"...
I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ
A- 28.8.2012
günlü dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
'III. GEREKÇE
1) 6332 Sayılı 'Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu'nun 3 üncü
Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
İptali istenen 6332 sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunun 3
üncü maddesiyle, ilgili diğer mevzuatla verilen görevleri yerine getirmek ve
yetkileri kullanmak üzere, kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe
sahip ve özel bütçeli, Türkiye İnsan Hakları Kurumu kurulduğu; Kurumun
Başbakanlıkla ilişkili olduğu; Kurumun merkezinin Ankara'da bulunduğu ve
Kurumun yurt içinde ve sayısı ikiyi geçmemek üzere yurt dışında büro
açabileceği düzenlenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Başlangıç metninde Millet
iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait
olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve
kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla
belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı belirtilmiş, Her Türk vatandaşının
bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet
gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu
bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve
yetkisine doğuştan sahip olduğu da özellikle vurgulanmıştır.
Anayasa Cumhuriyetin niteliklerinden söz ederken, devletin insan
haklarına saygılı olduğunu belirtmiştir. Bu vurgu ANAYASANIN 2 nci maddesinde
ifadesini bulmuş, böylece Anayasa, belli bir düşünce biçimini yansıtmak, insan
haysiyeti kavramının evrenselliğini vurgulamak, kişilerin insan olmaktan dolayı
sahip oldukları hak ve özgürlüklerden yararlanacağını açıklamak istemiştir.
İnsan hakları deyimi geniş kapsamlıdır. Bütün insanlara tanınması gereken ideal
hak ve özgürlükleri de içine alır.
1982 Anayasası, 1961 Anayasasında olduğu gibi, insan haklarını
temel haklar ve ödevler başlığı altında düzenlemiştir. Anayasa Batıdaki
gelişmelere uygun olarak, bir yandan herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz,
devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olduğunu belirterek, ÖZGÜRLÜK
anlayışını (m.12); diğer yandan da kişinin hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk
devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal sosyal
ve ekonomik engelleri kaldırmayı, insanın maddi ve manevi varlığını
geliştirmesi için gerekli şartları hazırlamayı devletin görevlerinden sayarak,
ÖZGÜRLEŞTİRME anlayışını benimsemiştir (m.5).
Anılan kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaysa ' Kurum
Başbakanlıkla ilişkilidir.' hükmüne yer almıştır. Özenle vurgulamak gerekir ki;
Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısının madde gerekçesinde,
Paris Prensipleri gereğince ulusal kurumlar; yeterli malî
kaynaklara, kendi personel ve tesislerine sahip, bağımsız kurumlar olmalıdır.
Bu çerçevede, Türkiye İnsan Hakları Kurumunun, Paris Prensiplerinin öngördüğü
bu hususiyetlere sahip olabilmesi için kamu tüzel kişiliğine haiz, idarî ve
malî özerkliğe sahip bir kurum olması öngörülmüştür. Kurum, görev ve
yetkilerini kendi sorumluluğu altında bağımsız olarak kullanacaktır. Bu bağlamda,
görev alanına giren konularla ilgili olarak hiçbir organ, makam, merci veya
kişinin Kurula emir ve talimat veremeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı
öngörülmüştür' denilmiştir.
Ancak buna rağmen anılan kanunda 'Kurumun Başbakanlıkla ilişkili
olacağının' belirtilmesi, Paris ilkelerinin aksine İnsan Hakları Kurulunun
açıkça yürütmeye bağlandığını ve dolayısıyla kurulun tarafsız ve bağımsız
olacağını düşünmenin de imkansız olduğunu hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak
şekilde gözler önüne sermektedir.
İnsan hakları ihlallerinin temel sorumlusunun devletler ve
hükümetler olması nedeniyle, ihlalleri önlemeye, hakları korumaya yönelik
olarak oluşturulacak bir kurumun da, mutlak surette devletin yönetim
hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen ve denetleyebilen bir
örgütlenme modeline sahip olması gerekirdi.
Paris İlkeleri her ne kadar var olan kurum ya da kurumların ulusal
kurum olarak belirlenebilmesine olanak tanımakta ise de bu hiçbir şekilde, bir
devlet kurumuna İNSAN HAKLARI KURUMU isminin verilmesi Paris İlkeleri'ne uygun
bir kurum addedilmesi anlamına da gelmemektedir.
'Özellikle bağımsızlık ve kamuoyu güveni nedeniyle, mevcut devlet
yapıları ile İnsan hakları Kurulu arasında net bir ayrım olması gerekirken aksi
yönde düzenlemeye gidilerek, Türkiye İnsan Hakları Kurulunun fiili ve
görünürdeki bağımsızlığına, dolayısıyla da Paris İlkeleri ile uyumuna ciddi bir
şekilde gölge düşmüştür.
Yine 3 üncü maddenin üçüncü fıkrasında. ' Kurumun merkezi
Ankara'dadır. Kurum yurt içinde ve sayısı ikiyi geçmemek üzere yurt dışında
büro açabilir' hükmüne yer verilmiştir. Paris Prensipleri gereğince ulusal
kurumlar gerektiğinde yerel ve bölgesel birimler kurabileceklerdir. Bu çerçevede,
Kuruma yurt içinde ve dışında yetersiz sayıda büro açma imkânı tanınmaktadır.
Paris Prensipleri, ulusal insan hakları kurumlarına, insan haklarının
geliştirilmesi ve korunması konularında mümkün olduğunca geniş bir görev alanı
verilmesini öngörmektedir. Bu nedenle yurt dışında açılacak büroların sayısının
ikiyle sınırlandırılması kanunla beklenen menfaati sağlamaktan bir hayli
uzaktır. Ayrıca yine maddede, büro açılmasına kim tarafından, hangi koşulların
oluşması halinde karar verileceği, açılan büroların kaynak ve personel
ihtiyacının nasıl karşılanacağı hususlarına yer verilmemiş, dolayısıyla
yürütmeye geniş bir düzenleme yetkisi verilmiştir. Bu açıdan söz konusu
düzenleme Anayasanın 90, 123 ve 128 inci maddelerine aykırıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir. Hukuk devletinden anlaşılan
Devletin tüm kurum ve kurallarıyla işlerlik kazandığı bir ortamı sağlayan, kişi
hak ve özgürlüklerini koruyan, adil yargılanma hakkını tanıyan ve hukukun
üstünlüğünü ilke edinen devlet demektir.
İnsan hakları ihlallerinin temel sorumlusunun devletler ve
hükümetler olması nedeniyle, Kurumun, devletin yönetim hiyerarşisinden
bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen ve denetleyebilen bir örgütlenme
modeline sahip olmaması ve ihlalleri önlemeye, hakları korumaya yönelik olarak
oluşturulmaması nedeniyle, mevcut yasanın 3 üncü maddesi Anayasanın Başlangıç,
2 nci, 5 inci, 12 nci, 90 ıncı, 123 üncü ve 128 inci maddelerine aykırıdır.
2) 6332 Sayılı 'Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu'nun 4 üncü
Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
Kurumun görev ve yetkilerini düzenleyen bu maddeye göre; (1)
Kurum, insan haklarının korunmasına, geliştirilmesine ve ihlallerin önlenmesine
yönelik çalışmalar yapmak; işkence ve kötü muamele ile mücadele etmek; şikâyet
ve başvuruları incelemek ve bunların sonuçlarını takip etmek; sorunların çözüme
kavuşturulması doğrultusunda girişimlerde bulunmak; bu amaçla eğitim
faaliyetlerini yürütmek; insan hakları alanındaki gelişmeleri izlemek ve
değerlendirmek amacıyla araştırma ve incelemeler yapmakla görevli ve
yetkilidir.
(2) Kurum, bu Kanun ve diğer mevzuatla Kuruma verilen inceleme,
araştırma, ziyaret ve başvuruları inceleme görevi esnasında bir suçun
işlendiğini öğrenmesi hâlinde, genel hükümlere göre işlem yapılabilmesi için
gerekli gördüğünde ihbar veya şikâyette bulunabilir
Bu madde Türkiye İnsan Hakları Kurumuna, insan hakları ihlallerini
önleme imkanını yeterince sunmamaktadır. Kanun ile TİHK'ya geniş bir yetki
alanı sunulmuş olmakla birlikte bu yetki alanı Paris İlkeleri'nde öngörülenin
aksine spesifik ve ayrıntılı olarak belirlenmemiştir. Örneğin, Kurumun görüş
oluşturmak ve bu görüşleri ilgili makamlara bildirmek görevi, basın-yayın
organları aracılığı ile kamuoyunu bilgilendirme görevi ve yetkisi ve Kurumun
her kademedeki yöneticilerinin, görevlerini mevzuatına, stratejik plan ve
programlara, performans ölçütlerine ve hizmet kalitesi standartlarına uygun
olarak yürütmekten sorumlu olması konuları madde metninde yer almamıştır. Bu
yetki ve görevlerin olmaması, kurumu Paris İlkelerinden uzaklaştırmaktadır.
Her ne kadar birinci fıkrada Kurumun şikayet ve başvuru alacağı
düzenlenmiş ise de, şikayetçi ve başvuru sahiplerine yönelik herhangi bir
koruma önlemi de öngörülmemiştir. Kuruma başvuran ya da bilgi veren kişilerin
bu başvurularından dolayı herhangi bir zarar görmeyeceklerine dair güvencenin
olmaması durumunda Kurumun 'önleme' işlevini yerine getirmesi de eksik
kalmıştır.
Ayrıca bu düzenleme BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek Protokolü'nün
(Seçmeli Protokol) öngördüğü nitelikte, bağımsız, işlevli ve etkin bir önleme
mekanizmanın oluşturulmasına da izin vermemektedir.
Çünkü Seçmeli Protokol'ün öngördüğü bağımsızlığı güvence altına
alınmış 'ulusal önleme mekanizması' söz konusu yasa ile Türkiye İnsan Hakları
Kurumu'nun bir alt birimi haline getirilmektedir.
Seçmeli Protokol'ün en temel özelliği, işkenceye karşı diğer
uluslararası belgelerin aksine, ihlal olduktan sonra alınacak tedbirleri değil
ihlalin gerçekleşmesini engelleyici önlemleri almasıdır. Bu nedenle de önleyici
bir karaktere sahiptir. Ancak, TİHK Kanununda, önleyici karaktere ilişkin
herhangi bir düzenleme yer almamakta, önleyici ziyaretlere nasıl karar
verileceği belirtilmemekte ve ziyaretlere ilişkin Seçmeli Protokol'de sayılan
güvencelere de yer verilmemektedir. Bu durumu da Anayasanın 40 ıncı maddesiyle
bağdaştırmak oldukça güçtür.
Kanunun 4 üncü maddesinin ikinci fıkrasının kuruma tanıdığı yetki
'ihbar ve şikayette bulunmak'tan ibaret olarak belirtilmiştir. Oysa Paris
İlkelerinde yetkiler arasında 'Ulusal Kurullar Uygun gördükleri insan hakları
ihlalleri vakalarına el koyarlar' denilmesinin pratik anlamı olup, bu madde
sayesinde herhangi bir yerde insanların yaşamlarına ya da bedensel
bütünlüklerine yönelik bir saldırı haberi alındığında kurum yetkililerinin
hiçbir bürokrasiye takılmaksızın olay yerine en hızlı şekilde intikal ederek
gereken önlemi alması sağlanır. Ancak Paris ilkelerini göz ardı eden kanunun bu
maddesiyle, Türkiye İnsan Hakları Kurumu asla ihlal vakalarının kendisine
ulaştırıldığı etkin bir merkez olma özelliğine sahip olamayacaktır.
Neticede bu madde Devletin kişinin hak ve hürriyetlerini sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal
sosyal ve ekonomik engelleri kaldırmayı, insanın maddi ve manevi varlığını
geliştirmesi için gerekli şartları hazırlama görevine aykırı durumlar
yaratacağı gibi, Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen
herkesin, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme
hakkını da sınırlandırmaktadır. Bu nedenle mevcut düzenleme Anayasanın 2 nci, 5
inci, 11 inci, 12 nci ve 40 ıncı maddelerine aykırıdır.
3) 6332 Sayılı 'Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu'nun 5 inci
Maddesinin Üçüncü Fıkrasının, Dördüncü Fıkrasının a ve b Bentlerinin, Sekizinci
ve Dokuzuncu Fıkralarının Anayasaya Aykırılığı
İnsan Hakları Kurulu başlıklı 5 inci maddesinin üçüncü fıkrasında,
Kurum, üye olma niteliklerine sahip olanları ilgisine göre Cumhurbaşkanlığına,
Bakanlar Kuruluna sunulmak üzere Başbakanlığa, Yükseköğretim Kurulu
Başkanlığına bildirir, hükmü yer almakta; dördüncü fıkrasının a bendinde İki
üye insan hakları alanında temayüz etmiş kişiler arasından Cumhurbaşkanı
tarafından seçileceği, b bendinde ise, yedi üyenin insan hakları alanında
temayüz etmiş kişiler arasından Bakanlar Kurulu tarafından seçileceği
düzenlenmiştir. Ayrıca aynı maddenin sekizinci ve dokuzuncu fıkralarında ikinci
fıkrada belirtilen şartları taşıyanların başvuruları, Kurum tarafından
Cumhurbaşkanlığına, Bakanlar Kuruluna sunulmak üzere Başbakanlığa iletileceği
yer almaktadır.
Bu maddeye göre; Kurul üyelerinden ikisi insan hakları alanında
uzmanlaşmış kişiler arasından Cumhurbaşkanı'nca; 7'si Bakanlar Kurulu'nca
seçilecek, bir üye, öğretim üyeleri arasından Yükseköğretim Kurulu'nca; bir üye
de 10 yıl avukatlık yapan avukatlar arasından baro başkanlarınca belirlenecek,
Başkan ve İkinci Başkan, kurul üyelerince seçilecektir.
Halbuki ihlalleri önlemeye, hakları korumaya yönelik olarak
oluşturulacak İnsan Hakları Kurumunun da mutlak surette yönetim hiyerarşisinden
bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilenve denetleyebilen bir örgütlenme
modeline sahip olması zorunludur. Aksi halde bu biçimde oluşturulacak bir İnsan
Hakları Kurumu'nun daha baştan işlevsiz ve etkisiz bir kurum olacağı açıktır.
Dolayısıyla bu düzenleme, Türkiye İnsan Hakları Kurumunun
bağımsızlığını güvence altına almamaktadır. İnsan hakları ihlallerinin temel
sorumlusunun devletler ve hükümetler olması, ihlalleri önlemeye, hakları
korumaya yönelik olarak oluşturulacak bir kurumun da mutlak surette devletin
yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen ve
denetleyebilen bir örgütlenme modeline sahip olmasını gerektirir.
Anılan kanunun üçüncü fıkrası; Kurul üyelerinin adaylıklarının
Başbakanlık üzerinden Bakanlar Kurulu'na sunulacağını düzenlemektedir. Bu
uygulamada adaylar öncelikle Başbakanlığın denetiminden geçmektedir.
Adaylar, Bakanlar Kuruluna gönderilmek üzere başvurularını Kuruma
vereceklerdir. Ancak Bakanlar Kurulu'na gönderilmeden önce Başbakanlığın ya da
Kurulun listeye müdahale edip etmeyeceği net olmadığı gibi Bakanlar Kurulu
tarafından uygulanacak seçim kriterleri de belirlenmiş değildir. Bu da aslında
Hükümete, istediği zaman istediği üyeleri atama yolu ile, kurumu denetim
altında tutma olanağı tanımaktadır. Oysa, Paris İlkeleri ışığında Türkiye İnsan
hakları Kurumu, hem hükümetten bağımsız olmalı ve hem de bağımsız olduğu
yönünde kamuoyuna güven verebilmelidir. Bunun sağlanmasının yolu da STK'ların
ve meslek örgütlerinin dahil olduğu geniş katılımlı bir aday belirleme
sürecinin sonunda üyelerin TBMM tarafından nitelikli çoğunluk ile seçilmesinden
geçmektedir.
B.M. İnsan Hakları Komisyonu'nun 3 Mart 1992 tarihli 1992/54
sayılı ve B.M. Genel Kurulu'nun 20 Aralık 1993 tarihli 48/134 sayılı
kararlarıyla kabul edilmiş olan insan haklarının geliştirilmesi ve korunması
için kurulan ulusal kuruluşların statüsüne ilişkin Paris İlkeleri olarak
bilinen ve Türkiye'nin de benimsediği temel yaklaşıma göre seçimin aşağıdaki
yöntem ve kriterlere uygun olarak gerçekleştirilmesi gerekir.
Ulusal kuruluşların oluşturulması ve üyelerinin seçimle veya başka
bir yoldan belirlenmesi, insan haklarının geliştirilmesi ve korunmasıyla ilgili
(sivil) toplum güçlerinin çoğulcu bir biçimde temsil edilmesini sağlayacak
gerekli bütün güvencelerin var olduğunu gösteren bir usulle yapılmalıdır. Bu da
özellikle,
a) İnsan hakları ve ırk ayrımcılığına karşı mücadeleyle ilgili
sivil toplum kuruluşları, sendikalar ve örneğin hukukçu, hekim, gazeteci ve
bilim insanlarını bir araya getiren sosyal-mesleki kuruluşların,
b) Din ve felsefi düşünce akımlarının,
c) Üniversitelerin ve nitelikli uzmanların,
d) Parlamentonun,
e) (ancak istişari mahiyette katılmak koşuluyla) yönetimin
temsilcileriyle etkin bir işbirliğine imkan veren yetkilerle veya bu
temsilcilerin bu kuruluşlara katılımıyla gerçekleştirilebilir
Dolayısıyla Paris ilkelerinde belirtilen yöntem ve kriterlere
hiçbir şekilde uygun olmadan aceleyle hazırlanmış 6332 sayılı Türkiye İnsan
Hakları Kurumu Kanunundaki bu düzenleme ile, insan hakları mücadelesinde
bağımsız kuruluşların geliştirdiği düzeyin ve erişilen kapasitenin çok gerisine
düşen bir kurumun ortaya çıkacağı açıktır. Ayrıca bu madde Paris İlkeleri'nin
öngördüğü çoğulculuğu güvence altına almamaktadır. Paris İlkeleri'nde de
belirtildiği gibi, 'ulusal kurumun bağımsızlığını güvence altına alacak
unsurlardan birisi de böylesi bir kurumun karar verme organı içinde yer
alanların çoğulculuk ilkesine uygun bir biçimde oluşturulmasıdır. '
Kurulun üyelerinin farklılıklara saygı gösterme yeteneği ile
donatılması oldukça önemlidir. Bu nedenle TİHK'nun bulunduğu ülkenin toplumsal
profilini olabildiğince geniş bir şekilde yansıtması sağlanmalıdır. Sadece
hükümetin görüşleri doğrultusunda hareket eden aykırı seslere kulak tıkayan bir
kurulun toplumun tüm kesimlerini kucaklaması ise düşünülemez.
Ayrıca yine 5 inci maddenin altıncı fıkrasında , 'ilgili sivil
toplum, sosyal ve mesleki kuruluşların, düşünce akımlarının, üniversitelerin,
uzmanların çoğulcu bir şekilde temsiline özen gösterilir' ifadesi
kullanılmıştır.
Her şeyden evvel bu fıkra çoğulculuğu, farklı toplumsal grupların,
sivil toplum kuruluşlarının temsilini güvence altına alan yerinde ve doğru bir
girişim olmasına rağmen son derece muğlak ve keyfi seçimlere imkan
sağlayabileceğinden yeterli bir düzenleme olmadığı gibi, Paris ilkelerinin
özünü oluşturan çoğulculuk ilkesini güvence altına alan bir hüküm de değildir.
Neticede, Kurumun ilişkisinin TBMM ile olmaması, Anayasanın özünü
oluşturan insan hakları kavramına ve bu kavrama dayalı denetime açıkça aykırıdır.
Kurumun Kurul üyelerinin adaylıklarının Başbakanlık dolayımıyla Bakanlar
Kurulu'na sunulacağının düzenlenmiş olması ve Bakanlar Kurulu tarafından
uygulanacak seçim kriterlerinin belirlenmemiş olması, Kurul üyelerinden
ikisinin Cumhurbaşkanı'nca; 7'si Bakanlar Kurulu'nca seçilecek olması,
Anayasanın Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre,
yetkili organları eliyle kullanacağı, Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette
hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı ve hiçbir kimse veya organ
kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı yönündeki 6 ncı
maddesine aykırıdır. Kanunun öngörmüş olduğu atama prosedürü Paris ilkelerine
aykırı olduğundan Anayasanın 90 ıncı maddesine de aykırıdır.
Açıklanan bu nedenlerle mevcut hüküm Anayasanın 5 inci, 6 ncı, 7
nci, 8 inci, 11 inci, 12 nci, 19 uncu, 40 ıncı ve 90 ıncı maddelerine aykırı
olduğundan iptal edilmelidir.
4) 6332 Sayılı 'Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu'nun 6 ncı
Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
MADDE 6- (1) Kurul Başkanı, İkinci Başkan ve üyelerin süreleri
dolmadan herhangi bir nedenle görevlerine son verilemez. Ancak, seçilmeleri
için gerekli şartları taşımadıkları ya da kaybettikleri Kurulca tespit edilen
Başkan ve üyelerin görevlerine Bakanlar Kurulunca son verilir. Kurul tutanak ve
kararlarını süresi içinde imzalamayan veya karşı oy gerekçesini süresi içinde
yazılı olarak bildirmeyen Başkan ve üyelerin üyeliklerine de aynı usul
çerçevesinde son verilir.
(2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlleri dışında,
münhasıran insan haklarının korunması ve geliştirilmesine ilişkin görevleriyle
ilgili olarak suç işlediği ileri sürülen Başkan, İkinci Başkan ve üyeler
yakalanamaz, üstleri ve konutları aranamaz, sorguya çekilemez. Ancak, durum
Başbakanlığa derhâl bildirilir. Bu fıkra hükümlerine aykırı hareket eden kolluk
kuvvetleri amir ve memurları hakkında yetkili Cumhuriyet başsavcılığı
tarafından genel hükümlere göre doğrudan doğruya soruşturma ve kovuşturma
yapılır.
İnsan hakları ihlallerine dair şikayet alan ve ihlalleri tespit
edip, önlemeye çalışan kurumlar için 'dokunulmazlık güvencesi' bağımsızlığın
olmazsa olmaz şartıdır.
Dokunulmazlık güvencesi, görev sırasında ya da nedeniyle yapılmış
olan eylemler ve işlemler nedeniyle başkan, üyeler ve çalışanlar hakkında
soruşturma ve dava açılmasına karşı yargı bağımsızlığı tanınması anlamındadır.
Bu koruma, pek çok ülkede yargıçlara tanınana benzemektedir.
Bu kanunda başkan, başkan yardımcısı ve üyeleri kapsayan bir
'üyelik teminatı' maddesi bulunmakta ise de bu madde, bir teminat sağlamaktan
son derece uzaktır. Öncelikle, bir 'yargı bağışıklığı' değil, sadece
'yakalanmama, üzerlerinin ve konutların aranmaması, sorgulanmama' güvencesi
getirmekte ve görevleri nedeniyle yargılanmayacaklarına ilişkin herhangi bir
hüküm bulunmamaktadır. Dolayısıyla, görevleri süresinde dahi yargılanıp
haklarında mahkûmiyet hükmü verilebilecektir. Kaldı ki ilgili maddede
'görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlardan dolayı haklarında verilen
mahkûmiyet kararı kesinleşen' başkan, yardımcısı ve üyeler hakkında üyelikten
çıkarma kararı verilebilecektir. hükmüne de yer verilmiştir.
Ayrıca maddede üyeliklerin belli koşullarda düşürülebileceği
öngörülmüş olmakla birlikte 'Kurul kararlarının süresi içinde imzalanmaması
veya karşı oy gerekçesini süresi içinde yazılı olarak bildirilmemesi' de
üyeliğe son verme gerekçesi olarak belirtilmiştir ki bu, kötüye kullanmaya son
derece açık bir düzenlemedir.
Ayrıca gerçek anlamda bir yargı bağımsızlığının olmaması
nedeniyle, Başkan ve üyeler ile Kurum personeli görevlerini yerine getirmeleri
sırasında edindikleri kamuya ait gizlilik taşıyan bilgileri, kişisel verileri,
Kurumla ilgili gizlilik taşıyan bilgileri, bu konuda kanunen yetkili kılınan
mercilerden başkasına açıklamaları halinde hukuksal ve cezai yaptırımla
karşılaşacaklardır.
Başka bir deyişle; bu maddede Kurul başkan ya da üyelerinin
görevlerine hiçbir biçimde keyfi olarak son verilemeyeceğine dair açık ve
objektif kriterlerin bulunmaması Türkiye İnsan Hakları Kurumunun bağımsızlığını
ciddi bir şekilde zedelemektedir.
Yine aynı kanunun 16 ncı maddesinde; İmtiyaz ve dokunulmazlıklar
açısından Kurum'un asli ve sürekli hizmetlerini yürütecek uzman ve uzman
yardımcıları için durum çok daha vahimdir. Çünkü bu madde de hak ihlallerini
soruşturacak, nezarethaneleri ziyaret edecek, raporlar hazırlayacak uzman
yardımcıları için hiçbir güvence getirmemekte, personeli tamamen güvencesiz
bırakmaktadır.
Üyelerin süreleri dolmadan, herhangi bir nedenle, hiçbir şekilde
görevlerine son verilmemesi gerekirken, seçilmeleri için gerekli koşulları taşımadıkları
ya da kaybettikleri Kurulca tespit edilen üyelerin görevlerine Bakanlar
Kurulunca son verilmesi, üyelerin idari bağımsızlığını ortadan kaldırmaktadır.
Görevden alınmaya ilişkin bu hükümlerin son derece sakıncalıdır. Özellikle,
üyelerden memnun olmayan bir iktidar, hiç bir hukuki gerekçeye dayanmaksızın
üyeleri kolaylıkla görevden alabilir. İkinci olarak, bu hükümlerle üyelere
savunma hakkı bile verilmeden onun görevden alınmasının önü açılmaktadır.
Hâlbuki savunma hakkı kutsal ve en temel bir insan hakkı olduğundan savunmasına
fırsat bile verilmeden onun görevinden alınması vahim bir hatadır. İnsan
Hakları Kurumu üyelerinin bu düzenlemeyle en temel insan hakkından olan savunma
hakkının ihlal edilmiş olması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle ve Anayasal
ilkelerle bağdaşmaz.
Unutulmamalıdır ki savunma hakkı, sıradan bir hak olamayıp bir
insan hakkı olduğu düşüncesi yeni kabul edilen bir düşüncedir. İnsan Hakları
Evrensel Beyannamesi bir insan hakkı olarak savunma hakkını içermektedir (m. 8,
9, 10, 11). Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ise savunma hakkını öncelikli
olarak sanık bakımından öne çıkarmış (m. 6/3) ve herkesin savunma hakkının
olduğunu kabul etmiştir (m. 6/1). Anayasada savunma hakkı tereddüde yer
vermeyecek şekilde düzenlenmiştir. Anayasanın 36 ncı maddesinde, 'hak arama
hürriyeti' içinde, 'Temel Haklar ve Ödevler' arasında; 'Herkes, meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir' şeklinde
düzenlenmiştir.
Bu nedenle mevcut düzenleme, AİHS m. 6,8, 9, 10, 11'e ve
dolayısıyla Anayasanın 36 ncı ve 90 ıncı maddelerine aykırıdır. Ayrıca Bakanlar
Kurulu'na sınırsız ve keyfi yetki verdiği için, Anayasanın 5 inci, 6 ncı, 7
nci, 8 inci, 11 inci ve 112 nci maddelerine de aykırıdır.
5) 6332 Sayılı 'Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu'nun 12 nci
Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
MADDE 12
(2) Başvurulara ilişkin usul ve esaslar Kurum tarafından
çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.
Bu fıkra ile yürütmeye geniş bir düzenleme yetkisi verilmiştir.
Halbuki Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında belirtildiği üzere,
yasada belirtilmesi gereken söz konusu hususlara yasada yer verilmemesi,
yasaların açık, anlaşılabilir ve sınırlan belirli kurallar içermesi gereğinin
hukuk güvenliğinin gerçeklemesi için ön koşul kabul edildiği hukuk devleti
anlayışına ve dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesine aykırı düşmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nin 11.04.2007 tarihli 2006/35 e ve 2007/48 K.
Sayılı kararında;
'Anayasanın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti
olduğu vurgulanmıştır. Hukuk devleti, tüm işlem ve eylemleri hukuka uygun olan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdürmeyi
amaçlayan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasaya aykırı durum
ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, yargı denetimine açık, yasaların üstünde Anayasa ve yasa
koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Anayasanın 7 nci maddesinde 'Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.' denilmektedir. Buna
göre, yasa koyucunun temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye
yetki vermemesi, sınırsız, belirsiz bir alanı, yönetimin düzenlemesine
bırakmaması gerekir.
Anayasa Mahkemesi'nin önceki kararlarında vurgulandığı üzere,
Anayasada yasa ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve
sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir.
Yürütmenin düzenleme yetkisi yasa ile sınırlandırılmış, tamamlayıcı bir
yetkidir. Bu nedenle, Anayasada öngörülen ayrık durumlar dışında, yürütme
organına yasalarla düzenlenmemiş bir alanda genel nitelikte kural koyma yetkisi
verilemez. Ayrıca, yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının
Anayasanın 7 nci maddesine uygun olabilmesi için temel ilkelerin konulması,
çerçevenin çizilmesi, düzenleme için sınırsız, belirsiz, geniş bir alanın
bırakılmaması gerekir.
Dolayısıyla bu fıkra yeterli açıklık ve belirlilikten uzak
olduğundan Anayasanın 2 nci ve 7 nci maddelerine aykırıdır
Sonuç olarak bu fıkrada kullanılacak yetkiler, asli bir düzenleme
yetkisi niteliği taşıdığından böyle bir yetkilendirmede Anayasanın 6 ncı, 7
nci, 8 inci ve 123 üncü maddelerine aykırıdır. Ayrıca bu belirsizlik Anayasanın
Başlangıç kısmına, 2 nci ve 5 inci maddelerine aykırı olduğu gibi ayrıca
Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı bir düzenlemenin ise Anayasanın 2 nci ve
11 inci maddelerinde belirtilen 'hukuk devleti', Anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı ilkeleri ile çelişeceği ortadadır
6) 6332 Sayılı 'Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu'nun 21 inci
Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
MADDE 21- (1) Kurumun gelirleri şunlardır:
a) Genel bütçeden tahsis edilecek ödenekler.
b) Kuruma yapılacak her türlü bağış, yardım ve vasiyetler.
c) Kurum gelirlerinin değerlendirilmesinden elde edilen gelirler.
ç) Diğer gelirler.
İlk olarak belirtmek gerekir ki uluslararası kriterlere göre;
kurumun bağımsızlığının sağlanması için bütçesinin önceden belli olması,
herhangi bir mali arayış içerisinde olmadan çalışmalarını sürdürmesi ön
koşuldur.
Halbuki anılan maddedeki mali yapı, bağımsızlık ilkesine tamamen
aykırıdır. Paris İlkeleri'ne göre, 'oluşturulacak ulusal kurumun mali
bağımsızlığı ile işlevsel bağımsızlığı arasında doğrudan bir ilişki
bulunmaktadır'
Paris ilkelerinin bu konudaki ilgili maddesi ' Ulusal kurum,
etkinliklerinin sorunsuzca sürdürülmesini sağlayacak elverişli bir altyapıya,
bilhassa yeterli mali kaynaklara sahip olmalıdır. Bu kaynak tahsisi, kurumun
Hükümetten bağımsız olmasını ve bağımsızlığına etki edebilecek bir mali kontrol
altında bulunmamasını sağlamak için kendi personeline ve tesislerine sahip
olmasını mümkün kılmayı amaçlamalıdır' şeklinde olup, bağımsızlık için mali
yapının nasıl olması gerektiğini açık bir şekilde belirtmiştir.
Her ne kadar kanunun 3 üncü maddesinde kurumun mali özerkliğe
sahip olduğu belirtilmişse de aynı kanunun 21 inci maddesinde finansal
özerkliğin nasıl ve hangi düzeyde olacağı belli değildir. Başka bir deyişle bu
madde Türkiye İnsan Hakları Kurumunun uygun ve bağımsız bir bütçeye sahip
olmasını güvence altına almamaktadır
Ayrıca maddede de yer alan 'Kurumun gelirlerinin
değerlendirilmesinden elde edilecek gelirler' düzenlemesi, kurumun, gelir elde
etmek üzere bütçeyi yatırım aracına dönüştürme riskini de taşımaktadır.
Açıklanan bu nedenlerle mevcut düzenleme Anayasanın 161 inci ve
163 üncü maddelerine aykırıdır.
IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı kurallardan
arındırılması, hukuk devleti sayılmanın gereğidir. Anayasaya aykırılığın
sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde subjektif yararların üstünde, özenle
korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur.
Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri
güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti
yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında duraksama
bulunmamaktadır.
Arz ve izah olunan nedenlerle, söz konusu kural hakkında
yürürlüğünün durdurulması da istenerek iptal davası açılmıştır. 30.06.2012
tarihli ve 6332 sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu iptali istenen maddelerin
uygulanması halinde, Anayasaya, kanunlara ve Uluslararası sözleşmelere ve
Anayasa Mahkemesinin kararlarına aykırı olarak geriye dönüşü imkansız biçimde
ve giderilmesi olanaksız hukuki zarar ve durumlara yol açacağı açıktır.'
B-Anayasa Mahkemesince alınan 20.9.2012 günlü, dava dilekçesindeki
eksikliklerin giderilmesi kararından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri
Emine Ülker TARHAN ile Levent GÖK tarafından verilen 15.10.2012 günlü ek dava
dilekçesinin gerekçe bölümü ise şöyledir:
'6332 sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunun
1) 3. maddesinin Anayasanın Başlangıç, 2., 5., 12., 90.
maddelerine aykırılığı
İptali istenen 6332 sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunun 3
üncü maddesiyle, ilgili diğer mevzuatla verilen görevleri yerine getirmek ve
yetkileri kullanmak üzere, kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe
sahip ve özel bütçeli, Türkiye İnsan Hakları Kurumu kurulduğu; Kurumun
Başbakanlıkla ilişkili olduğu; Kurumun merkezinin Ankara'da bulunduğu ve
Kurumun yurt içinde ve sayısı ikiyi geçmemek üzere yurt dışında büro
açabileceği düzenlenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Başlangıç metninde Millet
iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait
olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve
kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla
belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı belirtilmiş, Her Türk vatandaşının
bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet
gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu
bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve
yetkisine doğuştan sahip olduğu da özellikle vurgulanmıştır.
Anayasa Cumhuriyetin niteliklerinden söz ederken, devletin insan
haklarına saygılı olduğunu belirtmiştir. Bu vurgu Anayasanın 2 nci maddesinde
ifadesini bulmuş, böylece Anayasa, belli bir düşünce biçimini yansıtmak, insan
haysiyeti kavramının evrenselliğini vurgulamak, kişilerin insan olmaktan dolayı
sahip oldukları hak ve özgürlüklerden yararlanacağını açıklamak istemiştir.
İnsan hakları deyimi geniş kapsamlıdır. Bütün insanlara tanınması gereken ideal
hak ve özgürlükleri de içine alır.
1982 Anayasası, 1961 Anayasasında olduğu gibi, insan haklarını
temel haklar ve ödevler başlığı altında düzenlemiştir. Anayasa Batıdaki
gelişmelere uygun olarak, bir yandan herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz,
devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olduğunu belirterek,
ÖZGÜRLÜK anlayışını (m.12); diğer yandan da kişinin hak ve hürriyetlerini
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal sosyal ve ekonomik engelleri kaldırmayı, insanın maddi ve manevi
varlığını geliştirmesi için gerekli şartları hazırlamayı devletin görevlerinden
sayarak, ÖZGÜRLEŞTİRME anlayışını benimsemiştir (m.5).
Anılan kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaysa ' Kurum
Başbakanlıkla ilişkilidir.' hükmüne yer almıştır. Özenle vurgulamak gerekir ki;
Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısının madde gerekçesinde,
Paris Prensipleri gereğince ulusal kurumlar; yeterli malî
kaynaklara, kendi personel ve tesislerine sahip, bağımsız kurumlar olmalıdır.
Bu çerçevede, Türkiye İnsan Hakları Kurumunun, Paris Prensiplerinin öngördüğü
bu hususiyetlere sahip olabilmesi için kamu tüzel kişiliğine haiz, idarî ve
malî özerkliğe sahip bir kurum olması öngörülmüştür. Kurum, görev ve
yetkilerini kendi sorumluluğu altında bağımsız olarak kullanacaktır. Bu
bağlamda, görev alanına giren konularla ilgili olarak hiçbir organ, makam,
merci veya kişinin Kurula emir ve talimat veremeyeceği, tavsiye ve telkinde
bulunamayacağı öngörülmüştür' denilmiştir.
Ancak buna rağmen anılan kanunda 'Kurumun Başbakanlıkla ilişkili
olacağının' belirtilmesi, Paris ilkelerinin aksine İnsan Hakları Kurulunun
açıkça yürütmeye bağlandığını ve dolayısıyla kurulun tarafsız ve bağımsız
olacağını düşünmenin de imkansız olduğunu hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak
şekilde gözler önüne sermektedir.
İptali istenen 6332 sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunun 3
üncü maddesinin 4. Fıkrasında ise, Kurumun, .....verilen görev ve yetkilerini
kendi sorumluluğu altında, bağımsız olarak yerine getirip kullanacağı, görev
alanına giren konularla ilgili olarak hiçbir organ, makam, merci veya kişi, Kurula
emir ve talimat veremeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı yer
almaktadır. Yine 5. fıkrasında Kurum, faaliyetleri hakkında kamuoyunu
bilgilendireceği hükmü yer almaktadır. Kamuoyunun, siviltoplum örgütlerinin,
insan hakları derneklerinin desteğini almaksızın kurulmuş olan bu kurumun
kuşkusuz kamuoyunu bilgilendirme görevi de sözde kalacaktır. Demokratik Hukuk
Devletleri'nde neredeyse demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından kabul edilen,
bağımsız sivil toplum örgütlerinin, bağımsız kamuoyunun ve bağımsız medyanın
varlığı ve önemi yadsınamaz. Tamamen Devletin insan hakları ihlallarini Devlet
adına denetleyecek olan bir kuruldan kamuoyunu da doğru bilgilendirmesi
kuşkusuz beklenemeyecektir. Bu durumda, insan hakkı ihlallerine uğrayan
yurttaşların seslerini duyuracak olan bağımsız organlar görevlerini ifa
edemeyecektir. Daha da vahimi, Başbakanlıkla ilişkili olan bir kurumun,
bağımsız ve tarafsız olma, hiç bir şekilde etki altına girmeme gibi bir
lüksünün olması, Türkiye Cumhuriyeti'nin bürokrasisi göz önüne alındığında
mümkün gözükmemektedir. Bu önerme kabul edilse bile iptali istenen yasanın 3.
maddesinin ikinci fıkrasındaki hüküm karşısında, Kurumun bağımsız ve
tarafsızlığından bahsetmek için sadece kanun maddesinin herhangi bir bölümünde
bağımsız veya tarafsız ibaresinin yazıyor olmasının pratikte hiçbir anlamı
kalmamaktadır. Siyasi iktidar meclise dayatmış olduğu yasanın Kurumun Kuruluş
ve statüsünü düzenleyen bu maddesi ile adeta İnsan Hakları Kurumu'nu
devletleştirmiştir. 6332 sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu da siyasi
iktidarın bu amacıyla orantılı olarak, insan hakları alanında evrensel
standartların yakalanmasına katkı sağlayacak, insan hakları alanında kamuoyunun
bilincini arttıracak ve bireyin insan hakkı ihlallerine karşı kendini daha
fazla güvende hissedebileceği bir anlayışla hazırlanmamış; aksine, Paris
prensiplerinde yer alan bağımsızlık, mali özerklik ve çoğulculuk gibi çok
önemli ilkelere tatmin edici düzeyde Kurumun Kuruluş ve statüsünü düzenleyen bu
maddesinde, yer verilmemiş; maalesef sağlanmak istenen hukuki menfaati
sağlamaktan oldukça uzak, göstermelik bir şekilde sadece Kurumun bağımsız
olacağından bahsedilmiştir. Bununla birlikte, yeni oluşturulan bir devlet
kurumuna İnsan Hakları Kurumu isminin verilmesi, Kurumun görev ve yetkilerini
kendi sorumluluğu altında, bağımsız olarak yerine getirip kullanacağının, görev
alanına giren konularla ilgili olarak hiçbir organ, makam, merci veya kişiden
emir ve talimat almayacağının, kimsenin Kuruma tavsiye ve telkinde
bulunamayacağının, fıkrasında Kurumun, faaliyetleri hakkında kamuoyunu
bilgilendireceği hükmünün, kanun maddesinde yazıyor olmasının, statüsünün
tamamen Başbakanlıkla ilişkili tutulması karşısında, Kurumun, Paris İlkeleri'ne
uygun bir kurum addedildiği anlamına gelmez. İnsan hakları ihlallerinin temel
sorumlusunun devletler ve hükümetler olması nedeniyle, ihlalleri önlemeye,
hakları korumaya yönelik olarak oluşturulacak bir kurumun da, mutlak surette
devletin yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen ve
denetleyebilen bir örgütlenme modeline sahip olması mutlak zorunluluktur.
Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu, özensiz bir şekilde toplumun ilgili
kesimlerinin görüşleri alınmadan kanunlaştırılmıştır. Yeterli kamuoyu
oluşturulmadan, insan hakları derneklerinin görüşleri ve konuyla ilgili
çekinceleri dinlenmeden oluşturulmuş olan Başbakanlığa bağlı sözde insan
hakları kurumunun kamu oyunu bilgilendirme görevini de ne şekilde ifa edeceği
tamamen belirsiz kalmış olup, toplumun beklentilerini karşılamaktan bir hayli
uzaktır.
'Özellikle bağımsızlık ve kamuoyu güveni nedeniyle, mevcut devlet
yapıları ile İnsan hakları Kurulu arasında net bir ayrım olması gerekirken aksi
yönde düzenlemeye gidilerek, Türkiye İnsan Hakları Kurulunun fiili ve görünürdeki
bağımsızlığına, dolayısıyla da Paris İlkeleri ile uyumuna ciddi bir şekilde
gölge düşmüştür.
Yine 3 üncü maddenin üçüncü fıkrasında 'Kurumun merkezi
Ankara'dadır. Kurum yurt içinde ve sayısı ikiyi geçmemek üzere yurt dışında
büro açabilir' hükmüne yer verilmiştir. Paris Prensipleri gereğince ulusal
kurumlar gerektiğinde yerel ve bölgesel birimler kurabileceklerdir. Bu
çerçevede, Kuruma yurt içinde ve dışında yetersiz sayıda büro açma imkânı
tanınmaktadır. Paris Prensipleri, ulusal insan hakları kurumlarına, insan
haklarının geliştirilmesi ve korunması konularında mümkün olduğunca geniş bir
görev alanı verilmesini öngörmektedir. Bu nedenle yurt dışında açılacak
büroların sayısının ikiyle sınırlandırılması kanunla beklenen menfaati
sağlamaktan bir hayli uzaktır. Ayrıca yine maddede, büro açılmasına kim
tarafından, hangi koşulların oluşması halinde karar verileceği, açılan
büroların kaynak ve personel ihtiyacının nasıl karşılanacağı hususlarına yer
verilmemiş, dolayısıyla yürütmeye geniş bir düzenleme yetkisi verilmiştir. Bu
açıdan söz konusu düzenleme Anayasanın 90, 123 ve 128 inci maddelerine
aykırıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir. Hukuk devletinden anlaşılan
Devletin tüm kurum ve kurallarıyla işlerlik kazandığı bir ortamı sağlayan, kişi
hak ve özgürlüklerini koruyan, adil yargılanma hakkını tanıyan ve hukukun
üstünlüğünü ilke edinen devlet demektir.
İnsan hakları ihlallerinin temel sorumlusunun devletler ve
hükümetler olması nedeniyle, Kurumun, devletin yönetim hiyerarşisinden
bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen ve denetleyebilen bir örgütlenme
modeline sahip olmaması ve ihlalleri önlemeye, hakları korumaya yönelik olarak
oluşturulmamış olması nedeniyle, mevcut yasanın 3 üncü maddesi Anayasanın
Başlangıç, 2 nci, 5 inci, 12 nci , 90 ıncı, 123 üncü ve 128 inci maddelerine
aykırıdır.
2) 5. maddesinin 3.fıkrasının; 4. fıkrasının a ve b bendinin;
Anayasanın 5. 6. 7., 8. 11., 12., 19., 40. ve 90. maddelerine aykırılığı
İnsan Hakları Kurulu başlıklı 5 inci maddesinin üçüncü fıkrasında,
Kurum, üye olma niteliklerine sahip olanları ilgisine göre Cumhurbaşkanlığına,
Bakanlar Kuruluna sunulmak üzere Başbakanlığa, Yükseköğretim Kurulu
Başkanlığına bildirir, hükmü yer almakta; dördüncü fıkrasının a bendinde İki
üye insan hakları alanında temayüz etmiş kişiler arasından Cumhurbaşkanı
tarafından seçileceği, b bendinde ise, yedi üyenin insan hakları alanında
temayüz etmiş kişiler arasından Bakanlar Kurulu tarafından seçileceği
düzenlenmiştir. Ayrıca aynı maddenin sekizinci ve dokuzuncu fıkralarında ikinci
fıkrada belirtilen şartları taşıyanların başvuruları, Kurum tarafından
Cumhurbaşkanlığına, Bakanlar Kuruluna sunulmak üzere Başbakanlığa iletileceği
yer almaktadır.
Bu maddeye göre; Kurul üyelerinden ikisi insan hakları alanında
uzmanlaşmış kişiler arasından Cumhurbaşkanı'nca; 7'si Bakanlar Kurulu'nca
seçilecek, bir üye, öğretim üyeleri arasından Yükseköğretim Kurulu'nca; bir üye
de 10 yıl avukatlık yapan avukatlar arasından baro başkanlarınca belirlenecek,
Başkan ve İkinci Başkan, kurul üyelerince seçilecektir.
Halbuki ihlalleri önlemeye, hakları korumaya yönelik olarak
oluşturulacak İnsan Hakları Kurumunun da mutlak surette yönetim hiyerarşisinden
bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilenve denetleyebilen bir örgütlenme
modeline sahip olması zorunludur. Aksi halde bu biçimde oluşturulacak bir İnsan
Hakları Kurumu'nun daha baştan işlevsiz ve etkisiz bir kurum olacağı açıktır.
Dolayısıyla bu düzenleme, Türkiye İnsan Hakları Kurumunun
bağımsızlığını güvence altına almamaktadır. İnsan hakları ihlallerinin temel
sorumlusunun devletler ve hükümetler olması, ihlalleri önlemeye, hakları
korumaya yönelik olarak oluşturulacak bir kurumun da mutlak surette devletin
yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen ve
denetleyebilen bir örgütlenme modeline sahip olmasını gerektirir.
Anılan kanunun üçüncü fıkrası; Kurul üyelerinin adaylıklarının
Başbakanlık üzerinden Bakanlar Kurulu'na sunulacağını düzenlemektedir. Bu
uygulamada adaylar öncelikle Başbakanlığın denetiminden geçmektedir.
Adaylar, Bakanlar Kuruluna gönderilmek üzere başvurularını Kuruma
vereceklerdir. Ancak Bakanlar Kurulu'na gönderilmeden önce Başbakanlığın ya da
Kurulun listeye müdahale edip etmeyeceği net olmadığı gibi Bakanlar Kurulu
tarafından uygulanacak seçim kriterleri de belirlenmiş değildir. Bu da aslında
Hükümete, istediği zaman istediği üyeleri atama yolu ile, kurumu denetim
altında tutma olanağı tanımaktadır. Bu durum Temel Hak ve Hürriyetlerin
Korunmasını düzenleyen ve güvence altına alan Anayasamızın 40. Maddesi ile de
çelişmektedir. Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes,
yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına
sahiptir. Bu hakkın kullanılması noktasında, Yürütme organının tamamen
tahakkümü altında olan bir Kurulun ne ölçüde halkın temel hak ve hürriyetlerini
koruyabileceği kuşkuludur. Görünen odur ki Temel hak ve hürriyetlerin korunması
konusunda yurttaşlarımız tamamen Başbakanlığın insafına terkedilmiştir.
Bununla birlikte, Paris İlkeleri ışığında Türkiye İnsan hakları
Kurumu, hem hükümetten bağımsız olması ve hem de bağımsız olduğu yönünde
kamuoyuna güven verebilmesi gerekirdi. Bunun sağlanmasının yolu da STK'ların ve
meslek örgütlerinin dahil olduğu geniş katılımlı bir aday belirleme sürecinin
sonunda üyelerin TBMM tarafından nitelikli çoğunluk ile seçilmesinden
geçmektedir.
B.M. İnsan Hakları Komisyonu'nun 3 Mart 1992 tarihli 1992/54
sayılı ve B.M. Genel Kurulu'nun 20 Aralık 1993 tarihli 48/134 sayılı kararlarıyla
kabul edilmiş olan insan haklarının geliştirilmesi ve korunması için kurulan
ulusal kuruluşların statüsüne ilişkin Paris İlkeleri olarak bilinen ve
Türkiye'nin de benimsediği temel yaklaşıma göre seçimin aşağıdaki yöntem ve
kriterlere uygun olarak gerçekleştirilmesi gerekir.
Ulusal kuruluşların oluşturulması ve üyelerinin seçimle veya başka
bir yoldan belirlenmesi, insan haklarının geliştirilmesi ve korunmasıyla ilgili
(sivil) toplum güçlerinin çoğulcu bir biçimde temsil edilmesini sağlayacak
gerekli bütün güvencelerin var olduğunu gösteren bir usulle yapılmalıdır. Bu da
özellikle,
a) İnsan hakları ve ırk ayrımcılığına karşı mücadeleyle ilgili
sivil toplum kuruluşları, sendikalar ve örneğin hukukçu, hekim, gazeteci ve bilim
insanlarını bir araya getiren sosyal-mesleki kuruluşların,
b) Din ve felsefi düşünce akımlarının,
c) Üniversitelerin ve nitelikli uzmanların,
d) Parlamentonun,
e) (ancak istişari mahiyette katılmak koşuluyla) yönetimin
temsilcileriyle etkin bir işbirliğine imkan veren yetkilerle veya bu
temsilcilerin bu kuruluşlara katılımıyla gerçekleştirilebilir
Dolayısıyla Paris ilkelerinde belirtilen yöntem ve kriterlere
hiçbir şekilde uygun olmadan aceleyle hazırlanmış 6332 sayılı Türkiye İnsan
Hakları Kurumu Kanunundaki bu düzenleme ile, insan hakları mücadelesinde
bağımsız kuruluşların geliştirdiği düzeyin ve erişilen kapasitenin çok gerisine
düşen bir kurumun ortaya çıkacağı açıktır. Ayrıca bu madde Paris İlkeleri'nin
öngördüğü çoğulculuğu güvence altına almamaktadır. Paris İlkeleri'nde de
belirtildiği gibi, 'ulusal kurumun bağımsızlığını güvence altına alacak
unsurlardan birisi de böylesi bir kurumun karar verme organı içinde yer
alanların çoğulculuk ilkesine uygun bir biçimde oluşturulmasıdır. '
Kurulun üyelerinin farklılıklara saygı gösterme yeteneği ile
donatılması oldukça önemlidir. Bu nedenle TİHK'nun bulunduğu ülkenin toplumsal
profilini olabildiğince geniş bir şekilde yansıtması sağlanmalıdır. Sadece
hükümetin görüşleri doğrultusunda hareket eden aykırı seslere kulak tıkayan bir
kurulun toplumun tüm kesimlerini kucaklaması ise düşünülemez. Böyle bir kurul
özellikle insan hakları ihlali konusunda yetersiz etkisiz ve işlevsiz kalacak,
toplum profilini yeterli düzeyde yansıtamayacaktır. Özellikle Devletin
kamuoyunun gözünden uzak olduğu alanlarda daha rahat hukuka aykırı hareket
ettiği bilinmekte olup; bu alanların başında da Cezaevleri gelmektedir. İnsan
hakkı ihlali, kötü muamele ve insan onuruna yakışmayan tutum ve davranışların
sıklıkla rastlanıldığı ve en çok hak ihlalinin yaşandığı cezaevlerinde, hükümlü
ve tutuklulara yönelik uygulamalara ve insan hakları ihlallerine göz yumulmaya
devam edilecektir. Bu durumda da Anayasanın 19. maddesinde ifade edilen
herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği olduğu yönündeki emredici hükmün de bir
anlamı kalmayacaktır.
Ayrıca yine 5 inci maddenin altıncı fıkrasında , 'ilgili sivil
toplum, sosyal ve mesleki kuruluşların, düşünce akımlarının, üniversitelerin,
uzmanların çoğulcu bir şekilde temsiline özen gösterilir' ifadesi
kullanılmıştır.
5. maddenin 8. Fıkrasında, 'Başkan ve üyelerin görev sürelerinin
sona ereceği tarihten en geç iki ay önce durumun, Kurum tarafından uygun
iletişim araçlarıyla kamuoyuna duyurulacağı; Duyuruyu takip eden bir ay içinde
ikinci fıkrada belirtilen şartları taşıyanların başvurularının Kurum tarafından
Cumhurbaşkanlığına, Bakanlar Kuruluna sunulmak üzere Başbakanlığa,
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına ve baro başkanlarınca seçilecek bir üye için
Türkiye Barolar Birliğine iletileceği; Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu,
Yükseköğretim Kurulu ve baro başkanları tarafından üye olarak seçilenlerin,
yerlerine seçildikleri kişilerin üyeliklerinin sona ermesini takiben göreve
başlayacakları' ifade edilmiştir.
5. maddenin 9. Fıkrasında ise, 'Başkan ve üyelerin görev süreleri
dolmadan görevlerinin herhangi bir sebeple sona ermesi durumunda, sona erme
tarihinden itibaren en fazla bir hafta içinde durumun, Kurum tarafından
kamuoyuna duyurulacağı ve duyuruyu takip eden onbeş gün içinde ikinci fıkrada
belirtilen şartları taşıyanların başvurularnını, Kurum tarafından
Cumhurbaşkanlığına, Bakanlar Kuruluna sunulmak üzere Başbakanlığa,
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına ve baro başkanlarınca seçilecek bir üye için
Türkiye Barolar Birliğine iletleceği; Bu şekilde seçilenler, yerlerine
seçildikleri kişilerin kalan süresini tamamlar ve bunlardan iki yıl veya daha
az süreyle görev yapanların bu görevleri seçilme dönemi olarak
değerlendirilmeyeceği' yer almıştır.
Her şeyden evvel bu fıkralar çoğulculuğu, farklı toplumsal
grupların, sivil toplum kuruluşlarının temsilini güvence altına alan yerinde ve
doğru bir girişim olmasına rağmen son derece muğlak ve keyfi seçimlere imkan
sağlayabileceğinden yeterli bir düzenleme olmadığı gibi, Paris ilkelerinin
özünü oluşturan çoğulculuk ilkesini güvence altına alan bir hüküm de değildir.
Kanuna göre, kurul üyelerinin 2'si Cumhurbaşkanı, 7 üye Bakanlar Kurulu,1 üye
YÖK, 1 üye baro başkanları tarafından seçilecektir. Bu ise, şekilde siyasi
iktidarın belirlediği üye çoğunluğu ile, hak ihlallerini yapan iktidara karşı
sesini yükseltemeyen ve idari bağımsızlığı söz konusu olmayan, devlet
güdümünde, Paris İlkelerine tamamen ters bir kurul anlamına gelmektedir.
Kurum başkanının, ikinci başkanın ve üyelerin büyük bir kısmının
seçiminin Bakanlar Kurulu'na bırakılması, bu kurumun bağımsızlığı konusunda
ciddi şüpheler uyandırmaktadır. Halbuki Sivil toplum kuruluşlarının,
akademisyenlerin ve meslek örgütlerinin dahil olduğu geniş katılımlı bir aday
belirleme sürecinin sonunda İnsan Hakları Kurulu üyelerinin Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından nitelikli çoğunluk ile seçilmesinde Kurumun
bağımsızlığının pekiştirilmesine büyük katkı sağlayacağı, dolayısıyla Kurumun
ilişkisinin yürütme ile değil TBMM ile olmasının bağımsızlık açısından çok
büyük önem taşıyacağı gözetilmeden; yasanın 5. maddesinin 6., 8. ve 9.
fkralarında öngörülmüş olan düzenlemelerle, Türkiye İnsan Hakları Kurumu, Paris
ilkelerinde belirtilen bağımsızlık, özerklik ve çoğulculuk ilkelerinin aksine,
var olan diğer insan hakları kurumları gibi bir Hükümet kurumu olarak
teşkilatlandırılmıştır.
Neticede, Kurumun ilişkisinin TBMM ile olmaması, Anayasanın özünü
oluşturan insan hakları kavramına ve bu kavrama dayalı denetime açıkça
aykırıdır. Kurumun Kurul üyelerinin adaylıklarının Başbakanlık dolayımıyla
Bakanlar Kurulu'na sunulacağının düzenlenmiş olması ve Bakanlar Kurulu
tarafından uygulanacak seçim kriterlerinin belirlenmemiş olması, Kurul
üyelerinden ikisinin Cumhurbaşkanı'nca; 7'si Bakanlar Kurulu'nca seçilecek
olması, Anayasanın Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara
göre, yetkili organları eliyle kullanacağı, Egemenliğin kullanılması, hiçbir
surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı ve hiçbir kimse
veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı
yönündeki 6 ncı maddesine aykırıdır. Kanunun öngörmüş olduğu atama prosedürü
Paris ilkelerine aykırı olduğundan Anayasanın 90 ıncı maddesine de aykırıdır.
Açıklanan bu nedenlerle mevcut hüküm Anayasanın 5 inci, 6 ncı, 7
nci, 8 inci, 11 inci, 12 nci, 19 uncu, 40 ıncı ve 90 ıncı maddelerine aykırı
olduğundan iptal edilmelidir.
3) 6. maddesinin Anayasanın 5., 6., 7., 8., 11., 36., 90., 112.
maddelerine
MADDE 6- (1) Kurul Başkanı, İkinci Başkan ve üyelerin süreleri
dolmadan herhangi bir nedenle görevlerine son verilemez. Ancak, seçilmeleri
için gerekli şartları taşımadıkları ya da kaybettikleri Kurulca tespit edilen
Başkan ve üyelerin görevlerine Bakanlar Kurulunca son verilir. Kurul tutanak ve
kararlarını süresi içinde imzalamayan veya karşı oy gerekçesini süresi içinde
yazılı olarak bildirmeyen Başkan ve üyelerin üyeliklerine de aynı usul
çerçevesinde son verilir.
(2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlleri dışında,
münhasıran insan haklarının korunması ve geliştirilmesine ilişkin görevleriyle
ilgili olarak suç işlediği ileri sürülen Başkan, İkinci Başkan ve üyeler
yakalanamaz, üstleri ve konutları aranamaz, sorguya çekilemez. Ancak, durum
Başbakanlığa derhâl bildirilir. Bu fıkra hükümlerine aykırı hareket eden kolluk
kuvvetleri amir ve memurları hakkında yetkili Cumhuriyet başsavcılığı
tarafından genel hükümlere göre doğrudan doğruya soruşturma ve kovuşturma
yapılır.
(3) Kurul tarafından kabul edilebilir mazereti olmaksızın bir
takvim yılı içinde toplam üç Kurul toplantısına katılmayan; ağır hastalık veya
sakatlık nedeniyle iş göremeyecekleri sağlık kurulu raporuyla tespit edilen;
görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlardan dolayı haklarında verilen
mahkûmiyet kararı kesinleşen; geçici iş göremezlik hâli üç aydan fazla süren
veya üç aydan fazla hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilip de cezasının
infazına fiilen başlanan üyelerin üyelikleri düşer.
İnsan hakları ihlallerine dair şikayet alan ve ihlalleri tespit
edip, önlemeye çalışan kurumlar için 'dokunulmazlık güvencesi' bağımsızlığın
olmazsa olmaz şartıdır.
Dokunulmazlık güvencesi, görev sırasında ya da nedeniyle yapılmış
olan eylemler ve işlemler nedeniyle başkan, üyeler ve çalışanlar hakkında
soruşturma ve dava açılmasına karşı yargı bağımsızlığı tanınması anlamındadır.
Bu koruma, pek çok ülkede yargıçlara tanınana benzemektedir.
Bu kanunda başkan, başkan yardımcısı ve üyeleri kapsayan bir
'üyelik teminatı' maddesi bulunmakta ise de bu madde, bir teminat sağlamaktan
son derece uzaktır. Öncelikle, bir 'yargı bağışıklığı' değil, sadece
'yakalanmama, üzerlerinin ve konutların aranmaması, sorgulanmama' güvencesi
getirmekte ve görevleri nedeniyle yargılanmayacaklarına ilişkin herhangi bir
hüküm bulunmamaktadır. Dolayısıyla, görevleri süresinde dahi yargılanıp
haklarında mahkûmiyet hükmü verilebilecektir. Kaldı ki ilgili maddede
'görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlardan dolayı haklarında verilen
mahkûmiyet kararı kesinleşen' başkan, yardımcısı ve üyeler hakkında üyelikten
çıkarma kararı verilebilecektir. hükmüne de yer verilmiştir.
Ayrıca 3. fıkrada üyeliklerin Kurul tarafından kabul edilebilir
mazereti olmaksızın bir takvim yılı içinde toplam üç Kurul toplantısına
katılmayan; ağır hastalık veya sakatlık nedeniyle iş göremeyecekleri sağlık
kurulu raporuyla tespit edilen; görevleri ile ilgili olarak işledikleri
suçlardan dolayı haklarında verilen mahkûmiyet kararı kesinleşen; geçici iş
göremezlik hâli üç aydan fazla süren veya üç aydan fazla hürriyeti bağlayıcı
cezaya mahkûm edilip de cezasının infazına fiilen başlanan üyelerin
üyeliklerinin düşürülebileceği öngörülmüş olması, 'Kurul kararlarının süresi
içinde imzalanmaması veya karşı oy gerekçesini süresi içinde yazılı olarak
bildirilmemesi' de üyeliğe son verme gerekçesi olarak belirtilmiştir ki bu,
kötüye kullanmaya son derece açık bir düzenlemedir. Burada keyfi uygulamalar
söz konusu olabilecektir.Özellikle, görevleri ile ilgili olarak işledikleri
suçlardan dolayı haklarında verilen mahkûmiyet kararı kesinleşen ve üç aydan
fazla hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilip de cezasının infazına fiilen
başlanan üyelerin üyeliklerinin düşmesi konusununmevzuatda bu şekilde hükümlere
yer verilerek düzenlenmesi bu tür bir suçtan dolayı mahkûm edilen kimseler
hakkında adeta onların sağlığında'medeni ölüm'(civil dead)
fermanı verilmesi anlamına gelmektedir. Kişi bir suçtan mahkûm edildiğinde
cezasını çektiği veya çekmiş sayıldığı kabul edildiğine göre bu şekildeki bir
kişiye ilave cezaların verilmesi doğru değildir. Öte yandan, genel af,
mahkûmiyeti bütün sonuçları ile birlikte ortadan kaldırdığına göre genel afla
suçu ortadan kaldırılan bir kimsenin İnsan Hakları Kurumu Üyesi olamaması genel
affın doğasına da aykırıdır.
Ayrıca gerçek anlamda bir yargı bağımsızlığının olmaması
nedeniyle, Başkan ve üyeler ile Kurum personeli görevlerini yerine getirmeleri
sırasında edindikleri kamuya ait gizlilik taşıyan bilgileri, kişisel verileri,
Kurumla ilgili gizlilik taşıyan bilgileri, bu konuda kanunen yetkili kılınan
mercilerden başkasına açıklamaları halinde hukuksal ve cezai yaptırımla
karşılaşacaklardır.
Başka bir deyişle; bu maddede Kurul başkan ya da üyelerinin
görevlerine hiçbir biçimde keyfi olarak son verilemeyeceğine dair açık ve
objektif kriterlerin bulunmaması Türkiye İnsan Hakları Kurumunun bağımsızlığını
ciddi bir şekilde zedelemektedir.
Yine aynı kanunun 16 ncı maddesinde; İmtiyaz ve dokunulmazlıklar
açısından Kurum'un asli ve sürekli hizmetlerini yürütecek uzman ve uzman
yardımcıları için durum çok daha vahimdir. Çünkü bu madde de hak ihlallerini
soruşturacak, nezarethaneleri ziyaret edecek, raporlar hazırlayacak uzman
yardımcıları için hiçbir güvence getirmemekte, personeli tamamen güvencesiz
bırakmaktadır.
Üyelerin süreleri dolmadan, herhangi bir nedenle, hiçbir şekilde
görevlerine son verilmemesi gerekirken, seçilmeleri için gerekli koşulları
taşımadıkları ya da kaybettikleri Kurulca tespit edilen üyelerin görevlerine
Bakanlar Kurulunca son verilmesi, üyelerin idari bağımsızlığını ortadan
kaldırmaktadır. Görevden alınmaya ilişkin bu hükümlerin son derece
sakıncalıdır. Özellikle, üyelerden memnun olmayan bir iktidar, hiç bir hukuki
gerekçeye dayanmaksızın üyeleri kolaylıkla görevden alabilir. İkinci olarak, bu
hükümlerle üyelere savunma hakkı bile verilmeden onun görevden alınmasının önü
açılmaktadır. Hâlbuki savunma hakkı kutsal ve en temel bir insan hakkı
olduğundan savunmasına fırsat bile verilmeden onun görevinden alınması vahim
bir hatadır. İnsan Hakları Kurumu üyelerinin bu düzenlemeyle en temel insan
hakkından olan savunma hakkının ihlal edilmiş olması, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesiyle ve Anayasal ilkelerle bağdaşmaz.
Unutulmamalıdır kisavunma hakkı, sıradan bir hak olamayıp bir
insan hakkı olduğu düşüncesi yeni kabul edilen bir düşüncedir. İnsan Hakları
Evrensel Beyannamesi bir insan hakkı olarak savunma hakkını içermektedir (m. 8,
9, 10, 11). Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ise savunma hakkını öncelikli
olarak sanık bakımından öne çıkarmış (m. 6/3) ve herkesin savunma hakkının
olduğunu kabul etmiştir (m. 6/1). Anayasada savunma hakkı tereddüde yer
vermeyecek şekilde düzenlenmiştir. Anayasanın 36 ncı maddesinde, 'hak arama
hürriyeti' içinde, 'Temel Haklar ve Ödevler' arasında; 'Herkes, meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir' şeklinde
düzenlenmiştir.
Bu nedenle mevcut düzenleme, AİHS m. 6,8, 9, 10, 11'e ve
dolayısıyla Anayasanın 36 ncı ve 90 ıncı maddelerine aykırıdır. Ayrıca Bakanlar
Kurulu'na sınırsız ve keyfi yetki verdiği için, Anayasanın 5 inci, 6 ncı, 7
nci, 8 inci, 11 inci ve 112 nci maddelerine de aykırıdır.
4) 12. maddesinin Anayasanın Başlangıç kısmına, 2., 5., 6., 7.,
8., ve 123. maddelerine aykırılığı
Kanunun 12. Maddesinin 2. Fıkrasına göre, Başvurulara ilişkin usul
ve esaslar Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir hükmüne yer
verilmiştir. Bu fıkra ile yürütmeye geniş bir düzenleme yetkisi verilmiştir.
Halbuki Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında belirtildiği üzere,
yasada belirtilmesi gereken söz konusu hususlara yasada yer verilmemesi,
yasaların açık, anlaşılabilir ve sınırlan belirli kurallar içermesi gereğinin
hukuk güvenliğinin gerçeklemesi için ön koşul kabul edildiği hukuk devleti
anlayışına ve dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesine aykırı düşmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nin 11.04.2007 tarihli 2006/35 e ve 2007/48 K.
Sayılı kararında;
'Anayasanın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti
olduğu vurgulanmıştır. Hukuk devleti, tüm işlem ve eylemleri hukuka uygun olan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdürmeyi
amaçlayan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasaya aykırı durum
ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, yargı denetimine açık, yasaların üstünde Anayasa ve yasa
koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Anayasanın 7 nci maddesinde 'Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.' denilmektedir. Buna
göre, yasa koyucunun temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye
yetki vermemesi, sınırsız, belirsiz bir alanı, yönetimin düzenlemesine
bırakmaması gerekir.
Anayasa Mahkemesi'nin önceki kararlarında vurgulandığı üzere,
Anayasada yasa ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve
sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir.
Yürütmenin düzenleme yetkisi yasa ile sınırlandırılmış, tamamlayıcı bir
yetkidir. Bu nedenle, Anayasada öngörülen ayrık durumlar dışında, yürütme
organına yasalarla düzenlenmemiş bir alanda genel nitelikte kural koyma yetkisi
verilemez. Ayrıca, yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının
Anayasanın 7 nci maddesine uygun olabilmesi için temel ilkelerin konulması,
çerçevenin çizilmesi, düzenleme için sınırsız, belirsiz, geniş bir alanın
bırakılmaması gerekir.
Dolayısıyla bu fıkra yeterli açıklık ve belirlilikten uzak
olduğundan Anayasanın 2 nci ve 7 nci maddelerine aykırıdır.
Kanunun 12. maddesinin 1. fıkrasında yer alan İnsan hakları
ihlalinden zarar gördüğü iddiasında bulunan her gerçek ve tüzel kişi Kuruma
başvurabileceği ve bu hakkın etkin bir şekilde kullanılmasına hiçbir surette
engel olunamayacağı yönündeki düzenlemenin de Anayasanın 7 nci maddesine aykırı
bir biçimde temel ilkeleri konulmadan, çerçevesi çizilmeden, sınırsız,
belirsiz, geniş bir alanın yürütme organının takdir yetkisine bırakılmış olması
karşısında bir anlam ifade etmesi mümkün değildir. Bu sınırsız yetkilendirme
karşısında yürütme organı keyfi hareket edebilecek, insan hakkı ihlali yapan da
zaten Devletin kendisi olduğu için, vatandaşlara karşı, objektif olamayacaktır.
Dolayısıyla Kanunun 12. Maddesinin 1. fıkrasında yer alan düzenlemenin içi
pratik anlamda 2. fıkra ile tamamen boşaltılmış olmaktadır. Bu madde ile,
bavurular konusunda yürütmeye tanınmış olan sınırsız düzenleme yetkisi ile,
insan hakkı ihlali mağduru olan vatandaşların bir takım bürokratik
engellemelere mağruz bırakılıp bırakılmayacağı; bir takım külfetli ve masraflı
başvuru koşullarının başvurular esnasında mecburi tutulup tutulmayacağı
özellikle belirsiz bırakılmış olup, insan hakları kurumuna başvuru yolu devlet
tarafından özde değil sözde güvence altına alınmıştır. Bu maddenin hukuk
devleti ile bağdaşır hiç bir yönü olamaz.
Sonuç olarak bu maddede kullanılacak yetkilerin, asli bir
düzenleme yetkisi niteliği taşıdığı, böyle bir yetkilendirmenin de Anayasanın 6
ncı, 7 nci, 8 inci ve 123 üncü maddelerine aykırı olduğu açıktır. Ayrıca bu
belirsizlik Anayasanın Başlangıç kısmına, 2 nci ve 5 inci maddelerine aykırı
olduğu gibi; Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı bir düzenlemenin ise
Anayasanın 2 nci ve 11 inci maddelerinde belirtilen 'hukuk devleti', Anayasanın
üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleri ile de çelişeceği ortadadır.'"