ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2014/194
Karar Sayısı : 2015/55
Karar Tarihi : 17.6.2015
RG Tarih-Sayı :
26.6.2015-29398
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Ankara
11. İcra Hukuk Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU : 3.7.2005 tarihli ve
5393 sayılı Belediye Kanunu’nun;
1- 15. maddesine, 10.9.2014 tarihli ve 6552 sayılı Kanun’un 121.
maddesiyle eklenen fıkranın,
2- 6552 sayılı Kanun’un 123. maddesiyle eklenen geçici 8.
maddesinin,
Anayasa’nın 2., 5., 10., 13., 125. ve 138. maddelerine aykırılığı
ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi istemidir.
l- OLAY
Belediyeye ait taşınmazlar ile diğer hak, alacak ve mallar üzerine
konulan hacizlerin kaldırılmasına ilişkin icra dairesi kararının iptali
istemiyle açılan davada, itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu
kanısına varan Mahkeme, iptalleri için başvurmuştur.
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralları
1- Kanun’un 15. maddesine, 6552 sayılı Kanun’un 121. maddesiyle
eklenen itiraz konusu fıkra şöyledir:
“İcra dairesince haciz kararı alınmadan önce belediyeden borca
yeter miktarda haczedilebilecek mal gösterilmesi istenir ve haciz işlemi sadece
gösterilen bu mal üzerine uygulanır. On gün içinde yeterli mal beyan edilmemesi
durumunda yapılacak haciz işlemi, alacak miktarını aşacak veya kamu hizmetlerini
aksatacak şekilde yapılamaz.”
2- Kanun’un 6552 sayılı Kanun’un 123. maddesiyle eklenen itiraz
konusu geçici 8. maddesi şöyledir:
“GEÇİCİ MADDE 8- 15 inci maddenin son fıkrası hükümleri,
devam eden her türlü icra takipleri hakkında da uygulanır. Bu maddenin yürürlük
tarihinden önce yapılmış icra takipleri gereğince konulan tüm hacizler, söz
konusu fıkra hükümleri dikkate alınarak kaldırılır.”
B- Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları
Başvuru kararında, Anayasa’nın 2., 5., 10., 13., 125. ve 138.
maddelerine dayanılmış, Anayasa’nın 35. ve 36. maddeleri ise ilgili
görülmüştür.
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Haşim KILIÇ, Serruh
KALELİ, Alparslan ALTAN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep
KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN,
Celal Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL, Zühtü ARSLAN, M. Emin KUZ ve
Hasan Tahsin GÖKCAN’ın katılımlarıyla 25.12.2014 tarihinde yapılan ilk inceleme
toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, Başraportör Ayşegül ATALAY tarafından
hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralları, dayanılan
ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama
belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- Kanun’un 15. Maddesine 6552 Sayılı Kanun’un 121. Maddesiyle
Eklenen Fıkranın İncelenmesi
Başvuru kararında, hangi mallarının haczedilmesine müsaade
ettiğinin borçlu olan belediyeden sorulmasını ve sadece belediyenin bildirdiği
mallara haciz uygulanmasını öngören kuralın belirsiz ifadeler içerdiği,
alacağın tahsilinin belirsiz bir süreye ve masraflı olarak ötelenmesine yol
açtığı, hak arama özgürlüğünün kullanılmasını zorlaştırdığı ve hatta
engellediği, eşitlik ilkesi gereğince Devletin kendi kuruluşu dahi olsa
ayrıcalık tanımaması gerekirken belediyelere böyle bir imtiyaz tanınmasının
eşitlik ilkesine aykırı olduğu, ayrıca mahkeme kararlarının infazını
engellediği gibi zor şartlara tabi kılması nedeniyle yargısal denetimi de
önlediği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 5., 10., 13., 125. ve 138.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle itiraz konusu kural,
Anayasa’nın 35. ve 36. maddeleri yönünden de incelenmiştir.
1- Birinci Cümle
Kanun’un 15. maddesine 6552 sayılı Kanun’un 121. maddesiyle
eklenen itiraz konusu fıkranın birinci cümlesinde, icra dairesince haciz kararı
alınmadan önce belediyeden borca yeter miktarda haczedilebilecek mal
gösterilmesinin isteneceği ve haciz işleminin sadece gösterilen bu mal üzerine
uygulanacağı belirtilmektedir.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla
kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 74. maddesinde, “Mal
beyanı, borçlunun gerek kendisinde ve gerek üçüncü şahıslar yedinde bulunan mal
ve alacak ve haklarında borcuna yetecek miktarın nevi ve mahiyet ve vasıflarını
ve her türlü kazanç ve gelirlerini ve yaşayış tarzına göre geçim membalarını ve
buna nazaran borcunu ne suretle ödeyebileceğini yazı ile veya şifahen icra
dairesine bildirmesidir.” denilmektedir. İtiraz konusu kuralda yer alan “İcra
dairesince haciz kararı alınmadan önce belediyeden borca yeter miktarda
haczedilebilecek mal gösterilmesi istenir” şeklindeki hüküm,
2004 sayılı Kanun’un 74. maddesi ile aynı mahiyette olup, alacağın bir an önce
tahsilini sağlamaya yöneliktir. Böyle bir düzenleme ise anayasal sınırlar
içerisinde kanun koyucunun takdir yetkisindedir. Ayrıca kuralın bu bölümü,
alacaklının alacağını cebri icra ile almasına engel teşkil etmemektedir.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu cümlenin bu bölümü
Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR ile Serruh KALELİ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın, Anayasa’nın 5., 10., 13., 125. ve 138. maddeleriyle
ilgisi görülmemiştir.
İtiraz konusu cümlenin kalan bölümünde haciz işleminin sadece
belediye tarafından gösterilen mal üzerine uygulanacağı öngörülmektedir.
Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin temel
ilkelerinden biri hukuk güvenliğidir. Kişilerin, Devlete güven duymaları, maddi
ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve
özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğünün
sağlandığı bir hukuk düzeninde gerçekleşebilir. Hukuk devletinin sağlamakla
yükümlü olduğu hukuk güvenliği, kişilerin, hukuk düzeninin koruması altındaki
haklarını elde etmeleri için gereken her türlü önlemin alınmasını zorunlu
kılar. Kanunlara göre bir alacağın, cebri icra yoluyla elde edilmesinin
engellenmesi ve ödeme şekli ve zamanı belirtilerek başka bir güvenceye de
kavuşturulmaması hukuk güvenliğini zedeler.
Anayasa’nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesinin
birinci fıkrasında, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilmektedir. Maddeyle güvence
altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının
yanında, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve
bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Hak arama
özgürlüğünün temel unsurlarından biri de mahkemeye erişim hakkıdır.
Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılamanın sonuç doğurmasını
sağlayan bir unsur olup, kararın uygulanmaması hâlinde yargılamanın bir anlamı
kalmayacaktır. Bu nedenle yargı kararlarının uygulanması “mahkemeye erişim
hakkı” kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre, yargılama sonucunda
mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli olmayıp, ayrıca bu kararın etkili
bir şekilde uygulanması gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını,
davanın haklı olan tarafının aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle
getiren düzenlemelerin bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi
bir şekilde engellenmesi hallerinde, “mahkemeye erişim hakkı” da
anlamını yitirir. Mahkeme kararlarının bağlayıcılığını ve gecikmeksizin
uygulanmasını sağlayacak etkili tedbirlerin alınması, hukuk devletinin
gereklerindendir.
Anayasa’nın 35. maddesinde, herkesin, mülkiyet ve miras haklarına
sahip olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı
olamayacağı hükme bağlanmıştır. Mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar
vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu
şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf olanağı veren
bir haktır.
Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere yönelik
sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin özlerine de
dokunamaz.
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde
sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlükleri büyük
ölçüde kısıtlayan ve kullanılamaz hâle getiren sınırlamalar hakkın özüne
dokunur. Temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü
değil, koşulları, nedeni, yöntemi, kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları
gibi güvenceler demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir.
Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve özüne dokunmamak
koşuluyla demokratik toplum düzeninin gerekleri için zorunlu olduğu ölçüde ve
ancak kanunla sınırlandırılabilirler.
Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen
sınırlamanın, bu sınırlamayla öngörülen amacın gerektirdiğinden fazla olması
düşünülemez. Bunun yanında, demokratik hukuk devletinde amaç ne olursa olsun,
kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir
özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak
düzeye vardırılmaması gerekir.
Kanun’un 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde “belediye”,
belde sakinlerinin mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere
kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idari ve
mali özerkliğe sahip kamu tüzel kişisi olarak tanımlanmış, aynı Kanun’un 14.
maddesinde de belediyenin görevleri ve sorumlulukları düzenlenmiştir.
Belediyeler, belde sakinlerinin mahalli müşterek nitelikteki
ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan kamu tüzel kişileri olmaları nedeniyle,
bunlara kanunlarla verilen görevler, yerel toplumsal yaşamın gereksinimlerinden
oluşmaktadır. Bu gereksinimleri karşılamak amacıyla belediyeler ayni ve nakdi
varlığa ihtiyaç duyarlar. Mahalli müşterek ihtiyaçların sürekli, düzenli ve
sistemli bir şekilde karşılanabilmesi için belediyelerce yürütülen
etkinliklerin kesintiye uğramasını önlemek amacıyla belediyelerin bazı nakdi ve
ayni mal varlıklarına haciz yasağı getirilmiştir. Söz konusu yasağın amacı da,
belediyelerce yerine getirilen kamu hizmetlerinin bazılarının, toplumsal
yaşamın gerektirdiği zorunluluklara bağlı olarak sürekli ve düzenli bir şekilde
yürütülmesi gereğidir. Başka bir deyişle, toplum yararının kişisel yarara üstün
tutulmasıdır.
İcra ve İflas Kanunu ve takip hukuku hükümlerine göre asıl olan
alacaklının alacağına kavuşmasını sağlamak olduğundan, kural olarak borçluların
tüm mallarının haczi mümkün olup bir malın haczedilememesi için bu yönde bir
yasal düzenlemenin bulunması zorunludur.
Bu kapsamda, Kanun’un 15. maddesinin dokuzuncu fıkrasında; “Belediyenin
proje karşılığı borçlanma yoluyla elde ettiği gelirleri, şartlı bağışlar ve
kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan malları ile belediye tarafından tahsil
edilen vergi, resim ve harç gelirleri haczedilemez.” denilmekte, 5779
sayılı İl Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay
Verilmesi Hakkında Kanun’un 7. maddesinin birinci fıkrasında da, belediyelere
verilen genel bütçe vergi gelirleri tahsilâtından ayrılacak paylar ile diğer
kanunlarda belediyeye verilmesi öngörülen payların vergi hükmünde olduğu hüküm
altına alınarak, belediyelerin bir kısım gelirleri ve malları alacaklılara
karşı koruma altına alınmaktadır. Aynı zamanda, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun
82. maddesinde haczi caiz olmayan mallar ve haklar gösterilmekte ve bu hüküm de
belediyeler için uygulanmaktadır.
İtiraz konusu kuralın, belediyeler aleyhine yapılan icra
takiplerinde alacak miktarına bakılmaksızın belediyelerin mallarına doğrudan
haciz konulmasını engelleyerek ve borçlu belediyenin gösterdiği mallar üzerine
haciz konulmasını sağlayarak, belediyelerin hizmet görme kapasitelerinin
kısıtlanmasının neden olacağı sakıncaları gidermek için kamu yararı amacıyla
yapıldığı anlaşılmaktadır.
Kanun koyucu, itiraz konusu kural ile belediyelerin borçlarının
tahsilini zorlaştıran bir hüküm getirmiştir. İtiraz konusu kuralla, belediyenin
mallarına veya alacaklarına haciz işlemi uygulanmadan önce borçlu belediyeden
borca yetecek miktarda haczedilebilecek mal göstermesi istenecek ve sadece
belediyenin on günlük süre içerisinde bildireceği mallar üzerine haciz
konulabilecektir. Düzenleme ile belediyenin başka mal ve alacakları bulunsa ve
alacağın bu mal ve alacaklardan tahsil edilmesi daha kolay ve kısa sürede olsa
dahi borçlu belediyenin bu mal ve alacaklarını bildirmediği takdirde bunlara
haciz konulamayacaktır.
Kişilerin alacak haklarının Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen
mülkiyet hakkı kapsamında olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Bu bağlamda,
kişilerin alacağının elde edilmesini zorlaştıran düzenlemeler, mülkiyetten
yararlanma ve mülkiyet üzerinde tasarruf etme yetkilerini sınırlandıracağından
mülkiyet hakkına müdahale niteliğini taşır. İtiraz konusu kuralla,
haczedilebilecek malların belirlenmesi borçlunun iradesine bırakılarak,
belediyelerin yalnızca kendi gösterdikleri mallar üzerine haciz konulabilecek
olması, belediyeden alacaklarını icra yoluyla tahsil etmek zorunda kalanların
mülkiyet haklarına bir sınırlama getirmektedir. Alacaklının alacağını
belediyenin göstermiş olduğu mallardan tahsil edememesi halinde itiraz konusu
kural uyarınca belediyenin borcu karşılamaya elverişli başka bir malı bulunsa
dahi bu mallar üzerine haciz konulamayacak ve kuralda, belediyelerden alacaklı
olanların alacaklarına kavuşmalarını sağlayacak başka bir yöntem de
öngörülmediğinden alacaklının alacağını elde etmesi zorlaşabilecek hatta
imkansız hale gelebilecektir. Bu bağlamda itiraz konusu kural, mülkiyet
hakkının kullanılmasını ölçüsüzce sınırlandırdığı gibi kanunlara göre tespit
edilmiş bir alacak hakkının cebri icra yoluyla elde edilmesini
zorlaştırdığından hukuk güvenliği ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
Öte yandan, yukarıda belirtilen hükümlerle belediyenin bir kısım
mallarına haciz yasağı konularak koruma altına alınmasına karşın, itiraz konusu
kural ile haciz konulabilecek mallardan da sadece borçlu belediye tarafından
gösterilen mala haciz uygulanmasının öngörülmesi suretiyle haciz
uygulanabilecek malların daha da kısıtlanması, mülkiyet hakkını ölçüsüzce
sınırlandırdığı gibi demokratik toplum düzeninin ve hukuk devletinin
gereklerine de uygun değildir.
Diğer taraftan alacaklı taraf, haklı olduğunu mahkemede ispat
ederek alacağını hüküm altına aldırmış ve alacağı ödenmediği için icra yoluna
başvurmuş olsa dahi, itiraz konusu kural nedeniyle alacağına kavuşması
gecikmekte ya da imkânsız bir hâl almaktadır. Mahkemelerin tarafların hakkını
teslim eden kararından sonra asıl ve önemli olan, alacaklının alacağına
kavuşmasıdır. Bu da borçlunun borcunu rızası ile ödemesiyle, ödenmediği
takdirde borçlunun borcunu karşılayacak mallarının haczedilip satılmasıyla
olanaklıdır. Yargı kararlarının etkinliği bu kararların yerine getirilmesi yani
uygulanmasıyla sağlanabilir. Mahkeme kararı ile tespit edilen alacağın elde edilmesini
zorlaştıran kural, hak arama özgürlüğünü etkisiz hale getirmesi nedeniyle bu
özgürlüğe yapılan ölçüsüz bir müdahaledir.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kuralın birinci cümlesinde yer
alan “... ve haciz işlemi sadece gösterilen bu mal üzerine uygulanır” ibaresi,
Anayasa’nın 2., 13., 35. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR ile Serruh KALELİ bu sonuca farklı gerekçeyle
katılmışlardır.
Kural, Anayasa’nın 2., 13., 35. ve 36. maddelerine aykırı
görülerek iptal edildiğinden, Anayasa’nın 5., 10., 125. ve 138. maddeleri
yönünden ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
2- İkinci Cümle
Kanun’un 15. maddesine 6552 sayılı Kanun’un 121. maddesiyle
eklenen fıkranın itiraz konusu ikinci cümlesinde, belediye tarafından on gün
içinde yeterli mal beyan edilmemesi durumunda yapılacak haciz işleminin alacak
miktarını aşacak veya kamu hizmetlerini aksatacak şekilde yapılamayacağı
öngörülmektedir.
Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Belirlilik ilkesi, yalnızca
yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği de ifade
etmektedir. Belirlilik ilkesi, hukuksal
güvenlikle bağlantılı olup bireyin, kanundan, belirli bir kesinlik içinde,
hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun
bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini verdiğini bilmesini
zorunlu kılmaktadır. Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri
öngörebilir ve davranışlarını ayarlar.
2004 sayılı Kanun'un 85. maddesinde, borçlunun mallarına
alacaklının bütün alacaklarına yetecek miktarda haciz konulacağı
belirtilmektedir. İtiraz konusu kuralda yer alan on gün içinde yeterli mal
beyan edilmemesi durumunda yapılacak haciz işleminin alacak miktarını aşacak
şekilde yapılamaması da belirtilen hüküm ile aynı mahiyettedir. Ayrıca haciz
işleminin alacak miktarını aşacak şekilde yapılamaması ise tüm haciz
işlemlerinde uygulanan ana kuraldır. Bu konularda düzenleme yapma yetkisi ise
anayasal sınırlar içerisinde kanun koyucuya aittir. Bunun yanında, itiraz
konusu kural alacaklının alacağını cebri icra ile almasına olanak tanıdığından
hukuk devleti ilkesine aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kuralın “On
gün içinde yeterli mal beyan edilmemesi durumunda yapılacak haciz işlemi,
alacak miktarını aşacak ... şekilde yapılamaz.” bölümü Anayasa’nın 2.
maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR ile Serruh KALELİ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın, Anayasa’nın 5., 10., 13., 125. ve 138. maddeleriyle
ilgisi görülmemiştir.
İtiraz konusu kuralın kalan bölümünde ise
belediye aleyhine haciz işleminin kamu hizmetlerini aksatacak şekilde
yapılamayacağı belirtilerek, belediyelerin mallarının önemli bir kısmı
alacaklılara karşı koruma altına alınmaktadır. İtiraz konusu kuralda belirtilen
kamu hizmetlerinin hangi hizmetleri içerdiği açık ve belirgin değildir. Her ne
kadar Kanun’un 15. maddesinin dokuzuncu fıkrasında, belediyenin kamu
hizmetlerinde fiilen kullanılan malları konusunda haciz yasağı konulmuş ve söz
konusu hüküm Anayasa Mahkemesi’nin 16.12.2010 tarihli ve E.2007/37, K.2010/114
sayılı kararıyla Anayasa’ya aykırı bulunmamış ise de itiraz konusu kuralda
benzer nitelikte bir belirleme yapılmamış ve bu durum “belirlilik”
ilkesine aykırılığa neden olmuştur.
Diğer taraftan belediyelerin tüm mal varlıklarını kamu hizmetine
özgülemeleri halinde, itiraz konusu kural ile belediyeler aleyhine yapılan icra
takiplerinde, alacaklıların haciz yoluyla haklarına ulaşmaları engellenmiş
olacaktır. Bu kapsamda, Kanun’un 15. maddesine 6552 sayılı Kanun’un 121.
maddesiyle eklenen fıkranın birinci cümlesinde yer alan “... ve haciz işlemi
sadece gösterilen bu mal üzerine uygulanır” ibaresine ilişkin
gerekçeler bu kural yönünden de geçerlidir.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kuralda yer alan “...
veya kamu hizmetlerini aksatacak ...” ibaresi, Anayasa’nın 2., 13.,
35. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR ile Serruh KALELİ bu sonuca farklı gerekçeyle
katılmışlardır.
Zühtü ARSLAN, Burhan ÜSTÜN, Recep KÖMÜRCÜ, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi
DURSUN, Erdal TERCAN ve Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamışlardır.
Kural, Anayasa’nın 2., 13., 35. ve 36. maddelerine aykırı
görülerek iptal edildiğinden, Anayasa’nın 5., 10., 125. ve 138. maddeleri
yönünden ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
B- Kanun’un 6552 Sayılı Kanun’un 123. Maddesiyle Eklenen Geçici 8.
Maddesinin İncelenmesi
Başvuru kararında, belediyenin hangi mallarının haczedilmesine müsaade
ettiğinin borçludan sorulmasını ve sadece bildirdiği mallara haciz
uygulanmasını belirten 15. maddenin son fıkrası hükmünün eski hacizlere de
uygulanmasını öngören kuralın bir önceki başlıkta belirtilen gerekçelerle
Anayasa’nın 2., 5., 10., 13., 125. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
İtiraz konusu kuralda, Kanun’un 15. maddesinin son fıkrası
hükümlerinin, devam eden her türlü icra takipleri hakkında da uygulanacağı, bu
maddenin yürürlük tarihinden önce yapılmış icra takipleri gereğince konulan tüm
hacizlerin, söz konusu fıkra hükümleri dikkate alınarak kaldırılacağı hüküm
altına alınmıştır.
Anayasa’nın 2. maddesinde hukuk devleti ilkesi düzenlenmiştir.
Hukuk devletinin korumakla yükümlü olduğu evrensel ilkelerden biri hukuk
güvenliği ilkesidir. Hukuk güvenliği ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir
olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde Devlete güven duyabilmesini,
devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden
kaçınmasını gerekli kılan ortak değerdir. Kural olarak hukuk güvenliği
kanunların geriye yürütülmemesini zorunlu kılar. Daha önce tesis edilmiş
bulunan işlemlerin doğurduğu hukuki sonuçları ortadan kaldıracak şekilde yasama
tasarrufunda bulunulması, hukuk güvenliği ilkesine aykırılık oluşturur. “Kanunların
geriye yürümezliği ilkesi” uyarınca kanunlar, kamu yararı ve kamu
düzeninin gerektirmesi, kazanılmış hakların korunması, mali hakların
iyileştirilmesi gibi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak yürürlük
tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılır. Yürürlüğe
giren kanunların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili
olmaması, hukukun genel ilkelerindendir. Ancak, kanun koyucunun kişilerin
lehine haklar sağlayan kanuni düzenlemeleri geçmişe etkili olarak yapma
konusunda takdir yetkisine sahip olduğunda kuşku yoktur.
İtiraz konusu kural, Kanun’un 15. maddesinin son fıkrasının, devam
eden her türlü icra takipleri hakkında da uygulanmasını öngörmekte ve bu
maddenin yürürlük tarihinden önce yapılmış icra takipleri gereğince konulan tüm
hacizlerin de söz konusu fıkra hükümleri dikkate alınarak kaldırılmasını
sağlamaktadır. Dolayısıyla, itiraz konusu düzenleme Kanun’un 15. maddesinin son
fıkra hükmünün devam eden her türlü icra takibi hakkında da uygulanmasını ve
maddenin yürürlük tarihi olan 11.9.2014 tarihinden önce belediyeler aleyhine
yapılmış icra takipleri gereğince konulan hacizlerin kaldırılmasına yol açmakta
ve kesinleşmiş haciz kararına karşın alacaklıların haklarına kavuşmalarını
engellemektedir.
Kamu hizmetlerinin kesintisiz olarak sürdürülebilmesi için çeşitli
önlemlerin alınması doğal kabul edilmekle birlikte, bu konuda kişilerin hakları
ve hukukun genel ilkelerinin de göz önünde bulundurulması hukuk devletinin bir
gereğidir.
İtiraz konusu kuralın, belediyelerin hizmet görme kapasitelerinin
kısıtlanmasına yol açmasını engellemek için çıkarıldığı anlaşılmakta ise de,
Kanun’un 15. maddesinin son fıkrası hükmünün devam eden her türlü icra
takiplerinde uygulanması ve bu maddenin yürürlük tarihinden önce belediye
aleyhine yapılmış olan icra takipleri gereğince konulan hacizlerin
kaldırılması, kişilerin alacaklarının tahsilini geciktireceği ya da
alamamalarına neden olabileceğinden hukuka olan güven duygusunu zedelemekte ve
hukuk güvenliği ile bağdaşmamaktadır.
Öte yandan, hak arama yollarına başvuran bireylerin bu yolla elde
etmek istedikleri alacaklarını almalarının yasama tasarruflarıyla
etkisizleştirilmesi, subjektif hakların ihlal edilmesine yol açmakta ve Devlete
olan güven duygusunu zedelemektedir.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2. maddesine
aykırıdır. İptali gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR ile Serruh KALELİ bu sonuca farklı gerekçeyle
katılmışlardır.
Kural, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı görülerek iptal
edildiğinden, Anayasa’nın 5., 10., 13., 125. ve 138. maddeleri yönünden ayrıca
incelenmesine gerek görülmemiştir.
VI- SONUÇ
3.7.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun;
A- 15. maddesine, 10.9.2014 tarihli ve 6552 sayılı Kanun’un 121.
maddesiyle eklenen fıkranın;
1- Birinci cümlesinin;
a- “…ve haciz işlemi sadece gösterilen bu mal üzerine
uygulanır” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
b- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın
REDDİNE, Serdar ÖZGÜLDÜR ile Serruh KALELİ’nin karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- İkinci cümlesinin;
a- “…veya kamu hizmetlerini aksatacak…” ibaresinin
Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Zühtü ARSLAN, Burhan ÜSTÜN, Recep
KÖMÜRCÜ, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Erdal TERCAN ile Kadir ÖZKAYA’nın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
b- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın
REDDİNE, Serdar ÖZGÜLDÜR ile Serruh KALELİ’nin karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B- 6552 sayılı Kanun’un 123. maddesiyle eklenen geçici 8.
maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
17.6.2015 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü
ARSLAN
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Başkanvekili
Burhan
ÜSTÜN
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Serruh
KALELİ
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Engin
YILDIRIM
|
Üye
Nuri
NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Celal
Mümtaz AKINCI
|
Üye
Erdal
TERCAN
|
Üye
M.
Emin KUZ
|
Üye
Hasan
Tahsin GÖKCAN
|
Üye
Kadir
ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan
GÜLEÇ
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15. maddesine, 10.9.2014 tarihli
ve 6552 sayılı Kanun’un 121. maddesiyle eklenen fıkranın birinci cümlesinde,
icra dairesince haciz kararı alınmadan önce belediyeden borca yeter miktarda
haczedilebilecek mal gösterilmesinin isteneceği ve haciz işleminin sadece
gösterilen bu mal üzerine uygulanacağı belirtilmekteydi. Mahkememiz, bu cümlede
yer alan “…ve haciz işlemi sadece gösterilen bu mal üzerine uygulanır”
hükmünü oybirliğiyle iptal etmiştir.
Aynı fıkranın ikinci cümlesinde ise belediye tarafından on gün
içinde yeterli mal beyan edilmemesi durumunda yapılacak haciz işleminin, alacak
miktarını aşacak veya kamu hizmetlerini aksatacak şekilde yapılamayacağı
öngörülmektedir. Buna göre, on gün içinde yeterli mal beyanında bulunulmadığı
takdirde, belediyenin haczedilebilecek tüm malları üzerine haciz konabilecek,
ancak bu haciz alacak miktarını aşacak ve kamu hizmetlerini aksatacak şekilde
yapılamayacaktır. Mahkeme çoğunluğu, ikinci cümlede yer alan “veya kamu
hizmetlerini aksatacak” ibaresinin de Anayasa’ya aykırı olduğuna karar
vermiştir.
İptal kararı, söz konusu ibarenin (a) belirsiz olduğu ve (b)
belediyelerin tüm mallarını kamu hizmetine özgülemelerine yol açabileceği,
bunun da alacaklıların alacaklarına ulaşmalarını engelleyeceği şeklinde iki
gerekçeye dayanmaktadır. Bu gerekçelerin yerinde olmadığını düşünüyoruz.
1. İtiraz konusu fıkra bir bütün olarak değerlendirildiğinde,
fıkranın belediyelere haczedilebilecek malların belirlenmesi konusunda
inisiyatif vermeyi ve gösterilen bu mallar dışında belediyelerin mallarının
haciz dışında tutulmasını amaçladığı anlaşılmaktadır. Birinci cümlede yer alan,
haciz işleminin sadece gösterilen mallar üzerine uygulanabileceğine dair hüküm
iptal edildikten sonra, fıkranın Anayasa’ya uygun hale geldiği açıktır. Zira
fıkranın her iki cümlesindeki kalan kısımları, hacze ilişkin gerek Belediye
Kanununda gerekse diğer kanunlarda yer alan kuralların büyük ölçüde tekrarı
niteliğindedir.
Bu çerçevede, “kamu hizmetlerini aksatacak” ibaresinin
açık ve belirgin olmadığı söylenemez. Sistematik yorum gereğince, bu ibarenin
belediye mallarının haczine ilişkin diğer kurallarla birlikte ele alınması
zorunluluğu bulunmaktadır. Bu nedenle itiraz konusu düzenlemeyi, kendisinden
hemen önce gelen 15. maddenin dokuzuncu fıkrasındaki haciz yasaklarıyla
birlikte değerlendirmek gerekir.
15. maddenin dokuzuncu fıkrasına göre “Belediyenin...
kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan malları... haczedilemez.” Kamu
hizmetlerinde fiilen kullanılan malların haciz yasağı kapsamına alınmasının
amacı, belediye tarafından yerine getirilen kamu hizmetlerinin aksatılmadan
yürütülmesini sağlamaktır.
İtiraz konusu ibarenin amacı da, 15. maddenin dokuzuncu fıkrasına
paralel şekilde, belediyeler tarafından yürütülen kamu hizmetlerinin
aksatılmadan devamını sağlamaktır. Bu anlamda, dokuzuncu fıkrada ifade edilen “kamu
hizmetlerinde fiilen kullanılan mallar” ibaresi ile onuncu fıkradaki
itiraz konusu “kamu hizmetlerini aksatmayacak” ibaresi aynı
amaca yöneliktir. İkincisiyle kastedilenin, kamu hizmetlerinde fiilen
kullanılan belediye malları olduğu açıktır. Dolayısıyla, burada belediye
mallarına yönelik haciz yasağının genişletilmesinden ziyade mevcudun
hatırlatılmasından ibaret bir durum söz konusudur. Başka bir ifadeyle, “kamu
hizmetlerini aksatmayacak” ibaresi, belediye mallarının haczi
konusunda yeni bir yasak getirmemekte, kamu hizmetine tahsisli belediye
mallarının haczine ilişkin var olan ve Anayasa Mahkemesince Anayasa’ya aykırı
bulunmayan haciz yasağını ifade etmektedir.
Açıklanan nedenlerle, kuralda belirsizlik bulunmadığından Anayasa’nın
2. maddesine aykırılık söz konusu değildir.
2. Bu açıklamalar ışığında, belediyelerin haczi kabil olmayan malları
dışında tüm mallarına haciz konmak suretiyle alacaklıların alacaklarına
ulaşabilecekleri, iptal edilen ibarenin de buna engel olmadığı anlaşılmaktadır.
Mahkeme çoğunluğunun, iptal edilen ibare uyarınca belediyelerin tüm mal
varlıklarını kamu hizmetine tahsis ederek borçlarını ödemekten
kaçınabilecekleri yönündeki görüşüne de katılmak mümkün değildir. Kuralda bu
görüşü destekleyecek herhangi bir ibare yoktur. Tersine, haciz işleminin kamu
hizmetlerini aksatacak şekilde yapılamaması, kamu hizmetlerini aksatmayacak
şekilde yapılabileceği, yapılması gerektiği anlamına gelmektedir.
Bir an için, itiraz konusu ibarenin istismarı sonucu,
belediyelerin uygulamada tüm mallarını, kamu hizmetlerine tahsis etmek
suretiyle hacizden kaçırabileceği düşünülse bile, bu durumun anayasallık
denetiminin dışında diğer yargı organları önünde çözümlenmesi gereken bir
uyuşmazlık konusu olacağı açıktır. Kaldı ki, benzer argümanın 15. maddenin
dokuzuncu fıkrası uyarınca “kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan
mallar” ibaresi yönünden de ileri sürülmesi mümkündür. Belediyelerin
alacakları kararlarla tüm mallarını kamu hizmetlerine tahsis etmeleri durumunda
da, kanunun tanıdığı istisnaların kötüye kullanılması söz konusu olacaktır.
Yukarıda belirtildiği üzere, haciz işleminin kamu hizmetini
aksatmayacak şekilde yapılmasındaki amaç, belediye hizmetlerinin sürekli ve
düzenli yürütülmesini sağlamaktır. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Belediye
Kanunu’nun 15. maddesinin dokuzuncu fıkrasında yer alan “kamu
hizmetlerinde fiilen kullanılan mallar”ın haczedilemeyeceğine dair
düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığını belirlerken belediyelerce yerine
getirilmesi gereken kamu hizmetlerinin sürekli ve düzenli bir şekilde
yürütülmesinin toplum yararına yönelik olduğunu vurgulamıştır. Mahkeme, red
kararını şöyle gerekçelendirmiştir: “Belediyelere ait bazı ayni ve nakdi
varlıklara haciz yasağı getirilmesindeki amaç da, belediyelerce yerine
getirilen kamu hizmetlerinin bazılarının, toplumsal yaşamın gerektirdiği
zorunluluklara bağlı olarak sürekli ve düzenli bir şekilde yürütülmesi
gereğidir. Yani toplum yararının üstün tutulmasıdır. Yine belirtmek gerekir ki,
belediyelerin devamlılık gösteren kamu hizmetlerinin görülmesine ayrılmış olan
tüm kaynaklarının hacze konu olabilmesinin, bu hizmetlerin ifa araçlarını
tamamen ortadan kaldırmak gibi bir sonuç doğurabileceği de kuşkusuzdur.”
(AYM, E.2007/37, K.2010/114, K.T: 16.12.2010, RG: 16.12.2010- 27986).
Kamu yararı amacıyla getirildiği anlaşılan itiraz konusu ibarenin,
yine dokuzuncu fıkrada olduğu gibi, mülkiyet hakkını ölçüsüz bir şekilde
sınırlandırdığı, alacaklıların alacaklarına ulaşmalarını engellediği
söylenemez. Kanun koyucu, belediye mallarına kamu hizmetini aksatmayacak
şekilde haciz konabileceğini belirtmek suretiyle, kamu hizmetlerinde kullanılan
malların ve kanunlarda belirtilen belli başlı gelirlerin dışında kalan ayni ve
nakdi varlıklar üzerine haciz konabileceğini kurala bağlamıştır. Böylece,
mülkiyet hakkı kapsamında olan alacaklının alacağına kavuşma hakkı ile kamu
hizmetlerinin aksatılmamasının amaçladığı toplumsal yarar arasında adil bir
denge kurulmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Kural, belli sınırlamalar
çerçevesinde alacaklının alacağını cebri icra yoluyla almasına imkan tanıyan
ölçülü bir müdahale olduğundan Anayasa’nın 13., 35. ve 36. maddelerine aykırı
değildir.
Açıklanan nedenlerle, çoğunluğun iptal yönündeki görüşüne
katılmıyoruz.
Başkan
Zühtü
ARSLAN
|
Üye
Nuri
NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Kadir
ÖZKAYA
|
KARŞI GÖRÜŞ
5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15. maddesine 6552 sayılı Kanun’un
121. maddesiyle eklenen fıkranın iptali istenmiştir. Fıkranın ikinci cümlesinin
“… veya kamu hizmetlerini aksatacak…” ibareleri dışındaki
kısmının iptal talebinin reddine, söz konusu ibarelerin ise
iptaline oyçokluğu ile karar verilmiştir.
İptal edilen ibarelerle birlikte fıkra şu şekildedir: “İcra
dairesince haciz kararı alınmadan önce belediyeden borca yeter miktarda
haczedilebilecek mal gösterilmesi istenir ve haciz işlemi sadece gösterilen bu
mal üzerine uygulanır. On gün içinde yeterli mal beyan edilmemesi durumunda
yapılacak haciz işlemi, alacak miktarını aşacak veya kamu hizmetlerini
aksatacak şekilde yapılamaz.”
“… veya kamu hizmetlerini aksatacak…” ibarelerinin
iptaline aşağıda belirtilen gerekçelerle katılmamız mümkün olmamıştır:
İcra ve İflas Kanunu’nun 82. maddesinde haczi caiz olmayan mallar
sayılmış, birinci fıkrasının 1. bendinde de, “Devlet malları ile mahsus
kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar”ın da haczi kabul
edilmemiştir. Bu bağlamda, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15. maddesinde de bu
yönde bir kural getirilmiştir.
Belediyelerin kamu hizmetinde kullandığı araç ve gereçlerin kamu
yararı amacıyla haczedilemeyeceği kabul edilmiştir. Nitekim, 5393 sayılı
Kanun’un 15. maddesine 6552 sayılı Kanunla iptali istenen fıkra eklenmeden önce
de, sekizinci fıkrasında fiilen kamu hizmetine tahsis edilen malların
haczedilemeyeceğine ilişkin bir hüküm kabul edilmiştir. Getirilen bu
hükümdeki “... ve kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan
malları ile belediye tarafından tahsil edilen vergi, resim ve harç gelirleri…” ibarelerinin
de iptali istenmiş, ancak Anayasa Mahkemesi bu iptal talebini reddetmiştir.
Mahkeme, kararında kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan malların
haczedilememesi ile ilgili şu gerekçelere yer vermiştir:
“Anayasa’nın 13. maddesinde ‘Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz’ denilmiş; 35. maddesinde de, herkesin
mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu, bu hakların, ancak kamu yararı
amacıyla, kanunla sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum
yararına aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır.
İtiraz konusu kuralla, belediyelerin bazı varlıkları haciz yasağı
kapsamına alınarak belediyeden olan alacaklarını icra yoluyla tahsil etmek
zorunda kalanlar bakımından mülkiyet hakkına bir sınırlama getirilmiş ise de,
belediyelerin, 5393 sayılı Kanun’un 15. maddesinin son fıkrasında
belirtilenlerin dışındaki gelir ve varlıkları üzerine haciz işlemi
yapılabilmesi imkânının bulunması, kişilerin bu hakkının tamamen ortadan
kaldırılmadığını ve hukuk düzeninin koruması altındaki haklarını elde edebilme
imkânlarının bulunduğunu göstermektedir.
Ayrıca belediyelerin, belde sakinlerinin mahallî müşterek
nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan kamu tüzel kişileri olmaları
nedeniyle, bunlara yasalarla yüklenilen görevler, yerel toplumsal yaşamın
zorunlu gereksinimleridir. Belediyeler bu gereksinimleri karşılamak amacıyla
bazı etkinliklerde bulunurlar. Bunun için de ayni ve nakdi varlığa ihtiyaç
duyarlar. Toplumsal yaşamın sürekli, düzenli ve sistemli bir şekilde sürdürülebilmesi
için, bu etkinliklerden bazılarının kesintisiz bir biçimde yürütülmesi; bunun
sağlanabilmesi bakımından da belediyelerin ayni ve nakdi varlığa sahip olmaları
gerekir. Belediyelere ait bazı ayni ve nakdi varlıklara haciz yasağı
getirilmesindeki amaç da, belediyelerce yerine getirilen kamu hizmetlerinin
bazılarının, toplumsal yaşamın gerektirdiği zorunluluklara bağlı olarak sürekli
ve düzenli bir şekilde yürütülmesi gereğidir. Yani toplum yararının üstün
tutulmasıdır. Yine belirtmek gerekir ki, belediyelerin devamlılık gösteren kamu
hizmetlerinin görülmesine ayrılmış olan tüm kaynaklarının hacze konu
olabilmesinin, bu hizmetlerin ifa araçlarını tamamen ortadan kaldırmak gibi bir
sonuç doğurabileceği de kuşkusuzdur. İtiraz konusu kuralla getirilen
sınırlamadaki amaç da belirtilen nitelikteki istenilmeyen sonucun ortaya
çıkmasını engellemektir” (AYM 16.10.2010, E.2007/37,
K.2010/114).
Mahkememiz çoğunlunca iptaline karar verilen ibarelerle de, aynı
şekilde belediyelerin sunduğu kamu hizmetini yerine getirmeye
yönelik mallarının haczini yasaklayan yeni bir hüküm getirilmiştir. Aslında
5393 sayılı Kanun’un 8. fıkrasında, belediyelerin, kamu hizmetine tahsis
edilen mallarının haczini engelleyen bir hüküm varken, bu şekilde yeni bir
hüküm getirmek, mevcudun tekrarı mahiyetinde olmuştur. Ancak, yeni getirilen
hükümde ifade olarak “ fiilen kamu hizmetine tahsis edilen” ifadeleri
değil, kamu hizmetini aksatacak şekilde belediyelerin mallarının
haczedilemeyeceği öngörmüştür. Bu açıdan, aralarında kamu hizmetine tahsis
edilmiş olma ve kamu hizmetini yerine getiren bir malvarlığı ise onun haczinin
caiz olmayacağı konusunda tereddüt yoktur. Bu nedenle, iptali istenen
ibareler, yukarıda Anayasa Mahkemesi kararında belirtilen gerekçelerle
Anayasa’nın 13., 35. ve 36. maddelerine aykırı değildir.
Mahkememiz çoğunluğu, iptaline karar verilen ibareleri ayrıca
belirsiz bulmuş Anayasa’nın 2. maddesi gereğince de iptali gerektiğini
belirtmiştir. Ancak, iptaline karar verilen ibareler, belirsiz olmayıp, hangi
konuda nasıl bir düzenleme getirildiği son derece açıktır. O nedenle
Anayasa’nın 2. maddesine de aykırılık yoktur. Belediyelerin kamu
hizmetine tahsis ettiği, o nedenle haczedildiğinde, kamu hizmetinin aksamasına
neden olacak malları haczedilemeyecektir. İptaline karar verilen
ibarelerden, kamu hizmetine fiilen tahsis edilen mallar dışında,
belediyenin her türlü malvarlığının dolaylı olarak kamu hizmetini
gerçekleştirme amacına katkıda bulunduğu, o nedenle, belediyenin hiçbir malının
haczinin mümkün olmayacağı sonucunu çıkarmak mümkün değildir, uygun da
değildir.
İptali istenen kural gereğince belediyelerin malları, onların
sunduğu kamu hizmetlerini aksatacak şekilde haczedilemez. Buradan hareketle,
belediyenin kamu hizmetine doğrudan tahsis ettiği, haczedilip muhafaza altına
alınması halinde, ilgili kamu hizmetinin aksaması söz konusu ise, o mal
haczedilemeyecektir.
Bazı belediyelerde, borçlarını ödememe, alacaklılarından mal
kaçırma gibi kötü niyetli davranışlarda bulunulabilir. Ancak, anayasallık
denetimi Anayasadaki kurallara göre yapılır; uygulamadaki bazı kötü
niyetli davranışlar anayasal denetiminde esas alınamaz.
Kaldı ki, belediyenin bir malının kamu hizmetine tahsis edilip
edilmediği, dolayısıyla haczinin caiz olup olmadığı konusunda, alacaklının
yahut borçlunun şikayeti üzerine icra mahkemesi karar verecektir. Bu
şekilde bazı kötü niyetli girişimlerin engellenmesi de mümkündür.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun
15. maddesine 6552 sayılı Kanun’un 121. maddesiyle eklenen fıkranın ikinci
cümlesindeki “… veya kamu hizmetlerini aksatacak…” ibareleri
Anayasa’ya uygun olduğundan, Mahkememiz çoğunluğunun iptal yönündeki kararına
katılmadık.
Başkanvekili
Burhan
ÜSTÜN
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Erdal
TERCAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ ve DEĞİŞİK GEREKÇE
“İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması ile Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun
Tasarısı” Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce (TBMM) 10.9.2014 tarih ve 6552
sayılı Kanun olarak kabul edilmiş ve 11.9.2014 tarih ve 29116 Mükerrer sayılı
Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu Kanun’un 121 nci maddesiyle 3.7.2005 tarih ve 5393 sayılı
Belediye Kanun’un 15 nci maddesine eklenen fıkranın ve yine aynı Kanun’un 123
ncü maddesiyle 5393 sayılı Kanun’a eklenen Geçici Madde 8’in iptali istemiyle
Ankara 11. İcra Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusunun incelenmesinde;
iptali istenen her iki kuralın da “Kanun Tasarısı”nda yer almadığı ve bunların
TBMM Plân Bütçe Komisyonu’nca Tasarı metnine eklendiği anlaşılmaktadır.
Anayasa’nın 88. maddesinde “Kanun teklif etmeye Bakanlar Kurulu ve
milletvekilleri yetkilidir.
Kanun tasarı ve tekliflerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde
görüşülme usul ve esasları İçtüzükle düzenlenir.” denilmektedir. Anayasa’nın
88. maddesinin birinci fıkrasının ihlâli sonucu bir yasalaştırma söz konusuysa,
bu konudaki ihlâl Anayasa’nın 148. maddesi anlamında bir “şekil sakatlığı”na
değil, doğrudan 88. maddesine aykırı düşer ve yapılacak anayasal denetimin,
“şekil bakımından” değil, “esas bakımından” söz konusu olması gerekir. 88.
maddenin ikinci fıkrasındaki “Kanun tasarı ve tekliflerinin Türkiye Büyük
Millet Meclisinde görüşülme usul ve esasları İçtüzükle düzenlenir” hükmünün de,
bu açıklama çerçevesinde yorumlanması ve bu düzenlemenin aynı maddenin birinci
fıkrasındaki anayasal hüküm doğrultusunda anlaşılması ve hüküm ifade etmesi
gerekir. Yani, birinci fıkraya aykırı bir durum söz konusu ise artık ortada
doğrudan bir Anayasa ihlâli söz konusu olacak ve Anayasa’nın bu hükmünün bir
tekrarından ibaret olan TBMM İçzüğü’nün 35. maddesinin ihlâli nedeniyle,
Anayasa’nın 148. maddesinde belirtilen (ve son oylamaya ilişkin olmadığından
kanunun iptalini gerektirmeyen) bir şekil sakatlığından ve şekil denetiminden
değil; 88. maddenin birinci fıkrasının ihlâli sonucu esası ilgilendiren bir
sakatlıktan ve esas denetimden söz edilebilecektir.
Davanın somutu ile ilgili olarak düzenleme öngören TBMM
İçtüzüğü’nün “Komisyonların yetkisi, toplantı yeri ve zamanı” başlıklı 35.
maddesinin ilgili bölümleri şöyledir: “Komisyonlar, kendilerine havale edilen
kanun tasarı ve/veya tekliflerini aynen veya değiştirerek kabul veya
reddedebilirler; birbirleriyle ilgili gördüklerini birleştirerek görüşebilirler
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca kendilerine ayrılan salonlarda
toplanırlar.
Ancak, komisyonlar, 92 nci maddedeki özel durum dışında kanun teklif
edemezler, kendilerine havale edilenler dışında kalan işlerle uğraşamazlar.
Başkanlık Divanının kararı olmaksızın Genel Kurulun toplantı saatlerinde
görüşme yapamazlar ve kanun tasarı ve tekliflerini bölerek ayrı ayrı metinler
halinde Genel Kurula sunamazlar…”
İçtüzüğün 35. maddesinin yukarıdaki açık metninden de açıkça
anlaşılacağı üzere, komisyonların kendilerine havale edilen kanun tasarı ve
tekliflerini görüşme yetkileri sınırlandırılmış olup, komisyonların İçtüzüğün
92 nci maddesindeki özel durum dışında (genel veya özel af ilanını içeren kanun
tasarı ve teklifleri) kanun teklif etme yetkileri yoktur. Yukarıda belirtilen
yasa değişiklikleri Bakanlar Kurulunca önerilen Tasarı metninde olmadığı halde
Plân ve Bütçe Komisyonu tarafından Tasarı metnine ilave edilerek
kanunlaştırıldığından; bu durum Anayasa’nın 88. maddesinin birinci fıkrasına
(dolayısiyle de bu hükmün açıklaması mahiyetinde bulunan TBMM İçtüzüğü’nün 35
inci maddesine) açıkça aykırı düşmektedir.
Anayasa’nın 88. maddesinin birinci fıkrasının açık âmir hükmü
karşısında, TBMM İçtüzüğü’nün 87 nci maddesi gerekçe gösterilerek, görüşülmekte
olan bir tasarı veya teklifin konusu olmayan “başka” kanunlarda ek ve
değişiklik getiren “yeni bir kanun teklifi mahiyetindeki” değişikliklerin
“Genel Kurul” tarafından da yapılamayacağı açıktır.
Anayasa’nın 148. maddesindeki “Kanunların şekil bakımından
denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı…
hususları ile sınırlıdır…” hükmünün de bu belirlemeye etkisinin olamayacağı
kuşkusuzdur. Gerçekten, 88 nci maddenin birinci fıkrasına açıkça aykırı bir
yasama faaliyeti sözkonusu olduğundan, Genel Kurulca öngörülen çoğunlukla
yapılacak bir “son oylama”nın belirtilen Anayasa’ya aykırılığı düzelteceği
kabul edilemez. Ancak 88 inci maddenin birinci fıkrasına uygun bir yasama
faaliyeti içerisinde 148 inci maddedeki “şekil denetimi” kuralı işletilebilir.
Davanın somutunda ise yukarıda açıklandığı üzere, aksi yönde bir yasama
faaliyeti bulunduğu görüldüğünden; 148 inci maddenin bu davanın somutunda
uygulama kabiliyeti bulunmamaktadır. (Bu konudaki bir inceleme için bkz.: Torba
Yasalar ve Yasama sürecindeki İçtüzük Hükümlerinin Şekil Denetimi Sorunu, Hıfzı
DEVECİ, TBB Dergisi, 2015 (117) s. 55-90)
Esasen Anayasa Mahkemesinin 25.12.2008 tarih ve E.2008/71,
K.2008/183 sayılı kararına (RG 9.4.2009, Sayı:27195) konu iptal davası
başvurusunun içeriğinden de, bu şekildeki bir uygulamanın TBMM İçtüzüğü’nün 35.
maddesine aykırı düştüğünün TBMM Başkanlığınca saptandığı ve ilgili komisyona
kabul edilen tasarı metninin iade edilmesine karşılık, ilgili komisyonca iade
edilen tasarı metninin yeniden bir üst yazı ile Genel Kurulun onayına sunulmak
üzere TBMM Başkanlığına geri gönderildiği ve akabinde yasalaştığı
anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle; çoğunluk tarafından iptaline karar
verilen kuralların Anayasa’nın 88. maddesine aykırı düşmeleri nedeniyle iptali
gerektiği kanaatindeyiz. Öte yandan iptal isteminin Reddine karar verilen
kuralların da aynı gerekçeyle iptali gerektiğini değerlendirdiğimizden,
çoğunluğun bu yoldaki kararına da katılmıyoruz.
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Serruh
KALELİ
|