önlisans sahibi tüzel kişi, Kurumun faaliyetlerini yerine
getirebilmesi için ihtiyaç duyacağı her türlü bilgi ve belgeyi istenilen
zamanda Kuruma vermek zorundadır.
(5) Önlisansın süresi mücbir sebep hâlleri hariç yirmi dört ayı
geçemez. Kurul, kaynak türüne ve kurulu güce bağlı olarak bu süreyi yarısı
oranında uzatabilir.
(6) Önlisansın, önlisans sahibi tüzel kişiden kaynaklanmayan bir
nedenle iptal edilmesi veya sona ermesi hâlinde ilgilisinin teminatı iade
edilir.
(7) Önlisans, süresi uzatılmadığı takdirde süresinin bitiminde,
önlisans sahibi tüzel kişinin talebi veya iflası hâlinde kendiliğinden sona
erer.
(8) Önlisans için başvuran tüzel kişiden, önlisans süresinde yerine
getirmesi gereken yükümlülükleri ikmal etmemesi hâlinde irat kaydedilmek üzere,
kurulmak istenen üretim tesisinin niteliği ve büyüklüğüne göre yönetmelikle
belirlenecek miktarda teminat mektubu alınır.
(9) Lisans başvurusuna konu üretim tesisinin tesis edileceği yerde
faaliyet göstermek üzere petrol veya doğal gaz piyasası faaliyetleri için
ayrıca lisans başvurusunun yapılması durumunda öncelik verilecek lisans
başvurusuna Bakanlık görüşü alınarak Kurul tarafından karar verilir.
(10) (Ek: 4/6/2016-6719/17 md.) Nükleer enerji üretim tesisleri için
alınacak yapı ruhsatı ve diğer mevzuattan kaynaklanan inşaata ilişkin izin,
onay, lisans, ruhsat ve benzeri belgeler ile üretim tesisinin kurulacağı sahanın
mülkiyet veya kullanım hakkının elde edildiğine ilişkin belgeler üretim lisansı
verilmesinden sonra olmak üzere, Kurul tarafından belirlenen süre içinde Kuruma
sunulur. Kurul tarafından belirlenen süre içinde istenen belgelerin mücbir
sebepler veya lisans sahibinden kaynaklanmayan haklı sebepler dışında Kuruma
sunulmaması hâlinde üretim lisansı iptal edilir. Bu üretim tesislerinde, diğer
mevzuattan kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmesi kaydıyla üretim
lisansı alınmadan önce üretim tesisi ile doğrudan ilgili olmayan yapıların
inşasına başlanabilir.”
6446 sayılı kanunun 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında üretim
tesisinin yatırımına başlaması için mevzuattan kaynaklanan izin, onay, ruhsat
ve benzeri belgeleri edinebilmesi ve üretim tesisinin kurulacağı sahanın
mülkiyet veya kullanım hakkını elde edebilmesi için önlisans verileceği
düzenlenmiş olmasına karşın; maddeye eklenen ve iptali talep edilen onuncu
fıkra ile nükleer enerji üretim tesisleri için alınacak yapı ruhsatı, inşaata
ilişkin onay, lisans, ruhsat ve benzeri belgeler ile üretim tesisinin
kurulacağı sahanın mülkiyet ve kullanım hakkının elde edildiğine ilişkin
belgelerin üretim lisansı verilmesinden sonra verilebileceği düzenlenmiştir.
Ayrıca, üretim lisansı verilmesinden sonra Kurul tarafından belirlenen süre
içinde bu belgelerin getirilmemesi mücbir sebebe ya da şirket sahibinden
kaynaklanmayan bir sebebe dayanması durumunda ise üretim lisansının iptal
edilmeyeceğine ilişkin istisnai hüküm getirilmiştir. Üretim tesisi ile doğrudan
ilgisi olmayan yapıların inşasına üretim lisansı alınmadan başlanabileceğine
ilişkin de hüküm getirilmiştir.
Öncelikli olarak burada nükleer santrallerin üretim lisansı almadan
önce tamamlaması gereken izin ve onaya ilişkin belgeler için istisnai hüküm
getirildiği açıktır. Bu düzenlemeye ilişkin olarak değinilmesi gereken
konulardan biri bu düzenleme ile kamu yararı güdülüp güdülmediği hususuyken
aynı zamanda bu izin ve onay süreçleri tamamlanmadan verilen üretim lisansının
doğuracağı mülkiyet ve çevre hakkı ihlalleri de bir başka değinilmesi gereken
husustur.
Bu düzenlemeden önce üretim lisansı sürecinde mülkiyet veya kullanım
hakkının elde edilmesi ile ilgili olarak, ilgisine göre;
- Mahkemelerce belirlenen bedellerin ödenerek el koyma kararlarının
alınmış olması,
- Orman kesim izinlerinin alınması,
- Maliye hazinesi mülkiyetindeki taşınmaz mallar için irtifak hakkı
tesisi ve kiralama sözleşmelerinin yapılmış olması,
- Mera tahsis amacı değişikliklerinin yapılarak hazine adına tescil ve
irtifak hakkı/kiralama işlemlerinin yapılmış olması,
- Hazineye ait taşınmazlar dışındaki kamu kurum ve kuruluşlarına ait
taşınmazların devir işlemlerinin sonuçlandırılarak hazine adına devir
işlemlerinin sağlanmış olması,
- Nükleer santrallerde üretim tesisinin kurulacağı sahaya ilişkin
tahsis işlemlerinin yapılması,
- Üretim tesisinin inşaatına başlanabilmesi için gerekli olan ön proje
onayının alınması,
gerekmekteydi.
Öncelikli olarak bu düzenlemeden sonra, ilgili izin ve onayların
alınmaması üretim lisansının verilmesine engel oluşturmayacak ve bu durumda
kamulaştırması yapılmamış alanda şirket faaliyet yürütebileceği gibi orman
kesim izni alınmadan ya da gerekli kiralama vs. işlemleri tamamlanmadan tesise
ilişkin inşai vs. faaliyetlere de başlanılabilecektir. Yine ön proje onayı
verilmeden üretim tesisinin inşaatına başlanılabilecektir. Tüm bunlar ise bir
denetim ve izin sistemi olarak öngörülen izin ve onaylar olmadan nükleer
santrallere ilişkin faaliyetlerin başlamasına hız kazandırıldığını
göstermektedir. Ancak sağlıklı ve dengeli bir çevre yaratılması için öncelikle
yapılacak elektrik üretim faaliyetlerinin denetlenmesini gerektirir. Bu
denetimin etkin araçlarından biri de bu Kanun’da düzenlenen izinlerdir. Bu
izinlerin bürokratik yavaşlık yarattığı söylenerek böyle bir istisnai düzenleme
getirilmesi açıkça hukuka aykırıdır.
B) Anayasa’ya aykırılık sorunu
Anayasa’nın 35 inci maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” ifadeleri yer
almaktadır. Anayasa’da mülkiyetin ancak kanunla sınırlanabileceğinin ve bu
eylemin kamu yararı amacı taşınması gerektiğinin altı çizilmiştir. İlgili
kanundaki bu düzenleme ile mülkiyet veya kullanım hakkı elde edilmeden tesisin
üretim lisansı alabilecek olması açıkça Anayasa 35 inci maddesine aykırılık
oluşturur. Ön proje onayı aşamasında tesise ilişkin küçük düzenlemelerle
giderilemeyecek eksiklikler söz konusuysa proje iade edilmektedir. Burada ön
proje onayı alınmadan başlanacak her türlü faaliyet ilerleyen süreçte
alınamayan izinler ve onaylar sonucunda atıl hale geleceği gibi bu süreçte de
yine mülkiyet hakkı ihlal edilmiş olacaktır. Oysa mülkiyet hakkının
kısıtlanabilmesi için güdülen kamu yararı da söz konusu değildir. Sözde
bürokratik yavaşlığın toplumsal olarak ortaya koyduğu bir zarar söz konusu
olmadığı gibi izin ve denetim süreçleri sağlıklı bir çevrede yaşamanın
gereğidir. Böyle bir düzenlemenin neden sadece nükleer santraller konusuna
ilişkin olarak yapıldığı hususunun da bir kamu yararı çelişkisi yarattığı
aşikardır. Bu sebeple kanun koyucunun bu düzenlemesi Anayasa’nın 35 inci
maddesine aykırılık oluşturmaktadır.
Orman kesim izni olmadan saha teslimi yapılamazken orman kesim izni
alınmadan üretim lisansı verilmesindeki bürokratik yavaşlığı azaltma amacını
anlamak mümkün olmadığı gibi bu izinler ve onaylar tamamlanmadan yapılacak her
türlü faaliyet Anayasa’nın 56 ncı maddesi ile korunan çevre hakkının açık
ihlalini doğurur. İdari kurumlardan gerekli izinler alınmadan ormanlık
alanlarda veya diğer alanlarda yapılacak her türlü faaliyetin çevre hakkını
ihlal edeceği açıktır. Onuncu fıkranın son cümlesinde, üretim tesisi ile
doğrudan ilgisi olmayan yapıların inşasına üretim lisansı alınmadan da başlanılabilir
denilmektedir. Üretim lisansı alınamazsa (ki üretim lisansı almak için gerekli
izin vs. lisanstan sonra alınabilir ve bu izinler alınamazsa lisans iptal
edilir demektedir) üretim tesisi ile doğrudan ilgisi olmadığı söylenen ancak
üretim tesisi için yapılan yapıların ne olacağı, bu yapılar atıl kalırsa
çevrede meydana gelen tahribat nasıl giderileceği belirsiz kalmaktadır. Kaldı
ki tüm bunların yanında bu düzenleme de güdülen kamu yararı da bilinmemektedir.
Bu düzenleme ile halihazırda hukuka aykırı olarak işletilen süreçlere dayanak
hazırlanmaktadır denilebilir. Akkuyu’da lisansı olmadan yapılan liman ihalesi
ve inşaası da bunu göstermektedir. Bu ise çevreyi sağlığını koruma ve
geliştirme ödevi olan devletin bu düzenleme ile Anayasa’nın 56 ncı maddesinin
ihlaline açık bir durum oluşturduğunu göstermektedir. Bu sebeple kanun
koyucunun bu düzenlemesi Anayasa’nın 56 ncı maddesine aykırılık
oluşturmaktadır.
Kanunların, kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel,
objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi ve
kazanılmış hakları ihlâl etmemesi Anayasa’nın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk
devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde
kendisine tanınan takdir yetkisini Anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet
ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir.
Anayasa’nın 5 inci maddesinde, 'Devletin temel amaç ve görevleri, Türk
Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti
ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır.' denilmektedir.
Anayasa'nın 'Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması' başlıklı 56 ncı
maddesinde de, 'Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına
sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir'' hükmü yer almaktadır.
Anayasa'nın 5 inci maddesiyle kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlama ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlama ödevi Devlete verilirken, 56 ncı maddesiyle de
herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu
belirtilerek, bu hakkı korumanın yine devletin ve vatandaşların ödevi olduğu
vurgulanmaktadır.
Devlete verilen bu görevlerin yaşama geçirilmesi bakımından, elektrik
üretim mevzuatıyla getirilen düzenlemeler büyük önem taşımaktadır. Anayasa’nın
5 inci ve 56 ncı maddeleri ile Devlete verilen görevlerin yerine getirilmesi,
elektrik üretim faaliyetlerinin, özellikle de nükleer santrallerin belli bir
plan ve program çerçevesinde yapılması ve bu faaliyetlerin gözetimi ve denetimi
ile gerçekleşebilir. Anayasa'da yer alan 'sağlıklı ve dengeli çevre' kavramına,
doğal güzelliklerin korunduğu, kentleşme ve sanayileşmenin getirdiği hava ve su
kirlenmesinin önlendiği bir çevre kadar, işin niteliğine göre belirli esaslara
uygun olarak madencilik faaliyetlerinin gerçekleştirildiği çevrenin de gireceği
kuşkusuzdur.
Elektrik üretimi hukukuna ilişkin kurallar esas olarak 6446 sayılı
Elektrik Piyasası Kanunu’nda yer almaktadır. 6446 sayılı Kanunun 6 ncı
maddesinde üretim faaliyetlerini düzenleyecek olan ön lisans esasları
düzenlenmesine karşın; dava konusu 6719 sayılı Kanunun 17 nci maddesi ile
eklenen onuncu fıkra bu önlisans esaslarını nükleer santraller açısından
uygulanamaz kılmaktadır.
Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı, getirilecek kuralın,
ekonomik, bürokratik ve fiili yükümlülüklere yol açacağı ve üretim
faaliyetlerinin etkileneceği gerekçeleriyle vazgeçilecek haklardan değildir.
İnsanın, toplumun ve çevrenin varlık, sağlık ve güvenliği ile bu konuda
Anayasa'nın Devlet'e yüklediği görev göz önünde bulundurulduğunda, nükleer
santral tesislerinin ön lisans aşamasındaki esaslara tabii olmaması kabul
edilemez.
Anayasa'nın 5 incı ve 56 ncı maddelerinde belirtilen ödevlerin somut
tedbirlerle nasıl yerine getirileceği yasa koyucunun takdirinde ise de söz
konusu ödevler yerine getirilirken, nükleer enerji üretim tesisleri için
alınacak yapı ruhsatı ve diğer mevzuattan kaynaklanan inşaata ilişkin izin,
onay, lisans, ruhsat ve benzeri belgeler ile üretim tesisinin kurulacağı
sahanın mülkiyet veya kullanım hakkının elde edildiğine ilişkin belgelerin
üretim lisansı verilmesinden sonra, Kurul tarafından belirlenen süre içinde
Kuruma sunulabilmesi ve bu üretim tesislerinde, diğer mevzuattan kaynaklanan
yükümlülüklerin yerine getirilmesi kaydıyla üretim lisansı alınmadan önce
üretim tesisi ile doğrudan ilgili olmayan yapıların inşasına başlanabilmesi
yollarıyla, nükleer enerji üretim tesislerinin 6446 sayılı Kanunun 6 ncı
maddesinde yer alan ön lisans esaslarına tâbi olmaktan çıkarılması, Anayasa'nın
hukuk devleti ilkesine uygun olmadığı gibi 5 inci ve 56 ncı maddeleri ile de
bağdaşmaz.
Bu düzenleme ile üretim lisansı verilmesinden sonra ne kadar sürede bu
izinlerin ve onayların tamamlanması gerektiği kanunla belirlenmemiştir.
İdarenin kanuniliği ve belirliliği ilkesi ihlal edilmiştir. Lisans sahibinden
kaynaklanmayan haklı sebepler durumunda belgelerin verilmemesi lisans iptalinin
istisnalarından sayılarak belirsiz bir alan oluşturulup, idareye geniş takdir
yetkisi tanınmıştır. Hangi durumlarda lisans sahibinden kaynaklanmayan haklı
sebepler söz konusu olacak konusu belirsizlik taşımaktadır. Oysa bunların
kanunla açıkça belirlenmiş olması gerekmekle birlikte böyle idareye geniş
takdir alanı tanımamalıdır. Ayrıca üretim lisansı aldıktan sonra kendine
verilen sürede bu izin ve onayların tamamlanmasından söz edilirken bu izin ve
onayların ne kadar bir süre aralığında tamamlanması gerektiğine ilişkin sınırlama
getirilmemiştir. İdareye verilen takdir yetkisinin bir ölçütü ve sınırı
olmalıyken bu düzenlemeler bundan ayrı tutulmuştur. Bu sebeple Anayasa’nın 2
nci maddesinde belirtilen hukuk devleti olmanın gereği olarak kanun koyucunun
hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini Anayasal sınırlar
içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütleri göz önünde tutarak
kullanılması gerekmekteyken burada bu sınırların gözetilmediği açıktır.
Anayasa’nın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin toplumun huzuru,
milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde insan haklarına saygılı Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal hukuk Devleti olduğu belirtilmiştir. Madde de
belirtilen hukuk devleti ilkesi gereğince yasama işlemlerinin kişisel yararları
değil kamu yararını gerçekleştirilmek amacıyla yapılması gerekir. Bir kuralın
Anayasa’ya aykırılık sorunu çözümlenirken kamu yararı konusunda Anayasa
Mahkemesi’nin yapacağı inceleme de yasanın kamu yararı amacıyla yapılıp
yapılmadığını araştırmaktır. Anayasa’nın çeşitli hükümlerinde yer alan kamu
yararı kavramının Anayasa’da bir tanımı yapılmamıştır. Ancak Anayasa
Mahkemesi’nin kimi kararlarında da belirtildiği gibi kamu yararı, bireysel,
özel çıkarlardan ayrı ve bunlardan üstün toplumsal yarardır. Bu saptamanın
doğal sonucu olarak da kamu yararı düşüncesi olmaksızın yalnız özel çıkarlar
için veya yalnız belli kişilerin yararına olarak yasa kuralı konulamaz. Böyle
bir durumun açık bir biçimde ve kesin olarak saptanması halinde söz konusu yasa
kuralı Anayasa’nın 2 nci maddesine aykırı düşer ve iptali gerekir.
İzinler alınmadan verilen üretim lisansı ile korunanın şirket olduğu
çok açıktır. Oysa devletin Anayasa’dan doğan yaşam hakkını ve çevre-insan
sağlığını ve mülkiyet hakkını koruma yükümlülüğü vardır. Bu yükümlülüklerini
görmezden gelerek sırf bürokratik engelleri kaldırma iddiasıyla yapılan bu
düzenleme kuralsızlaştırma anlamı taşımaktadır. Sağlıklı ve dengeli bir çevrede
yaşam hakkı, getirilecek kuralın, ekonomik, bürokratik ve fiili yükümlülüklere
yol açacağı ve üretim faaliyetlerinin etkileneceği gerekçeleriyle uzun süreli
olarak vazgeçilecek haklardan değildir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı
“Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un 17 nci maddesiyle 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası
Kanunu’nun 6 ncı maddesine eklenen “(10) Nükleer enerji üretim tesisleri için
alınacak yapı ruhsatı ve diğer mevzuattan kaynaklanan inşaata ilişkin izin,
onay, lisans, ruhsat ve benzeri belgeler ile üretim tesisinin kurulacağı
sahanın mülkiyet veya kullanım hakkının elde edildiğine ilişkin belgeler üretim
lisansı verilmesinden sonra olmak üzere, Kurul tarafından belirlenen süre
içinde Kuruma sunulur. Kurul tarafından belirlenen süre içinde istenen
belgelerin mücbir sebepler veya lisans sahibinden kaynaklanmayan haklı sebepler
dışında Kuruma sunulmaması hâlinde üretim lisansı iptal edilir. Bu üretim
tesislerinde, diğer mevzuattan kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmesi
kaydıyla üretim lisansı alınmadan önce üretim tesisi ile doğrudan ilgili
olmayan yapıların inşasına başlanabilir.” şeklindeki onuncu fıkra Anayasa’nın 2
nci, 5 inci, 35 nci ve 56 ncı maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
8) 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı “Elektrik Piyasası ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 21 inci maddesi ile
değiştirilen 6446 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin altıncı fıkrasının (ç)
bendinin ikinci cümlesindeki “teknik ve teknik olmayan kayıp maliyeti” ibaresi
ile devamındaki “Dağıtım şirketlerinin tarifelerine esas alınacak teknik ve
teknik olmayan kayıplara ilişkin hedef oranlar bu kayıpları düşürmeyi teşvik
edecek şekilde Kurul tarafından belirlenir. Kurulca belirlenen hedef oranlarını
geçmemek kaydı ile teknik ve teknik olmayan kayıplara ilişkin maliyetler
dağıtım tarifelerinde yer alır ve tüketicilere yansıtılır. Teknik ve teknik
olmayan kayıplara ilişkin hedef oranlarının tespiti ve değiştirilmesi ile
oluşacak maliyetin tarifelerde yer alması ve tüketicilere yansıtılmasına
ilişkin usul ve esaslar Kurul tarafından düzenlenir” cümlelerinin Anayasa’ya
aykırılığı
6719 sayılı Kanunun 15 inci maddesiyle 6446 sayılı Kanuna eklenen (şş)
bendine;
“Teknik ve teknik olmayan kayıp: Dağıtım sistemine giren enerji ile
dağıtım sisteminde tüketicilere tahakkuk ettirilen enerji miktarı arasındaki
farkı oluşturan ve maliyeti etkileyen; teknik kayıp ve/veya kaçak kullanım gibi
sebeplerden kaynaklanan ve teknik bir sebebe dayanmayan kaybı,” tanımı eklenmiş
ve 21 inci maddesiyle de 6446 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin “ç” bendi “ç)
Dağıtım tarifeleri: Dağıtım şirketleri tarafından hazırlanacak olan dağıtım
tarifeleri, elektrik enerjisinin dağıtım sistemi üzerinden naklinden yararlanan
tüm gerçek ve tüzel kişilere eşit taraflar arasında ayrım gözetmeksizin
uygulanacak hizmetlere ilişkin fiyatları, hükümleri ve şartları içerir. Dağıtım
tarifeleri; dağıtım sistemi yatırım harcamaları, sistem işletim maliyeti,
teknik ve teknik olmayan kayıp maliyeti, kesme-bağlama hizmet maliyeti, sayaç
okuma maliyeti, reaktif enerji maliyeti gibi dağıtım faaliyetinin yürütülmesi
kapsamındaki tüm maliyet ve hizmetleri karşılayacak bedellerden oluşur. Dağıtım
şirketlerinin tarifelerine esas alınacak teknik ve teknik olmayan kayıplara
ilişkin hedef oranlar bu kayıpları düşürmeyi teşvik edecek şekilde Kurul
tarafından belirlenir. Kurulca belirlenen hedef oranlarını geçmemek kaydı ile
teknik ve teknik olmayan kayıplara ilişkin maliyetler dağıtım tarifelerinde yer
alır ve tüketicilere yansıtılır. Teknik ve teknik olmayan kayıplara ilişkin
hedef oranlarının tespiti ve değiştirilmesi ile oluşacak maliyetin tarifelerde
yer alması ve tüketicilere yansıtılmasına ilişkin usul ve esaslar Kurul
tarafından düzenlenir.” şeklinde değiştirilmiştir.
Bu değişiklik ile kamuoyunda kayıp-kaçak bedeli olarak ifade edilen ve
aslında tüketicilere ödetilmemesi gereken bir bedel kanun yoluyla
meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Anayasa’nın 2
nci maddesi gereğince bir hukuk devletidir. Hukuk devletinde kanunların
Anayasa’ya ve hukuka uygun olması gerekir. Bir kuralın TBMM Genel Kurulu’nda
kanunlaşması, aynı zamanda Anayasa’ya ve hukukun genel ilkelerine doğrudan
uygun olduğu anlamına gelmez.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21/05/2014 tarihli ve 2013/7-2454 Esas
No’lu, 2014/679 sayılı Kararı ile 2014/7-1884 Esas No’lu 2014/1045 sayılı
Kararı da göstermektedir ki, çeşitli yargı mercilerince alınmış yargı kararları
dağıtım şirketlerinin takip ve tahsil etmekle yükümlü oldukları kayıp ve kaçak
elektrik bedelinin, borcunu düzenli ödeyen tüketiciye yüklenmesinin Anayasa ve
yasalar ile hukukun temel ilkelerine aykırıdır. Elektrik enerjisinin nakli
esnasında meydana gelen teknik kayıp ile başka kişiler tarafından bedel ödemeden,
kanundışı yollarla kullanılan elektrik bedellerinin (Yargıtay Kararında
“hırsızlamak” olarak geçmektedir), kurallara uyan abonelerden tahsili yoluna
gidilmesinin hukuk devleti ve adalet düşünceleri ile bağdaşmaz.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2013/7-2454 Esas No’lu ve 2014/679
sayılı Kararı, teknik kaybın bedelinin tüketiciye yüklenmesindeki yanlışlığa şu
gerekçe ile dikkat çekilmiştir:
“Hem bu hal, parasını her halükarda tahsil eden davacı Kurum'un çağın
teknik gelişmelerine ayak uydurmasına engel olur, yani davacı kendi teknik alt
ve üst yapısını yenileme ihtiyacı duymayacağı gibi; elektriği hırsızlamak
suretiyle kullanan kişilere karşı önlem alma ve takip etmek girişimlerde de
bulunmasını engeller. Oysa ki, elektrik kaybını önleme ve hırsızlıkları veya
hırsızı takip edip, bedeli ondan tahsil etme görevi de bizzat enerjinin sahibi
bulanan davacıya aittir.”
Dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, özelleştirilmesi tamamlanan son
dağıtım şirketi olan Toroslar Elektrik Dağıtım’ın devri sonrasında, ulusal
basında yer alan1 Ekim 2013 tarihli beyanında şunları ifade etmiştir:
“Bu tarihi devirlerle birlikte uzun yıllardır zarar eden, kayıp kaçak ve tahsilat
problemleri ile uğraşan, yatırım ve operasyonel faaliyetlerinin devamı için
sürekli bütçeden kamu kaynağı tüketen
dağıtım şirketleri artık özel sektörün elinde olacak. Bundan sonra yatırım
harcamaları özel sektör tarafından yapılacak ve performansa dayalı bir faaliyet
sürdürmek suretiyle sektörün kronik sorunlarına çare bulunacak. Dolayısıyla söz
konusu şirketler kar elde ederek,
devlete özelleştirme bedelinin yanı sıra ayrıca, vergi veren şirketler
haline gelecek.”
Elektrik dağıtımı ister devlet tarafından yapılsın isterse özel
sektöre ihale edilmek suretiyle yaptırılsın belirli bir bedel karşılığında kullanıcılara
arz edilmektedir. Böylece elektrik kullanan kişiler kullandıkları elektriğin
bedelini ödemek suretiyle dağıtımcı şirketlerle yaptıkları sözleşmelerin
yükümlülüklerini yerine getirmektedirler.
Bu şekilde yükümlülüğünü tam olarak yerine getiren kişilere elektrik
kayıp ve kaçağına neden olan kişilerin sebep oldukları maliyetin de
yüklenilmesi Anayasa’nın 2 nci, 5 inci ve 172 nci maddelerine aykırıdır. Şöyle
ki kayıp kaçak miktarı elektrik dağıtım sistemine giren enerji ile dağıtım
sisteminde tüketicilere tahakkuk ettirilen enerji miktarı arasındaki farktır.
Yani kayıp kaçak bedeli elektrik dağıtım sisteminde ortaya çıkan teknik ve
teknik olmayan kaybın maliyetinin kayıp kaçak bedeli oranları ölçüsünde
karşılanabilmesi amacıyla belirlenen fiyattır. Elektrik enerjisinin üretiminden
tüketicilere ulaştırılıncaya kadar geçen mesafede oluşan elektrik eksikliği
kayıp bedeli olarak; enerji nakil hatlarından çeşitli yollarla sayaçtan
geçirilmeksizin, herhangi bir bedel ödenmeden kullanılan elektrik bedeli de
kaçak bedeli olarak diğer abonelere yansıtılmış olmaktadır. Aslında ayrı ayrı
tanımlanması gereken “kayıp” ve “kaçak” kavramları “teknik ve teknik olmayan
kayıp” ibaresiyle tek bir kavram altında toplanarak hem kayıp hem de kaçak
miktarının birlikte tüketiciye yüklenilmesi amaçlanmaktadır.
4628 sayılı Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanunun 4/2 nci maddesinde Enerji Piyasası Düzenleme Kurumuna piyasa
ihtiyaçlarını dikkate alarak serbest olmayan tüketicilere yapılan elektrik
satışında uygulanacak fiyatlandırma esaslarının tespit edilmesi ve bu
fiyatlarda enflasyon nedeniyle ihtiyaç duyulacak ayarlamalara ilişkin
formüllerin uygulanması ve bunların denetlenmesi ve piyasada bu Kanuna uygun
şekilde davranılmasını sağlama görevi verilmiştir. Burada dikkat edilmesi
gereken husus 1 kw elektrik enerjisinin tüketicilere ulaşıncaya kadar oluşan
maliyet ve kar payı olup Kuruma, dağıtımcı şirketin ihmali ve kaçak elektrik
kullanımının da tüketiciye yansıtılması gibi, sınırsız bir fiyatlandırma yetki
ve görevinin verilmediğidir. Ancak buna rağmen Kurum yayınladığı tebliği ile
elektrik tüketicilerinden haksız yere lisans sahibi şirketler lehine
kayıp-kaçak bedeli adı altında bedel tahsil etme yetkisi vermiştir. Ancak
elektrik enerjisinin nakil esnasında meydana gelen kayıp ile başka kişiler
tarafından hırsızlık suretiyle kullanılan elektrik bedellerinin kurallara uyan
abonelerden tahsil edilmesi yoluna gitmek hukuk devleti ve adalet ölçüleri ile
bağdaşmamaktadır. Yapılan yasal düzenleme parasını her durumda tahsil eden
dağıtıcı şirketin kayıp ve kaçağı önlemek için kendi teknik alt ve üst yapısını
yenileme ve kaçak elektrik kullanan kişileri takip ederek gerekli önlemleri
almak konusundaki gayretini de azaltacak niteliktedir. Bu durum ayrıca ileriki
yıllarda da artan bir şekilde kayıp ve kaçak maliyetinin yükümlülüklerini
yerine getiren iyi niyetli tüketicilere yansıtılmasına neden olacaktır. Oysaki
kayıpları önlemek için gerekli teknik yatırımları yapmak ve kaçağı önlemek için
kaçak elektrik kullananları takip etmek, kaçak kullanılan elektriğin bedelini
onlardan hukuk içinde takip ve tahsil etmek tüketicinin değil bizzat dağıtıcı
şirketin sorumluluğundadır. Çünkü elektrik tüketicisinin gerekli alt ve üst
yapıyı iyileştirme, kaçak elektrik kullananları tespit etmek gibi yükümlülüğü
yoktur. Yapılan düzenlemenin halden domates alan pazarcının domatesleri pazarda
tüketiciye ulaştırıp satana kadar geçen süreçte bizzat kendisinin tedbirsizliği
sonucu bozulan veya ezilen domateslerin maliyetini de alıcıdan tahsil etmeyi
talep etmesinden farkı yoktur.
Anayasa’nın 2 nci maddesinde hukuk devleti ilkesi düzenlenmiştir.
Hukuk devleti ilkesinin en önemli unsuru “belirlilik”tir. Belirlilik ilkesine
göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır,
uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle
bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem
ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını bilmelidir. Birey
ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını
ayarlar. Ancak somut durumda vatandaş, dağıtıcı firma ile satın aldığı
elektriğin parasını ödemek üzere sözleşme imzalamaktadır. Sonradan dağıtıcı
firma Kurumun yayınladığı tebliği ile sözleşmeye aykırı olarak faturalara
kayıp-kaçak bedelini de eklemeye başlamıştır. Bunun üzerine vatandaşlar
tüketici mahkemelerine başvurmuş, tüketiciler lehine verilen kararlar yüksek
mahkemelerce de bu bedelin yasal dayanaktan yoksun ve haksız olarak vatandaşın
aleyhine faturalara yansıtıldığı tespiti ile onaylanmıştır. Tam da bu noktada
yapılan düzenleme Mahkemelerce de hukuksuz ve yasal dayanaktan yoksun olduğu
tespit edilen işleme yasal dayanak sağlama/kanuni kılıf uydurma amacına
yöneliktir. Bu bakımdan yapılan düzenleme Anayasa’nın 2 nci maddesinde
düzenlenen hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.
Yapılan düzenleme hiçbir şekilde kamu yararını gözetmemektedir. Kanun
koyucu yapacağı yasal düzenlemelerde kamu yararı ve hakkaniyet ilkelerini
gözetmek zorundadır. Kanunların kamu yararına aykırı olması da Anayasa’ya
aykırılık teşkil etmektedir. Kanunların kamu yararının sağlanması amacına
yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet
ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle yasa
koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini Anayasal
sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde
tutarak kullanması gerekir. Anayasa’nın 5 inci maddesinde Devletin amaç ve
görevleri tanımlanmıştır. Devletin amaç ve görevlerinden bir tanesi de sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette kişinin temel hak ve
özgürlükleri sınırlayan ekonomik engelleri kaldırmaktır. Yapılan düzenleme tam
tersine, başkalarının sebep olduğu kayıp ve kaçak bedellerinin yükümlülüklerini
yerine getirenlere ödettirilmesi suretiyle, vatandaş aleyhine adalet ilkesiyle
bağdaşmayacak şekilde bir ekonomik engel oluşturmaktadır. Bu bakımdan düzenleme
Anayasa’nın 5 inci maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Ayrıca Anayasa’nın 172 nci maddesinde “Devlet, tüketicileri koruyucu
ve aydınlatıcı tedbirler alır, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini
teşvik eder” hükmüne yer verilmiştir. Yapılan yasal düzenleme ile tüketicilerin
korunması yerine tam tersine hiç taraf olmadıkları ve olamayacakları konularda
ortaya çıkan kayıp ve kaçağın maliyetine katlanmaya zorlanmaktadırlar. Bundan
dolayı yasal düzenleme Anayasa’nın 172 nci maddesine de aykırılık teşkil
etmektedir.
Yukarıda anlatılan nedenlerle 6719 sayılı Kanunun 21 inci maddesi ile
değiştirilen 6446 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin altıncı fıkrasının (ç)
bendinin ikinci cümlesindeki “teknik ve teknik olmayan kayıp maliyeti” ibaresi
ile devamındaki “Dağıtım şirketlerinin tarifelerine esas alınacak teknik ve
teknik olmayan kayıplara ilişkin hedef oranlar bu kayıpları düşürmeyi teşvik edecek
şekilde Kurul tarafından belirlenir. Kurulca belirlenen hedef oranlarını
geçmemek kaydı ile teknik ve teknik olmayan kayıplara ilişkin maliyetler
dağıtım tarifelerinde yer alır ve tüketicilere yansıtılır. Teknik ve teknik
olmayan kayıplara ilişkin hedef oranlarının tespiti ve değiştirilmesi ile
oluşacak maliyetin tarifelerde yer alması ve tüketicilere yansıtılmasına
ilişkin usul ve esaslar Kurul tarafından düzenlenir” cümlelerinin Anayasa’nın 2
nci 5 inci ve 172 nci maddelerine aykırılık teşkil ettiğinden iptalleri
gerekmektedir.
9) 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı “Elektrik Piyasası ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 21 inci maddesi ile
değiştirilen 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunun 17 nci maddesinin eklenen
onuncu fıkranın Anayasa’ya aykırılığı
6719 sayılı Kanunun 21 inci maddesiyle 6446 sayılı Kanun’un 17 nci
maddesine eklenen Onuncu Fıkrası “Kurum tarafından gelir ve tarife
düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan
başvurularda ve açılan davalarda; tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin
yetkisi, bu bedellerin, Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi
ile sınırlıdır.” şeklindedir.
A) Düzenlemenin anlamı ve kapsamı
Dava konusu 6719 sayılı kanunla 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun
17 inci maddesine eklenen 10 numaralı fıkra ile getirilen değişiklikle; Kurum
tarafından gelir ve tarife düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere
ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan davalarda; tüketici hakem
heyetleri ile mahkemelerin yetkisi Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun
denetimi ile sınırlandırılmış, bir diğer ifade ile hukuki denetimin sınırları
mevzuata uygunluk denetimine indirgenmiş, tüketici hakem heyetleri ile
mahkemelerin yapacakları hukuki denetim, şekilsel bir denetim haline
getirilmiştir.
Dava konusu kanun hükmü, ön uyuşmazlık çözüm mercileri olan hakem
heyetleri ve yargısal denetim yapan mahkemelerce yapılan hukuki denetimin
sınırlarını mevzuata uygunluk denetimine indirgediği, tüketici hakem heyetleri
ile mahkemelerin yapacakları hukuki denetimi şekilsel bir denetim haline
getirmesi nedeniyle Anayasa’nın 2 nci maddesinde ifade edilen hukuk devleti
ilkesi ile örtüşmemektedir.
Anayasa’nın 5 inci maddesinde “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk
Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti
ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır.” denilmektedir. Anayasa’nın 36 ncı maddesi
uyarınca da “Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahiptir.” Yine Anayasa’nın 172 nci maddesi “Devlet, tüketicileri
koruyucu ve aydınlatıcı tedbirler alır, tüketicilerin kendilerini koruyucu
girişimlerini teşvik eder” şeklindedir.
Dava konusu kanun hükmü ile ön uyuşmazlık çözüm merciileri olan hakem
heyetleri ve yargısal denetim yapan Mahkemeler önünde hakkını arayan
tüketiciler aleyhine Yargıtay Daire ve Hukuk Genel Kurulu kararlarına aykırı
düzenlemeler getirilmiş olup, salt Kurum’un düzenleyici işlemlerine uygunluk
denetimine tabi bir yargısal faaliyet nedeniyle tüketicilerin hak arama
hürriyetleri, adil yargılanma hakları ihlal edilmesine, Devletin Anayasa’ya
göre alması gereken koruyucu tedbirlere aykırı bir düzenleme hayata
geçirilmesineyol açılmıştır.
B) Anayasa’ya aykırılık sorunu
Anayasa’nın 2 nci maddesinde belirtilen sosyal devlet, bireyin
huzurunu gerçekleştiren ve güvenceye alan, kişi ve toplum arasında denge kuran,
emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen, çalışanların insanca
yaşaması ve çalışma yaşamının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, ekonomik
ve mali önlemleri alarak çalışanları koruyan, işsizliği önleyici ve ulusal
gelirin adalete uygun biçimde dağılmasını sağlayıcı önlemleri alan devlettir.
Yapılan düzenleme, tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin yapacakları hukuki
denetimi şekilsel bir denetim haline getirmesi nedeniyle Anayasa’nın 2 nci
maddesinde ifade edilen hukuk devleti ilkesi ile örtüşmemektedir.
Anayasa’nın 5 inci maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk
Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti
ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır.”. şeklindedir. Yapılan düzenleme kişinin temel
hak ve hürriyetlerinini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkesi ile bağdaşmayacak
şekilde sınırlamaktadır. Nitekim hak arama özgürlüğü ve güvencesi kişinin temel
haklarını elde etmesinde, kullanmasında kilit öneme sahiptir. Bu hakkı
kısıtlayan her düzenleme devletin kişilerin temel hak ve özgürlüklerini koruma
ve hayata geçirme sorumluluğunu doğrudan ihlal eder niteliktedir.
Anayasa’nın 36 ncı maddesi uyarınca “Herkes, meşrû vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” Hak arama özgürlüğü, bağımsız
yargı mercilere erişim kadar yargı mercilerinin yetkileri ile de ilgilidir.
Yargı mercilerinin yetkilerinin iş bu düzenlemedeki gibi kısıtlanması
bireylerin hak arama özgürlüğünü de etkilemektedir, bu bakımdan düzenleme
Anayasa’nın 36 ncı maddesi ile bağdaşmaz.
Yine Anayasa’nın 172 nci maddesi “Devlet, tüketicileri koruyucu ve
aydınlatıcı tedbirler alır, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini
teşvik eder” şeklindedir. İptali talep edilen düzenleme devletin tüketicileri
koruma yükümlülüğü ile bağdaşmaz tam tersine tüketicilerin hak arama
özgürlüğünü ihlal eder.
Anayasa’nın herhangi bir hükmüne aykırı bir düzenlemenin Anayasa’nın
11 inci maddesinde yer alan Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ve dolayısı
ile Anayasa’nın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi ile bağdaşması
düşünülemez (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987/28, K.1988/16
sayılı kararı, AMKD., sa.24, shf. 225).
Kanunların, kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel,
objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi ve
kazanılmış hakları ihlâl etmemesi Anayasa'nın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk
devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde
kendisine tanınan takdir yetkisini Anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet
ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması, yurttaşların ön
uyuşmazlık çözüm mercileri olan hakem heyetleri ve yargısal denetim yapan
Mahkemeler önünde hakkını arayanların hak arama hürriyetlerinin sınırlarının
daraltılarak hukuka aykırılık denetiminin şekli ve salt mevzuata uygunluk
yönünden daraltılmasına dair düzenlemelerin hukuk devleti ilkesi çerçevesinde
değerlendirilmesi gerekir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı
Elektrik Piyasası ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 21
inci maddesi ile 6446 sayılı Kanunun 17 nci maddesine eklenen, “(10) Kurum
tarafından gelir ve tarife düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere
ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan davalarda; tüketici hakem
heyetleri ile mahkemelerin yetkisi, bu bedellerin, Kurumun düzenleyici
işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır.” şeklindeki onuncu fıkra Anayasa’nın
2 nci, 5 inci, 11 inci, 36 ncı ve 172 nci maddelerine aykırılık teşkil
etmektedir, iptali gerekir.
10) 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı “Elektrik Piyasası ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 22 nci maddesi ile 6446 sayılı
Elektrik Piyasası Kanunu’nun “Özelleştirme” başlıklı 18 inci maddesine eklenen
beşinci fıkradaki “Bu fıkra kapsamında yapılacak özelleştirme ihalesine yönelik
olarak varlıkların veya hisselerin değer tespiti yapılmaz.” şeklindeki ikinci
cümle ile bu fıkranın beşinci cümlesinde yer alan “varlıkların veya hisselerin
devrine yönelik olarak, bedel alınmaksızın” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
Dava konusu 6719 sayılı Kanunun 22 nci maddesi ile 6446 sayılı
Elektrik Piyasası Kanunu’nun “Özelleştirme” başlıklı 18 inci maddesine eklenen
beşinci fıkra şu şekildedir;
“(5) Bakanlık tarafından, EÜAŞ ile bağlı ortaklıklarına ait
varlıkların veya bu bağlı ortaklıkların hisselerinin yenilenebilir enerji
kaynakları veya yerli kömüre dayalı elektrik üretim tesisi kurulması amacıyla
özelleştirilmesinin talep edilmesi hâlinde, Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca
bu Kanun uyarınca gerçekleştirilecek özelleştirme işlemlerinde, 4046 sayılı
Kanunun bu maddeye aykırı olmayan hükümleri ile birlikte bu fıkra hükümleri
uygulanır. Bu fıkra kapsamında yapılacak özelleştirme ihalesine yönelik olarak
varlıkların veya hisselerin değer tespiti yapılmaz. Özelleştirme ihalesi, bu
madde kapsamında imzalanacak Elektrik Satış Anlaşması için geçerli olacak
elektrik enerjisi satış fiyatının belirlenmesi amacıyla, 4046 sayılı Kanunda
belirtilen pazarlık usulü uygulanmak suretiyle gerçekleştirilir. Pazarlık usulü
eksiltmeye esas elektrik enerjisi başlangıç satış fiyatından eksiltme yapılmak
suretiyle uygulanır ve ihale komisyonu tarafından gerekli görüldüğü takdirde
ihale, pazarlık görüşmesine devam edilen teklif sahiplerinin katılımı ile açık
eksiltme suretiyle sonuçlandırılabilir. Özelleştirme ihalesi sonucunda,
varlıkların veya hisselerin devrine yönelik olarak, bedel alınmaksızın EÜAŞ ve
ihale üzerinde kalan teklif sahibi arasında imzalanacak devir sözleşmesi ile eş
zamanlı şekilde, kurulacak elektrik üretim tesisinde üretilecek elektrik
enerjisinin satışına ilişkin olarak, ihale üzerinde kalan teklif sahibi veya
bağlı ortaklık ile TETAŞ veya EÜAŞ arasında ihale sonucu belirlenen elektrik
enerjisi satış fiyatı üzerinden, Elektrik Satış Anlaşması imzalanır. İhalede
eksiltmeye esas olacak elektrik enerjisi başlangıç satış fiyatı ile Elektrik
Satış Anlaşması fiyatının güncellenmesi dâhil diğer usul ve esaslar ihale
ilanına çıkılmadan önce Bakanlık tarafından Özelleştirme İdaresi Başkanlığına
bildirilir. Bu usul ve esaslar ihale şartnamesinde belirtilir.”
A) Düzenlemenin anlamı ve kapsamı
6719 sayılı kanunun 22 nci maddesi ile 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun
Özelleştirme başlıklı 18 inci maddesine beşinci fıkra olarak dava konusu fıkra
eklenmiştir. Bu fıkra hükmü ile, kamunun elinde bulunan elektrik üretimine
yönelik varlıkların yürürlükteki özelleştirme mevzuatının dışında bir yöntemle
özel sektöre devri öngörülmektedir.
Bu yöntemin esasında özelleştirme yoluyla kamu varlıklarını devralacak
özel sektör kuruluşundan herhangi bir satılan varlık bedelinin alınmaması;
ancak, herhangi bir bedel tahsilatı yapılmaması karşılığında da en ucuz
elektrik satış/tedarik fiyatı taahhüt eden kuruluşa varlıkların verilmesi
bulunmaktadır. Bir yandan elektrik üretiminde kullanılabilecek kamu
varlıklarının özel sektör eliyle de olsa ekonomiye kazandırılması, diğer yandan
da en düşük fiyattan elektriğin piyasaya arz edilmesinde şüphesiz üstün kamu
yararı vardır. Çünkü, ülkemizin elinde bulunan kaynakları ekonomiye
kazandırarak enerjide dışa bağımlılığının azaltılması tüm kesimlerin isteği,
beklentisi ve ülkemizin enerji politikasının temel önceliğidir. Ayrıca,
elektrik arz fiyatlarının olabildiğince düşük olması da ekonomik kalkınmamızın
asli gerekliliğidir. Ancak, bu süreçte uygulanacak olan kurallar ve yapılacak
işlemlerin Anayasa’ya ve hukukun genel ilkelerine uygun olması gerekir.
Herhangi bir varlığın satışından doğrudan gelir elde etmek yerine, en
düşük elektrik arz fiyatını garanti eden kuruluşa varlıkların devredilmesi,
kamu yararına olmak şartıyla, Anayasa’nın 47 nci maddesi kapsamında öngörüldüğü
gibi kanun koyucunun takdirindedir. Ancak, dava konusu fıkranın ikinci
cümlesini oluşturan “Bu fıkra kapsamında yapılacak özelleştirme ihalesine
yönelik olarak varlıkların veya hisselerin değer tespiti yapılmaz.” ibaresi ile
beşinci cümlesinde yer alan “varlıkların veya hisselerin devrine yönelik
olarak, bedel alınmaksızın” ibaresi Anayasa’nın 47 nci maddesi ve Anayasa
Mahkemesi’nin yerleşik kararları ile çelişkilidir.
Anayasa’nın 47 nci maddesi şu şekildedir:
“MADDE 47- Kamu hizmeti niteliği taşıyan özel teşebbüsler, kamu
yararının zorunlu kıldığı hallerde devletleştirilebilir.
Devletleştirme gerçek karşılığı üzerinden yapılır. Gerçek karşılığın
hesaplanma tarzı ve usulleri kanunla düzenlenir.
(Ek fıkra: 13/8/1999-4446/1 md.) Devletin, kamu iktisadî
teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzelkişilerinin mülkiyetinde bulunan işletme ve
varlıkların özelleştirilmesine ilişkin esas ve usuller kanunla gösterilir.
(Ek fıkra: 13/8/1999-4446/1 md.) Devlet, kamu iktisadî teşebbüsleri ve
diğer kamu tüzelkişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden
hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzelkişilere
yaptırılabileceği veya devredilebileceği kanunla belirlenir.”
Anayasa’nın bu maddesine 13/8/1999 tarihli ve 4446 sayılı kanunun 1
inci maddesi ile eklenen, “(Ek fıkra: 13/8/1999-4446/1 md.) Devletin, kamu
iktisadî teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzelkişilerinin mülkiyetinde bulunan
işletme ve varlıkların özelleştirilmesine ilişkin esas ve usuller kanunla
gösterilir.” ve “(Ek fıkra: 13/8/1999-4446/1 md.) Devlet, kamu iktisadî
teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişileri tarafından yürütülen yatırım ve
hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzelkişilere
yaptırılabileceği veya devredilebileceği kanunla belirlenir.” şeklindeki üçüncü
ve dördüncü fıkraları öncesinde Anayasa’da özelleştirme hakkında herhangi bir
hüküm bulunmamaktaydı. Eklenen bu Anayasa hükümleri ile yasa koyucu devletin,
kamu iktisadî teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzelkişilerinin mülkiyetinde
bulunan işletme ve varlıkların özelleştirilmesine ilişkin esas ve usulleri
kanun yoluyla düzenleme konusunda Anayasal olarak yetkilendirilmiştir.
Bu iki fıkra Anayasa’nın 47 nci maddesine eklenmeden önce, Anayasa
Mahkemesi’nin vermiş olduğu 1994/43 Esas ve 1994/42-2 Karar sayılı kararında şu
değerlendirmeler yer almıştır:
“B. Anayasa ve Özelleştirme
Anayasa'nın 46. maddesinde “kamulaştırma”ya, 47. maddesinde
“devletleştirme”ye yer verilmesine karşın özelleştirme konusunda özel bir
düzenleme öngörülmemiştir. “Sosyal devlet”te kamu hizmetlerinin çoğalması
eğilimi giderek ağır bastığı için anayasalarında özelleştirmeye yer veren
devletler de bulunmaktadır. Ancak, özelleştirme konusunun Anayasa'da özel
olarak düzenlenmemiş olması, yasaklandığı anlamına gelmez. Anayasa'da doğrudan
özelleştirmeye ilişkin kurallar bulunmaması nedeniyle yasakoyucu, Anayasa'nın genel
ilkelerine aykırı olmamak koşuluyla, konuyu düzenleme yetkisine sahiptir. Başka
bir anlatımla, Anayasa'da özelleştirmenin öngörülmemiş olması yasakoyucunun bu
konuda düzenleme yapmasını engellemez.
Anayasa'da özelleştirme konusunda özel bir düzenlemeye yer
verilmemesine karşın, devletleştirmeye ilişkin 47. maddeden, özelleştirme için
de kimi ilkeler çıkarılabilir. Çünkü, devletleştirme, özelleştirmenin tersi bir
işlemdir. Bu nedenle, devletleştirmeye yetkili organın özelleştirme konusunda
da yetkili olduğunun kabulû gerekir. Nitekim öğretide, devletleştirme yapmaya
yetkili olan organın “devletsizleştirme”ye de yetkili sayılması gerektiği
görüşü çoğunluktadır. Anayasa'nın devletleştirmeye ilişkin 47. maddesinde “Kamu
hizmeti niteliği taşıyan özel teşebbüsler kamu yararının zorunlu kıldığı
hallerde devletleştirilebilir.
Devletleştirme gerçek karşılığı üzerinden yapılır. Gerçek karşılığın
hesaplanma tarz ve usulleri kanunla düzenlenir.” denilmektedir.
Anayasa'nın 47. maddesi gereğince, 20.11.1984 günlü, 3082 sayılı “Kamu
Yararının Zorunlu Kıldığı Hallerde Kamu Hizmeti Niteliği Taşıyan Özel
Teşebbüslerin Devletleştirilmesi Usul ve Esasları Hakkında Kanun” yürürlüğe
konulmuştur. Bu Yasa'nın 3. maddesinde de “Kamu hizmeti niteliği taşıyan özel
teşebbüslerin kamu yararının zorunlu kıldığı hallerde devletleştirilmesi
kanunla düzenlenir.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi'nin 3082 sayılı Yasa'nın
iptali için açılan dâva nedeniyle verdiği 27.9.1985 günlü, Esas 1985/2, Karar
1985/16 sayılı kararı; Yasa'nın tümlüğü içerisinde 3. maddenin
devletleştirilecek özel teşebbüsü Yasa'nın göstereceği, kişilerin temel
haklarından olan mülkiyet hakkına, çalışma ve özel teşebbüs kurma hürriyetine
sınırlamalar getiren devletleştirmenin yasama organınca düzenlenmesinin çok
daha güvenceli olduğunda kuşku duyulmayacağı yargısını içermektedir.
Anayasa'nın 35. maddesindeki mülkiyet hakkıyla ilgili korumanın, kamu
mülkiyeti için de özel mülkiyetle eşit biçimde değerlendirip düzenlenmesi
kaçınılmazdır. Bu nedenle, özel teşebbüslerin devletleştirilmesinde olduğu gibi
kamu varlıklarının özelleştirilmesinde de yetki, yasama organınındır. Bu yetki,
yasama organının kamu mülkiyetinin de koruyucusu olmasının doğal sonucudur.
Özelleştirme Anayasa'da yasaklanmadığına göre yasama organı, yararlı,
gerekli ya da uygun gördüğü kamu varlıklarının özelleştirilmesini Anayasa'nın
11. maddesi gereğince Anayasa'nın ilkelerine ve kurallarına bağlı kalarak,
yasayla belirleyebilir. Devletleştirmede olduğu gibi özelleştirmede de esas ve
yöntemlere ilişkin bir düzenlemenin yasayla yapılması zorunluluğu açıktır.
Özelleştirmeyi genelde düzenleyen böyle bir yasanın varlığı, özelleştirilecek
her KİT için yasama organınca gerektiğinde özel bir yasa çıkarılmasını
engellemez. Yasama organı özelleştirilecek kimi KİT'ler için anayasal ilkelere
uygun olmak koşuluyla çerçeve yasaya ayrık biçimde özelleştirme kurallarında
değişiklik yapma yetkisine sahip bulunmaktadır.”
Anayasa’nın 47 nci maddesine 13/8/1999 tarihli ve 4446 sayılı kanunun
1 inci maddesi ile eklenen, “(Ek fıkra: 13/8/1999-4446/1 md.) Devletin, kamu
iktisadî teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzelkişilerinin mülkiyetinde bulunan
işletme ve varlıkların özelleştirilmesine ilişkin esas ve usuller kanunla
gösterilir.” şeklindeki üçüncü fıkra ile özelleştirme işlemlerinde bedel
tespiti yapılıp yapılmayacağına ve özelleştirilen varlıklar karşılığında
herhangi bir bedel tahsil edilip edilmeyeceğine ilişkin açık hüküm bulunmaması
karşısında; özelleştirmelerde bedel tespiti ve bedel tahsilatı konularında
Anayasa Mahkemesi’nin bu Anayasa değişikliği yapılmadan önce vermiş olduğu
1994/43 Esas ve 1994/42-2 Karar sayılı kararındaki yorumu ve açıklaması
geçerlidir. Yani, özelleştirme devletleştirme işleminin tersi bir işlem olduğu,
Anayasa’nın özelleştirmeyi düzenleyen 47 nci maddesinin üçüncü ve dördüncü
fıkralarında bedel tespiti ve bedel alınması hususlarında herhangi bir
düzenleme yapılmamış olması ve de devletleştirmenin hesaplanacak gerçek değeri
üzerinden yapılacağına hükmeden Anayasa’nın 47 nci maddesinin ikinci fıkrası
bir arada değerlendirildiğinde; kamu varlıklarının bedel tespiti ve tahsilatı
yapılmaksızın özelleştirmesi Anayasa’nın 47 nci maddesine aykırılık teşkil
eder. Bu aykırılığın dayanağı ise Anayasa’nın 153 üncü maddesi gereğince
yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel
kişileri bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesi’nin 1994/43 Esas ve 1994/42-2 Karar
sayılı kararıdır. Ek olarak Anayasa’nın 11 inci maddesi gereğince de kanunlar
Anayasa’ya aykırı olamaz. Dolayısıyla, Anayasa’nın 153 üncü maddesi gereğince
Anayasa Mahkemesi’nin bağlayıcı olan kararları ile çelişen bir kuralın
yasakoyucu eliyle kanunlaştırılması aynı zamanda Anayasa’nın 11 inci maddesine
de aykırıdır.
B) Anayasa’ya aykırılık sorunu
Anayasa’nın 11 inci maddesine göre Anayasa hükümleri, yasama, yürütme
ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan
temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasa’ya aykırı olamaz. Anayasa’nın 153
üncü maddesinin son fıkrası gereğince de, Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede
hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını,
gerçek ve tüzelkişileri bağlar. Anayasa Mahkemesinin 1994/43 Esas ve 1994/42-2
Karar sayılı kararında, devletleştirmenin özelleştirmenin tersi bir işlem
olduğu ve her ikisinde de kanunla düzenlenecek gerçek değer hesaplama
yönteminin uygulanması gerektiği yönündeki içtihadı, dava konusu fıkra
ibareleri ile çelişmektedir. Yapılacak olan elektrik üretim amaçlı her türlü
varlık özelleştirmesinde, özelleştirilen kamu varlıklarının ve hisselerinin
bedelinin tespitinin ve bu bedelin tahsil yönteminin kanunla düzenlenmesi
gerekir. Bedel tespiti ve tahsili konusunda kanuni düzenleme yapılmaması ise,
bu hususları kanunla düzenlenme yetkisinin Anayasa’nın 7 nci maddesine göre tek
yetkilisi olan TBMM’nin bu yetkisinin kanun yoluyla da olsa ortadan
kaldırılması anlamına gelir.
Özelleştirme devletleştirme işleminin tersi bir işlem olduğunda
Anayasa’nın özelleştirmeyi düzenleyen 47 nci maddesinin üçüncü ve dördüncü
fıkralarında bedel tespiti ve bedel alınması hususlarında herhangi bir
düzenleme yapılmamış olması ve de devletleştirmenin hesaplanacak gerçek değeri
üzerinden yapılacağına hükmeden Anayasa’nın 47 nci maddesinin ikinci fıkrası
bir arada değerlendirildiğinde; kamu varlıklarının bedel tespiti ve tahsilatı
yapılmaksızın özelleştirmesi Anayasa’nın 47 nci maddesine aykırılık teşkil
etmektedir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle 6719 sayılı Kanunun 22 nci maddesi ile
6446 sayıl Elektrik Piyasası Kanunu’nun “Özelleştirme” başlıklı 18 inci maddesine
eklenen beşinci fıkrada yer alan “Bu fıkra kapsamında yapılacak özelleştirme
ihalesine yönelik olarak varlıkların veya hisselerin değer tespiti yapılmaz.”
şeklindeki ikinci cümle ile bu fıkranın beşinci cümlesinde yer alan
“varlıkların veya hisselerin devrine yönelik olarak, bedel alınmaksızın”
ibaresi Anayasa’nın 7 nci, 11 inci, 47 nci ve 153 üncü maddelerine aykırıdır.
İptalleri gerekir.
11) 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı “Elektrik Piyasası ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 24 üncü maddesi ile 14.3.2013
tarih ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun “TETAŞ’ın hak ve
yükümlülükleri” başlıklı 27 nci maddesine eklenen yedinci fıkradaki “Söz konusu
teminle ilgili miktar, süre ve fiyat belirleme dâhil diğer usul ve esaslar Bakanlar
Kurulu tarafından belirlenir.” şeklindeki ikinci cümlenin Anayasa’ya aykırılığı
Dava konusu 6719 sayılı Kanunun 22 nci maddesi ile 6446 sayılı
Elektrik Piyasası Kanunu’nun “TETAŞ’ın hak ve yükümlülükleri” başlıklı 27 nci
maddesine altıncı fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş ve
mevcut yedinci fıkrası sekizinci fıkra olarak teselsül ettirilmiştir:
“(7) TETAŞ; üçüncü, beşinci ve altıncı fıkralarda belirtilen elektrik
enerjisi miktarını, mevcut sözleşmeler kapsamında karşılayamaması durumunda
yerli kömür yakıtlı elektrik üretim santrallerini işleten şirketlerden temin
eder. Söz konusu teminle ilgili miktar, süre ve fiyat belirleme dâhil diğer
usul ve esaslar Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir.”
A) Düzenlemenin anlamı ve kapsamı
Eklenen bu fıkra ile birlikte söz konusu 6446 sayılı Kanunun “TETAŞ’ın
hak ve yükümlülükleri” başlıklı 27 nci maddesi son hali şu şekildedir:
“TETAŞ’ın hak ve yükümlülükleri
MADDE 27 – (1) TETAŞ, mevcut sözleşmeler kapsamında imzalanmış olan
enerji alış ve satış anlaşmalarını yürütür. Mevcut imtiyaz ve uygulama
sözleşmeleri kapsamında enerji alış ve satış anlaşmaları imzalayabilir,
hükümetler arası anlaşmalar kapsamında elektrik enerjisi ithalat veya ihracat
anlaşmaları imzalayabilir.
(2) TETAŞ, bu Kanun ve ilgili mevzuat kapsamında elektrik enerjisi ve
kapasitesi alım ve satımına ilişkin ikili anlaşmalar yapar ve yürütür, organize
toptan elektrik piyasalarında faaliyette bulunabilir.
(3) TETAŞ, görevli tedarik şirketlerine tarifesi düzenlemeye tabi olan
tüketiciler için toptan satış tarifesinden elektrik enerjisi satar.
(4) TETAŞ’ın tarifesi düzenlemeye tabi olmayan tüketiciler için
görevli tedarik şirketlerine elektrik enerjisi satışına ilişkin fiyat, hüküm ve
şartlar taraflar arasında serbestçe belirlenir.
(5) Kurul tarafından son kaynak tedarikçisi olarak yetkilendirilen
tedarikçiler, son kaynak tedarikçisi kapsamındaki müşteriler için temin ettiği
elektrik enerjisinin Kurul tarafından her yıl belirlenecek oranı kadarını,
TETAŞ’tan temin etmekle yükümlüdür.
(6) Dağıtım şirketleri, genel aydınlatma ile teknik ve teknik olmayan
kayıplarından dolayı enerji ihtiyaçlarını TETAŞ’tan temin ederler.
(7) (Ek: 4/6/2016-6719/24 md.) TETAŞ; üçüncü, beşinci ve altıncı
fıkralarda belirtilen elektrik enerjisi miktarını, mevcut sözleşmeler
kapsamında karşılayamaması durumunda yerli kömür yakıtlı elektrik üretim
santrallerini işleten şirketlerden temin eder. Söz konusu teminle ilgili
miktar, süre ve fiyat belirleme dâhil diğer usul ve esaslar Bakanlar Kurulu
tarafından belirlenir.
(8) Bakanlık ve Kurum, TETAŞ’ın alım yükümlülüklerini tam olarak
karşılayabilmesi ve bu yükümlülüklerden kaynaklanan herhangi bir mali yükün
ortaya çıkmamasını teminen, enerji piyasasında faaliyet gösteren diğer kamu
iktisadi teşebbüslerinin mali yapılarını olumsuz etkilemeyecek şekilde,
Kalkınma Bakanlığının ve Hazine Müsteşarlığının da görüşlerini almak suretiyle
her türlü önlemi almaya yetkili ve yükümlüdür.”
Dava konusu 6719 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi ile 6446 sayılı
Kanunun Türkiye Elektrik ve Taahhüt Anonim Şirketi’nin hak ve yükümlülüklerini
düzenleyen 27 nci maddesine eklenen yedinci fıkranın, 6719 sayılı Kanunun 22
nci maddesi ile 6446 sayılı Kanunun 18 inci maddesine eklenen beşinci fıkra ile
birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Çünkü 6446 sayılı Kanunun 27 nci
maddesinin yedinci fıkrasının birinci cümlesinde geçen yerli kömür yakıtlı
elektrik üretim santralleri, 6719 sayılı Kanunun 22 nci maddesi ile 6446 sayılı
Kanunun 18 inci maddesine eklenen beşinci fıkra kapsamında özelleştirilecek
olan kamu varlıkları üzerine kurulacak olan santrallerdir.
6446 sayılı Kanunun 27 nci maddesinin yedinci fıkrasının ilk
cümlesinde TETAŞ’ın aynı maddenin üçüncü, beşinci ve altıncı fıkralarındaki
elektrik miktarını mevcut sözleşmeler kapsamında sağlayamaması durumunda yerli
kömür yakıtlı elektrik üretim santrallerini işleten şirketlerden temin etmesi
kurala bağlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, TETAŞ’ın ek elektrik ihtiyacını
doğrudan yerli kömür yakıtlı elektrik üretim santrallerinden alması öngörülmektedir.
Özünde bu fıkra ile getirilen yerli kömür yakıtlı santrallerden elektrik
alınması şartı bu alanda yatırım yapacak olan özel sektör kuruluşlarına verilen
bir tür alım garantisidir. Bu fıkra ile sağlanan alım garantisi 6719 sayılı
Kanunun 22 nci maddesi ile 6446 sayılı kanunun 18 inci maddesine eklenen
beşinci fıkra kapsamında yapılacak özelleştirmeler ihalesinde imzalanacak olan
Elektrik Satış Anlaşmasına yönelik bir alım garantisidir. 6446 sayılı Kanunun
18 inci maddesine 6719 sayılı Kanunla eklenen beşinci fıkra şu şekildedir:
“(5) Bakanlık tarafından, EÜAŞ ile bağlı ortaklıklarına ait
varlıkların veya bu bağlı ortaklıkların hisselerinin yenilenebilir enerji
kaynakları veya yerli kömüre dayalı elektrik üretim tesisi kurulması amacıyla
özelleştirilmesinin talep edilmesi hâlinde, Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca
bu Kanun uyarınca gerçekleştirilecek özelleştirme işlemlerinde, 4046 sayılı
Kanunun bu maddeye aykırı olmayan hükümleri ile birlikte bu fıkra hükümleri
uygulanır. Bu fıkra kapsamında yapılacak özelleştirme ihalesine yönelik olarak
varlıkların veya hisselerin değer tespiti yapılmaz. Özelleştirme ihalesi, bu
madde kapsamında imzalanacak Elektrik Satış Anlaşması için geçerli olacak
elektrik enerjisi satış fiyatının belirlenmesi amacıyla, 4046 sayılı Kanunda
belirtilen pazarlık usulü uygulanmak suretiyle gerçekleştirilir. Pazarlık usulü
eksiltmeye esas elektrik enerjisi başlangıç satış fiyatından eksiltme yapılmak
suretiyle uygulanır ve ihale komisyonu tarafından gerekli görüldüğü takdirde
ihale, pazarlık görüşmesine devam edilen teklif sahiplerinin katılımı ile açık
eksiltme suretiyle sonuçlandırılabilir. Özelleştirme ihalesi sonucunda,
varlıkların veya hisselerin devrine yönelik olarak, bedel alınmaksızın EÜAŞ ve
ihale üzerinde kalan teklif sahibi arasında imzalanacak devir sözleşmesi ile eş
zamanlı şekilde, kurulacak elektrik üretim tesisinde üretilecek elektrik
enerjisinin satışına ilişkin olarak, ihale üzerinde kalan teklif sahibi veya
bağlı ortaklık ile TETAŞ veya EÜAŞ arasında ihale sonucu belirlenen elektrik
enerjisi satış fiyatı üzerinden, Elektrik Satış Anlaşması imzalanır. İhalede
eksiltmeye esas olacak elektrik enerjisi başlangıç satış fiyatı ile Elektrik
Satış Anlaşması fiyatının güncellenmesi dâhil diğer usul ve esaslar ihale
ilanına çıkılmadan önce Bakanlık tarafından Özelleştirme İdaresi Başkanlığına
bildirilir. Bu usul ve esaslar ihale şartnamesinde belirtilir.”
Bu fıkrada “Özelleştirme ihalesi, bu madde kapsamında imzalanacak
Elektrik Satış Anlaşması için geçerli olacak elektrik enerjisi satış fiyatının
belirlenmesi amacıyla, 4046 sayılı Kanunda belirtilen pazarlık usulü uygulanmak
suretiyle gerçekleştirilir.” ve “Özelleştirme ihalesi sonucunda, varlıkların
veya hisselerin devrine yönelik olarak, bedel alınmaksızın EÜAŞ ve ihale
üzerinde kalan teklif sahibi arasında imzalanacak devir sözleşmesi ile eş
zamanlı şekilde, kurulacak elektrik üretim tesisinde üretilecek elektrik
enerjisinin satışına ilişkin olarak, ihale üzerinde kalan teklif sahibi veya
bağlı ortaklık ile TETAŞ veya EÜAŞ arasında ihale sonucu belirlenen elektrik
enerjisi satış fiyatı üzerinden, Elektrik Satış Anlaşması imzalanır.” denilerek
alınacak elektriğin fiyatının ihale ile belirleneceği açıktır.
Ayrıca, fıkranın son iki cümlesi şu şekildedir: “İhalede eksiltmeye
esas olacak elektrik enerjisi başlangıç satış fiyatı ile Elektrik Satış
Anlaşması fiyatının güncellenmesi dâhil diğer usul ve esaslar ihale ilanına
çıkılmadan önce Bakanlık tarafından Özelleştirme İdaresi Başkanlığına
bildirilir. Bu usul ve esaslar ihale şartnamesinde belirtilir.” Yani, rekabetçi
bir ortamda düzenlenecek olan özelleştirme ihalesi sonucunda, temin edilecek
elektrik enerjisinin miktarı, temin süresi ve fiyatı belirlenecektir.
Ancak, iptali talep edilen 6446 sayılı Kanunun 27 nci maddesine 6719
sayılı Kanunun 24 üncü maddesi ile eklenen yedinci fıkranın ikinci cümlesinde
ise “Söz konusu teminle ilgili miktar, süre ve fiyat belirleme dâhil diğer usul
ve esaslar Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir.” denilerek, bütün koşulları
şartname ile düzenlenecek ve sonucu da ihale ile belirlenecek olan bir elektrik
temin sürecinde Bakanlar Kuruluna olağan dışı bir yetki verilmektedir.
Bu yöntemin esasında özelleştirme yoluyla kamu varlıklarını devralacak
özel sektör kuruluşundan herhangi bir satılan varlık bedelinin alınmaması;
ancak, herhangi bir bedel tahsilatı yapılmaması karşılığında da en ucuz
elektrik satış/tedarik fiyatı taahhüt eden kuruluşa varlıkların verilmesi
bulunmaktadır. Bir yandan elektrik üretiminde kullanılabilecek kamu
varlıklarının özel sektör eliyle de olsa ekonomiye kazandırılması, diğer yandan
da en düşük fiyattan elektriğin piyasaya arz edilmesinde şüphesiz üstün kamu
yararı vardır. Çünkü, ülkemizin elinde bulunan kaynakları ekonomiye
kazandırarak enerjide dışa bağımlılığının azaltılması tüm kesimlerin isteği,
beklentisi ve ülkemizin enerji politikasının temel önceliğidir. Ayrıca,
elektrik arz fiyatlarının olabildiğince düşük olması da ekonomik kalkınmamızın
asli gerekliliğidir. Ancak, bu süreçte uygulanacak olan kurallar ve yapılacak
işlemlerin Anayasa’ya ve hukukun genel ilkelerine uygun olması gerekir. Bütün
koşulları şartname ile düzenlenecek ve sonucu da ihale ile belirlenecek olan
bir elektrik temin sürecinde Bakanlar Kuruluna ihale öncesinde ve sonrasındaki
süreçler olan miktar, süre ve fiyat belirleme yetkisi verilmesi Anayasa’nın 2
nci maddesinde çerçevesi çizilen hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
B) Anayasa’ya aykırılık sorunu
Hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye
göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olması ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesi gerekir. Belirlilik ilkesi, bireylerin hukuksal güvenliğinin
sağlanması bakımından da önem arz etmektedir. Anayasa’nın 2 nci maddesinde
belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına
dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan,
bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız
yargı denetimine bağlı olan devlettir. Bu bağlamda, yapılacak olan özelleştirme
ihalesi sonucunda belirli fiyat, miktar ve üzerinden imzalanacak olan sözleşme
kapsamında verilecek olan alım garantisine ilişkin şartları tamamen değiştirme
yetkisinin ayrıca Bakanlar Kuruluna verilmesi Anayasa’nın 2 nci maddesine
aykırılık teşkil eder.
Anayasa’nın 7 nci maddesinde ise “Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkesinden ne anlaşılması gerektiği hususu açıklanmıştır. Buna göre, kanunla
düzenleme ilkesi, düzenlenen konudan yalnız kavram, ad ve kurum olarak söz
edilmesini değil, bunların kanun metninde kurallaştırılmasını gerektirir.
Kurallaştırma ise, düzenlenen alanda temel ilkelerin konulmasını ve çerçevenin
çizilmiş olmasını ifade eder. Ancak bu koşulla uzmanlık ve teknik konulara
ilişkin hususların belirlenmesi yürütme organının takdirine bırakılabilir.
Yürütmenin düzenleme yetkisi ise sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir.
Bu nedenle, Anayasa’da öngörülen ayrık durumlar dışında, kanunlarla
düzenlenmemiş bir alanda, yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi
verilemez. Yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının
Anayasa’nın 7 nci maddesine uygun olabilmesi için temel ilkeleri koyması,
çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir alanı yürütmenin düzenlemesine
bırakmaması gerekir. Sonuç olarak, 6446 sayılı Kanunun 18 inci maddesinin
beşinci fıkrası kapsamında yapılacak olan özelleştirme ihalesi sonucunda
belirli fiyat, miktar ve üzerinden imzalanacak olan sözleşme kapsamında
verilecek olan alım garantisine ilişkin şartları tamamen değiştirme yetkisinin
ayrıca Bakanlar Kuruluna verilmesi Anayasa’nın 7 nci maddesine de aykırılık
teşkil eder.
Yukarıda açıklanan nedenlerle 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı
“Elektrik Piyasası ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 24
üncü maddesi ile 14.3.2013 tarih ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun
“TETAŞ’ın hak ve yükümlülükleri” başlıklı 27 nci maddesine eklenen yedinci
fıkradaki “Söz konusu teminle ilgili miktar, süre ve fiyat belirleme dâhil
diğer usul ve esaslar Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir.” şeklindeki ikinci
cümle Anayasa’nın 2 nci ve 7 nci maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
12) Anayasa Mahkemesi’nin 22.5.2014 tarihli 2013/65 Esas ve 2014/93
Karar sayılı (R.G. Tarih-Sayı: 24.6.2015-29396) kararıyla iptal edilmiş olan ve
4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı “Elektrik Piyasası ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 25 incı maddesi ile yeniden düzenlenen
14.3.2013 tarih ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun Geçici 8 inci
maddesinin Anayasa’ya aykırılığı
14.3.2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun Geçici 8
inci maddesi Anayasa Mahkemesi’nin 22/5/2014 tarihli 2013/65 Esas ve 2014/93
Karar sayılı (R.G. Tarih-Sayı:24.6.2015-29396) kararıyla iptal edilmiştir.
İptal edilen hüküm ise dava konusu 6719 sayılı Kanun’un 25 inci maddesiyle
yeniden düzenlemiştir. Anayasa Mahkemesi’nin iptal etmiş olduğu 6446 sayılı
Kanunun Geçici 8 inci maddesi şu şekildeydi:
“GEÇİCİ MADDE 8-(1) EÜAŞ veya bağlı ortaklık, iştirak, işletme ve
işletme birimleri ile varlıklarına ve 4046 sayılı Kanun kapsamında
oluşturulacak kamu üretim şirketlerine, bunların özelleştirilmeleri hâlinde de
geçerli olmak üzere, çevre mevzuatına uyumuna yönelik yatırımların
gerçekleştirilmesi ve çevre mevzuatı açısından gerekli izinlerin tamamlanması
amacıyla 31/12/2018 tarihine kadar süre tanınır. Bu sürenin üç yıla kadar
uzatılmasına Bakanlar Kurulu yetkilidir. Bu süre zarfında ve önceki dönemlere
ilişkin olarak bu gerekçeyle, EÜAŞ veya bağlı ortaklık, iştirak, işletme ve
işletme birimleri ile varlıklarında ve 4046 sayılı Kanun kapsamında
oluşturulacak kamu üretim şirketlerinde, bunların özelleştirilmeleri hâlinde de
geçerli olmak üzere, elektrik üretim faaliyeti durdurulamaz, idari para cezası
uygulanmaz.”
A) Düzenlemenin anlamı ve kapsamı
Anayasa Mahkemesi’nin bu maddeye ilişkin olarak iptal kararını da
içeren 2013/65 Esas ve 2014/93 Karar sayılı (R.G. Tarih-Sayı:24.6.2015-29396)
kararının gerekçesi şu şekildedir:
“H- Kanun'un Geçici 8. Maddesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, elektrik üretim şirketlerine çevre mevzuatına
uyumuna yönelik yatırımların gerçekleştirilmesi ve çevre mevzuatı açısından
gerekli izinlerin tamamlanması amacıyla 31.12.2018 tarihine kadar süre tanınmasının
ve bu süreyi de üç yıla kadar uzatma hakkının verilmesinin, sanayileşmenin
getirdiği hava ve su kirlenmesi nedeniyle sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını
oldukça uzun bir süre ortadan kaldırılması anlamına geldiği belirtilerek
kuralın, Anayasa'nın 2., 5., 11. ve 56. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
Dava konusu kuralla, Elektrik Üretim Anonim Şirketi (EÜAŞ) veya bağlı
ortaklık, iştirak, işletme ve işletme birimleri ile varlıklarına ve 4046 sayılı
Kanun kapsamında oluşturulacak kamu üretim şirketlerine, bunların
özelleştirilmeleri hâlinde de geçerli olmak üzere, çevre mevzuatına uyumuna
yönelik yatırımların gerçekleştirilmesi ve çevre mevzuatı açısından gerekli
izinlerin tamamlanması amacıyla 31.12.2018 tarihine kadar süre tanınacağı hükme
bağlanmıştır. Kuralda bu sürenin üç yıla kadar uzatılmasına Bakanlar Kurulunun
yetkili olduğu ve bu süre zarfında ve önceki dönemlere ilişkin olarak bu
gerekçeyle, EÜAŞ veya bağlı ortaklık, iştirak, işletme ve işletme birimleri ile
varlıklarında ve 4046 sayılı Kanun kapsamında oluşturulacak kamu üretim
şirketlerinde, bunların özelleştirilmeleri hâlinde de geçerli olmak üzere,
elektrik üretim faaliyetinin durdurulamayacağı ve idari para cezası
uygulanamayacağı belirtilmiştir.
Kanunların, kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel,
objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi ve
kazanılmış hakları ihlâl etmemesi Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk
devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde
kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet
ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir.
Anayasa'nın 5. maddesinde, “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk
Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti
ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır.” denilmektedir.
Anayasa'nın “Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” başlıklı 56.
maddesinde de, “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına
sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” hükmü yer almaktadır.
Anayasa'nın 5. maddesiyle kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlama ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlama ödevi Devlete verilirken; 56. maddesiyle de
herkesin, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu
belirtilerek bu hakkı korumanın yine Devletin ödevi olduğu vurgulanmaktadır.
Devlete verilen bu görevlerin yaşama geçirilmesi bakımından, çevre
mevzuatıyla getirilen düzenlemeler büyük önem taşımaktadır. Anayasa'nın 5. ve
56. maddeleri ile Devlete verilen görevlerin yerine getirilmesi, elektrik
üretim faaliyetlerinin belli bir plan ve program çerçevesinde yapılması ve bu
faaliyetlerin gözetimi ve denetimi ile gerçekleşebilir. Anayasa'da yer
alan ”sağlıklı ve dengeli çevre” kavramına, doğal güzelliklerin korunduğu,
kentleşme ve sanayileşmenin getirdiği hava ve su kirlenmesinin önlendiği bir
çevre kadar, işin niteliğine göre belirli esaslara uygun olarak elektrik üretim
faaliyetlerinin gerçekleştirildiği çevrenin de gireceği kuşkusuzdur.
Çevre mevzuatına ilişkin kurallar esas olarak 2872 sayılı Çevre
Kanunu'nda yer almaktadır. 2872 sayılı Kanun'un amacı, Kanun'un 1. maddesinde,
bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve
sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamak olduğu
ifade edilmiştir. Anılan Kanun'un 2. maddesinde ise sürdürülebilir
çevre ”Gelecek kuşakların ihtiyaç duyacağı kaynakların varlığını ve
kalitesini tehlikeye atmadan, hem bugünün hem de gelecek kuşakların çevresini
oluşturan tüm çevresel değerlerin her alanda (sosyal, ekonomik, fizikî vb.)
ıslahı, korunması ve geliştirilmesi sürecini ifade eder.”; sürdürülebilir
kalkınma ise “Bugünkü ve gelecek kuşakların, sağlıklı bir çevrede yaşamasını
güvence altına alan çevresel, ekonomik ve sosyal hedefler arasında denge
kurulması esasına dayalı kalkınma ve gelişmeyi ifade eder.” biçiminde
tanımlanmıştır.
Buna göre sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkelerinin
içeriği itibarıyla hem bugünün hem de gelecek kuşakların çevresini oluşturan
tüm çevresel değerlerin her alanda ıslahı, korunması ve geliştirilmesi ile sağlıklı
bir çevrede yaşamasını güvence altına aldığı açıktır. Bu çerçevede anılan
Kanun'un amacının gerçekleşebilmesi ve sürdürülebilir çevrenin korunması bu
Kanun'da belirtilen hususların yerine getirilmesi ile mümkün olacaktır. Ayrıca,
sağlıklı ve dengeli bir çevre yaratılması, öncelikle yapılacak elektrik üretim
faaliyetinin denetlenmesini gerektirir. Bu denetimin etkin araçlarından biri de
bu Kanun'da düzenlenen izinlerdir. Başka bir anlatımla elektrik üretim
faaliyetlerinde çevrenin korunması, çevreye verilen bu olumsuz etkilerin
giderilmesi ve zararın en aza indirgenmesi açısından başta 2872 sayılı Kanun'da
ve diğer mevzuatta belirtilen çeşitli izinlerin alınmasına ilişkin hükümler
büyük önem taşımaktadır.
Dava konusu kuralla, EÜAŞ veya bağlı ortaklık, iştirak, işletme ve
işletme birimleri ile varlıklarına ve 4046 sayılı Kanun kapsamında
oluşturulacak kamu üretim şirketlerine, çevre mevzuatına uyumuna yönelik
yatırımların gerçekleştirilmesi ve çevre mevzuatı açısından gerekli izinlerin
tamamlanması amacıyla 31.12.2018 tarihine kadar süre tanınmasının, bu sürenin
üç yıla kadar uzatılması konusunda Bakanlar Kuruluna yetki verilmesinin ve
ayrıca anılan kamu üretim şirketlerinin elektrik üretim faaliyetinin
durdurulamayacağı ve idari para cezası uygulanmayacağı hususunun kurala
bağlanmasının belirtilen süre zarfında elektrik üretim faaliyetlerinin çevreye
uygunluğunun idare tarafından denetimini olanaksız kıldığı, elektrik üretim
faaliyetleri açısından denetimsiz bir alan oluşturduğu, bunun da Devletin bu
konudaki gözetim ve denetim görevini yerine getirmesine engel olduğu
anlaşılmaktadır.
Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı, getirilecek kuralın,
ekonomik, bürokratik ve fiili yükümlülüklere yol açacağı ve üretim
faaliyetlerinin etkileneceği gerekçeleriyle uzun süreli olarak vazgeçilecek
haklardan değildir. İnsanın, toplumun ve çevrenin varlık, sağlık ve güvenliği
ile bu konuda Anayasa'nın Devlete yüklediği görev göz önünde bulundurulduğunda,
dava konusu kuralla belirtilen süre zarfında EÜAŞ'a bağlı santraller ile
özelleştirilen santrallerin elektrik üretim faaliyetlerinde çevre mevzuatına
tabi olmaması kabul edilemez.
Anayasa'nın 5. ve 56. maddelerinde belirtilen ödevlerin somut
tedbirlerle nasıl yerine getirileceği kanun koyucunun takdirinde ise de söz konusu
ödevler yerine getirilirken elektrik üretim faaliyetlerinde çevre mevzuatında
belirtilen koşulların yerine getirilmesi için tanınan sürenin ölçülü olması ve
sürdürülebilir çevre ilkesiyle uyumlu olması gerekmektedir. Bu nedenlerle, dava
konusu kuralla EÜAŞ'a bağlı santraller ile özelleştirilen santrallerin 2018
yılının sonuna kadar çevre mevzuatı hükümlerine tâbi olmaktan çıkarılması ve bu
durumun üç yıl daha uzatılabilmesi ihtimali karşısında tanınan süre ölçülü
olmayıp, sürdürülebilir çevre ilkesiyle uyumlu değildir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa'nın 2., 5. ve 56.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kuralın Anayasa'nın 11. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.”
Alıntılanan bu Anayasa Mahkemesi Kararı’nda altı çizili olarak
vurgulanan kısımlarda belirtildiği gibi; yüksek mahkeme sadece denetim kapsamı
dışında tutulan sürenin uzunluğuna değil, aynı zamanda denetimin dışında olma
durumuna da dikkat çekmiştir. Yani, belirtilen süre zarfında elektrik üretim
faaliyetlerinin çevreye uygunluğunun idare tarafından denetimini olanaksız
kılınması, elektrik üretim faaliyetleri açısından denetimsiz bir alan
oluşturması, bunun da Devletin bu konudaki gözetim ve denetim görevini yerine
getirmesine engel teşkil etmesi Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın 153 üncü
maddesi gereğince bağlayıcı olan kararının ana dayanaklarıdır.
Buna karşın 6719 sayılı Kanunla yeniden düzenlenen ve iptali talep
edilen 6446 sayılı Kanun’un Geçici 8 inci maddesi ise şu şekildedir:
“GEÇİCİ MADDE 8- (1) EÜAŞ veya bağlı ortaklık, iştirak, işletme ve
işletme birimleri ile varlıklarına ve 4046 sayılı Kanun kapsamında
oluşturulacak kamu üretim şirketlerine ve kamu üretim şirketlerine ait üretim
tesislerine, bunlardan bu maddede yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği
tarihten önce özelleştirilmiş olanlarla, yürürlük tarihinden sonra
özelleştirilecek olanlar için de geçerli olmak üzere, çevre mevzuatına uyumuna
yönelik yatırımların gerçekleştirilmesi ve çevre mevzuatı açısından gerekli
izinlerin tamamlanması amacıyla 31/12/2019 tarihine kadar süre tanınır. Bu süre
zarfında ve önceki dönemlere ilişkin olarak bu gerekçeyle, EÜAŞ veya bağlı
ortaklık, iştirak, işletme ve işletme birimleri ile varlıklarında ve 4046
sayılı Kanun kapsamında oluşturulacak kamu üretim şirketlerinde ve kamu üretim
şirketlerine ait üretim tesislerinde, bunlardan bu maddede yapılan değişikliğin
yürürlüğe girdiği tarihten önce özelleştirilmiş olanlarla, yürürlük tarihinden
sonra özelleştirilecek olanlar için de geçerli olmak üzere, elektrik üretim
faaliyeti durdurulamaz ve idari para cezası uygulanmaz. Çevre mevzuatına uyuma
yönelik yatırımların gerçekleştirilmesi ve çevre mevzuatı açısından gerekli
izinlerin tamamlanmasına ilişkin usul ve esaslar bu maddenin yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren bir yıl içinde Bakanlık tarafından çıkarılan yönetmelikle
belirlenir.”
Bu maddede sadece 31/12/2018’e kadar olan ve Bakanlar Kurulu Kararı
ile 3 yıl uzatılabilecek olan denetimin dışında olma durumu açısından sadece
tarih kısmında değişikliğe gidilmiş ve 31/12/2019’a kadar elektrik üretim
tesislerinin çevre mevzuatına uyum konusunda istisna kapsamında ve denetimin de
dışında olduğu belirtilmiştir. Maddenin dava konusu 6719 sayılı kanunla yeniden
düzenlenen halinde Anayasa Mahkemesi’nin iptal gerekçeleri tam olarak dikkate
alınmamış; denetim eksikliği tespiti giderilmemiştir.
B) Anayasa’ya aykırılık sorunu
Maddenin 6719 sayılı kanunla yeniden düzenlenmiş hali öncelikli
olarak, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama,
yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri
bağlar.” şeklindeki Anayasa’nın 153 üncü maddesinin son fıkrasına aykırıdır.
Anayasa Mahkemesi’nin bu maddeye ilişkin olarak vermiş olduğu 2013/65 Esas ve
2014/93 Karar sayılı (R.G. Tarih-Sayı:24.6.2015-29396) iptal kararındaki iptal
gerekçeleri tam anlamıyla ortadan kaldırılmamış; söz konusu tesislerin çevre
mevzuatına uyumları konusunda denetlenmesi öngörülmemiştir. Yani, maddenin
yeniden düzenlenmiş hali öncelikli olarak Anayasa’nın 153 üncü maddesine
aykırıdır.
Dava konusu kuralla, Elektrik Üretim Anonim Şirketi (EÜAŞ) veya bağlı
ortaklık, iştirak, işletme ve işletme birimleri ile varlıklarına ve 4046 sayılı
Kanun kapsamında oluşturulacak kamu üretim şirketlerine ve kamu üretim
şirketlerine ait üretim tesislerine, bunlardan bu maddede yapılan değişikliğin
yürürlüğe girdiği tarihten önce özelleştirilmiş olanlarla, yürürlük tarihinden
sonra özelleştirilecek olanlar için de geçerli olmak üzere, çevre mevzuatına
uyumuna yönelik yatırımların gerçekleştirilmesi ve çevre mevzuatı açısından
gerekli izinlerin tamamlanması amacıyla 31.12.2019 tarihine kadar süre
tanınacağı hükme bağlanmıştır. Bu süre zarfında ve önceki dönemlere ilişkin
olarak bu gerekçeyle, EÜAŞ veya bağlı ortaklık, iştirak, işletme ve işletme
birimleri ile varlıklarında ve 4046 sayılı Kanun kapsamında oluşturulacak kamu
üretim şirketlerinde ve kamu üretim şirketlerine ait üretim tesislerinde,
bunlardan bu maddede yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği tarihten önce
özelleştirilmiş olanlarla, yürürlük tarihinden sonra özelleştirilecek olanlar
için de geçerli olmak üzere, elektrik üretim faaliyetinin durdurulamayacağı ve
idari para cezası uygulanamayacağı belirtilmiştir.
Kanunların, kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel,
objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi ve
kazanılmış hakları ihlâl etmemesi Anayasa'nın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk
devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde
kendisine tanınan takdir yetkisini Anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet
ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir. Yapılan
düzenleme öncelikle kamu yararı amacını sağlamaya yönelik değildir. Ayrıca
genel, objektif, adil veya hakkaniyet ölçütleri gözetilmemiştir.
Anayasa'nın 5 inci maddesinde, ”Devletin temel amaç ve görevleri,
Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini,
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” denilmektedir.
Anayasa'nın “Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” başlıklı 56 ncı
maddesinde de, “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına
sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” hükmü yer almaktadır.
Anayasa'nın 5 inci maddesiyle kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlama ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlama ödevi Devlete verilirken; 56 ncı maddesiyle de
herkesin, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu
belirtilerek bu hakkı korumanın yine Devletin ödevi olduğu vurgulanmaktadır.
Devlete verilen bu görevlerin yaşama geçirilmesi bakımından, çevre
mevzuatıyla getirilen düzenlemeler büyük önem taşımaktadır. Anayasa'nın 5 inci
ve 56 ncı maddeleri ile Devlete verilen görevlerin yerine getirilmesi, elektrik
üretim faaliyetlerinin belli bir plan ve program çerçevesinde yapılması ve bu
faaliyetlerin gözetimi ve denetimi ile gerçekleşebilir. Anayasa'da yer
alan ”sağlıklı ve dengeli çevre” kavramına, doğal güzelliklerin
korunduğu, kentleşme ve sanayileşmenin getirdiği hava ve su kirlenmesinin
önlendiği bir çevre kadar, işin niteliğine göre belirli esaslara uygun olarak
elektrik üretim faaliyetlerinin gerçekleştirildiği çevrenin de gireceği
kuşkusuzdur.
Çevre mevzuatına ilişkin kurallar esas olarak 2872 sayılı Çevre
Kanunu'nda yer almaktadır. 2872 sayılı Kanun'un amacı, Kanun'un 1 inci
maddesinde, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre
ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamak olduğu
ifade edilmiştir. Anılan Kanun'un 2 nci maddesinde ise sürdürülebilir çevre
“Gelecek kuşakların ihtiyaç duyacağı kaynakların varlığını ve kalitesini
tehlikeye atmadan, hem bugünün hem de gelecek kuşakların çevresini oluşturan
tüm çevresel değerlerin her alanda (sosyal, ekonomik, fizikî vb.) ıslahı,
korunması ve geliştirilmesi sürecini ifade eder.”; sürdürülebilir kalkınma ise
“Bugünkü ve gelecek kuşakların, sağlıklı bir çevrede yaşamasını güvence altına
alan çevresel, ekonomik ve sosyal hedefler arasında denge kurulması esasına
dayalı kalkınma ve gelişmeyi ifade eder.” biçiminde tanımlanmıştır.
Buna göre sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkelerinin
içeriği itibarıyla hem bugünün hem de gelecek kuşakların çevresini oluşturan
tüm çevresel değerlerin her alanda ıslahı, korunması ve geliştirilmesi ile
sağlıklı bir çevrede yaşamasını güvence altına aldığı açıktır. Bu çerçevede
anılan Kanun'un amacının gerçekleşebilmesi ve sürdürülebilir çevrenin korunması
bu Kanun'da belirtilen hususların yerine getirilmesi ile mümkün olacaktır.
Ayrıca, sağlıklı ve dengeli bir çevre yaratılması, öncelikle yapılacak elektrik
üretim faaliyetinin denetlenmesini gerektirir. Bu denetimin etkin araçlarından
biri de bu Kanun'da düzenlenen izinlerdir. Başka bir anlatımla elektrik üretim
faaliyetlerinde çevrenin korunması, çevreye verilen bu olumsuz etkilerin
giderilmesi ve zararın en aza indirgenmesi açısından başta 2872 sayılı Kanun'da
ve diğer mevzuatta belirtilen çeşitli izinlerin alınmasına ilişkin hükümler
büyük önem taşımaktadır.
Dava konusu kuralla, EÜAŞ veya bağlı ortaklık, iştirak, işletme ve
işletme birimleri ile varlıklarına ve 4046 sayılı Kanun kapsamında
oluşturulacak kamu üretim şirketlerine ve kamu üretim şirketlerine ait üretim
tesislerine, bunlardan bu maddede yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği
tarihten önce özelleştirilmiş olanlara, yürürlük tarihinden sonra
özelleştirilecek olanlar için de geçerli olmak üzere, çevre mevzuatına uyumuna
yönelik yatırımların gerçekleştirilmesi ve çevre mevzuatı açısından gerekli
izinlerin tamamlanması amacıyla 31.12.2019 tarihine kadar süre tanınmasının ve
ayrıca anılan kamu üretim şirketlerinin elektrik üretim faaliyetinin
durdurulamayacağı ve idari para cezası uygulanmayacağı hususunun kurala
bağlanmasının belirtilen süre zarfında elektrik üretim faaliyetlerinin çevreye
uygunluğunun idare tarafından denetimini olanaksız kıldığı, elektrik üretim
faaliyetleri açısından denetimsiz bir alan oluşturduğu, bunun da Devletin bu
konudaki gözetim ve denetim görevini yerine getirmesine engel olduğu ortadadır.
Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı, getirilecek kuralın,
ekonomik, bürokratik ve fiili yükümlülüklere yol açacağı ve üretim
faaliyetlerinin etkileneceği gerekçeleriyle uzun süreli olarak vazgeçilecek
haklardan değildir. İnsanın, toplumun ve çevrenin varlık, sağlık ve güvenliği
ile bu konuda Anayasa'nın Devlete yüklediği görev göz önünde bulundurulduğunda,
dava konusu kuralla belirtilen süre zarfında EÜAŞ'a bağlı santraller ile
özelleştirilen ve özelleştirilmiş santrallerin elektrik üretim faaliyetlerinde
çevre mevzuatına tabi olmaması kabul edilemez.
Anayasa'nın 5 inci ve 56 ncı maddelerinde belirtilen ödevlerin somut
tedbirlerle nasıl yerine getirileceği kanun koyucunun takdirinde ise de söz
konusu ödevler yerine getirilirken elektrik üretim faaliyetlerinde çevre
mevzuatında belirtilen koşulların yerine getirilmesi için tanınan sürenin
ölçülü olması ve sürdürülebilir çevre ilkesiyle uyumlu olması gerekmektedir. Bu
nedenlerle, dava konusu kuralla EÜAŞ'a bağlı santraller ile özelleştirilen ve
özelleştirilmiş santrallerin 2019 yılının sonuna kadar çevre mevzuatı
hükümlerine tâbi olmaktan çıkarılması karşısında tanınan süre ölçülü olmayıp,
sürdürülebilir çevre ilkesiyle uyumlu değildir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, Anayasa Mahkemesi’nin 22/5/2014 tarihli
2013/65 Esas ve 2014/93 Karar sayılı (R.G. Tarih-Sayı:24.6.2015-29396)
kararıyla iptal edilmiş olan ve 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı “Elektrik
Piyasası ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 25 incı
maddesi ile yeniden düzenlenen 14.3.2013 tarih ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası
Kanununun Geçici 8 inci maddesinin Anayasa'nın 2 nci, 5 inci, 56 ncı ve 153
üncü maddelerine aykırılık teşkil etmektedir, iptali gerekir.
13) 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı “Elektrik Piyasası ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 26 ncı maddesi ile 14.3.2013
tarih ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununa eklenen Geçici 20 nci maddenin
Anayasa’ya aykırılığı
6719 sayılı Kanunla 6446 sayılı Kanuna eklenen Geçici 20 nci maddesi
Anayasa’nın 2 nci, 13 üncü, 40 ıncı, 138 inci ve 172 nci maddelerine aykırıdır.
Şöyle ki;
6446 sayılı Kanuna eklenen Geçici Madde 20 ile “Kurul kararlarına
uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış
hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her
türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 17 nci madde hükümleri
uygulanır” hükmü getirilmektedir. Bu hükümle yasal düzenlemeden önce Kurul
kararlarına uygun olarak tahakkuk ettirilen ve fakat kişilerce dava konusu
yapılan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurularda sonradan
değiştirilen ve kişilerin aleyhine yasal dayanak oluşturan 6446 sayılı Kanunun
17 nci maddesinin uygulanacağı hüküm altına alınmaktadır.
Anayasa’nın 2 nci maddesine göre Türkiye Cumhuriyetinin
niteliklerinden birisi “hukuk devleti”dir. Bu insan haklarına dayalı, hak ve
özgürlüklerin korunup güçlendirildiği, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan,
her alanda bir hukuk düzeni kurup bunu geliştiren, sürdüren, konulan kurallarda
adalet ve hakkaniyet ölçülerini göz önünde tutan, hakların elde edilmesini
kolaylaştıran, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalar
ile kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık ve hak arama özgürlüğünün
önündeki engelleri kaldıran devlettir. Yapılan düzenleme ile Anayasa’nın hukuk
güvenliği hakkı ihlal edilmektedir. Şöyle ki kişiler dağıtım şirketi ile
yaptıkları sözleşme gereği kullandıkları elektriğin bedelini ödemek üzere
sözleşme yapmaktadırlar. Sonradan tüketiciler dağıtıcı şirketin Kurumun tebliğ
üzerine faturalara ekledikleri kayıp-kaçak bedelinin kanunsuz ve sözleşmeye
aykırı olduğu gerekçesiyle dava açmaktadırlar. Açılan davaların olay sırasında
yürürlükte olan yasal düzenlemelere göre sonuçlandırılması gerekirken yapılan
düzenleme ile sonradan çıkarılan yasal düzenlemenin daha önceden oluşan ve dava
konusu yapılan işlemleri de kapsayacak ve dava hakkını kullananların haklarını
haleldar edecek şekilde genişletilerek kişilerin hukuki güvenlikleri ortadan
kaldırılmaktadır. O nedenle yapılan yasal düzenleme Anayasa’nın 2 nci maddesi
ile güvence altına alınan hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Anayasa’nın 13 üncü maddesinde temel hak ve hürriyetlerinin, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği; bu sınırlamaların, Anayasa’nın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hüküm altına alınmıştır. Yapılan yasal
düzenlemeden önce faturalarına eklenen kayıp-kaçak bedelinin kanunsuz olduğu
gerekçesiyle dava konusu yapılan ve tüketiciler lehine verilen kararların
yüksek mahkemelerce de onaylanmasıyla kayıp-kaçak bedeli adı altında faturalara
eklenen tutarın kanunsuz, tüketicilerin haklı olduğu kesinleşmiştir. Yasal
düzenlemeden önce dava konusu yapılan işlemlerde ilgili olarak görülmekte olan
davaların sonradan yapılan yasal düzenlemeye göre sonuçlandırılacağına ilişkin
yasal düzenleme yapılması Anayasa’nın sözüne, ruhuna ve ölçülülük ilkesine
aykırı olarak, kişilerin açtıkları davaların olay sırasındaki mevcut yasal
düzenlemelere göre sonuçlandırılmasına engel olduğundan, hak arama hürriyetini
sınırlandırıcı nitelikte olduğundan Anayasa’nın 13 üncü maddesine aykırıdır.
Anayasa’nın 36 ncı maddesi uyarınca da “Herkes, meşrû vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” Kayıp-kaçak
bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve
başvuruların hakkında bu kanunun 17 nci maddesinde yapılan değişikle öngörülen
hükümlerin uygulanması hak arama hürriyetine ilişkin Anayasa’nın 36 ncı maddesine
aykırıdır.
Anayasa’nın 40 ıncı maddesinde Anayasa ile tanınmış hak ve
hürriyetleri ihlal edilen herkesin yetkili makama geciktirilmeden başvurma
imkânının sağlanması hakkı tanınmıştır. Yapılan yasal düzenlemeyle kişilerin
maruz kaldıkları haksız işlemlere karşı yargı mercilerinde açtığı davalar devam
ederken, sonuçlanmadan kişilerin aleyhine olan işlemlere yasal statü
kazandırılarak haksız işlemlerin devamının yolu açılmıştır. Bu şekilde daha
önce açılan konusu aynı olan davalarda mahkemeler kişiler lehine karar
vermişlerdir. Yasal düzenleme mahkemelerde görülmekte olan bu davalarla ilgili
olarak sürece müdahale ederek dava açılmadan önce dava konusu yapılan işleme
dava açıldıktan sonra yapılan bir yasal düzenlemeye göre karar vermeleri için
yol göstererek kişilerin Anayasa’nın 40 ıncı maddesinde güvence altına alınan
Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkesin, yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkânı sağlanmasını isteme/hak arama hakkını ortadan
kaldırdığından Anayasa’nın 40 ıncı maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Anayasa’nın 138 inci maddesinde hiçbir organ, makam, merci veya
kişinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve
talimat veremeyeceği; genelge gönderemeyeceği; tavsiye ve telkinde bulunamayacağı
hüküm altına alınmıştır. Yapılan yasal düzenleme ile geçmişte dava konusu
yapılan bir işlemin mahkemelerce işlem tarihindeki yasal düzenlemelere uygun
olarak sonuçlandırılması gerekirken sonradan yapılan yasal düzenlemeye uygun
olarak karar tesis etmeleri konusunda yargı organına yasama organı tarafından
talimat verilmektedir. Bu durum demokrasinin temeli olan güçler ayrılığına
aykırılık oluşturmaktadır. Çünkü yasama ve yargı organı arasında bu şekilde bir
hukuki durum oluşturulursa yargı mercilerinde görülmekte olan bütün davalarla
ilgili yasama organının tasarrufta bulunarak yargı organlarının kararlarının
yasama organı tarafından sonradan yapılan yasal düzenlemelerle belirlenmesi
sonucunu doğurabilecek tehlikeler içermektedir. Yargı organları zaten karar
verirken yasal düzenlemeleri kendiliğinden göz önünde bulundurmaktadır. Ancak
görülmekte olan davalarla ilgili mahkemeler sonradan yapılan yasal düzenlemeye
göre karar verir şeklindeki yasal düzenleme tamamen Anayasa’nın 138 inci
maddesinden güvence altına alınan yargı yetkisine müdahale anlamı taşıdığından
Anayasa’ya aykırılık oluşturmaktadır.
Anayasa’nın 172 nci maddesinde “Devlet, tüketicileri koruyucu ve
aydınlatıcı tedbirler alır, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini
teşvik eder” hükmüne yer verilmiştir. Yapılan yasal düzenleme ile tüketicilerin
korunması yerine tam tersine yasal düzenlemeden önce uğradıkları haksızlık için
dava konusu yaptıkları ve başka örneklerde mahkemelerce haklı olduklarının
tespit edildiği işlemlerin işlem tarihindeki yasal düzenlemelere göre
sonuçlandırılması yerine sonradan geçmişteki olayları da kapsayacak şekilde ve
aleyhlerine olan bir yasal düzenlemeye göre sonuçlandırılması öngörülerek
mağdur edilmektedirler. Bundan dolayı yasal düzenleme Anayasa’nın 172 nci
maddesine de aykırılık teşkil etmektedir.
Dolayısıyla 6719 sayılı Kanunun 26 ncı maddesiyle 6446 sayılı Kanuna
eklenen Geçici 20 nci maddesiyle yapılan düzenleme Anayasa’nın 2 nci
maddesindeki hukuk devleti, 13 üncü maddesindeki temel hakların Anayasa’nın
sözüne ve ruhuna ve ölçülülük esasına aykırı bir şekilde sınırlanamayacağı, 40
ıncı maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin korunması ilkesine ve 138 inci
maddesindeki hiçbir organ, makam, merci veya kişinin, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremeyeceği ve 172
nci maddesindeki tüketicinin korunması ilkelerine aykırılıklar teşkil
etmektedir.
Yukarı anlatılan nedenlerle 4.6.2016 tarihli ve 6719 sayılı “Elektrik
Piyasası ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 26 ncı
maddesi ile 14.3.2013 tarih ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununa eklenen
Geçici 20 nci maddesi Anayasa’nın 2 nci, 13 üncü, 36 ncı, 40 ıncı, 138 inci ve
172 nci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
1) İptali istenen kural Anayasa’ya aykırıdır. Kamu çalışanlarının
özlük haklarına ilişkin Anayasa’nın 128 inci maddesine rağmen yürütmeye
sınırsız yetki verilmesi ve bu yetkinin yanlış kullanımı sonucunda telafisi güç
ya da imkansız durumların ortaya çıkacaktır bu sebeple yürürlüğünün
durdurulması zorunludur.
2) Bu maddenin yürürlükte kaldığı süre zarfında kıyıların ve
zeytinliklerin bu maddenin sağladığı istisna durumu nedeniyle görebileceği
tahribatın giderilmesi ya da onarılması mümkün olmayacaktır. İptali istenen
Anayasa’ya aykırı bu kanun hükmünün öncelikle yürürlüğünün durdurulması
gerekir.
3) İptali istenen yasa hükmünün iptali söz konusu olsa bile, bir takım
nükleer satral yapılarının geçen süre zarfında çevre ve insan sağlığı açısından
değerlendirilmeksizin ruhsata bağlanması söz konusu olabilecek, iptal kararı
geriye yürümeyeceği için de kamusal açıdan denetlenmemiş olan yapı izinleri
kazanılmış hak kapsamında değerlendirilebilecektir. Böyle bir duruma sebebiyet
verilmeksizin bu kuralın yürürlüğünün durudurulması gerekir.
4) Elektrik üretim, iletim, dağıtım ve tüketim tesislerinin milli
menfaatlere ve modern teknolojiye uygun şekilde kurulması ve işletilmesi için
gerekli yükümlülükleri ile ilgili olarak inceleme, tespit, raporlama, proje
onay ve kabul işlemleri, kamu hizmeti vasfında olup; bu iş ve işlemleri yapmak
üzere ihtisas sahibi kamu kurum ve kuruluşları dışında herhangi bir tüzel
kişiliğin görevlendirilmesi ve yetkilendirilmesi kamu yararına aykırı sonuçlar
doğurabilecektir. İptali istenen Anayasa’ya aykırı bu kanun hükmünün öncelikle
yürürlüğünün durdurulması gerekir.
5) Kamunun elindeki kömür sahalarına ilişkin ruhsatların bölünerek
ayrı ruhsata bağlanması sonucunda ortaya çıkabilecek telafisi güç ya da
imkansız rezerv kaybı sonuçları olabileceğinden ve de bu süreçte Anayasa’nın
eşitlik ilkesinin açıkça ihlali söz konusu olacağı için söz konusu kuralın
öncelikle yürürlüğünün durudurulması elzemdir.
6) TETAŞ’ın 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’ndan istisna tutulması durumunun
devamı kamu zararına neden olacağı ve elektirik piyasalarında rakabetin
sağlanmasını engelleyeceği için Anayasa’ya aykırı olan bu kuralın yürürlüğünün
bir an evvel durdurulmasında yüksek kamu yararı vardır.
7) Nükleer santral sahalarına lisans ve gerekli diğer izinlen
alınmaksızın yapılacak olan yapıların çevresel ve ekonomik anlamda olumsuz
sonuçları olabileceğinden, söz konusu hükmün yürürlüğünün durdurulması
gereklidir.
8, 9 ve 13) Tüketicilerin ödemek zorunda bırakıldıkları kayıp-kaçak
bedellerine ilişkin, bu bedellerin haksız yere tahsil edildiği şeklinde oluşmuş
olan yargı kararları ile yüksek yargı içtihatlarına rağmen yürürlüğe konan bu
kanun hükümleri; hukuk devleti ile bağdaşmazdır ve Anayasa’ya açıkça aykırıdır.
Bir hukuk devletinde Anayasa’ya yakırı hükümlerin yürürlüklerinin zaman
kaybetmeksizin durdurulması gerekir.
10) Bedel hesaplanmaksızın ve alınmaksızın yapılacak olan kamu varlığı
devirleri, Anayasa’ya açıkça aykırı bu uygulamanın geri döndürülerek telefi
edilmesini imkansız kılabilecek nitelikte olduğu için, dava konusu cümle ile
ibranin öncelikle yürütmelerinin durdurulması gereklidir.
11) Madde ile Bakanlar Kuruluna verilen yetki Anayasa’nın ilgili
hükümlerine açıkça aykırıdır. Anayasa’ya aykırı bir yetkinin kullanılmasının
telafisi güç ya da imkanzı sonuçlar doğurabileceği gerekçesiyle söz konusu
hükmün yürürlüğünün durdurulması gerekir.
12) Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş bir kuralın; iptal
gerekçeleri giderilmeksizin yeniden kanunlaştırılması Anayasa’ya açıkça aykırıdır.
İptali talep edilen her bir düzenleme için ayrıntılı olarak
belirttiğimiz üzere, sonradan giderilmesi güç ya da olanaksız zararlara yol
açacağı da kuşkusuz olan bu düzenlemeler hakkında yürürlüğün durdurulması
elzemdir.
Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa sürede
arındırılması, hukuk devleti sayılmanın en önemli gerekleri arasında
sayılmaktadır. Anayasa’ya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken
hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün
sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında
sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden giderilmesi
olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa’ya açıkça
aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar
yürürlüklerinin de durdurulması istenmektedir.
IV. SONUÇ VE İSTEM
17 Haziran 2016 tarihli ve 29745 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan,
04.06.2016 tarihli ve 6719 sayılı “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un;
1) 1 inci maddesiyle değiştirilen 2804 sayılı Maden Tetkik ve Arama
Genel Müdürlüğü Kanununun ek 1 inci maddesinin ikinci fıkrasının, Anayasa’nın 7
ve 128 inci maddelerine,
2) 2 nci maddesiyle 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik
Bölgeleri Kanununa 27 nci maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 27/A
maddesinin; Anayasa’nın 2, 5, 7, 43, 56 ve 63 üncü maddelerine,
3) 3 üncü maddesiyle 2690 sayılı Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Kanununa
eklenen “Yapı Denetimi” başlıklı Ek Madde 1’in; Anayasa’nın 2, 5, 7, 56 ve 128
inci maddelerine,
4) 4 üncü maddesiyle 3154 sayılı Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci
fıkrasına eklenen (j) bendindeki “14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik
Piyasası Kanunu kapsamında dağıtım lisansı sahibi tüzel kişileri veya özel
hukuk tüzel kişilerini” ve “veya bu tüzel kişilerden hizmet satın almak ve bu
tüzel kişilerin nitelikleri, yetkilendirilmesi, hak ve yükümlülükleri ile bu
tüzel kişilere uygulanacak yaptırımları” ibarelerinin; Anayasa’nın 2, 7, 10 ve
128 inci maddelerine,
5) 6 ncı maddesi ile 3213 sayılı Maden Kanununa eklenen Ek Madde
12’nin, Anayasa’nın 2 ve 10 uncu maddelerine,
6) 11 inci maddesi ile değiştirilen 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 3
üncü maddesinin birinci fıkrasının (o) bendindeki “…TETAŞ tarafından tedarik
amaçlı yapılacak elektrik enerjisi alımları…” ibaresinin; Anayasa’nın 2 ve 167
nci maddelerine,
7) 17 nci maddesi ile 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 6 ncı
maddesine eklenen onuncu fıkranın, Anayasa’nın 2, 5, 35 ve 56 ncı maddelerine,
8) 21 inci maddesi ile değiştirilen 6446 sayılı Kanunun 17 nci
maddesinin altıncı fıkrasının (ç) bendinin ikinci cümlesindeki “teknik ve
teknik olmayan maliyet bedeli” ibaresi ile “Dağıtım şirketlerinin tarifelerine
esas alınacak teknik ve teknik olmayan kayıplara ilişkin hedef oranlar bu
kayıpları düşürmeyi teşvik edecek şekilde Kurul tarafından belirlenir. Kurulca
belirlenen hedef oranlarını geçmemek kaydı ile teknik ve teknik olmayan
kayıplara ilişkin maliyetler dağıtım tarifelerinde yer alır ve tüketicilere
yansıtılır. Teknik ve teknik olmayan kayıplara ilişkin hedef oranlarının
tespiti ve değiştirilmesi ile oluşacak maliyetin tarifelerde yer alması ve
tüketicilere yansıtılmasına ilişkin usul ve esaslar Kurul tarafından
düzenlenir” cümlelerinin; Anayasa’nın 2, 5 ve 172 nci maddelerine,
9) 21 inci maddesi ile 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 17 nci
maddesine eklenen onuncu fıkranın, Anayasa’nın 2, 5, 11, 36 ve 172 nci
maddelerine,
10) 22 nci maddesi ile 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 18 nci
maddesine eklenen beşinci fıkradaki “Bu fıkra kapsamında yapılacak özelleştirme
ihalesine yönelik olarak varlıkların veya hisselerin değer tespiti yapılmaz.”
şeklindeki ikinci cümle ile aynı fıkranın beşinci cümlesinde yer alan
“varlıkların veya hisselerin devrine yönelik olarak, bedel alınmaksızın”
ibaresinin, Anayasa’nın 7, 11, 47 ve 153 üncü maddelerine,
11) 24 üncü maddesi ile 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 27 nci
maddesine eklenen yedinci fıkradaki “Söz konusu teminle ilgili miktar, süre ve
fiyat belirleme dâhil diğer usul ve esaslar Bakanlar Kurulu tarafından
belirlenir.” şeklindeki ikinci cümlenin, Anayasa’nın 2 ve 7 nci maddelerine,
12) 25 inci maddesiyle, Anayasa Makemesince iptal edilmesi üzerine
yeniden düzenlenen 6446 sayılı Kanunun Geçici 8 inci maddesinin; Anayasa’nın 2,
5, 56 ve 153 üncü maddelerine,
13) 26 ncı maddesi ile 6446 sayılı Kanun’a eklenen Geçici Madde 20’nin
Anayasa’nın 2, 13, 36, 40, 138 ve 172 nci maddelerine,
aykırı olduklarından iptallerine ve uygulanmaları halinde giderilmesi
güç ya da olanaksız zarar ve durumlar olacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya
kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı
ile arz ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/134
Karar Sayısı : 2016/158
“Dosyanın
incelenmesinde dava; elektrik dağıtım şirketinin abonesinden kayıp-kaçak
bedeli, dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti ve iletim bedeli adı
altında tahsilat yapıp yapamayacağı ve yapılan bu tahsilatların sebepsiz
zenginleşme hükümlerince dağıtım şirketinden geri alınıp alınamayacağına
ilişkindir.
Elektrik dağıtım
hizmetlerinin “tekel” niteliğinde yürütülen bir hizmet olduğu tartışmasız olup,
bu durum yüksek yargı kararları ile de kabul edilmiştir. Bu nedenle
tüketicilerin alternatif bir elektrik aboneliği yapma ve hizmet alma olanağı
bulunmamaktadır.
Kayıp-kaçak bedeli,
sayaç okuma bedeli, perakende satış hizmet bedeli, iletim sistemi kullanım ve
dağıtım bedellerinin, dağıtım şirketleri tarafından tüketicilerden(sanayi,
ticari ve mesken) alınmasına yönelik tebliğ, yasanın açık ve net olarak
düzenlemediği soyut ve genel bir yetkiye dayanılarak yönetmelik ve kurul
kararına dayanılarak çıkarılmıştır. Bu tebliğin uygulamasıyla elektrik enerjisi
kullanan herkese aktif tüketim bedeli dışında ek bir mali yük getirilmektedir.
Buna karşın Anayasanın 73. maddesine göre; vergi, resim, harç ve benzeri mali
yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.
Konuya ilişkin olarak
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, istikrar kazanmış
kararlarında, 6446 sayılı Yasanın verdiği yetkiye dayanılarak çıkarılan EPDK
karar ve tebliğlerine göre alman kayıp-kaçak bedeli, sayaç okuma bedeli,
perakende satış hizmet bedeli, iletim sistemi kullanım ve dağıtım bedellerinin
birer mali yükümlülük olduğu, bu yükümlülüklerin yasa ile konulmaları
gerektiği, ayrıca hangi hizmetin karşılığında ne bedel ödenmesinin bilinmesi
gerektiği, başka kişiler tarafından kaçak kullanmak suretiyle kullanılan
elektrik bedellerinin kurallara uygun davranan abonelerden tahsil yoluna
gidilmesinin hukuk devleti ve adalet düşüncesi ile bağdaşmadığı tespitinde
bulunmuştur.
Konuya ilişkin yasal
düzenlemeleri incelediğimizde; 17.06.2016 tarih ve 29745 Sayılı Resmi Gazetede
yayınlanarak yürürlüğe giren 6719 Sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile
Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 26. maddesi ile 6446 Sayılı Elektrik
Piyasası Kanununa
geçici 20. madde eklenmiştir.
6446 Sayılı Yasaya
eklenen geçici 20. maddeye göre; “Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk
ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve
kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış her türlü ilamsız icra
takibi, dava ve başvurular hakkında 17 nci madde hükümleri uygulanır.”
6719 sayılı Yasanın
21. maddesi ile 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 17. maddesinin
birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları ile altıncı fıkrasının (a), (ç), (d), (f)
bendleri değiştirilmiş, bu değişiklik ile Elektrik Piyasası Yasasındaki
bağlantı tarifeleri, dağıtım tarifleri, perakende satış tarifeleri ve son
kaynak tedarik tarifesi tanımları yapılmış, tüketiciye yansıtılacak bedeller
belirlenmiş, bunlara ilişkin usul ve esaslar açıklanmıştır. Ayrıca 6719 sayılı
yasanın 15. maddesiyle 6446 sayılı yasanın 3. maddesinde yapılan değişiklik ile
kayıp kaçak tanımı yapılmıştır.
Yargıtay 3. Hukuk
Dairesi ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun istikrar kazanmış kararları,
elektrik abonelik sözleşmeleri kapsamında, dağıtım şirketleri tarafından
tahakkuk ettirilen faturalar içerisinde yer alıp yasa gereği tahsil edilen
belediye vergisi, TRT payı ve enerji fonu dışında kalan “kayıp kaçak bedeli,
dağıtım, perakende satış, iletim bedeli ve benzer adlar adı altında tahsil
edilen bedellerin sebepsiz zenginleşme hükümlerince tahsil zeden taraftan
alınabileceği yönündedir.
Yargıtay 3. Hukuk
Dairesi ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, TRT payı, belediye vergisi ve enerji
fonu bedellerinin yasal düzenleme ile yapılmış olduğu, bunun dışında kalan ve
faturalar ile birlikte tahsil edilen bedellerin yasal dayanağının olmadığı,
bununda Anayasanın 73. Maddesine aykırı olduğuna karar vermiştir.
6719 sayılı yasa ile
6446 sayılı yasada yapılan değişiklik ve bu yasaya eklenen geçici 20. maddeye
göre Enerji Piyasası Denetleme Kurulu kararlarına uygun şekilde tahakkuk
ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp kaçak
bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve
başvurular hakkında 6446 Sayılı Yasa'nın 17. madde hükümleri uygulanacaktır.
Bu düzenlemeye göre
6446 sayılı Yasaya eklenen geçici 20. madde, görülmekte olan dava ve takipler
için de uygulanacak, hatta yasanın yürürlüğe girmesinden önce tahsil edilmiş
olan bedellerden dolayı da dava açılması halinde geçici 20. madde hükümleri
uygulanacaktır.
Geçici 20. maddedeki
düzenleme, 6719 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce, Enerji Piyasası
Düzenleme Kurulunca alınan kararlara göre tahakkuk ve tahsil edilen
faturalardan dolayı, bu tahakkuk ve tahsillerin Enerji Piyasası Düzenleme
Kurulunun kararlarına uygun olduğu kabul edilerek, yasanın uygulamasını devam
eden dava ve bundan sonra açılacak davalar içinde uygulama yolunu açmıştır.
Mahkememize göre
bireyin dava ve hak arama özgürlüğünü engelleyici nitelik taşıyan ve adil
yargılanma hakkının özünü zedeleyici özellik taşıyan bu yasal düzenleme
Anayasa'nın 2, 13, 36 ve 40. maddelerine aykırıdır.
Konu öncelikle
Anayasa'nın anılan maddelerine aykırılık yönünden ele alınıp incelenmelidir.
Anayasamızın 2. maddesine
göre “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”
Anayasanın 2.
maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti; insan
haklarına dayanan bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, konulan kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçülerini göz
önünde tutan, hakların elde edilmesini kolaylaştıran, hukuku tüm devlet
organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalar ile kendini bağlı sayan, yargı
denetimine açık ve hak arama özgürlüğünün önündeki engelleri Çaldıran
devlettir. Adil yargılanma hakkı Anayasalarda açıkça tanınsın veya tanınmasın
Anayasanın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti kavramı bu temel hakkın içeriğini
dolduran haklar ve ilkeleri hukuk sistemlerinin bir parçası haline getirmeyi
zorunlu kılmaktadır.
Anayasamızın 36.
maddesine göre “Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak sureti ile yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma, ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.” Anayasanın 36. maddesinde hak arama özgürlüğünün
yasa ile
sınırlanabilmesine
yönelik bir düzenleme yer verilmemiş, sınırlama sebebi öngörülmemiş, böylece
yasa koyucuya sınırlama yetkisi verilmemiştir.
Anayasanın 40. maddesine
göre; “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili
makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına
sahiptir.”
Bu hükümlerle güvence
altına alman dava yolu ile hak arama özgürlüğü, bir temel hak niteliği
taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
birini oluşturmaktadır. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı
kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama ve işleme
karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin en etkili ve güvenceli yolu
yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması adil yargılamanın ön koşulunu
oluşturur. Kendisinden haksız bir tahsilat yapılmasından dolayı açılmış bir
davanın çıkarılan bir yasa ile engellenmesi hak arama özgürlüğünü engelleyici
nitelik taşımaktadır.
Anayasanın 13.
maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak yasa
ile sınırlanabileceği, bu sınırlamaların Anayasanın özüne ve ruhuna, demokratik
toplum düzeninin ve hukuk devleti gerekleri ve özgürlük ilkelerine aykırı
olamayacağı belirtilmiştir.
6719 Sayılı Yasanın
26. maddesi ile 6446 Sayılı Elektrik Piyasası Kanununa eklenen geçici 20.
maddenin, “ Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş, dağıtım, sayaç
okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp kaçak bedelleri ile ilgili
olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında
17 nci madde hükümleri uygulanır.” ibaresi Anayasanın 2, 13, 36 ve 40.
maddelerine aykırı düşmektedir.
Açıklanan nedenlerle
ve bir davaya bakmakta olan mahkemenin uygulanacak bir kanunun veya kanun
hükmünde kararname hükümlerini Anayasaya aykırı görmesi durumunda gerekçeli
kararı ile Anayasa Mahkemesine başvurması gerektiğini öngören Anayasa'nın 152.
maddesi ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun 40. maddesi gereğince 6446
sayılı Elektrik Piyasası Kanununa, 6719 sayılı Yasa ile eklenen geçici 20.
maddenin “ (l) Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş, dağıtım,
sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp kaçak bedelleri ile
ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular
hakkında 17 nci madde hükümleri uygulanır” ibareli fıkrasının Anayasa'nın 2,
13, 36 ve 40. maddelerine aykırı olduğu görüşü ile yasa maddesinin iptali için
ANAYASA MAHKEMESİNE başvurulmasına, dosyanın onaylı bir
örneğinin Anayasa Mahkemesine gönderilmesine, yargılamanın Anayasa Mahkemesince
yaman yargılamada verilecek karara kadar bekletilmesine. Anayasa Mahkemesince
dosya un eksiksiz olarak ulaşmasından itibaren 5 ay içerisinde karar vermemesi
halinde yargılamaya devam edilip yürürlükteki yasa hükümlerine göre yargılama
yapılıp karar verilmesine karar verildi.”
Esas Sayısı : 2016/137
Karar Sayısı : 2016/130
“…
B- YASAL
DÜZENLEMELER: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2. maddesi; Türkiye Cumhuriyeti,
toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına
saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir;
- 5. maddesi;
Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve
bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak,
kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak
ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır;
- l0. maddesi;
Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din. mezhep ve
benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (Ek fıkra:
7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu
eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle: 12/9/2010-5982/1
md.) Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak
yorumlanamaz. (Ek fıkra: 12/9/2010-5982/1 md.) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler,
harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için
alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz. Hiçbir kişiye, aileye,
zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve ida işlemlerinde
kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar
- 36.
maddesi;(Değişik: 3/10/2001-4709/14 md.) Herkes, meşrû vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi
içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz;
- 125/4 ve son
fıkralarında; (Değişik: 12/9/2010-5982/11 md.) Yargı yetkisi, idari eylem ve
işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette
yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda
gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak,
idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı
kararı verilemez. İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür;
- 152/1.
Fıkrası; Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun
hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan
birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa,
Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır;
- 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun “Anayasaya
aykırılığın mahkemelerce ileri sürülmesi” başlıklı 40. maddesinde, “Bir davaya
bakmakta olan mahkeme, bu davada uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde
kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin
ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa; a) İptali
istenen kuralların Anayasanın hangi maddelerine aykırı oldukların, a-açıklayan
gerekçeli başvuru kararının aslını, b) Başvuru kararma ilişkin tutanağın onaylı
örneğini, c) Dava dilekçesi, iddianame veya davayı açan belgeler ile dosyanın
ilgili, bölümlerinin onaylı örneklerini, dizi listesine bağlayarak Anayasa
Mahkemesine gönderir; hükümlerine sahiptir.
C- GENEL AÇIKLAMALAR:
1- Bir kamu
hizmeti olan elektriğin üretimi, bedeli mukabilinde tüketiciye satılması,
kullanılması, elektrik üretiminin, dağıtım ve tüketiminin özelleştirilmesi,
Devlet tarafından elektriğin yurtdışından veya yurtiçi kaynaklardan satın
alınması, değişik santral ve kaynaklardan elde edilmesi, elektrik kullanım
bedellerinin toplanması, haksız kullanma, Türkiye Cumhuriyetimin elektrik
enerjisine duyduğu ihtiyacın her geçen gün artması, elektrik enerjisi elde
etmenin pahalılığı ve zorluğu, elektrik enerjisinden beklenen tasarrufun
sağlanamaması, elektriğin tüketiciye pahalı satıldığı iddiaları gündemi hep
meşgul etmiş ve etmeye de devam edecektir.
Yakın zamana
kadar elektrik konusunda gündeme gelen önemli sorunlardan birisi de, “hizmetsiz
bedel olamaz” ve “sorumluluğun şahsiliği” ilkeleri gereğince dağıtım, sayaç
okuma, perakende satış hizmeti, iletim, kayıp ve kaçak bedelleri adı altında,
bu bedellerden sorumlu olmayan, bu hizmetleri almayan, hizmetlerden
yararlanmayan veya başkalarına ait olan veya dağıtım şirketlerince zaten tahsil
edilmiş bedellerin tüketicilerden haksız yere tahsil edilmesine karşı açılan
veya açılacak alacak davalarıdır.
Tüketici
kullanmadığı ve almadığı hizmetten dolayı elektrik dağıtım şirketlerine
herhangi bir bedel ödemek istememekte ve bugüne kadar kendisinden haksız tahsil
edilmiş olanların da faizi ile iadesini talep etmektedir. Bir hukuk devletinin
bağlı olduğu hukukun evrensel ilke ve esasları ışığında hiç kimsenin, almadığı
hizmetten veya tüketmediği elektrik enerjisi bedeli nedeniyle sorumlu tutulması
ve başkalarının külfetlerini yüklenmesi kabul edilemez olduğu ileri sürülmektedir.
Tüketici,
yalnızca aldığı hizmetin bedelini ve buna ilişkin kendisine tahakkuk ettirilen
vergiyi öder. Anayasa m.73’e göre vergi, kamu giderlerini karşılamak üzere mali
gücü oranında herkesten alınan para veya para karşılığı olan malvarlığı olarak
tanımlanabilir. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler ancak kanunla
koyulur, değiştirilir veya kaldırılır.
2- Somut
başvuruda tartışma konusu ise; vergi, resim, harç veya benzeri bir yükümlülük
olup olmayacağıdır. Burada uyuşmazlık; enerji dağıtım şirketlerinin, tüketiciye
sattıkları enerji bedeline tüketici ile ilgisi olmayan ek külfetleri faturaya
yansıtmasından kaynaklanmaktadır. Elektrik enerjisinin üretilip dağıtılması her
ne kadar kamu hizmeti sayılsa da, bedeli mukabilinde dağıtılan elektrik
enerjisinin satış fiyatı üzerine bir de elektrik enerjisine alan tüketiciye ait
olmayan maddi külfet eklenmektedir. Tüketiciden; dağıtım, sayaç okuma,
perakende satış hizmeti, iletim ve en önemlisi de tüketicinin sorumluluğunda
olmayan, miktarı, sorumlusu ve şekli bilinmeyen kayıp ve kaçak bedelinin tahsil
edilmesi, gerek Kamu Hukuku ve gerekse de Özel Hukuk kuralları ile
bağdaştırılamayacağı ileri sürülerek tartışma çıkmaktadır. Elektrik enerjisinde
kayıp ve kaçak varsa, öncelikle Devlet ve hak sahibi kıldığı elektrik dağıtım
şirketleri bunları önlemek, kayıp kaçağa karşı sigorta yaptırmak, dağıtıp para
kazanan kendisi olduğu için nihayetinde, ya bu külfeti üstlenmek ya da kayıp ve
kaçak bedelleri kamu otoritesi ile elektrik dağıtım şirketi arasında akdedilen
sözleşmeye göre paylaştırılma yapması gerektiği ileri sürülmektedir.
Durum böyle
olduğu halde, yukarıda kısaca açıkladığımız külfetten kurtulmak isteyen Devlet
ve enerji dağıtım şirketlerinin mali yükümlülüklerini ortadan kaldırmak isteyen
kanun koyucu; “hukuk devleti” ilkesine uyup uymadığı tartışma konusu olabilecek
ancak “kanun devleti” anlayışıyla açıklanabilecek bir yasal düzenlemeyi
çıkardığı ileri sürülebilecektir. Kanunla her yere müdahale edilmesi, yasal
düzenlemeler yoluyla hak ve hürriyetler dengesini bozulması, hukukun evrensel
ilke ve esasları ile kesinlikle bağdaştırılamayacağı evrensel bir hukuk
kuraldır. Ayrıca “kanun devleti” anlayışına uygun düşen yasal düzenleme, “hukuk
devleti” ilkesi karşısında Anayasaya aykırı nitelik taşıyabilecektir. Kanun
çıkararak, bireylere ve somut olayımızda tüketicilere kabulü mümkün olmayan
külfetlerin yüklenmesi hukuki açıdan savunulamaz. Bunun aksi; elektrik
enerjisinin pahalılığı, elektrik dağıtım şirketlerinin ağır sorumluluklar
yüklenmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin her yerine dağıtılan elektrik enerjisi
bedellerinin tahsil edilme oranının her bölgede ve yerde aynı seviyede
gerçekleşmemesi, kayıp ve kaçağın dengeli biçimde elektrik enerjisi bedeli
ödeyen tüketiciye yüklenmesinin kaçınılmazlığı gibi gerekçelerle desteklenmiş
olması bu ihlal iddialarını ortadan kaldırmamaktadır.
3- Demokratik
hukuk toplumlarında Anayasa Mahkemesi ve Anayasaya aykırılık müessesesi, yasama
organının tasarruflarının hukukilik denetiminden geçirilmesi maksadıyla
öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi, kişi hak ve hürriyetlerinin bekçisidir.
6446 sayılı
Elektrik Piyasası Kanunu’nun muhtelif maddelerinde değişiklik ve bu Kanuna
eklemeler getiren 6719 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 17.06.2016 tarihli Resmi Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Adı geçen Kanunun iki hükmü üzerinde
durularak, Anayasaya aykırı olup olmadığının tartışılması gerekecektir.
A- Kanunun 21.
maddesi; yargı için hukukilik denetimi değil, yerindelik denetimi öngörmüştür
ki, bu husus “Yargı yolu” başlıklı Anayasa m.l25/4’e açıkça aykırı
olabilecektir. Çünkü Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılan yargı
yetkisi, yerindelik denetimini kapsamaz.
12.09.2010
referandumu ile değiştirilen Anayasa m.l25/4’e göre; “Yargı yetkisi, idari
eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir
surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda
gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak,
idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı
kararı verilemez”.
Kanunun 21.
maddesi, yargının hukukilik denetimi yetkisini kısıtlamakta ve yargı yetkisini,
sadece Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun düzenleyici işlemleri ile
tüketiciden alınacak bedellerin uygunluğunu, bir anlamda yerindeliğini
denetlemekle sınırlandırmaktadır.
Kanun bu
yönüyle yargının, tüketiciye yüklenen elektrik enerjisi bedellerinde yer alan,
hukukun evrensel ilke ve esasları ile bunları koruyan Anayasaya aykırılık
taleplerini, yani elektrik faturasında yer alan unsurları denetleyip hukuka
aykırı olanlarım iptal etmesini, varsa tüketiciden haksız alınanların faizi ile
iadesini engellemeyi amaçladığı bir gerçektir.
B- Anayasa’nın
36.maddesinde güvencesi altında olan hak arama hürriyeti de, 6719 sayılı
Kanunun 21 ve 26. maddeleri ile engellenmektedir ki, bu durum “hukuk devleti”
ilkesini güvence altına alan Anayasa m.2 ve hak arama hürriyetini koruyan
Anayasa m.36/1 ’e aykırı olabilecektir.
Ayrıca; yargı
yetkisinin bu şekilde kısıtlanması, “kuvvetler ayrılığı” ilkesine de haksız bir
müdahale niteliği taşımakta, bir anlamda “Yargı yetkisi” başlıklı Anayasa m.9’a
aykırılığı gündeme getirmektedir.
4- Kanunun 26.
maddesi ile yürürlüğe giren ve geriye dönük olarak açılan icra takiplerini,
davaları ve başvuruları olumsuz etkilemesi amaçlanan geçici 20. maddede,
‘‘aleyhe geriye yürümezlik” kuralını ihlal ettiği için hukuka ve Anayasaya
aykırı görülebilir. Çünkü hukuki öngörülebilirlik ve bilinirlik gereğince yasal
yola başvuran ve hakkım mahkemede arayan tüketicinin; Kanunun olumsuz etkisinin
geriye dönük tatbiki ile hak arama hürriyetine ciddi şekilde kısıtlama
getirilmekte, enerji dağıtım şirketlerinin kendisinden yaptığı haksız tahsilatları
faizi ile iade alabilmesinin önü kapatılmaktadır. Bu kısıtlama, hem 6719 sayılı
Kanununun 21. maddesinde ve hem de geriye dönük olarak bu madde ile 6446 sayılı
Kanunun 17. maddesine eklenen hükmün uygulanacağını öngören 26. maddede net
olarak kendisini göstermektedir.
“Hukuk
devleti” ilkesinin en önemli unsurlarından birisi “kanunların geriye
yürümezliği” ilkesidir. Bu ilke de Anayasamızla teminat altına alınmıştır. Bu
itibarla Kanunun yayımı tarihinden öncesi döneme ilişkin ve/fakat Kanunun
Yayımı tarihinden sonra ikame edilen davalar bakımından dahi söz konusu Kanuni
düzenlemenin uygulanması olanaklı değildir.
Geriye
yürümezlik ilkesi, hukuk kurallarının zaman bakımından uygulanmasıyla ilgili
temel bir ilkedir. Bu ilke hukuk kurallarının zaman bakımından uygulanmasında
en dikkat çekici olan ilkedir.
Roma hukukunda
Cicero zamanında öngörülen bu ilkeye Justinian zamanında gelecek yüzyılları
etkisi altına alacak şekilde ifade kazandırılmıştır. Buna göre; “Kanunların ve
imparator emirnamelerinin, eğer geçmişe veya henüz askıda olan geçmişe ait
işlemlere uygulanması açıkça öngörülmemişse, yalnızca geleceğin hukuki
işlemlerine ilişkin hüküm koyduğu ve geçmişteki olaylara uygulanmayacağı
hususunda kuşku yoktur.
Geriye
yürümezlik ilkesinin tanımı konusunda görüş birliği bulunmamasına karşın, ilke
genel olarak şu şekilde tanımlanabilir: “Yürürlüğe giren yeni kuralın yürürlük
tarihinden önceki dönemde hukuki sonuçlar doğurmasını yasaklayan ve kuralın
ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki olaylara uygulanmasını emreden hukukun
genel prensibidir.”
Eski dilde
“makable şümul”, “makabline şamil” ve “makable teşmili” kavramlarıyla,
günümüzde ise “geçmişe etki yasağı”, “geçmişi kapsamak” ve “geriye yürümezlik”
olarak ifade edilen bu ilke gereğince, ‘... toplum içinde yaşayan insanların
hangi yoldan yürümeleri gerektiğini gösteren kurallar prensip itibarıyla yolun
yürünmüş kısmına değil; yolun yürünmemiş kısmına ait bulunmalıdır. Çünkü yolun
yürünmüş kısmı hangi şekilde arkada bırakılırsa bırakılsın onun hesabı sonradan
ihdas edilen kurallara göre görülemez. Zira kimseden gelecekte yürürlüğe
girecek, bugünden bilinmeyen kurallara uygun davranış beklenemez.
Bu ilke ilk
kez 26 Ağustos 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nde temel bir
hak olarak yer almıştır. Bildirimin 8. maddesinde; ‘Yasa ancak açık ve zorunlu
olarak gerekliliği beliren cezaları koymalıdır ve bir kimse ancak suçun
işlenmesinden önce kabul ve ilan edilmiş olan ve usulüne göre uygulanan bir
yasa gereğince cezalandırılabilir’ kuralına yer verilmiştir.
10 Aralık 1948
tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 11. maddesinin ikinci fıkrasında
ise; ‘Hiç kimse işlendikleri sırada milli veya milletlerarası hukuka göre suç
teşkil etmeyen fiillerden veya ihmallerden ötürü mahkûm edilemez. Bunun gibi,
suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha şiddetli bir ceza
verilemez’ şeklinde dolaylı şekilde ifade edilmiştir.
4 Kasım 1950
tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 7. maddesinde; ‘Hiç kimse,
işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre bir suç sayılmayan bir
fiil veya ihmalden dolayı mahkûm edilemez. Yine hiç kimseye, suçun işlendiği
sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez’ biçiminde yer
verilmiştir.
Türk
doktrininde ve uygulamasında geriye yürümezlik ilkesinin hukukun genel bir
ilkesi olduğu kabul edilmektedir. Bu anayasal bir ilkedir.
Anayasa
Mahkemesinin 2005/128 E. 2008/54 K. sayılı 07.02.2008 tarihli kararında özetle:
‘Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka
uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her
alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçman, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. “Hukuk güvenliği ilkesi”, hukuk
devletinde uyulması zorunlu temel ilkelerden birini oluşturmaktadır. Anayasada
öngörülen temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının ve insan haklarının yaşama
egemen kılınmasının önkoşulu olan hukuk güvenliği ilkesi, hukuk normlarının
öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Daha önce tesis edilmiş bulunan
işlemlerin doğurduğu hukuki sonuçları ortadan kaldıracak şekilde yasama
tasarrufunda bulunulması, hukuk güvenliği ilkesine aykırılık oluşturur. Hukuk
devletinin gereği olan hukuk güvenliğini sağlama yükümlülüğü, kural olarak
yasaların geriye yürütülmemesini gerekli kılar. “Yasaların geriye yürümezliği
ilkesi” uyarınca yasalar, kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği,
kazanılmış hakların korunması, mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı
durumlar dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve
eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve
kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olmaması hukukun genel
ilkelerindendir’ denilerek hukuki güvenlik ilkesi gereğince kanunların geriye
yürümeyeceği açıkça belirtilmiştir.
Yargıtay
kararlarında önceye etki yasağı ile ilgili olarak; “...toplum barışının temel
dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta,
kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için öğretide tersini öngören
bir hükmü kendi bünyesinde taşımayan bir kanunun kural olarak geriye
yürümeyeceği (geçmişe etkili olamayacağı) esası kabul edilmiştir...” (Yargıtay
HGK., 20.2.2008, 2008/13-160, 2008/147).
Bu
açıklamalara göre geçmişe dönük uygulanması yönünde hüküm ihtiva etmeyen yasal
düzenlemenin yürürlük tarihinden sonraki olaylara ilişkin olduğu ve yürürlük
tarihinden önceki olaylara uygulanmasının mümkün olmadığı açıktır.
5- Söz konusu
iptale tabi hükümlerin Anayasaya aykırı olmadığı kabul edilse dahi, 26.madde de
düzenlenen ‘açılmış bulunan’ ifadesi ile bu Yasının yürürlük tarihinden önceki
dosyalara uygulanma riski bulunmaktadır. Belirtilen Kanunun, hiçbir maddesinde,
yayımı tarihinden önceki olaylara ve davalara uygulanacağına (makable şamil
olduğuna) dair açık bir ifade bulunmamaktadır.
Önceye etki
kuralının-geriye yürümezlik kuralının istisnası olabilecek durumlar açısından
söz konusu kanunda açıkça ve özellikle geçmişe etkililik durumunun belirtilmesi
ve/veya bazı ilkelere uyulması gerekmektedir. Bu husus doktrinde; Önceye etkili
düzenlemeler getirilirken dikkat edilecek bazı hususlar vardır. Yeni norm genel
hukuk ilkelerine, Anayasaya, temel hak ve özgürlüklere uygun olmalıdır. Önceye
etkili kuralın varlığı düzenlemede çok net ve açık bir şekilde ifade edilmiş
olmalıdır şeklinde ifade edilmiştir. Açık şekilde (sarahaten) ifade olunmadığı
takdirde kanunun geçmişe etkili olarak uygulanması mümkün değildir.
Bu noktada,
uyuşmazlığın üzerinde toplandığı yön itibariyle; Türk Hukuk Sisteminde
Kanunların geriye yürümesi (geçmişe etkililik) konusunda genel ve kısa bir
değerlendirme yapılmasında yarar görülmüştür: Öncelikle belirtilmelidir ki;
yürürlüğe giren bir kanunun geriye yürüyüp yürümeyeceği (geçmişe etkili olup,
olamayacağı) konusunda mevzuatımızda genel bir hüküm yoktur. Ancak, toplum
barısının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karsı güveni
sağlamak ve hatta, kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için,
öğretide, tersini öngören bir hükmü kendi bünyesinde taşımayan bir kanunun
kural olarak geriye yürümeyeceği (geçmişe etkili olamayacağı) esası kabul
edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında, kural
olarak her kanun, eğer tersini öngören bir hüküm taşımıyorsa, ancak yürürlüğe
girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere
uygulanır; o tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere
uygulanmaz. Hukuk güvenliği bunu gerektirir.
Kanunların
geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralının istisnaları da vardır.
Bunlardan birini, beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar oluşturmaktadır
Diğerini ise; Kamu düzeni ve genel ahlaka ilişkin kurallar oluşturmaktadır. Bu
iki halde kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Ayrıca; Yargılama hukukunu
düzenleyen (usul hukukuna ilişkin) kanunlar da, ilke olarak geçmişe etkilidir.
Konuya ilişkin
olarak Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurul kararı bulunmakta
olup bilindiği üzere bu türlü kararlar kanun mahiyetindedir ve herkesi
bağlayıcı özellik arz etmektedir. Yargıtay Büyük Genel Kurulunun Esas No:
1943/26 Karar No: 1946/9 Karar 22.05.1946 tarihli kararında aynen; “Kaideten
her hadisenin hukuki hükümleri; o hadisenin vuku bulduğu tarihte yürürlükte
bulunan kanun hükümlerine tabi bulunmuş ise de, bu kaide mutlak surette cereyan
etmeyip kamu düzeniyle ilgili bulunan veya metninde makabline şamil olacağı
tasrih edilmiş olan kanunların makabline şamil olması icab edeceğine ve 3467
sayılı Kanunun geçici maddesinde de beyan olunmak suretiyle makabline şamil
olduğu tasrih edilerek sadece kanunun yürürlüğe girdiği tarihte bakılmakta
bulunan davaların bu hükümden istisna edilmiş olduğu tasrih edildiğine göre
tazminatla sorumlu olan sözü geçen mühendisler hakkında 3467 sayılı Kanun
hükümlerinin tatbik edilmesi gerekli olduğuna oyların üçte iki çoğunluğuyla 22
Mayıs 1946 gününde karar verilmiştir.” şeklindedir. Buna göre kanun metninde
“makable şamil olacağının tasrih edilmiş olan kanunların makable şamil olması”
mümkündür.
Ayrıca
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2006/14-701-798 sayılı kararında aynen:
“08.11.2006 “3402 sayılı Kadastro Kanunu'nda 5304 Sayılı Kanun ile yapılan
değişikliğin geçmişe etkili olacağına dair, anılan kanunda bir hüküm
bulunmadığı gibi; olayda, az yukarıda belirtilen istisnalardan herhangi biri de
söz konusu olmadığından sonradan yürürlüğe giren 5304 Sayılı Kanunun 11.
maddesinin uyuşmazlığa uygulanması, eş söyleyişle bu hükmün davacı yararına
gerçeklesen kazanılmış hakka etkili olması olanaklı değildir’, Nitekim,
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 09.03.1988 tarih ve 1987/2-860 E., 1988/232
K.;20.12.1989 gün 1989/12-539 E., 1989/662 K.; tarih ve 2002/1-119 E., 2002/135
K.;26.06.2002 gün ve 2002/14-517 E., 2002/554 K.; tarih ve 2002/11-633 E.,
2002/847 K.;23.03.2005 gün ve 2005/14-172 E., 2005/195 K.; 12.07.2006 gün ve
2006/4-519 E., 2006/527 K. sayılı kararında da aynı ilke benimsenmiştir”
denilmektedir.
6- “Hukuki
güvenlik ilkesi” hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur ve Anayasa’nın
bütününe egemen olan temel bir ilke görünümündedir. İşbu kanunun kabulü
sonrasında ikame edilen ve/fakat kanun yayımı tarihinden öncesi döneme ilişkin
olan uyuşmazlıklar için dahi işbu kanunun uygulanması mümkün değildir. Hukuk
devleti ilkesi, en kısa tanımıyla; “vatandaşların hukuki güvenlik içinde
bulundukları, devletin eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına bağlı olduğu bir
sistemi anlatır.”
Hukuki
güvenlik ilkesi, bir uyuşmazlığa mahkemelerce nihai biçimde karara
bağlanmasından ardından, kesin hüküm oluşturan kararlara saygı gösterilmesini
gerektirmektedir. Bu ilke uyarınca ayrıca, yargı kararlarında belirli bir
istikrarın ve tutarlığın sağlanması gerekir.
Hukuk devleti
hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm işlem ve eylemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven
duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir. Hukuk devleti ilkesi,
bünyesinde birçok alt ilke içeren genel bir ilke olduğundan diğer bazı
ilkelerle birlikte ele alındığında kavranması kolaylaşacaktır.
Anayasa
Mahkemesi birçok kararında “hukuki güvenlik ilkesi”nin hukuk devletinin
unsurlarından biri olduğunu kabul etmiştir. Yüksek Mahkemeye göre hukuk
devletinde hukuk güvenliğini sağlayan bir düzenin kurulması asildir10.Hukuki
güvenlik ilkesi gereğince devletin, vatandaşların mevcut kanunlara olan
güvenine saygılı davranması, bu güvenlerini boşa çıkaracak uygulamalardan
kaçınması gerekir. Bu durum hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğu kadar
Anayasa’nın 5. maddesiyle devlete yüklenen, vatandaşların refah, huzur ve
mutluluk içinde yaşamalarını sağlama, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmek
için gerekli ortamı hazırlama ödevinin bir sonucudur.
Bu yönüyle,
hukuk devletinin önemli bir unsuru olarak hukuki güvenlik ilkesi, yalnızca
hukuk düzeninin değil, aynı zamanda belirli sınırlar içinde, bütün devlet
faaliyetlerinin, belirli oranda önceden öngörülebilir olması anlamını taşır.
Hukuki güvenlik sadece bireylerin devlet faaliyetlerine duyduğu güveni değil,
aynı zamanda yürürlükteki mevzuatın süreceğine duyulan güveni de içerir. Bu
nedenle hukuk devletinde beklenen, açık ve güvenilir olma yükümlülüğüne uygun
davranmasıdır. Hukuki güvenlik ilkesi, kanunların geçmişe etkili olarak
yorumlanmaması ve genel itibariyle yürürlük tarihinden sonraki olaylara ilişkin
uygulanması gerektiği yönündedir. Yukarıda da belirtildiği üzere başvuruya konu
somut davaya konu olan ve kabul edilen yasa metninde bahse konu kanunun makable
şamil olarak ve kanunun yayımı tarihinden önceki durumlara uygulanacağına dair
her hangi bir hüküm yoktur. Hukuki güvenlik ilkesi uyarınca da yürürlük tarihi
öncesinde ikame edilen davalara yeni kabul edilen kanun hükümlerinin uygulanması
olanaksızdır.
7- Yukarıda
belirtildiği üzere, hukuk devleti ilkesine TC. Anayasası’nın Cumhuriyetin
nitelikleri başlığını taşıyan 2. maddesinde ver verilmiştir. Bu ilke, Devletin
her türlü eylem ve işlemlerinde uyması gereken hukuk kurallarının olduğu,
böylece vatandaşlar yönünden tam bir hukuki belirliliğin ve güvencenin
sağlandığı bir toplum düzenini ifade eder. Ancak hukuk devleti ilkesinin salt
Anayasa’da yer alması yeterli olmayıp, ilkenin hayata aktarılması bazı somut
koşulların gerçekleştirilmesine bağlıdır. Anayasa Mahkemesi ‘Hukuk Devleti
ilkesi bir kararında tanımlamıştır. Buna göre, “Anayasa’nın 2. maddesine göre,
Cumhuriyetin temel ilkeleri arasında sayılan hukuk Devleti, insan haklarına
saygılı ve bu haklan koruyan, adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu
sürdürmekle kendini yükümlü sayan, bütün işlem ve eylemleri yargı denetimine
bağlı olan Devlettir. Böyle bir düzenin kurulması, yasama, yürütme ve yargı
alanına giren tüm işlem ve eylemlerin hukuk kuralları içinde kalması, temel hak
ve özgürlüklerin, Anayasal güvenceye bağlanmasıyla olanaklıdır”.
Şu halde hukuk
devleti ilkesinin salt Anayasa’da yer alması yeterli olmayıp, devletin tüm
organlarının yetkileri, yaptığı işlem ve aldıkları kararların, yasalarda
objektif, açık ve herkese eşit uygulanabilir bir biçimde düzenlenmesi gerekir.
Aksi halde vatandaşlar yönünden hukuki güvenliğin yeterince sağlandığını
söylemek olanaklı değildir. Bunun yanında, öncelikle yasa koyucu, norm koyarken
insan hak ve özgürlüklerine getirilen sınırlandırmanın sınırı olarak ölçülülük
ilkesi ile bağlıdır. Nitekim AY’nın. 5. maddesi, Devletin temel amaç ve
görevleri arasında, “kişinin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya” çalışmayı da saymıştır. 13. maddesinde ise,
“Temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın
ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabileceğini; bu sınırlamaların, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik
toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olamayacağını” belirtmiştir. Temel hak ve hürriyetlerden birisi olan marka
hakkına ilişkin düzenlemelerde bu hakkın elde edilmesine getirilen
sınırlandırmalar, açık, net, denetlenebilir, herkese eşit uygulanabilir ve
ölçülülük ilkesi ile bağdaşır bir düzenleme ile yapılmak gerekir.
Somut
uyuşmazlıkta uygulanması söz konusu olan iptale konu 26. maddede de düzenlenmiş
‘açılmış bulunan’ ifadesi ile bu hükümlerine bu Yasının yürürlük tarihinden
önceki açılmış ve eldeki somut uyuşmazlıkta olduğu gibi çok sayıda dosyaya
uygulanma durumu söz konusu olup yapılan bu düzenleme, yukarıda anılan bu
ilkelere tamamen aykırıdır. Nitekim AİHM tamamen aynı sayılabilecek bir
kararında; Sosyal güvenlik ödemeleriyle ilgili başvurucuların uyuşmazlıkları
devam ederken 1994 yılında kabul edilen ve geriye etkili biçimde uygulanacak
bir yasayla ödeme miktarının tespitinde esas alınacak bir oran belirlenmiştir.
Bazı milletvekilleri bu düzenlemenin, yasama organının devam eden davalara
müdahale etmesi anlamına geldiği ve güçler ayrılığı ilkesine aykırı olduğu
gerekçesiyle Anayasa Konseyine yaptıkları başvuru reddedilmiştir. Sonrasında da
uyuşmazlıklar yasanın öngördüğü biçimde çözüme kavuşturulmuştur. Starzburg
Mahkemesi, yasamanın hukuki meselelerde geriye etkili biçimde mevcut
yasalardaki hakları düzenleyen yeni kurallar kabul etmesini engelleyen bir
husus bulunmadığını kabul etmiştir. Fakat kamunun menfaatine ilişkin zorunlu
nedenler bulunmadıkça bir uyuşmazlığın karara bağlanmasını etkileyecek biçimde
adaletin iradesine yasam organını müdahale etmesinin, hukuk devleti ilkesiyle
ve adil yargılanma hakkıyla bağdaşmayacağı dikkat çekilmiştir. Mahkemeye göre,
somut olayda, yasamanın müdahalesini gerektirecek bir durum ortaya çıkmamıştır
ve böyle bir yasa değişikliğinin kabul edileceği öngörülebilir de değildir.
Getirilen düzenlemeyle birlikte, devletin davalı olarak yer aldığı
uyuşmazlıkların esası yasama organı tarafından karara bağlanmıştır ve
sonrasında verilen kararların bir anlamı kalmamıştır. Bu nedenlerle de
başvurucuların adil yargılanma haklarının ihlal edildiği belirtilmiştir.
Bu karar ışığında
nihayete ermemiş yargılamaların sonucunu açıkça etkileyecek mahiyette yasa
değişikliklerin yapılmasının öncesinde adil yargılanma hakkı açısından da
konunu değerlendirilmesi gerektiği söylenebilecektir. Oysa iki iptale konu yasa
değişikliği ile somut başvuruda olduğu gibi davanın esasını doğrudan doğruya
etkileyecek bir düzenleme getirildiği açıkça bellidir.
8- Yukarıda
zikrettiğimiz düzenlemeler, açılmış davalar yönünden müktesep/kazanılmış hakka
da aykırıdır. Çünkü ortada, geçmişten gelen ve tüketiciden alınmaması gerektiği
halde haksız tahsil edilen bedellerin iadesini talep eden davalar vardır. Bu
talep hakkı geçmişte gerçekleşmiş ve bir hak olarak ilgili tüketicilerce
kazanılmıştır. Bu hakkın, geriye etkili yasal düzenleme ile tüketicinin elinden
alınması kabul edilemez.
6446 sayılı
Kanunun 17. maddesine 10. fıkra olarak eklenen hükümde yer alan “mahkemelerin
yetkisi, bu bedellerin, Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi
ile sınırlıdır” ibaresi, yargı yetkisine kısıtlama getirmiş ve tüketicinin
haklarını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmasına yol açmıştır.
9- 6719 sayılı
Kanunun ilgili hükümleri, net bir şekilde “sorumluluğun şahsiliği” ilkesine de
aykırıdır. Herkes, yalnızca kendi kullandığı ve tükettiği mal veya hizmetin bedelini
ödemekle yükümlü kılınabilir. Bu kuralı aşan veya göz ardı eden yasal düzenleme
keyfi kabul edilir ve Anayasa aykırı kabul edilir.
Belirtmeliyiz
ki, tüketiciler tarafından açılan istirdat davalarında davayı gören
mahkemelerin geçici 20. maddeyi “yok” sayabilmeleri, yani geriye dönük aleyhe
uygulama olamayacağından bâhisle yalnızca ileri etkili uygulamaları kabul
edilebileceğini söyleyip karar verebilmeleri mümkün müdür? Her ne kadar
yürürlüğe giren düzenleme hukuka aykırı olsa da, yürürlükte kaldığı müddetçe
geriye veya ileriye uygulanacaktır. Bunun yegane istisnası, cezai konularla
ilgili yasal düzenlemelerdir. Cezai konularla ilgili yasal düzenlemeler, kişi
aleyhine geriye etkili uygulanamaz. Somut olayda ise; yukarıda bahsettiğimiz
iki yasal düzenlemeler, iptal edilmedikleri veya yürürlükten kaldırılmadıkları
sürece uygulanacaktır.
Burada kanun
koyucu mahkemeye Kurumun elektrik enerji bedelleri ile ilgili düzenlemelerini
denetleme değil, yalnızca bu düzenlemelere göre uygun faturalar hazırlanıp hazırlanmadığını
denetlemekle yetkilendirilmiştir. Bu da tipik bir muhasebe niteliği taşıyan
yerindelik denetimidir. Bu şekildeki bir düzenleme, “Kuvvetler Ayrılığı
İlkesi”nin açık ihlali olup, kabul dilemez.
Tüm bunlara
ilaveten geçmişe yürümenin istisnası kamu düzeni veya kamu menfaati iptali
istenen yasal düzenlemenin konusunu da oluşturmamaktadır.
SONUÇ
VE İSTEM: Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, 6719 sayılı Kanunun
21 ve 26. maddelerinin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2, 5, 10, 36 ve
125/4-son maddelerine açıkça aykırı olduğundan öncelikle bu maddelerin; bunun
mümkün olmaması halinde eşitlik, adil yargılanma, her dava açıldığı tarihte
geçerli bulunan mevzuata göre incelenir kuralı ve hukuki güvenlik ilkelerine
uygun düşmemekte olan anılan Yasa’nın 26. madde içerisindeki 'açılmış bulunan’
ibaresinin iptal edilmesi, yüce mahkemeden saygılarımızla arz olunur.”
Esas Sayısı : 2016/138
Karar Sayısı : 2016/131
“…
1- Davacı vekili 04.12.2015 tarihli dava dilekçesi ile davalı
Elektrik şirketinin hizmet karşılığı olmayan hukuka aykırı şekilde alman bedellerin
tahsili için alacak davası açılmıştır. Mahkememiz dava dosyası halen derdest
olup yargılama devam edilmektedir.
2- İtiraza konu Kanunun 26. maddesi ile yürürlüğe giren ve geriye
dönük olarak açılan icra takiplerini, davaları ve başvuruları olumsuz
etkilemesi amaçlanan geçici 20. maddede, “aleyhe geriye yürümezlik” kuralını
ihlal ettiği için bu durum “hukuk devleti” ilkesini güvence altına alan
Anayasa’nın 2. ve hak arama hürriyetini koruyan Anayasa’nın 36. maddelerine
aykırıdır. Çünkü; hukuki öngörülebilirlik ve bilinirlik gereğince yasal yola
başvuran ve hakkını mahkemede arayan tüketicinin; Kanunun olumsuz etkisinin
geriye dönük tatbiki ile hak arama hürriyetine ciddi şekilde kısıtlama
getirilmekte, enerji dağıtım şirketlerinin kendisinden yaptığı haksız
tahsilatları faizi ile iade alabilmesinin önü kapatılmaktadır.
3- İtiraza konu kanun, açılmış davalar yönünden müktesep(kazanılmış)
hakka da aykırıdır. Çünkü ortada, geçmişten gelen ve tüketiciden alınmaması
gerektiği halde haksız tahsil edilen bedellerin iadesini talep eden davalar
vardır. Bu talep hakkı geçmişte gerçekleşmiş ve bir hak olarak ilgili
tüketicilerce kazanılmıştır. Bu hakkın, geriye etkili yasal düzenleme ile
tüketicinin elinden alınması hukuka ve “hukuk devleti” ilkesini güvence altına
alan Anayasa’nın 2. ve hak arama hürriyetini koruyan Anayasa’nın 36.
maddelerine aykırıdır.
SONUÇ:
Yukarıda tartışılıp izah olunan nedenlerle;
Davanın sübutu halinde, dava dosyasında uygulanacak kanun maddesi
olduğundan;6719 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un 26.maddesiyle eklenen 6446 sayılı Elektrik Piyasası
Kanunu’nun geçici 20.maddesinin 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
“hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesine ve Cumhuriyetin Nitelikleri başlıklı 2. maddesine aykırı
düzenleme içerdiği kanaatine varılmakla, Yüksek Mahkemece, mahkememiz
başvurusunun itiraz olarak kabul edilerek, ;6719 sayılı Elektrik Piyasası
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 26.maddesiyle
eklenen 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun geçici 20.maddesinin İPTALİNE
karar verilmesi, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 152.ve 6216
sayılı Yasanın 40. maddesi gereğince saygı ile arz ve talep olunur.”
Esas Sayısı : 2016/147
Karar Sayısı : 2016/139
“…
Yukarıda belirtilen madde hükmü bir hukuk devletinde olması gereken “Hukuki Güvenlik İlkesi” aykırıdır.
Hukuk devletinde devlet, hukuk güvenliğini sağlama yükümlüdür. Hukuki güvenlik
ilkesi kural olarak yasaların geriye yürütülmemesini gerekli kılar. “Yasaların
Geriye Yürümezliği ilkesi” uyarınca yasalar kural olarak yürürlük tarihlerinden
sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar. Yürürlüğe giren
yasaların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olamaması
hukukun genel ilkelerinden “Kazanılmış
Hakların Korunması” ilkesinin gereğidir.
Bununla birlikte hukuki güvenlik ilkesi belirliliği de gerektirir.
Belirlilik ilkesi”, yükümlülüğün hem kişiler hem de idare yönünden belli ve
kesin olmasını, yasa kuralının, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli
bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul
bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesini
gerekli kılar. İtiraz konusu yasa ile devam eden davalar için yasayla geriye
dönük olarak açık bir müdahale yapılmıştır.
Somut vakıada davalı Kurum, tüketiciden alınmaması gereken kayıp
kaçak bedellerini davacıdan tahsil etmiştir ki, kayıp kaçak bedellerinin nihai
tüketiciye yansıtılamayacağı istikrarlı Yargıtay uygulamaları ile sabittir.
(YHGK, 21/05/2014 gün ve E.2013/7-2454, K.2014/679 sayılı kararı ve Yargıtay 3.
HD’nin yerleşik içtihatları).
Eldeki davada, davacı, dava açıldığı tarihte hukuka aykırı olarak
tahsil edilen kayıp kaçak bedelinin iadesini talep etmiş, bu davanın
gerektirdiği mahkeme masraflarına katlanmıştır. Davacı istikrarlı Yargıtay
uygulamalarına göre kazanmayı beklediği -meşru beklenti ilkesi gereği- işbu
davayı, iptali talep edilen Kanun hükmü nedeniyle kaybedecektir. Başka bir
ifadeyle meşru beklenti seviyesinde kazanılması umulan davanın, belirtilen Kanun
hükmüyle kesin olarak reddedilecek olması Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan
hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Diğer taraftan itiraz konusu kural Anayasa’nın 36. maddesinde garanti
altına alınan adil yargılanma hakkına aykırıdır. Zira adil yargılanma hakkı
gereği kişiler açtıkları davaların -kamusal veya değil- herhangi bir müdahale
olmaksızın bağımsız ve tarafsız biçimde görülmesini isteme hakkına sahiptir.
Oysa itiraz konusu kural ile devam eden davalara müdahale edilmekte ve davalı
lehine belli bir avantaj sağlanmaktadır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine (AİHM) göre devam eden davalara belli bir sonucu garanti etmek adına yasa ile
yapılan kamu müdahaleleri Sözleşme’nin 6. maddesinde güvenceye kavuşturulan
adil yargılanma hakkını ihlal eder. AİHM, ihlal bulduğu kararlarda, özellikle
yargılama sırasında yürürlüğe giren kanunla yapılan müdahalenin “zamanlaması ve şekli”ni dikkate
almış, karar verme aşamasına yakın bir zamanda yargılamanın sonucuna etki
edecek şekilde yapılmış olan müdahaleler yönünden ihlal tespit etmiştir (Bkz.: Stran Greek Refıneries ve Stratis
Andreadis/Yunanistan, § 49-50); Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve
Diğerleri/Fransa [BDJ, B. No: 24846/94 34165/96 34166/96 ve diğer 7 başvuru numarası, 28/10/1999, § 59;
Papageorgiou/Yunansitan, B. No: 24628/94, 22/10/1997; At ve
Diğerleri/Yunanistanan, B. No: 39374/98, 7/11/2000, § 20-21).
AİHM müdahalenin “öngörülebilir”
olmasını, “belli bir davayı
hedef almamasını”, “az miktarda olması”nı, “zorlayıcı bir kamu yararı
taşıması”nı ve “davanın esasının mahkemelerce incelenmesem şart koşmuştur (Bkz.: (National
& Provincial Bnilding Society, Leeds Permanent Bnilding Society ve
Yorkshire Building Society/Birleşik Krallık, § 112; Forrer-Niedenthal/Almanya, B. No: 21319/93 21449/93 21675/93, 23/10/1997 § 64; OGIS-
Institut Stanislas, OGEC Saint-Pie X ve Blanche de Castille ve Diğerleri/Fransa, B. No: 42219/98 54563/00, 27/5/2004, §
71-72).
İtiraz başvurusuna konu kural bu açıdan değerlendirildiğinde;
öncelikle ilgili kural öngörülebilir değildir, zira davacılar açısından dava
açıldığı tarihte bu yönde bir tahminde bulunmak olanaksızdır. Yine ilgili kural
belli bir davayı hedef almamakla birlikte sonuçları itibarıyla mali hakları
ciddi tutarlarda etkilemektedir. Ayrıca ilgili kuralın yasama organınca hangi
zorlayıcı kamu yararı gereğince kabul edildiği belli değildir. Oysa devam eden
davalara belli bir sonucu garanti edecek biçimde müdahale eden ilgili kuralın
hangi zorlayıcı kamu yararına matuf kabul edildiğinin açıklanması gerekir. Son
olarak ilgili kural gereği mahkemelerin davanın esasını inceleyebilmesi
olanaksızdır, çünkü mahkemeler ilgili kuralın amir hükmü gereği davayı
davacının aleyhine sonuçlandırmak durumundadır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında; İtiraz konusu Kanun hükmü Anayasanın
2. maddesinde yerini bulan HUKUK DEVLETİ ilkesini ve 36. maddesinde yer alan
ADİL YARGILANMA HAKKINI ihlal etmektedir.
SONUÇ VE İSTEM:
Yukarıda açıklanan nedenlerle, Anayasanın 152. maddesinin birinci
fıkrası ile 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun 40. maddesi uyarınca, bakılan davada uygulanacak kuralın;
Anayasa’nın 2. ve 36. maddesine aykırı olduğu kanaatine varıldığından, anılan
düzenlemelerin iptali istemiyle itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine
başvurulmasına, dava dosyasının onaylı bir örneği ile iş bu kararın aslının
Anayasa Mahkemesine gönderilmesine. Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği
karara kadar 5 ay süreyle davanın geri bırakılmasına, bu süre içerisinde
Anayasa Mahkemesince bir karar verilmemesi halinde, mevcut mevzuat hükümleri
ile dosyadaki bilgi ve belgelere göre davanın görülmesine, kararın bir
örneğinin taraflara tebliğine 01.07.2016 tarihinde karar verildi.”
Esas Sayısı : 2016/149
Karar Sayısı : 2016/140
“Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirket bünyesindeki
otelin 7860 abone numarası ile davalıdan elektrik enerjisi satın aldığını,
enerjinin satın aldığı dönemler için her fatura döneminde hukuka aykırı olarak
kayıp kaçak bedeli adı altında alacak kalemleri ekleyip tahsil ettiğini, kaçak
elektrik kullanan kişilerin kullanım bedelleri ile dağıtım şebekesinden
kaynaklanan kayıp bedellerinin müvekkili gibi ödeme yapan abonelerden talep ve
tahsil edilmesinin haksız şart niteliğinde olduğunu, davacının 4628 Sayılı
Elektrik Piyasası Kanununun 1. maddesinin 17. fıkrasında tanımlanan tüketici
tanımına girdiğini, 4628 Sayılı Kanunun 11. maddesinin ve elektrik Piyasası
Müşteri Hizmetleri Yönetmeliğinin 33 maddesinde yönetmelik hükümleri uyarınca
elektrik enerjisi hizmeti alan müşterilerin hakları ve zararlarının tazmini
konusunda 4628 Sayılı Yasanın 11. maddesi ve 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması
Hakkındaki Kanun hükümleri ile buna ilişkin diğer mevzuat hükümlerinin
uygulanacağının düzenleneceğini, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 2014/13539 esas
2014/16751 karar sayılı ilamı ile enerji satın alan abonenin alternatif
elektrik abonelik sözleşmesi yapma olanağının bulunmadığı, kayıp kaçak
bedelinin EPDK’nun ifdas ettiği 2. Mevzuat (yönetmelik, EPDK kurul kararları ve
tebliğleri) hükümleri ile alınamayacağı ancak TC Anayasasının 73 maddesindeki esas
ve ilkeleri karşılayan kanun ile alınabileceği yönündeki kararı, Yargıtay Hukuk
Genel Kurulunun 17.12.2014 tarih 2014/7-1888 esas 2014/1045 Sayılı ilamı ile de
yanı sıra kayıp kaçak bedelinin tahsilinin sözleşme ile hüküm altına alınmış
olsa dahi dağıtım şirketleri tarafından elektrik abonelerinden tahsil
edilemeyeceğinin kabul edildiğini ileri sürerek 2011 Ocak ve 2012 Eylül dönemi
arasında haksız tahakkuk ve tahsil edilen kayıp kaçak bedelinin davalıdan
tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesi ile özetle; davada Tüketici
Mahkemelerinin görevli olduğunu, ayrıca faturada yazılı bileşenleri belirleme
yetkisinin Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) ait olup, kurum tarafından
yasa ve yönetmelikle verilen yetki kapsamında alınan kurul kararlarının idare
ve düzenleme niteliğinde olduğu ve iptal edilmedikçe geçerli mevzuat hükmünde
olması nedeniyle bağlayıcı olduğunu, kayıp kaçak bedelinin kurulun idare
düzenlemelerine dayalı olarak faturalarda yer aldığını, davanın idare yargıda
ve kararı oluşturan EPDK’ya yöneltilmesi gerektiğini, müvekkili şirketin
AKEDAŞ’a yaptığı ödemelerin de tüm aboneler adına toplu olarak tek seferde
yapılması nedeniyle iade istemli davada müvekkili şirkete husumet
yöneltilemeyeceğini, davanın dayanağı Hukuk Genel Kurulunun kararında kayıp
kaçak bedelinin dağıtım şirketleri tarafından abonelerde tahsil
edilemeyeceğinin belirtildiğini, müvekkili şirketin dağıtım değil üretim
şirketi olduğunu, husumetin bu nedenle de müvekkiline yöneltilemeyeceğini, fatura
bedellerinden dava konusu kayıp kaçak bedelinin tespit edilebilecek olması
nedeniyle davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağını, EPDK kararına
dayalı fatura içeriğinin itirazi kayıt ileri sürülmeden ödenmesi nedeniyle
iadesinin talep edilemeyeceğini savunarak davanın reddini talep etmiştir.
Geçici 20. maddedeki düzenleme, 6719 sayılı Yasanın yürürlüğe
girmesinden önce Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunca alınan kararlara göre
tahakkuk ve tahsil edilen faturalardan dolayı, bu tahakkuk ve tahsillerin
Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun kararlarına uygun olduğu kabul edilerek,
yasanın uygulamasını devam eden dava ve bundan sonra açılacak davalar içinde
uygulama yolunu açmıştır.
Mahkememize göre bu düzenlemeler T C. Anayasası’nın 5, 9, 11, 36 ve 73.
125/4 maddelerine açıkça aykırıdır.
Anayasamızın 2. maddesine göre “Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik
hukuk devletidir.” Hukuk Devleti; insan haklarına dayanan bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda
bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, konulan kurallarda adalet ve
hakkaniyet ölçülerini göz önünde tutan, hakların elde edilmesini kolaylaştıran,
hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalar ile kendini
bağlı sayan, yargı denetimine açık ve hak arama özgürlüğünün önündeki engelleri
kaldıran devlettir. Adil yargılanma hakkı Anayasalarda açıkça tanınsın veya
tanınmasın Anayasamızın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti kavramı bu temel
hakkın içeriğini dolduran haklar ve ilkeleri hukuk sistemlerinin bir parçası
haline getirmeyi zorunlu kılmaktadır.
Anayasamızın 5. maddesine göre “Devletin temel amaç ve görevleri,
Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini,
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
Anayasamızın 9. maddesinde “Yargı
yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.”
Anayasamızın 11. maddesinde “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve
yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan
temel hukuk kurallarıdır.”
Anayasamızın 36. maddesinde (Değişik:3/10/2001-4709/14 md.)
“Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan
kaçınamaz.”
Anayasanın 40. maddesine göre; “Anayasa ile tanınmış hak ve
hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma
imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.”
TC Anayasası’nın 73. maddesinde; “Herkes, kamu giderlerini karşılamak
üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve
dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. Vergi, resim, harç ve
benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.”
Anayasa’nın değişik 125/4 maddesine göre “Yargı yetkisi, idari eylem
ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir suretle
yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda
gösteren şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak,
idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak şekilde yargı
kararı verilemez”.
Bu hükümlerle güvence altına alınan dava yolu ile hak arama
özgürlüğü, bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve
özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birini oluşturmaktadır. Kişinin uğradığı bir
haksızlığa veya zarara karsı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı
haksız bir uygulama ve işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin
en etkili ve güvenceli yolu yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması adil
yargılamanın ön koşulunu oluşturur. Kendisinden haksız bir tahsilat
yapılmasından dolayı açılmış bir davanın çıkarılan bir yasa ile engellenmesi
hak arama özgürlüğünü engelleyici nitelik taşımaktadır.
6719 Sayılı Yasanın 21. maddesi yürürlüğe girdiği 17.06.2016
tarihinden sonrası ve geçici 20 maddeyi ön gören 26. maddesi de 20.06.2016
tarihine kadar açılan takip ve davalar ile başvuruları kapsamaktadır.
Mahkememize göre her iki düzenleme de hukuka ve Anayasaya aykırıdır. Kanunun
21. maddesi yargının hukukilik denetimi yetkisini kısıtlamakta ve yargı
yetkisini sadece Enerji Piyasası Denetleme Kurumu’nun düzenleyici işlemleri ile
tüketiciden alınacak bedellerin uygunluğunu, bir anlamda yerindeliğini
denetlemekle sınırlandırmaktadır. Kanun bu yönü ile yargının tüketiciye
yüklenen elektrik enerjisi bedellerinde yer alan hukukun evrensel ilke ve
esasları ile bunları koruyan anayasaya aykırılık taleplerini yani elektrik
faturasında yer alan unsurları denetleyip hukuka aykırı olanları iptal etmesi
varsa tüketiciden haksız alınanların iadesini engellemeyi amaçlamıştır. Yasa,
bu nedenle Anayasa’nın 125/4 maddesine aykırıdır.
6719 Sayılı Kanunun 21. ve 26. maddeleri ile anayasanın 36.
maddesinde güvence altına alınan hak arama hürriyeti de engellenmektedir. Bu
durum hukuk devleti ilkesini güvence altına alan Anayasa’nın 2. maddesinde
düzenlenen hak arama hürriyetini koruyan 36/1 maddesine de aykırıdır. Yargı
yetkisinin bu şekilde kısıtlanması kuvvetler ayrılığı ilkesine müdahale
niteliği taşıdığından Anayasanın Yargı Yetkisi başlıklı 9. maddesine de aykırıdır.
Kanunun 26. maddesi ile geriye dönük olarak açılan icra takipleri davalar ve
başvuruları da kapsayan geçici 20. maddede “Aleyhe geriye yürümezlik ilkesini
ihlal ettiği için hukuka ve Anayasa’ya aykırıdır.”
Sonuç olarak 6719 Sayılı Yasanın 26. maddesi ile 6446 Sayılı Elektrik
Piyasası Kanununa eklenen geçici 20. maddenin, “Kurul kararlarına uygun şekilde
tahakkuk ettirilmiş, dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, İletim ve
kayıp kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra
takibi, dava ve başvurular hakkında 17 ncı madde hükümleri uygulanır.” ve 6446
Sayılı Kanunu’nun 17 maddesinin değiştirilmesi ve ek fıkraları düzenleyen 21.
maddelerinin T.C. Anayasası’nın 2, 5, 9, 11, 36, 73 ve 125/4. maddelerine
açıkça aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle ve bir davaya bakmakta olan mahkemenin
uygulanacak bir kanunun veya kanun hükmünde kararname hükümlerini Anayasaya
aykırı görmesi durumunda gerekçeli kararı ile Anayasa Mahkemesine başvurması
gerektiğini öngören Anayasa’nın 152. maddesi ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesi
gereğince 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununa, 6719 sayılı Yasa ile eklenen
geçici 20. maddenin “(1) Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş, dağıtım,
sayaç okuma, perakende satış hizmeti, üretim ve kayıp kaçak bedelleri ile
ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular
hakkında 17 nci madde hükümleri uygulanır” düzenlemesi ile bu maddenin
yollaması ile 6446 sayılı Kanunun 17 maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü
fıkraları ile altıncı fıkrasının (a,c,d,f) bentlerinin değiştirilmesi ve aynı
maddeye fıkra eklenmesi hakkındaki 21. maddesinin (10 fıkrasındaki “Kurum
tarafından gelir ve tarife düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere
ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan davalarda; tüketici hakem
heyetleri ile mahkemelerin yetkisi, bu bedellerin kurumun düzenleyici
işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır” şeklindeki fıkrasının T.C.
Anayasası’nın 2, 5, 9, 11, 36 ve 73. maddelerine aykırı olduğu görüşü ile yasa
maddesinin iptali için ANAYASA MAHKEMESİNE başvurulmasına, dosyanın onaylı bir
örneğinin Anayasa Mahkemesine gönderilmesine, yargılamanın Anayasa Mahkemesince
yapılan yargılamada verilecek karara kadar bekletilmesine, Anayasa Mahkemesince
dosyanın eksiksiz olarak ulaşmasından itibaren 5 ay içerisinde karar vermemesi
halinde yargılamaya devam edilip, yürürlükteki yasa hükümlerine göre yargılama
yapılıp karar verilmesine karar verilmiştir.
SONUÇ VE İSTEM :
Yukarıda açıklanan nedenlerle;
6719 sayılı Yasanın 26. maddesi ile 6446 Sayılı Elektrik Piyasası
Kanununa eklenen geçici 20. maddenin, “Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk
ettirilmiş, dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp
kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi,
dava ve başvurular hakkında 17 ncı madde hükümleri uygulanır.” ve 6446 sayılı
Kanunu’nun 17. maddesinin değiştirilmesi ve ek fıkraları düzenleyen 21. maddesi
ile 6446 Sayılı Yasanın 17. maddesine eklenen 10. Fıkrasındaki “Kurum
tarafından gelir ve tarife düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere
ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan davalarda; tüketici hakem
heyetleri ile mahkemelerin yetkisi, bu bedellerin kurumun düzenleyici
işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır.” düzenlemelerinin Anayasanın
2, 5, 9, 11, 36, 73 ve 125/4. maddelerine aykırı olduğunun tespiti ile iptaline
karar verilmesi arz olunur.”
Esas Sayısı : 2016/151
Karar Sayısı : 2016/141
“Mahkememizin
yukarıdaki esas sayılı davasında davacı vekili 23/06/2016 tarihli dilekçesi
ile, “6446 Sayılı Elektrik Piyasası Kanunun muhtelif maddelerinde değişik ve bu
kanuna getirilen 6719 Sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunu’nun” 21 maddesi ile 6446 Sayılı Kanunun 17.
maddesine 10. fıkra olarak eklenen 21/10 maddesi ile 6446 Sayılı Kanuna geçici
20. maddenin eklenmesine ilişkin 26. maddelerinin Anayasa’ya aykırılığı
iddiasında bulunmuştur.
Dava;
taraflar arasındaki varlığı uyuşmazlık konusu olmayan elektrik enerjisi
satışına ilişkin sözleşme nedeniyle davalının davacıya temin ettiği elektrik
enerjisi tüketim bedeli ile ilgili faturalarda davacı aboneye tahakkuk
ettirilip, fatura içeriği ile kayıp kaçak bedeli adı altında yapılan
tahsilatların iadesi istemine ilişkin olup, uyuşmazlık konusu tahsil edilen bu
bedellerin yasal dayanağının bulunup bulunmadığı ve davalı dağıtım şirketinden
iadesinin istenip istenemeyeceği konusundadır.
Davalılar,
kayıp kaçak bedellerinin EPDK’nun kararlarına dayalı olarak tahsil edildiğini,
EPDK’nun kararı iptal edilmedikçe kayıp kaçak bedeli tahsilinin haklı olduğunu
savunmuştur. Elektrik dağıtım hizmetlerinin tekel niteliğinde yürütülen hizmet
olduğu yargı kararları ile de kabul edilmiş olup, tacir olsa dahi tüketicilerin
alternatif elektrik aboneliği sağlama ve hizmet alma olanağı bulunmamaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin istikrar kazanmış
kararlarında 6446 sayılı yasanın verdiği yetkiye dayanılarak çıkarılan EPDK
karar ve tebliğlerine göre alman kayıp-kaçak bedeli, sayaç okuma bedeli,
perakende satış hizmet bedeli, iletim sistemi kullanım ve dağıtım bedellerinin
birer mali yükümlülük olduğu, bu yükümlülüklerin yasa ile konulmaları
gerektiği, ayrıca hangi hizmetin karşılığında ne bedel ödenmesinin bilinmesi
gerektiği, başka kişiler tarafından kaçak kullanmak suretiyle kullanılan
elektrik bedellerinin kurallara uygun davranan abonelerden tahsil yoluna
gidilmesinin hukuk devleti ve adalet düşüncesi ile bağdaşmadığı tespitinde
bulunmuşlardır.
Konuya
ilişkin yasal düzenlemeler incelendiğinde; 17.06.2016 tarih ve 29745 Sayılı
Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6719 Sayılı Elektrik Piyasası
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 21. maddesi ile
6446 Sayılı Kanunun 17. maddesine 10. fıkra olarak “Kurum tarafından gelir ve
tarife düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan
başvurularda ve açılan davalarda; tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin
yetkisi, bu bedellerin, kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi
ile sınırlıdır.”, 26. maddesi ile de; 6446 Sayılı Elektrik Piyasası Kanuna
geçici 20. madde eklenmiş, 6446 Sayılı Yasaya eklenen geçici 20. maddeye göre;
“Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma,
perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili olarak
açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 17 nci
madde hükümleri uygulanır.” hükümlerinin eklendiği görülmüştür.
Geçici
20. maddedeki düzenleme, 6719 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce Enerji
Piyasası Düzenleme Kurulunca alman kararlara göre tahakkuk ve tahsil edilen
faturalardan dolayı, bu tahakkuk ve tahsillerin Enerji Piyasası Düzenleme
Kurulunun kararlarına uygun olduğu kabul edilerek, yasanın uygulamasını devam
eden dava ve bundan sonra açılacak davalar içinde uygulama yolunu açmıştır.
Mahkememize
göre bu düzenlemeler T.C. Anayasası’nın 5, 9, 1 1, 36 ve 73. 125/4 maddelerine
açıkça aykırıdır.
Anayasamızın 2. maddesine göre “Türkiye Cumhuriyeti laik,
demokratik hukuk ‘Hukuk Devleti; insan haklarına dayanan bu hak ve güçlendiren,
eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, konulan kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçülerini göz
önünde tutan, hakların elde edilmesini kolaylaştıran, hukuku tüm devlet
organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalar ile kendini bağlı sayan, yargı
denetimine açık ve hak arama özgürlüğünün önündeki engelleri kaldıran
devlettir. Adil yargılanma hakkı Anayasalarda açıkça tanınsın veya tanınmasın
Anayasamızın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti kavramı bu temel hakkın
içeriğini dolduran haklar ve ilkeleri hukuk sistemlerinin bir parçası haline
getirmeyi zorunlu kılmaktadır.
Anayasamızın
5. maddesine göre “devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve
demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
Anayasamızın 9. maddesinde “Yargı
yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.”
Anayasamızın
11. maddesinde “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare
makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.”
Anayasamızın
36. maddesinde (Değişik: 3/10/2001-4709/14 md.) “Herkes, meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme,
görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.”
Anayasanın
40. maddesine göre; “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen
herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme
hakkına sahiptir.”
TC
Anayasası’nın 73. maddesinde; “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî
gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli
dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. Vergi, resim, harç ve benzeri
malî yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.”
Anayasa’nın
değişik 125/4 maddesine göre “Yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka
uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir suretle yerindelik denetimi
şeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda gösteren şekil ve esaslara
uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem
niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak şekilde yargı kararı verilemez”.
Bu
hükümlerle güvence altına alınan dava yolu ile hak arama özgürlüğü, bir temel
hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
birini oluşturmaktadır. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karsı
kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama ve işleme
karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin en etkili ve güvenceli yolu
yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması adil yargılamanın ön koşulunu
oluşturur. Kendisinden haksız bir tahsilat yapılmasından dolayı açılmış bir
davanın çıkarılan bir yasa ile engellenmesi hak arama özgürlüğünü engelleyici
nitelik taşımaktadır.
6719
Sayılı Yasanın 21. maddesi yürürlüğe girdiği 17.06.2016 tarihinden sonrası ve
geçici 20 maddeyi öngören 26. maddesi de 20.06.2016 tarihine kadar açılan takip
ve davalar ile başvurulan kapsamaktadır. Mahkememize göre her iki düzenleme de
hukuka ve Anayasaya aykırıdır. Kanunun 21. maddesi yargının hukukilik denetimi
yetkisini kısıtlamakta e yargı yetkisini sadece Enerji Piyasası Denetleme
Kurumu’nun düzenleyici tüketiciden alınacak bedellerin uygunluğunu, bir anlamda
yerindeliğini denetlemekle sınırlandırmaktadır. Kanun bu yönü ile yargının
tüketiciye yüklenen elektrik enerjisi bedellerinde yer alan hukukun evrensel
ilke ve esasları ile bunları koruyan anayasaya aykırılık taleplerini yani
elektrik faturasında yer alan unsurları denetleyip hukuka aykırı olanları iptal
etmesi varsa tüketiciden haksız alınanların iadesini engellemeyi amaçlamıştır.
Yasa, bu nedenle Anayasa’nın 125/4 maddesine aykırıdır.
6719
Sayılı Kanunun 21. ve 26. maddeleri ile Anayasanın 36. maddesinde güvence
altına alman hak arama hürriyeti de engellenmektedir. Bu durum hukuk devleti
ilkesini güvence altına alan Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen hak arama
hürriyetini koruyan 36/1 maddesine de aykırıdır. Yargı yetkisinin bu şekilde
kısıtlanması kuvvetler ayrılığı ilkesine müdahale niteliği taşıdığından
Anayasanın Yargı Yetkisi başlıklı 9 maddesine de aykırıdır.
Kanunun
26. maddesi ile geriye dönük olarak açılan icra takipleri davalar ve
başvuruları da kapsayan geçici 20. maddede “Aleyhe geriye yürümezlik ilkesini
ihlal ettiği için hukuka ve Anayasa’ya aykırıdır.”
Sonuç
olarak 6719 Sayılı Yasanın 26. maddesi ile 6446 Sayılı Elektrik Piyasası
Kanununa eklenen geçici 20. maddenin, “Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk
ettirilmiş, dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, İletim ve kayıp
kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü İlamsız icra takibi,
dava ve başvurular hakkında 17. madde hükümleri uygulanır.” ve 6446 Sayılı
Kanunu’nun 17. maddesinin değiştirilmesi ve ek fıkraları düzenleyen 21.
maddelerinin T.C. Anayasası’nın 2, 5, 9, 11, 36, 73 ve 125/4. maddelerine
açıkça aykırıdır.
Açıklanan
nedenlerle ve bir davaya bakmakta olan mahkemenin uygulanacak bir kanunun veya
kanun hükmünde kararname hükümlerini Anayasaya aykırı görmesi durumunda
gerekçeli kararı ile Anayasa Mahkemesine başvurması gerektiğini öngören
Anayasa’nın 152. maddesi ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesi gereğince 6446 sayılı Elektrik
Piyasası Kanununa, 6719 sayılı Yasa ile eklenen geçici 20. maddenin “(1) Kurul
kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş, dağıtım, sayaç okuma, perakende
satış hizmeti, iletim ve kayıp kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan
her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 17. madde hükümleri
uygulanır” düzenlemesi ile bu maddenin yollaması ile 6446 sayılı Kanunun 17.
maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları ile altıncı fıkrasının
(a,c,d,f) bentlerinin değiştirilmesi ve aynı maddeye fıkra eklenmesi hakkındaki
21. maddesinin (10. fıkrasındaki “Kurum tarafından gelir ve tarife
düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan
başvurularda ve açılan davalarda; tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin
yetkisi, bu bedellerin kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi
ile sınırlıdır” şeklindeki fıkrasının T.C. Anayasası’nın 2, 5, 9, 11, 36 ve 73.
maddelerine aykırı olduğu görüşü ile yasa maddesinin iptali için ANAYASA
MAHKEMESİNE başvurulmasına, dosyanın onaylı bir örneğinin Anayasa Mahkemesine
gönderilmesine, yargılamanın Anayasa Mahkemesince yapılan yargılamada verilecek
karara kadar bekletilmesine, Anayasa Mahkemesince dosyanın eksiksiz olarak
ulaşmasından itibaren 5 ay içerisinde karar vermemesi halinde yargılamaya devam
edilip, yürürlükteki yasa hükümlerine göre yargılama yapılıp karar verilmesine
karar verilmiştir.
SONUÇ
VE İSTEM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
6719
Sayılı Yasanın 26. maddesi ile 6446 Sayılı Elektrik Piyasası Kanununa eklenen
geçici 20. maddenin, “Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş,
dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp kaçak bedelleri
ile ilgili olarak açılmış
olan her türlü İlamsız icra takibi, dava ve başvurular
hakkında 17. madde hükümleri buğulanır.” ve 6446 Sayılı Kanunu’nun 17.
maddesinin değiştirilmesi ve düzenleyen 21. maddesi ile 6446 Sayılı Yasanın 17.
maddesine eklenen 10. fıkrasındaki “Kurum tarafından gelir ve tarife
düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan başvurularda
ve açılan davalarda; tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin yetkisi, bu
bedellerin kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile
sınırlıdır.” düzenlemelerinin Anayasanın 2, 5, 9, 11, 36, 73 ve 125/4.
maddelerine aykırı olduğunun tespiti ile iptaline karar verilmesi arz olunur.”
Esas Sayısı : 2016/176
Karar Sayısı : 2016/169
“Mahkememizin 30.09.2016 tarihli duruşmasının ara kararı uyarınca;
“Davacı vekilinin ileri sürdüğü Anayasa’ya aykırılık iddiasının ciddi olduğu
kanısına varılmakla Anayasa’nın 152. maddesi ile 2949 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 28. maddesi
uyarınca mahkememizde görülmekte olan dava sebebiyle uygulanacak olan 6446
sayılı Kanuna 6719 sayılı Kanunun 26. maddesi ile eklenen “geçici 20.
maddesinin” Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine AYKIRI görülmesi nedeniyle ÎPTALİ
istemi ile Anayasa Mahkemesine BAŞVURULMASINA, 2-Anayasa Mahkemesinin bu konuda
vereceği karara kadar DAVANIN GERİ BIRAKILMASINA....” dair karar verilmiş
olmakla aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
Mahkememizin iş bu dosyasında davacı Mega Turizm Taşımacılık Tarım
Orman ve Su Ürünleri Besicilik Akaryakıt Tekstil San. Ve Tic. Ltd. Şti
tarafından davalı Gediz Elektrik Perakende Satış A.Ş ye karşı 12.02.2016
tarihinde davalı şirketçe dağıtım bedeli, iletim bedeli, perakende satış hizmet
bedeli , sayaç okuma bedeli, kayıp kaçak bedeli ve bunların KDV’leri adı
altında haksız olarak tahsil edilen paraların tahsili istemi ile dava açılmış,
dava devam ederken 17.06.2016 tarihinde
6719 Sayılı Elektrik Piyasası
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun yürürlüğe
girmiştir, bu kanunun 26. maddesi
ile 6446 Sayılı Kanuna
“geçici 20. maddesi”
eklenmiştir. Söz konusu geçici 20. maddeye
göre “Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma,
perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp kaçak bedelleri ile ilgili olarak
açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 17.
madde hükümleri uygulanır.”
6446 Sayılı
Elektrik Piyasası Kanununa 6719 sayılı
Kanunun 26. maddesi ile
eklenen geçici 20. maddesinin
Anayasamızın 2. maddesinde
güvence altına alınan “hukuk devleti” ilkesi ve yine 36. maddesinde güvence altına alınan “hak arama
hürriyeti” ilkesine açıkça aykırı olduğu kanaati hasıl olmuştur.
Anayasamızın 2. maddesine
göre Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Hukuk devletinin gereği olan
“hukuk güvenliğini” sağlama yükümlülüğü kural olarak “yasaların geriye
yürütülmemesini” gerekli kılar. Yasaların geriye yürümezliği ilkesi uyarınca
yasalar kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği kazanılmış hakların
korunması, mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında ilke
olarak tarihlerinden somaki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere
çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış
hukuksal durumlara etkili olmaması hukukun genel ilkelerindendir. Öte yandan
hukuk devletinin hukuk güvenliği ilkesi “belirliliği” de gerektirir. Belirlilik
ilkesi yükümlülüğün hem kişiler hem idare yönünden belli ve kesin olmasını yasa
kuralının ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür
sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak
şekilde düzenlenmesini gerekli kılar. İtiraz konusu kuralla “Kurul kararlarına
uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış
hizmeti, iletim ve kayıp kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her
türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 17. madde hükümleri
uygulanır.” diyen kanun koyucu belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerini ihlal
etmiş olup, bu yasa ile geriye dönük olarak açık bir müdahale yapılmıştır.
Geçici 20. madde, kanun
değişikliğinin geçmişe dönük ve derdest davalar hakkında uygulanacağı kabul
edilmekle geriye yürümezlik ilkesine de açıkça aykırıdır. Esasen geriye yürümezlik
ilkesi hukukun temel bir prensibi ve hukuk devleti olmanın doğal bir gereğidir.
Bu kavram yürürlüğe giren yeni kuralın yürürlük tarihinden önceki dönemde
hukuki sonuçlar doğurmasını yasaklayan ve kuralın ancak yürürlüğe girdiği
tarihten sonraki olaylara uygulanmasını elveren hukukun temel prensibidir.
Açıklanan tüm bu nedenlerle Anayasa’nın 152. maddesi ile 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun 28. maddesi
uyarınca mahkememizde görülmekte olan dava sebebiyle uygulanacak olan 6446 sayılı Kanuna 6719 sayılı Kanunun 26. maddesi ile eklenen “geçici 20. maddesinin” Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırı görülmesi nedeniyle iptali
istemi ile Anayasa Mahkemesine başvurulmasına yönelik aşağıdaki şekilde karar
verilmiştir.
SONUÇ VE İSTEM: Yukarıda
açıklanan nedenlerle;
1- Davacı vekilinin ileri sürdüğü Anayasa’ya aykırılık iddiasının
ciddi olduğu kanısına varılmakla Anayasa’nın 152. maddesi ile 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun 28. Maddesi
uyarınca mahkememizde görülmekte olan dava sebebiyle uygulanacak olan 6446 sayılı kanuna 6719 sayılı Kanunun 26. maddesi ile eklenen “geçici 20. maddesinin” Anayasa’nın
2. ve 36. maddelerine AYKIRI görülmesi nedeniyle İPTALİ istemi ile Anayasa Mahkemesine BAŞVURULMASINA,
2- Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar DAVANIN GERİ
BIRAKILMASINA karar verildi.”
Esas Sayısı : 2016/186
Karar Sayısı : 2016/176
“…
1- Anayasanın 2. maddesine aykırılık:
Anayasanın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti insan haklarına
saygılı, bu hakları koruyup güçlendiren, toplum yaşamında adalete, eşitliğe
uygun bir hukuk düzeni kuran ve bu düzeni sürdürmekle kendini yükümlü ve
hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, bütün davranışlarında Anayasaya
ve hukuk kurallarına uyan, işlem ve eylemleri yargı denetimine tabi olan her
alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren bir devlettir.
Böyle bir düzenin kurulması, yasama, yürütme ve yargı alanına giren tüm işlem
ve eylemlerin hukuk kuralları içerisinde kalması, temel hak ve özgürlüklerin,
anayasal güvenceye bağlanmasıyla olanaklıdır.
Hukuk devleti ilkesi devletin tüm faaliyetlerinde hukukun egemen
olmasını amaçlar, bu amacın gerçekleşebilmesi için çıkarılan yasalarla
konulacak kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçülerinin gözönünde tutulması
gerektiği gibi hukuk güvenliğinin de sağlanması gerekir. Bu nedenle hukuk
devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız anayasaya değil evrensel hukuk
ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür.
Kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel,
objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi ve
kazanılmış hakları ihlal etmemesi anayasanın ikinci maddesinde belirtilen hukuk
devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde kendine
tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu
yararı ölçütlerini gözönünde tutarak kullanması gerekir.
Anayasanın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin vazgeçilmez
unsurlarından birisi kanunların hukuk güvenliği sağlaması, bu doğrultuda
geleceğe yönelik, öngörülebilir kurallar içermesi gerekliliğidir. Bu nedenle,
hukuk devletinde güven ve istikrarın korunabilmesi için kural olarak kanunlar
yürürlüğe girdikleri tarihten sonraki olaylara uygulanırlar. Kanunların geriye
yürümezliği ilkesi uyarınca kanunlar kamu yararı ve kamu düzeninin gereği
kazanılmış hakların korunması, mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı
durumlar dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve
eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar. Yürürlüğe giren kanunların geçmişe
etkili olmaması hukukun genel ilkelerindendir.
Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara
karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak
için, öğretide tersine öngören bir hükmü kendi bünyesinde taşımayan bir kanunun
kural olarak geriye yürümeyeceği (geçmişe etkili olmayacağı) esası kabul
edilmiştir.
Gerek özel hukuk ve gerekse kamu hukuku alanında, kural olarak her
kanun eğer tersini öngören bir hüküm taşımıyorsa ancak yürürlüğe girdiği
tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; o
tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Hukuk
güvenliği bunu gerektirir.
Hukuki güvenlik ilkesi bir toplumda bireylerin bağlı oldukları hukuk
kurallarını önceden bilmeleri davranış ve tutumlarını bu kurallara göre
güvenle düzene sokabilmeleri, başka bir ifadeyle ilgililerin hukuki durumun
süreceğine olan inancı dolayısıyla hayal kırıklığına uğratılmaması anlamına gelir.
Hukuki güvenlik ilkesi hukuk devletinin olmazsa olmaz koşuludur. Ancak 6446
sayılı Kanuna eklenen geçici 20. madde ile hukuki öngörülebilirlik ve
bilinirlik gereğince yasal yola başvuran ve hakkını mahkemede arayan
tüketicinin; kanunun olumsuz etkisinin geriye dönük tatbiki ile hak arama
mecburiyetine ciddi şekilde kısıtlama getirilmekte, enerji dağıtım
şirketlerinin kendisinden yaptığı haksız tahsilatları faiziyle iade
alabilmesinin önü kapatılmaktadır.
AİHM, Stran Greek Refıniers ve Stratis Andreadis/Yunanistan, 13427/87
davasında, toplumun devlet müdahaleleri ile ilgili olarak şu hususlara dikkat
çekmiştir; “... Müdahalenin toplumun genel menfaatlerinin gerekleri ile temel
kişisel hakların korunmasının gerekleri arasında adil bir denge kurup kurmadığının
tespit edilmesi gerekir. Sözleşmenin 6. maddesi, adil yargılanma hakkını
güvence altına alıp, özellikle ceza yargılamasında bu kavrama ilişkin bulunan
temel güvenceleri ayrıntılı bir biçimde düzenlemiştir. Kişisel haklar ve
yükümlülükler alanında ise taraflar arasında adil bir denge anlamında
silahların eşitliği ilkesi, Mahkeme içtihatlarında genel bir şart olarak
belirtilmiştir. Silahların eşitliği ilkesi, özel menfaatlerin söz konusu olduğu
bir davada her iki tarafa da diğer taraf karşısında kendisini esaslı biçimde
dezavantajlı duruma sokmayacak şartlar altında kendi iddiasını savunabilme
imkanı verilmesini ima etmektedir. Adillik şartı taraflar arasındaki
yargılamayla sınırlı olmayıp davanın bütününe uygulanması gereken bir şarttır.
Sözleşmenin 6. maddesindeki hukukun üstünlüğü prensibi ve adil yargılanma
kavramı, olaydaki gibi bir uyuşmazlığın yargı organı tarafındın sonuca
bağlanması etkilemek amacıyla yasama organı tarafından adalet dağıtımına
herhangi bir şekilde müdahale edilmesini önlemektedir...”
KAZANILMIŞ HAKLAR YÖNÜNDEN:
“Hukuka ve hukuk kurallarına güven duygusunu sağlamak ve bunu korumak
için birey, yürürlükteki hukuk sistemi ve hukuk kuralları yoluyla kazandıkları
hakların korunacağına ve sahip oldukları hakların kesintiye uğramadan sürekli
kullanılabilir halde bulunacağına inanmalıdır. Aksi takdirde, toplumda hukuka
güvenin sağlanması mümkün olmayacaktır. Sahip olduğu hakların korunması ve
kullanılmasının hukuk düzeni tarafından belirsizlik ve güvensizlik içinde
tutulduğunu gören birey, hukuk düzeninin kendisini ve haklarını yeterli şekilde
koruduğunu hissedemeyeceğinden, toplum düzeninin iyi ve istikrarlı bir şekilde
işlemesinden de bahsedilemeyecektir.”(...)
“03/07/1989 tarihli, 1988/5 Esas, 1989/3 Karar sayılı Danıştay
İçtihatları Birleştirme Kurulu kararma göre, “ Kanunların geriye yürümezliği
ilkesi, bir hukuki işlem veya eylemin, bir hukuki ilişkinin vuku bulduğu Ya da
meydana geldiği dönemdeki kanunun hükümlerine tabi kalmaya devam edeceğini
ifade eder. Sonradan çıkan kanun, kural olarak yürürlüğünden önceki olaylara ve
ilişkilere uygulanmaz.” Yeni yürürlüğe giren kanunlar için kabul edilen geriye
yürümezlik esası, idare hukuku alanında da “idari işlemlerin geriye
yürümezliği” ilkesi olarak kabul görmektedir. Böylece, kazanılmış hakları,
mevcut durumu korumak ve hukuki ilişkilerde istikrarı sağlamak gerekliliğinden
doğan bir sosyal hayat kuralı olarak, “ idari işlemlerin geriye yürümezliği”
ilkesi idare hukuku alanında benimsenmiştir. (Duran, Lütfı; İdare Hukuku
Meseleleri, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi yayını, İstanbul, 1964,
s.403.)
Hukuk güvenlik ilkesi, temel haklarda korunan ortak bir değerdir. Bu
ilke, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur ve Anayasa’nın bütününe
egemen olan temel bir ilke görünümündedir. Hukuk devleti ilkesi, en kısa
tanımıyla; “vatandaşların hukuki güvenlik içinde bulundukları, devletin eylem
ve işlemlerinin hukuk kurallarına bağlı olduğu bir sistemi anlatır.” Hukuk
devleti hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm işlem ve eylemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven
duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir.
2- ANAYASANIN 5. MADDESİNE AYKIRILIK:
Anayasamızın 5. maddesinde, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak ve özgürlüklerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleri bağdaşmayacak şekilde sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli
şartlan hazırlamaya çalışmak devletin temel amaç ve görevleri arasında
sayılmıştır.
Buna göre elektrik enerjisinin üretilip dağıtılması kamu hizmeti
sayılmasına rağmen, bedeli mukabilinde dağıtılan elektrik enerjisinin satış
fiyatı üzerine bir de elektrik enerjisine alan tüketiciye ait olmayan maddi
külfet eklendiğinde, bunun kabulü mümkün olmayacaktır. Tüketiciden; dağıtım,
sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve en önemlisi de tüketicinin
sorumluluğunda olmayan, miktarı, sorumlusu ve şekli bilinmeyen kayıp ve kaçak bedelinin
tahsil edilmesi, gerek Kamu Hukuk ve gerekse de Özel Hukuk kuralları ile
bağdaştırılamaz. Bunun aksi de; elektrik enerjisinin pahalılığı, elektrik
dağıtım şirketlerinin ağır sorumluluklar yüklenmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin
her yerine dağıtılan elektrik enerjisi bedellerinin tahsil edilme oranının her
bölgede ve yerde aynı seviyede gerçekleşmemesi, kayıp ve kaçağın dengeli
biçimde elektrik enerjisi bedeli ödeyen tüketiciye yüklenmesinin kaçınılmazlığı
gibi gerekçelerle desteklenemez. Bu durum Anayasamızın 5. maddesine açıkça
aykırılık teşkil edecektir.
3- ANAYASANIN 36. MADDESİNE AYKIRILIK:
Anayasanın 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahip bulunduğu belirtilmiştir. Yine Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesindeki “Herkes,...medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda ... davasının ...
hakkaniyete uygun ... olarak görülmesi istemek hakkına sahiptir.” ifadesi ile
işaret olunan hakkaniyete uygun yargılama ilkesinin bir gereği de yargılama
kapsamında taraflar arasında silahların eşitliğinin sağlanmasıdır. (...)
“Devletin -kendisi taraf olsun ya da olmasın- davanın taraflarından
birini diğerine nazaran önemli ölçüde avantajlı hale getiren kanuni
düzenlemeler yapması, silahların eşitliği ilkesi ve dolayısıyla yargılanmanın
hakkaniyete uygun yürütülmesi kuralına aykırılık oluşturur.” (Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Arras ve Diğerleri /İtalya B.No: 17972/97,14/02/2012
& 43, Ducret/Fransa, B.No: 40191/02, 12/06/2007, &33
Yine devletin vatandaşlarının mahkemeye başvurmasını anlamsız hale
getirecek bir düzenleme ihdas etmesi kişilerin mahkemeye erişim hakkının da
ihlali niteliğindedir.
“... Adil yargılanmanın gereklerinden biri olan ‘silahlarda eşitlik
ilkesi’ her davanın tarafına diğer taraf karşısında kendisini esaslı bir
biçimde savunabilmesi makul imkanların verilmesini gerektirir...” denmek
suretiyle yargılamanın taraflarının eşit bir biçimde iddialarını
savunabilmelerinin önemi üzerinde durulmuştur.
4- ANAYASANIN 125/4. MADDESİNE AYKIRILIK:
Kanunun 21. maddesi, yargının hukukilik denetimi yetkisini
kısıtlamakta ve yargı yetkisini, sadece Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun
düzenleyici işlemleri ile tüketiciden alınacak bedellerin uygunluğunu, bir
anlamda yerindeliğini denetlemekle sınırlandırmaktadır.
5- ANAYASANIN 138. MADDESİNE AYKIRILIK
Anayasamıza göre yasama yoluyla yargı kararlarının etkisiz kılınması
olanağı yoktur.
1- 15. maddesi ile 6446 sayılı Kanunun 3. maddesine eklenen (şş)
bendinde yer alan “teknik olmayan kayıp” ibaresi ile “ve/veya kaçak kullanım
gibi sebeplerden kaynaklanan ve teknik bir sebebe dayanmayan kaybı” ibaresinin,
2- 21. maddesi ile 6446 sayılı Kanunun 17. maddesinin 1. fıkrasında
yapılan değişiklik sonucu madde metnine eklenen ve 1. cümlede yer alan “tarife
konusu faaliyete ilişkin tüm maliyet ve hizmet bedellerini içerecek şekilde”
ibaresinin,
Aynı madde ile 6446 sayılı Kanunun 17. maddesinin 3. fıkrasında
yapılan değişiklik sonucu madde metnine eklenen ve 1. cümlede yer alan “tarife
konusu faaliyetine ilişkin tüm maliyet ve hizmet bedellerini içerecek şekilde
dışında” ibaresinin,
Aynı madde ile 6446 sayılı Kanunun 17. maddesinin 4. fıkrasında
yapılan değişiklik sonucu madde metnine eklenen ve 1. cümlede yer alan “ilgili
faaliyete ilişkin tüm maliyet ve hizmet bedellerini içeren” ibaresi ile “Kurul
tarafından tüketici özelliklerine göre ‘abone gruplar belirlenebilir. Kurulca
düzenlemeye tabi tarifeleri doğrudan nihai tüketiciye veya nihai tüketiciye
yansıtmak üzere ilgili tüketiciye enerji tedarik eden lisans sahibi tüzel
kişilere yansıtır.” şeklinde son cümlesinin, Aynı madde ile 6446 sayılı Kanunun
17. maddesinin 6. fıkrasının (a) yapılan değişiklik sonucu madde metnine
eklenen ve 2. cümlede yer alan “iç tesisatın dağıtım şebekesine bağlanması için
inşa edilen bağlantı hattı kapsamında katlanılan masraflar ile sınırlıdır.”
ibaresi ile “ Bağlantı hattının tüketici tarafından tesis edilmesi halinde,
bağlantı hattı işletme ve bakımı sorumluluğu karşılığı dağıtım şirketine
devredilir, bu tüketicilerde bağlantı bedeli alınmaz.” şeklinde son cümlesinin,
Aynı madde ile 6446 sayılı Kanunun 17. maddesinin 6. fıkrasının (ç)
bendinde yapılan değişiklik sonucu madde metnine eklenen “Dağıtım tarifeleri;
dağıtım sistemi yatırım harcamaları, sistem işletim maliyeti, teknik ve teknik
olmayan kayıp maliyeti, kesme-bağlama hizmet maliyeti, sayaç okuma maliyeti,
reaktif enerji maliyeti gibi dağıtım faaliyetinin yürütülmesi kapsamındaki tüm
maliyet ve hizmetleri karşılayacak bedellerden oluşur. Dağıtım şirketlerinin
tarifelerine esas alınacak teknik ve teknik olmayan kayıplara ilişkin hedef
oranlar bu kayıpları düşürmeyi teşvik edecek şekilde Kurul tarafından
belirlenir. Kurulca belirlenen hedef oranlarını geçmemek kaydı ile teknik ve
teknik olmayan kayıplara ilişkin maliyetler dağıtım tarifelerinde yer alır ve
tüketicilere yansıtılır. Teknik ve teknik olmayan kayıplara ilişkin hedef
oranlarının tespiti ve değiştirilmesi ile oluşacak maliyetin tarifelerde yer
alması ve tüketicilere yansıtılmasına ilişkin usul ve esaslar Kurul tarafından
düzenlenir.” şeklindeki 2., 3., 4. ve 5. cümlelerinin,
Aynı madde ile 6446 sayılı Kanunun 17. maddesinin 6. fıkrasının (d)
bendinde yapılan değişiklik sonucu madde metnine eklenen “Perakende satış
tarifeleri, aktif enerji maliyeti, faturalama ve müşteri hizmetleri maliyeti,
perakende satış hizmet maliyeti gibi perakende satış faaliyetinin yürütülmesi
kapsamındaki tüm maliyet ve hizmetleri karşılayacak bedellerden oluşur.”
şeklindeki son cümlesinin,
Aynı madde ile 6446 sayılı Kanunun 17. maddesinin 6. fıkrasının (f)
bendinde yapılan değişiklik sonucu madde metnine eklenen “Son kaynak tedarik
tarifesi, aktif enerji maliyeti, faturalama ve müşteri hizmetleri maliyeti,
perakende satış hizmet maliyeti gibi son kaynak tedariği kapsamındaki tüm
maliyet ve hizmetleri karşılayacak bedellerden oluşur.” şeklindeki son
cümlesinin,
Aynı madde ile 6446 sayılı Kanunun 17. maddesine 10. fıkra olarak
eklenen; “(10) Kurum tarafından gelir ve tarife düzenlemeleri kapsamında
belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan davalarda;
tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin yetkisi, bu bedellerin, Kurumun
düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır.” düzenlemesinin,
3- 26. maddesi ile 6446 sayılı Kanuna eklenen “Kurul kararlarına
uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış
hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her
türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 17 nci madde hükümleri
uygulanır.” şeklindeki Geçici 20. madde düzenlemesinin,
Anayasanın 2. maddesinde yer alan “hukuk devleti” ilkesine, 5.
maddesinde yer alan “devletin temel amaç ve görevlerini” ifa ederken uyması
gereken ilkelere, “hak arama hürriyetine” ilişkin 36. maddesine, “Yargı Yolu”
başlıklı 125/4 maddesine ve “hakimlerin görevlerin bağımsız olmalarına” ilişkin
138. maddesi hükümlerine aykırı olması dolayısıyla İPTALİ ne karar verilmesi
talebiyle Anayasanın 152. maddesi gereğince itiraz yoluyla talebimizin Anayasa
Mahkemesine sunulmasına, 5 ay süreyle bu itiraz yolu sürecinin zorunlu olarak
beklenmesine karar verildi.”
Esas Sayısı : 2016/189
Karar Sayısı : 2016/182
“Davacı vekili 20/07/2016 tarihli dosyada mübrez dilekçesi ile özetle;
6719 sayılı Kanunun 21. maddesinin 10. fıkrası ile açılacak davalarda Mahkeme
ve hakem heyetlerinin kayıp kaçak vd. bedellerin iadesi hususunda sadece
EPDK’nun tarifelerine uygunluk denetimi yapabileceği düzenlenmiş, Geçici 20.
Maddede ki “açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular
hakkında” biçimindeki düzenleme ile Kanunun geçmişe yürütüldüğünü, TC.
Anayasası’nın temel prensip ve ilke olarak erkler(kuvvetler) ayrılığı ilkesini
kabul etmiş ve yasama, yargı ve yürütme organlarını tamamen birbirinden ayırmış
olduğunu, Anayasa’nın temel ilkelerinden olan ve ‘Başlangıç Kısmın’da
düzenlenen erkler ayrılığı ilkesinin doğal sonucu olarak yasama organının,
mahkemelerde görülen uyuşmazlık hakkında, yargı yetkisini kullanacak şekilde
kanun çıkaramayacağını, 6719 sayılı Kanun ile hali hazırda mahkemeler önünde
görülmekte olan ve çözümü tamamen yargı organlarına ait bulunan hukuki
ihtilafların yasama organının tasarrufunda bulunan kanun ile çözüme
kavuşturulmaya çalışıldığını, 6719 sayılı Kanun bu yönü ile açıkça Anayasa’ya
aykırı olduğunu, Anayasa’nın 2. ve değiştirilemez kabul edilen maddesinde
‘Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir Hukuk Devleti’ olduğu ve Anayasada
düzenlenen ‘Hukuk Devleti’ ilkesinin evrensel hukukun bütün prensipleri ile
birlikte ‘‘hukuktan belirlilik’ ve hukuksal güvenlik’ ilkelerini de içinde
barındıran üst normların teşekkülü olduğunu, düzenlemenin Anayasa’nın temel
ilkeleri ‘Hukukta Belirlilik’ ve ‘Hukuksal Güvenlik’ ilkelerine açıkça aykırı
olduğunu, 6719 sayılı Yasaya konu edilen kayıp kaçak vd. bedellerin haksız
alındığı adli yargı birimlerinin üst içtihat makamı Yargıtay HGK Kararı ile
sabit olduğunu, Devletin, uğramayı düşündüğü zararları bertaraf etmek ve
haksızlığı hukuken tescillenmiş olan bu bedelleri vatandaşına iade etmemek adına
bünyesindeki kurum ve kuruluşlarken başta yasama organı TBMM) harekete
geçirerek yaptığı yasal düzenleme ile kendisine ve bir kısım özel hukuk tüzel
kişisi(dağıtım ve perakende satış şirketleri) lehine imtiyaz ve ayrımcılık
yaparak Anayasa’nın 10. maddesinde temel ilkelerden sayılan eşitlik ilkesine
açıkça aykırı davrandığını, Devletin doğrudan veya dolayısıyla taraf olduğu
davalarda, dava konusu edilen uyuşmazlıkların, kendi lehine karşı taraf
aleyhine çözümüne yönelik kanun çıkarması ve işbu kanunu geçmişe yürütmesi
hukukun temel ilkelerinden olan ‘silahların eşitliği prensibine’ açıkça aykırı
olduğunu, Devam eden yargı sürecine konu uyuşmazlık hakkında yukarıda
değindiğimiz; uyuşmazlığı çözümleyici nitelikte yargı yetkisini kullanacak
şekilde kanun çıkarılması, kanunun geçmişe yürütülmesi, devletin kendi lehine
ve bir kısım şirketler lehine kanun ile imtiyaz sağlaması, Yargıtay HGK kararı
ile hukuka aykırılığı sabit olan bir olaya kanun ile hukukilik kazandırılmaya
çalışılması, “hukuk devleti-hukuki güvenlik-hukuksal belirlilik-hukuki
öngörülebilirlik- eşitlik-silahlarm eşitliği” ilkelerinin ihlal edilmesi en
nihayetinde Anayasa’nın 36. Maddesindeki; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” biçimindeki düzenlemesi ile ve
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alman “adil yargılanma
hakkının” ihlali sayılmadığını beyanla davaya konu ihtilafa uygulanacak olan
04.06.2016 Tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6719 sayılı
Kanunun;
21. maddesinin 10. fıkrasındaki; “Kurum tarafından gelir ve tarife
düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan
başvurularda ve açılan davalarda; tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin
yetkisi, bu bedellerin, Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi
ile sınırlıdır.” hükmü ile
Geçici 20. Maddedeki; “Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk
ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak
bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve
başvurular hakkında 17 nci madde hükümleri uygulanır.” biçimindeki
düzenlemelere karşı,
kanun maddelerinin Anayasa’nın 2., 9., 10. 36. maddelerine aykırılığından
dolayı Anayasa’ya Aykırılık İddiasında bulunur, kanun maddelerinin yapılacak
inceleme neticesi iptali amacıyla dosyanın Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesine
karar verilmesini talep etmiştir.
Yargılama devam ederken 17/11/2016 tarihli celsede Mahkememizce;
“davacı vekilinin ileri sürdüğü Anayasaya aykırılık iddiasının ciddi olduğu
kanısına varılmakla anayasanın 152. maddesi ile 2949 saylı Anayasa Mahkemesinin
kuruluş ve yargılama usulleri hakkında kanununun 40. maddesi uyarınca
mahkememizde görülmekte olan dava sebebiyle uygulanacak olan 6446 sayılı kanuna
6719 s. Kanunun 26. maddesi ile eklenen “geçici 20. maddesinin” Anayasanın 2.
ve 36. maddelerine aykırı görülmesi nedeniyle iptali istemi ile Anayasa
Mahkemesine başvurulmasına” karar verilmiştir.
İTİRAZ KONUSU YASA KURALI
6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’na 6719 S.K.un 26. maddesi ile
eklenen Geçici Madde 20. Madde:
“Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç
okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili
olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında
17 nci madde hükümleri uygulanır.”
İLGİLİ YASA KURALI
6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’na 6719 s. K.un 21. maddesi ile
eklenen 17/10 Madde:
“Kurum
tarafından gelir ve tarife düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere
ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan davalarda; tüketici hakem
heyetleri ile mahkemelerin yetkisi, bu bedellerin, Kurumun düzenleyici
işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır.”
GÖRÜLEN DAVADA UYGULANMA DURUMU
Mahkememizde görülmekte olan dava, davalı elektrik perakende şirketi
tarafından faturalandırılarak tahsil edilen dağıtım, sayaç okuma, perakende
satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedellerinin davacı aboneye iadesi istemi
ile itiraz konusu kuralın yürürlük tarihinden önce 28/09/2015 tarihinde
açılmıştır.
HGK’nun 21/05/2014 günlü ve 2013/7-2454 Esas, 2014/679 Karar sayılı
kararı ve benzer mahiyette Yargıtay kararları ile; Elektrik perakende satış
şirketlerinin; EPDK kararları ve tebliğleri çerçevesinde, elektrik kullanan
abonelerin faturalarına yansıtarak aldıkları, kayıp-kaçak, sayaç okuma,
perakende satış hizmet, iletim sistemi kullanım ve dağıtım bedellerinin
elektrik enerjisi kullananlara (sanayi, ticarî ve mesken abonelerine) aktif
tüketim bedeli dışında ek bir mâli yük ve külfet getirdiği; Anayasanın 73.
maddesi gereğince; vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler ancak
kanunla konulabilir. Elektrik Piyasası Kanununun verdiği yetki uyarınca
çıkarılan EPDK kararları ve tebliğleri gereğince alman; kayıp-kaçak, sayaç
okuma, perakende satış hizmet, iletim sistemi kullanım ve dağıtım bedellerinin;
vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin kanunla konulacağı,
değiştirileceği veya kaldırılacağı, ayrıca Elektrik Piyasası Kanunun düşük
maliyetli enerji temini ve şeffaf bir elektrik enerjisi piyasası oluşturulması
ilkelerine uygun düşmediği; elektrik enerjisinin nakli esnasında meydana gelen
kayıp ile başka kişiler tarafından kaçak kullanmak (hırsızlanmak) suretiyle
kullanılan elektrik bedellerinin, kurallara uyan abonelerden tahsili yoluna
gitmek hukuk devleti ve adalet düşünceleri ve tekel niteliğinde yürütülen bir
hizmete binaen sözleşmede kararlaştırılmak suretiyle davacıdan tahsilinin
TMK’nun 2., TBK’nun 25. ve TTK’nun 55/f maddelerinde tarif edilen, dürüstlük
kurallarıyla bağdaşmayacağı, bu nedenle kayıp-kaçak, sayaç okuma, perakende
satış hizmet, iletim sistemi kullanım ve dağıtım bedelinin tahsili sözleşmeyle
hüküm altına alınmış olsa bile, elektrik perakende satış şirketleri tarafından
elektrik abonelerinden tahsil edilemeyeceği kabul edilmiştir. Yargıtay
tarafından verilen bu tür emsal kararlar nedeniyle Mahkemelerce, aboneden
tahsil edilen kayıp-kaçak, sayaç okuma, perakende satış hizmet, iletim sistemi
kullanım ve dağıtım bedelinin ticari(tacir) abonelere dahi iadesine karar
verilmekteydi.
Ancak 17 Haziran 2016 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe
giren 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’na 6719 s.K.un 21. maddesi ile
eklenen 17/10 maddesi ile; EPDK tarafından gelir ve tarife düzenlemeleri
kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan
davalarda; tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin yetkisinin, bu bedellerin,
EPDK’nın düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınır olduğu
düzenlendikten sonra, aynı tarihte yürürlüğe giren 6719 s.K.un 26. maddesi ile
eklenen Geçici Madde 20. maddesi ile de, EPDK kararlarına uygun şekilde
tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak
bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve
başvurular hakkında da 17 nci madde hükümlerinin uygulanacağı düzenlenerek,
Yasa maddesinin yürürlük tarihinden önce doğmuş işlemlerde de mahkemelerin
yetkisinin, bu bedellerin, EPDK’nın düzenleyici işlemlerine uygunluğunun
denetimi ile sınırlandırılmak suretiyle yasa geriye yürütülmüş, görülmekte olan
davaların akıbetine söz konusu kural etki etmiştir. Bu nedenle 6446 sayılı
Elektrik Piyasası Kanunu’na 6719 s.K.un 7. maddesi ile eklenen Geçici 20.
maddesi görülmekte olan davada uygulanacak niteliktedir.
ANAYASAYA AYKIRILIK
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri
koruyup; güçlendiren her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
“Hukuk güvenliği ilkesi”, hukuk devletinde uyulması zorunlu temel
ilkelerden birini oluşturmaktadır. Anayasada öngörülen temel hak ve
özgürlüklerin kullanılmasının ve insan haklarının yaşama egemen kılınmasının ön
koşulu olan hukuk güvenliği ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar.
Daha önce tesis edilmiş bulunan işlemlerin doğurduğu hukuki sonuçları
ortadan kaldıracak şekilde yasama tasarrufunda bulunulması, hukuk güvenliği
ilkesine aykırılık oluşturur. Hukuk devletinin gereği olan hukuk güvenliğini
sağlama yükümlülüğü, kural olarak yasaların geriye yürütülmemesini gerekli
kılar. “Yasaların geriye yürümezliği ilkesi” uyarınca yasalar, kamu yararı ve
kamu düzeninin gerektirdiği, kazanılmış hakların korunması, mali haklarda
iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak yürürlük
tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar.
Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara
etkili olmaması hukukun genel ilkelerindendir.
Hukuk devletinde hukuk güvenliğinin sağlanması, öncelikle hukuki
işlemlerin sonuçlarının öngörülebilir olmasına bağlı bulunduğundan, bir sözleşmenin
yapıldığı tarihte mevcut olmayan bir yasa hükmünün daha sonra geriye yürür
şekilde bu sözleşmeden doğan bir ihtilafta uygulanmasının öngörülmesi, hukuk
güvenliği ilkesine aykırıdır. (Anayasa Mahkemesinin 7.2.2008 tarih, 2005/128
esas ve 2008/54 karar sayılı kararı)
Bu nedenle itiraz konusu kural Anayasanın 2. maddesine aykırı
görülmüştür.
Bunun yanı sıra işlem tarihi ve dava tarihi itibariyle dağıtım, sayaç
okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili
olarak açılmış olan ve “kabuf’le sonuçlanması muhtemel bir davada, sonradan
yürürlüğe giren itiraz konusu kural ile mahkemenin yetkisinin EPDK’nın
düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlandırılması nedeni ile
davanın muhtemelen “red”le sonuçlanacağı değerlendirildiğinde, itiraz konusu
kural hak arama hürriyetini sınırlandırıcı niteliktedir.
Bu nedenle itiraz konusu kural Anayasanın 36. maddesine aykırı
görülmüştür.
Sonuç itibariyle, davacı vekilinin Anayasaya aykırı olduğu iddiasını
Mahkememizin ciddi bulunduğu İtiraz konusu yasa kuralının, Mahkememizde
görülmekte olan davada uygulama olanağı bulunduğu ve itiraz konusu kuralın
Anayasanın 2. ve 36. maddelerine aykırı olduğu sonuç ve vicdani kanaatine
varılarak Anayasaya aykırılığın tespiti ile itiraz konusu kuralın iptal
edilmesi için Anayasa Mahkemesine itiraz yoluna başvurmak gerekmiştir.
SONUÇ VE İSTEM :
Yukarıda açıklanan nedenlerle;
6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununa 6719 sayılı Kanunun 26.
maddesi ile eklenen “Geçici 20. maddesinin” Anayasanın 2. ve 36. maddelerine
aykırı olduğunun tespiti ile iptaline karar verilmesine arz olunur.”
Esas Sayısı : 2016/190
Karar Sayısı : 2016/183
“…
YASA METİNLERİ:
A) İlgili Mevzuat Kuralları:
04.06.2016 tarihinde kabul edilip 17.06.2016 tarihli 29745 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe giren 6719 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 6446 sayılı Elektrik
Piyasası Kanununun 26. maddesinde,
“6446 sayılı Kanuna aşağıda geçici maddeler eklenmiştir”
“GEÇİCİ MADDE 19- (1) bu maddeyi ihdas eden kanunla öngörülen
düzenlemeler yürürlüğe konuluncaya kadar, kurul tarafından yürürlüğe konulan
mevcut yönetmelik, tebliğ ve kurul kararlarının bu kanuna aykırı olmayan
hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
GEÇİCİ MADDE 20- (l) kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk
ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış ücreti, iletim ve kayıp -kaçak
bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve
başvurular hakkında 17. madde hükümleri uygulanır.” hükümlerine yer
verilmiştir.
B) İtiraz Konusu Yasa Kuralı:
6719 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun 26. maddesi ile 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununa
eklenen geçici 20. maddesi “kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş
dağıtım, sayaç okuma, perakende satış ücreti, iletim ve kayıp -kaçak bedelleri
ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve
başvurular hakkında 17. madde hükümleri uygulanır.” şeklindedir.
C) İlgili Anayasa Kuralı:
1- 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyet Anayasasının Hak Arama Hürriyeti
Başlıklı 36. maddesinde “Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir. Hiç bir mahkeme, görev yetkisi içindeki davaya
bakmaktan kaçınamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
2- Yine 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyet Anayasasının Cumhuriyet
Nitelikleri Başlıklı 2. maddesinde “ Türkiye Cumhuriyeti, Toplumun Huzuru,
Milli Dayanışma ve Adalet içinde, İnsan haklarına saygılı, Atatürk
Milliyetçiliğine bağlı, Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, Laik ve Sosyal bir Hukuk Devletedir.” hükmüne yer verilmiştir.
İtirazın Konusu : 1-
Davacı vekilinin 25/07/2016 tarihli dilekçesi davalı elektrik şirketinin hizmet
karşılığı olmayan, hukuka aykırı şekilde alınan bedellerin tahsili için alacak
davası açılmıştır. Mahkememiz dosyası halen derdest olup yargılama devam
etmektedir.
2- İtiraza konu Kanunun 26. maddesi ile
yürürlüğe giren ve geriye dönük olarak açılan icra takiplerini, davaları ve
başvuruları olumsuz etkilemesi amaçlanan geçici 20. maddede “Aleyhe geriye
yürümezlik” kuralını ihlal ettiği için bu durum “Hukuk devleti” ilkesini
güvence altına alan Anayasanın 2. ve Hak Arama Hürriyetini koruyan Anayasanın
36. maddelerine aykırıdır, çünkü; Hukuki öngörülebilirlik ve bilinirlik
gereğince yasal yola başvuran ve hakkını mahkemede arayan tüketicinin; kanunun
olumsuz etkisinin geriye dönük tatbiki ile hak arama hürriyeti ciddi şekilde
kısıtlama getirilmekte, enerji dağıtım şirketlerinin kendisinden yaptığı haksız
tahsilatları faizi ile iade alabilmesinin önü kapatılmaktadır.
3- İtiraza konu kanun, açılmış davalar
yönünden müktesep (kazanılmış) hakka da aykırıdır. Çünkü ortada geçmişten gelen
ve tüketiciden alınmaması gerektiği halde haksız tahsil edilen bedellerin
iadesini talep eden davalar vardır. Bu talep hakkı geçmişte gerçekleşmiş ve bir
hak olarak ilgili tüketicilerce kazanılmıştır. Bu hakkın geriye etkili yasal
düzenleme ile tüketicinin elinden alınması hukuka ve “Hukuk Devleti” ilkesini
güvence altına alan Anayasanın 2. ve Hak arama hürriyetini koruyan Anayasanın
36. maddelerine aykırıdır.
SONUÇ VE İSTEM :
Yukarıda açıklanan nedenlerle;
Davanın subutu halinde, dava dosyasında uygulanacak kanun maddesi
olduğundan; 6719 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik
yapılmasına dair kanunun 26. maddesi ile eklenen 6446 sayılı Elektrik Piyasası
Kanunu geçici 20. maddesinin 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Hak
Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesine ve Cumhuriyetin Nitelikleri başlıklı 2.
maddesine aykırı düzenleme içerdiği kanaatine varılmakla, Yüksek Mahkemece,
mahkememizin başvurusunun itiraz olarak kabul edilerek; 6719 sayılı Elektrik
Piyasası Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanunun 26.
maddesi ile eklenen 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu geçici 20. maddesinin
iptaline karar verilmesi, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 152. ve
6216 sayılı Yasanın 40. maddeleri gereğince saygıyla arz ve talep olunur.”
Esas Sayısı : 2016/193
Karar Sayısı : 2016/184
“1-
GENEL AÇIKLAMALAR
“...Anayasanın
Anayasaya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi, başlıklı 152.
maddesinin birinci fıkrasında, “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak
bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini anayasaya aykırı görürse
veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu
kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı
geri bırakır.” Hükmü 03.04.2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun “Anayasaya aykırılığın mahkemelerce
ileri sürülmesi” başlıklı 40. maddesinde, “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu
davada uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini
Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık
iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa itiraz yoluna başvurabilir.
Somut
olayda davacı 18/01/2016 tarihinde, davalı kayıp kaçak bedeli adı altında
tahsil ettiği paranın iadesini dava etmiştir. İtiraz konusu kural 16/06/2016
tarihinde yürürlüğe girmiştir. Uygulanacak bu kurala göre eldeki davanın
reddine karar vermek gerekecektir.
Her
dava açıldığı tarihteki şartlarda görülür, karara bağlanır.
2-
BAKILAN DAVADA UYGULANAN/UYGULANACAK KANUN KURALI
24/05/2013
günlü, 6719 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun,
“GEÇİCİ
MADDE 20- (1) Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım,
sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedelleri ile
ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular
hakkında 17 nci madde hükümleri uygulanır.”
3-
İLGİLİ KANUN MADDESİ
14/03/2013
günlü 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun 17 nci maddesi:
“(1)
(Değişik fıkra: 04/06/2016-6719 S.K./21. Md) Bu kanun kapsamında düzenlenen ve
bir sonraki dönem uygulanması önerilen tarifeler, ilgili tüzel kişi tarafından
Kurulca belirlenen usul ve esaslara göre tarife konusu faaliyete ilişkin tüm
maliyet ve hizmet bedellerini içerecek şekilde hazırlanır ve onaylamak üzere
kuruma sunulur. Kurul, mevzuat çerçevesinde uygun bulmadığı tarife
tekliflerinin revize edilmesini ister veya gerekmesi halinde resen revize
ederek onaylar. İlgili tüzel kişiler Kurul tarafından onaylanan tarifeleri uygulamakla
yükümlüdür.”
(2)
Lisans sahibinin, her yıl uygulayacağı tarifelerde yapacağı aylık enflasyon
değişimi ve lisansında belirtilen diğer hususlarla ilgili ayarlamalar Kurul
tarafından onaylanır. Onaylanan tarifeler kapsamında belirlenen fiyat formülleri
mevzuatta belirtilen koşullarda tadil edilebilir.
(3)
(Değişik fıkra:04/06/2016-6719 S.K/21. Md) Onaylanan tarifeler içinde, söz
konusu tüzel kişinin tarife konusu faaliyetine ilişkin tüm maliyet ve hizmet
bedelleri dışında piyasa faaliyetleri ile doğrudan ilişkili olmayan hiçbir
unsur yer alamaz. İletim ek ücreti bu hükmün istisnasını oluşturur.
(4)
(Değişik fıkra: 04/06/2016-6719 S.K/21. Md) İlgili faaliyete ilişkin tüm
maliyet ve hizmet bedellerini içeren Kurul onaylı tarifelerin hüküm ve şartları,
bu tarifelere tabi olan tüm gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Bir gerçek veya
tüzel kişinin tabi olduğu tarifede öngörülen ödemelerden herhangi birini
yapmaması halinde, söz konusu hizmetin durdurulabilmesini de içeren usul ve
esaslar Kurum tarafından çıkarılan yönetmelikle düzenlenir. Kurul tarafından
tüketici özelliklerine göre abone grupları belirlenebilir. Kurulca düzenlemeye
tabi tarifeler, doğrudan nihai tüketiciye veya nihai tüketiciye yansıtılmak
üzere ilgili tüketiciye enerji tedarik eden lisans sahibi tüzel kişilere
yansıtılır.
(5)
Tarife onayı gerektiren bir lisansın verilmesi ile birlikte, içinde bulunulan
yıla ait tarifede Kurulca incelenerek onaylanır
(6)
Kurulca düzenlemeye tabi tarife türleri şunlardır:
A)
(Değişik bent: 04/06/2016-6719 S.K./21.Md.) Bağlantı tarifeleri: Bağlantı
tarifeleri ile ilgili bağlantı anlaşmasına dahil edilecek olan bir dağıtım
sistemine bağlantı için eşit taraflar arasında ayrım yapılmaması esasına dayalı
fiyatları, hükümleri ve şartları içerir. Bağlantı tarifeleri şebeke yatırım
maliyetlerini kapsamaz: bağlantı yapan kişinin iç tesisatının dağıtım
şebekesine bağlanması için inşa edilen bağlantı hattı kapsamında katlanılan
masraflar ile sınırlıdır. Bağlantı hattının tüketici tarafından tesis edilmesi
halinde, bağlantı hattı işletme ve bakım sorumluluğu karşılığı dağıtım
şirketine devredilir, bu tüketicilerden bağlantı bedeli alınmaz.
B)
İletim tarifesi: TEİAŞ tarafından hazırlanacak olan iletim tarifesi; üretilen,
ithal veya ihraç edilen elektrik enerjisinin iletim sistemi üzerinden naklinden
yararlanan tüm kullanıcılara eşit taraflar arasında ayrım gözetmeksizin
uygulanacak fiyatları, hükümleri ve şartları içerir. TEİAŞ’m yapacağı şebeke
yatırımları ve iletim ek ücretleri iletim tarifesinde yer alır.
C)
Toptan satış tarifesi: Kurumun belirleyeceği usul ve esaslar kapsamında,
elektrik toptan satış fiyatları taraflarca serbestçe belirlenir. Dağıtım
şirketlerinin teknik ve teknik olmayan kayıpları ile genel aydınlatma
kapsamında temin edeceği elektrik enerjisi ile tarifesi düzenlemeye tabi
tüketicilere yapılacak elektrik enerjisi satışı için TETAŞ’tan tedarik edilecek
elektrik enerjisinin toptan satış tarifesi TETAŞ’ın mali yükümlülüklerini
yerine getirebilme kapasitesi dikkate alınarak kurul tarafından belirlenir.
Ç)
(Değişik bent: 04/06/2016-6719 S.K./21. Md.) Dağıtım tarifeleri: Dağıtım
şirketleri tarafından hazırlanacak olan dağıtım tarifeleri, elektrik
enerjisinin dağıtım sistemi üzerinden naklinden yararlanan tüm gerçek ve tüzel
kişilere eşit taraflar arasında ayrım gözetmeksizin uygulanacak hizmetlere
ilişkin fiyatları, hükümleri ve şartları içerir. Dağıtım tarifeleri; dağıtım
sistemi yatırım harcamaları, sistem işletim maliyeti, teknik ve teknik olmayan
kayıp maliyeti, kesme-bağlama hizmeti maliyeti, sayaç okuma maliyeti, reaktif
enerji maliyeti gibi dağıtım faaliyetinin yürütülmesi kapsamındaki tüm maliyet
ve hizmetleri karşılayacak bedellerden oluşur. Dağıtım şirketlerinin
tarifelerine esas alınacak teknik ve teknik olmayan kayıplara ilişkin hedef
oranlar bu kayıpları düşürmeyi teşvik edecek şekilde Kurul tarafından
belirlenir. Kurulca belirlenen hedef oranlarını geçmemek kaydı ile teknik ve
teknik olmayan kayıplara ilişkin maliyetler dağıtım tarifelerinde yer alır ve
tüketicilere yansıtılır. Teknik ve teknik olmayan kayıplara ilişkin hedef
oranlarının tespiti ve değiştirilmesi ile oluşacak maliyetin tarifelerde yer
alması ve tüketicilere yansıtılmasına ilişkin usul ve esaslar Kurul tarafından
düzenlenir.
D)
(Değişik bent: 04/06/2016-6719 S.K./21.Md.) Perakende Satış Tarifeleri: Serbest
tüketici niteliğini haiz olmayan tüketiciler için, eşit taraflar arasında ayrım
gözetmeksizin uygulanacak fiyatları, hükümleri ve şartları içerir. Serbest
tüketici niteliğini haiz olmayan tüketicilere uygulanacak perakende satış
tarifeleri, görevli tedarik şirketi tarafından önerilir ve Kurul tarafından
incelenerek onaylanır. Tedarik lisansı sahibi şirketin lisansında elektrik
enerjisi tüketim miktarlarına göre değişen tipte tarifelerin veya fiyat
aralıklarının uygulanmasına ilişkin yükümlülükler yer alabilir ve buna ilişkin
hususlar Kurul tarafından düzenlenir. Perakende satış tarifeleri, aktif enerji
maliyeti, faturalama ve müşteri hizmetleri maliyeti, perakende satış hizmet
maliyeti gibi perakende satış faaliyetinin yürütülmesi kapsamındaki tüm maliyet
ve hizmetleri karşılayacak bedellerden oluşur.
E)
Piyasa işletim tarifesi: EPİAŞ’ın faaliyetlerini sürdürmesi için gereken gelir
ihtiyacının karşılanabilmesi ve mali sürdürülebilirlik esasına göre hazırlanır.
F) (Değişik
bent: 04/06/2016-6719 S.K./21. md) Son kaynak tedarik tarifesi : Serbest
tüketici niteliği haiz olduğu hâlde elektrik enerjisini, son kaynak tedarikçisi
olarak yetkilendirilen tedarik lisansı sahibi şirket dışında bir tedarikçiden
temin etmeyen tüketicilerin rekabetçi piyasaya geçmesini teşvik edecek ve son
kaynak tedarikçisinin makul kâr etmesine imkân verecek düzeyde, yürürlükteki
perakende satış tarifeleri ile piyasa fiyatları dikkate alınarak hazırlanır.
Ancak, bu sınırlamalarla bağlı olmaksızın; Kurulca sosyal ve ekonomik durumlar
gözetilerek belirlenecek bir miktarın altında elektrik enerjisi tüketen
tüketiciler için ayrı tarife yapılabilir. Son kaynak tedarik yükümlülüğü
kapsamında uygulanması öngörülen tarifeler tedarik lisansı sahiplerince ayrıca
teklif edilir. Son kaynak tedarik tarifesi, aktif enerji maliyeti, faturalama
ve müşteri hizmetleri maliyeti, perakende satış hizmet maliyeti gibi son kaynak
tedariği kapsamındaki tüm maliyet ve hizmetleri karşılayacak bedellerden
oluşur.
(7)
Belirli bölgelere veya belirli amaçlara yönelik olarak tüketicilerin
desteklenmesi Amacıyla sübvansiyon yapılması gerektiğinde, sübvansiyon
fiyatlara müdahale edilmeksizin yapılır. Sübvansiyonun tutarı ile usul ve
esasları ilgili bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile
belirlenir ve ilgili kurumun bütçesinden ödenir.
(8)
Elektrik enerjisinin kalitesizliğinden veya kesintilerinden kaynaklanan zarar
ve hasarların ilgililerinden tazminine ilişkin usul ve esaslar Kurum tarafından
çıkarılan yönetmelikle düzenlenir.
(9)
İletim veya dağıtım lisansı sahibi tüzel kişiler tarafından yapılacak altyapı
çalışmaları, altyapı kazı ruhsat harcına tabi değildir. Ruhsat başvuruları
dâhil olmak üzere altyapı çalışmalarında teminat sunulması koşulu aranmaz.
Altyapı çalışmaları nedeniyle doğacak zemin tahrip bedellerinin belirlenmesine
esas birim fiyatlar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca yayımlanan birim
fiyatları aşamaz. İletim ve dağıtım lisansı sahibi tüzel kişilerce yapılan
altyapı kazı ruhsat başvuruları ilgili kamu tüzel kişilerince ivedilikle
sonuçlandırılır.
(10)
(Ek fıkra 04/06/2016-6719 S.K./21. md) Kurum tarafından gelir ve tarife
Düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan
başvurularda ve açılan davalarda; tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin
yetkisi, bu bedellerin, Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi
ile sınırlıdır.”
IV-ANAYASAL
DÜZENLEMELER
Hukuk
devletinin kapsamı Anayasa’nın 2. maddesiyle şu biçimde belirlenmiştir:
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı
içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
Devletidir.”
Anayasa
Mahkemesinin kararlarına göre bu maddede belirtilen hukuk devleti, eylem ve
işlemleri hukuka uygun ve insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçman, hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimlerine açık olan devleti ifade
eder. (AYM, 14.01.2015 gün ve E.2014-100, K.2015-6)
Anayasa’nın
adil yargılanma hakkını içeren “hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesi şu
şekilde düzenlenmiştir:
“(Değişik:
3.10.2001-4709/14 md.) Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev yetkisi içindeki davaya
bakmaktan kaçınamaz.”
V-
ANAYASA’YA AYKIRILIĞIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yukarıda
belirtilen madde hükmü bir hukuk devletinde olması gereken “Hukuki Güvenlik
İlkesi” aykırıdır. Hukuk devletinde devlet, hukuk güvenliğini sağlama
yükümlüdür. Hukuki güvenlik ilkesi kural olarak yasaların geriye
yürütülmemesini gerekli kılar. “Yasaların Geriye Yürümezliği İlkesi” uyarınca
yasalar kural olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere
uygulanmak üzere çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin
nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olamaması hukukun genel ilkelerinden
“Kazanılmış Hakların Korunması” ilkesinin gereğidir.
Bununla
birlikte hukuki güvenlik ilkesi belirliliği de gerektirir. “Belirlilik İlkesi”
yükümlülüğün hem kişiler hem de idare yönünden belli ve kesin olmasını, yasa kuralının
ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar
doğurabileceğini makul bir düzeyce önermelerini mümkün kılacak şekilde
düzenlenmesini gerekli kılar. İtiraz konusu yasa ile devam eden davalar için
yasayla geriye dönük olarak açık bir müdahale yapılmıştır.
Somut
vakıada davalı Kurum, tüketiciden alınmaması gereken kayıp kaçak bedellerini
davacıdan tahsil etmiştir ki, kayıp kaçak bedellerinin nihai tüketiciye
yansıtılamayacağı istikrarlı Yargıtay uygulamaları ile sabittir. (YHGK,
21/05/2014 gün ve E.2013/7-2454,K.2014/679 sayılı kararı ve Yargıtay 3. HD’nin
yerleşik içtihatları).Eldeki davada, davacı, dava açıldığı tarihte hukuka
aykırı olarak tahsil edilen kayıp kaçak bedelinin iadesini talep etmiş, bu
davanın gerektirdiği mahkeme masraflarına katlanmıştır. Davacı istikrarlı
Yargıtay uygulamalarına göre kazanmayı beklediği -meşru beklenti ilkesi gereği-
işbu davayı, iptali talep edilen Kanun hükmü nedeniyle kaybedecektir. Başka bir
ifadeyle meşru beklenti seviyesinde kazanılması umulan davanın, belirtilen
Kanun hükmüyle kesin olarak reddedilecek olması Anayasa’nın 2. maddesinde yer
alan hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Diğer
taraftan itiraz konusu kural Anayasa’nın 36. maddesinde garanti altına alman
adil yargılanma hakkına aykırıdır. Zira adil yargılanma hakkı gereği kişiler
açtıkları davaların -kamusal veya değil- herhangi bir müdahale olmaksızın
bağımsız ve tarafsız biçimde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Oysa itiraz
konusu kural ile devam eden davalara müdahale edilmekte ve davalı lehine belli
bir avantaj sağlanmaktadır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM)
göre devam eden davalara belli bir sonucu garanti etmek adına yasa ile yapılan
kamu müdahaleleri Sözleşme’nin 6. maddesinde güvenceye kavuşturulan adil
yargılanma hakkını ihlal eder. AİHM, ihlal bulduğu kararlarda, özellikle
yargılama sırasında yürürlüğe giren kanunla yapılan müdahalenin “zamanlaması ve
şekli”ni dikkate almış, karar verme aşamasına yakın bir zamanda yargılamanın
sonucuna etki edecek şekilde yapılmış olan müdahaleler yönünden ihlal tespit
etmiştir (Bkz.: Stran Greek Refineries ve Stratis Andreadis/Yunanistan. 49-50);
Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve Diğerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94
34165/96 34166/96 ve diğer 7 başvuru numarası. 28/10/1999, 59;
Papageorgiou/Yunansitan, B. No: 24628/94, 22/10/1997; Anagnostopoulos ve
Diğerleri/Yunanistanan, B. No: 39374/98, 7/11/2000, 20-21).
AİHM
müdahalenin “öngörülebilir” olmasını, “belli bir davayı hedef almamasını “az
miktarda olması”nı, “zorlayıcı bir kamu yararı taşımasını ve “davanın esasının
mahkemelerce incelenmesi”ni şart koşmuştur (Bkz.: (National & Provincial
Building Society, Leeds Permanent Building Society ve Yorkshire Building
Society/Birleşik Krallık, & 1 12; Forrer-Niedenthal/Almanya, B. No:
21319/93 21449/93 21675/93, 23/10/1997 & 64; OGIS- Institut Stanislas, OGEC
Saint-Pie X ve Blanche de Castille ve Diğerleri/Fransa, B. No: 42219/98
54563/00,27/5/2004, & 71-72).
İtiraz
başvurusuna konu kural bu açıdan değerlendirildiğinde; öncelikle ilgili kural
öngörülebilir değildir, zira davacılar açısından dava açıldığı tarihte bu yönde
bir tahminde bulunmak olanaksızdır. Yine ilgili kural belli bir davayı hedef
almamakla birlikte sonuçları itibarıyla mali hakları ciddi tutarlarda etkilemektedir.
Ayrıca ilgili kuralın yasama organınca hangi zorlayıcı kamu yararı gereğince
kabul edildiği belli değildir. Oysa devam eden davalara belli bir sonucu
garanti edecek biçimde müdahale eden ilgili kuralın hangi zorlayıcı kamu
yararına matuf kabul edildiğinin açıklanması gerekir. Son olarak ilgili kural
gereği mahkemelerin davanın esasını inceleyebilmesi olanaksızdır, çünkü
mahkemeler ilgili kuralın amir hükmü gereği davayı davacının aleyhine
sonuçlandırmak durumundadır.
Yukarıdaki
açıklamalar ışığında; İtiraz konusu Kanun hükmü Anayasa’nın 2. maddesinde
yerini bulan HUKUK DEVLETİ ilkesini ve 36. maddesinde yer alan ADİL YARGILANMA
HAKKINI ihlal etmektedir.
VI-
SONUÇ VE İSTEM:
Yukarıda
açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 152. maddesinin birinci fıkrası ile 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 40.
maddesi uyarınca, bakılan davada uygulanacak kuralın; Anayasa’nın 2. ve 36.
maddesine aykırı olduğu kanaatine varıldığından, anılan düzenlemelerin iptali
istemiyle itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurulmasına, dava dosyasının
onaylı bir örneği ile iş bu kararın aslının Anayasa Mahkemesine gönderilmesine,
Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar 5 ay süreyle davanın geri
bırakılmasına, bu süre içerisinde Anayasa Mahkemesince bir karar verilmemesi
halinde, mevcut mevzuat hükümleri ile dosyadaki bilgi ve belgelere göre davanın
görülmesine, kararın bir örneğinin taraflara tebliğine, 04/10/2016 tarihinde
karar verildi.”
Esas Sayısı : 2017/1
Karar Sayısı : 2017/1
“Davacı vekili Av. … mahkememize verdiği 17/10/2016
havale tarihli dilekçesinde, davacı vekil eden, net bir şekilde ve haklı
olarak, kullanmadığı ve almadığı hizmetten dolayı davalı elektrik dağıtım
şirketine bir bedel ödemek istememekte ve ödediği ve bugüne kadar kendisinden
haksız tahsil edilmiş olanları da faizi ile iadesini talep ettiği, vekil edenin
bu talebinde haklı olduğunu. Bir hukuk Devletinin bağlı olduğu hukukun evrensel
ilke ve esasları ışığında hiç kimsenin almadığı hizmetten veya tüketmediği
elektrik enerjisi bedeli nedeniyle sorumlu tutulması ve başkalarının
külfetlerini yüklenmesi kabul edilemez olduğunu elektrik abonesi yalnızca
kullandığı elektriğin bedelini ve buna karşılık kendisine tahakkuk ettirilen
vergiyi ödeyeceğini, Anayasa m. 73.e göre vergi, kamu giderlerini, karşılamak üzere
mali gücü oranında herkesten alınan para veya para karşılığı olan malvarlığı
olarak tanımlanabilir olduğunu, vergi resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler
ancak kanunla koyulur, değiştirileceğini veya kaldırılacağını kişiye yüklenen
yükümlülükler adaletsiz olamayacağım, enerji bedeline elektrik aboneleri ile
ilgisi olmayan ek külfetleri faturaya yansıttığını,
Elektrik abonesinden; dağıtım, sayaç okuma, perakende satış
hizmeti, iletim ve en önemlisi de tüketicinin sorumluluğunda olmayan, miktarı,
sorumlusu ve şekli bilinmeyen kayıp ve kaçak bedelinin tahsil edilmesi gerek
Kamu Hukuku ve gerekse Özel Hukuk kuralları ile bağdaşmayacağını, Elektrik
enerjisinde kayıp ve kaçak varsa öncelikle Devlet ve hak sahibi kıldığı
elektrik dağıtım şirketleri bunları önlemek kayıp kaçağa karşı sigorta
yaptırmak, dağıtıp para kazanan kendisi olduğu için dağıtım şirketlerinin bu
külfeti üstlenmeleri gerektiğini, Bu külfetten kurtulmak isteyen enerji dağıtım
şirketlerinin mali yükümlülüklerini ortadan kaldırmak isteyen kanun koyucu
hukuk devleti” ilkesine uymayan ancak “kanun devleti “anlayışı ile
açıklanabilecek hatalı bir yasal düzenlemeyi çıkardığını,
Külfetten kurtulmak isteyen Devlet ve enerji dağıtım
şirketlerinin mali yükümlülüklerini ortadan kaldırmak isteyen kanun koyucu;
“hukuk devleti” ilkesine uymayan, ancak “kanun devleti” anlayışıyla
açıklanabilecek hatalı bir yasal düzenlemeyi çıkardığını, Kanunla her yere
müdahale edilmesi, yasal düzenlemeler yoluyla hak ve hürriyetler dengesinin
bozulması hukukun evrensel ilke ve esasları ile bağdaştırılamayacağını, ayrıca
“ Kanun Devleti” anlayışına uygun düşen bu yasal düzenleme evrensel ilke ve
esasları ile kesinlikle bağdaştırılamayacağını, “kanun devleti” anlayışına
uygun düşen yasal düzenleme, “Hukuk Devleti” ilkesi karşısında Anayasaya aykırı
nitelik taşıyacağını,
6719 sayılı Kanunun 21. Maddesiyle 6446 sayılı Kanunun 17.
Maddesine 10. Fıkra
olarak;
“Kurum tarafından gelir ve tarife düzenlemeleri kapsamında
belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan davalarda;
tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin yetkisi, bu bedellerin, Kurumun
düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır/’ hükmünü
içerdiğini. Bu madde hükmü yargı için hukukilik denetimi değil yerindelik
denetimi öngördüğünü bu husus “Yargı Yolu” başlıklı Anayasa m. 125/4 ‘e açıkça
ay kın olduğunu . Çünkü Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılan
yargı yetkisi, yerindelik denetimini kapsamayacağını.
Anayasa m.l25/4’e göre; “Yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin
hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik
denetimi şeklinde kullanılamayacağını. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen
şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem
ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı karan
verilemeyeceğini’\Kanunun 21. maddesi, yargının hukukilik denetimi yetkisini
kısıtlamakta ve yargı yetkisini, sadece Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun
düzenleyici işlemleri ile tüketiciden alınacak bedellerin uygunluğunu, bir
anlamda yerindeliğini denetlemekle sınırlandırdığını, Kanun bu yönüyle
yargının, tüketiciye yüklenen elektrik enerjisi bedellerinde yer alan, hukukun
evrensel ilke ve esasları ile bunları koruyan Anayasaya aykırılık taleplerini,
yani elektrik faturasında yer alan unsurları denetleyip hukuka aykırı
olanlarını iptal etmesini, varsa tüketiciden haksız alınanların faizi ile
iadesini engellemeyi amaçladığı,
Anayasa m.36’nın güvencesi altında olan hak arama hürriyeti
de, 6719 sayılı Kanunun 21 ve 26. maddeleri ile engellendiğini, bu durum “hukuk
devleti” ilkesini güvence altına alan Anayasa m.2 ve hak arama hürriyetini
koruyan Anayasa m.36/1’e aykırı olduğunu, Ayrıca; yargı yetkisinin bu şekilde
kısıtlanması, “kuvvetler ayrılığı” ilkesine de haksız bir müdahale niteliği
taşıdığını, bir anlamda “Yargı yetkisi” başlıklı Anayasa m.9’a aykırılığı
gündeme getirdiğini.
Kanunun 26. maddesi ile yürürlüğe giren ve geriye dönük
olarak açılan icra takiplerini, davaları ve başvurulan olumsuz etkilemesi
amaçlanan geçici 20. madde de, “aleyhe geriye yürümezlik” kuralını ihlal ettiği
için hukuka ve Anayasaya aykırı görülebilir olduğunu. Çünkü hukuki
öngörülebilirlik gereğince yasal yola başvuran ve hakkını mahkemede arayan
abonenin; Kanunun olumsuz etkisinin geriye dönük tatbiki ile hak arama
hürriyetine ciddi şekilde kısıtlama getirilmekte olduğunu, enerji dağıtım
şirketlerinin kendisinden yaptığı haksız tahsilatları faizi ile iade
alabilmesinin önü kapattığı,
Açılmış davalar yönünden müktesep/kazanılmış hakka da
aykırı olduğunu, ortada, geçmişten gelen ve tüketiciden alınmaması gerektiği
halde haksız tahsil edilen bedellerin iadesini talep eden davalar olduğunu. Bu
talep hakkı geçmişte gerçekleşmiş ve bir hak olarak ilgili tüketicilerce
kazanıldığını. Bu hakkın, geriye etkili yasal düzenleme ile tüketicinin elinden
alınması kabul edilemeyeceğini,
6719 sayılı Kanunun ilgili hükümleri, net bir şekilde
“sorumluluğun şahsiliği” ilkesine de aykırı olduğunu. Herkes, yalnızca kendi
kullandığı ve tükettiği mal veya hizmetin bedelini ödemekle yükümlü
kılınabileceğini Bu kuralı aşan veya gözardı eden yasal düzenlemenin keyfi ve
Anayasaya aykırı olduğunu. Anayasanın 152. maddesi hükmü gereğince yukarıdaki
nedenlerle 6719 Sayılı yasanın ANAYASA’ya aykırı olduğu iddiası ile bu iddianın
Anayasa Mahkemesine taşınarak Anayasa Mahkemesinin bu konudaki kararına kadar
davanın geri bırakılmasını talep ettiği görülmüştür.
İptali istenen 6719 sayılı Kanunun seçici 20. ve 21.
maddesi incelenmiş ve aşağıda gerekçelendirileceği üzere Anayasamızın 2, 5, 10,
35 ve 36. maddelerine aykırı olabileceği düşünüldüğünden davacı vekilinin
talebi ciddi görülmüştür. Şöyle ki :
İptali istenen geçici 20. madde yasanın yürürlük tarihi
öncesini kapsar şekilde daha önce tahakkuk ettirilen ve daha önce açılan
ilamsız icra takibi, dava ve başvuruları da kapsar şekilde düzenlenmiştir.
Hukuk devletinin bir gereği hukuk güvenliği ilkesine riayettir. Kanun koyucunun
sınırsız ve keyfi şekilde kanun değişikliği yapma hakkı ve yetkisi olamaz. Hukuk
kuralları değiştirilerek bir yandan toplumun yeni ihtiyaçları karşılanmalı,
diğer yandan değişiklik tarihine kadar mevcut olan hukuki durumun ve oluşmuş
hukuki istikrarın zedelenmemesi gerekir. Hukuk kurallarının geçmişte
tamamlanmış veya kazanılmış haklara geriye dönük uygulanması hukuki güvenlik
ilkesini böylelikle hukuk devleti ilkesini ihlal etmiş olacaktır. Geçmiş
tarihli tahakkuklara uygulanacak mevzuatın tahakkuktan sonraki tarihte
yürürlüğe girmesi hukuk devleti yerine kanun devleti anlayışıyla açıklanabilir.
Bu nedenle anılan düzenleme Anayasamızın 2. maddesinde ifadesini bulan hukuk
devleti ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.
Yine anılan Kanunun 21. maddesi ile 17. madde 10.
fıkrasında mahkemenin yetkisi bedelin, düzenleyici işlemlerine uygunluğunun
denetimi ile sınırlanmış olup, düzenleme bu şekliyle hak arama hürriyeti ve
yine hukuk devletinin ihlalini teşkil etmektedir. Zira tüketici, tüketici
yasası ile elde ettiği haklarını mahkemenin sınırlı yetkisi nedeniyle ileri
süremeyecektir. Hakların ileri sürülememesi Anayasamızın 36. maddesine,
ve yine Anayasamızın 2. maddesine aykırılık teşkil etmektedir. Ayrıca
Anayasamızın 9. maddesinde verilen yargı yetkisinin de kanunla
sınırlandırılması anlamına gelmemektedir.
Her ne kadar elektrik dağıtımı kamu hizmeti olsa da, bedeli
mukabilinde özel hukuk kurallarınca elektrik satın alan tüketiciden dağıtım,
sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim bedeli adı altında ücret alınamaz.
Bunlar hizmet sunanın katlanması gereken maliyetlerdir ve tüketiciye yüklenemez.
Kayıp kaçak bedeli adı altında alınan ücretler ise hiçbir şekilde denetime
elverişli olmayan, kayıp ve kaçak elektrik kullanıp bedel ödemeyen tüketiciyi
teşvik eden, külfetine bir diğer tüketicinin katlanmasını gerektiren
niteliktedir. Bu tutum tüketiciler arasında eşitsizlik yaratır, bu nedenle
gerek özel üretim ve dağıtım şirketi ile gerekse elektriği kaçak şekilde
kullanan tüketici ile kayıp kaçak bedeline katlanan kişi arasında AY. 10.
maddesinde ifadesini bulan eşitlik ilkesi ihlal edilmiştir.
Ayrıca engellenemeyen kayıp kaçak bedelinin külfetini,
satıcı, dağıtıcı firma ye kaçak elektrik kullanan kişiler arasında denge
kurulmaksızın tümden bu durumda hiçbir kusuru bulunmayan ve kayıp kaçak
tahsilinden menfaati de bulunmayan, elektrik almak zorunlu bir ihtiyaç
olduğundan, sözleşme yapabileceği tekel konumundaki firmaya nazaran zayıf
konumda olan tüketiciye yüklemek sosyal devlet ile adalet ilkeleri ile
bağdaşmayacaktır. Bu yönüyle ilgili düzenleme Anayasanın 5. maddesine
aykırıdır.
Son olarak anlatılan nedenlerle anayasaya aykırı olan bu
düzenleme gereği haksız olarak alınacağı düşünülen bedeller AY 35. uyarınca
mülkiyet hakkının ihlali anlamına gelecektir.
Dosyamız kül halinde ele alınarak incelemesinden, dosyamız
davacı vekilinin talebi yerinde gönderilmekle gerekli incelemeyi yapmak üzere
Anayasa Mahkemesine gönderilmesini karar verilmiştir.
SONUÇ VE İSTEM: Yukarıda
açıklanan nedenlerle;
Davacı vekili Av. … talebinin KABULÜ ile,
6719 sayılı Kanunun geçici 20. ve 21. maddesinin Anayasaya
aykırılığı hususunda değerlendirme yapmak üzere dosyanın Anayasa Mahkemesi’ne
gönderilmesine,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda karar verildi.”
Esas Sayısı : 2017/9
Karar Sayısı : 2017/11
“…
04/06/2016 tarihli, 6719 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 15. maddesi ile 14/03/2013
tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 3. maddesinin birinci
fıkrasına eklenen şş) bendi ile aynı Kanunun 17. maddesine eklenen 3. fıkrası
yönünden:
Bahse konu (şş) fıkrası ile yasaya eklenen yasal düzenlemede
teknik ve teknik olmayan kayıp tanımına yer verilerek dağıtım sistemine giren
enerji ile dağıtım sisteminde tüketicilere tahakkuk ettirilen enerji miktarı
arasındaki farkı oluşturan ve maliyeti etkileyen teknik kayıp ve/veya kaçak
kullanım gibi sebeplerden kaynaklanan ve teknik bir sebebe dayanmayan kaybı
ifade ettiği açıkça belirtilmiştir. Bilindiği üzere; çok basit bir ifade ile
dağıtım şirketleri, dağıtım seviyesinden bağlı üreticilerin üretimi hesaba
katılmaz İse; bölgelerinde tüketilen enerjiyi, iletim şirketinden satın
alırlar. Dağıtım şirketi abonelerinin sayaçlarındaki değerlerin toplamı ile
iletim şirketinin teslim ettiği enerjinin arasındaki fark, kayıp-kaçak olarak
adlandırılmaktadır. Bu değer, sayaç okumalarındaki hataları içermediği gibi okunmayan
veya tahsil edilemeyen enerjiyi de içermemektedir. Oysa ki, karşılığı tahsil
edilemeyen bir enerji, “kayıp enerji’dir ve uygulamada teknik yönden tam olarak
hesabının yapılması da mümkün değildir. Davamızda uygulanacak kural
niteliğindeki söz konusu düzenleme ile teknik kayıp ve/veya kaçak kullanımının
dağıtım şirketinin maliyetini etkilediği açıkça belirtilmiştir. Her ne kadar
üretici şirketten satın aldığı elektrik enerjisini perakende abonelere teslim
etmeden önce oluşan teknik ve/veya teknik olmayan kayıpları maliyet unsuru
olarak nitelendirmede yürütülen piyasa faaliyetinin niteliği ile hizmetin
özelliği gereği bir hukuka aykırılığın bulunmadığı iddia edilebilir ise de;
Aynı Kanunun 21. maddesi ile; 6446 sayılı Kanunun 17 inci maddesinin birinci,
üçüncü ve dördüncü fıkraları ile altıncı fıkrasının (a), (ç), (d) ve (f)
bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilerek aynı maddeye eklenen 3. fıkra ile
birlikte söz konusu düzenleme dikkate alındığında; düzenlemenin Anayasa’nın 2.
maddesinde öngörülen öngörülen hukuk devleti ve adalet ilkesine aykırılığı
ortadadır. Zira, dava konusu anılan düzenleme ile yasa koyucu tarafından teknik
olmayan kayıplar olarak nitelendirilen kayıp ve kaçak bedelleri, dağıtım
şirketlerinin dürüst ve iyi niyeti i olup tüketim fatura bedelini zamanında
dağıtım ödeyen abonelere hukuka ve ahlaka aykırı bir davranış sonucunda
tükettiği fatura bedelini ödemeyen tüketicilerin bedelinin yansıtılmasına yasal
zemin oluşturulmaktadır. Bu bağlamda ise; dürüst tüketicinin katlanmaması gereken
ve yürütülen hizmetin doğası gereği hizmetin yürütülmesi sırasında tüm
tedbirlere rağmen işletmeci konumundaki dağıtım şirketi tarafından işletme
riski kabul edilerek katliam İması gereken kayıp ve kayıp ve kaçak bedeli,
dağıtım şirketinin EPDK tarafından onaylanan elektrik satış tarifesi içerisinde
hizmetin maliyetini doğrudan etkileyen bir bileşen olarak değerlendirilmekle;
6102 sayılı TTK hükümleri gereğince tacir sıfatım haiz olan dağıtım şirketler
aleyhine dürüst tüketici aleyhine ek mali yük getirecek şekilde adeta ek bir
gelir kaynağı yaratılmaktadır. Oysa ki; EPDK tarafından belirlenen elektrik
dağıtım bölgelerinde dağıtım şirketlerine EPDK tarafından onaylanan tarife
üzerinden perakende tüketicilere satarak teslim edeceği enerjinin satışından elde
edeceği işletme kârından dolaylı olarak dahi olsa başkaca bir gelir elde etmesi
hukuken mümkün değildir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.05.2014
tarih ve 2013/7-2454 Esas 2014/679 K. Sayılı kararında da vurgulandığı üzere;
Anayasanın Vergi ödevi Başlıklı 73. maddesindeki “Herkes, kamu giderlerini
karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi, resim,
harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya
kaldırılır. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık,
istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği
yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna
verilebilir” şeklindeki düzenlemeye göre kayıp-kaçak, sayaç okuma, dağıtım,
perakende hizmet ve iletim bedeli uygulamasının EPDK Kararları ve tebliğleri
çerçevesinde uygulama arz eden kanunlar ve ikincil mevzuat hükümleri
çerçevesinde EPDK tarafından belirlenerek uygulandığından bu tarihteki mevcut
hukuki düzenlemenin EPDK’ya sınırsız bir fiyatlandırma ve tarife unsuru
belirleme hak ve yetkisi vermediği özellikle kaçak (elektrik enerjisinin
hırsızlanması) bedellerinin kurallara uyan abonelerden tahsili yoluna gitmenin
hukuk devleti ve adalet düşünceleri ile bağdaşmadığı, bu faturalara yansıtılan
diğer kalemlere ilişkin bedel miktarlarının şeffaflık ilkesi ile
denetlenebilmesi ve hangi hizmetin karşılığında ne bedel ödendiğinin
bilinmesinin de şeffaf hukuk devletinin vazgeçilmez unsuru olduğundan EPDK
kararları ile bu bedellerin mevcut mevzuat kapsamında tüketicilerden alınması
doğru bulunmayarak hukuka uygun olmadığı kabul edilmiştir. Söz konusu kararda
ileri sürülen hukuki görüş ve düşünceler, işbu başvurumuzda Mahkememizce de
aynen benimsenmektedir. Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa Mahkemesi
1 Temmuz 1998 tarih ve K. 1998/45 sayılı Kararında, “Hukuk Devleti, insan
haklarına saygılı ve bu hakları koruyan, adaletli bir hukuk düzeni kuran ve
bunu sürdürmekle kendini yükümlü sayan, bütün işlem ve eylemleri yargı
denetimine bağlı olan Devlettir. Böyle bir düzenin kurulması, yasama, yürütme
ve yargı alanına giren tüm işlem ve eylemlerin hukuk kuralları içinde kalması,
temel hak ve özgürlüklerin, Anayasal güvenceye bağlanmasıyla olanaklıdır”.
Diğer taraftan, dürüst tüketicilerin fatura bedelini çeşitli gerekçelerle ve
hatta suç teşkil eden davranışlar sonucunda ödenmeyen bir kısım elektrik
abonesinin ne miktarda tüketim fatura bedelinin kendilerine yansıtılacağını
bilmelerine olanak bulunmadığından, dava konusu düzenlemenin hukuk devleti
ilkesinin ayrılmaz ve vazgeçilmez bir parçası olan hukuki güvenlik ilkesine de
açıkça aykırı olduğu ortadadır.
04/06/2016 tarihli, 6719 sayılı “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun” 21. maddesi ile 14/03/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun
17. maddesine eklenen 10. fıkrası yönünden:
İtirazen iptali istemine konu yukarıda değinilen yasal
düzenleme de Anayasa’nın yargı bağımsızlığını düzenleyen 138.m. ile hukuk
devleti ilkesini Anayasal güvence altında düzenleyen 2. maddesine açıkça
aykırıdır. Bilindiği üzere; Yargı bağımsızlığı, bir yargılamada, iddia ve
savunma taraflarının katkılarıyla, yargılama işlemleri içerisinde toplanan
kanıtlarla, iç ve dış baskı ve etkilerden uzak, güven verici bir ortamda karar
verilmesini ifade etmektedir. Yargı bağımsızlığı sadece Anayasamızda değil;
Anayasa’nın 90.m. gereğince referans nitelikte ve öncelikle uygulanması gereken
normlar içeren milletlerarası sözleşmelerde de güvence altına alınmıştır.
Nitekim, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde de “bağımsız ve tarafsız
mahkeme” vurgusu yer almaktadır. (m.10). Yine Birleşmiş Milletler Kişisel
ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmede, “Herkesin yasayla kurulmuş,
yetkili, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından adil ve açık olarak
yargılanmaya hakkı vardır” (m. 14/1). Bu bağlamda, AİHS’nin 6’ncı maddesinde
yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı tek bir kavram olarak düzenlenmiştir. Buna
göre, “Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek
cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla
kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre
içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir”.
Bahse konu düzenlemeler ışığında incelendiğinde; dava konusu itirazen iptali
isteminde bulunulan yasal düzenleme ile elektrik dağıtım şirketlerine karşı
kayıp-kaçak, perakende satış hizmet bedeli, iletim bedeli gibi hukuka aykırı
kesintilerin iadesi istemi ile açılan davalarda yargısal denetim yetkisi, EPDK
tarafından yürürlüğe konulan idari ve ikincil nitelikteki düzenleyici işlemlere
uygunluğu ile sınırlanarak adeta kaynağını Anayasadan alan yargı yetkisi
işlevsizleştirilerek denetim yetkisine Anayasal dayanağı bulunmayan ve kamu
yararı ve hukuk devleti ilkesi ile açıklanması mümkün olmayan bir çerçeve
sınırlama getirilmiştir. Dava konusu yasal düzenleme gereğince az yukarıda
değinilen tarife ve gelir kapsamında dağıtım şirketleri tarafından hukuka
aykırı şekilde tarifenin bileşeni hale getirilen kayıp-kaçak bedellerinin
istinaden tahsili istemi ile ilgili olarak Mahkememizde açılacak davada Mahkeme
tarafından yargısal yetki kullanımı sadece dava konusu kesintilerin EPDK
tarafından çıkartılan yönetmeliğe uygun olup olmadığı ile sınırlı olacaktır. Bu
bağlamda, iptal istemine konu anılan yasal düzenleme gereğince Anayasa’nın
138.m. bağlamında yargı yetkisi kullanan davaya bakan Mahkememiz tarafından
gereği gibi ve etkin bir şekilde yargısal denetim yapılamayacağı açıktır. Daha
açık bir anlatımla, bakılmakta olan davada yargı yetkisinin kullanımına
Anayasa’nın 138. maddesinde yer almayan ve Anayasal hiçbir dayanağı bulunmayan
bir kısıtlama getirilmiş olup söz konusu kural iptal edilmediği takdirde
yargısal denetimde dava konusu kesintinin abonelik sözleşmesi ve dava konusu
kesinti alacaklarının sözleşmeye ve hukukun genel ilkelerine uygunluğu yönünden
hiçbir değerlendirme yapılamayacaktır. Bu itibarla da, açıklanan gerekçelerle;
dava konusu düzenleme de açıkça Anayasa’ya aykırı olup iptali gerekmektedir.
NETİCE VE TALEP: Yukarıda
arz edilen gerekçelerle; Mahkememizin 17/06/2016 tarihli ve 29745 sayılı Resmi
Gazetede yayımlanmakla yürürlüğe giren 6719 sayılı “Elektrik Piyasası Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun” 15. m. ile 14/03/2013
tarih ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 15. maddesinin 1. fıkrasına
eklenen “şş” bendi ile 21. maddesi ile aynı Kanunun 17. maddesine eklenen 3.
fıkrası ve l0. fıkrası ile aynı Kanunun 26. m. ile 6446 sayılı Kanuna eklenen
geçiçi 20. maddesinin Anayasa’nın 152.m. gereğince itirazen iptaline karar
verilmesi saygı ile arz ve talep olunur.”
Esas Sayısı : 2017/11
Karar Sayısı : 2017/13
“Mahkememizin
08/12/2016 tarihli duruşmasının ara kararı uyarınca; “Davacı. vekilinin ileri
sürdüğü Anayasa’ya aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varılmakla
Anayasa’nın 152. maddesi ile 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 28. maddesi uyarınca mahkememizde
görülmekte olan dava sebebiyle uygulanacak olan 6446 sayılı Kanuna 6719 sayılı
Kanunun 26. maddesi ile eklenen “Geçici 20. maddesinin” Anayasa’nın 2. ve 36.
maddelerine AYKIRI görülmesi nedeniyle İPTALİ istemi ile Anayasa Mahkemesine
BAŞVURULMASINA, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar DAVANIN
GERİ BIRAKILMASINA,” dair karar verilmiş olmakla aşağıdaki şekilde karar
verilmiştir.
Mahkememizin
iş bu dosyasında davacı Altan İnş. ve Plastik San.ve Tic.Ltd.Şti tarafından
davalılar Gediz Elektrik Dağıtım A.Ş, Gediz Elektrik Perakende Satış A.Ş, Fina
Elektrik Enerjisi İth.İhr.ve Toptan Satış A.Ş’ye karşı 06/05/2016 tarihinde
davalı şirketçe dağıtım sistemi kullanım bedeli, iletim bedeli, perakende satış
hizmet bedeli, kayıp kaçak bedeli ve bunların KDV’leri adı altında haksız
olarak tahsil edilen paraların tahsili istemi ile dava açılmış, dava devam
ederken 17.06.2016 tarihinde 6719 Sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun yürürlüğe girmiştir, bu Kanun’un
26. maddesi ile 6446 sayılı Kanuna “Geçici 20. maddesi” eklenmiştir. Davacı
vekili 08/12/2016 tarihli duruşmada; 6719 sayılı Kanunun 26. maddesi ile
eklenen “geçici 20. maddenin” Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırı
görülmesi nedeniyle iptali istemiyle mahkememizce Anayasa Mahkemesi’ne
başvurulmasını talep etmiştir.
Söz
konusu Geçici 20. maddeye göre “Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk
ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp kaçak
bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve
başvurular hakkında 17. madde hükümleri uygulanır.”
6446
sayılı Elektrik Piyasası Kanununa 6719 sayılı Kanunun 26. maddesi ile eklenen
geçici 20. maddesinin Anayasamızın 2. maddesinde güvence altına alınan “hukuk
devleti” ilkesi ve yine 36. maddesinde güvence altına alınan “hak arama
hürriyeti” ilkesine açıkça aykırı olduğu kanaati hasıl olmuştur.
Anayasamızın
2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Hukuk devletinin
gereği olan “hukuk güvenliğini” sağlama yükümlülüğü kural olarak “yasaların
geriye yürütülmemesini” gerekli kılar. Yasaların geriye yürümezliği ilkesi
uyarınca yasalar kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği kazanılmış hakların
korunması, mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında ilke
olarak tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere
çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış
hukuksal durumlara etkili olmaması hukukun genel ilkelerindendir. Öte yandan
hukuk devletinin hukuk güvenliği ilkesi “belirliliği” de gerektirir. Belirlilik
ilkesi yükümlülüğün hem kişiler hem idare yönünden belli ve kesin olmasını yasa
kuralının ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür
sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak
şekilde düzenlenmesini gerekli kılar. İtiraz konusu kuralla “Kurul kararlarına
uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış
hizmeti, iletim ve kayıp kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her
türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 17. madde hükümleri
uygulanır.” diyen kanun koyucu belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerini ihlal
etmiş olup, bu yasa ile geriye dönük olarak açık bir müdahale yapılmıştır.
Geçici 20. madde, kanun değişikliğinin geçmişe dönük ve derdest davalar hakkında
uygulanacağı kabul edilmekle geriye yürümezlik ilkesine de açıkça aykırıdır.
Esasen geriye yürümezlik ilkesi hukukun temel bir prensibi ve hukuk devleti
olmanın doğal bir gereğidir. Bu kavram yürürlüğe giren yeni kuralın yürürlük
tarihinden önceki dönemde hukuki sonuçlar doğurmasını yasaklayan ve kuralın
ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki olaylara uygulanmasını elveren hukukun
temel prensibidir.
Açıklanan
tüm bu nedenlerle Anayasa’nın 152. maddesi ile 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 28. maddesi uyarınca mahkememizde
görülmekte olan dava sebebiyle uygulanacak olan 6446 sayılı Kanuna 6719 sayılı
Kanunun 26. maddesi ile eklenen “Geçici 20.
maddesinin” Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırı görülmesi nedeniyle
iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine başvurulmasına yönelik aşağıdaki şekilde
karar verilmiştir.
SONUÇ VE İSTEM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
Davacı
vekilinin ileri sürdüğü Anayasa’ya aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına
varılmakla Anayasa’nın 152. maddesi ile 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 28. maddesi uyarınca
mahkememizde görülmekte olan dava sebebiyle uygulanacak olan 6446 sayılı kanuna
6719 sayılı Kanunun 26. maddesi ile eklenen “Geçici 20. maddesinin” Anayasa’nın
2. ve 36. maddelerine AYKIRI görülmesi nedeniyle İPTALİ istemi
ile Anayasa Mahkemesine BAŞVURULMASINA,
Anayasa
Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar DAVANIN GERİ BIRAKILMASINA karar
verildi.”
Esas Sayısı : 2017/22
Karar Sayısı : 2017/15
“Mahkememizin 18.01.2017 tarihli duruşmasının ara karan uyarınca; “Mahkememizce
Anayasa’nın 152. maddesi ile 6216 saydı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesi uyarınca mahkememizde
görülmekte olan dava sebebiyle uygulanacak olan 6446 sayılı Kanuna 6719 saydı
Kanunun 26. maddesi ile eklenen “Geçici 20. maddesinin” Anayasa’nın 2. ve 36.
maddelerine AYKIRI görülmesi nedeniyle İPTALİ istemi ile Anayasa Mahkemesine
BAŞVURULMASINA, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar DAVANIN GERİ
BIRAKILMASINA,
“ dair karar verilmiş olmakla aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
Davacı
vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili olan Yazıhüyük Belediye
Başkanlığı’nın 8220004, 8206718, B206718, 8206981, B206961, 8207037, 8207037,
8206961. 10301814, 8220065, 8220064, 8210071, 8220069, 8220067, 8220066,
8220070, 8220072, 8210054, 8210068, 8210051, 8210050, 8210052, 8220052, tesisat
numaralan ile MEDAŞ’ın abonesi olduğunu, her ne kadar daha önce MEDAŞ abonesi
iken bu aboneliklerim daha sonra dava dışı başka bir aracı şirkete nakil edip
etmediğini hatırlamamak ile birlikte bu aboneliklerin aktarıldığı varsayılsa
bile aktarıldığı dönem de dâhil müvekkilinin bahsi geçen aboneliklere ilişkin
faturalan incelendiğinde; dava konusu kısmında bildirilen bedellerin
kendisinden haksız ve yersiz biçimde tahsil edildiğinin tespit edildiğini;
akdedilen abonelik sözleşmelerinin matbu olduğu ve müvekkilin sözleşmeler
üzerinde istişare ve değişiklik yapma olanağının bulunmadığını, müvekkilinin
dava konusu edilen dönemde kaçak elektrik kullanması veya elektrik kaybına yol
açması gibi bir durum söz konusu olmadığını, dava konusu kısmında belirtilen
Kayıp Kaçak. PSH. İletim, Dağıtım ve Sayaç Okuma bedellerinin ve bu kalemlere
bağlı olarak tahsil edilen KDV, TRT Payı, Enerji Fon Bedeli ve BTV’nin
abonelerden haksız bir biçimde tahsil edildiği kazai içtihatlarla da açıkça
ortaya konduğunu (Yargıtay HCK 17,12.2014 tarih, 2014/7-1884 E. 1045 K.„
Yargıtay HGK 20.05.2014 tarih, 2013/7-2454 E. - 649 K., Yargıtay 3. HD
03.11,2015 tarih, 2015/4990 E. - 17072 K„ Yargıtay 3, HD 23.0G.2014 tarih,
2014/2159 E. - 10128 K.) Dava konusu edilen bedellerin tamamı, müvekkilden
haksız ve yersiz olarak sebepsiz bir şekilde tahsil edildiğini, müşterek
hukukun “gasp eden daima temerrüt halindedir” ilkesi gereğince, müvekkilin
davalıyı mütemerrit kılmak için ihtarname keşide etmesine gerek bulunmadığını,
bu sebeple davalı şirket haksız iktisap tarihinden itibaren temerrüt halinde
olacağından, her bir tahsilat için tahsilat tarihinden itibaren faiz işletilmesini,
müvekkilden haksız ve yersiz biçimde tahsil edilen bedellerin tahsili karar
verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı
vekili cevap dilekçesi ile özetle; 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun
3/ff maddesine göre tarife; “Elektrik enerjisinin ve/veya kapasitenin iletimi,
dağıtımı ve satışı ile bunlara dair hizmetlere ilişkin fiyat, hüküm ve şartlan
içeren düzenlemeleri,” ifade ettiğini, Aynı kanunun 17/4. maddesine göre ise
“Kurul onaylı tarifelerin hüküm ve şartlan, bu tarifelere tabi olan tüm gerçek
ve tüzel kişileri bağlar. Bir gerçek veya tüzel kişinin tabi olduğu tarifede
öngörülen ödemelerden herhangi birisini yapmaması hâlinde, söz konusu hizmetin
durdurulabilmesini de içeren usul ve esaslar Kurum tarafından çıkarılan
yönetmelikle düzenlenir.” Şu halde tarifeler mahkemece iptal edilmedikçe veya
yetkili merci tarafından geri alınmadıkça yürürlükte oldukları sürece gerek
müvekkilimiz şirketi gerek davacıyı gerekse mahkemeleri bağlayıcı nitelikte
olduğunu, Söz konusu bedellere ilişkin Kurul Kararı yürürlükte olup, meri
mevzuatın bir parçası olduğunu, Tarifelerin uygulanmasında herkes için yasal
zorunluluk bulunduğunu, lisans sahibi şirketler tarifeyi değiştiremeyeceği gibi
tarifede yer almayan bir bedeli de tahsil edemeyecek veya düzenlenen tarifeler
kapsamında tahakkuk ettirilmesi gereken bir bedeli de tahsil etmeme gibi bir
davranışta bulunamayacağını, diğer bir anlatımla, lisans sahibi şirketlerin
tarifeleri uygulayıp uygulamama ve kayıp-kaçak bedelini tahsil etmeme gibi bir
inisiyatifi bulunmadığını, davacının dava dilekçesinde belirttiği İletim
Bedeli, Dağıtım Bedeli, PSH Bedeli ve Sayaç Okuma Bedellerinin iadesine velev
ki karar verilse bile, bunlara tahakkuk eden TRT Payı, KDV ve Enerji Fonunun
iadesi mümkün olmadığım, zira işbu bedeller müvekkil şirketin kasasında
kalmamış ilgili kuramlara aktarıldığını, bu hususun da usul ve yasaya uygun
olmadığını, müvekkil şirket aleyhine olarak, velev ki işbu kalemlerin iadesine
karar verilse müvekkil şirket mükerrer vergi ödemek zorunda kalacağını, Türkiye
Büyük Millet Meclisine, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Başbakanı tarafından
verilen 18.04.2016 tarihli Kanun Tasarısı ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
Milletvekilleri tarafından verilen 25.04.2016 tarihli Kanun Tasarısı İle davaya
konu bedellerin tamamının tahsiline ilişkin hükümler kanunlaştığını, söz konusu
kanun, tüm icra takibi ve davalara şamil olacak şekilde yürürlüğe girdiğini,
buna göre işbu kanun gereğince de davanın reddi icap ettiğini belirterek
davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Dava;
davacı tarafından elektrik faturası kapsamında kendisinden tahsil edilen kayıp
- kaçak, dağıtım, iletim, sayaç okuma, perakende satış hizmet bedellerinin
tazmini talebi istemine ilişkin olup, uyuşmazlık konusu tahsil edilen bu
bedellerin yasal dayanağının bulunup bulunmadığı ve davalı dağıtım şirketinden
iadesinin istenip istenemeyeceği konusundadır.
Konuya
ilişkin yasal düzenlemeler incelendiğinde; î 7.06.2016 tarih ve 29745 sayılı
Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6719 sayılı Elektrik Piyasası
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 26. maddesi ile
de; 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanuna geçici 20. madde eklenmiş, 6446 sayılı
Yasaya eklenen geçici 20. maddeye göre; “Kurul kararlarına uygun şekilde
tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve
kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra
takibi, dava ve başvurular hakkında 17 nci madde hükümleri uygulanır.”
hükümlerinin eklendiği görülmüştür.
6446
sayılı Elektrik Piyasası Kanununa 6719 sayılı Kanunun 26. maddesi ile eklenen
geçici 20. maddesinin Anayasamızın 2. maddesinde güvence altına alman “hukuk
devleti” ilkesi ve yine 36. maddesinde güvence altına alman “hak arama
hürriyeti” ilkesine açıkça aykırı olduğu kanaati hasıl olmuştur.
Anayasamızın
2. maddesine göre “Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik hukuk devletidir.”
Hukuk Devleti; insan haklarına dayanan bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda bir hukuk düzeni
kurup bunu geliştirerek sürdüren, konulan kurallarda adalet ve hakkaniyet
ölçülerini göz önünde tutan, hakların elde edilmesini kolaylaştıran, hukuku tüm
devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalar ile kendini bağlı sayan,
yargı denetimine açık ve hak arama özgürlüğünün önündeki engelleri kaldıran
devlettir. Adil yargılanma hakkı Anayasalarda açıkça tanınsın veya tanınmasın
Anayasamızın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti kavramı bu temel hakkın
içeriğini dolduran haklar ve ilkeleri hukuk sistemlerinin bir parçası haline
getirmeyi zorunlu kılmaktadır.
Anayasamızın
36. maddesinde (Değişik: 3/10/2001-4709/14 md.) “Herkes, meşrû vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme,
görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.”
Kanunun
26. maddesi ile geriye dönük olarak açılan icra takipleri davalar ve başvurulan
da kapsayan geçici 20. madde “Aleyhe geriye yürümezlik ilkesini ihlal ettiği
için hukuka ve Anayasa’ya aykırıdır.” Anayasamızın 2. maddesine göre Türkiye
Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Hukuk devletinin gereği olan “hukuk
güvenliğini” sağlama yükümlülüğü kural olarak “yasaların geriye
yürütülmemesini” gerekli kılar. Yasaların geriye yürümezliği ilkesi uyarınca
yasalar kamu yaran ve kamu düzeninin gerektirdiği kazanılmış hakların
korunması, mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında ilke
olarak tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere
çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış
hukuksal durumlara etkili olmaması hukukun genel ilkelerindendir. Öte yandan
hukuk devletinin hukuk güvenliği ilkesi “belirliliği” de gerektirir. Belirlilik
ilkesi yükümlülüğün hem kişiler hem idare yönünden belli ve kesin olmasını yasa
kuralının ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür
sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak
şekilde düzenlenmesini gerekli kılar. İtiraz konusu kuralla “Kurul kararlarına
uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış
hizmeti, iletim ve kayıp kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her
türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 17, madde hükümleri
uygulanır.” diyen kanun koyucu belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerini ihlal
etmiş olup, bu yasa ile geriye dönük olarak açık bir müdahale yapılmıştır.
Geçici 20. madde, kanun değişikliğinin geçmişe dönük ve derdest davalar
hakkında uygulanacağı kabul edilmekle geriye yürümezlik ilkesine de açıkça
aykırıdır. Esasen geriye yürümezlik ilkesi hukukun temel bir prensibi ve hukuk
devleti olmanın doğal bir gereğidir. Bu kavram yürürlüğe giren yeni kuralın
yürürlük tarihinden önceki dönemde hukuki sonuçlar doğurmasını yasaklayan ve
kuralın ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki olaylara uygulanmasını elveren
hukukun temel prensibidir.
Açıklanan
tüm bu nedenlerle Anayasa’nın 152. maddesi ile 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 28. maddesi uyarınca
mahkememizde görülmekte olan dava sebebiyle uygulanacak olan 6446 sayılı Kanuna
6719 sayılı kanunun 26. maddesi ile eklenen “geçici 20. maddesinin” Anayasa’nın
2. ve 36. maddelerine aykırı görülmesi nedeniyle iptali istemi ile Anayasa
Mahkemesine başvurulmasına yönelik aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
SONUÇ
VE İSTEM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-
Davacı vekilinin ileri sürdüğü Anayasa’ya aykırılık iddiasının ciddi olduğu
kanısına varılmakla Anayasa’nın 152. maddesi ile 2949 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 28. maddesi
uyarınca mahkememizde görülmekte olan dava sebebiyle uygulanacak olan 6446
sayılı Kanuna 6719 sayılı Kanunun 26. maddesi ile eklenen “geçici 20. maddesinin”
Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine AYKIRI görülmesi nedeniyle İPTALİ istemi ile
Anayasa Mahkemesine BAŞVURULMASINA,
2-
Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar DAVANIN GERİ BIRAKILMASINA karar verildi.”
Esas Sayısı : 2017/40
Karar Sayısı : 2017/31
“Davacı vekilinin 16/11/2016 tarihli dilekçesi
ile; 6446 sayılı Yasanın 17. Maddesini değiştiren 6719 sayılı Kanunun 21.
Maddesi ile 6719 sayılı Kanunun geçici 20. Maddesindeki değişikliğin; hukuk
devleti, hukuki güvenlik ilkesi, kanunların geriye yürümezliği ilkesi,
kazanılmış haklara saygı ve mahkemelerin bağımsızlığı ilkelerine aykırı
olduğunu beyan ederek, Anayasanın 152. maddesi gereği Anayasa Mahkemesine
başvurulmasını talep etmiştir.
Talep, davacı belediyenin itirazını anayasa aykırılık kapsamında
değerlendirilmesi talebine ilişkindir. Mahkememizce yapılan değerlendirmede,
aşağıda bildirilecek sebeplerle, iddianın ciddi olduğu kanısına varılmış; bu
sebeple iddia kapsamında Anayasa Mahkemesine başvuru yapmak gerekmiştir.
Davacı tarafın Anayasaya aykırılık iddiası dosya kapsamı, mevzuat ve
hukukun temel ilkeleri kapsamında değerlendirildiğinde aşağıdaki bildirilen
hususlar kapsamında değişikliğin Anayasaya aykırı olduğu iddiasının ciddi olduğu kanısına varılmış; bu sebeple
iddia kapsamında Anayasa Mahkemesine başvuru yapmak gerekmiştir.
1- Anayasa Mahkemesinin Karar Günü: 17.6.2015, Esas Sayısı:
2014/194 ve Karar Sayısı: 2015/55 olan kararında konumuza dair genel hukuk
ilkeleri kapsamında olarak: “Anayasa'nın
2. maddesinde hukuk devleti ilkesi düzenlenmiştir. Hukuk devletinin korumakla
yükümlü olduğu evrensel ilkelerden biri hukuk güvenliği ilkesidir. Hukuk
güvenliği ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, BİREYLERİN TÜM
EYLEM VE İŞLEMLERİNDE DEVLETE GÜVEN DUYABİLMESİNİ, DEVLETİN DE YASAL
DÜZENLEMELERDE BU GÜVEN DUYGUSUNU ZEDELEYİCİ YÖNTEMLERDEN KAÇINMASINI GEREKLİ
KILAN ORTAK DEĞERDİR. Kural olarak hukuk güvenliği kanunların geriye
yürütülmemesini zorunlu kılar. Daha önce tesis edilmiş bulunan işlemlerin
doğurduğu hukuki sonuçları ortadan kaldıracak şekilde yasama tasarrufunda bulunulması,
hukuk güvenliği ilkesine aykırılık oluşturur. “Kanunların geriye yürümezliği
ilkesi” uyarınca kanunlar, kamu yaran ve kamu düzeninin gerektirmesi,
kazanılmış hakların korunması, mali hakların iyileştirilmesi gibi ayrıksı
durumlar dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve
eylemlere uygulanmak üzere çıkarılır. YÜRÜRLÜĞE GİREN KANUNLARIN GEÇMİŞE VE
KESİN NİTELİK KAZANMIŞ HUKUKSAL DURUMLARA ETKİLİ OLMAMASI, HUKUKUN GENEL
İLKELERİNDENDİR. Ancak, kanun koyucunun kişilerin lehine haklar sağlayan kanuni
düzenlemeleri geçmişe etkili olarak yapma konusunda takdir yetkisine sahip
olduğunda kuşku yoktur.” tespitlerine yer verildiği anlaşılmıştır.
Anayasaya aykırı olduğu iddia edilen mevzuat değişikliğinde
de hangi hukuki gerekçe beyan edilirse edilsin; vatandaşlar nezdinde hukuka
olan güveni zedelediğini tespit edebilmek için vatandaşlar arasında bulunmak
yeterli olup; bahsi edilen unsur haricinde herhangi bir araştırma sonucuna,
rapora, istatistiğe mahkememiz kanısına göre gerek yoktur. Nitekim değişiklik
öncesinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca ve Yargıtay Dairelerince konu hakkında
onlarca karar verilmiş olup; kararlarda kayıp-kaçak olarak adlandırılan hususun
tüketicilerden alınmasının hukuka aykırı olduğu tespit edilmiş ve söz konusu
kararlar tam anlamıyla istikrar kazanmıştır.
Ülkelerde: mahkemelerin ve bilhassa Yüksek Mahkemelerin,
vatandaşlarının taleplerini, toplumun sosyal, kültürel ve ekonomik
dinamiklerinde meydana gelen değişiklikleri kanun koyucuya bildirmek ve
gerektiğinde toplumu eğitici ve yönlendirici rol almak gibi rolleri vardır.
Çünkü hukuk bir cilt gibidir ve hayatını ve canlılığını toplumu oluşturan
organlardan ve bireylerden alır. Bundan dolayı toplumdaki değişim ve taleplere
karşı dinamizmini koruması gerekmektedir. Toplumun bireylerinin taleplerinin
bir havuz gibi biriktiği merciler ise mahkemeler ve özellikler Yüksek
Mahkemelerdir. Yüksek Mahkemelerin de kanunun sarih hükmüne rağmen; adalet,
hakkaniyet ilkeleri ve kanunun ruhuyla ve özüyle de bütünlük oluşturması
gerçekliğinden dolayı: kanunun yorumunu en adil biçimde yapmakta olduğu bilinen
bir gerçekliktir.
Yukarıda değinilen kayıp kaçak ile ilgili Yargıtay'ın
kararlarının içeriğine değinmeksizin konu hakkında verilen bir kısım
kararlarını aşağıya almaktayız.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun E. 2013/7-2454, K. 2014/679,
T. 21.5.2014 ve E. 2014/7-1884, K. 2014/1045, T. 17.12.2014 kararları;
Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin: E. 2013/8509, K. 2013/11750,
T. 8.7.2013; E. 2013/8934, K. 2013/11666, T. 4.7.2013; E. 2013/15760, K.
2014/228, T. 14.1.2014; E. 2013/19972, K. 2014/3983, T. 13.3.2014; E.
2013/21115, K. 2014/1276, T. 30.1.2014; E. 2014/1994, K. 2014/10861, T.
2.7.2014; E. 2014/3055, K. 2014/10723, T. 1.7.2014; E. 2014/4949, K.
2014/11824, T. 15.9.2014; E. 2014/5214, K. 2014/13641, T. 20.10.2014; E.
2014/5776, K. 2014/8484, T. 29.5.2014; E. 2014/7090, K.2014/13588, T.
20.10.2014; E. 2014/8719, K. 2014/9201, T. 10.6.2014; E. 2014/8906, K.
2015/1655, T. 29.1.2015; E. 2014/9216, K. 2015/1652, T. 29.1.2015; E. 2014/9260,
K. 2015/1648, T. 29.1.2015; E. 2014/12810, K. 2014/12352, T. 23.9.2014; E.
2014/13539, K. 2014/16751, T. 18.12.2014 ilamları;
ve Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin E. 2012/5010, K. 2013/2220,
T. 5.3.2013; E. 2012/6102, K. 2012/8281, T. 22.11.2012; E. 2013/628, K.
2013/14409, T. 12
.9.2013 ilamları gösterilebilir.
Kanun hükümlerinin Yüksek Mahkemelerce istikrarlı biçimde
aynı yoruma mazhar edildikten ve söz konusu durumun kamu vicdanında adil olarak
görüldüğü yayın organlarıyla anlaşıldıktan sonra; tam aksi yönde kanun
çalışması yapılması vatandaşlarının kanunlara ve devletin birimlerine olan
güvenini sarsacağı kuşkusuzdur.
Yine hukuki bir mütearifedir ki:
objektif olarak belirlenebilir bir sınırı olmayan kriterler hüküm vermede esas
alınamaz. Zira sınırlanması mümkün olmadığından nihayetsiz derecede suistimale
açıktır. Her siyasi iktidar açılan bu kapı dahilinde kişilerin kesinleşmiş
hukuki durumlarını değiştirebilir ki; ne denli tehlikeli sonuçlara sebebiyet
verebileceği açıktır.
Misalde hata olmasın; hukuk sistemleri
binalarda farklı türden unsurları bir arada tutan harç gibidir ki; toplumlarda
farklılıklara saygı kapsamında insanların bir arada, barış ve güvenlik içinde
yaşamalarını sağlar. Kişilerin devlete güven duyabilmesi, güçlü ve çağdaş
idarelerin temelini oluşturur. Yüzeysel ve sübjektif olarak; güçlü devlet için,
yalnızca güçlü idare anlayışı yeterli gibi gözükse de, devletin ilk unsuru olan
kişilerin güven içinde yaşaması devletin devam ve güçlülüğünün ilk ve temel
unsurudur.
Mezkur izahlar kapsamında davacı
tarafın iddiaları ciddi olduğu kabul olunmuş ve mezkur değişiklik sonucu ilgili
kanun maddesinin; hukuk devleti, hukuki güvenlik ilkesi, kanunların geriye
yürümezliği ilkesi, kazanılmış haklara saygı ilkelerine aykırı olduğu
düşünülerek aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
KARAR: Gerekçesi yukarıda izah olunduğu üzere;
1- Dosyanın; 6446 Sayılı Elektrik
Piyasası Kanununun “Tarifeler ve tüketicilerin desteklenmesi” başlıklı 17.
maddesinin 6719 sayılı Kanunun geçici 21. maddesi ile değiştirilmesinin, mezkur
izahlar ve resen nazara alınacak hususlar kapsamında, Anayasaya aykırılık
kapsamında değerlendirmek üzere Anayasa Mahkemesine gönderilmesine,
2- Ara kararın taraflara tebliğine,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu
karar verildi.”
Esas Sayısı : 2017/82
Karar Sayısı : 2017/66
1- “Ceylanpınar Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/517 Esas sayılı
dosyasında davacı, tarımsal sulama abonesi olarak kullandığı sayacına ilişkin
kaçak elektrik tespit tutanağı düzenlendiğini, fahiş miktarda kaçak tahakkuku
yapıldığım; söz konusu tahakkukun gerçeği yansıtmadığı gerekçesiyle menfi
tespit davası açmıştır.
2- Dava kaçak elektrik kullanılıp kullanılmadığı ve kullanılmış ise
buna ilişkin tahakkuku ve ek tahakkuku, perakende satış hizmet bedeli, iletim
sistemi, kullanım ve dağıtım bedelinin hukuka ve hakkaniyete uygun olup
olmadığı hususunda toplanmaktadır. Yargılama safhasında dosya bilirkişiye
tevdii edilmiş ve bilirkişi heyeti tarafından 6719 sayılı Yasa ile Yargıtay 3.
Hukuk Dairesinin içtihatları doğrultusunda iki farklı hesaplama yapılmıştır.
Dolayısıyla Geçici madde 20, mahkememiz dosyası bakımından esas bakımından
uygulanacak bir normdur.
3- Yargıtay 3. Hukuk Dairesi yerleşik içtihatlarında kaçak elektrik
kullanan tüketiciden de kayıp kaçak, dağıtım, iletim ve perakende satış hizmeti
bedellerinin tahsil edilemeyeceğini belirtmektedir.
4- Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 07/04/2016 tarihli 2015/8620 Esas ve
2016/5397 Karar sayılı kararında “ ... Kaçak hesabı yapılırken, iletim, dağıtım ve perakende satış hizmeti
bedellerinin ilave edildiği
görülmektedir. Uyuşmazlık; iletim, dağıtım ve perakende satış hizmeti
bedellerinin, kaçak tahakkuk bedeline ilave edilip edilmeyeceği noktalarında
toplanmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu; 21/05/2014 gün ve 2013/7-2454 Esas,
2014/679 Karar sayılı kararı ile; elektrik enerjisini kaçak kullanmayan
abonelerden kayıp-kaçak bedeli alınamayacağı içtihadında bulunmuştur. Dairede
Genel Kurul kararındaki ilkeleri de benimseyerek, kayıp-kaçak bedeli yanında,
sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim sistemi kullanım ve dağıtım
bedellerinin de dağıtım şirketleri tarafından elektrik abonelerinden
alınamayacağına karar vermiştir.
Enerji Piyasası Düzenleme
Kurumunun 21/03/2003 tarih 122 sayılı ve 29/12/2005 tarih 622 kurul kararlarına
göre; kaçak elektrik enerjisi kullananlara, (kaçak bedeli tahakkukunun) dahil
olduğu abone grubu üzerinden aktif enerji bedelinin (1,5) katı olarak,
tekerrürü hâlinde ise (2) katı gözönüne alınarak hesaplanacağı hüküm altına
alınmıştır. EPDK’nun bu kararından da anlaşıldığı üzere kaçak kullanımlarda
kaçak tahakkuku normal kullanım bedelinin (1,5) katı, kaçak kullanımın tekrarı
hâlinde ise (2) katı olarak hesaplanmaktadır. Elektriği kaçak
kullananlar kurul karan gereğince, kaçak bedelini cezalı bedel üzerinden
ödemektedirler. O hâlde elektriği kaçak olarak kullanmayan abonelerin ödemediği
bedelleri, daha yüksek (cezalı) tarife üzerinden ödeyen kaçak kullanıcılardan
tahsil etmek; hak, nesafet,
eşitlik ve genel hukuk ilkeleri bağdaşmaz. Söz konusu bedellerin elektriği
kaçak kullananlardan alınmaması kaçak kullanımı teşvik veya kaçak elektrik
kullananları koruma gibide algılanamaz. Zira, kaçak kullananlar zaten daha
yüksek tarife üzerinden kaçak elektrik bedeli ödemektedirler.
Hâl böyle olunca, mahkemece; yukarıda açıklanan ilke ve esaslar
gözetilerek, daha yüksek tarife üzerinden hesaplanan kaçak tüketim bedeli
yanında, dağıtım, iletim ve perakende satış hizmeti bedellerinin tahsil
edilemeyeceği kabul edilip, kaçak tahakkukuna; dağıtım, iletim ve perakende
satış hizmeti bedelleri dahil edilmeden, Yargıtay denetimine açık ve bilimsel
verilere uygun şekilde bilirkişiden alınacak ek rapor doğrultusunda karar
verilmesi gerekirken,” şeklinde belirtmiştir.
5- 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununda 17/06/2016 tarihinde Resmi
Gazetede yayımlanan 6719 sayılı Kanun ile 17. maddesinin birinci, üçüncü ve
dördüncü fıkralar ile altıncı fıkranın ç bendinde değişiklikler yapılmış ve söz
konusu 17. maddeye 10. fıkra ve aynı Kanuna Geçici Madde 20 eklenmiştir. Geçici
madde 20 ye göre “Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım,
sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedelleri ile
ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular
hakkında 17 nci madde hükümleri uygulanır.’1
6- Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin kararlarında da belirtildiği üzere
elektriği kaçak kullanan tarımsal sulama aboneleri veya diğer aboneler, kaçak
kullanmaları neticesinde 1.5 kat veya 2 kat ödemek suretiyle müeyyide ile karşı
karşıya kalmaktadır. Cezalı tarife üzerinden dağıtım, iletim, perakende satış
hizmet bedeli ve kayıp kaçak bedeli adı altında aboneden ayrıca tahakkuk
yapılması, Anayasanın 2. maddesinde vücut bulan hukuk devleti ilkesi ile
bağdaşmamaktadır. Hukuk devleti, koyduğu kurallara riayet etmeyen kişilere
karşı nesafetli müeyyideler koyar. Hukuk devletini kanun devletinden ayıran
temel husus budur. Cezalı tarife üzerinden ceza mahiyetinde dağıtım, iletim,
perakende satış hizmet bedeli ve kayıp kaçak bedeli tahakkuku ve tahsili,
hakkaniyete aykırıdır.
7- Söz konusu geçici madde 20, 6446 sayılı Kanunun 17. maddesinin,
17. maddeye göre tahakkuk ettirilmiş bedellere ilişkin açılmış olan tüm davalar
ve icra takiplerinde uygulanacağını hüküm altına almıştır. Kanunların geçmişe
yürümesi, hukuk devletinde istisnai bir uygulamadır ve ancak kamu yararı veya
kamu düzenini ilgilendiren durumlarda mümkün olabilecektir. Kaçak elektrik
kullanan aboneler, kaçak kullanım yapmayan aboneler ile aynı tahakkuka tabi
değildir. Dolayısıyla söz konusu geçici maddenin yürürlüğe girmesinde kamu
yararını gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
8- Geçici madde 20. Anayasanın 10. maddesinde belirtilen kanun önünde
eşitlik ilkesine de aykırıdır. 6719 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten
önce karar verilen ve kesinleşen davalar bakımından Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin
yerleşik içtihatları doğrultusunda yapılan hesaplamalar neticesinde elektrik
dağıtım şirketlerine menfi tespit veya istirdat davası açan kişiler ile
hakkında karar verilmeyen ve kesinleşmeyen dosyalar bakımından farklı hesaplama
neticesinde aynı durumda bulunan kişilere farklı uygulamanın yapılmasının önü
açılmış, hukuk devletinin vazgeçilmez ilkelerinden olan “eşitlik ilkesi,
“belirlilik ilkesi” ihlal edilmiştir.
9- Yukarıda açıklanan nedenlerle 6446 sayılı Elektrik Piyasası
Kanununa 6719 sayılı yasa ile eklenen Geçici madde 20’nin Anayasanın 2. ve 10.
maddesine aykırı olduğu kanaatine varılmakla Anayasanın 152. maddesi mucibince
somut norm denetimi yoluyla iptaline karar verilmesi için Anayasa Mahkemesine
başvurulmasına karar verilmiştir.”
Esas Sayısı : 2017/91
Karar Sayısı : 2017/67
“…
Anayasanın 2 nci maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” Şeklinde ifadesini bulan
hukuk devleti anlayışına aykırıdır. Hukuk Devleti, doktrinde ve yargısal
kararlarda insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren,
eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni
kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, Anayasaya aykırı
durum ve tutumlardan kaçman, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan,
Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Şeklinde ifadesini bulan anayasal korumaya aykırıdır. Ayrıca Hukuk Devleti
ilkesi Kanunilik ilkesini de içerir şöyle ki;
Kanunilik ilkesi, mahkemelerin kuruluş, görev, işleyiş ve yargılama
usullerinin, ancak kanunla yapılabileceğini; idarenin düzenleyici idari
işlemleri aracılığıyla mahkeme kurmasının; kurulmuş olan mahkemelerin ise,
görevlerini, yetkilerini, işleyiş ve yargılama usullerini değiştirmesinin
mümkün olamayacağını ifade eder. Mahkemelerin görev ve yetkilerinin kanunla
belirlenmiş bulunması, tek başına yetmez; ayrıca, kanunla yapılmış bu
belirlemenin, yargılanacak uyuşmazlığın ortaya çıkmasından önce
gerçekleştirilmiş olması da şarttır. Bu iki hal birlikte gerçekleşirse ancak
Hukuk Devleti İlkesinin şartları oluşmuş olur.
Hukuk devleti ilkesi ayrıca, adil yargılanma hakkının da bir
güvencesidir. Adil yargılanma hakkı, aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 6. maddesiyle de güvence altına alınmış bulunan yargılamaya
ilişkin bir temel haktır. Bu sözleşmeyi, iç hukukların bir parçası haline
getiren devletler, sözleşme ile güvence altına alman diğer haklar gibi, adil
yargılanma hakkının da tüm boyutları itibarıyla, her derecede
gerçekleştirilebilmesi için, gerekli olan tüm önlemleri almakla Ödevli
kılınmışlardır. Ülkemiz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, kişisel başvuru
olanağını 28 Ocak 1987 yılında tanımıştır. Dolayısıyla, medenî yargı
bağlamında, yargılama sırasında adil yargılama hakkının ihlâl edildiğini ileri
süren kişi, tüm başvuru yollarını tükettikten sonra, kişisel (bireysel) başvuru
yolu ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurabilir.
Adil yargılanma hakkının unsurlarından birisinin dahi ihlâli,
doğrudan, sözü edilen hakkın ihlâli anlamına gelir.
23.01.2003 günlü ve 4793 sayılı Kanun’la Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu’nun yargılamanın yenilenmesiyle ilgili 445. maddesinin birinci fıkrasına
11. bent eklenerek, “Hükmün, İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair
Sözleşmenin veya ek protokollerinin ihlâli suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş” bulunması, bir
yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilmiştir. Bu düzenleme
çerçevesinde, adil yargılanma hakkının ihlâl edildiği, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesince, kişisel başvuru üzerine bir kararla tespit edilir ve bu karar
kesinleşecek olursa, ilgili bu kararın kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl
içinde lehine hükmedilen tazminatın yanı sıra başka bir hususun araştırılmasına
gerek kalmadan doğrudan doğruya yargılanmanın yenilenmesi yoluna da başvurmaya
hak kazanacaktır. Sözü edilen yeni yasal düzenleme ile birlikte, artık, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi kararları ülkemiz bakımından doğrudan bir etkiye de
sahip kılınmış durumdadır.
Hukuk devleti ilkesinin iki temel öğesi vardır. Bunlar, “kanunilik”
ve “öncedenlik” unsurlarıdır. Medenî Yargı Kanunilik öğesi, tek başına hak
arayanlar açısından yargı yerlerinin oluşturulması ve işleyişlerinin
belirlenmesinde, hukukî güvenliğin gerçekleştirilmesi ile temel bir hak ve
özgürlük olan kişi güvenliği ve kişi dokunulmazlığının teminine hizmet edecek
bir yeterliğe sahip değildir. Bu nedenle, hukuk devleti ilkesinin bünyesinde,
kanuniliğin yanı sıra “öncedenliğe”de yer verilmiştir. Hukuk devleti ilkesini
karakterize eden, ona asıl rengini veren öğe de, “öncedenlik” öğesidir.
Dolayısıyla, bir yargı yerinin, kuruluş, görev, işleyiş ve izleyeceği yargılama
usulü itibariyle hukukî yapılanmasının, hukuk devleti ilkesine uygunluğunun
sağlanabilmesi için, bu alana ilişkin belirlemenin kanunla yapılmış olması tek
başına yetmez; ayrıca sözü edilen belirlemenin, yargılanacak olan uyuşmazlığın
gerçekleşmesinden önce yapılmış bulunması da şarttır.
Hukuk devleti ilkesini, mahkemelerin kuruluş, görev ve işleyişlerinin
tâyininde işlev gören diğer bir yargılama hukuku ilkesi olan kanunilik
ilkesiyle karıştırmamak gerekir. Her iki ilke arasındaki temel farklılıklar, şu
şekilde sıralanabilir: Hukuk devleti ilkesini karakterize eden öğeleri,
“öncedenlik” ve “kanunilik” oluşturduğu halde; kanunilik ilkesini karakterize
eden yegâne öğe, mahkemenin görev ve yetkisiyle izleyeceği yargılama usûlünün
tâyin edilmesi işleminin, “kanun” ile yapılmış bulunması yeterlidir; bu
belirlemenin, yargılanacak olan uyuşmazlığın gerçekleşmesinden önce veya sonra
yapılmış olmasının, herhangi bir önemi yoktur.
Oysa, hukuk devleti ilkesine uygunluğun sağlanabilmesi açısından,
mahkemenin görev ve yetkisiyle izleyeceği yargılama usulünün belirlenmesi
işleminin, kanunla yapılmış bulunması tek başına yetmez; ayrıca bu
belirlemenin, yargılanacak olan uyuşmazlığın gerçekleşmesinden önce, somut uyuşmazlıkla
herhangi bir ilişkilendirme yapılmadan gerçekleştirilmiş bulunması da şarttır.
Dolayısıyla, anılan belirlen kanunla, yargılanacak olan uyuşmazlığın
gerçekleşmesinden sonra yapılmış ise, yargı yerinin yapılanması, kanunilik
ilkesine uygun olduğu halde, hukuk devleti ilkesine aykırılık arz eder. Her iki
ilke arasındaki bu temel farklılık, kanun devleti ile hukuk devleti arasındaki
farklılık kadar barizdir.
Hukuk devleti ilkesi, adlî yargı bütünü içinde yer alan, hem hukuk
yargısı hem de ceza yargısı bakımından geçerlilik taşıyan temel bir yargılama
hukuku ilkesi; tabiri caizse, gerçekleştirilmesi mutlak surette zorunlu olan
genel bir usulî şart konumundadır. Mahkeme önünde yargılanmayı talep, birey
için, varlığı anayasadan kaynaklanan bir temel hak; Devlet için ise,
mahkemelerin oluşumunu, tabiî hâkim ilkesine uygun bir biçimde gerçekleştirme,
yerine getirilmesi gereken temel bir ödevdir.
Aşağıda da vurgulanacağı üzere, hukuk devleti ilkesi, adil yargılanma
hakkının, kanunî, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde yargılanma unsurunun
bir alt Öğesi konumunda bulunduğuna, yani, adil yargılanma hakkıyla doğrudan
doğruya ilişkili olduğuna göre, birey için, hukuk devleti ilkesine uygun olarak
oluşumu sağlanmış bir yargı yeri önünde yargılanmayı talebi, sübjektif bir kamu
hakkı olarak nitelendirmek, doğru ve isabetli bir yaklaşım biçimi teşkil eder
(Anayasa m. 36,1; m, 37 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m.6). Hukuk Devleti
ilkesi, kişilerin, hangi mahkeme önünde yargılanacaklarını ve mer’i mevzuat önünde
hak ve sorumluluklarının ne olduğunu kesin olarak ve önceden bilmelerini mümkün
kılmak, bağımsız ve tarafsız mahkemeler önünde yargılanma haklarını güvence
altına almak, yargıya olan güveni sağlamak ve yürütmenin yargıya müdahalesini
olabildiğince önlemek amaçlarına yönelmiştir. Ayrıca, anılan ilke, kişiye ve
somut duruma göre değişkenlik gösteren yargı yerlerinin, yani, olağanüstü yargı
mercilerinin (istisnaî mahkemelerin) oluşturulmasını önlemeye yönelik bir işlev
üstlenmiş olması sebebiyle, kişi dokunulmazlığı ve kişi güvenliği ilkelerinin
(AY. m. 17, m. 19) gerçekleştirilmesine de hizmet eder. Hukuk devletinin
olmazsa olmazlarından birisini, hukukî güvenlik ilkesidir. Hukukî güvenlik
ilkesi, kişilerin tâbi olunacak hukukî rejimi önceden bilebilmesini ve
davranışlarını buna göre ayarlayabilmesini, bir düzene sokabilmesini ifade eden
temel bir ilke konumundadır.
Hukuk devletinde çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı
yerinin ve uygulanacak mevzuatın öncedenlik ilkesine uygun olarak belirlenmesi
ve yargılamada uygulanacak hükümlerin kişiler tarafından önceden bilinmesinin
gerekliliği yönünde doktrinde ve yargısal içtihatlarda kararlılık oluşmuştur.
Ve hatta bundan önceki kanuni düzenlemelerde değişikliğin derdest davalarda
uygulanmayacağı genel olara ayrıca tasrih edilirken nadiren derdest davalara da
uygulanacak şekilde tarafların hukuki konumların ağırlaştıracak şekilde yapılan
değişikliker de Anayasa Mahkemesi’nce istisnasız olarak iptal Hukuk Devleti
İlkesi dahilinde iptal edilmiştir ve değişikliğin derdest davalara
uygulanmayacağı ayrıca ve özellikle belirtilerek yasama Anayasa yargısı
yönünden de bu kararlılık oluşmuş iken anılan kanuni düzenlemedeki yukarıda
sayılan ilkelere aykırılık,
AYM’NİN 2010/73 ESAS 2011/176 KARAR 29.11.2011 TARİHLİ
Anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına
dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka
uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan
kaçman, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla
kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Hukuk devletinin korumakla yükümlü olduğu evrensel ilkelerden birisi
hukuk güvenliği ilkesidir. Hukuk güvenliği ilkesi, hukuk normlarının
öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılan ortak değerdir. Kural olarak hukuk
güvenliği yasaların geriye yürütülmemesini zorunlu kılar. Kanunların geriye
yürümezliği ilkesi uyarınca kamu yararı ve kamu düzeni, kazanılmış hakların
korunması, mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında kanunlar,
ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak
üzere çıkarılırlar.
2009/39 esas 2011/168 K 28.04.2011 TARİHLİ
Anayasanın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti, insan haklarına
dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka
uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, hukuk güvenliğini gerçekleştiren, Anayasaya aykırı durum ve
tutumlardan kaçman, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, yargı denetimine
açık olan devlettir.
Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği ilkesi,
hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven
duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılan ve temel hak
güvencelerinde korunan ortak değerdir. Kural olarak hukuk güvenliği yasaların
geriye yürütülmemesini zorunlu kılar. Bu nedenle Kanunların geriye yürümezliği
ilkesi” uyarınca yasalar yürürlüğe girdikleri tarihten sonraki hukuki durumlara
uygulanabileceklerinden, sonradan çıkan bir kanun yürürlüğe girdiği tarihten
önceki olaylara uygulanmaz.
Yönündeki kararlarında da vurgulandığı üzere
Anayasa ve Uluslararası Sözleşmelere aykırılık oluşturmuştur.
SONUÇ :Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1- Anayasanın 152. maddesi uyarınca davada uygulanacak kural olan;
kabul tarihi 14/03/2013 olan ve 30/03/12013 tarihli resmi gazetede
yayınlanan 6446 sayılı enerji piyasası kanuna 6719 sayılı Kanunun 26. md.si ile
eklenen geçici 20.ci maddesinin “kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk
ettirilmiş dağıtım, sayaç okum, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak
bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve
başvurular hakkında 17. madde hükümleri uygulanır” yönündeki düzenlemesinin
Anayasanın 2.maddesine aykırı olması nedeni ile, Anayasa Mahkemesine
başvurulmasına, Anayasa Mahkemesinin kararına kadar Anayasa’nın
152.maddesindeki sürede gözetilerek anılan madde uyarınca davanın geri
bırakılmasına,
2- 6446 sayılı Kanuna 6719 sayılı
Kanun 26. md.si ile eklenen geçici 20. maddesinin Anayasaya açıkça aykırılığı
ve diğer şartları da gözetilerek söz konusu düzenlemenin iptal edilmesi,
3- İnceleme sonuçlanıncaya kadar
bu kuralın yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi yönünde talep içerir
dosyamız üzerinde verilen karardır.”
Esas Sayısı : 2017/92
Karar Sayısı : 2017/68
“Davacı vekili dava dilekçesinde özetle;
müvekkili şirketin her ay ikametgâhının bulunduğu işletmesinde 4800000 tesisat
numarası, 53030758 sayaç numarası ile davalı şirketten elektrik hizmeti
aldığını, bu hizmet sonrasında kullandığı elektrik tüketim miktarına göre
davalı firma tarafından fatura tahakkuk edildiğini, müvekkilinin her ay düzenli
ödediği faturalarda hizmet bedeli karşılığı olmayan “K/K bedeli” adı altında,
kayıp, kaçak bedeli alındığını tespit ettiklerini, bu faturalarda bir hizmet
bedeli karşılığı olmadığını açıkça belli olan kötü niyetli diğer kullanıcıların
kaçak kullanımı ve tedarikçi davalı elektrik dağıtım firmasının ağır ihmal ve
kusurları ile alt yapısının eksikliklerinden kaynaklanan kayıp ve kaçak
tüketimlerinin bedeli karşılığı müvekkili şirkete bedel yansıtıldığını, davalı
kurum tarafından elektrik enerjisinin üretiminden, tüketicilere ulaştırılıncaya
kadar oluşan elektrik eksikliği kayıp bedeli olarak; enerji nakil hatlarından
çeşitli sebeplerle sayaçtan geçirilmeksizin, her hangi bir bedel ödemeden
kullanılan elektrik bedeli do kaçak bedeli olarak müvekkil şirkete
yansıtıldığını, elektrik enerjisinin nakli esnasında meydana gelen kayıp ile
başka kişiler tarafından hırsızlanmak suretiyle kullanılan elektrik
bedellerinin, kurallara uyan müvekkili aboneden tahsili yoluna gidildiğini,
faturalardan hukuka aykırı olarak kesilen kayıp kaçak bedelinin hesaplanması ve
kayıp kaçak bedeli oranı ve geçmiş dönemlere ilişkin faturaların tamamına
ulaşıldığında, 4800000 tesisat numaralı, 53030758 sayaç numaralı aboneliklere
ait faturalardan haksız ve hukuksuz olarak alınmış bedellerin davalı AYDEM’den
alınarak irilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesini
özetle; elektrik tüketicilerine gönderilen faturayı oluşturan bileşenlerin
birim fiyatları EPDK tarafından mevzuat gereği belirlendiğini, dağıtım
şirketlerinin bu kalemlerin ve birim fiyatlarının belirlenmesinde hiçbir
rollerinin olmadığını, tüm elektrik dağıtım şirketleri gibi müvekkil Şirketin
de elektrik enerjisi hizmetinin sunulmasına ilişkin hüküm ve şartları içeren 6446 ve 4628 sayılı Kanunlar ve
ilgili mevzuata tabi olarak faaliyette bulunduğunu, tüm fatura kalemlerini ve
bu kalemlerin birim fiyatlarını belirleme yetkisinin 6446 ve 4628 sayılı Kanunlar’a
göre EPDK’ya ait
olduğunu savunarak davanın reddini talep etmiştir.
Dava; taraflar arasındaki varlığı
uyuşmazlık konusu olmayan elektrik enerjisi satışına ilişkin sözleşme nedeniyle
davalının davacıya temin ettiği elektrik enerjisi tüketim bedeli ile ilgili
faturalarda davacı aboneye tahakkuk ettirilip, fatura içeriği ile kayıp kaçak
bedeli adı altında yapılan tahsilatların iadesi istemine ilişkin olup,
uyuşmazlık konusu tahsil edilen bu bedellerin yasal dayanağının bulunup
bulunmadığı ve davalı dağıtım şirketinden iadesinin istenip istenemeyeceği
konusundadır.
Davalı taraf, kayıp kaçak bedellerinin
EPDK’nun kararlarına dayalı olarak tahsil edildiğini. EPDK’nun kararı iptal edilmedikçe
kayıp kaçak bedeli tahsilinin haklı olduğunu savunmuştur. Elektrik dağıtım
hizmetlerinin tekel niteliğinde yürütülen hizmet olduğu yargı kararlan ile de
kabul edilmiş olup, tacir olsa dahi tüketicilerin alternatif elektrik aboneliği
sağlama ve hizmet alma olanağı bulunmamaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve
Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin istikrar kazanmış kararlarında 6446 sayılı Yasanın
verdiği yetkiye dayanılarak çıkarılan EPDK karar ve tebliğlerine göre alman
kayıp-kaçak bedeli, sayaç okuma bedeli, perakende satış hizmet bedeli, iletim
sistemi kullanım ve dağıtım bedellerinin birer mali yükümlülük olduğu, bu
yükümlülüklerin yasa ile konulmaları gerektiği, ayrıca hangi hizmetin
karşılığında ne bedel ödenmesinin bilinmesi gerektiği, başka kişiler tarafından
kaçak kullanmak suretiyle kullanılan elektrik bedellerinin kurallara uygun
davranan abonelerden tahsil yoluna gidilmesinin hukuk devleti ve adalet
düşüncesi ile bağdaşmadığı tespitinde bulunmuştur.
Konuya ilişkin yasal düzenlemeler
incelendiğinde; 17.06.2016 tarih ve 29745 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak
yürürlüğe giren 6719 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 21. maddesi ile 6446 sayılı Kanunun 17.
maddesine 10 fıkra olarak “Kurum tarafından gelir ve tarife düzenlemeleri
kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan
davalarda; tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin yetkisi, bu bedellerin,
kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır.”, 26.
maddesi ile de; 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanuna geçici 20. madde eklenmiş,
6446 sayılı Yasaya eklenen geçici 20. maddeye göre; “Kurul kararlarına uygun
şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti,
iletim ve kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü
ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 17 nci madde hükümleri
uygulanır.” hükümlerinin eklendiği görülmüştür.
Geçici 20. maddedeki düzenleme, 6719 sayılı
Yasanın yürürlüğe girmesinden önce Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunca alınan
kararlara göre tahakkuk ve tahsil edilen faturalardan dolayı, bu tahakkuk ve
tahsillerin Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun kararlarına uygun olduğu kabul
edilerek yasanın uygulamasını devam eden dava ve bundan Mahkememize göre bu
düzenlemeler T.C. Anayasasının 5., 9., 11., 36., 73. ve 125/4. maddelerine
açıkça aykırıdır.
Anayasamızın 2. maddesine göre “Türkiye
Cumhuriyeti laik, demokratik hukuk devletidir.” Hukuk Devleti; insan haklarına
dayanan bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka
uygun olan, her alanda bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
konulan kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçülerini göz önünde tutan, hakların
elde edilmesini kolaylaştıran, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan,
Anayasa ve yasalar ile kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık ve hak arama
özgürlüğünün önündeki engelleri kaldıran devlettir. Adil yargılanma hakkı
Anayasalarda açıkça tanınsın veya tanınmasın Anayasamızın 2. maddesinde yer alan
hukuk kavramı bu temel hakkın içeriğini dolduran haklar ve ilkeleri hukuk
sistemlerinin bir parçası haline getirmeyi zorunlu kılmaktadır.
Anayasamızın 5. maddesine göre “devletin
temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin teme! hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
Anayasamızın 9. maddesinde “Yargı yetkisi,
Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.”
Anayasamızın 11. maddesinde “Anayasa
hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer
kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.”
Anayasamızın 36. maddesinde (Değişik:
3/10/2001-4709/14 md.) “Herkes meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya
bakmaktan kaçınamaz.”
Anayasanın 40. maddesine göre; “Anayasa ile
tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.”
TC Anayasası’nın 73. maddesinde; “Herkes,
kamu giderlerini karşılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.
Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı maliye politikasının sosyal
amacıdır. Vergi, resim, harç ve benzerî malî yükümlülükler kanunla konulur,
değiştirilir veya kaldırılır.”
Anayasa’nın değişik 125/4 maddesine göre
“Yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile
sınırlı olup, hiçbir suretle yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz. Yürütme
görevinin kanunlarda gösteren şekil ve esaslara uygun olarak yerine
getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir
yetkisini kaldıracak yargı kararı verilemez”.
Bu hükümlerle güvence altına alman dava
yolu ile hak arama özgürlüğü, bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde,
diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların
korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birini oluşturmaktadır. Kişinin
uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da
maruz kaldığı haksız bir uygulama ve işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin en etkili ve güvenceli yolu yargı mercileri önünde dava hakkı
tanınması adil yargılamanın ön koşulunu oluşturur. Kendisinden haksız bir
tahsilat yapılmasından dolayı açılmış bir davanın çıkarılan bir yasa ile
engellenmesi hak arama özgürlüğünü engelleyici nitelik taşımaktadır.
Mahkememize göre her iki düzenleme de
hukuka ve Anayasaya aykırıdır. Kanunun 21. maddesi yargının hukukilik denetimi
yetkisini kısıtlamakta ve yargı yetkisini sadece Enerji Piyasası Denetleme
Kurumu’nun düzenleyici işlemleri ile tüketiciden alınacak bedellerin
uygunluğunu, bir anlamda yerindeliğini denetlemekle sınırlandırmaktadır. Kanun
bu yönü ile yargının tüketiciye yüklenen elektrik enerjisi bedellerinde yer
alan hukukun evrensel ilke ve esasları ile bunları koruyan anayasaya aykırılık
taleplerini yani elektrik faturasında yer alan unsurları denetleyip hukuka
aykırı olanları iptal etmesi varsa tüketiciden haksız alınanların iadesini
engellemeyi amaçlamıştır. Yasa, bu nedenle Anayasa’nın 125/4 maddesine
aykırıdır.
6719 sayılı Kanunun 21. ve 26. maddeleri
ile Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama hürriyeti de
engellenmektedir. Bu durum hukuk devleti ilkesini güvence altına alan
Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen hak arama hürriyetini koruyan 36/1
maddesine de aykırıdır. Yargı yetkisinin bir şekilde kısıtlanması kuvvetler
ayrılığı ilkesine müdahale niteliği taşıdığından Anayasanın Yargı Yetkisi
başlıklı 9. maddesine de aykırıdır.
Kanunun 26. maddesi ile geriye dönük olarak
açılan davalar ve başvuruları da kapsayan geçici 20. maddede “Aleyhe geriye
yürümezlik ilkesini ihlal ettiği için hukuka ve Anayasa’ya aykırıdır.”
Sonuç olarak 6719 sayılı Yasanın 26,
maddesi ile 6446 Sayılı Elektrik Piyasası Kanununa eklenen geçici 20. maddenin,
“Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş, dağıtım, sayaç okuma,
perakende satış hizmeti, İletim ve kayıp kaçak bedelleri ile ilgili olarak
açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 17 ncı
madde hükümleri uygulanır.” ve 6446 sayılı Kanunu’nun 17. maddesinin
değiştirilmesi ve ek fıkraları düzenleyen 21. Maddelerinin T.C. Anayasasının
2., 5., 9., 11., 36., 73. ve 125/4. maddelerine açıkça aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle ve bir davaya bakmakta
olan mahkemenin uygulanacak bir kanunun veya kanun hükmünde kararname
hükümlerini Anayasaya aykırı görmesi durumunda gerekçeli kararı ile Anayasa
Mahkemesine başvurması gerektiğini öngören Anayasa’nın 152. maddesi ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri hakkında Kanunun 40.
maddesi gereğince 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununa, 6719 sayılı Yasa ile
eklenen geçici 20. maddenin “(1) Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk
ettirilmiş, dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp
kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi,
dava ve başvurular hakkında 17 nci madde hükümleri uygulanır” düzenlemesi ile
bu maddenin yollaması ile 6446 sayılı Kanunun 17. maddesinin birinci, üçüncü ve
dördüncü fıkraları ile altıncı fıkrasının (a, c, d, f) bentlerinin
değiştirilmem ve aynı maddeye fıkra eklenmesi hakkındaki 21. maddesinin (10)
fıkrasındaki “Kurum tarafından gelir ve
tarife düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan
başvurularda ve açılan davalarda; tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin
yetkisi, bu bedellerin kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi
ile sınırlıdır” şeklindeki fıkrasının T.C. Anayasasının 2., 5., 9., 11., 36. ve
73. maddelerine aykırı olduğu görüşü ile yasa maddesinin iptali için ANAYASA
MAHKEMESİNE başvurulmasına, dosyanın onaylı bir örneğinin Anayasa Mahkemesine
gönderilmesine, yargılamanın Anayasa Mahkemesince yapılan yargılamada verilecek
karara kadar bekletilmesine, Anayasa Mahkemesince dosyanın eksiksiz olarak
ulaşmasından itibaren 5 ay içerisinde karar vermemesi halinde yargılamaya devam
edilip, yürürlükteki yasa hükümlerine göre yargılama yapılıp karar verilmesine
karar verilmiştir.
SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda
açıklanan nedenlerle; 6719 sayılı Yasanın 26. maddesi ile 6446 sayılı Elektrik
Piyasası Kanununa eklenen geçici 20. maddenin, “Kurul kararlarına uygun şekilde
tahakkuk ettirilmiş, dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, İletim ve
kayıp kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü İlamsız icra
takibi, dava ve başvurular hakkında 17 ncı madde hükümleri uygulanır.” ve 6446
sayılı Kanunu’nun 17. maddesinin değiştirilmesi ve ek fıkraları düzenleyen 21.
maddesi ile 6446 sayılı Yasanın 17. maddesine eklenen 10. Fıkrasındaki “Kurum
tarafından gelir ve tarife düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere
ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan davalarda; tüketici hakem
heyetleri ile mahkemelerin yetkisi, bu bedellerin kurumun düzenleyici
işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır.” düzenlemelerinin Anayasanın
2., 5., 9., 11., 36., 73. ve 125/4. maddelerine aykırı olduğunun tespiti ile
iptaline karar verilmesi arz olunur.”
Esas Sayısı : 2017/96
Karar Sayısı : 2017/77
“…
1- Mahkememizce Anayasaya aykırılık iddiası ciddi bulunan kanun ve
maddeleri:
Özetlenen dava dilekçesi ve cevap dilekçesinden de anlaşılacağı üzere
mahkememizin 2016/315 Sayılı iş bu davasında davacı iddiaları ve davalı
savunmaları bakımından aşağıda belirtilen kanunların somut olayda uygulanacağı
anlaşılmış ve davacı taraf iddiaları doğrultusunda aşağıdaki kanun maddelerinin
Anayasaya aykırılık iddiası mahkememizce ciddi bulunmuş ayrıca mahkememizce de
resen Anayasaya aykırılık iddiasıyla belirtilen bu maddeler bakımından somut
norm denetimi yoluna başvurmak gerekmiştir.
A- 14/03/2013 tarihli Elektrik Piyasası Kanununun 17. maddesinin 10.
fıkrasında belirtilen “(Ek: 4/6/2016-6719/21 md.) Kurum tarafından gelir ve
tarife düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan
başvurularda ve açılan davalarda; tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin
yetkisi, bu bedellerin, Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi
ile sınırlıdır” şeklindeki madde ile yine;
B- Elektrik Piyasası Kanununun geçici 20. maddesinde belirtildiği
üzere “(Ek: 4/6/2016-6719/26 md.) (1) Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk
ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak
bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve
başvurular hakkında 17 nci madde hükümleri uygulanır.” şeklindeki maddeler hakkındaki
Anayasaya aykırılık iddiası ciddi bulunmuştur.
2- Anayasaya aykırılık iddiası bakımından yukarıdaki maddelerin hangi
anayasa maddesine ve hangi gerekçe ile aykırı olduğuna dair mahkememiz
gerekçesi;
Her ne kadar 14/03/2003 tarihli Elektrik Piyasası Kanununun 17.
maddesinin 10. fıkrasında Kurum tarafından belirlenen bedellere ilişkin olarak
yapılan başvurularda ve açılan davalardan Tüketici Hakem Heyeti ile
mahkemelerin yetkisi bu bedellerin Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun
denetimi ile sınırlıdır, şeklinde ise de mahkemelerin yetkisinin Kurum (EPDK)
kararlarınca çıkartılan düzenleyici işlemlere uygunluğunun denetimi ile sınırlı
tutulması, T.C. Anayasasının 125. maddesinde belirtildiği üzere “İdarenin her
türlü işlem ve eylemine karşı yargı yolu açıktır.” hükmüne aykırıdır. Zira
Mahkemelerin yetkisinin belirlenen bu bedellerin Kurumun düzenleyici
işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlı tutulması İdarenin her türlü
işlem ve eylemine karşı yargı yolu açıktır hükmünü getiren Anayasa 125.
Maddesine kanunla yapılmış bir sınırlandırma niteliğindedir. Anayasa
hükümlerine kanunlarla sınırlama getirilemeyeceğinden bu yönüyle anılan madde
Anayasaya aykırıdır.
Bahsedilen kanunda ise mahkemelerin yetkisi açıkça kamu kurumu, idare
statüsünde bulunan kurum (EPDK)’nın düzenleyici işlemlerinin yargısal
denetimini sınırlandırmaktadır. Bu bakımdan somut davada uygulanacak yukarıda
belirtilen kanun maddeleri Anayasanın 125. maddesine açıkça aykırıdır.
Ayrıca Anayasanın 9. maddesinde yargı yetkisi Türk Milleti adına
bağımsız mahkemelerce kullanılır hükmünü taşıdığından bahsedilen Elektrik
Piyasası Kanununun 17. maddesi ile geçici 20. maddelerinde mahkemelerin
yargılama yapması EPDK'nın aldığı kararlara uygunlukla sınırlandırılması yargı
yetkisinin başka bir makama devri manası taşıyacağından bu yönüyle de Anayasa'nın
9. maddesine ay kinlik teşkil etmektedir.
Anayasanın 152. maddesinin birinci fıkrası ile 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesi
uyarınca, bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu davada uygulanacak bir kanun
veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya
taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırı olduğu iddiasının ciddi olduğu
kanısına varması durumunda tarafların bu konudaki iddia ye savulmalarını ve
kendisini bu kanıya götüren görüşünü açıklayan karanfile. Anayasa
Mahkemesine başvurması öngörüldüğünden ve bakılan davada uygulanacak
kural olan;
A-14/03/2013 tarihli Elektrik Piyasası Kanununun 17. maddesinin 10.
fıkrasında belirtilen “ (Ek: 4/6/2016-6719/21 md.) Kurum tarafından gelir ve
tarife düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan
başvurularda ve açılan davalarda; tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin
yetkisi, bu bedellerin, Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi
ile sınırlıdır” şeklindeki madde ile yine;
B-Elektrik Piyasası Kanununun geçici 20. maddesinde belirtildiği
üzere “(Ek: 4/6/2016-6719/26 md.) Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk
ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak
bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve
başvurular hakkında 17 nci madde hükümleri uygulanır.” şeklindeki maddenin;
1- Anayasanın 9 ve özellikle 125 .maddesine aykırı olduğu kanaatine
varıldığından, anılan düzenlemelerin iptali istemiyle İTİRAZ YOLUYLA ANAYASA
MAHKEMESİNE BAŞVURULMASINA,
2- Dava dosyasının onaylı bir örneği ile iş bu kararın aslının
Anayasa Mahkemesine gönderilmesine,
3- Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar 5 ay süreyle
davanın geri bırakılmasına,
4- Bu süre içerisinde Anayasa Mahkemesince bir karar verilmemesi
halinde, mevcut mevzuat hükümleri ile dosyadaki bilgi ve belgelere göre davanın
görülmesine karar verilmiştir.
SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
Anayasanın 152. maddesinin birinci fıkrası ile 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesi
uyarınca, bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu davada uygulanacak bir kanun
veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya
taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına
varması durumunda tarafların bu konudaki iddia ve savunmalarını ve kendisini bu
kanıya götüren görüşünü açıklayan karan ile Anayasa Mahkemesine başvurması
öngörüldüğünden ve bakılan davada uygulanacak kural olan;
A- 14/03/2013 tarihli Elektrik Piyasası Kanununun 17. maddesinin 10.
fıkrasında belirtilen “ (Ek: 4/6/2016-6719/21 md.) Kurum tarafından gelir ve
tarife düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan
başvurularda ve açılan davalarda; tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin
yetkisi, bu bedellerin, Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi
ile sınırlıdır” şeklindeki madde ile yine;
B- Elektrik
Piyasası Kanununun geçici 20. maddesinde belirtildiği üzere “(Ek:
4/6/2016-6719/26 md.) Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş
dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedelleri
ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve
başvurular hakkında 17 nci madde hükümleri uygulanır.” şeklindeki maddenin;
Anayasanın 9 ve özellikle 125. maddesine aykırı olduğu kanaatine
varıldığından,anılan düzenlemelerin iptaline karar
verilmesi arz olunur.”
Esas Sayısı : 2017/111
Karar Sayısı : 2017/94
“Dosyanın incelenmesinde dava; elektrik dağıtım şirketinin abonesinden
kayıp-kaçak bedeli, dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti ve iletim
bedeli adı altında tahsilat yapıp yapamayacağı ve yapılan bu tahsilatların
sebepsiz zenginleşme hükümlerince dağıtım şirketinden geri alınıp
alınamayacağına, bu hususta verilen hakem heyeti kararının yerinde olup
olmadığına ilişkindir.
Elektrik dağıtım hizmetlerinin ‘“tekel” niteliğinde yürütülen bir
hizmet olduğu tartışmasız olup, bu durum yüksek yargı kararlan ile de kabul
edilmiştir. Bu nedenle tüketicilerin alternatif bir elektrik aboneliği yapma ve
hizmet alma olanağı bulunmamaktadır.
Kayıp-kaçak bedeli, sayaç okuma bedeli, perakende satış hizmet
bedeli, iletim sistemi kullanım ve dağıtım bedellerinin, dağıtım şirketleri
tarafından tüketicilerden(sanayi, ticari ve mesken) alınmasına yönelik tebliğ,
yasanın açık ve net olarak düzenlemediği soyut ve genel bir yetkiye dayanılarak
yönetmelik ve kurul kararma dayanılarak çıkarılmıştır. Bu tebliğin
uygulamasıyla elektrik enerjisi kullanan herkese aktif tüketim bedeli dışında
ek bir mali yük getirilmektedir. Buna karşın Anayasanın 73. maddesine göre;
vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir
veya kaldırılır.
Konuya ilişkin olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Yargıtay 3.
Hukuk Dairesi, istikrar kazanmış kararlarında, 6446 sayılı Yasanın verdiği
yetkiye dayanılarak çıkarılan EPDK karar ve tebliğlerine göre alınan
kayıp-kaçak bedeli, sayaç okuma bedeli, perakende satış hizmet bedeli, iletim
sistemi kullanım ve dağıtım bedellerinin birer mali yükümlülük olduğu, bu
yükümlülüklerin yasa ile konulmaları gerektiği, ayrıca hangi hizmetin
karşılığında ne bedel ödenmesinin bilinmesi gerektiği, başka kişiler tarafından
kaçak kullanmak suretiyle kullanılan elektrik bedellerinin kurallara uygun
davranan abonelerden tahsil yoluna gidilmesinin hukuk devleti ve adalet
düşüncesi ile bağdaşmadığı tespitinde bulunmuştur.
Konuya ilişkin yasal düzenlemeleri incelediğimizde; 17.06.2016 tarih
ve 29745 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6719 sayılı
Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanunun 26. maddesi ile 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanuna geçici 20. madde
eklenmiştir.
6446 sayılı Yasaya eklenen geçici 20. maddeye göre; “Kurul
kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende
satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan
her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 17 nci madde
hükümleri uygulanır.”
6719 sayılı Yasanın 21. maddesi ile 6446 sayılı Elektrik Piyasası
Kanununun 17. maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları ile altıncı
fıkrasının (a), (ç), (d), (f) bendeleri değiştirilmiş, bu değişiklik ile
Elektrik Piyasası Yasasındaki bağlantı tarifeleri, dağıtım tarifleri, perakende
satış tarifeleri ve son kaynak tedarik tarifesi tanımları yapılmış, tüketiciye
yansıtılacak bedeller belirlenmiş, bunlara ilişkin usul ve esaslar
açıklanmıştır. Ayrıca 6719 sayılı Yasanın 15. maddesiyle 6446 sayılı Yasanın 3.
maddesinde yapılan değişiklik ile kayıp kaçak tanımı yapılmıştır.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun istikrar
kazanmış kararlan, elektrik abonelik sözleşmeleri kapsamında, dağıtım
şirketleri tarafından tahakkuk ettirilen faturalar içerisinde yer alıp yasa
gereği tahsil edilen belediye vergisi, TRT payı ve enerji fonu dışında kalan “kayıp
kaçak bedeli, dağıtım, perakende satış, iletim bedeli ve benzer adlar adı
altında tahsil edilen bedellerin sebepsiz zenginleşme hükümlerince tahsil eden
taraftan alınabileceği yönündedir.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, TRT payı,
belediye vergisi ve enerji fonu bedellerinin yasal düzenleme ile yapılmış
olduğu, bunun dışında kalan ve faturalar ile birlikte tahsil edilen bedellerin
yasal dayanağının olmadığı, bununda Anayasanın 73. maddesine aykırı olduğuna
karar vermiştir.
6719 sayılı Yasa ile 6446 sayılı Yasada yapılan değişiklik
ve bu yasaya eklenen geçici 20. maddeye göre Enerji Piyasası Denetleme Kurulu
kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende
satış hizmeti, iletim ve kayıp kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan
her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 6446 sayılı Yasa’nın
17. madde hükümleri uygulanacaktır.
Bu düzenlemeye göre 6446 sayılı Yasaya eklenen geçici 20. madde,
görülmekte olan dava ve takipler için de uygulanacak, hatta yasanın yürürlüğe
girmesinden önce tahsil edilmiş olan bedellerden dolayı da dava açılması
halinde geçici 20. madde hükümleri uygulanacaktır.
Geçici 20. madde de ki düzenleme, 6719 sayılı Yasanın yürürlüğe
girmesinden önce, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunca alman kararlara göre
tahakkuk ve tahsil edilen faturalardan dolayı, bu tahakkuk ve tahsillerin Enerji
Piyasası Düzenleme Kurulunun kararlarına uygun olduğu kabul edilerek, yasarım
uygulamasını devam eden dava ve bundan sonra açılacak davalar içinde uygulama
yolunu açmıştır.
Mahkememize göre bireyin dava ve hak arama özgürlüğünü engelleyici
nitelik taşıyan ve adil yargılanma hakkının özünü zedeleyici özellik taşıyan bu
yasal düzenleme Anayasa’nın 2, 13, 36 ve 40.
maddelerine aykırıdır.
Konu öncelikle Anayasa’nın anılan maddelerine aykırılık
yönünden ele alınıp incelenmelidir.
Anayasamızın 2. maddesine göre “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik
ve sosyal bir hukuk devletidir.”
Anayasanın 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan
hukuk devleti; insan haklarına dayanan bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda bir hukuk düzeni
kurup bunu geliştirerek sürdüren, konulan kurallarda adalet ve hakkaniyet
ölçülerini göz önünde tutan, hakların elde edilmesini kolaylaştıran, hukuku tüm
devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalar ile kendini bağlı sayan,
yargı denetimine açık ve hak arama özgürlüğünün önündeki engelleri kaldıran
devlettir. Adil yargılanma hakkı Anayasalarda açıkça tanınsın veya tanınmasın
Anayasamızın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti kavramı bu temel haklan
içeriğini dolduran haklar ve ilkeleri hukuk sistemlerinin bir parçası haline
getirmeyi zorunlu kılmaktadır.
Anayasanın 36. maddesine göre “Herkes meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak sureti ile yargı mercileri önünden davacı veya davalı olarak iddia
ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” Anayasa’nın 36. maddesinde hak
arama özgürlüğünün yasa ile sınırlanabilmesine yönelik bir düzenleme yer
verilmemiş, sınırlama sebebi öngörülmemiş, böylece yasa koyucuya sınırlama
yetkisi verilmemiştir.
Anayasanın 40. Maddesine göre; “Anayasa ile tanınmış hak ve
hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma
imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.”
Bu hükümlerle güvence altına alınan dava yolu ile hak arama
özgürlüğü, bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve
özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birini oluşturmaktadır. Kişinin uğradığı bir
haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı
haksız bir uygulama ve işleme karşı haklılığım ileri sürüp kanıtlayabilmesinin
en etkili ve güvenceli yolu yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması adil
yargılamanın ön koşulunu oluşturur. Kendisinden haksız bir tahsilat
yapılmasından dolayı açılmış bir davanın çıkarılan bir yasa ile engellenmesi
hak arama özgürlüğünü engelleyici nitelik taşımaktadır.
Anayasanın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak yasa ile sınırlanabileceği, bu sınırlamaların Anayasanın
özüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve hukuk devleti gerekleri ve
özgürlük ilkelerine aykırı olamayacağı belirtilmiştir.
6719 sayılı Yasanın 26. maddesi ile 6446 sayılı Elektrik
Piyasası Kanununa eklenen geçici 20. maddenin, “Kurul kararlarına uygun şekilde
tahakkuk ettirilmiş, dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve
kayıp kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra
takibi, dava ve başvurular hakkında 17 nci madde hükümleri uygulanır” ibaresi
Anayasanın 2, 13, 36 ve 40. maddelerine aykırı düşmektedir.
Açıklanan nedenlerle ve bir davaya bakmakta olan mahkemenin
uygulanacak bir kanunun veya kanun hükmünde kararname hükümlerini Anayasaya
aykırı görmesi durumunda gerekçeli karan ile Anayasa Mahkemesine başvurması
gerektiğini öngören Anayasa’nın 152. maddesi ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri hakkında Kanunun 40. maddesi
gereğince 6446
sayılı Elektrik Piyasası Kanununa, 6719 sayılı Yasa ile eklenen geçici 20. maddenin
“(l) Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş, dağıtım, sayaç okuma,
perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp kaçak bedelleri ile ilgili olarak
açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 17 nci
madde hükümleri uygulanır” ibareli fırkasının Anayasa’nın 2, 13, 36 ve 40.
maddelerine aykırı olduğu görüşü ile yasa maddesinin iptali için ANAYASA
MAHKEMESİNE başvurulmasına, dosyanın onaylı bir örneğinin Anayasa
Mahkemesine gönderilmesine, yargılamanın Anayasa Mahkemesince yapılan
yargılamada verilecek karara kadar bekletilmesine, Anayasa Mahkemesince dosyanın
eksiksiz olarak ulaşmasından itibaren 5 ay içerisinde karar vermemesi halinde
yargılamaya devam edip, yürürlükteki yasa hükümlerine göre yargılama yapılıp karar
verilmesine karar verildi.”
Esas Sayısı : 2017/115
Karar Sayısı : 2017/95
“Mahkememizin 05/402017 tarihli duruşmasında “Anayasanın
152. maddesi ile 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri
Hakkındaki Kanunun 28.maddesi uyarınca mahkememizde görülmekte olan iş bu dava
sebebiyle uygulanacak olan 6446 sayılı Kanuna 6719 sayılı Kanunun 26. maddesiyle
eklenen geçici 20. maddesinin anayasanın 2. ve 36. maddelerine aykırı görülmesi
sebebiyle iptali istemi ile re’sen Anayasa Mahkemesine başvurulmasına, Anayasa
Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davanın geri bırakılmasına” dair
karar verilmiş olmakla;
Mahkememizin iş bu dava dosyasında davacı Kalamaki
Turzm Tic. ve San.Ltd.Şti. tarafından davalılara karşı 15/04/2016 tarihinde
davalı şirketlerce kayıp-kaçak bedeli, sayaç okuma, iletim sistem kullanımı,
dağıtım bedeli, perakende adı altında haksız olarak tahsil edilen paraların
iadesi istemi ile dava açılmış, sonraki dönemde ve dava devam ederken
17/06/2016 tarihinde 6719 Sayılı “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına dair Kanun” yürürlüğe girmiştir. Bu kanunun 26. maddesi
ile 6446 sayılı Kanuna “geçici 20. madde” eklenmiştir. Söz konusu geçici 20. madde
“Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma,
perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kacak bedelleri ile ilgili olarak
açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 17. madde
hükümleri uygulanır” hükmüne amirdir.
6446 sayılı Kanununa eklenen geçici 20. madde ile
Kanunun yürürlük tarihinden önce açılmış ve derdest olan davalara da
uygulanacağı öngörülmüş, geriye dönük olarak açık bir müdahale yapılmıştır.
Kanunlar, kamu yararına ve kamu düzeninin
gerektirdiği özel durumlar dışında, ilke olarak yürürlük tarihinden sonraki
olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılır ve daha önceki olayı, işlem
ve eylemler kanunun etki alanı dışında kalır. Sonradan yürürlüğe giren
kanunların daha önceki ve kesinleşmiş hukuksal durumlara etkili olmaması
hukukun evrensel ilkelerindendir.
Anayasamızın 2. maddesi ile güvence altına alınan “hukuk
devleti” “hukuk güvenliği ilkesi”ni zorunlu unsur olarak beraberinde
getirmektedir. “Hukuk güvenliği ilkesi” hukuk devletinde uyulması zorunlu temel
ilkelerden birini oluşturmaktadır. Anayasada öngörülen temel hak ve
özgürlüklerin kullanılmasının ve insan haklarının yaşama egemen kılınmasının önkoşulu
olan hukuk güvenliği ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar. Daha önce tesis edilmiş bulunan işlemlerin doğurduğu hukuki
sonuçları ortadan kaldıracak şekilde yasama tasarrufunda bulunulması, hukuk
güvenliği ilkesine aykırılık oluşturur.
Somut olayda, iptali istenen yasanın yürürlük
tarihinden önce kamuoyunda da sıklıkla konuşulmuş, gerek yerel mahkemelerce,
gerekse Yargıtayca verilen birçok kararda ilgili bedellerin tüketiciye iadesi
yönündeki kararları da emsal alarak hak arama yolunu seçmiş ve dava açmış talep
sahibinin bu hakkı ileri tarihli yasa ile geriye dönük olarak elinden alınması,
yukarıda açıklandığı üzere, Anayasanın 2. maddesinde düzenlenen “hukuk devleti”
ilkesi, 36. maddesinde düzenlenen “hak arama hürriyeti” ilkesine açıkça aykırı
olduğu kanaati hasıl olmuştur.
1 - İtirazın Konusu
Anayasanın 152. maddesi ile 2949 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 28. maddesi
uyarınca mahkememizde görülmekte olan dava sebebiyle uygulanacak olan 6446
sayılı kanuna 6719 sayılı Kanunun 26. maddesi ile eklenen “geçici 20. maddesinin”
Anayasanın 2. ve 36. maddelerine aykırılığı iddiası ve iptal istemidir.
SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda açıklanan
nedenlerle;
Anayasanın 152. maddesi ile 2949 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 28. maddesi
uyarınca mahkememizde görülmekte olan dava sebebiyle uygulanacak olan 6446
sayılı kanuna 6719 sayılı Kanunun 26. maddesi ile eklenen “geçici 20. maddesinin”
Anayasanın 2. ve 36. maddeleri ne aykırı olduğunun tespiti ile iptaline karar
verilmesine arz o1unur.
Esas Sayısı : 2017/126
Karar Sayısı : 2017/102
“Davacı vekili 21/04/2017 havale tarihli dilekçesi ile davalı Aydem
Elek. Dağıtım Perakende Satış A.Ş. ve TEDAŞ şirketine karşı kayıp/kaçak
bedellerinin iadesine yönelik istirdat davası açıldığını, ancak uyuşmazlık
konusunda uygulanacak hukuk kurallarının 17/06/2016 tarihli Resmi Gazete’de
yayımlanan 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun muhtelif maddelerinde
değişiklik ve bu Kanuna eklemeler getiren 6719 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile birlikte
değiştirildiğini, 6719 sayılı Kanun m.21/10 ve m.26/(Geçici Madde 20) Anayasaya
aykırı olduğunu, zira m.21/10 ile yargı makamının hukukilik denetimi yolunun
kapatıldığını, yerindelik denetimi yapılmasına imkân tanınmadığını, yargı
organının yerindelik denetimi yapmasının fonksiyon gaspı olacağını. Anayasa
m.l25/4’e göre; “Yargı yetkisi, idari eylem ve
işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette
yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda
gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak,
idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı
karan verilemez.’ hükmünün bulunduğunu, Kanunun 26. maddesi ile yürürlüğe giren
ve geriye dönük olarak açılan icra takiplerini, davaları ve başvuruları olumsuz
etkilemesi amaçlanan geçici 20. maddede, ‘‘aleyhe geriye yürümezlik” kuralını
ihlal ettiği için hukuka ve Anayasaya aykırı görülebileceğini, hukuki
öngörülebilirlik ve bilinirlik gereğince yasal yola başvuran ve hakkını
mahkemede arayan tüketicinin; Kanunun olumsuz etkisinin geriye dönük tatbiki
ile hak arama hürriyetine ciddi şekilde kısıtlama getirildiğini, enerji dağıtım
şirketlerinin kendisinden yaptığı haksız tahsilatları faizi ile iade
alabilmesinin önünün kapatıldığını, bu kısıtlamanın, hem 6719 sayılı Kanununun
21. maddesinde ve hem de geriye dönük olarak bu madde ile 6446 sayılı Kanunun
17. maddesine eklenen hükmün uygulanacağım öngören 26. maddede net olarak
kendisini gösterdiğini, 6446 sayılı Kanunun 17. maddesine 10. fıkra olarak
eklenen hükümde yer alan ‘‘mahkemelerin yetkisi, bu bedellerin, Kurumun
düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır.” ibaresinin,
yargı yetkisine kısıtlama getirdiğini ve tüketicinin haklarım kaybetme tehlikesi
ile karşı karşıya kalmasına yol açtığını, Anayasa’nın m.36Tıin güvencesi
altında olan hak arama hürriyeti de, 6719 sayılı Kanunun 21 ve 26. maddeleri
ile engellendiğini, bu durumun “hukuk devleti” ilkesini güvence altına alan
Anayasa m.2 ve hak arama hürriyetini koruyan Anayasa m.36/l’e aykırı olduğunu,
Ayrıca; yargı yetkisinin bu şekilde kısıtlanmasının , “kuvvetler ayrılığı”
ilkesine de haksız bir müdahale niteliği taşıdığını, bir anlamda “Yargı yetkisi”
başlıklı Anayasa m.9’e aykırılığı gündeme getirdiğini, bu nedenlerle 17/06/2016
tarihli Resmi Gazete’ de yayımlanan 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun muhtelif
maddelerinde değişiklik ve bu Kanuna eklemeler getiren 6719 sayılı Elektrik Piyasası
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 21. ve 26. maddelerinin
Anayasa’nın 2, 13, 36, 40 ve 125. maddelerine açıkça aykırı olduğundan Anayasaya
aykırılık iddialarının değerlendirilmesi için dosyanın Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesini
ve davanın geriye bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Anayasa
Mahkemesi Başkanlığının Esas Sayısı: 2010/7, Karar Sayısı: 2011/172, Karar
Günü: 22.12.2011 olan kararında da belirtildiği üzere: Kişilere hukuk
güvenliğinin sağlanması, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk
devletinin ön koşullarındandır. Hukuk devleti, hukuk normlarının öngörülebilir
olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerektirir. Hukuk güvenliğinin sağlanması, bu doğrultuda yasaların geleceğe yönelik
öngörülebilir belirlemeler yapılabilmesine olanak verecek kurallar içermesini
gerekli kılar. Geriye dönük düzenlemelerle kişilerin haklarının. hukuki
istikrar ve güvenlik ilkesi gözetilmeden kısıtlanması hukuk devleti ilkesiyle
bağdaşmaz.
Hukuk devletinin gereği olan hukuk güvenliğini sağlama yükümlülüğü, kural olarak
yasaların geriye yürütülmeme sini gerekli kılar. “Yasaların geriye yürümezliği
ilkesi” uyarınca
yasalar, kamu
yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği, kazanılmış hakların korunması, mali
haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden
sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar. Yürürlüğe giren
yasaların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olmaması
hukukun genel ilkelerindendir.
Öte yandan. hukuk devletinin hukuk güvenliği ilkesi belirliliği de
gerektirir. Belirlilik ilkesi, yükümlülüğün hem kişiler hem de idare yönünden belli
ve kesin olmasını yasa kuralının, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir
işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini
mümkün kılacak şekilde düzenlenmesini gerekli kılar.
Davacı vekilinin ileri sürdüğü Anayasa’ya aykırılık iddiası, Kanunun
26. maddesi ile yürürlüğe giren ve geriye dönük olarak açılan icra takiplerini,
davaları ve başvuruları etkilemesi amaçlanan geçici 20. madde, “aleyhe geriye yürümezlik” EVRENSEL HUKUK
GENEL KURALINI ihlal ettiği için Anayasaya aykırı olduğu,
1982 Anayasasının:
Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğunu düzenleyen 2.
maddesine, Sosyal hukuk devleti olduğunu düzenleyen 5. maddesine,
Yargı yetkisinin, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce
kullanıldığını düzenleyen 9. maddesine,
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanı nam ayacağı
ve Devlet organları ve idare makamlarının bütün işlemlerinde kanun önünde
eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda olduğunu düzenleyen 10.
maddesine,
Kanunların Anayasaya ay kın olamayacağına ilişkin 11. maddesine,
Herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahip olduğu ve Hiçbir mahkemenin, görev ve yetkisi içindeki davaya
bakmaktan kaçınamayacağını düzenleyen 36. maddesine,
Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkesin,
yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına
sahip olduğunu düzenleyen 40. maddesine,
aykırı olduğu kanısına varıldığından aşağıdaki hükmün tesisi
gerekmiştir.
ARA KARAR :
Yukarıda açıklanan nedenlerle;
17/06/2016 tarihli Resmi Gazetemde yayımlanan 6446 sayılı Elektrik
Piyasası Kanunu’nun muhtelif maddelerinde değişiklik ve bu Kanuna eklemeler
getiren 6719 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un 21. ve 26. maddelerinin Türkiye Cumhuriyet Anayasasının
2, 5, 9, 10, 11, 36 ve
40 maddelerine aykırı olduğu iddiasının ciddi olduğu kanaatine varılmakla, 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanunun
40/1. maddesi gereğince; mahkememiz dosyadaki belgelerin onaylı birer örneği çıkartılarak,
6719 sayılı Kanunun 21/10 ve 26. maddesinin Anayasaya aykırı olduğu kanaatiyle iptal davası başvurusu
olarak, Anayasa Mahkemesi Genel Sekreterliği’ne GÖNDERİLMESİNE,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 152. maddesi ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanunun 40/5. maddesi
uyarınca başvurunun sonuçlanmasının bekletici mesele yapılmasına,
6216 sayılı Yasanın 40/5. maddesi gereğince 5 aylık azami süre
gözetilerek, Anayasa Mahkemesinin bu konuda bir karar vermesinin
beklenilmesine, bu süre içerisinde ve sonunda Anayasa Mahkemesi’nce
bir karar verilmez ise Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 153. ve 6216 sayılı
Yasanın 40/5. maddesi gereğince yürürlükteki mevzuat hükümlerine göre
değerlendirme yapılmasına,
karar verildi.”
Esas Sayısı : 2017/146
Karar Sayısı : 2017/125
“6446 sayılı Kanuna 6719 sayılı Kanunun 21. maddesi ile eklenen 17’inci
maddesinin 10’uncu fıkrasının ve aynı Kanunun 26’ıncı maddesi ile eklenen
geçici 20. maddesinin Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırılığı iddiası ile
iptal istemidir.
Mahkememizin iş bu dosyasında davacı vekili; “müvekkili sitenin
davalı sitenin davalı şirketin 10060014170 ve 10060010630 nolu abonesi olduğu,
her iki abonelik kaydı ile ilgili olarak 2007 yılından bu yana davalı şirketin
müvekkili siteden yasalara aykırı olarak kayıp kaçak, sayaç okuma, dağıtım, perakende
satış hizmeti, iletişim sistemi kullanımı, TRT payı adı altında para tahsil
edildiği, bu tahsilatın haksız olduğu” iddiası ile 15.12.2014 tarihinde iş bu
davayı ikame etmiştir.
Mahkememizce yapılan yargılama devam ederken
17.06.2016 tarihinde 6719 Sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun yürürlüğe girmiştir, bu Kanunun 21 ‘inci
maddesi ile 6446 sayılı Kanunun 17’nci maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü
fıkraları ile altıncı fıkrasının (a), (ç)„ (d) ve (f) bentleri değiştirilmiş ve
aynı maddeye ‘Kurum tarafından gelir ve tarife düzenlemeleri
kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan
davalarda; tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin yetkisi, bu bedellerin.
Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır.” şeklindeki 10. fıkra eklenmiştir. Yine aynı Kanunun
26. maddesi ile 6446 Sayılı Kanuna
“Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç
okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp kaçak bedelleri ile ilgili
olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında
17. madde hükümleri uygulanır,” şeklindeki “geçici
20. madde”
eklenmiştir.
Mahkememizce bu dosyadan verilen 2015/226 Karar
sayılı ve 22/06/2015 tarihli karar ile davanın kısmen kabulü ile 97.056,90 TL’nin
dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak
davacıya verilmesine dair verilen karar Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 2015/15049
Esas sayılı, 2016/14150 Karar say ıh ve 07/12/2016 tarihli kararı ile “…1-) elektrik
abonelerinden tahsil edilen kayıp-kaçak ve diğer bedellerin istirdatı istemine
ilişkindir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.05.2014 tarih ve 2013/7-2454 Esas
2014/679 K. Sayılı kararı ve Dairemiz kararları ile Anayasanın vergi ödevi
Başlıklı 73. maddesindeki “... Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler
kanunla konulup değiştirilir veya kaldırılır...” şeklindeki düzenlemeye göre;
kayıp-kaçak. sayaç okuma, dağıtım, perakende
hizmet ve iletim bedeli uygulamasının EPDK Kararları ve tebliğleri çerçevesinde
uygulama arz eden kanunlar ve ikincil mevzuat hükümleri çerçevesinde EPDK
tarafından belirlenerek uygulandığı bu tarihteki mevcut hukuki düzenlemenin
EPDK’na sınırsız bir fiyatlandırma ve tarife unsuru belirleme hak ve yetkisi vermediği, özellikle kaçak (elektrik
enerjisinin hırsızlanması) bedellerinin kurallara uyan abonelerden tahsili
yoluna gitmenin hukuk devleti ve adalet düşünceleri ile bağdaşmadığı, bu
faturalara yansıtılan diğer kalemlere ilişkin bedel miktarlarının şeffaflık
ilkesi ile denetlenebilmesi ve hangi hizmetin karşılığında ne bedel ödendiğinin
bilinme sininde şeffaf hukuk devletinin vazgeçilmez unsuru olduğu, EPDK
kararlan ile bu bedellerin mevcut mevzuat kapsamında tüketicilerden alınmasının
hukuka uygun olmadığı kabul edilmiştir. Ne var ki, uyuşmazlığın temyiz yolu ile
Dairemize geldiği aşamada 17.06.2016 Tarih 29745 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe giren geçmişe de etkili 6719 sayılı kamınım 21. maddesi
ile 64-46 Sayılı kanunun 17. maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları
ile altıncı fıkrasının (a), (ç), (d) ve (f) bentleri değiştirilmiş ve aynı
maddeye eklenen 10. bend ile; “Kurum tarafından gelir ve tarife düzenlemeleri
kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan
davalarda; tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin yetkisi, bu bedellerin,
Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır.” hükmü getirilerek Tüketici Hakem
Heyetlerinin ve Mahkemelerin bu konularda açılacak davalarda inceleme ve
araştırma yetkileri geçmişe de etkili olarak sadece bu dağıtım, sayaç okuma,
perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedellerinin Kurumun bu
konulardaki düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlanmış, bu
bedellerin alınmasında esas olan ilgili tarifelerin düzenlenmesinde EPDK’nun
Kanundaki yetkileri genişletilerek yukarıda sözü edilen bedeller maliyet unsuru
kapsamına dahil edilmiştir. Yine. 6719 sayılı Kanunun 26. maddesi ile 6446 sayılı
Elektrik Piyasası Kanunu’na eklenen; Geçici madde 19; “Bu maddeyi ihdas eden
Kanunla öngörülen düzenlemeler yürürlüğe konuluncaya kadar, Kurul tarafından yürürlüğe konulan mevcut
yönetmelik, tebliğ ve Kurul kararlarının bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin
uygulanmasına devam olunur.” hükmünü, Geçici madde 20; f Kurul
kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende
satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan
her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 17 nci madde
hükümleri uygulanır.” hükmünü içermektedir. Hal böyle olunca, karar tarihinden
sonra yürürlüğe girmiş bulunan bu yasa değişikliklerinin, yürürlük tarihi
öncesi dönemde geçerli olan EPDK kararlarına dayanılarak alınmış olan ve dava
konusu yapılan kayıp-kaçak bedeli ile ilgili olarak açılan ve halen devam eden
davalarda da geçmişe etkili olacak şekilde (bu yasa değişikliği öncesinde
açılan ve halen görülmekte olan davalar da) uygulanması gereken hükümler
içerdiğinden, 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun 17., geçici 19. ile 20.
maddelerinin, somut olaya etkisinin bulunup bulunmadığının yerel mahkemece
tartışılıp değerlendirildikten sonra sonucuna uygun bir karar verilmesi
gerekmektedir...” şeklindeki gerekçeler ile
bozulmuş ve davacı vekili 10/05/2017 havale tarihli dilekçesi ile ilgili
maddeler için anayasaya aykırılık iddiasında bulunmuştur.
Mahkememizce yapılan yargılama sırasında usul ve yasaya uygun olan
Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 2015/15049 Esas sayılı, 2016/14150 Karar sayılı ve
07/12/2016 tarihli bozma ilamına uyulmuştur.
Mahkememizce yapılan yargılamanın seyrini etkileyeceği aşikar olan
mevzu bahis düzenlemeler hakkında davacı vekilinin 10.05.2017 havale tarihli
dilekçesinde belirtmiş olduğu anayasaya aykırılık iddiası aşağıdaki
gerekçelerle ciddi bulunmuştur;
Mahkememizce davacı vekilinin 10.05.2017 tarihli dilekçesinde
belirttiği anayasaya aykırılık iddiası ciddi görülmüş, 6446 Sayılı Elektrik
Piyasası Kanununa 6719 sayılı Kanunun 2’inci maddesi ile eklenen 17’inci
maddenin 10’uncu fıkrasının ve 26’nci maddesi ile eklenen geçici 20’inci
maddesinin Anayasamızın 2’inci maddesinde güvence altına alınan “hukuk devleti”
ilkesine ve 36’inci maddesinde güvence altına alınan “hak arama hürriyeti”
ilkesine açıkça aykırı olduğu kanaatine varılmıştır. Şöyle ki;
Öncelikle 6446 sayılı Kanun’un 17. maddesine eklenen 10. fıkrasındaki…
“bedellerin, Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile
sınırlıdır.” şeklindeki düzenleme yargının hukukilik denetimi yetkisini EPDK
tarafından yürürlüğe konulan idari ve ikincil nitelikteki düzenleyici
işlemelere uygunluğu ile kısıtlamaktadır. Anılan düzenleme ile yargı yetkisinin
kullanımına Anayasal hiçbir dayanağı bulunmayan bir kısıtlama getirilmiştir.
Söz konusu düzenleme neticesinde yargısal denetimde söz konusu kesintinin
kanunlara, abonelik sözleşmesi ve hukukun genel ilkelerine uygunluğu yönünden
hiçbir değerlendirme yapılamayacaktır. Bu durumun Anayasa’nın 2. maddesinde
düzenlenen hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmayacağı açıktır.
6719 sayılı Kanunun 26’inci maddesi ile eklenen geçici 20’inci
maddesinde açıkça kanun hükmünün geriye yönelik uygulanacağı öngörülmüştür.
Anayasamızın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Hukuk
devletinin gereği olan “hukuk güvenliğini” sağlama yükümlülüğü kural olarak “yasaların
geriye yürütülmemesini” gerekli kılar. Yasaların geriye yürümezliği ilkesi
uyarınca yasalar kamu yaran ve kamu düzeninin gerektirdiği kazanılmış hakların
korunması mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında ilke
olarak tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere
çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış
hukuksal durumlara etkili olmaması hukukun genel ilkelerindendir. Öte yandan
hukuk devletinin hukuk güvenliği ilkesi “belirliliği” de gerektirir. Belirlilik
ilkesi yükümlülüğün hem kişiler hem idare yönünden belli ve kesin olmasını yasa
kuralının ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür
sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak
şekilde düzenlenmesini gerekli kılar. Mevzu bahis düzenleme öncesi ilgililerin,
sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp kaçak bedellerinin
iadesine yönelik talep hakları mevcut iken açılmış olan davalar devam ederken,
hukuk güvenliği ilkesine ve bu bağlamda kanunların geriye yürümezliği ve hukuki
belirlilik ilkelerine aykırı olarak abonelerin bu hakları elinden alınmıştır.
Ayrıca ilgililerin açıkça aleyhine olarak getirilen düzenlemelerin geriye
yönelik uygulanması söz konusudur.
Öte yandan mevzu bahis düzenlemeler, getirilen kısıtlama ve geçmişe
yönelik uygulama öngörülmesi sonucu ilgililerin talep haklarının ellerinden
alınmasına neden olmasından dolayı da Anayasamızın 36/1’inci maddesinde güvence
altına alınan “hak arama hürriyetini”de açıkça ihlal etmektedir.
SONUÇ VE İSTEM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
Mahkememizde görülmekte olan dava sebebiyle uygulanacak olan 6446
sayılı Kanuna 6719 sayılı Kanunun 21’inci maddesi ile eklenen 17’inci maddenin
10’uncu fıkrasının ve aynı Kanunun 26’ıncı maddesi ile eklenen “geçici 20.
maddesinin” Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine AYKIRI olduğunun tespiti ile
iptaline karar verilmesi arz olunur.”
Esas Sayısı : 2017/153
Karar Sayısı : 2017/134
“Davacı
vekili tarafından mahkememiz nezdinde açılan yukarıda esas numarası belirtilen
davanın konusunun kayıp kaçak bedeli, perakende satış hizmeti bedeli, sayaç
okuma bedeli ve iletim bedeli olduğunun tespit edilmesinden sonra bahse konu
uyuşmazlıklar hakkında uygulanacak yasal hükmün 6446 sayılı Kanun olduğu tespit
edilmiştir.
Bahse
konu yasal düzenleme olan 6446 sayılı Kanunda 17/06/2016 tarihinde Resmi Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe giren 6719 sayılı Kanun ile bazı değişiklikler
yapılmıştır. Söz konusu bu değişiklerin özellikle 21. maddesi ile 26. maddesi
Mahkememizce Anayasanın başlangıç kısmına, 10. maddesine, 36. maddesine, 125.
maddesinin 4. fıkrasına ve 152. maddesine aykırı olduğuna kanaat edinilmiş ve
Anayasanın 152. maddesi uyarınca 6446 sayılı Kanunun 17. maddesinin 10. fıkrası ile
aynı yasanın geçici 20. maddesinin iptali için Anayasa
Mahkemesine itiraz yoluyla başvurulmasına karar verilmiştir.
Somut Norm Denetim Konusu: 6446 sayılı Kanunun 17. maddesinin 10. fıkrası ile
aynı yasanın geçici 20. maddesinin Anayasanın başlangıç kısmına, 10. maddesine,
36. maddesine, 125. maddesinin 4. fıkrasına ve 152. maddesine aykırılık teşkil
ettiği kanaati ile iptal istemidir. Bahse konu 6446 sayılı Kanunun;
(1)
17. maddesinin 10. fıkrasına göre; Kurum tarafından gelir ve tarife
düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedelleri ilişkin olarak yapılan
başvurularda ve açılan davalarda; Tüketici Hakem Heyetleri ile Mahkemelerin
yetkisi, bu bedellerin, Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi
ile sınırlıdır. Denilmektedir. Bu yasal düzenleme tek başına Anayasanın yargı
yolu başlıklı 125. maddesinin 4. fıkrasına aykırılık teşkil etmektedir. Çünkü
bağımsız mahkemelerce kullanılan yargı yetkisi yerindelik denetimini kapsamaz.
Yargı yetkisini kullanan bağımsız Mahkemelerin mevcudiyeti yürürlükte olan
yasal düzenlemelerin dava konusu olaya uygulanması ve olayın yasal düzenlemeler
açısından hukuka uygunluğunun denetimi yapmaktır. Anayasanın 125/4 maddesi
uyarınca “yargı yetkisi, idari işlem ve eylemlerin hukuka uygunluğunun denetimi
ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz....”
şeklindedir. 6446 sayılı Kanunun 17/10. maddesi ise hukukilik denetimi sınırlamakta
ve yargı yetkisini sadece enerji Piyasası Denetleme Kurumu’nun düzenleyici
işlemleri ile tüketiciden alınacak bedellerin yerindeliğini denetlemekle
sınırlandırmaktadır. Bu yasal düzenleme karşısında Mahkemelere verilen rol
tespit hususundan (yerindelik) öteye geçemeyecektir. Yani mahkemeler bir nevi
tespit işlemi için ‘“‘muhasebeci”, tasdik işlemi için “Noter” görevine haiz
olacak ve yapacağı işlem yargısallıktan uzak, sadece tespit ve tasdik
mahiyetinde kalacaktır. Bir Hukuk Devletinde bu husus Mahkemelerin
bağımsızlığını ve yargısallığını zedeler niteliktedir ve kabul edilemez
mahiyettedir.
6446
sayılı kanunun 17/10. maddesi yargının EPDK’nın düzenleyici işlemlerinin
Anayasaya aykırı olması durumunda bu taleplerin aykırılığını gidermeyi amaçlayan
Anayasal kuralları da bertaraf eder niteliktedir. Çünkü Mahkemelere biçilen rol
sadece yerindelik denetimi ile sınırlıdır. Mahkemelerin görevlerinin sadece
yerindelik olarak sınırlandırılması Anayasanın 152. maddesi ile Mahkemelere
verilen görev ve yetkiyi de sınırlar mahiyettedir. Dolayısı ile bahse konu
düzenleme bu yönü ile de Anayasaya aykırıdır.
Ayrıca
bahse konu yasal düzenleme Anayasanın hak arama başlıklı 36. Maddesine de
aykırılık teşkil etmektedir ve hukuk devleti ilkesini zedeler mahiyettedir.
Çünkü EPDK tarafından tek taraflı olarak yapılacak düzenleyici bir işlem
sonucunda EPDK’nun hizmetinden yararlananlar bu işleme muhattap olacaklar ve
yapılan bu yasal düzenlemenin kişilerin hakkım kısıtlar ya da kullanımını
engeller mahiyette olması durumunda ya da eşitlik ilkesine aykırılık taşıması
durumunda hakkım arayacakları bağımsız Mahkemelerin de yargı yetkisi
kısıtlayacak ve kişilerin adalete ulaşması engellenecektir. Hatta bu yasal
düzenleme ayrı zamanda yargı hakkını kısıtlar mahiyette olduğundan idare
hukukundaki “fonksiyon gaspı” olacak ve dolayısı ile Anayasanın başlangıç
kısmında belirtilen “kuvvetler ayrılığı” ilkesine de ters düşmektedir.
(2)
Geçici 20. maddesine göre; Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş
dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedelleri
ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve
başvurular hakkında 17. madde hükmü uygulanır. Denilmektedir. Bu yasal
düzenleme de tek başına hukuka ve anayasaya ay kın bir düzenlemedir. Çünkü “aleyhe
geriye yürümezlik” kuralım ihlal eder niteliktedir ve Anayasanın 36. maddesinde
düzenlenen hak arama hürriyetini ihlal eder niteliktedir.
Bahse
konu yasal düzenleme ayrıca anayasada güvence altına alman eşitlik ilkesini de
zedelemektedir. Bir kere EPDK hizmetinden karşılık vermeden yararlanan
kişilerin eylemlerinin “karşılıksız yararlanma suçu”nu oluşturduğu konusunda
bir tereddüt bulunmamaktadır. Konusu suç olan bir eylem nedeniyle zarara
uğrayan kurum iken bu zararın karşılığı EPDK hizmetinden düzenli olarak
yararlanan ve karşılık bedelleri yatırmış olan kişiler olabilecektir. Bu
kişiler adlarına düzenlenmiş faturalarda yasal düzenlemeler gereğince
olabilecek kayıp-kaçak bedelleri ödemek zorunda kalabileceklerdir ve ancak
haklarım arayamayacaklardır. Haklarım aramaları durumunda bahse konu yasal
mevzuat karşılarına çıkacak ve kişiler haki arma kavuşamayacaklardır. Dolayısı
ile Anayasanın hak arama başlıklı 36. maddesini de zedeler nitelikte bir yasal
düzenleme olduğu konusunda bir tereddüt olmadığını Mahkememizce kanaat
getirilmiştir. Ayrıca haksız karşılık alan ile karşılığım almayan kişiler arası
bu dengesizlik Anayasada güvence altına alman ve 10. maddede düzenlenen eşitlik
ilkesini de zedelemektedir. Bu ilkeye aykırılığın doğal bir sonucu olarak
dolayısı ile bahse konu yasal düzenleme “sorumluluğun şahsiliği” ilkesini de
zedeler mahiyettedir.
Sonuç
olarak; 6446 sayılı Kanunun gerek 17/10. maddesi gerekse de geçici 20. maddesi
yukarıda anlatılanlar ışığında Anayasanın başlangıç kısmına, 10. maddesine, 36.
maddesine, 125. maddesinin 4. fıkrasına ve 152. maddesine aykırıdır. Bu
düzenlemeler tek başına dahi yargı hakkım kısıtlayıcı ve engelleyici mahiyette
olduğundan, yargı hakkı kısıtlaması yapılması açıkça “fonksiyon gaspı”
olacağından söz konusu bu düzenlemelerin Anayasaya aykırı olduğuna mahkememizce
kanaat getirilerek Anayasanın 152. maddesine göre “somut norm denetimi” yoluna
başvurulmasına karara verilmiştir.
SONUÇ
VE İSTEM : Yukarıda açıklanan nedenlerle; 6446 sayılı Kanunun
17.
maddesinin 10. fıkrası ile ayrı yasanın geçici 20. maddesinin Anayasanın
başlangıç kısmına, 10. maddesine, 36. maddesine, 125. maddesinin 4. fıkrasına
ve 152. maddesine aykırı olduğunun tespiti ile iptaline karar verilmesi arz
olunur.”
Esas Sayısı : 2017/164
Karar Sayısı : 2017/140
“…
1- İPTALİ İSTENİLEN KANUN HÜKÜMLERİ
“GEÇİCİ MADDE 20- (1) Kurul kararlarına uygun şekilde
tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve
kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi,
dava ve başvurular hakkında 17 nci madde hükümleri uygulanır.
Anayasa’nın “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı 2. maddesi “Türkiye
Cumhuriyeti, toplumun huzuru millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan
haklarına saygılı, Atatürk ine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir” hükmünü
içermektedir.
Bu madde ile Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliği “hukuk
devleti” olarak tayin edilmiştir. “Hukuk devleti: insan haklarına saygı gösteren
ve bu hakları koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye
kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve Anayasaya uyan
devlettir.” Hukuk devleti ilkesi; hukuki güvenilirlik, öngörülebilirlik. müktesep
hak, aleyhe kanunların geçmişe yürümemesi ilkelerini de içinde
barındırmaktadır.
Anayasanın 36. maddesi ise “(Değişik: 3/10/2001-4709/14
md.) Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri
önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahiptir.” hükmünü içermektedir.
Kanunun 26. maddesi ile yürürlüğe giren ve geriye dönük
olarak açılan icra takiplerini, davaları ve başvuruları olumsuz etkilemesi
amaçlanan geçici 20. maddede, “aleyhe geriye yürümezlik” kuralını ihlal ettiği
için hukuka ve Anayasa’nın 2. ve 36. maddesine aykırıdır. Çünkü hukuki
öngörülebilirlik ve bilinirlik gereğince yasal yola başvuran ve hakkını
mahkemede arayan tüketicinin; Kanunun olumsuz etkisinin geriye dönük tatbiki
ile hak arama hürriyetine ciddi şekilde kısıtlama getirilmekte, enerji dağıtım
şirketlerinin kendisinden yaptığı haksız tahsilatları faizi ile iade
alabilmesinin önü kapatılmaktadır. Bu kısıtlama, hem 6719 sayılı Kanununun 21.
maddesinde ve hem de geriye dönük olarak bu madde ile 6446 sayılı Kanunun 17.
maddesine eklenen hükmün uygulanacağını öngören 26. maddede net olarak
kendisini göstermektedir.
Bu düzenlemeler, açılmış davalar yönünden
müktesep/kazanılmış hak kuralına da aykırıdır. Çünkü ortada, geçmişten gelen ve
tüketiciden alınmaması gerektiği halde haksız tahsil edilen bedellerin iadesini
talep eden davalar vardır. Bu talep hakkı geçmişte gerçekleşmiş ve bir hak
olarak ilgili tüketicilerce kazanılmıştır. Bu hakkın, geriye etkili yasal
düzenleme ile tüketicinin elinden alınması anayasanın 2. maddesindeki hukuk
devleti ilkesi ile anayasanın 36. maddesindeki adil yargılama ilkesine
aykırıdır.
İtirazın konusu: 04/06/2016
tarihle 6719 sayılı Kanunun 26. maddesiyle eklenen geçici 20. maddesinin iptali
istemidir.
SONUÇ YE İSTEM: Yukarıda
açıklanan nedenlerle;
04/06/2016 tarihle 6719 sayılı Kanunun 26. maddesiyle
eklenen geçici 20. maddesinin Anayasaya aykırı olduğunun tespiti ile iptaline
karar verilmesine arz olunur.”