"...
I- İPTAL ve YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN GEREKÇESİ
Yürürlüğün durdurulması istemini de içeren dava dilekçesinin
gerekçesi şöyledir:
".
IV. GEREKÇE
A-) 3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun'un 22.12.1934 tarihli ve
2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 inci maddesini değiştiren 1 inci maddesinin 1
inci ve 2 inci fıkralarının; 1 inci maddesinin 4 üncü fıkrasının 1 inci
tümcesinin Anayasa'ya aykırılığı:
1. Mülkiyet Hakkının Mâhiyeti ve Anahatları ile Karakteristik
Vasıfları:
Mülkiyet hakkı, şahıslara her türlü eşyaları temellük etme, onlar
üzerinde herkese karşı dermeyan edebilecek bir hâkimiyet kurma yetkisi verir.
Mülkiyet hakkının tanıdığı bu yetki sayesinde şahıslar mülk sahibi olabilmekte,
her çeşit eşya ve araziye aralarında bölüşebilmektedirler.
Mülkiyetten doğan bu yetkiler dolayısıyladır ki, bu hakkın sosyal
düzen üzerinde önemli etkileri olur. İyi bir mülkiyet rejimi cemiyeti her
bakımdan düzenli ve ahenkli hale sokar ve insanların huzur içinde yaşamasını
sağlar (Prof.Dr.Jale G.Akipek, Mülkiyet Kavramı Üzerine Bir İnceleme, Banka ve
Ticaret Hukuku Dergisi, Şubat 1969, Cilt V, Sayı 1, s.1 vd.).
İyi bir mülkiyet rejiminin nasıl olması gerektiği hususundaki
nazarî tartışmalar ne olursa olsun bugün özel mülkiyet hiç olmazsa Batı Avrupa
hukuk sistemlerinin çoğunluğu tarafından benimsenmiştir. Yine çoğunlukla
Anayasalar mülkiyeti bir hak olarak fertlere tanırlar (Alman Anayasası madde 2,
Türk Anayasası madde 35, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi madde 17, Avrupa
İnsan Hakları Beyannamesi madde 7) ve yürürlükte bulunan hukuk düzeninin
öngördüğü şekilde kazanılmış olan mülkiyet hakkını genellikle korurlar.
Yürürlükte bulunan hukuk düzeni tarafından mülkiyet hakkının
muhtevâsı, şümûlü çok geniş veya dar tutulmuş olabilir. Bu her memleketin
sosyal bünye ve anlayışına göre değişecek olan bir husustur.
Mülkiyet hakkının mahiyetini ve ana hatları ile karakteristik
vasıflarını medenî kanunlar çizer. Bu hakkın muhtevasının şümûlünü ise daha
ziyâde kamu hukuku karakterli kanunlar tayin eder. Çünkü Anayasalar devlete,
Anayasa'da gösterilen sebeplerle mülkiyet hakkını sınırlama yetkisini tanır ve
hatta bazen kendileri bu hakkı sınırlar (Prof.Dr.Jale G.Akipek, a.g.m., s.2).
Hukuk kâideleri arasında en üst norm Anayasa'dır (Anayasa, madde
11/2). Bu itibarla, mülkiyet hakkının sınırları, öncelikle Anayasa'ya göre
tayin edilmek, çizilmek gerekir.
Diğer yandan, Anayasa'da mülkiyet hakkının şümûlü oldukça
daraltılmıştır. Bu cihet "Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
olamaz" diyen 35/3 ile "Toprak mülkiyeti" başlığını taşıyan 44
üncü maddesinden açıkça anlaşıldığı gibi, Anayasa'nın Türk Devletinin sosyal
bir devlet olduğunu belirten 2 nci maddesinden de çıkan bir sonuçtur. Bu
suretle mülkiyet hakkının ".ferdin dilediği şekilde kullanabileceği bir
hak ve sınırsız bir hürriyet niteliğinde olmadığını .bu hakkın bir bakıma
sosyal bir hak olduğunu" göstermek isteyen Anayasa bu hükümleri ile
"fert yararı ile toplum yararının karşılaştığı hallerde toplum yararının
üstün tutulacağını (Anayasa Mahkemesi Kararı, 28.4.1966 gün ve 3/23, Resmi
Gazete 11.7.1966, 12345)" ve toplum yararına olarak mülkiyet hakkının
sınırlanabileceğini kabul etmiş olur. Anayasa'nın 35 inci maddesinden de zâten
bu anlaşılır. Gerçekten, mülkiyet hakkı sosyal nitelikte aynî bir haktır.
Şu halde, Türk Hukukunda mülkiyet hakkından doğan görevlerin
asgarisinin ne olduğunu Anayasa belirler. Başka bir deyişle, mülkiyet hakkının
asgarî sınırını Anayasa'nın 35/3 üncü maddesi çizer.
Bu nedenledir ki, mülkiyet hakkı, sadece özel hukuk karakterli bir
hak, bir müessese olarak değil, fakat kamu hukuku ile karışık mahiyette bir
hak, bir müessese olarak nazara alınmak gerekir (Prof.Dr.Jale G.Akipek, a.g.m.,
s.3).
2. Yabancı Gerçek ve Tüzel Kişilerin Ülkemizde Taşınmaz Edinme
Haklarının Tarihsel Gelişimi:
İptali istenilen Kanun hükümlerinin Anayasa ilke ve kuralları
karşısındaki durumlarının irdelenip değerlendirmesine geçilmeden önce yabancı
gerçek ve tüzel kişilerin ülkemizde taşınmaz edinme haklarının tarihsel
gelişimine ve bunların esaslarına bakıldığında:
Osmanlı İmparatorluğu'nda yabancı tüzel kişilere ülkede mülk
edinme hakkının tanınmadığı, yabancı gerçek kişilere de söz konusu hakkın 7
Sefer 1284 (16 Haziran 1868) tarihli Tebaaye Ecnebiyenin Emlake Mutasarruf
Olmaları Hakkındaki Kanunla verildiği görülmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti döneminde ise Lozan Barış Antlaşmasıyla, 7
Sefer 1284 Tarihli Kanunun kabul ettiği tebaaya temsil sistemi yerine tam bir
ahdî mütekâbiliyet sistemi getirilmek suretiyle, yabancının ülkede mülk edinme
imkânı kısmen sınırlanmıştır. Sözü edilen antlaşmayla ahdî mütekâbiliyet
sistemini kabul eden Türkiye Cumhuriyeti, bu antlaşmadan yedi ay kadar sonra,
çıkardığı Köy Kanunu'nda yabancı gerçek ve tüzel kişilerin köyde gayrimenkul
edinmelerini yasaklamıştır. Böyle bir yasağın yeni kurulan Devlette millî
birlik ve beraberliğin korunması amacıyla ve bilhassa sosyal ve kültürel açıdan
gelişmemiş ve Devlet denetiminin istenilen etkinlikte görülemediği yörelerin
yabancı unsurlara açık tutulmasının yaratabileceği bir takım sakıncalardan
duyulan endişe nedeniyle getirildiğinden kuşku yoktur. Bugün de söz konusu amaç
ve nedenlerin önem ve değerini kaybettiği söylenemez.
Köy Kanunu ile yapılmış olan bu sınırlamayı Tapu Kanunu'nun 35 ve
36 ncı maddelerindeki sınırlama izlemiştir.
Mevzuatımızda 4916 sayılı Kanun yürürlüğe girinceye kadar, yabancı
tüzel kişilere ülkemizde taşınmaz edinme hakkını tanıyan genel bir hukuk kuralı
olmamış; Türk hukuk öğretisinde de, (Anayasa Mahkemesi'nin E.1984/14, K.1985/7
sayı ve 13.06.1985 tarihli kararının gerekçesinde belirttiği gibi) ilke olarak
yabancı şirketlerin Türkiye'de taşınmaz edinemeyecekleri konusunda görüş
birliği oluşmuştur.
Genel hukuk öğretisinde de, yabancı kamu hukuku tüzel kişilerinin,
özellikle devletlerin, bir başka devlet ülkesinde taşınmaz edinmelerine imkân
tanınması uygun görülmemekte; bir devletin başka bir devlet ülkesinde taşınmaz
edinmesinin o devletin siyasî bütünlüğü ilkesine aykırı düşeceğine ve siyasî
anlaşmazlıklara yol açacağına dikkat çekilerek bazı istisnalar dışında bu
konuda mütekâbiliyet esasının dahi geçerli sayılamayacağı belirtilmektedir.
(Bkz. Anayasa Mahkemesi'nin E.1986/18, K.1986/24 sayı ve 09.10.1986 tarihli
kararının gerekçesi)
Başka ülkelerde de, yabancıların mülk edinmelerine bakış açısının
Türkiye'den pek farklı olmadığı görülmektedir.
Yabancıların, klasik insan hak ve özgürlüklerinden vatandaşlar
gibi yararlandırılması, günümüzde genellikle, bütün hukuk sistemlerince kabul
edilmiş bir genel ilke niteliğinde ise de; yerine göre kamunun çok yönlü
çıkarları açısından vatandaşlar bakımından sınırlanabilen söz konusu hakların,
yabancılar yönünden de sınırlandırılması, demokratik esaslara aykırı
görülmemektedir. Nitekim İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde de, yabancıyı
ülkesinde barındıran Devlete bu imkân açıkça tanınmış bulunmaktadır.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin tanıdığı bu sınırlandırma
imkânının, devletler tarafından, yabancıların ülkelerinde taşınmaz edinme
hakları konusunda, yaygın biçimde kullanıldığı görülmektedir.
Günümüzün küreselleşen dünyasında iktisadî ve ticarî nedenler,
ülkede yabancıların taşınmaz edinmesini bir gereksinim haline getirmiş olsa
bile, yabancılara böyle bir hakkın tanınmasından doğan bir takım karmaşık
sorunlar, devletleri bu sorunları çözmek üzere yabancılar hukukunda çeşitli
sistemler geliştirmeye ve bu hakkı kendi ulusal çıkarlarına uygun esas ve
yöntemleri benimseyerek sınırlamaya yöneltmektedir.
Kimi devletlerde sınırlama, arazinin türü bakımından yapılmakta;
örneğin, tarım arazilerinde yabancılara mülk edinme hakkı verilmemektedir, kimi
devletlerde ise sınırlamanın, taşınmaza komşu mülk, taşınmazın kullanılma amacı
veya stratejik bölgeler esas alınarak yapıldığı görülmektedir. Kimi devletler
ise, yabancının uyruğunda olduğu devlete göre bir sınırlamaya gitmekte; belli
bir devletler topluluğunun üyelerine topraklarında mülk edinme hakkı tanırken,
bunların dışındakilere böyle bir hak vermemektedir. Bu bağlamda dünya ülkelerine
bakıldığında, örneğin Litvanya'da Avrupa Birliği üyeleri hariç, yabancılara
tarım arazilerinde taşınmaz edinmek hakkı verilmediği; Rusya Federasyonu'nda
yabancı uyruklu gerçek kişilerle yabancı ticaret şirketlerine ulusal sınırlara
bitişik yerlerde ve tarım arazilerinde mülk edinmek hakkı tanınmadığı ve
yabancıların edinebilecekleri mülkün azami ve asgari büyüklüğü ile ilgili
sınırlar da bulunduğu görülmektedir. Ukrayna, yabancılara tarım arazilerinde
taşınmaz edinmek hakkını tanımamakta; tarım arazisi olmayan alanlarda ise
yabancı gerçek kişilere sadece halen yabancı bir gerçek kişiye ait olan mülke
bitişik taşınmaz malları satın almak hakkını vermektedir. Ukrayna'da yabancı
tüzel kişilerin ancak bina inşa etmek üzere ve halen bir yabancı tüzel kişiye
ait olan mülke bitişik mülkü satın alma hakları vardır.
İspanya ise kural olarak ülkesinin tarım alanlarında sadece Avrupa
Birliği üyesi devletlerin vatandaşlarına mülk edinme hakkı vermektedir.
Avusturya da aynı şekilde, sadece Avrupa Birliği üyesi devletlerin
vatandaşlarına ülkesinde taşınmaz edinme hakkı tanımakta; diğer yabancı
devletlerin vatandaşlarının bu haktan yararlanmasını izne bağlamaktadır. İsveç
ve İsviçre, yabancıların tarım arazisinde taşınmaz edinmesine imkân
tanımamaktadır.
Slovenya'da, ülkenin tarım arazileri ile bunların dışında kalan
kısımlarında yalnız Avrupa Birliği ülkesi üyelerinin vatandaşları, üç yıldır
Slovenya'da oturuyor olmak koşuluyla taşınmaz edinebilmektedir. Estonya'da,
yabancı tüzel kişilere her türlü arazinin devri, idarî makamların iznine
bağlıdır.
Avrupa Birliği ülkelerinde genellikle, yabancıların taşınmaz
edinme hakkına arazinin niteliği bakımından bir sınırlama getirilerek, yurdun
her bölgesinde yabancıların mülk edinmesine imkân tanınmamasının yaygın bir
uygulama olduğu ve sınırlamanın da tarım arazileri bakımından yapıldığı
görülmektedir.
Bu sınırlamaların nedeni, ülkede yabancının arazi ve emlâk
edinmesinin salt bir mülkiyet sorunu gibi değerlendirilmemesidir. Toprak,
devletin vazgeçilmesi olanaksız aslî - maddî unsuru, egemenlik ve bağımsızlık
simgesidir. Ülke olmadan devlet olmaz. Ülke, devlet otoritesinin geçerli
olacağı alanı belli eder. Devlet, sahip olduğu üstün kudretine dayanmak
suretiyle, ülkede yerleşik olan ve devletin diğer aslî-maddî unsurunu oluşturan
insan topluluğunun güvenliğini ve yararını kollamak ve gözetmek durumundadır;
bu aslî görevi nedeni iledir ki, ülke üzerinde egemenliğe dayalı üstün bir
hakka sahiptir. Toprak ile alakalı konuda, insan haklarına saygılı, ölçülü,
âdil bir sınırlama, Devlet için bir nefsi müdâfaa tedbiri niteliğindedir.
Devletin böyle bir tedbirden vazgeçebilmesi, düşünülemez. Yurdun belli
bölgelerinde toprak alacak yabancıların o bölgelerde çoğunluk sağlayarak
etkinlik kazanmaları, bu yöndeki gelişmelerle yabancılar tarafından mülk
edinilen ülke topraklarının ülkeden kopma noktasına gelmesi, akıldan
çıkarılmaması gereken ve yakın tarihte örnekleri bulunan vâkıâlardır.
Osmanlı İmparatorluğu'nda yabancı tüzel kişilere ülkede mülk
edinme hakkının tanınmadığı, yabancı gerçek kişilere de söz konusu hakkın 7
Sefer 1284 (16 Haziran 1868) tarihli Tebaayı Ecnebiyenin Emlake Mutasarrıf
Olmaları Hakkındaki Kanunla verildiği görülmektedir
24 Temmuz 1923 tarihinde imza edilmiş bulunan Lozan Barış
Antlaşması Türkiye'de yabancılar hukuku açısından yeni bir dönemin
başlangıcıdır. İmparatorluk döneminde kişi ve kurum olarak yabancılar hukukunun
önemli bir kesimini kapitülasyonlar oluşturuyordu. Osmanlı Devleti, türlü
gâilelere neden olan kapitülasyonlardan kurtulmak için Birinci Dünya Savaşı'nın
çıkmasını fırsat sayarak 1 Ekim 1914 tarihinden itibaren "Kapitülasyonlar
ve daha sonra yapılan Antlaşmalar ve temin edilen teâmüller ve bunların
tefsirleri ile Avrupa Devletler Umumî Hukukuna muhalif olan bütün yabancı
imtiyazları kaldırdığını ve bu tarihten itibaren yabancı Devletler tebaası
hakkında Avrupa Devletler Umumî Hukuku hükümlerinin uygulanacağını. ilân
etmişti. Ne var ki, kapitülasyonlara sahip olan devletler tek taraflı olarak
yapılan ilgâ işlemini kabul etmediler. Zaten bu tarihten çok kısa bir süre
sonra ittifak Devletleri safında savaşa katılan ve yenik düşerek Mondros
Mütarekesini ve bunu izleyen Sevr Antlaşmasını imzalamak durumunda kalan
Osmanlı Devletinin, kapitülasyonlar konusundaki kararının da bir anlamı
kalmamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde; münferit irade ve fermanlarla
yapılmış olan padişah ihsanları bir yana bırakılırsa yabancı tüzel kişilerin
Osmanlı ülkesinde mülk edinmelerine asla izin verilmemiş ve bu dönemde
yabancıya mülk edinme imkânı veren herhangi bir antlaşma da yapılmamıştır.
Yabancı gerçek kişilerin mülk edinmelerine imkân sağlayan 7 Sefer 1284 (1868)
tarihli Kanunun çıkarılmasında Osmanlı Devletinin o tarihlerde içinde bulunduğu
sıkıntılar ve kapitülasyonlarla yabancıların himâyesini üstlenmiş bazı batılı
devletlerin etkisi yadsınamaz.
Bilindiği üzere kapitülasyonlar millî Kurtuluş Savaşı sonunda 24
Temmuz 1923 tarihinde imzalanmış bulunan Lozan Barış Antlaşmasının 28 inci
maddesiyle kaldırılabilmiştir.
Sözü edilen Antlaşmaya ekli "İkamet ve Selahiyeti Hakkındaki
Mukavelename"nin 3 üncü maddesiyle yabancıların Türkiye'de mal ve mülk
edinme haklarına ilişkin olarak "Türkiye'de, diğer akide tebaasının
kavanin ve nizamatı mahalliyeye tevfikan her türlü emvali menkule ve
gayrimenkuleyi ihraza, tasarrufa ve devre ve ferağa, hakları olacaktır; tebaai
mezkûre bilhassa beyi ve mübadele ve hibe, vasiyet ile yahut diğer her suretle
emvali mebhuseyi tasarruf edebilecekleri gibi ber mucibi kanun veraset
tarikiyle veya hibe veyahut vasiyet suretiyle emvali mezkureye malik
olabileceklerdir" hükmü getirilmiş; aynı mukavelenin 1. maddesinde ise
"İşbu fasılda münderiç ahkamdan her birinin Türkiye'de diğer Düveli akide
tebaa ve Şirketlerine tatbiki, Düveli mezkure arazisinde Türk teba ve
şirketleri hakkında tam bir muamelei mütekabile tatbiki şartı sarihine
muallaktır" denilerek, 7 Sefer 1284 tarihli Kanunun benimsediği tebaayı
temsil sistemi yerine, Türkiye'nin âkit devletlerle tam eşitliğinin bir
tezahürü olarak siyasi (ahdî) mütekâbiliyet esası benimsenmiştir.
Lozan Barış Antlaşmasıyla Misâkı Millî hudutları içerisinde özgür
ve bağımsız bir devlet olarak varlığı tanınan Türkiye Cumhuriyeti millî
mevzuatını düzenleme çalışmalarının hemen başında Lozan Barış Antlaşmasından
yedi ay kadar sonra. 18 Mart 1924 tarihinde yürürlüğe konulan 442 sayılı Köy
Kanunu'nun 87.nci maddesinde "Türkiye Cumhuriyeti tâbiiyetinde bulunmayan gerek
şahıslar ve gerek şahıs hükmünde olan cemiyet ve şirketlerin (eşhası hususiye
ve hükmiye) köylerde arazi ve emlak almaları memnudur." şeklinde yer alan
hükümle, yabancılara, Lozan Barış Antlaşmasıyla verilmiş bu konudaki haklara
oldukça kapsamlı bir sınırlama getirilmiştir.
Köy Kanunu ile yapılmış olan bu sınırlamayı Tapu Kanunu'nun 35
inci ve 36 ncı maddelerindeki sınırlama izlemiştir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin dünya milletler ailesine bağımsız bir
devlet olarak kabulünün uluslararası belgesi Lozan Barış Antlaşmasıdır. Bu
antlaşmaya ekli İkamet ve Selahiyeti Adliye Hakkındaki Mukavelenamede;
yabancıların ülkede mülk edinmeleri konusunda mütekâbiliyet şartı öngörülmüş,
bu tarihten sonra düzenlenen konu ile ilgili yasalarda ve yapılan bir çok
antlaşmada mütekâbiliyet şartı getirilmek suretiyle, karşılıklı muâmele esası,
gerek antlaşmalar hukuku, gerek mevzuu hukuk olarak Türk Yabancılar Hukukunun
genel ilkelerinden biri haline dönüştürülmüştür.
Yabancıların Türkiye'de mülk edinebilmeleri konusunda Lozan Barış
Antlaşmasına bağlı "İkamet ve Selahiyeti Adliye Hakkında
Mukavelename" ile kabul edilmiş ahdî mütekâbiliyet esası, sözü edilen
mukâvelenameye taraf olmayan devletler bakımından Tapu Kanunu ile Kanunî mütekâbiliyet
esâsına bağlanmış ve söz konusu hakka yeni bir takım sınırlamalar daha
getirilmiştir.
Tapu Kanunu'nun 35 inci maddesinde yer alan "tahdidi
mutazammın kanunî hükümler yerinde kalmak ve karşılıklı olmak şartıyle yabancı
hakiki şahıslar Türkiye'de gayrımenkul mallara temellük ve tevarüs
edebilirler." şeklindeki hükümle, yabancı gerçek kişilere ülkede taşınmaz
edinme hakkı tanınmıştır. Söz konusu hakkın kullanımı için Kanunun aradığı
koşullardan birincisi, Kanun ile getirilmiş kısıtlayıcı hükümlere uymak, diğeri
ise karşılıklılık (mütekâbiliyet) ilkesidir.
Böylece, Tapu Kanunu'nun 6302 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten
önceki 35 inci maddesindeki karşılıklılık (mütekâbiliyet) ilkesi ve Köy
Kanunu'nun 87.nci maddesindeki yasaklayıcı hükümler sayesinde, bugüne kadar
ülke topraklarının ve özellikle tarım (kültür) arazilerinin büyük ölçüde
yabancılar eline geçmesi önlenebilmiştir.
3. "Karşılıklılık/Mütekâbiliyet Esâsı"nı Ülkemiz
Açısından Önemli Kılan Sebepler:
Yabancıların ülkemizde mülk edinmelerine ilişkin mevzuatımız
esaslarını, yabancı gerçek ve tüzel kişiler yararına sonuçlar doğuracak biçimde
değiştiren 6302 sayılı Kanun'un 1 inci maddesinin iptalini talep ettiğimiz
hükümlerinin Anayasa ilkeleri yönünden değerlendirilmesine girmeden önce,
konuyla ilgili olarak, genellikle yabancılar hukukunda benimsenmiş sistemler,
bu konuda. Anayasa'da yer alan temel ilkeler ile Türk Yabancılar Hukukunun bir
bölümünü oluşturan ikili ve çok taraflı antlaşmalarda gözetilen genel
ilkelerden biri durumunda bulunan karşılıklılık "mütekâbiliyet" esâsı
üzerinde, bilhassa bu iptal sebebine hasren kısaca durmak gerekmiştir.
Yabancıların, klasik insan hak ve özgürlüklerinden vatandaşlar
gibi yararlandırılması, günümüzde genellikle bütün hukuk sistemlerince kabul
edilmiş genel bir ilke niteliğine ise de; yerine göre kamunun çok yönlü
çıkarları açısından vatandaşlar bakımından sınırlanabilen söz konusu hakların
yabancılar yönünden de sınırlandırılmasının demokratik esaslara aykırı
görülmemesi gerektiği yönündedir. Nitekim İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde
yabancıyı ülkesinde barındıran Devlete bu imkân açıkça tanınmış bulunmaktadır.
İnsan hak ve özgürlüklerini vatandaş gibi yabancıya da tanımış
bulunan Anayasa'nın 16 ncı maddesinde "Temel hak ve hürriyetler,
yabancılar için, milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla
sınırlanabilir" ilkesini getirmiştir. Anayasa'nın bu ilke ile gözettiği
husus, temel hak ve özgürlükler konusunda yabancılar yönünden getirilecek
sınırlamaların milletlerarası hukuka uygun bulunması ve her halde bu
sınırlamanın ancak kanunla yapılmasıdır. Milletlerarası Hukukun kaynaklarını
da, Devletlerin taraf oldukları iki veya çok taraflı Antlaşmalar,
milletlerarası teâmüller (örf ve adetler) medenî milletlerce kabul edilen ve
temel hukuk prensiplerinden bulunan, iyiniyet, ahde vefâ, kazanılmış haklara
saygı, Devletler Hukukunun iç hukuka üstünlüğü ilkeleri ve yardımcı kaynak
sayılan ilmî ve kazaî içtihatlar oluşturmaktadır.
Anayasa'nın Başlangıç Kısmının 2 nci paragrafı, milletlerarası
ilişkilerde geçerli olması gereken en önemli unsurun eşitlik ilkesi olduğunu
göstermektedir. Eşitliği sağlayacak hususların en başta geleni ise
karşılıklılık/mütekâbiliyet esasıdır.
Türk Yabancılar Hukukunun genel ilkelerinden olan karşılıklı
muâmele (mütekâbiliyet) esası, öğretide en az iki devlet arasında uygulanan ve
her birinin ülkesinde diğerinin vatandaşlarına aynı mahiyetteki hakları
karşılıklı tanımalarını ifade eden bir prensip olarak izah olunmaktadır. Bu
prensibe göre; bir yabancının Türkiye'de bir haktan yararlanabilmesi, Türklerin
de o yabancının ülkesinde aynı tür ve nitelikte olan haklardan yararlanmasına
bağlıdır. Karşılıklı muamele esası antlaşma ile (ahdî veya siyasî) ya da
kanunla (kanunî veya fiilî) olabilir. Hukukumuzda, kanunî karşılıklı muâmele,
yabancı gerçek kişilerin ülkemizde taşınmaz edinme ve miras hakları konusunda
da aranmaktadır.
Yabancının klasik insan hak ve özgürlüklerinden bazılarından
vatandaş gibi yararlandırılmamasının, bu hakların kimi sınırlama ya da
kısıtlamalara tabi tutulmasının nedenlerini Devleti korumak, onun devamlılığını
sağlamak gibi düşüncelerde aramak gerekir. Devletler arasında, ticari,
iktisadî, askerî ve kültürel ilişkilerin olabildiğince arttığı, insancıl
düşüncelerin son derece yaygınlaştığı günümüzde aynı mülâhazaların büsbütün
gücünü yitirdiği söylenemez. Tarih boyunca, devletler, ülkelerindeki yabancı
unsurlara kuşku ile bakmışlar, bazı hakları onlardan esirgemişler, bazılarını
ise kimi koşullara bağlamak suretiyle sınırlamışlardır. Sınırlamaya tâbi
tutulan hakların başlıcalarından biri mülk edinme hakkıdır. Zirâ bu hak, ülke
denilen yurt toprağıyla ilgilidir.
Ülke, devletin aslî ve maddî unsurlarından biridir. Ülke olmadan
devlet olmaz. Ülke devlet otoritesinin geçerli olacağı alanı belli eder. Devlet
sahip olduğu, kurucu unsur niteliğini taşıyan üstün kudretine dayanmak
suretiyle, ülkede yerleşik olan ve devletin diğer aslî - maddî unsurunu
oluşturan insan topluluğunun güvenliğini ve yararını kollamak ve gözetmek
durumundadır. Devlet bu aslî görevi nedeniyledir ki, ülke üzerinde egemenliğe
dayalı üstün bir hakka sahiptir.
Anayasa'nın 2 nci maddesine göre "Türkiye Cumhuriyeti.
başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan. bir. Devlet"tir. Görüldüğü
gibi, Anayasa'nın 2.nci maddesi, Cumhuriyetin niteliği olarak başlangıçta
belirtilen temel ilkelere atıf (gönderme) yapmaktadır. "Başlangıçta
belirtilen temel ilkeler"i görmeden önce, kısaca "Başlangıç"
hakkında genel bir bilgi vermek gerekirse; bazı anayasalar, yapılış sebeplerini
ve dayandıkları temel felsefeyi "Başlangıç (dibâce, preambule)" denen
kısımlarında açıklamaktadırlar. Bu kısımlar çoğu zaman edebî bir uslûpla
yazılır. Bu nedenle, anayasaların başlangıçlarının genelde pozitif değer
taşımadığı, pozitif anayasa hükümlerinin yorumunda yol gösterici, ışık tutucu
bir etkiye, manevî bir değere sahip oldukları ileri sürülmüştür (İlhan Arsel,
Türk Anayasa Hukukunun Umumî Esasları (Birinci Kitap: Cumhuriyetin temel
kuruluşu), Ankara, 1965, s.145; Hüseyin Nail Kubalı, Anayasa Hukuku Dersleri:
Genel Esaslar ve Siyasî Rejimler, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Yayınları, 1971, 2.122-124).
Ne var ki, bu görüş Anayasa'nın 176 ncı maddesinin ilk fıkrası
karşısında geçersizdir. Bu fıkraya göre, Anayasa'nın Başlangıç kısmı,
"Anayasa metnine dahildir". Dolayısıyla, Başlangıç da, Anayasa'nın
diğer maddeleriyle aynı pozitif hukukî değere sahiptir. Başlangıçta belirtilen
ilkelerin genel, soyut, edebî bir üslûpla kaleme alınması, başlangıcın
"pozitif hukukî değeri"ni ortadan kaldırmaz. Başlangıç metninin
anlamını tespit etmek, onu uygulayacak organa, örneğin Anayasa Mahkemesi'ne
aittir. Anayasa Mahkemesi, Başlangıçtaki bir ilkeye dayanarak bir kanunu iptal
edebilir (Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, Bursa, 2000, s.193).
Nitekim, Anayasa Mahkemesi bazı kararlarında Anayasa'ya uygunluk
denetiminde Anayasa'nın Başlangıç kısmını "ölçü-norm" olarak
kullanmıştır. Örneğin, Yüksek Mahkeme, yabancılara mülk satışı kararı diye
bilinen 13 Haziran 1985 tarih ve E.1984/14, K.1986/7 sayılı Kararında,
denetlediği hükümleri Başlangıçta belirtilen bazı ilkelere aykırı görerek iptal
etmiştir. Anayasa Mahkemesi anılan Kararında şöyle demiştir.
"Başlangıcın 4. paragrafındaki; Türkiye Cumhuriyetinin
"- Dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi- olduğu
ilkesiyle de devletin beşeri unsurunu oluşturan milletin diğer milletlerle hak
eşitliğine sahip bulunduğu vurgulanmıştır
Başlangıcın 7. paragrafında ise "- Hiçbir düşünce ve
mülahazanın Türk milli menfaatlerinin... karşısında korunma göremeyeceği-"
ilkesi ile de Anayasa'nın öngördüğü hukuk düzeni içinde milli menfaatlerin her
şeyin üstünde tutulması gereği belirlenmiştir.
Ülkede yabancının arazi ve emlak edinmesi salt bir mülkiyet sorunu
gibi değerlendirilemez. Toprak, devletin vazgeçilmesi olanaksız temel unsuru,
egemenlik ve bağımsızlığın simgesidir.
Karşılıklı muamele (mütekâbiliyet) esası uluslararası ilişkilerde
eşitliği sağlayan bir denge aracıdır.
. Başlangıcın 4 üncü ve 7 nci paragraflarında yer alan Anayasa'nın
yorumu ve uygulanmasında siyasal kadroların öznel değerlendirmelerini etkisiz
bırakmak amacıyla getirildiği kuşkusuz bulunan temel ilkelere aykırı
bulunmuştur." (Anayasa Mahkemesi, 13.6.1985 gün ve E.1984/14, K.1986/7
Sayılı Karar, AMKD, Sayı 21, s.173-174. Aynı gerekçe şu Kararda da
tekrarlanmıştır: Anayasa Mahkemesi, 9.10.1986 gün ve e.1986/18, K.1986/24 Sayılı
Karar, AMKD, Sayı 22, s.259-260).
Anayasa Mahkemesi anılan Kararıyla karşılıklılık/mütekâbiliyet
ilkesine, Başlangıç Bölümü'nün Türkiye Cumhuriyeti'nin "Dünya milletler
ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olduğunu" belirten ilk
şeklinin 4.ncü paragrafı hükmünden ulaşmaktadır. Zirâ, devletlerin kendi millî
çıkarlarının gereği olarak gördükleri konularda mütekâbiliyet ilkesinden
vazgeçmeleri, devletlerin "Egemenlik Bakımından Eşitliği İlkesi"ni
bozucu nitelikte bir davranış biçimidir.
Diğer yandan, Anayasa'nın Başlangıç Bölümünün (ilk şeklinin) 7 nci
paragrafında (23.7.1995 gün ve 4121 sayılı Kanunun 1.nci maddesiyle değişik
5.nci paragrafında) yer alan "Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin,
Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının . karşısında koruma
göremeyeceği." ilkesinin, Anayasa Mahkemesi'nin de isâbetle belirttiği
gibi "siyasal kadroların öznel değerlendirmelerini etkisiz bırakmak
amacıyla getirildiğini" söylemek yerinde olacaktır.
Örneğin, Anayasa Mahkemesi, TEK'in özelleştirilmesi hakkında
verdiği 9.12.1994 tarih ve E.1994/43, K.1994/42-2 sayılı Kararında da
Anayasa'nın Başlangıç kısmına dayanarak Kanunu iptal etmiş ve şöyle demiştir:
"İçerdiği temel görüş ve ilkeler yönünden Anayasa'nın öbür
hükümleriyle eş değer olan Anayasa'nın Başlangıç Kısmı'nın yedinci
paragrafında, "Hiçbir düşünce ve mülahazanın Türk millî menfaatlerinin.
karşısında korunma görmeyeceği" ilkesi ile de Anayasa'nın öngördüğü hukuk
düzeni içinde ulusal çıkarların her şeyin üstünde tutulması gereği
belirlenmiştir.
Bu nedenle dava konusu ek.1. maddenin son fıkrası ile ek
4.maddesinde herhangi bir sınır getirilmeden TEK'in teşebbüs, kuruluş,
müessese, bağlı ortaklık, iştirak, işletme ve işletme birimlerinin yabancılara
satılmasına olanak sağlanması Anayasa'nın Başlangıç'ının yedinci paragrafındaki
"Türk millî menfaatleri"nin korunması. ilkesine aykırıdır, iptalleri
gerekir" (Anayasa Mahkemesi, 9 Aralık 1994 Tarih ve E.1994/43, K.1994/42-2
sayılı Karar, AMKD, Sayı 31, Cilt 1, s.292, 295).
4. Karşılıklılık / Mütekâbiliyet Esâsının Sınırlı Aynî Hakların
Edinimi Yönünden Anlam ve Değeri:
Anayasa'nın Başlangıç Bölümünün 2 nci paragrafında yer alan
"Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi
olarak..." ibâresi, yabancı gerçek ve tüzel kişilere sınırlı aynî hakların
da, diğer haklar gibi karşılıklılık/mütekâbiliyet ilkesi esas alınarak
tanınmasını gerektirir. Aksi bir durum, Türkiye Cumhuriyeti'nin, kendi gerçek
ve tüzel kişilerine yabancı bir devletin tanımadığı hakları, bu yabancı
devletin gerçek kişilerine veya bu yabancı devletin ülkesinde bu ülkenin
kanunlarına göre kurulmuş tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerine tanıması
anlamına gelir. Bu da, hak tanıdığımız ülke ile eşit olmayan bir konuma
girmemize yol açar.
Bu nedenle, 35 nci maddenin dava konusu yaptığımız hükümleri
Anayasa'nın Başlangıcının 2 nci paragrafına aykırıdır. Çünkü 2 nci paragrafta
yer alan "Dünya Milletleri ailesinin eşit sahip şerefli bir üyesi."
ibaresi, diğer milletlerle ilişkilerimizde eşit haklara sahip olunması
gerekliliğini ifade etmektedir.
Yabancıların, karşılıklılık koşulu aranmaksızın ülkemiz üzerinde
sınırlı veya sınırsız aynî hak elde etmesi, ülkenin bölünmez bütünlüğü ilkesi
ile bağdaşmayacak bir durumdur. Çünkü, karşılıklılık ilkesinin gerçekleşmesinin
aranmaması, ülkemizin topraklarının kolayca yabancıların eline veya kullanımına
geçmesini sağlar.
Anayasa'nın hükümlerine aykırı bir düzenlemenin, Anayasa'nın 2 nci
maddesindeki "hukuk devleti", 11 inci maddesindeki "Anayasa'nın
üstünlüğü ve bağlayıcılığı" ilkeleriyle bağdaştığı da düşünülemez.
5. Konumuz Açısından Anayasa'nın "Başlangıç" Bölümünün
Ölçü-Norm Olarak Değeri:
Anayasa Mahkemesi, 1982 Anayasası yürürlüğe girdikten sonra
verdiği kararlarda, Başlangıç'taki ilkeleri, Cumhuriyet'in nitelikleri arasında
saymanın ve onlarla özleştirmenin ötesinde, bu ilkeleri "Cumhuriyet'in
niteliklerinin de dayanağı" saymış ve Başlangıç'taki ilkeleri,
Anayasa'daki diğer tüm ilke ve kuralların uygun yorumlanması gereken
"kesin buyruk" olarak değerlendirilmiştir... Ayrıca Yüksek Mahkeme,
1985/7 ve 1986/24 karar sayılı iki ayrı Kararında, yabancılara mülk satımına
ilişkin 3029 sayılı Kanun hükmünü, Başlangıç'ın 4 üncü ve 7 nci paragrafları
(23.7.1996 gün ve 4121 sayılı Kanunla değişiklikten sonra 2 nci ve 5 nci
paragraflar) ile bu paragraflara uygun yorum yaptığı Anayasa'nın 7.nci
maddesine aykırı bulunurken, Başlangıç hükümlerinin niteliği yönünden çok
önemli yorum da yapmıştır. Mahkemeye göre, 'Başlangıç'ın 4 üncü ve 7 nci
paragraflarında yer alan temel ilkelerin, Anayasa'nın yorumu ve uygulanmasında
siyasal kadroların öznel değerlendirmelerini etkisiz bırakmak amacıyla
getirildiği kuşkusuzdur.' Bu yorumu ile Mahkeme, Başlangıç'taki ilkeler
blokunun Anayasa ideolojisini oluşturduğunu ifade etmiş ve bu ideolojik ilkeler
blokunun, 'Anayasa'nın yorum ve uygulanmasında siyasal kadroların
değerlendirmesini etkisiz kılmak amacı ile getirildiğini' ileri sürerek,
Başlangıç'taki ilkelerle oluşturulan Anayasa ideolojisini yorumlama yetkisini
sadece kendine tanımıştır. Başlangıç'ın hukukî değeri, daha çok, pozitif
Anayasa kurallarının yorumlanmasına katkısı açısından sözkonusu olabilir.
Başlangıç'ın asıl hukukî değeri bu olmakla beraber içinde yeteri kadar açık,
doğrudan uygulanabilir nitelikte ilke ve kurallar varsa, bunlara Anayasa'nın
diğer kuralları gibi doğrudan bağlayıcı hukukî değer de vermek gerekir. Anayasa
Mahkemesi'nin birçok Kararında "Başlangıç" bölümünün
"ölçü-norm" olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Yukarıda açıklandığı gibi, Anayasa Mahkemesi'nin benzer olaylarda
daha önce verdiği Kararlarda da isabetle belirttiği gibi, Anayasa'nın Başlangıç
Bölümü'nde geçen "Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin. karşısında
koruma göremeyeceği" ilkesine dayanarak dava konusu yaptığımız hükümleri
iptal etmesi gerekmektedir. Zirâ, Anayasa'nın Başlangıcında belirtilen ilkeler,
Anayasa'ya uygunluk denetiminde "ölçü-norm" niteliğini haizdir.
Ölçü-norm olarak Anayasa'nın "Başlangıç"ındaki ilkelerin
hukukî anlam ve değerine ilişkin öğretide değişik görüşler bulunmaktadır.
Bunlardan bazılarına kısaca temas etmek yararlı olacaktır:
- "... 'Başlangıç' Anayasamızın metnine dâhildir. Anayasa'nın
dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten bu kısımdaki prensipler, Anayasa
metni içinde bulunmakla, kanun, tüzük, yönetmelik ve ilh... gibi, bütün diğer
mevzu hukuk kaidelerinden, hukukî kıymet bakımından üstün durumdadır. Diğer
kanunlar Anayasa'ya aykırı olamayacakları gibi, evleviyetle 'Başlangıç'
kısmındaki prensiplere de muhalif hükümler ihtiva edemeyeceklerdir. Her ne
şekilde olursa olsun, etmiş bulunurlarsa, Anayasa Mahkemesince iptali
mümkündür. Yahut, bu aykırılık davalar görülürken her zaman taraflarca itiraz
yoluyla dermeyan edilebilir... Kısacası, 'Başlangıç' kısmındaki hüküm ve
prensiplere aykırı kanunlar, kazai bir murakabe konusu teşkil edebilir ve
Anayasa Mahkemesince iptalleri imkân dahilindedir..."(A. Selçuk ÖZÇELİK,
Esas Teşkilât Hukuku, İkinci Cilt, İstanbul 1976, s.148-149)
-"...Anayasamızın bu alanda getirdiği asıl yenilik, 156/1.
madde gereğince Başlangıç kısmının Anayasa metnine dahil olmasıdır. Böylece
Başlangıç kısmında bulunan temel görüş ve ilkelere de saygı gösterilmesi
gerekmektedir. Bu görüş ve ilkelere de aykırı olan kanunlar hakkında Anayasa
Mahkemesine müracaat edilebilecektir. Hukukî sonuçlar bakımından çok mühim olan
bu yenilik, Başlangıç kısmını bir sembol olmaktan çıkarmakta ve Anayasaya geniş
gelişmek imkânları sağlamaktadır..." (Orhan ALDIKAÇTI, Anayasa Hukukumuzun
Gelişmesi ve 1961 Anayasası, İstanbul 1970, s. 155)
- "...1961 Anayasasında olduğu gibi 1982 Anayasası da 'Başlangıç'
kısmını Anayasa'nın metnine dahil addetmiştir. (Md.176)... Bu sebeple,
1961-1980 dönemlerinin Anayasa Mahkemesi kararları, Başlangıç kısmının hukukî
değer ve önemini açıklamak bakımından yararlı olma niteliğini korumaktadır.
Gerçekten, Anayasa Mahkemesi, çeşitli kararlarında, Başlangıç kısmından zaman
zaman, bir ek gerekçe olarak yararlanmıştır... 1982 Anayasasının Başlangıç
kısmı, bu bakımdan, siyasî kadroların öznel değerlendirmelerini etkisiz
bırakabilecek ilkeler getirmiştir. Kuvvetler arasında eşitliği açıkça
belirtmiş; Anayasa'nın, "Başlangıç'ta yer alan ilkeler doğrultusunda
yorumlanıp uygulanmasını emretmiştir..." (Anayasa Hukuku Ders Notları,
Yıldızhan YAYLA, İstanbul 1985, s. 83-84)
- "...1982 Anayasasının Başlangıç kısmına Anayasa'nın
anlaşılması ve yorumu konusunda bir anahtar görevi verilmiştir. Başlangıç
kısmının son paragrafında da, Anayasa'nın Başlangıçtaki temel ilkelere egemen
olan 'fikir, inanç ve karar'la anlaşılması, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna bu
yönde saygı gösterilerek, mutlak bir sadakatle yorumlanıp uygulanması gerektiği
vurgulanmıştır. Bu ilkelerin Cumhuriyet'in bir Anayasa değişikliği konusu
yapılamayacak nitelikleri olarak geçerli kılınmaları karşısında, normal siyasal
bir yaşamda onlara aykırı davranılmasının söz konusu olmayacağı açıktır. Bu
ilkeler soyut ve geniş anlamlı nitelikte oluşlarına karşın ve özel bir yasada
somutlaştırılmış olmasalar bile, Anayasa Md.11 f. II'ye göre sadece Devlet
organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluşları değil, tüm bireyleri
bağlayan ve sosyal yaşamda bireyler arası ilişkilerde de tam anlamıyla riayet
edilmesi gereken genel hukuk prensipleridirler..." (Anayasa Hukukuna
Giriş, Zafer GÖREN, İzmir 1999, s. 98).
Nitekim, 21.6.1984 günlü, 3029 sayılı "22.11.1934 tarihli ve
2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 inci maddesi ile 18.3.1924 tarih ve 442 sayılı
Köy Kanunu'nun 87 nci Maddesine Birer Fıkra Eklenmesi Hakkında Kanun'un"
1. ve 2. maddelerinin iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi'nin 13.6.1985 tarih ve
E.1984/14, K.1985/7 sayılı kararı (AMKD, Sayı: 21, Ankara 1991, s. 172-174) ile
yine 22.4.1986 günlü, 3278 sayılı "2644 sayılı Tapu Kanununun 35 inci
Maddesi ile 442 sayılı Köy Kanununun 87 nci Maddesine İkişer Fıkra Eklenmesine
Dair Kanun"un 1. ve 2. maddelerinin iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi'nin
9.10.1986 tarih ve E.1986/18, K.1986/24 sayılı kararında (AMKD., Sayı: 22,
Ankara 1987, s.259-260) Anayasa'nın "Başlangıç" bölümü doğrudan
(Anayasa'nın ölçü-norm olarak alınan diğer maddelerinin yanısıra) ölçü-norm
olarak kabul edilmiş ve her iki kararda da, iptal edilen yasa hükümleri,
Anayasa'nın Başlangıç bölümünün ilgili paragraflarına aykırı görülmüştür.
Yine, Anayasa Mahkemesi'nin 29.1.1964 tarih ve E.1963/193,
K.1964/9; 25.2.1975 tarih ve E.1973/37, K.1975/22; 29.1.1980 tarih ve
E.1979/38, K.1980/11; 27.11.1980 tarih ve E.1979/31, K.1980/59; 25.10.1983
tarih ve E.1983/2, K.1983/2; 22.5.1987 tarih ve E.1986/17, K.1987/11, 7.3.1989
tarih ve E.1989/1, K.1989/12; 6.12.1990 tarih ve E.1988/62, K.1990/3; 20.3.2001
tarih ve E.2001/9, K.2001/56 sayılı kararlarının incelenmesinde, ilgili yasa
hükümlerinin iptallerinde (25.10.1983 tarihli kararda siyasî partinin
kapatılmasında) Anayasa'nın Başlangıç'ının değişik paragraflarının doğrudan
ölçü-norm olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Diğer yandan, Anayasa Mahkemesi, gerek 1961, gerekse 1982
Anayasaları dönemlerinde verdiği çeşitli kararlarında hukukun genel
ilkelerinden "destek ölçü norm" olarak yararlanmış, hatta zaman zaman
bu ilkelerin Anayasa hükümlerinden de önde geldiği yolunda ifadeler
kullanmıştır (Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Ankara, 1995, sh.97 vd).
Örneğin, bazı kararlarında "hukuk devletinin, Anayasa'nın açık
hükümlerinden önce hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduğu ilkelere
uygun olması gerekir" denildiği gibi (E. 1963/166 K, K. 1964/76, Karar
Tarihi 22.12.1964, AMKD, Sayı 2, s.291; E. 1985/31, K. 1986/11, Karar Tarihi
27.3.1986, AMKD, Sayı 22, s.119-120), başka bir takım kararlarında da, denetim
konusu olan kuralın "anayasa ilkelerine ve bu ilkelerin dayandığı üstün,
genel hukuk kurallarına uygun olup olmadığı"nın araştırılacağı ifade
edilmektedir (E. 1987/30, K. 1988/5, Karar Tarihi 15.3.1988, AMKD, Sayı 24,
s.77). Gene Anayasa Mahkemesinin diğer bazı kararlarına göre, "hukuk
devleti .Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı
denetimine açık olan, yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel
hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilinci"ne sahip bulunan devlettir
(E.1985/31, K.1986/11, Karar Tarihi 27.3.1986, AMKD, Sayı 22, s.120; E. 1986/3,
K. 1986/15, Karar Tarihi 3.7.1986, AMKD, Sayı 22, s.174-175; E. 1963/124, K.
1963/243, Karar Tarihi 11.10.1963, AMKD, Sayı 1, s.429).
Kanaatimizce, "Mütekâbiliyet/Karşılıklılık Esâsı"nın varlığı,
korunması ve tanınması, hukuk devletlerinde benimsenen temel bir hukuk
kuralıdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda her ne kadar yabancıların mülk
edinimi konusunda karşılıklılık koşuluna açıkça yer verilmemiş ise de, bu
kuralı ortadan kaldıracak hiçbir hüküm de yoktur; olabilmesi de düşünülemez!
Dolayısı ile, 6320 sayılı Kanun'un görüşülmesi sırasında Adalet Komisyonunca
hazırlanan raporda yer alan ". karşılıklılık koşuluna yer verilmemesi
Anayasaya aykırılık anlamına gelmez. Diğer taraftan karşılıklılık ilkesinin yer
verilip verilmediği hususu yabancılar hukuku bakımından milletlerarası eşitliği
sağlayan tek ilke olmadığı gibi, bu şartı zorunlu kılan bir Anayasa hükmü
bulunmaması da bu ilkeden her zaman vazgeçilebileceğini göstermektedir."
yönündeki görüşe katılabilmek mümkün değildir.
6. Yabancıların Mülk Edinmelerine Yönelik Ülkemizde Görülen Hukukî
Rejimi Değiştirme Girişimleri:
Yabancıların ülkemizde mülk edinmelerine ilişkin hukuksal
rejimimizi değiştirme girişimleri daha önce vâki olmuştur.
Örneğin, 21.06.1984 tarih ve 3029 sayılı Kanun, Bakanlar Kurulunun
uygun göreceği yabancı ülke halkına mütekâbiliyet şartı aranmaksızın Türkiye'de
mülk edinme hakkı getirmişti. Ayrıca, köylerde yabancıların mülk edinmeleri
yasaklanmışken, yabancıların köylerde de mütekâbiliyet şartı aranmaksızın
Bakanlar Kurulunun uygun göreceği bölge ve illerde arazi ve emlâk alabilmeleri
esâsını getirmişti.
3029 sayılı Kanun, Anayasa Mahkemesi'nce Anayasa'ya aykırı bulunarak
iptal edilmiştir. (E: 1984/14, K: 1985/7)
Daha sonra 1986 yılında çıkarılan 3278 sayılı Kanun ile, yine
karşılıklılık / mütekâbiliyet şartı aranmadan yabancılara mülk edinme hakkı
tanınmıştır. 3278 sayılı Kanun, iptal edilen 3029 sayılı Kanundaki iptale neden
olan benzer hükümleri içermekteydi.
3029 sayılı Kanunda, Bakanlar Kurulunun saptayacağı belli
bölgelerdeki mülkler için satış söz konusu iken, 3278 sayılı Kanunda bu da
kaldırılarak yabancılara ülkenin tümünde mütekâbiliyet şartı aranmaksızın mülk
edinme olanağı sağlanmıştı.
Anayasa Mahkemesi, yabancılara Türkiye'de taşınmaz edinme hakkı
tanıyan 3278 sayılı Kanunu Anayasa'ya aykırı bulmuştur. (E. 1986/18, K.
1986/24)
Anılan Kararda, "Devletlerarası ilişkilerde karşılıklı
muâmele esâsı, devletlerin ülkeleri üzerindeki egemenlik haklarının doğal
sonuçlarından biridir. Devletlerin ilişkilerinde az ya da çok gelişmişlik,
nüfus ve toprak büyüklüğü ve öbür niteliklerinin nazara alınmaması, bunların
birbirlerine eşit oldukları prensibine dayanır." denilmiştir.
Anayasa'nın 176 ncı maddesinde, Anayasa'nın dayandığı temel görüş
ve ilkeleri belirten Başlangıç kısmının, Anayasa metnine dâhil olduğu
açıklanmış, anılan maddenin gerekçesinde de Başlangıç kısmının, Anayasa'nın
diğer hükümleriyle eşdeğerde olduğu vurgulanmıştır.
Anayasa'nın Cumhuriyetin niteliklerini belirleyen 2 nci maddesinde
ise "Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet
anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir
hukuk Devleti" olduğu belirtilmiştir.
Başlangıç'ın 2 nci paragrafındaki; Türkiye Cumhuriyeti'nin
"Dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi
olduğu" ilkesiyle, devletin beşeri unsurunu oluşturan milletin diğer
milletlerle hak eşitliğine sahip bulunduğu vurgulanmıştır.
Başlangıcın 5 inci paragrafında ise "Hiçbir düşünce ve
mülahazanın Türk milli menfaatlerinin ..... karşısında korunma
göremeyeceği" ilkesi ile, Anayasa'nın öngördüğü hukuk düzeni içinde, millî
menfaatlerin her şeyin üstünde tutulması gereği belirlenmiştir
7. Anayasa'ya Aykırılık Gerekçeleri
a-) Daha önce de açıklandığı üzere, 6302 sayılı Kanun'un getirdiği
değişiklikten önce Tapu Kanunu'nun 35.nci maddesine göre, yabancı gerçek
kişiler, sınırlayıcı Kanun hükümlerine uymak ve karşılıklılık
"mütekâbiliyet" şartı ile ülkemizde şehir ve kasaba, belediye
sınırları içerisinde taşınmaz edinebiliyorlardı. 6302 sayılı Kanun'un sözü
edilen 1 inci maddesinin 1 inci fıkrasına göre, kanunî sınırlamalara uyulmak
kaydıyla, uluslararası ikili ilişkiler yönünden ve ülke menfaatlerinin
gerektirdiği hallerde Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen ülkelerin vatandaşı
olan yabancı uyruklu gerçek kişilerin Türkiye'de taşınmaz ve sınırlı aynî hak
edinebilmeleri ve yabancı uyruklu gerçek kişilerin edindikleri taşınmazlar ile
bağımsız ve sürekli nitelikteki sınırlı aynî hakların toplam alanı, özel
mülkiyete konu ilçe yüz ölçümünün yüzde onunu ve kişi başına ülke genelinde
otuz hektarı geçemeyeceği hükme bağlandıktan sonra Bakanlar Kurulunun kişi
başına ülke genelinde edinilebilecek miktarı iki katına kadar artırmaya yetkili
kılındığı belirtilmiştir.
Oysa, bu kavramlara yer verilmiş olması 6302 sayılı Kanun'un
Anayasa'nın 7.nci maddesine aykırılığını ortadan kaldırmamaktadır. Her şeyden
önce, yabancılara karşılıklılık esâsı aranmaksızın Türkiye'de taşınmaz ve
sınırlı aynî hak edinme imkânının tanınmasında "uluslararası ikili
ilişkiler yönünden ve ülke menfaatlerinin gerektirdiği haller"in ne anlama
geldiğini saptayacak ve bunun üzerine yabancıya gerekli izni verecek olan
mercii, anılan fıkra hükmüne göre Bakanlar Kuruludur. Başka bir deyişle, söz
konusu kavramlara Kanunda yer vermekle Kanunkoyucu yürütme organına tanınan
yetkileri kullanmasında bir sınır koymamış, aksine bu Kanunla verilen
yetkilerin kullanımı büsbütün sübjektif nitelik taşıyan kıstaslara bağlamıştır.
Ayrıca, bu soyut kavramların Kanunda yer almasının ya da
almamasının Anayasal açıdan büyük bir önem taşıdığı da savunulamaz. Çünkü
hükûmetler tüm karar ve işlemlerinde ulusal çıkarları gözetmek ve korumak, ulusal
birliği, ulusal güvenliği ve ulusal ekonomiyi güçlendirme yönünde çaba
göstermek zorundadırlar. Özellikle dış ilişkilerde ve bu arada yabancılar
hukuku alanında tesis edilen işlemlerde en geniş anlamda ulusal çıkarların
gözönünde tutulması işin doğası gereğidir. Dolayısıyla, 6320 sayılı Kanun'un 1
inci maddesinde yer alan "Uluslararası ikili ilişkiler yönünden ve ülke
menfaatlerinin gerektirdiği haller" biçimindeki ibârenin, bu Kanunla
tanınan yetkilerin kullanılmasında Bakanlar Kurulunu sınırlayıcı ve onun yetki
alanını düzenleyici birer esas olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Kaldı
ki, Kanunda yer alan bu kavramların somut, objektif, herkesçe üzerinde
anlaşılabilir bir yönü de yoktur. Aksine, "ülke menfaatlerinin
gerektirdiği haller" gibi kavramlar, her yana çekilebilen, soyut ve
sınırları belli olmayan, zamana ve kişiye, siyasî iktidarlara göre değişebilen
ve bu nedenle değişik siyasî iktidarlar elinde çok değişik amaçlarla kullanılma
olanağı bulunan kavramlardır. 6302 sayılı Kanunda yer alan bu kavramlar
Bakanlar Kuruluna verilen yetkinin amacını, kapsamını ve sınırlarını
belirlemekten uzaktır.
6302 sayılı Kanun ile Bakanlar Kuruluna tanınan yetki sınırları
net ve açık değildir. Bunlar arasında "kanunla" düzenlenmesi gereken
yönler vardır. Uygulamanın yaygınlaştırılması durumunda yasama organınca
düzenlenmesi gereken esasların neler olabileceği daha da belirgin hale
gelmektedir. Yabancının alacağı arazinin azamî miktarı, emlâkin adedi, alınma
amaçları, satın alınacak emlâkin yeri, satın almanın koşulları, devir ve
ferağda gözetilecek ilkeler hep kanun ile düzenlenmesi gereken hususlardandır.
Bütün bu yönlerde yasama organının serinkanlı ve objektif değerlendirilmesine
gereksinim vardır.
Öte yandan, mülkiyet hakkını sınırlayan bu esasların kanun ile
düzenlenmesi Anayasa'nın 35 inci maddesi hükmü gereğidir.
Yürütmeye bir yetki olma gücü veren esaslar Anayasa'nın muhtelif
maddelerine serpiştirilmiş durumdadır. Bunlardan düzenleme ile ilgili olarak
yeni Anayasa'nın getirdikleri, olağanüstü haller ve sıkıyönetim süresince
Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunun, sözü edilen
hallerin gerekli kıldığı konulara hasren kanun hükmünde kararname çıkartma;
Bakanlar Kurulunun, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlerin muaflık,
istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerde, kanunun belirttiği
yukarı ve aşağı sınırlar içerisinde değişiklik yapmak, dış ticaretin ülke
ekonomisinin yararına olmak üzere düzenlenmesi amacıyla, ithalat, ihracat ve
dış ticaret işlemleri üzerine vergi ve benzeri yükümlülükler dışına ek mâlî
yükümler koymak ve bunları kaldırmak gibi hususlardır.
Yürütmenin, tüzük ve yönetmelik çıkartmak gibi klasik düzenleme
yetkisi, "İdarenin Kanunîliği ilkesi" içerisinde sınırlı ve
tamamlayıcı bir yetki durumundadır. Bu bakımdan Anayasa'da ifadesini bulan
yukarıdaki ayrık haller dışında, kanunlarla düzenlenmemiş bir alanda yürütmenin
sübjektif hakları etkileyen bir kural koyma yetkisi bulunmamaktadır. Kanun ile
yetkili kılınmış olması da bu sonuca etkili değildir. Bu itibarla 6302 sayılı
Kanun'un 1.nci maddesinde uygulamaya ilişkin esasların tesbiti yönünden
yürütmeye verilen yetkinin genişliği ve belirsizliği apaçık ortadadır. Anılan
Kanunda, esasla alakalı birçok yönler düzenlenmemiştir. Bu durum açıkça bir
yetki devridir ve her şeyden önce Anayasa'nın "Yasama yetkisi Türk Milleti
adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez" hükmünü
içeren 7 nci maddesine aykırıdır.
b-) 6302 sayılı Kanun Tasarısı sevk gerekçesinde, özetle,
"...22/12/1934 tarihli ve 2644 sayılı Tapu Kanununun 36 ncı
maddesinde, yabancı uyruklu gerçek kişilerin bir köye bağlı olmayan müstakil
çiftliklere ve köy sınırları dışında kalan arazinin otuz hektardan çoğuna ancak
Hükümetin izni ile sahip olabilecekleri hükme bağlanmıştır. 1934 ila 2006
yılları arasında yabancı uyruklu gerçek kişilerin ülkemizde edinebileceği alan
karşılıklı olmak şartı ile 30 hektar olarak belirlenmiş ve bu miktarı geçen
alanları edinebilmeleri Hükümet iznine bağlı kılınmıştır. Böylece, 1934 ila
2006 yılları arasında Hükümet tarafından izin verilmek şartı ile yabancı
uyruklu gerçek kişilerin genel olarak sınırsız taşınmaz edinim hakkı
bulunmaktaydı. 2006 yılında yapılan değişiklikle, yabancı uyruklu gerçek
kişilerin, ülke genelinde edinebileceği taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli
nitelikte sınırlı aynî hakların toplam yüzölçümü iki buçuk hektara
düşürülmüştür.
Tasarı ile kanuni sınırlamalara uyulmak kaydıyla ülke menfaatlerinin
gerektirdiği hallerde Dışişleri Bakanlığının görüşü üzerine Çevre ve Şehircilik
ve Maliye Bakanlığı tarafından belirlenen ülkelerin vatandaşı olan yabancı
uyruklu gerçek kişilere Türkiye'de taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinme imkanı
tanınmakta, ancak bu kişilerin ülke genelinde edinebilecekleri taşınmazlar ile
bağımsız ve sürekli nitelikteki sınırlı ayni hakların toplam yüzölçümünün otuz
hektarı geçemeyeceği, anılan Bakanlıkların ülke menfaatlerinin gerektirdiği
hallerde bu miktarı iki katına çıkarmaya yetkili olduğu ve bu Bakanlıkların
yabancı uyruklu gerçek kişilerin taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilecekleri
yerleri; il, ilçe, uygulama imar planı, mevzii imar planı, koordinatları
belirlenmiş alanlar veya bunların belirli oranları olarak belirleyebileceği
hükme bağlanmıştır. Böylece, 1934 ila 2006 yılları arasında uygulanan
yabancıların taşınmaz edinimi hükümlerine, sınırsız taşınmaz edinim hakkı hariç
paralel düzenleme yapılmıştır..." görüşüne yer verilmiştir.
Bu kısa ve yalın gerekçelere göre yasalaşmış olan 6302 sayılı
Kanun, yabancı gerçek ve tüzel kişilerin ülkemizde taşınmaz satın
alabilmelerinde tüm yetki ve inisiyatifi Bakanlar Kuruluna bırakmıştır.
Bakanlar Kurulunca Kanunun uygulanmasına ilişkin esaslar tespit
edilmediğine göre gerektiğinde peyderpey düzenleneceği anlaşılan uygulama
esasları genişletildikçe ülke topraklarından önemli bir kısmının yabancı gerçek
ve tüzel kişiler eline geçmesi sonucunu doğuracaktır.
Devletlerarası ilişkilerde karşılıklı muâmele esâsı, devletlerin
ülkeleri üzerindeki egemenlik haklarının doğal sonuçlarından biridir.
Devletlerin ilişkilerinde az ya da çok gelişmişlik, nüfus ve toprak büyüklüğü
ve diğer niteliklerinin nazara alınmaması, bunların birbirlerine eşit oldukları
prensibine dayanır.
Bir devletin, ülkesinde, yabancılara haklar tanımasının ve bu
konuda karşılıklı muâmele esâsından vazgeçmesinin bir iç hukuk sorunu olduğu
görüşü genelde yadsınamaz; ancak, toprak edinme konusundaki mütekâbiliyet
esâsının başka konulardaki mütekâbiliyet esâsından farklı yönü, Devletin,
"ülke" denilen aslî ve maddî unsuruyla olan ilişkisidir. Söz konusu
ilişki bu noktada farklı bir düşünce ve hassasiyeti zorunlu kılar. Kaldı ki; bu
alanda hakkın süjesi bireylerdir. Kendi vatandaşına yabancı ülkede aynı hakkı
sağlamadan, ülkesinde yabancıya hak tanınması gerektiği görüşü kolaylıkla
savunulamaz!
Yabancı bir ülkede mülk edinmek, çoğu kez o ülkede seyahat etmek,
çalışmak veya yerleşmek gibi isteklerin bir uzantısıdır. Ülkede mülk edinerek
yaşamını kısmen ya da tamamen orada sürdürecek olan yabancının her türlü
davranışına katlanacak olan, onunla belli bir yöre ya da çevrede yaşamı
paylaşmak zorunda kalan vatandaş olacaktır. Bu itibarla vatandaşımızın, kendi
ülkesinde mülk edinmesine katlanamayan bir devlet uyruğundan her halde bu
hakkın esirgenmesi gerekir. Aksine bir durum ise yabancıya tanınmış bir imtiyaz
sayılır.
Yabancıya satılan toprakların yasal yollardan yerine göre geri
alınabilmesi olanağının varlığına güvenilemez. Yabancının her an kendi
devletinin himâyesinde olduğu dikkate alındığında böyle bir yola başvurmanın
devletlerarası çetin sorunları dâvet etmesi kaçınılmazdır.
Anayasa'nın 176 ncı maddesinde, Anayasa'nın dayandığı temel görüş
ve ilkeleri belirten Başlangıç kısmının, Anayasa metnine dâhil olduğu
açıklanmış, anılan maddenin gerekçesinde de Başlangıç kısmının, Anayasa'nın
diğer hükümleriyle eşdeğerde olduğu vurgulanmıştır. Cumhuriyet'in niteliklerini
belirleyen 2 nci maddesinde ise "Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti" kuralı ile Başlangıçta belirtilen
temel ilkeler Cumhuriyet'in nitelikleriyle özdeşleştirilmiştir.
Anayasa'nın 2 nci maddesinde, insan haklarına toplumun huzuru,
millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde saygılı olunacağı hükmüne yer vermek
suretiyle 1961 Anayasasına nazaran Devlet ve toplumun çıkarlarına öncelik
tanınmıştır.
Başlangıcın 2 nci paragrafındaki; Türkiye Cumhuriyetinin
"Dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi
olduğu" ilkesiyle de devletin beşerî unsurunu oluşturan milletin diğer
milletlerle hak eşitliğine sahip bulunduğu vurgulanmıştır.
Başlangıcın 3 üncü paragrafında getirilen "Millet iradesinin
mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu ve
bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu
Anayasa'da gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş
hukuk düzeni dışına çıkamayacağı" ilkesi ile tüm kişilerin ve kuruluşların
bu hukuk düzeni dışına çıkması engellenmiştir.
Başlangıcın 5 inci paragrafında ise "Hiçbir faaliyetin Türk
milli menfaatlerinin... karşısında korunma göremeyeceği" ilkesi ile de
Anayasa'nın öngördüğü hukuk düzeni içinde millî menfaatlerin her şeyin üstünde
tutulması gereği belirlenmiştir.
Yukarıda da değinildiği gibi, ülkede yabancının arazi ve emlak
edinmesi salt bir mülkiyet sorunu gibi değerlendirilemez. Toprak, devletin
vazgeçilmesi olanaksız temel unsuru, egemenlik ve bağımsızlığın simgesidir.
c-) 6302 sayılı Kanun'un muhtelif hükümlerinde yer alan
"yabancı ülkelerde kendi ülkelerin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe
sahip ticaret şirketleri" ibâresine bakıldığında, bu ibârede belirtilen
şirket niteliklerinin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına veya ticaret
şirketlerine ülkesinde taşınmaz edinmek hakkını tanımayan bir devletin
vatandaşlarının, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına ve ticaret şirketlerine
taşınmaz edinme hakkını tanıyan bir devletin ülkesinde ve bu devlet kanunlarına
tâbi bir ticaret şirketi kurmak suretiyle, bu şirket aracılığı ile Türkiye'de
mülk edinmelerine imkân tanıdığı anlaşılmaktadır.
Karşılıklılık şartı aranmadan Bakanlar Kurulu tarafından
belirlenen ülkelerin vatandaşı olan yabancı uyruklu gerçek kişilere ve yabancı
ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip
ticaret şirketlerine Türkiye'de taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinme hakkı
tanınmasında "kamu yararı" bulunmamaktadır. Çünkü, bu yasal
düzenlemenin Türkiye'ye olumlu bir katkı sağlaması söz konusu değildir. 35 inci
maddenin 1 inci fıkrasının 1 inci tümcesindeki söz konusu ibârenin, Anayasa'nın
Başlangıç kısmının 1 inci paragrafında yer alan "Yüce Türk Devletinin
bölünmez bütünlüğü" ilkesine aykırı olduğu görülmektedir. Çünkü karşılıklılık
şartının aşılmasına elverişli bir tanım çerçevesinde yabancı ticaret
şirketlerine Türkiye'de taşınmaz edinmek hakkını tanımak, toprak - ülke unsuru
bakımından, devletin bölünmez bütünlüğünü tehlikeye düşürecek bir husustur.
Karşılıklılık ilkesine yer verilmeyen böyle bir düzenlemenin, Anayasa'nın
Başlangıç kısmının 2 inci paragrafı ile de bağdaşmayacağı ortadadır.
Karşılıklılık ilkesi, mülkiyet bakımından, yalnız ülkelerin
karşılıklı olarak birbirlerinin gerçek ve tüzel kişilerine ülkelerinde mülk
edinmek hakkının tanınması anlamına gelmemekte; fakat bu hakkın ediniminde
uyulacak sınırlar bakımından da, ülkeler arasında bir paralellik bulunmasını
gerektirmektedir.
Ülkeler arasında böylesi bir paralellik kurulmadan veya aranmadan,
yabancılara ülkede taşınmaz edinme hakkının kural olarak ülkenin bütünü
üzerinde tanınması, karşılıklılık ilkesine aykırı olacağı gibi, ülkenin
bölünmez bütünlüğünü de tehlikeye atar; çünkü bu şekilde ülke toprakları,
yabancılar tarafından satın alma yoluyla kolayca ele geçirilebilir.
Taşınmaz edinmek hakkının tanınacağı ticaret şirketinin aynı
zamanda bir kamu hukuku tüzel kişiliği taşıması, bu tehlikenin boyutlarını daha
da genişletecek bir durumdur.
Kaldı ki, ulusumuza ve ülkemize bir katkı sağlanması, örneğin
belli ölçekte bir yatırım veya faaliyet alanı bakımından taşınmaz edinilmesinin
gerekliliği gibi koşullar söz konusu olmadan yabancı ticaret şirketlerinin
ülkede taşınmaz edinmesine imkân tanımanın kamu yararı ile de ilgisi yoktur.
Kamu yararı olmaksızın, stratejik alanlar, tarım alanları gibi
kısımlar dışta tutulmadan ve mülk edinme hakkının sınırlarında denklik
aranmadan ülke topraklarının yabancı gerçek kişilerle yabancı ticaret
şirketlerinin taşınmaz edinmesine açılmasının, Anayasa'nın Başlangıç Kısmının 1
inci paragrafında yer alan, ülkenin bölünmez bütünlüğü ilkesiyle bağdaşması da
beklenemez.
Anayasa'nın çeşitli maddelerine aykırı bir düzenleme Anayasa'nın 2
nci maddesindeki hukuk devleti ve Anayasa'nın 11 inci maddesindeki Anayasa'nın
üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesiyle de bağdaşmaz.
Bu nedenle, karşılıklılık şartı aramaksızın Bakanlar Kurulu
tarafından belirlenen ülkelerin vatandaşı olan yabancı uyruklu gerçek kişilere
ve yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe
sahip ticaret şirketlerine Türkiye'de taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinmelerine
imkân sağlayan 6302 sayılı Tapu Kanunu ve Kadastro Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun'un iptali talep olunan 1 inci maddesinin 1 inci, 2
inci fıkraları ile 4 üncü fıkrasının birinci tümcesinin Anayasa'nın 2, 3 ve
11.inci maddeleri ile Başlangıç kısmının 1, 2 ve 5 inci paragraflarına aykırı
olan 1.nci fıkrasının iptalinin gerekli olduğu düşünülmektedir.
8. 6302 sayılı Kanun'un Hukukî Niteliği ve Getirdiği Düzenlemenin
Kısa Analizi:
a-) 6302 sayılı Kanun, girift/karmaşık ve hukuk tekniğinin
gerektirdiği sistemden mahrum olması nedeniyle konuya açıklık getirmek
bakımından, anılan Kanunu kısaca tanımlamak gereğini duyduk:
Ülkemizde yabancıların mülk edinmeleri konusunda Tapu Kanunu'nun
(6302 sayılı Kanun'dan önce) 35 inci maddesi ve Köy Kanunu'nun 87 inci
maddesinde iki hüküm yer almıştır.
Köy Kanunu'ndaki hükme göre, yabancıların (yabancı hakiki şahıs,
cemiyet ve şirketin) köylerde arazi ve emlâk almaları yasaklanmıştı.
Ancak, Tapu Kanunu'nun 6302 sayılı Kanun'la getirilen değişiklik
öncesi 35 inci maddesindeki hüküm yabancı hakîki şahısların Türkiye'de
gayrimenkul sahibi olabilecekleri ve tevârüs edebilecekleri esâsını taşıyordu.
Ancak, bu hüküm mütekâbiliyet koşulunu da içeriyordu.
Her iki Kanunun getirdiği sistemi özetleyecek olursak; ülkemizde
köyler dışında kalan gayrimenkuller yabancılar tarafından mülk edinilebilecek
ve tevârüs edinilebilecekti. Ancak, mütekâbiliyet esâsı şart idi.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nca hazırlanan ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı'na arzı Bakanlar Kurulunca 2.1.2012 tarihinde
kararlaştırılan "Tapu Kanunu ve Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarısı" ile ilgili olarak hazırlanan ve Adalet Komisyonu
Başkanlığına sunulan Alt Komisyon Raporu'nda aynen şu görüşlere yer
verilmiştir:
". 21/6/1984 tarihli ve 3029 sayılı "22.11.1934 Tarihli
ve 2644 Sayılı Tapu Kanununun 35 inci Maddesi ile 18.3.1924 Tarih ve 442 Sayılı
Köy Kanununun 87 nci Maddesine Birer Fıkra Eklenmesi Hakkında Kanun" ile
başlayıp günümüze kadar gelen süreçte aynı konuda düzenleme öngören toplam altı
değişiklik yapılmış ve yapılan değişiklikler Anayasa Mahkemesi tarafından ya
tamamen ya da kısmen iptal edilmiştir.
Halen yürürlükte bulunan 35 inci maddedeki "karşılıklılık
ilkesi", yürürlükten kaldırılmaktadır..."
Hiç şüphe yok ki, karşılıklılık (mütekâbiliyet) ilkesinin
yürürlükten kaldırılması dahi tek başına Anayasa'ya aykırılık anlamı
taşımaktadır.
Yukarıda da değinildiği gibi, Anayasa'nın Başlangıç Bölümü'nde
Türkiye Cumhuriyeti'nin "Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip
şerefli bir üyesi" olduğu hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla yabancı uyruklu
kişilerin Ülkemizde taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinebilmelerinde
Karşılıklılık (Mütekâbiliyet) aranması, eşitlik ilkesinin hayata
geçirilebilmesinin bir yöntemi olarak kabul edilmektedir. Kaldı ki
Karşılıklılık (Mütekâbiliyet) ilkesi, uluslararası hukukun dayandığı temel
ilkelerden birisi olduğuna göre buna aykırı düzenlemeler kabul edilemez.
Karşılıklılık (Mütekâbiliyet) kuralı aranmadığı takdirde kendi
ülkesinde yabancıların taşınmaz edinmesine müsâade etmeyen bir Devletin
vatandaşlarının Türkiye'de taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinmesine imkân
sağlanmış olur ki, bu sonuç kabul edilmez.
Diğer yandan 1 inci maddenin 1.nci fıkrasının ilk tümcesinde yer
alan "Kanuni sınırlamalara uyulmak kaydıyla" kıstasının ne anlam
ifade ettiği açık değildir. Bu kıstasın ne anlam ifade ettiği, daha önceki
değişikliklerde olduğu gibi bu Tasarıda da açık ve seçik bir biçimde ortaya
konulmamıştır. Kuşkusuz bu kavram bugün yürürlükte olan birtakım kanunları
ifade ettiği gibi ileride yürürlüğe konulabilecek olan ve bugünden ne
getireceği bilinmeyen/bilenemeyen kanunları da kapsamına almakta ve bu nedenle
de öngörülemezliğe neden olmaktadır. Açıklıktan ve öngörülebilirlikten uzak
olan Tasarı, hukukî güvenlik beklentisini zedeleyebilecek nitelikte olduğundan
Anayasa'nın 2 nci maddesine aykırıdır. Diğer taraftan kıstastaki muğlaklık,
kendini "ülke menfaatlerinin gerektirdiği hallerde" ibaresinde de
açıkça göstermektedir.
Yabancıların taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinebilmeleri yönündeki
tüm yetkiler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Maliye Bakanlığı'na
verilmektedir. Özellikle "ülke menfaatlerinin gerektirdiği haller"
kıstasından ne anlaşılması gerektiğinin açık olmaması karşısında, bu kadar
ehemmiyetli konularda tüm yetkilerin iki Bakanlığa verilmesi doğru değildir.
Kaldı ki, Ülkemizin büyük oranda yabancıların nüfuzuna açılmasına neden
olabilecek olan bir konuda tüm yetkilerin iki Bakanlık arasında paylaştırılması
Bakanlar Kurulu'nun kollektif sorumluluğu ile bağdaşmamaktadır."
Gerçekten, Tapu Kanunu'nun 35 inci maddesinde yer alan
"kanuni sınırlamalara uyulmak kaydıyla" biçimindeki sözcüklerle başka
kanunlarda yer alan düzenlemelere "yollama" yapılarak kamu yararı ve
ülke güvenliği korunmak istenmekte ise de, maddede yer alan "kanuni
sınırlamalar" ibâresine açıklık getirilmemiştir. Anayasa'dan kaynaklanan
sınırlamalara ülkede yaşayan herkesin uyacağı kuşkusuzdur. Ancak, kapsamı ve
önemi bakımından tek başına kanun konusu olabilecek bir düzenlemede, ülke
güvenliği ve kamu yararını sağlayabilmek için ihtiyaç duyulan sınırlamalara
maddede yer verilmesi yerine diğer kanunlardaki sınırlamalara yollama yapılması
anayasal denetimi güçleştirebileceği gibi, sözü edilen düzenlemenin açık,
anlaşılabilir ve sınırları belirli kurallar içermesi gereğini öngören hukuk
devleti ilkesi ile de bağdaşmamaktadır.
Diğer yandan, ülke güvenliği ve kamu yararı için ihtiyaç duyulan
sınırlamalara nitelikleri açıklıkla belirtilerek maddede yer verilmemesi
nedeniyle oluşan belirsizlik, uygulamayı zorlaştırabileceği gibi anayasal
denetimi de güçleştirir.
Bu nedenle, söz konusu ibâreyle yapılan yollama, ülke güvenliğini
ve kamu yararını korumak bakımından yeterli olmadığı için, Anayasa'nın
Başlangıç ve 5 inci maddesine aykırı olduğu gibi; açık, anlaşılabilir ve
sınırları belirli kurallar içermediği için de Anayasa'nın 2 inci maddesindeki
hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
b-) Tapu Kanunu'nun 35 inci maddesinin 1 inci fıkrasının 2 nci
cümlesinde yabancılara tanınan sınırlı aynî hak tesisi, birinci fıkranın
birinci cümlesindeki "...kanuni sınırlamalara uyulmak..." koşuluna
bağlandığı için, sınırlı aynî hak tesis edilmesinde de aynı koşullar aranır
biçimindeki kural, yukarıda açıklanan gerekçelerle "...kanuni
sınırlamalara uyulmak..." ibâresi yönünden Anayasa'ya aykırıdır.
Gerçekten, 1 inci maddenin 1 inci fıkrasının 1 inci tümcesinde
geçen "kanunî sınırlamalar"ın ne olduğu, söz konusu kanunda açık ve
seçik bir biçimde ortaya konulmamıştır. Kuşkusuz bu kavram, bugün yürürlükte
olan birtakım kanunları ifade ettiği gibi ileride yürürlüğe konulabilecek olan
ve bugünden ne getireceğini bilmediğimiz kanunları da kapsamına almakta ve bu
nedenle de neyin sınır olup, neyin olmadığı hususunu açıklıktan
uzaklaştırmaktadır. Halbûki, bir kanunun hükümlerinden neye imkân tanıyıp neye
imkân tanımadığının, açıkça anlaşılması gerekir. Böylesi açıklıktan yoksun bir
düzenleme, belirsizlik ve öngörülemezlik yaratır; bu da hukuk kurallarının
karşılaması gereken hukukî güvenlik beklentisinin karşılanamamasına yol açar.
Anayasa'nın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin temel unsurlarından
biri de, hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik
ve öngörülebilirlik gerektirir. Hukuk devletinde yargı denetiminin
sağlanabilmesi için yönetimin görev ve yetkilerinin sınırının kanunlarda açıkça
gösterilmesi bir zorunluluktur. Belirlilik ve öngörülebilirlik özellikleri
taşımayan ve dolayısı ile hukukî güvenlik sağlamayan kurallar ise "hukuk
devleti" ilkesi ve dolayısıyla Anayasa'nın Türkiye Cumhuriyeti'nin bir
hukuk devleti olduğunu ifade eden 2.nci maddesi ile bağdaşmaz.
c-) 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun değişiklikten önceki 35 inci
maddenin 1 inci fıkrasında yabancı uyruklu gerçek kişilere satılacak topraklar
için;
. Karşılıklı olmak ve kanunî sınırlamalara uyulmak,
. İşyeri veya mesken olarak kullanmak,
. Uygulama imar planı veya mevzii imar planı içinde bu amaçlarla
ayrılıp tescil edilmek,
. Ülke genelinde edinebileceği taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli
nitelikte sınırlı aynî hakların toplam yüzölçümünün iki buçuk hektarı geçmemek,
. Merkez ilçe ve ilçeler bazında uygulama imar planı ve mevzi imar
planı sınırları içerisinde kalan toplam alanların yüzölüçümünün % 10'unu
aşmamak koşulları getirilmiş idi.
6302 sayılı Kanun'un 35. Maddeyi değiştiren 1 inci maddesiyle
bundan böyle:
. Karşılıklılık (Mütekâbiliyet) şartı kaldırılmaktadır,
. İşyeri ve mesken olarak kullanmak şartı kaldırılmaktadır,
. Uygulama imar planı veya mevzii imar planı içinde bu amaçlarla
ayrılıp tescil edilmek şartı kaldırılmaktadır,
. Yabancıların ülke genelinde edinebileceği taşınmazlar ile
bağımsız ve sürekli nitelikte sınırlı aynî hakların toplam yüzölçümü 2.5
hektardan 30 hektara çıkarılmakta, 60 hektara kadar çıkarılması yetkisi
Bakanlar Kuruluna verilmektedir,
. Merkez ilçe ve ilçeler bazında uygulama imar planı ve mevzi imar
planı sınırları içerisinde kalan toplam alanların yüzölçümünün % 10'unu aşmamak
şartı kaldırılmaktadır.
Kısaca, 6302 sayılı Kanun'da, 35 inci maddenin önceki
düzenlemesindeki koşulların ve sınırlamaların miktarı dışında tamamının
kaldırıldığı, miktarın büyük oranda artırıldığı, hiçbir sınırlama getirilmediği
gibi, tüm yetkilerin Bakanlar Kuruluna devredildiği görülmektedir.
Bu Kanun'un amacının, ulus devletimizin sınırları içinde, her
yerin ölçüsüz ve ön koşulsuz olarak Bakanlar Kurulu kararı ile Karşılıklılık
(mütekâbiliyet) bile aranmadan, tarım alanları da dâhil olmak üzere yabancıya
toprak satılabilmesinin önünü açmak olduğu âşikârdır.
Öncelikle, Kanun'un içeriği, Anayasa'ya açıkça aykırılık
oluşturmaktadır.
Anayasa'ya aykırılık açısından baktığımızda, Anayasa Mahkemesi;
"Karşılıklılık" şartının önemini 13.06.1985 gün ve E. 1984/14, K.
1985/7 Sayılı Kararında açıkça belirtmiştir. Bu karara göre;
"Ülke devletin asli ve maddi unsurlarından biridir. Ülke
olmadan devlet olmaz... Toprak edinme konusundaki mütekabiliyetin, başka
konulardaki mütekabiliyet esasından farklı yönü, devletin, ülke denilen asli -
maddi unsuruyla olan ilişkisidir. Söz konusu ilişki, bu noktada farklı bir
düşünce ve hassasiyeti zorunlu kılar. Bu koşullardan herhangi bir nedenle tek
taraflı vazgeçmek, devletler hususi hukukunun yabancılar hukuku alanında
etkili, zaruri eşitlik prensibini benimsememek anlamına gelir."
"Karşılıklılık (mütekâbiliyet) şartı belirtilmeden Türkiye'de
taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinme hakkını getiren düzenleme, Anayasa'nın,
Türkiye Cumhuriyetinin 'Dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip şerefli
bir üyesi' olduğunu ifade eden başlangıç kısmına ve yabancıların temel hak ve
özgürlüklerinin milletler arası hukukuna uygun olarak kanunla
sınırlanabileceğini ifade eden 16. maddesine aykırıdır. Çünkü, 'Karşılıklılık'
unsurunu gözetmeyen düzenlemeler 'Eşit haklara sahip' kılmamak anlamına
gelmekte; dolayısıyla, milletler arası hukukun dayandığı temel ilkelerden
birisini oluşturan, Karşılıklılık (mütekâbiliyet) ilkesiyle çelişmekte ve
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aykırılık oluşturmaktadır."
Yine, Anayasa Mahkemesi 2006/35 Esas, 2007/48 karar sayılı
kararında "Yasama yetkisinin devredilmezliği" ilkesine aykırı olarak
yürütme organına genel, sınırsız esasları ve çerçevesi belirsiz bir yetki devri
"yapıldığı" gerekçesiyle iptal hükmü kurmuştur.
Yine Anayasa Mahkemesi'nin 4916 Sayılı Kanunla ilgili 14.03.2005
gün ve 2003/70 E., 2005/14 sayılı kararına göre; "... Hukuk devletinin
belirtilen işlevlerinin yaşama geçirilebilmesi için, ülkenin bütünlüğü,
güvenliği, coğrafi özellikleri, stratejik konumu ve öncelikleri gözetilerek
yabancıların alacağı taşınmazın yeri, arazi, arsa veya bina olmasının
getireceği farklılıklar ile satın almanın amacı, koşulları ve devirde uyulacak
usûl ve esaslar gibi hususların yasada belirtilmesi gerekir. Bunların yasada
düzenlenmemiş olması, ülke bütünlüğü ve egemenliği ile doğrudan ilgili
olduğunda duraksama bulunmayan yabancıların; taşınmaz edinimi konusunda yetki
devrine yol açacağı gibi yasaların açık, anlaşılabilir sınırları belirli
kurallar içermesi, gereğinin hukuk güvenliğinin gerçekleşmesi için ön koşul
kabul edildiği hukuk devleti anlayışına da aykırı düşer."
Yukarıda da belirtildiği üzere, 35 inci maddeye getirilen
düzenleme ile, Anayasa Mahkemesi kararlarından anlaşıldığı üzere, "Yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesine aykırı olarak, yürütme organına, genel, sınırsız,
esasları ve çerçevesi belirsiz bir yetki devri yapıldığı" açıkça
görülmektedir. Çünkü, madde metninde belirtilen "Ülke menfaatlerinin
gerektirdiği hallerde" ifadesi, son derece genel, muğlak, sınırları belli
olmayan, soyut ve belirsiz bir söylemdir. Böylesine belirsiz, genel ve soyut,
kişi ve kurumlara göre değişik yorumlanabilen göreceli bir kavramla yabancı
uyruklu gerçek kişilere karşılıklılık (mütekâbiliyet) şartı aranmadan Bakanlar
Kurulu kararı ile taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinebilmeyi getiren düzenleme,
açıkça, yasama yetkisinin Anayasa'ya aykırı biçimde yürütmeye devri
mâhiyetindedir.
d-) 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 inci maddesinin eski metninde yer
alan sınırlamaların, karşılıklılık (mütekâbiliyet) esâsı da dâhil, büyük bir
bölümünün 6302 sayılı Kanun'la kaldırılması, toplumun yararları, bağımsızlık ve
ülke güvenliği açısından büyük sakıncalar taşımaktadır.
Hatta öyle ki, merkez ilçe ve ilçeler bazında yüzölçümün %10'u
sınırlamasının kaldırılması ile; ilçelerin, hatta illerin tamamının
satılabilmesi gibi, ülkenin bölünmez bütünlüğü, güvenliği ve kamu yararı
açısından son derece tehlikeli ve sakıncalı bir sürece yol açılmaktadır.
Kezâ, imar planı ve mevzî imar planı sınırları içerisinde kalmak
ve işyeri ve mesken olarak kullanılmak şartlarının kaldırılması ülkemizdeki
tarım alanlarının da satılabileceği anlamına gelmektedir. Bu durum Tasarı'nın
görüşülmesi evresinde komisyonda bilgi sunan bürokratlarca dahi açıkça ifade
edilmiştir.
e-) 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 3.5.2012 günlü, 6302 sayılı
Kanunla değişik 35.nci maddesinin iptalini talep ettiğimiz kurallarını,
3.7.2003 günlü, 4916 sayılı Kanun'un daha önce iptal davasına konu yapılmayan
38 inci maddesi ile yürürlükten kaldırılan 22.12.1934 günlü, 2644 sayılı Tapu
Kanunu'nun 36 ncı maddesi ve 18.3.1924 günlü, 442 sayılı Köy Kanunu'nun 87.nci
maddesiyle birlikte bir bütün (kül) hâlinde değerlendirmek gerekir. Gerçekten,
4916 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden önceki düzenlemede, 2644 sayılı Tapu
Kanunu'nun 35 inci maddesine göre, yabancı gerçek kişiler, sınırlayıcı kanun
hükümlerine uymak ve karşılıklılık koşulu ile ülkemizde şehir ve kasaba
belediye sınırları içerisinde taşınmaz edinebiliyorlardı. 422 sayılı Köy Kanunu'nun
87 inci maddesi ile de yabancı gerçek vetüzel kişilerin köylerde arazi ve emlâk
almaları yasaklanmış,2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 36 ncı maddesiyle de, yabancı
gerçek kişilerin bir köye bağlı olmayan müstakil çiftliklere ve köy sınırları
dışında kalan arazinin 30 hektardan çoğuna ancak Bakanlar Kurulunun izniyle
sahip olabileceği, kanunî miras halinin istisna olduğu, söz konusu çiftlikler
ile 30 hektardan fazla araziye vasiyet suretiyle veya mansup mirasçı sıfatıyla
yabancı gerçek kişilerin sahip olabilmesinin de yine Bakanlar Kurulunun iznine
tâbi olduğu, bu izin verilmezse söz konusu taşınmazların 30 hektardan
fazlasının tasfiye suretiyle bedele çevrileceği hüküm altına alınmıştı.
4916 sayılı Kanun'un daha önce iptale konu 19 uncu maddesiyle
değiştirilen 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 inci maddesi ve o zaman iptale konu
edilmeyen 38 inci maddesiyle yürürlükten kaldırılan 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun
36 ncı maddesi ile 442 sayılı Köy Kanunu'nun 87.nci maddesi birlikte
irdelendiğinde, yukarıda özetlenen önceki düzenlemeye nazaran şu farklılıkların
mevcut olduğu görülmektedir:
- Yine karşılıklı olmak ve kanunî sınırlamalara uyulmak kaydıyla,
yabancı uyruklu gerçek kişilerin yanı sıra yabancı ülkelerde, o ülke
kanunlarına göre kurulmuş ticaret şirketlerine de Türkiye Cumhuriyeti sınırları
içinde taşınmaz edinebilme imkânı tanınmıştır.
- Yabancı uyruklu gerçek kişilerin yanı sıra, yabancı uyruklu
ticaret şirketlerinin de Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde 30 hektara kadar
taşınmaz edinebilme imkânı getirilmiştir.
- Yabancı uyruklu gerçek kişiler ile ticaret şirketlerinin Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içinde aynî hak iktisapları esâsı kabul edilmiş; ayrıca
hem yabancı gerçek kişiler, hem de ticaret şirketlerinin aynî hak
iktisaplarında karşılıklılık esâsının aranmayacağı kuralı öngörülmüştür.
- Yabancı gerçek kişiler ile ticaret şirketlerinin köylerde
taşınmaz edinebilmelerine imkân sağlanmış ve bunların köy sınırları içindeki
taşınmazlara ilişkin aynî hak iktisapları serbest bırakılmıştır.
- Yabancı gerçek kişiler ile ticaret şirketlerinin bir köye bağlı
olmayan müstakil çiftliklere sahip olamayacaklarına ilişkin yasal engel
kaldırılmıştır.
Belirtilen bu değişikliklerden "yabancı ticaret
şirketleri"nin durumu ile bundan böyle 6302 sayılı Kanun'un 2644 sayılı
Tapu Kanunu'nu değiştiren hükümleri ile meşrû hâle gelen "köylerde
taşınmaz edinim serbestisi"nin hem yabancı gerçek kişilere hem de yabancı
ticaret şirketlerine tanınması üzerinde özel olarak durulmalıdır.
Mevzuatımızda, başlıca şu üç kanunda yabancı ticaret şirketlerine
taşınmaz edinimi imkânı tanındığı öngörülmektedir: 7.3.1954 günlü, 6326 sayılı
Petrol Kanunu'nun 87. maddesi, petrol hakkı sahibi ticaret şirketine, petrol
sahasındaki özel mülkiyet konusu arazinin sahibi ile anlaşmak suretiyle ya da
kamulaştırma yoluyla mülkiyetini iktisap etme imkânını tanımış; 12.3.1982
günlü, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu'nun 8. maddesi, yabancı uyruklu gerçek
ve tüzel kişilere turizm merkezlerinde taşınmaz tahsisi, irtifak hakkı tesisi
gibi imkânlar öngörmüş, ayrıca bu kanun kapsamındaki taşınmazlarla ilgili
olarak 442 sayılı Köy Kanunu'ndaki yabancılara ilişkin kısıtlamalar ile 2644
sayılı Tapu Kanunu'ndaki yine yabancılara ilişkin kısıtlamaların
uygulanmayacağı esâsını benimsemiş; nihâyet, 5.6.2003 günlü, 4875 sayılı
Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu'nun 3. maddesi, yabancı yatırımcıların
(yabancı gerçek kişiler ile yabancı ülkelerin kanunlarına göre kurulmuş tüzel
kişilerin) Türkiye'de kurdukları veya iştirak ettikleri tüzel kişiliğe sahip
şirketlerin, Türk vatandaşlarının edinimine açık olan bölgelerde taşınmaz
mülkiyeti veya sınırlı aynî hak edinmelerinin serbest olduğunu belirtmiştir.
Anayasa Mahkemesi'nin 13.6.1985 tarih ve E.1984/14, K.1985/7
sayılı Kararının gerekçesinde de çarpıcı biçimde dile getirildiği üzere, daha
önce 4916 sayılı Kanun'la yapılan düzenlemeden önce mevzuatımızda yabancı tüzel
kişilere taşınmaz edinme hakkını tanıyan genel bir kural yoktur ve ilke olarak
yabancı şirketlerin Türkiye'de arazi iktisap edemeyecekleri (sayılan istisnalar
dışında) hususunda Türk doktrini de görüş birliği içindedir. Yabancı tüzel
kişilerin ülkede mülk edinemeyeceklerine ilişkin bu esâsın (önceki uygulamanın)
millî yararlarımızla ilgili olduğu açıktır. Yabancı bir ticaret şirketinin
petrol arama-çıkarma, turizm yatırımı yapma ve son olarak 4875 sayılı Doğrudan
Yabancı Yatırımlar Kanunu ile öngörülen ve esasen sınırları çok geniş tutulan
"doğrudan yabancı yatırım yapma" amacı dışında ülkemizde taşınmaz
edinimini tamamen serbest bırakma düşüncesinin, Anayasa'nın Başlangıç Bölümünün
5 inci paragrafı karşısında Anayasal kabul görmemesi gerektiğini belirtmek
gerekir.
Öte yandan, benzeri kısıtlamaların bir kısım Avrupa Birliği
ülkesinde de mevcut olması, örneğin Danimarka, İrlanda ve Avusturya gibi eski
üye ülkelerde tüzel kişiler ve ticaret şirketlerinin taşınmaz edinimlerinde
bazı özel kuralların ve tahditlerin getirilmesi, yeni üyelerden Estonya,
Polonya, Slovakya, Malta ve Macaristan'ın da kendilerine tanınan geçiş dönemi
boyunca benzer kısıtlayıcı kurallar öngörmesi karşısında, Cumhuriyet'in
kuruluşundan bu yana benimsenen bu konudaki esâsın terkinin, Başlangıç/ 5 inci
paragrafın açık hükmü karşısında Kanun koyucunun takdir hakkı çerçevesinde
değerlendirilebilmesi imkânı da bulunmamaktadır.
9. Köylerde (bu meyanda "yapısız" taşınmazlarda) yabancı
gerçek kişiler ile yabancı ticaret şirketlerine taşınmaz edinim serbestisi
getirilmesinin sakıncaları:
Anayasa Mahkemesi'nin yukarıda değinilen 13.6.1985 tarihli
kararında "... Türkiye Cumhuriyeti bu antlaşmadan yedi ay kadar sonra
çıkardığı Köy Kanununda yabancı gerçek ve tüzel kişilerin köyde gayrimenkul
edinmelerini yasaklamış, bu durum; yabancıların mülk edinmesi konusunda Lozan
Barış Andlaşmasında kabul edilmiş esasların, yeni kurulan Türkiye
Cumhuriyeti'nin özgürlük ve bağımsızlığının tanınması pahasına verilmiş bir
taviz niteliği taşıdığını açıkça ortaya koymuştur. Böyle bir hükmün yeni
kurulan Devlette milli birlik ve beraberliğin korunması ve bilhassa sosyal ve
kültürel açıdan gelişmemiş ve Devlet denetiminin istenilen etkinlikte
götürülemediği yörelerin yabancı unsurlara açık tutulmasının yaratabileceği bir
takım sakıncalardan duyulan endişe nedeniyle getirildiğinde kuşku
yoktur..." denilmektedir.
442 sayılı Köy Kanunu'nun "Esbabı Mucibe"sinde
"... Her devlette idarei mülkün mebdei köylerdir. Denilebilir ki köyler
bünyei devletin hüceyratı esasiyesi mesabesindedir..." denilmektedir.
(TBMM Zabıt Ceridesi, Devre:2, İçtima:1, Cilt:5-6, s.213) Köy Kanunu'nun
gerekçesindeki bu sosyolojik ve hukukî gerçek, günümüzde de güncelliğini
korumaktadır. "Öz"ün korunması amacıyla, 442 sayılı Köy Kanunu'nun 87
inci maddesiyle yabancı ve tüzel kişilerin köylerde taşınmaz edinemeyecekleri
kuralı getirilmiş; 88 inci maddesiyle de yabancıların köylerde ikamet
etmelerinin İçişleri Bakanlığı'nın yazılı iznine tâbi olduğu hükmü
öngörülmüştür.
Cumhuriyetin ilânından itibaren seksen yılı aşkın süre ile yabancı
unsurlara kapalı tutulan köylerin koşulsuz bir biçimde yabancı gerçek ve tüzel
kişilerin taşınmaz edinimlerine açılmasının ülkemize getireceği yararların,
yabancılaşmanın ülke bütünlüğü ve millî menfaatler bakımından yaratacağı
zararlara nazaran çok hafif kalacağı görüşündeyiz.
Bu bakımdan, "... ülke bütünlüğü, güvenliği, coğrafî
özellikleri, stratejik konumu..." gibi ölçütlerin içinde
"köyler"in özel durumunun da değerlendirilmesi gerekli bulunmaktadır.
10.Tarım Topraklarının (Kültür Arazilerinin) Ülkemiz Açısından
Önemi:
a-) Tarım toprakları, fert ve toplumların hayatında çok önemli yer
işgal eder. Fert ve toplumların tarımsal faaliyet ve uğraşıları bu topraklar
üzerinde cereyan eder. Yeryüzünde tarım toprağı olmayan bir devlet düşünülemez.
Gerçekten günümüzde bilimsel ve teknolojik gelişme büyük bir aşama kaydetmiş
olmasına rağmen, fert ve toplumların uzayda veya sularda yaşayıp geçimlerini
sağlamaları, buralarda bitkisel tarım yapmaları henüz mümkün olamamıştır.
Tarım toprakları, tarımla uğraşanların ve özellikle çiftçilerin
yerleşme, barınma ve beslenmelerinin; mesleklerinin yürütülmesinin temel maddî
unsurunu oluşturur. Gerçekten ekim, dikim, bakım gibi tarımsal faaliyet ve
üretim her şeyden önce toprak üzerinde yapılır. Ayrıca kırsal yerleşme
birimlerinde oturmak, barınmak ve çalışmak için gerekli yapı ve konutların,
çiftçilerin çalışıp, tarımsal üretim yapacakları hizmet binalarının inşası, toprağa
ihtiyaç gösterir. Ayrıca tarımsal faaliyette son derece önemli olan alt-yapı
hizmetlerini karşılamak için gerekli karayolları, sulama, elektrifikasyon ve
kanalizasyon tesisleri de toprak üzerinde yapılır.
Tarım toprakları, tarımsal yerleşme, barınma, çalışma ve yukarıda
sayılan diğer ihtiyaç ve faaliyet alanları dışında, birey ve toplumların
beslenmesinde gerekli bitkisel gıda maddelerinin üzerinde yetiştirilip,
üretildiği temel alanı oluşturur. Gıda maddelerinin sağlanmasında toprak başlıca
üretim aracı, en aslî üretim faktörüdür (Fikret Eren, Toprak Hukuku, Ankara,
1992, s.6).
Tarım toprakları, gıda maddeleri dışında ayrıca birçok sınai
(endüstri) kuruluşların ihtiyaç duyduğu hammaddenin üretildiği alandır.
Gerçekten birçok endüstri dalının ihtiyaç duyduğu hammadde, topraktan sağlanır.
Pamuk, şekerpancarı, susam, ayçiçeği, haşhaş, tütün gibi endüstri bitkileri
bunların başında gelir. Ayrıca ülke ekonomisinde, çevre sağlığında çok büyük
rol oynayan doğayı ve doğa güzelliklerini önemli ölçüde oluşturan ve koruyan
ormanlar, hayvanların beslenmesinde doğal ve ekonomik ortamı sağlayan mer'a ve
çayır bitkilerinin yetişmesi de arazi üzerinde olur.
Toprak, diğer üretim faktörlerine ve özellikle emek ve sermayeye
oranla bazı özellikler taşır. Gerçekten bir üretim faktörü olarak toprak, fizik
(maddî) yapısı, yani miktarı itibariyle kıttır, arz elâstikiyeti yoktur; bu
nedenle artırılıp, çoğaltılamaz; yeniden üretilemez; yerine başka bir madde
konulamaz. Bütün bunların sebebi, toprağın tabiat vergisi olması, bu yüzden de
miktarının sâbit bulunmasıdır (Fikret Eren, a.g.e., s.6-7).
Fert ve toplum hayatında sosyal ve ekonomik yönden bu kadar büyük
bir önem taşıyan toprak, bu özelliği ve niteliği itibariyle hukukî açıdan diğer
mal ve şeylere oranla ayrı ve özel bir düzenlemeye tâbi tutulmuştur. Kanun
koyucular, toprağı, klasik medenî hukuk anlayışı içinde basit bir eşya (mal)
türü olarak görüp onlarla aynı düzenlemeye tâbi tutmamıştır. Bu nedenle, toprak
üzerindeki hukukî ilişkilerin en önemlilerinden olan mülkiyet, rehin, miras,
kiracılık ve ortakçılık, toprak ve tarım reformu, arazi toplulaştırması ve
kamulaştırma ilişkilerinin çağımızda liberal felsefenin bir sonucu olarak
klasik mülkiyet, miras ve sözleşme özgürlüğü esprisi içinde düşünülmesi,
düzenlenmesi mümkün olamaz. Nitekim, bu söylenenlere uygun olarak bir taraftan
toprağın fert ve toplum hayatı için oynadığı son derece önemli rolü, diğer
taraftan miktarının kıt olmasını, bir yerden başka bir yere taşınamamasını
gözönünde tutarak, kanun koyucular, toprağı, diğer mallardan ayrı tutarak onu
özel bir düzenlemeye tâbi tutmuşlardır (Fikret Eren, a.g.e., s.7).
Toprak, kuşkusuz, özellikle az gelişmiş yerlerde, genellikle,
tarımsal işletmenin en önemli öğesi olmaktadır. İleri ekonomilerde de tarımsal
işletmenin önemli öğelerinden biri olmayı sürdürmektedir. Toprak, işletmeyi
oluşturan nesnelere egemen durumdadır. Bu nesneler toprağa bağımlıdır ve
varlıkları onun işlevi dolayısıyla anlam kazanır. Toprak, genişlik ve işlevsel
açıdan en önemli öğedir. Toprak, doğal ve yapay (ser'alarda olduğu gibi)
iklimle bağdaşmak zorunda olduğu için de önemli öğedir (Prof.Dr.Suat Aksoy,
Tarım Hukuku, Ankara, 1984, s.61-62).
Bir tarımsal işletmede sadece tarım için gerekli topraklar
bulunmaz. Bunun yanında topraklar üzerinde bulunan ve toprağın bütünleyici
parçası (mütemmim cüz'ü) niteliğinde olan binalar (yapılar) da vardır. Tarımsal
işletmenin toprakları üzerindeki binaların, işletmenin kapsamı içinde sayılabilmesi
için, binalarla işletme arasında bir amaç bağı bulunmalıdır. Yani bu binalar
işletmeyi kolaylaştırmalı ya da işletmenin amacına ulaşmasına yardımcı
olmalıdır. Binalarla işletme arasında bir ekonomik ilişki bağı bulunmalıdır
(Prof.Dr.Suat Aksoy, a.g.e., s.63).
b-) Köy Kanunu'nun 87.nci maddesi yürürlüğe girdiği tarihte mer'i
olan Lozan Antlaşması'na bağlı İkamet ve Selâhiyeti Adliye Mukavelenamesini
sınırlar nitelikte idi. Bu sınırlama, o dönemde Antlaşmaya taraf olan
devletlerce protesto edilmiş ve 2418 sayılı ve 26.9.1926 tarihli Kararname ile
"adı geçen devlet vatandaşı olanların köylerde taşınmaz edinmelerine
mümanaat edilmemesine" karar verilmişti. Böylece 87.nci maddenin
uygulanması Antlaşmanın tarafları açısından durdurulmuştu.
Ancak, bugün için İkamet ve Selâhiyeti Adliye Mukavelenamesi
yürürlükten kalktığına göre, âkit devlet vatandaşı olanların köylerde taşınmaz
edinmeleri mümkün değildir.
Bu noktada Köy Kanunu'nun 87 inci maddesinin kısaca üzerinde
durulmasında yarar bulunmaktadır:
"Türkiye Cumhuriyeti tâbiiyetinde bulunmayan gerek şahıslar
gerek şahıs hükmünde olan cemiyet ve şirketlerin (eşhası hususiye ve eşhası
hükmiye) köylerde arazi ve emlâk almaları memnudur." (madde:87).
Diğer yandan, Köy Kanunu'nun 87 inci maddesinin konuluş amacının,
yabancıların köylerde taşınmaz mülkiyetine sahip olmalarını önlemeye yönelik
bulunduğu unutulmamalıdır. Kanun koyucu, millî güvenlik, ekonomik, sosyal ve
diğer nedenlerle yabancılara köylerde bu hakkı tanımak istememiş ve bunu ifade
etmek üzere de, maddede "satın almak" yerine "almak"
ibâresine yer vermiştir. Bu maddede söz konusu amacın gerçekleşmesi,
yabancılara miras yoluyla intikal eden taşınmaz malların tasfiye edilmesine
bağlıdır (Aysel Çelikel, Yabancılar Hukuku, İstanbul 1985, s.232-233).
c-) Küresel kuraklık olgusunun bilim insanlarınca sıkça
vurgulandığı bir süreçte "ülkemizin gıda güvenliği açısından" tarım
alanlarımızın, mer'alarımızın, sulak alanlarımızın korunması büyük önem arz
etmektedir.
Bu cümleden olarak, Anayasa'nın 44 üncü maddesinde, toprağın
verimli olarak işletilmesi, topraksız köylüye toprak sağlanması, 45 inci
maddesinde tarım arazileriyle çayır ve meraların amaç dışı kullanımının
önlenmesi, 57 inci maddesinde de konut ihtiyacının karşılanması konularında
olduğu gibi Anayasa'nın birçok maddesiyle Devlet'e çeşitli görevler
verilmiştir.
Bu nedenle Devlet, yabancılara toprak satışı konusunu, Anayasa ile
kendisine verilen bu görevleri yerine getirmesini engellemeyecek ve kendi
vatandaşlarının önceliklerini gözetecek biçimde düzenlemek zorundadır. Kamu
yararının gerçekleştirilmesi başka türlü mümkün değildir. Tüm sınırlamaları
kaldıran düzenleme devletin bu görevlerini yerine getirmesini engelleyecek
mâhiyettedir.
Kezâ, ülkelerinde vatandaşlarımıza toprak edinme hakkı tanımayan
başta körfez ülkeleri olmak üzere, pek çok ülke vatandaşına toprak satışının
yapılacağının açıkça ifade edilmesi "Türkiye Cumhuriyeti'nin Dünya
milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi" olgusunu ve
uluslararası alandaki saygınlığını ortadan kaldırmaktadır.
Nitekim, Cumhuriyet tarihinde yabancılara gayrimenkul edinmede
karşılıklı işlem şartına belli ülkeler bakımından istisna getirilmesine ilişkin
21.06.1984 tarihli ve 3029 sayılı Kanun ve 22.04.1986 tarihli ve 3278 sayılı
kanun Anayasa Mahkemesi tarafından, karşılıklı işlem şartının Türk Yabancılar
Hukukunu temel ilkelerinden birisi olduğu gerekçesi ile getirilen istisnanın
Anayasa'ya aykırı olduğundan iptaline hükmetmiştir.
11. 6302 sayılı Kanun ile getirilen düzenlemede karşılıklı işlem
şartı nazara alınmamasına rağmen, yerine getirilen sistem, karşılaştırmalı
hukukta ve Türk hukukunda yabancılara hak tanıma hususunda kabul edilen
sistemlerden herhangi biri ile uyumlu değildir. Getirilen sisteme göre, ".
Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen ülkelerin vatandaşı olan yabancı uyruklu
gerçek kişilerin" Türkiye'de taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinmelerine
imkân tanınacaktır. Başka bir deyişle hangi ülke vatandaşlarının Türkiye'de
taşınmazlar üzerine mülkiyet ve sınırlı aynî hak sahibi olabilecekleri,
Bakanlar Kurulunun takdirine bırakılmaktadır. Bakanlar Kurulu, Türkiye'de
taşınmazlar üzerinde mülkiyet ve sınırlı aynî haklarının tanınacağı ülkeleri
hangi kıstaslara göre tespit edecektir' Bu hususta da 6302 sayılı Kanun'da
herhangi bir objektif kıstas bulunmamaktadır. Böyle bir düzenleme, hem
Anayasa'nın 16 ncı ve 35 inci maddeleri hükümlerine, hem de uluslararası ve
evrensel hukuk ilkelerine aykırı olacağı gibi, Türkiye'de yabancı gerçek
kişilerin gayrimenkul edinmelerine ilişkin tarihî süreçle de uyumlu
olmayacaktır.
Dolayısı ile 3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun'un 1.nci maddesiyle
değiştirilen 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 nci maddesinin 4 üncü fıkrasının 1
inci tümcesinde yer alan "Yabancı uyruklu gerçek kişiler ve yabancı
ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip
ticaret şirketleri, satın aldıkları yapısız taşınmazda geliştireceği projeyi
iki yıl içinde ilgili Bakanlığın onayına sunmak zorundadır" hükmü,
Anayasa'nın toprak mülkiyeti ile ilgili 44 üncü; tarım, hayvancılık ve üretim
dallarında çalışanların korunmasıyla ilgili 45 inci maddesinde yer alan ilke ve
kurallara da açık aykırılık oluşturmaktadır.
12. 21/6/1984 tarihli ve 3029 sayılı "22.11.1934 Tarihli ve
2644 Sayılı Tapu Kanununun 35 inci Maddesi ile 18.3.1924 Tarih ve 442 Sayılı
Köy Kanununun 87 inci Maddesine Birer Fıkra Eklenmesi Hakkında Kanun" ile
başlayıp günümüze kadar gelen süreçte aynı konuda düzenleme öngören toplam altı
değişiklik yapılmış ve yapılan değişiklikler Anayasa Mahkemesi tarafından ya
tamamen ya da kısmen iptal edilmiştir. Söz konusu iptal kararları
incelendiğinde, 6302 sayılı Kanun'un Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının
görmezden gelinerek hazırlandığını göstermektedir. Anayasa'nın 153 üncü
maddesinin altıncı fıkrasında Anayasa Mahkemesi Kararlarının Resmî Gazete'de
hemen yayımlanacağı ve Yasama, Yürütme ve Yargı organlarını, idare makamlarını,
gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin
iptal gerekçeleri görmezden gelinerek ısrarla bu yönde düzenleme yapılması
doğru değildir.
Az yukarıda da değinildiği gibi, toprak, devletin aslî ve maddî unsurlarından
birisidir. Ülkemizin jeopolitik konumu ve içerisinde bulunduğumuz süreç göz
önünde bulundurulduğunda, yabancıların bu kadar geniş ölçekte taşınmaz veya
sınırlı aynî hak edinebilmelerinin önünün açılması, ülkemiz menfaatleri
açısından gelecekte telâfisi imkânsız sonuçlar doğurabilecektir.
Her türlü ırkçı anlayışa karşı olmak ve Büyük Önderimiz Mustafa
Kemal Atatürk'ün "Yurtta sulh, dünyada sulh" anlayışını ödünsüz
benimsemekle birlikte, emperyalizmin sadece adının değiştiği, ancak tüm
dünyadaki enerji kaynaklarına, su kaynaklarına, tarım alanlarına sahip olma
hedefinden vazgeçmediği bir süreçte yabancılara toprak satışı konusunun
hassasiyeti göz ardı edilemez.
Anayasa Mahkemesi'nin önceki kararlarında ifade ettiği gibi;
"Toprak sadece basit bir mülkiyet soru olarak kabul edilemez. Ülke
toprakları, ülke egemenliğinin asli ve vazgeçilmez unsurudur."
Ülke egemenliğinin ve bağımsızlığının asli unsuru olan ülke
toprakları "Cari açığı kapatmak, yeni kaynak gereksinimlerini karşılamak
gibi kısa erimli ticari çıkarlar uğruna" ölçüsüz bir şekilde
yabancılaştırılamaz...
Böyle bir uygulamada ulusal çıkarların varlığından ve kamu yararından
söz edilemez."
Bu itibarla,
"Tapu Kanunu ve Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin 1/557 sayılı Kanun Tasarısı"nın Adalet Komisyonu Alt Komisyonu'nda
görüşülmesi sırasında dile getirilen ". Karşılıklılık ilkesinin uluslararası
hukukta eşitliği sağlayan bir denge aracı olduğu ve dolayısıyla da yürürlükten
kaldırılmasının dahi tek başına Anayasa'ya aykırılık anlamı taşıdığı
belirtilmişse de bu iddia doğru değildir. Şöyle ki, Anayasa'nın 35 inci
maddesinde herkesin mülkiyet ve miras hakkına sahip olduğu ve bu hakların ancak
kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği hükme bağlanmış ancak yabancılar
açısından ayrıca bir karşılıklılık koşulunun aranması gerektiğine yer
verilmemiştir. Temel hak ve hürriyetlerin yabancılar için milletlerarası hukuka
uygun olarak sınırlanabileceğine dair Anayasa'nın 16 ncı maddesinde de
karşılıklılık konusunda bir hükme yer verilmemiştir. Anayasa koyucu
yabancıların mülkiyet edinmesi konusunda karşılıklılığın aranmasını şart koşmuş
olsaydı, herhalde Anayasa'nın dilekçe hakkını düzenlediği 74 üncü maddesindeki
gibi "karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla" hükmüne, yabancıların
taşınmaz edinmeleri konusunda da açıkça yer verirdi. Dilekçe hakkının
kullanılması açısından bu ilkeye açıkça Anayasa'da yer verilmiş olması da
Anayasa koyucu'nun amacının bu yönde olmadığını göstermektedir. Bu nedenle
karşılıklılık koşulunun yürürlükten kaldırılması Anayasa'ya aykırılık anlamına
gelmez." Yönündeki görüşlerin ve daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi
Adalet Komisyonu'nun "Tapu Kanunu ve Kadastro Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin 1/557 sayılı Kanun Tasarısı'nın görüşülmesi sırasında
19.4.2012 günlü Raporu'nda yer alan "Yürürlükteki Anayasamızda,
karşılıklılık ilkesini benimseyen somut bir temel norm bulunmamaktadır..."
yönündeki görüşünün Anayasal dayanağı -kesinlikle- bulunmamaktadır.
13. Bilindiği üzere, doktrindeki tanımıyla, bir devletin
varlığından söz edebilmek için, üç temel unsurdan söz etmek gerekir. Bu
unsurlardan ilki; belirli bir ülke; ikincisi teşkilatlanmış insan topluluğu;
üçüncüsü üstün iktidar gücü; yani devlet gücüdür. Ülke; bir insan topluluğunun
üzerinde yerleşmiş bulunduğu maddî bir cevredir. Ülke devletin en önemli maddî
unsurlarından birini oluşturmaktadır. Bu itibarla ülke olmadan devlet
düşünülemez. Ülke sadece devletin oluşumu için değil, aynı zamanda varlığının
sürekliliği için de gereklidir.
O halde; yabancıların ülkemizde taşınmaz edinme olanağına sahip
olması, son derece önemli bir konudur. Ülkemiz, gerek coğrafî, gerek sosyal,
gerekse de ekonomik yapısıyla son derece özel bir konumdadır. Avrupa ve Asya
kıtaları arasında bir köprü durumunda bulunması ve Avrupa ile petrol ülkeleri
arasında yer alan stratejik topraklara sahip olması, ülkemizi son derece önemli
bir hâle getirmektedir.
Yine ülkemiz, dünyanın kimi din mensuplarının, vaat edilmiş
toprakların mensupları olarak nitelendirildikleri arazilere sahip olduğu gibi,
kuraklık olgusu goz önünde bulundurulduğunda su kaynaklarına ve her çeşit
tarımsal üretime uygun verimli topraklara sahip olan bir ülkedir. Nitekim;
Türkiye'nin en büyük, Dünya'nın ise; en büyük dokuz projesinden biri olan
Güneydoğu Anadolu Projesi de, bu nitelikteki toprakları kapsamaktadır.
Dünyanın küresel ısınma tehlikesi altında olduğu göz önünde
bulundurulduğunda da; su havzaları ve tarım alanları ülkelerin gıda güvenliği
açısından büyük bir öneme sahiptir.
Diğer bir taraftan; Türkiye'nin jeopolitik bakımdan dünyada son
derece önemli bir konumda olması, dünyanın en duyarlı bölgelerine yakınlığı,
büyük devletlerin çıkar çatışmalarının kavşak noktasında bulunması, yabancılara
toprak satışında geniş boyutlu bir değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır. Böyle
bir çerçeve içerisinde konu ele alındığında; ülke ve millet bölünmezliği ve
devletin geleceği açısından da, sağlıklı bir değerlendirmeyi gerektirmektedir.
2644 Sayılı Tapu Kanunu'nun 35 inci maddesi değiştiren 6302
sayılı Tapu ve Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un 1
inci ve 2 nci maddelerinin dava konusu olan hükümlerine bakıldığında; ne yazık
ki, her türlü sınırlamaların kaldırıldığı açıkça görülmektedir.
14.3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun'un 1.nci maddesiyle
değiştirilen 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 inci maddesinin 1 inci fıkrasının 1
inci cümlesinde yer alan düzenleme, yabancı uyruklu gerçek kişilerin kanunî
sınırlamalara uyulmak kaydıyla, Uluslararası ikili ilişkiler yönünden ve ülke
menfaatlerinin gerektirdiği hallerde Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen
ülkelerin vatandaşı olan yabancı uyruklu gerçek kişilerin taşınmaz ve sınırlı
aynî hak edinebilmelerini öngörmektedir.
Anayasa'nın 16 ncı maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin,
yabancılar için, milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabileceği
belirtilmiştir. Buna göre, yabancıların Türk vatandaşları ile aynı düzey ve
kapsamda hak sahibi olmalarının asıl değil, istisnâi bir durum oluşturacağı
anlaşılmaktadır. Bu kuralın amacı, Türk millî çıkarlarını korumaktır.
İptali istenen kuralda kanunî sınırlamalara uymak koşulunun
aranması her ne kadar yabancılara yönelik bir sınırlama imiş gibi görünse de,
Türkiye Cumhuriyeti kanunları Türk vatandaşları dâhil herkes için bağlayıcı
olduğundan, bu sözcüklerin yabancılar yönünden herhangi bir ek sınırlama
getirmediği açıktır. Bu nedenle, iki devlet arasında mütekâbiliyet mevcut olsa
bile, 6302 sayılı Kanunla bu koşul da kaldırıldığına göre, her yabancı uyruklu,
maddenin 3 üncü ve 6 ncı fıkrasında belirtilen kayıtlar hariç, aynen bir Türk
vatandaşı gibi taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinebilecektir. Bu hakkın
kullanımında, yabancı gerçek kişinin Türkiye'ye dostâne bir yaklaşım içinde
olup olmadığı, Türk millî menfaatlerine, ülke ve milletin bölünmez bütünlüğüne
aykırı söylem ve faaliyetlerinin bulunup bulunmadığı, kendi ülkesinde mûteber
bir kişi olarak tanınıp tanınmadığı, yüz kızartıcı veya uluslararası organize suçlardan
sâbıkalı olup olmadığı gibi, toplum barışı, ülke güvenliği ve dış ilişkiler
bakımından etkileri olabilecek hususlarda hiçbir sınırlama getirilmemiştir.
Anayasa'nın 16 ncı maddesi sadece bu tür sınırlamalara olanak vermemekte, özü
itibariyle bunu âmir bulunmaktadır. Bu hususlar gözetilmeden yasalaştırılan
kural, Anayasa'nın Başlangıç bölümünün beşinci paragrafı ile, Anayasa'nın 2. 5.
ve 6 ncı maddelerine aykırılık oluşturmaktadır. Kaldı ki yabancı uyruklu
kişilerin edindikleri taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli nitelikteki sınırlı
aynî hakların toplam alanının, özel mülkiyete konu ilçe yüzölçümünün yüzde onu
ve kişi başına ülke genelinde otuz hektar (300 dönüm) kullanım için makûl
ihtiyaçların çok üzerindedir. Bu nedenlerle fıkranın tümüyle iptali gerektiği
görüşündeyiz.
15.6302 sayılı Kanun'un 1 inci maddesinin 1 inci fıkrasında yer
alan 2 inci tümcesinde, yabancı uyruklu gerçek kişilerin edindikleri
taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli nitelikteki aynî hakların toplam alanının,
özel mülkiyete konu ilçe yüzölçümünün yüzde onunu ve kişi başına da ülke
genelinde otuz hektarı geçemeyeceği hükme bağlanmıştır.
Tümcenin yazılış biçiminin ve "ile" sözcüğünün bağlaç
işlevinin ayırıcı sonuçlar vermesi olanaklıdır; zirâ, "ile"
bağlacıyla, "edinilecek taşınmazlar" bir yanda, "sınırlı aynî
haklar" bir yanda kalmaktadır. Daha sonra gelen "toplam" sözcüğü
ise, taşınmaz mefhûmuna taâllûk eden bu farklı aynî hakları farklılaştıran ve
ayrı ayrı hesaplanması yolunu açan bir niteliktedir.
Bu bakımdan, "toplam" sözcüğünün açık bir netlik
taşımaması, kuralın yasaların belirginliğini temel olan hukuk devleti ilkesiyle
çelişmesine neden olmaktadır. Yabancıların Ülkemizin çeşitli yörelerinde
edinebileceği taşınmazların üst sınırının otuz hektarı aşıp, aşmadığının nasıl
saptanacağı da madde hükümde yer almadığından, bu konuda da belirsizlik
bulunmaktadır.
Düzenleme, edinimler toplamının otuz hektarı (300 dönümü)
geçemeyeceğini belirleyerek bir üst sınır ölçüsü çizmiş, bu sınır içinde
edinilen hakları ise taşınmaz ile bağımsız ve sürekli sınırlı aynî haklar
olarak sayıp nitelemiştir.
Taşınmaz mülkiyeti; mâlike hak konusundan yararlanma, üzerinde
hukukî ve fiilî tasarrufta bulunma yetkisi veren, bağımsız ya da sürekli nitelikli
sınırlı aynî haklar ise sahibine eşyadan yararlanma veya mâlike bir çekinme
borcu yükleyen irtifak hakları ya da mâliki bir taşınmaz karşılık olmak üzere
bir edimde bulunma borcu altına sokan mükellefiyet veya eşyayı bir alacağın
temini için paraya çevirme yetkisi veren rehin haklarından oluşup, hak sahibine
mülkiyetten farklı ancak muhtevâsını oluşturan hak konusunda yetki verirler.
İrtifak Hakları, (geçit, mecra, kaynak gibi) taşınmaz lehine ya da
(intifa, üst gibi) belirli bir şahıs lehine tesis edilirler. Bir grup irtifak
hakları da hak sahibine eşya üzerinde olumlu davranışda bulunma zorunluluğu
getirmekte olup, inşaat yapmama, manzara kapatmama gibi mülkiyetin sağladığı
hakka ilişkin tüm yetkilerin kullanılamayacağı TMK. md. 779 gibi olumsuz
irtifak hakları da vardır.
Bağımsız olmayan, yani belli bir şahıs lehine tesis edilmiş
irtifak hakkı (sükna, intifa, rehin)nıntapu siciline taşınmaz olarak kaydı ile
aynî irtifaklarında lehine tesis edilen taşınmazlardan ayrı olarak devri mümkün
değildir. O halde bağımsız mahiyetleri de yoktur. Kaynak ve üst hakkı gibi
hakların ise devredilebilir şekilde tapu siciline tescili mümkündür.
İpotek, ipotekli borç senedi gibi taşınmaz rehni nitelikli sınırlı
aynî hakların özelliği, taşınmaz mülkiyet hakkı ve buna inhisar ettirilen hak
sınırını belirleyen yüzölçümü kriteri ile aynı ölçü birimi ile mukâyese
edilmesi farklı nitelik ve muhtevâya sahip hakların kuraldaki gibi ölçümleme
yolu ile toplanabileceğinin söylenmesi mümkün değildir.
Kanun, hem mülkiyet hakkını, hemde niteliği ne olursa olsun
sınırlı aynî haklar toplamını otuz hektar ile sınırlamıştır. Bu cümleden
baktığımızda otuz hektarlık bir alan üzerinde ipotek hak sahibi bir yabancı,
artık herhangi bir taşınmaz mülkiyet edinme hakkını kullanamayacak ya da otuz
hektar tapusu olan bir kişi o gayrimenkul için gerekli olsa da, söz gelimi,
sınırlı bir aynî hak olan geçit hakkı edinemeyecektir.
Dolayısı ile, 6302 sayılı Kanun'un 1 inci maddesinin 1 inci
fıkrasında yer alan 2 nci tümcesindeki düzenleme, aynı nitelikte sayılıp
ölçümlenemeyecek hakların birbirleri ile toplanması sonucuna götürmekte ve bu
hakları birbirine bağımlı hâle getirerek "bireysel işlevselliğini"
ortadan kaldırmaktadır.
Başka bir değişle, bir aynî hakkın (mülkiyet) varlığının rakamsal
boyutunun, diğer bir aynî hakkın (sınırlı aynî hak) varlığının tesisine imkân
vermiyecek şekilde sınırlıyor olması, 6302 sayılı Kanun'un amacı ile çelişmekte
ve hukukî belirsizliğe sebebiyet vermektedir.
Oysa, hukuk devletinde hukukî düzen, hukukî güvenilirlik sağlamak
için belirli ve öngörülebilir, düzenleme açık, net anlaşılabilir, ölçülü ve
ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan yöntem arasında orantılı olmalı, kamu
yararı amacı gütmeli, haktan yararlanacak kimselere, endişeden uzak güven ve
inanç sağlamalıdır. Düzenleme bu hâli ile Anayasa'nın 2 nci maddesinde
belirtilen "hukuk devleti ilkesi"ne kesinlikle aykırıdır.
Anayasa'nın Başlangıç kısmında "hiçbir faaliyetin Türk milli
menfaatlerinin, ... karşısında koruma göremeyeceği", 2 nci maddesinde,
Türkiye Cumhuriyeti'nin Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğu belirtilmiş, 5 inci
maddesinde de kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak
Devletin amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Anayasa'nın 35 inci maddesinde
de, herkesin mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu ve bu hakların ancak kamu
yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği öngörülmüştür.
Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti insan haklarına
dayanan bu hakları koruyup, güçlendirebilen, eylem ve işlemleri hukuka uygun
olup, yargı denetimine bağlı tutulabilen, eşitlik temelinde adil bir hukuk
düzeni kurabilen, kişinin maddî ve manevi varlığını geliştirebilmesi için
gerekli ortamı hazırlayan devlettir. Hukuk devletinde, yasaların açık ve
anlaşılabilir olması hukukun üstünlüğünün sağlanabilmesi için ön-koşuldur.
Ayrıca yasaların kişisel ya da siyasî amaçlarla değil, kamu yararı amacıyla
çıkarılması gereğinde de hukuk devleti bağlamında kuşku bulunmamaktadır.
Bir devletin ülke ve millet bütünlüğünün korunmasındaki önceliği,
bu varlıkları yakından ilgilendiren konuların daha ayrıntılı, açık ve anlaşılabilir
biçimde düzenlenmesini gerektirmektedir. Ayrıca Anayasa'nın 44 üncü maddesinde
toprağın verimli olanak işletilmesi, topraksız köylüye toprak sağlanması, 45
inci maddesinde, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı
kullanılmasının önlenmesi, 57 nci maddesinde, konut ihtiyacının karşılanması
konularında olduğu gibi, devlete Anayasa'nın birçok maddesiyle çeşitli görevler
verilmiştir. Bu nedenle devlet, yabancılara toprak satışı konusunu, Anayasa ile
kendisine verilen bu görevleri yerine getirmesini engellemeyecek ve kendi
vatandaşlarının önceliklerini gözetecek biçimde düzenlemek zorundadır. Esasen
kamu yararının başka türlü gerçekleşmesi de olanaklı değildir.
Bu itibarla, dava konusu 3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun'un 1
inci maddesiyle değiştirilen 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 inci maddesinin 1
inci fıkrasının 1 inci cümlesinin, içerdiği belirsizlikler nedeniyle hukuk
devletinde kanunların açık ve anlaşılabilir olması gereğine; amacı aşan
oranlarda toprak satışına izin vermesi nedeniyle ölçülülük ilkesine aykırılık
oluşturduğu ve bu yönüyle kamu yararı amacıyla da düzenlenmediği sonucuna
varılmaktadır.
16. Anayasa'nın 7 nci maddesinde "Yasama yetkisi Türk Milleti
adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez."
denilmektedir
Anayasa Mahkemesi'nin benzer uyuşmazlıklarda verdiği önceki
Kararlarında vurgulandığı üzere, Anayasa'da yasa ile düzenlenmesi öngörülen
konularda yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin
verilmesi olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi yasa ile
sınırlandırılmış, tamamlayıcı bir yetkidir. Bu nedenle, Anayasa'da öngörülen
ayrık durumlar dışında, yürütme organına yasalarla düzenlenmemiş bir alanda
genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Ayrıca, yürütme organına
düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasa'nın 7 nci maddesine uygun
olabilmesi için temel ilkelerin konulması, çerçevenin çizilmesi, düzenleme
bakımından sınırsız, belirsiz, geniş bir alanın bırakılmaması gerekir
Dava konusu kuralla yabancı uyruklu gerçek kişilerin ilçe bazında
edinebilecekleri taşınmazların ilçe yüzölçümüne göre yüzde onunu ve kişi başına
ülke genelinde otuz hektarı geçmemek üzere oranını tespite Bakanlar Kurulu
yetkili kılınmaktadır. İller / İlçeler coğrafî ve stratejik olduğu kadar
yerleşim alanları ve konumları itibariyle de birbirinden farklılıklar
göstermektedir. Kimi illerin yerleşim alanlarının tamamı veya birçok büyük
ilçenin tamamı yüzde onluk sınırın altında kalabilmektedir. Buna karşılık ilin
(merkez ilçe dâhil) yüzölçümleri, ilin ormanları, dağları ve mer'aları gibi
yerleşim alanları dışındaki kısımlarını da kapsamaktadır. İller için geçerli
koşulların ilçeler ve beldeler için de geçerli olmadığından söz edilemez. Bu
durumda Bakanlar Kuruluna bırakılan düzenleme yetkisinin Anayasal sınırlar da
gözetilerek çerçevesinin sarih bir biçimde belirlenmediği açıktır
Ülke bütünlüğü ve egemenliği ile doğrudan ilgili olduğunda
tereddüt bulunmayan yabancıların taşınmaz edinimi konusunda yasaların açık,
anlaşılabilir ve sınırları belirli kurallar içermesi gerekir. İptali istenilen
3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun'un 1 inci maddesiyle değiştirilen 2644 sayılı
Tapu Kanunu'nun 35 inci maddesinin 1 inci fıkrasındaki kural ise yeterli
açıklık ve belirlilikten uzak olduğundan Anayasa'nın 2 inci ve 7 inci
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun ile değiştirilen 22.12.1934 gün
ve 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 inci maddesinin 1 inci fıkrasının 3 üncü
(son) tümcesinin Anayasa'ya aykırılığı
Değişik iktisadî politikalar ve ekonomiye sözde kaynak yaratmak
maksadıyla ülke topraklarının yabancı unsurlar eline geçmesine imkân sağlayan
6302 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde "Kanuni sınırlamalara uyulmak
kaydıyla, uluslararası ikili ilişkiler yönünden ve ülke menfaatlerinin
gerektirdiği hallerde Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen ülkelerin vatandaşı
olan yabancı uyruklu gerçek kişiler Türkiye'de taşınmaz ve sınırlı ayni hak
edinebilirler." hükmü ile yabancı uyruklu gerçek kişilerin edindikleri
taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli nitelikteki sınırlı aynî hakların toplam
alanının, özel mülkiyete konu ilçe yüz ölçümünün yüzde onunu ve kişi başına
ülke genelinde otuz hektarı geçemeyeceği belirtildikten sonra 1 inci fıkrasının
son tümcesini oluşturan "Bakanlar Kurulu kişi başına ülke genelinde
edinilebilecek miktarı iki katına kadar artırmaya yetkilidir" hükmü,
Anayasa'nın 2 inci maddesi karşısında Başlangıç'ın 4 üncü ve 7 nci paragraflarında
yer alan Anayasa'nın yorumu ve uygulamasında siyasal kadroların öznel
değerlendirmelerini etkisiz bırakmak amacıyla getirildiği kuşkusuz bulunan
temel ilkelere aykırılık teşkil etmektedir.
Ancak, 6302 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin 1 inci fıkrasının son
tümcesinde yer alan "Bakanlar Kurulu kişi başına ülke genelinde
edinilebilecek miktarı iki katına kadar artırmaya yetkilidir" hükmü ile
Kanunun uygulama esaslarının tespitine Bakanlar Kurulunun yetkili kılındığı;
oysa mülk edinecek yabancı ülkeler ile mülk edinilecek bölge ve illerin
saptanması konusundaki yetkinin doğrudan doğruya bir "yasama yetkisi"
olduğu,
Anayasa'nın 91 inci maddesiyle tanzim edilen kanun hükmünde
kararname çıkarma, 115 inci maddesiyle tanzim edilen tüzük çıkarma ve 124 ünci
maddesiyle düzenlenen yönetmelik yapma yetkilerinin istisnaî ve özel yetkiler
olduğu ve Bakanlar Kurulunun ancak, bu yollarla düzenleme yapabileceği,
6320 sayılı Kanun'un 1 inci maddesi hükümlerinde Bakanlar Kuruluna
verilen yetkilerin kanun kuvvetinde kararname çıkarma, tüzük veya yönetmelik
yapma yetkisi olmadığı, yasama yetkisi niteliğinde bulunduğu, her iki maddenin
bu açıdan Anayasa'nın 7 inci maddesine aykırı olduğu âşikârdır.
Şu hale göre çözümlenmesi gereken diğer bir sorun, yasama
organınca, ülke topraklarının yabancılara satışı konusunda 6302 sayılı Kanun'da
düzenlenmesi gerektiği halde boş bırakılmış alanların (hâli arazilerin) idarece
düzenlenip düzenlenemeyeceği, dolayısıyla, yasama yetkisi devrinin söz konusu
olup olamayacağı hususuna ilişkin bulunmaktadır.
Gerçekten, 6302 sayılı Kanun ile Bakanlar Kuruluna tanınan yetki
son derece sınırsız ve belirsizdir. Kanun'un 1 inci maddesinin 1 inci
fıkrasında sadece "yabancı uyruklu gerçek kişilerin edindikleri
taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli nitelikteki sınırlı aynî hakların toplam
alanı, özel mülkiyete konu ilçe yüz ölçümünün yüzde onunu ve kişi başına ülke
genelinde otuz hektarı geçemez" denilmek suretiyle miktar belirlenmiş,
diğer hususların tespiti yürütme organına bırakılmıştır. Bu ölçütler arasında,
şüphesiz, sadece kanunla düzenlenmesi gereken yönler mevcuttur. Söz gelimi,
yabancının alacağı arazinin azami miktarı, emlakin adedi, alınma amaçları
Bakanlar Kuruluna verilen yetkinin devamı süresi, satın alınacak arazi ya da
emlakin yeri, satın almanın koşulları, devir ve ferağda uygulanacak ilkeler
dâima kanun ile düzenlenmesi gereken hususlardandır. Benzer konularda yasama organının
serinkanlı ve objektif değerlendirmelerine ihtiyaç vardır.
O halde, "Bakanlar Kurulunun kişi başına ülke genelinde
edinilebilecek miktarı iki katına kadar artırmaya yetkili kılınması"
esâsını, yürütme organı tarafından düzenlenebilecek uygulama esaslarından
saymak mümkün değildir. Ayrıca, mülkiyet hakkının kapsamını belirleyen ve bu
hakkı sınırlayan bu esasların Kanun ile düzenlenmesi, Anayasa'nın 35 inci
maddesi hükmü gereğidir.
Diğer yandan, 6302 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle değiştirilen
35 inci maddenin 1 inci fıkrasının 3 üncü (son) tümcesinde, 2 nci tümcede yer
alan otuz hektarlık (300 dönümlük) sınıra ek olarak kişi başına ülke genelinde
edinebileceği miktarı iki katına (600 dönüme kadar) kadar artırmaya Bakanlar Kurulu
yetkili kılınmıştır.
Dava konusu kural ile Bakanlar Kuruluna tanınan yetkinin sınırı,
esasları ve çerçevesi fıkrada belirlenmiş olmakla beraber, verilen yetki 30
hektarlık yasal sınırı iki katına kadar arttırabilmeyi olanaklı kıldığından düzenleme,
sınırlamanın işlevselliğini etkisiz bırakacak derecede ölçüsüzdür.
Buna göre Bakanlar Kuruluna tanınan iki katına kadar arttırma
yetkisinin ölçüsüz olması yasama yetkisinin yürütme organına devri sonucunu
doğuracağından kabul edilemez.
Bu tümcede (1 inci fıkranın 1 inci ve 2 nci tümceleri de birlikte
nazara alındığında) iki açıdan Anayasa'ya aykırılık görülmektedir.
Birinci aykırılık "yabancı ülkelerde bu ülkelerin
kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri" ibâresi
ile ilgilidir.
Bu ibâre, 35 inci maddenin birinci fıkrasının birinci ve ikinci
tümcelerinde de yer almıştır ve yukarıda 35 inci maddenin birinci fıkrası ile
ilgili Anayasa'ya aykırılık gerekçesinde, bu ibârenin içerdiği tanımın,
karşılıklılık ilkesinin kaldırılması nedeniyle Anayasa'nın Başlangıç kısmının
ikinci paragrafındaki "Dünya Milletleri ailesinin eşit haklara sahip
şerefli bir üyesi." ibâresine; ülke topraklarının gerçek bir karşılıklılık
söz konusu olmadan yabancılar tarafından satın alınarak kolayca ele
geçirilmesine imkân tanıması bakımından, Anayasa'nın 3 üncü maddesinde ve
Anayasa'nın Başlangıç kısmının 1 inci ve 5 inci paragraflarında ifade edilmiş
olan "ülkenin bölünmez bütünlüğü" ilkesine aykırı olduğu
açıklanmıştır.
Söz konusu üçüncü fıkranın birinci tümcesi de, bu ibâre nedeniyle
ve aynı gerekçelerle Anayasa'nın 3 üncü maddesi ile, Anayasa'nın Başlangıç'ının
1, 2 ve 5 inci paragraflarına aykırıdır.
Anayasa'ya aykırı bir düzenlemenin, Anayasa'nın 2 nci maddesindeki
hukuk devleti ve 11 inci maddesindeki Anayasa'nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı
ilkesiyle bağdaşması da düşünülemez.
Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda 1 inci fıkranın 3 üncü (son)
tümcesinin Anayasa'nın 2, 3 ve 11 inci maddeleri ile Anayasa'nın Başlangıç'ının
1, 2 ve 5 inci paragraflarına aykırı olduğu için iptalinin gerekli olduğu düşünülmektedir.
Söz konusu tümcede görülen Anayasa'ya ikinci aykırılık nedeni ise,
yabancıların ülkemizde 30 hektardan fazla taşınmaz alımının Bakanlar Kurulu
iznine bağlanmasıdır.
Dünyadaki devletlerin bir kısmı, hangi büyüklükte olursa olsun,
yabancının ülkede taşınmaz edinmesini çeşitli düzeydeki resmî otoritelerin
iznine bağlamaktadır.
Üçüncü (son) tümcede Bakanlar Kurulu izninin 30 hektardan fazla
taşınmazlar için öngörülmüş olması; Türkiye ile yabancının ülkesinde her
büyüklükte taşınmaz satın alımını izne bağlayan devletler arasında,
karşılıklılık ilkesini zedeleyen bir eşitsizlik doğmasına neden olabilecektir.
Böyle bir eşitsizliğin Anayasa'nın Başlangıç'ının 2 nci
paragrafındaki "Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir
üyesi olarak." ibâresi ile bağdaşması düşünülemez.
Kezâ, böyle bir eşitsizliğin, ülkenin bölünmez bütünlüğünü
zedeleyecek bir biçimde ülke topraklarının yabancıların eline kolayca geçmesini
sağlayacağı da ortadadır. Bu durum, söz konusu düzenlemeye, Anayasa'nın 3 üncü
maddesi ile Başlangıç'ının 1 inci ve 5 inci paragraflarına da aykırı bir
nitelik vermektedir.
Anayasa'nın çeşitli maddelerine aykırı bir düzenlemenin
Anayasa'nın 2 nci maddesindeki hukuk devleti, 11 inci maddesindeki Anayasa'nın
bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkeleriyle bağdaştığı da söylenemez.
Bu açıklamalar doğrultusunda, üçüncü fıkranın birinci tümcesinin,
Anayasa'nın, 2, 3 ve 11 inci maddeleri ile Anayasa'nın Başlangıç'ının 1, 2 ve 5
inci paragraflarına aykırı olduğu için iptalinin gerektiği düşünülmektedir.
3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun ile değiştirilen 22.12.1934 gün
ve 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 inci maddesinin 2 inci fıkrasının 1 inci
tümcesinin Anayasa'ya aykırılığı:
a-) 3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun'un 1 inci maddesiyle
değiştirilen 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 inci maddesinin 2 inci fıkrasının 1
inci tümcesinde, yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel
kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin ancak özel kanun hükümleri çerçevesinde
taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilecekleri belirtildikten sonra, ikinci
tümcede, bu ticaret şirketleri dışındakilerin taşınmaz edinemeyeceği ve
lehlerine sınırlı ayni hak tesis edilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Buna göre,
yabancı tüzel kişilerin Türkiye'de taşınmaz edinmelerinde, yabancı gerçek
kişilerden farklı olarak karşılıklı olma koşulu aranmadığı gibi, edinilebilecek
taşınmaz miktarı yönünden de bir sınırlama getirilmemektedir. Fıkra ile
göndermede bulunulan özel kanun hükümleri kapsamında yer alan 6326 Sayılı
Petrol Kanunu, 2634 Sayılı Turizmi Teşvik Kanunu ve 4737 Sayılı Endüstri
Bölgeleri Kanunu'nda da yabancı tüzel kişilerin edinebilecekleri taşınmazların
toplam yüzölçümü bakımından bir üst sınır öngörülmediğinden bu konuda bir
sınırsızlık bulunduğunda duraksamaya yer yoktur. Yabancı tüzel kişileri yabancı
uyruklu gerçek kişilere göre imtiyazlı duruma getiren dava konusu ikinci
fıkranın Anayasa'nın eşitlik ilkesinin düzenlendiği 10. maddesinin "Hiçbir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz" diyen üçüncü
fıkrası hükmü ile bağdaşmadığı açıktır.
Anılan tümce, tüzel kişiliğe sahip yabancı ticaret şirketlerinin,
ancak özel kanun hükümleri çerçevesinde taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı aynî hak
edinebileceklerini öngörmektedir. Buna göre, yabancı ticaret şirketlerinin tâbi
olacağı kurallar, Tapu Kanunu'nun genel bir göndermede bulunduğu, tahdit
edilmemiş ve her zaman değişebilecek, farklı yasa hükümlerine göre
belirlenecektir. Ticaret şirketleri yönünden, ilgili kanunlarda yer almamışsa,
mütekâbiliyet koşulu da söz konusu olmayacaktır. Bu nedenle kural, Anayasa'nın
Başlangıç bölümü ile 2 inci ve 5 inci maddelerine aykırıdır.
Söz konusu tümcede yer alan bu hükümden, belirtilen yabancılar
dışındaki yabancıların, Türkiye'de mülk edinemeyeceği anlaşılmaktadır. Ancak,
bu hükmün belirtilen yabancılar dışında kimsenin (dolayısı ile Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarının dahi) Türkiye'de taşınmaz edinemeyeceği şeklinde
anlaşılması da mümkündür. Bu durum, belirsizliğe yol açmaktadır. Bir hukuk
devletinde, hukuk düzeninin "belirliliği" sağlaması esastır. İptali
istenen kural ise neyin kapsanıp, neyin dışlandığı konusunda yeterli açıklıktan
yoksundur ve bu durum Anayasa'nın 2 inci maddesinde belirtilen hukuk devleti
ilkesine aykırıdır. Çünkü hukuk devleti, "belirliliği ve
öngörülebilirliği" nedeniyle hukuk güvenliğini gerçekleştirmeyi amaçlar.
Hukukun temel ilkeleri arasında yer alan eşitlik ilkesine ise,
Anayasa'nın 10.ncu maddesinde yer verilmiştir. Bu hükme göre, "Herkes,
dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir." denilmek suretiyle
Kanunların herkese eşitlikle uygulanacağı vurgulanmıştır.
"Eşitlik" ilkesi ile eylemli değil, hukukî eşitlik
öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar
karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve
ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve
topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi
yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı
tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da
topluluklar için değişik kuralları ve uygulanmaları gerektirebilir. Aynı
hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa
Anayasa'da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.
Kaldı ki, Kanun koyucu, kuşkusuz Anayasa'nın ve mülkiyet hakkının
temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla düzenleme yapabilir.
Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kural Anayasa'nın 2 inci
maddesindeki "Hukuk Devleti" ile 10 uncu maddesindeki
"eşitlik" ilkelerine aykırıdır.Keza, az yukarıda değinildiği gibi,
Anayasa'nın herhangi bir hükmüne aykırı bir düzenlemenin Anayasa'nın üstünlüğü
ve bağlayıcılığı ilkelerini ifade eden Anayasa'nın 11 inci maddesi ile
bağdaşması da beklenemeyeceğinden, iptali istenen kural Anayasa'nın 11 inci
maddesine de aykırılık oluşturmaktadır.
b-) 35.nci maddenin 2 nci fıkrasında "Yabancı ülkelerde kendi
ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri,
ancak özel kanun hükümleri çerçevesinde taşınmaz mülkiyeti ve taşınmazlar
üzerinde sınırlı aynî hak edinebilirler." denilmektedir.
Dava konusu fıkra ile üçüncü fıkra birlikte gözetildiğinde yabancı
ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip
ticaret şirketlerinin "ülke menfaatlerinin gerektirdiği hallerde ... ülke,
kişi, coğrafi bölge, süre, sayı, oran, tür, nitelik, yüzölçüm ve miktar"
gözönünde tutularak taşınmaz mülkiyeti ve taşınmazlar üzerinde sınırlı aynî hak
edinebilecekleri anlaşılmaktadır. Buna göre belirtilen kriterlere uygun
olmadığı Bakanlar Kurulunca belirlenen alanlarda, yabancı ülkelerde kendi
ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri
taşınmaz mülkiyeti ve taşınmazlar üzerinde sınırlı aynî hak edinemeyeceklerdir.
Dolayısıyla yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel
kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin taşınmaz mülkiyeti ve taşınmazlar üzerinde
sınırlı aynî hak edinebilmeleri, bunların dışında kalan alanlarda ve özel kanun
hükümleri çerçevesinde sınırlandırılmış olarak mümkün olabilecektir.
Bu düzenlemenin Anayasa'nın "Dünya milletleri ailesinin eşit
haklara sahip şerefli bir üyesi" olduğu belirtilen Başlangıç Bölümünün 2
inci paragrafına, "Türkiye Cumhuriyeti'nin başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti" olduğunu
belirten 2 inci maddesine, "kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamayı Devletin temel amaç ve görevleri" arasında sayan
5.nci maddesine, "yürütme yetkisi ve görevini" düzenleyen 8 inci
maddesine, "Herkesin kanun önünde eşit" olduğunu belirten 10 uncu
maddesine, "Temel hak ve hürriyetlerin yabancılar için milletlerarası
hukuku uygun olarak kanunla sınırlanabileceğini" belirten 16.ncı
maddesine, "mülkiyet hakkı"nı düzenleyen ve 2.nci fıkrasında "Bu
haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir" diyen 35.nci
maddesine, kıyılar, toprak mülkiyeti ve tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında
çalışanların korunması ile ilgili düzenlemeleri içeren 43, 44 ve 45.nci
maddeleri hükümlerine aykırılık oluşturduğu açıktır. Zirâ (aşağıda, Anayasa'ya
aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin iptal gerekçelerini özetlediğimiz
VII.nci bölümde de açıkladığımız üzere), verimli tarım arazilerinin önemi ve
değeri her geçen gün artmaktadır. Tarım arazilerinin yabancılara satışı,
Milletimizin değil, sadece ve sadece yabancı ülkelerin servetini ve refahını
artırmaya yarayacaktır. 3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun'un 1.nci maddesiyle
değiştirilen 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35.nci maddesinin getirdiği
düzenlemeler karşısında tarım arazilerinin de yabancıların eline geçmesi yolu
açılmıştır. Kezâ, arşılıklılık koşulu olmaksızın, "ülke menfaatlerinin
gerektirdiği haler" gibi soyut ve muğlâk ifadelerle ve özellikle Bakanlar
Kuruluna tanınan geniş yetkilerle yabancı gerçek ve tüzel kişilere taşınmaz ve
sınırlı aynî hak edindirmenin, kıyıların, tarım topraklarının, çayır ve
mer'aların amaç dışı kullanımını artırması ve dolayısı ile tarım, hayvancılık
ve bu üretim dallarında çalışanların kazanç, huzur ve refahını olumsuz yönde
etkilemesi kaçınılmazdır.
3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun ile değiştirilen 22.12.1934 gün
ve 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35.nci maddesinin 2.nci fıkrasının 3.ncü (son)
tümcesinin Anayasa'ya aykırılığı:
6302 sayılı Kanun'un 1.nci maddesinin 2.nci fıkrasının 3.ncü (son)
tümcesinde 2.ci fıkrasının 1.nci tümcesine atıf yapılarak yabancı ülkelerde
kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret
şirketleri ile yabancı uyruklu gerçek kişiler lehine taşınmaz rehni tesisinde
bu maddede yer alan sınırlamaların uygulanmayacağı öngörülmüştür.
Taşınmaz rehni hakkı tesisi konusunda yabancılar için söz konusu
birinci ve ikinci fıkrada geçerli olan kayıt ve sınırlamaların aranmaması,
taşınmaz rehni tesisini tamamen sınırsız bir duruma getirmektedir.
Bu düzenlemeye bakıldığında, öncelikle "karşılıklılık /
mütekâbiliyet" ilkesinin taşınmaz rehni bakımından da tamamen ortadan
kaldırıldığı görülmektedir. Halbûki Anayasa'nın Başlangıç kısmının ikinci
paragrafındaki "Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir
üyesi olarak Türkiye Cumhuriyeti...' ibâresi, yabancılara tanınacak haklarda
"karşılıklılık/mütekâbiliyet" ilkesine uyulmasını gerekli ve zorunlu
kılmaktadır.
Böylesi bir düzenlemenin Anayasa'nın başlangıç kısmının 5.nci
paragrafında belirtilen "ulusal çıkarların
üstünlüğü","'bağımsızlık ve ülke güvenliği" kavramları ve 5.nci
maddesinde belirtilen "toplumun huzuru" kavramı ile yukarıda iptali
talep olunan hükümlerin Anayasa'ya aykırılık gerekçelerinde belirtilen
nedenlerle bağdaşmayacağı da açıktır. Çünkü, taşınmaz rehni tesisi de, kimi
zaman mülkiyet hakkı ediniminin doğuracağı sonuçlara benzer sonuçlar doğurur.
Bu itibarla, mülkiyet hakkı için söz konusu sınırların taşınmaz
rehni tesisinde de geçerli olması, bağımsızlık, güvenlik, ülke ve toplum
çıkarları bakımından zorunlu ve gereklidir.
Birinci ve ikinci fıkralarda geçerli olan kayıt ve sınırlamaların
taşınmaz rehni tesisinde aranmaması, taşınmaz rehni tesisini tamamen sınırsız
bir duruma da getirmektedir. Bu da, yapılan bu düzenlemeyi, bağımsızlık,
güvenlik, ülke ve toplum çıkarları bakımından daha da sakıncalı kılmakta ve
Anayasa'nın Başlangıç kısmı ile 5.nci maddesine aykırılığı daha da
belirginleştirmektedir.
Diğer yandan birinci ve ikinci fıkrada yabancı uyruklu gerçek ve
tüzelkişilerin taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinimi çok zayıf ve yetersiz de
olsa bir takım koşullara bağlanmış iken 2.nci fıkranın iptali istenen son
tümcesinde yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde kendi
ülkelerinin kanunlarına göre kurulmuş tüzelkişiliğe sahip ticaret şirketlerine
bu koşullardan farklı koşullarda taşınmaz rehni tesisi imkânı tanınması ve
birinci ve ikinci fıkralardaki bir takım sınırlamaların bunlar için söz konusu
olmaması, Anayasa'nın 10.ncu maddesinde belirtilen kanun önünde eşitlik
ilkesine aykırı bir ayrıcalık yaratmaktadır. Çünkü rehin hakkı tesisi de,
mülkiyet hakkı ediniminden doğacak sonuçlara benzer durumlara yol
açabilmektedir. Bu nedenle, aynı durumda bulunanlara aynı kuralların
uygulanması gerekmektedir.
Anayasa'nın herhangi bir hükmüne aykırı bir düzenlemenin ise
Anayasa'nın 2.nci ve 11.nci maddelerinde belirtilen "hukuk devleti"
ve "Anayasa'nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı" ilkeleri ile çelişeceği
ortadadır.
Ayrıca, iptali istenen 35/1-2-4 (1.nci tümce) madde ve fıkraları
ile yapılan düzenlemelerde edinilecek taşınmazın arazi, arsa veya bina olması
açısından, yabancıların mülk edinme koşullarının ayrı ayrı belirtilmediği de
görülmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nin 4916 sayılı Kanun ile ilgili 14.03.2005 gün
ve E.2003/70-K.2005/14 sayılı Kararında,
"... hukuk devletinin yukarıda belirtilen işlevlerinin yaşama
geçirilebilmesi için, ülkenin bütünlüğü, güvenliği, coğrafi özellikleri,
stratejik konumu ve öncelikleri gözetilerek yabancıların alacağı taşınmazın
yeri, arazi, arsa veya bina olmasının getireceği farklılıklar ile satın almanın
amacı, koşulları ve devirde uyulacak usul ve esaslar gibi hususların yasada
belirtilmesi gerekir. Bunların yasada düzenlenmemiş olması, ülke bütünlüğü ve
egemenliği ile doğrudan ilgili olduğunda duraksama bulunmayan yabancıların
taşınmaz edinimi konusunda, yetki devrine yol açacağı gibi yasaların açık,
anlaşılabilir ve sınırları belirli kurallar içermesi gereğinin hukuk
güvenliğinin gerçeklemesi için ön koşul kabul edildiği hukuk devleti anlayışına
da aykırı düşer."
Denilmiştir. Görüldüğü üzere Anayasa Mahkemesi'nin bu kararına
göre;
a) Yabancıların alacağı taşınmazın arazi, arsa veya bina olmasının
getireceği farklılıkların ve,
b) Devirde uyulacak usul ve esasların,
Kanunda belirtilmesi zorunludur. Bu zorunluluk aynı zamanda
yukarıda belirtildiği gibi Anayasa'nın 35 nci maddesinin de gerekli kıldığı bir
husustur. Kanunda belirtilmesi gereken bu hususlara 6302 sayılı Kanunda yer
verilmediğinden, yapılan bu düzenlemenin Anayasa Mahkemesi'nin söz konusu olan
ve emsâl niteliği bulunan Kararı ve Anayasa'nın 3.ncü maddesi ile bağdaşmadığı;
yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırı olarak yürütme organına
genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir yetki devri yaptığı
kuşkusuzdur.
Anayasa Mahkemesi'nin anılan Kararında vurgulandığı üzere, Kanunda
belirtilmesi gereken hususlara yer verilmemesi, kanunların açık, anlaşılabilir
ve sınırları belirli kurallar içermesi gereğinin hukuk güvenliğinin
gerçeklemesi için ön-koşul kabul edildiği hukuk devleti anlayışına ve
dolayısıyla Anayasa'nın 2 nci maddesine aykırı düşmektedir.
Yine, Anayasa Mahkemesi'nin 3987 sayılı Özelleştirme Yetkisi
Kanunu'nun iptal gerekçesinde vurguladığı gibi, "Türkiye'de kamu
işletmelerinin bir çoğunun taşınmaz mal varlıkları çok değerlidir. Bu nedenle
yerli ve yabancı özel sektöre çoğu kuruluş çekici gelmektedir. Önemli olan
KİT'lere ilişkin araç ve gereçlerle birlikte taşınmaz malların da satılmasıdır.
Bu yolla, Anayasa Mahkemesinin Anayasaya aykırı bularak kapatmış olduğu
yabancılara taşınmaz mal satışı yolu, bu konuda dolaylı olarak yeniden açılmış
olacaktır ki, bu Anayasa Mahkemesi kararlarını etkisiz kılma anlamına
gelir." Kuşkusuz, böyle bir durum da, Anayasa'nın 138 nci, 152 nci ve 153
ncü maddeleri hükümlerine aykırılık anlamına gelmektedir.
Açıklanan nedenlerle, 3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun'un 1 nci
maddesiyle düzenlediği 22.12.1934 tarih ve 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 nci
maddesinin 1 nci, 2 nci fıkrasının, 4 cü fıkrasının 1 nci tümcesinin tamamının
iptali gerekmektedir.
V- İptal Davamıza Konu Olay Hakkında Anayasa Mahkemesi'nin Daha
Önce Verdiği Emsâl Niteliğindeki Kararlar:
21/6/1984 tarihli ve 3029 sayılı "22.11.1934 Tarihli ve 2644
Sayılı Tapu Kanununun 35.nci Maddesi ile 18.3.1924 Tarih ve 442 Sayılı Köy
Kanununun 87.nci Maddesine Birer Fıkra Eklenmesi Hakkında Kanun" ile
başlayıp günümüze kadar gelen süreçte aynı konuda düzenleme öngören toplam altı
değişiklik yapılmış ve yapılan değişiklikler Anayasa Mahkemesi tarafından ya
tamamen ya da kısmen iptal edilmiştir. Söz konusu iptal kararları
incelendiğinde, Kanunun, Anayasa Mahkemesi'nin aşağıda kronolojik olarak tarih
ve sayıları verilen İptal Kararları'nın görmezden gelinerek hazırlandığını
göstermektedir. Bu İptal Kararları şunlardır:
1-) Anayasa Mahkemesi'nin 24.8.1985 gün ve 18852 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan 13.6.1985 gün ve E.1984/14, K.1985/7 sayılı Kararı.
2-) Anayasa Mahkemesi'nin 31.1.1987 gün ve 19358 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan 9.10.1986 gün ve E. 1986/18, K. 1986/24 sayılı Kararı.
3-) Anayasa Mahkemesi'nin 26.4.2005 gün ve 25797 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan 14.3.2005 gün ve E. 2003/70, K. 2005/14 sayılı Kararı.
4-) Anayasa Mahkemesi'nin 16.1.2008 gün ve 26758 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan 11.4.2007 gün ve E. 2006/35, K. 2007/48 sayılı Kararı.
5-) Anayasa Mahkemesi'nin 16.4.2008 gün ve 26849 Sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan 11.3.2008 gün ve E.2003/71, K.2008/79 sayılı Kararı.
a-) Gerek karşılıklılık (mütekâbiliyet) ilkesine yer verilmemesi
nedeniyle Anayasa'nın "Başlangıç" Bölümüne, gerekse Bakanlar
Kurulu'na sınırlama, yasaklama ve durdurma konusunda sınırsız yetki verilmesi
nedeniyle Anayasa'nın 16.ncı ve 35.nci maddelerine açıkça aykırılık teşkil eden
6302 sayılı Kanun'un, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün 38. nci maddesi
uyarınca reddi gerekirken, ne yazık ki, kanunlaşmıştır.
Anayasa'nın 153'üncü maddesinin altıncı fıkrasında Anayasa
Mahkemesi kararlarının Resmî Gazete'de hemen yayımlanacağı ve Yasama, Yürütme
ve Yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağı
hükme bağlanmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin benzer yasal düzenlemeler karşısında
emsal niteliği taşıyan iptal gerekçeleri görmezden gelinerek ısrarla aynı yönde
düzenleme yapılması doğru değildir.
Anayasa'ya aykırılığı saptanmış olan hükümler (daha önceki 3029
sayılı Kanun) yeniden kanunlaştırılarak (3278 sayılı Kanun) yürürlüğe konmuştu.
Şu anda yürürlüğe konmuş olan iş bu 6302 sayılı Kanun ise, Anayasa'ya
aykırılığı Anayasa Mahkemesi'nce defalarca saptanmış bir Kanundur!
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasa Mahkemesi Kararları ile
Anayasa'ya aykırılığı saptanan hükümleri yeniden Kanun hâline dönüştürmüştür.
Bu hâliyle yasama organı, Anayasa Mahkemesi Kararlarını tanımamış, Anayasa
Mahkemesi'nin iptale taâllûk eden Kararlarını zımnen de olsa ortadan
kaldırmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin, Meclisi böyle bir Kanunu çıkarmaya yetkili
görmediği konuda TBMM kendisini yetkili addetmiştir. Böylesi bir davranış,
şüphesiz, Anayasa'nın 138 nci, 152 nci ve 153 ncü maddelerine aykırılık
anlamına gelmektedir.
Prof.Dr.Faruk Erem, Ceza Usulü Hukuku, kitabında (Hukuk Fakültesi
yayınları 1973, Sayfa : 329) şöyle demektedir; "Anayasa Mahkemesinin iptal
kararına rağmen iptal edilen hükmün aynı veya benzerini değişik deyimlerle aynı
hükmü kanunlaştırma hareketi, Anayasaya aykırılıktan Anayasayı ihlal kavramına
değin giden kuvvetli bir karinedir. Fakat Anayasaya aykırılıkta ısrarın
herhalde bir anlamı ve yorumu olabilecektir. Kaldıki, yürütme organının Anayasa
Mahkemesi kararına uymak zorunluluğunda olmadığı (Anayasa Mahkemesi kararının
bağlayıcı olmadığı) zannı hukukî bir görüş sayılmaz. Emrin bağlayıcılığı ile
bir hükmün bağlayıcılığı aynı şey değildir. Bir tarafa yapıcı, diğer tarafa
bozucu yetki tanıyan ve bunun ne zaman biteceğini göstermeyen bir hukuk sistemi
mantıken mevcut olamaz. Bir tarafa yapılanı bozmak yetkisi tanınmış olunca
diğer tarafın uyma zorunluluğu böyle bir sistemin tabii sonucudur. Tevali eden
bozma ve aynı şeyi yapma karşılıklı her iki organı yıpratacaktır. Böyle bir
sonuç aynı Anayasa sistemi içinde haklı görülemez."
Prof.Dr.Tahsin Bekir Balta da (İdare Hukuku isimli kitabında
s.164) aynı doğrultuda düşünce belirterek, yasama organının "Anayasa
Mahkemesince iptal olunan bir kanunun yasama kuvvetinin ne aynını ve ne de
benzerini kısmî de olsa çıkaramayacağını, aksi halde Anayasa Mahkemesi
Kararının bağlayıcılığı kuralına aykırı düşeceğini ve sırf bu sebepten iptali
gerekeceğini" ileri sürmüş ve "iptal edilen hükmü yeniden yürürlüğe
koymak gibi bir olay çok ciddi bir konu olduğu ve Anayasaya aykırılık kavramı
bu sınırda bitmiş sayılacağı ve bundan sonra sadece Anayasayı ihlâl fiilinin
kanunî unsurlarının olayda mevcut olup olmadığının münakaşası kalır"
şeklinde görüş açıklamıştır.
Nitekim, 5.6.2003 günlü ve 4875 sayılı Yasa'nın 3. maddesinin (d)
bendi ile, yabancı yatırımcıların Türkiye'de kurdukları veya iştirak ettikleri
tüzel kişiliğe sahip şirketlerin, Türk vatandaşlarının edinimine açık olan
bölgelerde karşılıklılık koşulu olmaksızın kamu yararı ve ülke güvenliği
açısından belli alanlar dışlanmadan ve miktar bakımından sınırlama
yapılmaksızın taşınmaz mülkiyeti veya sınırlı aynî hak edinmelerine imkân
sağlandığı ileri sürülerek Anayasa Mahkemesi'ne başvurulmuş ve bu durumun
Anayasa'nın Başlangıç kısmı ile 2 nci, 3 ncü ve 11 nci maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülerek iptali talep olunmuş idi.
Anayasa Mahkemesi, bu iptal talebini ve gerekçesini yerinde bulmuş
ve 5.6.2003 günlü ve 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu'nun yabancı
yatırımcıların Türkiye'de kurdukları veya iştirak ettikleri tüzel kişiliğe
sahip şirketlerin, Türk vatandaşlarının edinimine açık bölgelerde taşınmaz
mülkiyeti veya sınırlı aynî hak edinmelerine ilişkin "Taşınmaz
edinimi" başlığını taşıyan 3.ncü maddesinin (d) bendinin Anayasa'ya aykırı
olduğuna ve iptaline karar vermiştir.
Olayımızda tamamen emsâl oluşturacak nitelikteki Anayasa
Mahkemesi'nin anılan Kararında özetle şöyle denilmiştir:
"Dava dilekçesinde, 4875 sayılı Yasa'nın 3. maddesinin (d)
bendi ile, yabancı yatırımcıların Türkiye'de kurdukları veya iştirak ettikleri
tüzel kişiliğe sahip şirketlerin, Türk vatandaşlarının edinimine açık olan
bölgelerde karşılıklılık (mütekâbiliyet) koşulu olmaksızın kamu yararı ve ülke
güvenliği açısından belli alanlar dışlanmadan ve miktar bakımından sınırlama
yapılmaksızın taşınmaz mülkiyeti veya sınırlı ayni hak edinmelerine imkan
sağlandığı; bu durumun Anayasa'nın Başlangıç kısmı ile 2., 3. ve 11.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İptali istenilen (d) bendinde, taşınmaz mülkiyeti veya sınırlı
ayni hak edinilmesi konusunda, yabancı yatırımcıların yerli yatırımcılarla aynı
statüde değerlendirildikleri, aralarında hiçbir fark gözetilmediği, yabancı
yatırımcıların kurdukları veya iştirak ettikleri şirketlerin taşınmaz mülkiyeti
edinmeleri konusunda miktar yönünden herhangi bir sınırlamaya yer verilmediği
görülmektedir. Böylece, herhangi bir miktar kısıtlaması olmaksızın ve yatırım
faaliyeti bakımından gerekli olup olmadığına bakılmaksızın yabancı yatırımcılar
Türk vatandaşlarının edinimine açık olan bölgelerde taşınmaz mülkiyeti veya
sınırlı ayni hak edinebileceklerdir.
Bilim ve teknolojideki gelişmeler, artan ulaşım ve iletişim
olanakları, ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkilerde beliren yeni yapılanma
gereksinimleri, uluslararası ilişkilere yoğunluk ve yeni boyutlar
kazandırmıştır. Bunun sonucu olarak kimi durumlarda yabancı yatırımcılara mülk
edinme hakkının tanınması ve buna koşut olarak da konunun ülke koşullarına göre
belli yasal sınırlamalara bağlı tutulması gereği ortaya çıkmıştır.
Anayasa'nın Türkiye Cumhuriyeti'nin niteliklerini belirleyen 2.
maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet
anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir
hukuk Devleti olduğu vurgulanmaktadır. Bu maddeyle göndermede bulunularak
Cumhuriyetin nitelikleriyle özdeşleştirilen Anayasa'nın Başlangıç'ının beşinci
paragrafında ise, hiçbir faaliyetin, Türk milli menfaatlerinin, Türk
varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve
manevi değerlerinin karşısında korunma göremeyeceğine işaret edilmektedir.
Anayasa'nın 5. maddesinde de, Türk Milletinin bağımsızlığını ve
bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak,
kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak
ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya çalışmak,
devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmaktadır.
Anayasa'nın Başlangıç'ı ile 5. maddesi bağlamında anlam ve içerik
kazanan hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına
dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup, güçlendiren, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurup, bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve
hukukun üstün kurallarıyla bağlı, işlem ve eylemleri yargı denetimine açık,
yasaların üstünde Anayasa'nın ve Kanun Koyucunun da bozamayacağı temel hukuk
ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir.
Dava konusu yasa kuralıyla yabancı yatırımcıların Türkiye'de
kurdukları veya iştirak ettikleri tüzel kişiliğe sahip şirketlerin Türk
vatandaşlarının edinimine açık olan bölgelerde taşınmaz mülkiyeti veya sınırlı
ayni hak edinmeleri serbesttir denilmiştir. Hukuk devletinin yukarıda
belirtilen işlevlerinin yaşama geçirilebilmesi bağlamında milli ekonominin
ulusal çıkarlar doğrultusunda düzenlenebilmesi için yabancı yatırımcıların
edineceği taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hakların iktisap amacı, kullanım
şekli ve devrine ilişkin esas ve usullerin Yasada belirlenmesi gerekirken bu
yönde hiçbir düzenleme yapılmamış olması belirsizliklere yol açmakta ve yabancı
yatırımcılara sınırsız bir şekilde taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hak
edinme olanağı tanınmaktadır.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2. maddesine aykırıdır;
İptali gerekir."(Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2008 gün ve E.2003/71,
K.2008/79 sayılı Kararı, Resmi Gazete, Tarih: 16.4.2008 Sayı: 26849).
Görüldüğü gibi (az yukarıda da değinildiği üzere), Anayasa
Mahkemesi, 6302 sayılı Tapu Kanunu ve Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun'un iptalini talep ettiğimiz 1.nci maddesinin 1.nci fıkrası hükmü
ile paralellik arz eden 4875 sayılı Kanunun 3/d maddesine yönelik iptal
talebini ve gerekçesini yerinde bulmuş ve 5.6.2003 günlü ve 4875 sayılı
Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu'nun yabancı yatırımcıların Türkiye'de
kurdukları veya iştirak ettikleri tüzel kişiliğe sahip şirketlerin, Türk
vatandaşlarının edinimine açık bölgelerde taşınmaz mülkiyeti veya sınırlı aynî
hak edinmelerine ilişkin "Taşınmaz edinimi" başlığını taşıyan 3.ncü
maddesinin (d) bendinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir.
Anayasa'ya aykırılık açısından baktığımızda, Anayasa Mahkemesi,
"Karşılıklılık" şartının önemini 13.06.1985 gün ve E. 1984 / 14, K.
1985 / 7 Sayılı Kararında açıkça belirtmiştir. Bu karara göre; "Ülke
devletin asli ve maddi unsurlarından biridir. Ülke olmadan devlet olmaz...
Toprak edinme konusundaki mütekâbiliyetin, başka konulardaki mütekâbiliyet
esasından farklı yönü, devletin, ülke denilen asli - maddi unsuruyla olan ilişkisidir.
Söz konusu ilişki, bu noktada farklı bir düşünce ve hassasiyeti zorunlu kılar.
Bu koşullardan herhangi bir nedenle tek taraflı vazgeçmek, devletler hususi
hukukunun yabancılar hukuku alanında etkili, zaruri eşitlik prensibini
benimsememek anlamına gelir.
Karşılıklılık şartı belirtilmeden Türkiye'de taşınmaz ve sınırlı
ayni hak edinme hakkını getiren düzenleme, Anayasa'nın, Türkiye Cumhuriyetinin
"Dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi"
olduğunu ifade eden Başlangıç kısmına ve yabancıların temel hak ve
özgürlüklerinin milletler arası hukukuna uygun olarak kanunla
sınırlanabileceğini ifade eden 16. Maddesine aykırıdır. Çünkü,
"Karşılıklılık" unsurunu gözetmeyen düzenlemeler "Eşit haklara
sahip" kılmamak anlamına gelmekte; dolayısıyla, milletler arası hukukun
dayandığı temel ilkelerden birisini oluşturan, karşılıklılık (mütekâbiliyet)
ilkesiyle çelişmekte ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aykırılık
oluşturmaktadır.
Kezâ; "Devletlerarası ilişkilerde, karşılıklılık esası,
devletlerin ülkeler üzerindeki egemenlik hakkının doğal sonucudur."
Ayrıca, Anayasa Mahkemesi 2006 / 35 Esas, 2007 / 48 Karar sayılı
Kararında "Yasama yetkisinin devredilmezliği" ilkesine aykırı olarak
yürütme organına genel, sınırsız esasları ve çerçevesi belirsiz bir "yetki
devri yapıldığı" gerekçesiyle iptal hükmü kurmuştur.
Yine, Anayasa Mahkemesi'nin 4916 Sayılı Kanunla ilgili olarak
verdiği 14.03.2005 gün ve 2003/70 E., 2005 /14 sayılı Kararına göre; "...
Hukuk devletinin belirtilen işlevlerinin yaşama geçirilebilmesi için, ülkenin
bütünlüğü, güvenliği, coğrafi özellikleri, stratejik konumu ve öncelikleri
gözetilerek yabancıların alacağı taşınmazın yeri, arazi, arsa veya bina
olmasının getireceği farklılıklar ile satın almanın amacı, koşulları ve devirde
uyulacak usûl ve esaslar gibi hususların yasada belirtilmesi gerekir.
Bunların yasada düzenlenmemiş olması, ülke bütünlüğü ve egemenliği
ile doğrudan ilgili olduğunda duraksama bulunmayan yabancıların; taşınmaz
edinimi konusunda yetki devrine yol açacağı gibi kanunların açık, anlaşılabilir
sınırları belirli kurallar içermesi, gereğinin hukuk güvenliğinin gerçekleşmesi
için ön koşul kabul edildiği hukuk devleti anlayışına da aykırı düşer."
35.nci maddeye getirilen ve iptalini istediğimiz düzenlemeler ile,
Anayasa Mahkemesi kararlarından anlaşıldığı üzere, "Yasama yetkisinin
devredilmezliği" ilkesine aykırı olarak, yürütme organına, genel,
sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir yetki devri "yapıldığı"
açıkça görülmektedir.
Çünkü, madde metninde belirtilen "Ülke menfaatlerinin
gerektirdiği hallerde" ibâresi son derece genel, muğlak, sınırları belli
olmayan, belirsiz bir düzenlemedir. Böylesine belirsiz, genel ve soyut, kişi ve
kurumlara göre değişik yorumlanabilen bir kavramla yabancı uyruklu gerçek
kişilere karşılıklılık (mütekâbiliyet) şartı aranmadan Bakanlar Kurulu kararı
ile taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinebilmeyi getiren düzenleme, açıkça, yasama
yetkisinin Anayasa'ya aykırı olarak yürütmeye devri mâhiyetindedir.
b-) Yine, Anayasa'nın 5.nci maddesinde de, bir yandan "Türk
Milletinin bağımsızlığını", öteyandan "kişilerin ve toplumun refah,
huzur ve mutluluğunu sağlamak" devletin temel amaç ve görevleri arasında
sayılmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin 2983 sayılı Kanun ile ilgili Kararında,
5.nci maddede yer alan "Türk Milletinin bağımsızlığı" ilkesinin
siyasal ve ekonomik bağımsızlığı birlikte içerdiği, bu kavramların yalnız
başına bir anlam taşımadıkları, birbirlerini tamamlayan kavramlar oldukları
vurgulanmıştır.
35 nci maddenin eski metninde yer alan sınırlamaların
karşılıklılık ilkesi de dâhil, büyük bir bölümünün kaldırılması, ülke
egemenliğiyle ters düştüğü gibi, toplumun yararları, bağımsızlık ve ülke
güvenliği acısından büyük sakıncalar taşımaktadır.
Küresel kuraklık olgusunun bilim insanlarınca sıkça
dillendirildiği bir süreçte "Ülkemizin gıda güvenliği açısından"
tarım alanlarımızın, mer'alarımızın, sulak alanlarımızın korunması büyük önem
arz etmektedir.
Bu paralelde Anayasa'nın 44.ncü maddesinde, "Toprağın verimli
olarak işletilmesi, topraksız köylüye toprak sağlanması, 45.nci maddesinde
tarım arazileriyle cayır ve meraların amaç-dışı kullanımının önlenmesi, 57.nci
maddesinde konut ihtiyacının karşılanması konularında olduğu gibi, devlete
Anayasa'nın birçok maddesiyle çeşitli görevler verilmiştir.
Bu nedenle devlet, yabancılara toprak satışı konusunu, anayasayla
kendisine verilen bu görevleri yerine getirmesini engellemeyecek ve kendi
vatandaşlarının önceliklerini gözetecek biçimde düzenlemek zorundadır. Kamu
yararının gerekleştirilmesi başka türlü de mümkün değildir. Tüm sınırlamaları
kaldıran düzenleme devletin bu görevlerini yerine getirmesini engelleyecek
mâhiyettedir.
Yabancılara satılan toprakların gerektiğinde bedel ödenmek
suretiyle kamulaştırma yoluyla geri alınabileceğinin savunulması ise;
uluslararası hukuk acısından pek mümkün görülmemektedir. Bir taşınmazın yabancı
kişilere satıldıktan sonra artık karşınıza satın alan yabancı kişi değil,
tâbiîyetinde bulunduğu devlet karşınıza çıkar ki, bu devlete karşı mülkiyet
hakkının ortadan kaldırılması çok kolay bir olgu olarak görülemez.
Konuya dünya ülkeleri acısından bakıldığında da, Fransa, Almanya
ve Lüksemburg gibi ülkelerin dışında kalan çoğu ülkelerde, ülkelerin kendi
ulusal çıkarlarına göre değişen çeşitli sınırlamalar söz konusudur. Özellikle
birçok ülkelerdeki sınırlamaların tarım alanları konusunda yoğunlaştığı
görülmektedir. Hatta, tarım alanlarının yabancıların taşınmaz edinimine açık
tutulmaması genel bir ilke olarak da nitelendirilmektedir. Tarım alanlarının
yanı sıra, kimi ülkelerde "Su, hava ve maden kaynakları",
"Tarihi, kültür, sanat eserleri ve anıtları", "Deniz kıyıları ve
plajlar", "Kamu / Devlet mülkiyetindeki mallar", "Askerî
nitelikteki bölgeler", "Stratejik bölgeler" gibi vs. oldukça
geniş bir alanın tümü yabancı gerçek ve tüzel kişilerin taşınmaz edinimine
kapalı olduğu görülmektedir
Kişi başına düşen millî gelirde ülkeler arasındaki büyük
farklılıklar da, yabancıya taşınmaz satımında ülkeden ülkeye değişen
farklılıkların gözetilmesini zorunlu kılmaktadır. Her ne kadar son yıllarda
ülkemizin millî gelirinin arttığı şeklindeki abartılı söylemler mevcut siyasî
iktidarca çok sık kullanılsa da, halkımızın millî gelirinin gelişmiş ülkelere
göre çok düşük olması gerçekliliği karşısında, yabancıya toprak satışındaki
ölçüsüzlüğün, her türlü sınırlamaların kaldırılmasının, ülke topraklarının
-sulanabilir tarım alanları da dâhil olmak üzere- haraç mezat
yabancılaştırılması tehdidini ciddî şekilde yaratmaktadır.
Emperyalizme karşı büyük mücadelelerle kurulan Cumhuriyetimizin
sınırlarının belirlendiği Lozan Antlaşmasının pek çok ülke tarafından
benimsenmediği, Sevr haritalarının uluslararası toplantılarda masalara
sürüldüğü, üniter yapımıza karşı saldırıların olabildiğince arttığı bir siyasî
konjonktürde yabancılara toprak satışındaki sınırlandırmalar, sadece
"paranoya" olarak nitelendirilemez.
Ülkemizin lâik, üniter yapısını, toprak bütünlüğünü tehdit eden
projeler, Dicle ve Fırat Havzasına yönelik hesaplar gözönünde bulundurulmadan,
ülkemizin hassas alanları değerlendirilerek masaya yatırılmadan yabancılara
ölçüsüz toprak satışını öngören düzenlemeler kabul edilemez...
Buna karşılık mevcut siyasî iktidar döneminde ülke varlıklarının
haraç mezat yabancılaştırılması anlayışı toprak satışında da açıkça
görülmektedir. 2003 yılına kadar; 80 yıllık Cumhuriyet tarihinde toplam: 11
Milyon metrekare olan yabancılara toprak satışı, mevcut siyasî iktidârın geride
bıraktığımız 10 yıllık iktidarına baktığımızda; 2002 - 2011 yılları arasında
yabancı gerçek kişiye 75.893.700 metrekare, Yabancı tüzel kişiye 30.447.810
metrekare, Yabancı ortaklı ve yabancı sermayeli şirketlere 30.186.277 metrekare
olmak üzere; toplam 136.527.787 metrekareye ulaşmıştır. Dolayısıyla, 80 yılda
satılan toprak parçasının neredeyse 12 katı mevcut siyasî iktidar partisi
döneminde gerçekleşmiştir.
Mevcut siyasî iktidâr tarafından getirilen bu yasal düzenleme ülke
çıkarlarımız ve kamu yararı açısından kabul edilemez
Tüm bu nedenlerden dolayı ve Anayasa Mahkemesi'nin: 13.06.1985
tarihli ve E.1984/14, K.1985/7 sayılı kararına, 09.10.1986 tarihli ve
E.1986/18, K.1986/24 sayılı Kararına, 14.03.2005 tarihli ve E.2003/70,
K.2005/14 sayılı Kararına, 11.04.2007 tarihli ve E.2006/35, K.2007/48 sayılı
Kararının gerekçelerine göre, açıkça Anayasa'ya aykırılık oluşturan 6302 sayılı
Kanun'un dava konusu yapılan hükümlerinin iptal edilmesi gerekmektedir
c-) Bu aşamada, Anayasa Mahkemesi'nin 9.10.1986 gün ve
E.1986/18-K.1986/24 sayılı Kararındaki KARŞI OY YAZISINA İLİŞKİN GÖRÜŞLERİMİZİ
AÇIKLAMAKTA YARAR GÖRMEKTEYİZ
3029 sayılı Kanunun iptaline dair Kararın ittihâzında bulunan ve
Karara muhâlif üç sayın üye tarafından düzenlenen karşı oy yazısı konumuzu
yakından ilgilendirdiğinden, buradaki görüşlere kısaca değinmenin zorunlu
olduğuna inanmaktayız
a) Başkan H. Semih ÖZMERT, Başkanvekili Orhan ONAR ve üye Mehmet
ÇINARLI tarafından hazırlanan 24.8.1985 gün ve 18852 sayılı Resmî Gazete'nin
40, 41, ve 42 nci sahifelerinde yer alan "KARŞI OY YAZISININ" 1
numaralı bölümünün 1 ve 2 nci paragraflarında
"Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, temel hak ve hürriyetlerden
yalnızca Türk vatandaşları tarafından kullanılabilecek olanları açıkça
göstermiş; bunların dışında kalan hak ve hürriyetlerden yabancıların da
vatandaşlar gibi faydalandırılmalarını esas kabul etmiştir
Örneğin, Anayasa'nın 68 inci maddesinde "vatandaşlar, siyasî
parti kurma ve usulüne göre partilere girme ve partilerden çıkma hakkına
sahiptir" denilerek sözü edilen hakların yalnızca Türk vatandaşlarınca
kullanılabileceği açıklanmış bulunduğu halde, 35 inci maddesinde, herkesin
mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu belirtilerek, bu konuda vatandaşlarla
yabancılar arasında bir ayrım yapılmamıştır" denmektedir.
Esefle belirtmek gerekir ki, böyle bir yorum tarzı ile giderek
ülkenin tüm varlığına, Devletin aslî unsurlarına yabancıların ortak edilmeleri
ve onun üzerinde hak sahibi olmalarına imkân verecek çok menfî sonuçlara
varılabilir. Bu durumda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bağımsız bir Devlet
olmasının nedeni ve gerekçesi tamamen ortadan kalkabilir.
Her şeyden önce, "yabancı bir kişi" sırf yabancı olması
nedeniyle "vatandaş"tan farklı bir statüye sahiptir. "Anayasa
yabancılar için sadece Anayasa'nın 16.ncı maddesindeki kısıtlama mevcuttur; öyle
ise, onun dışında her şey yabancılar için kanunla mubah kılınabilir"
tarzında bir yorum, gerçekçi bir yorum olamaz!
Kaldı ki, Anayasa'nın hangi ilkelerine aykırılık olduğu dilekçe
metninde açık olarak belirtilmekte ve aykırılık nedenleri açıklanmaktadır.
Aykırılık açıkça zikredildiğine göre, yalnızca bir karşıt anlam mantığına
saklanarak Anayasa'ya uygunluk iddiasında bulunmanın mümkün olmadığını
düşünmekteyiz.
b) Karşıoy yazısının 2 numaralı bölümünde: "Anayasa'nın 176
ncı maddesindeki açıklık karşısında, Anayasa'nın dayandığı temel görüş ve
ilkeleri belirten Başlangıç kısmının, Anayasa metnine dâhil bulunduğunu kabul
etmek gerekirse de, burada amaçlanan sözü edilen ve ilkelerin bağımsız birer
hüküm gibi uygulanmaları değil, Anayasa maddelerinde yer alan hükümlerin
yorumlanmasında bu görüş ve ilkelerin gözönünde tutulmasıdır. Nitekim, sözü
edilen Başlangıç kısmında "Bu Anayasa" diye başlayıp görüş ve
ilkeleri sıralayan cümlenin "Fikir, inanç ve kararlarıyla anlatılmak,
sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere
emanet ve tevdi olunur" sözleriyle bitmesi de bu görüşümüzü
doğrulamaktadır" denmektedir.
Anayasa'nın 176 ncı maddesi hükmünce, "Başlangıç kısmı
Anayasa'nın metnine dahildir.". Bu durumda Başlangıç Kısmının birer hüküm
gibi uygulanmayacağını ifade etmenin haklı bir gerekçesi olamaz. Anayasa'nın
176 ncı maddesi açıktır ve bunun aksi, zorlama bir yoruma imkân vermemektedir.
c) Yine karşıoy yazısının 2 numaralı bölümünde: "Anayasa'nın
Başlangıç kısmında Türkiye Cumhuriyetinin Dünya milletler ailesinin eşit
haklara sahip değerli bir üyesi" olduğundan bahsedilmiş bulunmasından,
Devletimizin yabancılar hukukuyla ilgili bir hükmü koyar veya kaldırırken
mutlaka ve her zaman mütekabiliyet şartını araması gerektiği sonucu
çıkarılamaz.
Bir devletin, elde ettiği veya edeceği bazı haklar ve çıkarları
gözönünde tutarsak, belli konumlarda mütekabiliyet şartından kendi arzu ve
iradesiyle vazgeçmiş bulunması, o devletin "dünya milletler ailesinin eşit
haklara sahip şerefli bir üyesi olmak özelliğini ortadan kaldırmaz"
denmektedir.
Bu gerekçede yer alan" her zaman mütekâbiliyet şartını
araması gerektiği sonucu çıkarılamaz" yorumunu anlayabilmek mümkün
değildir. Buradan, mütekâbiliyet şartı bazen aranır, bazen aranmaz gibi bir
anlam çıkmaktadır. Böyle bir yorum ve iddianın hukukta ciddiye alınabileceğini
kabullenemiyoruz!
Dilekçemizde müteaddit defalar belirttiğimiz gibi, "Ülkede
yabancıların arazi ve emlâk edinmesi salt bir mülkiyet sorunu gibi
değerlendirilemez. Toprak, Devletin vazgeçilmesi olanaksız temel unsuru,
egemenlik ve bağımsızlığın simgesidir."
Devletin böyle bir olgudan vazgeçmesi, kendi varlığı ile çelişkiye
düşmesi demektir. O nedenle bu yönde bir görüşle mütekâbiliyet şartı açısından
toprak satışına cevaz vermenin doğruluğuna inanmamaktayız.
Bu yönde yaygınlaşabilecek uygulamaların zaman içinde Devletin
toprak bütünlüğü yanında, siyasî bütünlüğünü de zedeleme ve satılan toprak
parçaları üzerinde satan devletin egemenliğini etkileme istidâdını da taşımakta
olması nedeniyle söz konusu düzenlemelerin Anayasal ilkelerle uyum içinde bulunduğu
söylenemez.
Diğer yandan, 6302 sayılı Kanunda yabancıların taşınmaz edinimi
konusunda herhangi bir yasal denetimin olmaması da kuşku ve endişeleri
beraberinde getirmektedir. Bu yolla parlamenter yapımızdaki finansal zâfiyetler
ve belirsizlikler, yabancı uyruklu kişilerin taşınmaz ve sınırlı aynî hak
edinimi rejimine de taşınmış, parlamenter sistemde eksik olan şeffaflık ve
denetimsizlik hâli yabancıların taşınmaz edinimine de tamam en yansıtılmış
olmaktadır.
Bu yolla yapılacak denetimin, daha önce yapılmış ihlâllerin fiilî
sonuçlarını ortadan kaldırması ve doğmuş olan kamu zararlarını telâfi etmesi de
mümkün değildir.
Sonuç itibariyle, bu bapta iptali istenen 6302 sayılı Kanunun
1.nci maddesinin 1.nci fıkrasında geçen "Kanuni sınırlamalara uyulmak
kaydıyla, uluslararası ikili ilişkiler yönünden ve ülke menfaatlerinin
gerektirdiği hallerde Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen ülkelerin vatandaşı
olan yabancı uyruklu gerçek kişiler Türkiye'de taşınmaz ve sınırlı ayni hak
edinebilirler. Yabancı uyruklu gerçek kişilerin edindikleri taşınmazlar ile
bağımsız ve sürekli nitelikteki sınırlı ayni hakların toplam alanı, özel
mülkiyete konu ilçe yüz ölçümünün yüzde onunu ve kişi başına ülke genelinde
otuz hektarı geçemez. Bakanlar Kurulu kişi başına ülke genelinde edinilebilecek
miktarı iki katına kadar artırmaya yetkilidir."hükmü; 1 nci maddenin 2 nci
fıkrasında yer alan, "Yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre
kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri ancak özel kanun hükümleri
çerçevesinde taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilirler. Bu ticaret şirketleri
dışındakiler taşınmaz edinemez ve lehlerine sınırlı ayni hak tesis edilemez. Bu
ticaret şirketleri ile yabancı uyruklu gerçek kişiler lehine taşınmaz rehni
tesisinde bu maddede yer alan sınırlamalar uygulanmaz." hükmü; 1.nci
Maddenin 4.ncü Fıkrasının 1.nci Tümcesi'nde yer alan, "Yabancı uyruklu
gerçek kişiler ve yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan
tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri, satın aldıkları yapısız taşınmazda
geliştireceği projeyi iki yıl içinde ilgili Bakanlığın onayına sunmak
zorundadır." hükmü Anayasa'nın Başlangıç Bölümünün 1.nci, 2.nci, 3.ncü,
4.ncü ve 5.nci paragrafları ile 2.nci, 3.ncü, 5.nci, 6.ncı, 7.nci, 8.nci,
9.ncu, 10.ncu, 11.nci, 16.ncı, 35.nci, 43.ncü, 44.ncü, 45.nci, 57.nci, 123.ncü,
138.nci, 152.nci ve 153.ncü maddelerine açıkça aykırı olup, iptalleri
gerekmektedir.
B-) 3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanunun 22.12.1934 tarihli ve 2644
sayılı Tapu Kanunu'nun 35.nci maddesini değiştiren 1 nci maddesinin 3 ncü
fıkrasının Anayasa'ya aykırılığı:
1. 6302 sayılı Kanun'un 1.nci Maddesinin Değiştirdiği 2644 sayılı
Tapu Kanunu'nun 35 nci maddesinin, üçüncü fıkrasında, ülke menfaatlerinin
gerektirdiği hallerde yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde
kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret
şirketlerinin taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinimlerini; ülke, kişi, coğrafi
bölge, süre, sayı, oran, tür, nitelik, yüzölçüm ve miktar olarak belirlemeye,
sınırlandırmaya, kısmen veya tamamen durdurabilmeye veya yasaklayabilmeye
Bakanlar Kurulu yetkili kılınmıştır.
Dava konusu 35.nci maddenin 3.ncü fıkrasında "Bakanlar
Kurulu, ülke menfaatlerinin gerektiği hallerde yabancı uyruklu gerçek kişiler
ile yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe
sahip ticaret şirketlerinin taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinimlerini; ülke,
kişi, coğrafi bölge, süre, sayı, oran, tür, nitelik, yüzölçüm ve miktar olarak
belirleyebilir, sınırlandırabilir, kısmen veya tamamen durdurabilir veya
yasaklayabilir." denilmesi ve böylece "ülke menfaatlerinin
gerektirdiği hallerde" gibi sınırları belirsiz bir kavrama dayanarak
Bakanlar Kuruluna bu maddenin uygulanmayacağı yerleri saptama konusunda geniş
bir takdir yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin Bakanlar Kuruluna açıkça
devredilmesi anlamına gelmektedir. Çünkü, mülkiyet hakkını sınırlayan esasların
ancak "kanun" ile düzenlenmesi, Anayasa'nın 35 nci maddesinin
gereğidir. Bu konuda Bakanlar Kurulu kararı ile yapılacak bir düzenleme,
Anayasa'nın 35 nci maddesiyle bağdaşamaz.
Bu düzenleme aynı zamanda mülkiyet hakkının sınırlanması anlamına
geleceği için, Anayasa'nın 13 ncü maddesine de aykırı düşecektir; çünkü
Anayasa'nın 13.ncü maddesinde hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanacağı
ilkesi yer almaktadır.
Söz konusu 35 nci maddenin 3 ncü fıkrasında Bakanlar Kuruluna
verilen yetki, Kanunun uygulama esaslarını belirlemeye yönelik bir düzenlemeye
ilişkin olmayıp, apaçık aslî bir düzenleme yetkisidir.
Kuşkusuz, Anayasa'mız, "yürütme"den hem bir görev, hem
de bir yetki olarak söz etmektedir. Ancak, yürütmeye bir "yetki" olma
gücünü veren esaslar, Anayasa'da ayrı ayrı belirtilmiştir. Yürütme, bir
"görev" olarak ise, idarenin kanunîliği ilkesi dâhilinde yerine
getirilmek durumundadır.
Bu bakımdan Anayasa'da gösterilen ayrık haller dışında, yasalarla
düzenlenmemiş bir alanda yürütmenin, sübjektif hakları etkileyen bir kural
koyma yetkisi bulunmamaktadır. Yürütmenin, söz konusu 35 nci maddenin 3 ncü
fıkrasındaki gibi bir düzenleme yapmaya -kanun ile yetkili kılınmış olsa dahi-
bu sonucu değiştirmez.
2. 6302 sayılı Kanunun 3.ncü fıkrası hükmü ile uygulamaya ilişkin
esasların tespiti yönünden yürütmeye verilen yetkinin genişliği ve belirsizliği
apaçık ortadadır. Kanunda, esasla alakalı bir çok yönler düzenlenmemiştir. Bu
durum, açıkça bir yetki devridir ve Anayasa'nın "Yasama yetkisi Türk
milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki
devredilemez..." biçimindeki 7.nci maddesine aykırıdır.
Bu olgu, Anayasa'nın anılan maddesine aykırı bir yetki devridir.
Nitekim, Anayasa Mahkemesi de benzer bir yasal düzenlemeyi E.1986/18, K.1986/24
sayı ve 9.10.1986 tarihli Kararında yetki devri olarak görmüş ve iptal
etmiştir.
"Diğer yandan, bir kanunun uygulanacağı veya uygulanmayacağı
yerler, Kanunda gösterilmesi gereken bir husustur. Yasama, kanunun uygulanacağı
alanı belirler; yürütme de bu alanda kanunu uygular. Kanunun uygulanıp
uygulanmayacağı yerleri belirleme yetkisinin yürütmeye bırakılması, Anayasa'nın
Başlangıç kısmının 4.ncü paragrafında yer alan kuvvetler ayrılığı ilkesine de
aykırıdır.
Anayasa'nın çeşitli hükümlerine aykırı olan bir düzenleme
Anayasa'nın 2.nci maddesindeki hukuk devleti, 11 nci maddesindeki Anayasa'nın
üstünlüğü ve Bağlayıcılığı ilkeleri ile bağdaşamaz.
Kezâ, iptalini istediğimiz 3.ncü fıkrada Bakanlar Kuruluna verilen
yetki, kamu yararı ve ülke güvenliği bakımından, yabancı gerçek kişilerle
maddede belirtilen ticaret şirketlerinin 35 nci maddedeki koşulların hiçbirisi
söz konusu olmaksızın taşınmaz ve sınırlı aynî haklar edinebilecekleri yerleri
belirlemek anlamında alındığında; Kanunda söz konusu fıkra, zâten karşılıklılık
ilkesinin de mevcut olmaması karşısında, yukarıda sıralanan Anayasa hükümlerine
ek olarak, 35 nci maddenin iptalini istediğimiz diğer hükümlerinde
serdettiğimiz gerekçelerle Anayasa'nın Başlangıç Bölümünün 1, 2, 3, 4 ve 5 nci
paragraflarına da aykırı bir görünüme girmektedir. Dolayısı ile, 6302 sayılı
Kanun'un 1 nci maddesinin 3 ncü fıkrası ile getirilen düzenleme sonucunda,
Anayasal anlamda yetki gaspı yapılmış ve Anayasal sistem sabote edilmiştir.
Yürütmeye bir yetki olma gücünü veren esaslar, Anayasa'nın
muhtelif maddelerine serpiştirilmiş durumundadır. Bunlardan düzenleme ile
ilgili olarak Anayasa'nın getirdikleri olağanüstü haller ve sıkıyönetim
sürecinde Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunun sözü
edilen hallerin gerekli kıldığı durumlara hasren kanun hükmünde kararname
çıkarmak, Bakanlar Kurulunun, vergi, resim, harç ve benzeri mâlî
yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle, oranlarına ilişkin
hükümlerde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içerisinde değişiklik
yapmak, dış ticaretin ülke ekonomisinin yararına olmak üzere düzenlenmesi
amacıyla, ithalat, ihracat ve dış ticaret işlemler üzerine vergi ve benzeri
yükümlülükler dışında ek mâlî yükümlülükler koymak ve bunları kaldırmak gibi
hususlardır.
Yürütmenin, tüzük ve yönetmelik çıkarmak gibi klasik düzenleme
yetkisi, idarenin kanunîliği ilkesi çerçevesinde sınırlı ve tamamlayıcı bir
yetki durumundadır. Bu bakımdan Anayasa'da, ifadesini bulan yukarıdaki ayrık
haller dışında, kanunlarla düzenlenmemiş bir alanda, yürütmenin sübjektif
hakları etkileyen bir kural koyma yetkisi bulunmamaktadır. Kanunla yetkili
kılınmış olması da sonuca müessir değildir.
Halbuki, "Hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasa'dan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı" Anayasa'nın 6 ncı maddesinin 3
ncü fıkrasının son cümlesi hükmüdür. O halde, iptali istenen 6302 sayılı
Kanunun 1 nci maddesinin 3 ncü fıkrasını oluşturan hükmü, Anayasa'nın 6 ncı
maddesini de alenen ihlâl etmektedir.
3. Yabancıların durumunun özel olarak düzenlendiği Anayasa'nın 16.
maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin yabancılar için, milletlerarası hukuka
uygun olarak kanunla sınırlanabileceği öngörülmektedir. 16 ncı madde hükmüne
göre, temel hak ve özgürlüklerin, yabancılar bakımından sınırlanmasının,
milletlerarası hukuka uygun olması ve her halde bu işlemin kanunla yapılması
gerekmektedir. Dava konusu 1.nci maddenin 3 ncü fıkrasıyla Bakanlar Kuruluna
verilen yetkinin kullanılmasının ise yabancılar yönünden sınırlama içerdiği
açıktır. Bu sınırlamanın doğrudan yasayla yapılmaması veya uygulamaya yönelik
yetkilendirmenin sınırlarının ve ilkelerinin belirlenmemesi Anayasa'nın 16 ncı
maddesiyle de bağdaşmamaktadır.
Bu itibarla, 6302 sayılı Kanun'un 1 nci maddesinin 3 ncü
fıkrasında, yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde kendi
ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin
taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinimlerini; ülke, kişi, coğrafi bölge, süre,
sayı, oran, tür, nitelik, yüzölçüm ve miktar olarak belirleyebilme,
sınırlandırabilme, kısmen veya tamamen durdurabilme veya yasaklayabilme
yetkisinin Bakanlar Kuruluna bırakılmış olması, Anayasa'nın "Temel hak ve
hürriyetler, yabancılar için, milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla
sınırlanabilir." diyen 16.ncı maddesine açıkça aykırılık teşkil
etmektedir.
Ayrıca, Bakanlar Kurulunun, yabancı uyruklu gerçek kişiler ile
yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe
sahip ticaret şirketlerinin taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinimlerini, ülke,
kişi, coğrafi bölge, süre, sayı, oran, tür, nitelik, yüzölçüm ve miktar olarak
belirleyebilmesi, sınırlandırabilmesi, kısmen veya tamamen durdurabilmesi veya
yasaklayabilmesi esaslarını, yürütme organı tarafından düzenlenebilecek
uygulama esaslarından sayabilmek de mümkün değildir. Zirâ, mülkiyet hakkının
kapsamını belirleyen ve bu hakkı sınırlayan bu esasların "kanun" ile
düzenlenmesi, Anayasa'nın 35 nci maddesi hükmü gereğidir.
Nihâyet, bir kanun emrinin Anayasa'nın herhangi bir kuralına
aykırılığının tespiti, onun kendiliğinden Anayasa'nın 11 nci maddesine de
aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesi'nin 03.06.1988 tarih ve
E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa.24, shf. 225).
Yukarıda açıklanan nedenlerle, 6302 sayılı Kanun'un değiştirdiği
2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 nci maddesinin 1 nci maddesinin 3 ncü fıkrası,
Anayasa'nın 2, 3, 5, 6, 7, 8, 11, 13, 16, 35, 138, 152 ve 153 ncü maddeleri ile
Başlangıç kısmının 1, 2, 3, 4 ve 5.nci paragraflarına aykırı olan üçüncü
fıkrasının iptal edilmesi gerektiği düşünülmektedir.
VI- ANILAN MADDELER HÜKÜMLERİYLE İLGİLİ OLARAK İPTAL BAŞVURUMUZDA
DAYANILAN ANAYASA KURALLARI ŞUNLARDIR:
"BAŞLANGIÇ-Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce
Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye
Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk'ün belirlediği
milliyetçilik anlayışı ve O'nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda;
Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi
olarak, Türkiye Cumhuriyetinin ebedi varlığı, refahı, maddî ve manevî mutluluğu
ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;
Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız
Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan
hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasa'da gösterilen hürriyetçi demokrasi ve
bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;
Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması
anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret
ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak
Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;
(Değişik: 3/10/2001-4709/1 md.) Hiçbir faaliyetin Türk millî
menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esâsının,
Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve
inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik
ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya
kesinlikle karıştırılamayacağı;
Her Türk vatandaşının bu Anayasa'daki temel hak ve hürriyetlerden
eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve
hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu
yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;
Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî
sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve
külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin
hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik
duygularıyla ve "Yurtta sulh, cihanda sulh" arzu ve inancı içinde,
huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu;
FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde
saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,
TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan
ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur."
"MADDE 2 - Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli
dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir."
MADDE 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir
bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al
bayraktır.
Millî marşı "İstiklal Marşı"dır.
Başkenti Ankara'dır.
"MADDE 5- Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve
demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır."
"MADDE 6- Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasa'nın koyduğu esaslara göre,
yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye
veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa'dan almayan
bir Devlet yetkisi kullanamaz."
"MADDE 7- Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük
Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez."
"MADDE 8- Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve
Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine
getirilir."
"MADDE 9- Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız
mahkemelerce kullanılır."
"MADDE 10- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce,
felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir.
Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin
yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik
ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve
yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı
sayılmaz.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
"MADDE 11- Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel
hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz."
"MADDE 16- Temel hak ve hürriyetler, yabancılar için, milletlerarası
hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabilir."
"MADDE 35- Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz."
"MADDE 43- Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını
çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.
Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği
ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları kanunla
düzenlenir."
"MADDE 44- Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini
korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya
yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla
gerekli tedbirleri alır. Kanun, bu amaçla, değişik tarım bölgeleri ve
çeşitlerine göre toprağın genişliğini tespit edebilir. Topraksız olan veya
yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlanması, üretimin düşürülmesi,
ormanların küçülmesi ve diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu
doğuramaz.
Bu amaçla dağıtılan topraklar bölünemez, miras hükümleri dışında
başkalarına devredilemez ve ancak dağıtılan çiftçilerle mirasçıları tarafından
işletilebilir. Bu şartların kaybı halinde, dağıtılan toprağın Devletçe geri
alınmasına ilişkin esaslar kanunla düzenlenir."
"MADDE 45- Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların
amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması
ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla,
tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer
girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır.
Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve
gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri
alır."
"MADDE 57- Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını
gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri
alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler."
"MADDE 123- İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve
kanunla düzenlenir.
İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden
yönetim esaslarına dayanır.
Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği
yetkiye dayanılarak kurulur."
"MADDE 138- Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya,
kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge
gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı
yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya
herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak
zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle
değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."
"MADDE 152- Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir
kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse
veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddî olduğu
kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri
bırakır.
Mahkeme, Anayasaya aykırılık iddiasını ciddî görmezse bu iddia,
temyiz merciince esas hükümle birlikte karara bağlanır.
Anayasa Mahkemesi, işin kendisine gelişinden başlamak üzere beş ay
içinde kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse mahkeme
davayı yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırır. Ancak, Anayasa
Mahkemesinin Kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse,
mahkeme buna uymak zorundadır.
Anayasa Mahkemesinin işin esâsına girerek verdiği red kararının
Resmî Gazetede yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün
Anayasaya aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz."
"MADDE 153- Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. İptal
kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz.
Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin
tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir
uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez.
Kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede
yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi
iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih,
kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.
İptal kararının yürürlüğe girişinin ertelendiği durumlarda, Türkiye
Büyük Millet Meclisi, iptal kararının ortaya çıkardığı hukukî boşluğu
dolduracak kanun tasarı veya teklifini öncelikle görüşüp karara bağlar.
İptal kararları geriye yürümez.
Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve
yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve
tüzelkişileri bağlar."
VII. BURAYA KADAR YAPTIĞIMIZ AÇIKLAMALARA GÖRE ANAYASA'YA AYKIRI
OLAN VE İPTALİ İSTENEN HÜKÜMLERİN İPTAL GEREKÇELERİNİ ÖZETLEMEK GEREKİRSE:
1-) Başlangıç Bölümüne Aykırılık:
a-) 6302 sayılı Kanun'un 1 nci maddesi,
karşılıklılık/mütekâbiliyet şartı aranmaksızın, yabancı ülkelere ve bu ülke
fertlerine mülk satışı esâsını getirmiştir.
Böylece her iki maddeye göre, mülk edinecek yabancılar için
mütekâbiliyet şartı aranmayacaktır.
Anayasa'nın Başlangıç bölümünde; "Hiçbir faaliyetin Türk
millî menfaatlerinin, Türk varlığının Devleti ve Milletiyle bölünmezliği
esâsının karşısında korunma göremeyeceği" hükme bağlanmıştır.
Ülke Devletin aslî ve maddî unsurlarından biridir. Ülke olmadan
Devlet olmaz. Ülke Devlet otoritesinin geçerli olacağı alanı belli eder.
Ülkede yabancının arazi ve emlâk edinmesi salt bir mülkiyet sorunu
gibi değerlendirilemez. Toprak, Devletin vazgeçilmesi olanaksız temel unsuru,
egemenlik ve bağımsızlığın simgesidir.
Bu nedenle ülke topraklarının karşılık koşulu olmadan satışına
cevaz veren bu iki maddenin iptalini talep ettiğimiz hükümleri Devleti ve
ülkesiyle bir bütün olduğunu saptayan Anayasa'nın Başlangıç bölümüne aykırı
bulunmaktadır.
b-) 6302 sayılı Kanun'un 1.nci maddesinin dava konusu hükümleri,
Anayasa'nın Başlangıç bölümündeki "Dünya milletler ailesinin eşit haklara
sahip şerefli bir üyesi olarak..." diye başlayan hükmüne de aykırı
bulunmaktadır.
Mütekâbiliyet, Dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip
şerefli bir üyesi olmanın bir gereğidir. Mütekâbiliyetin olmadığı yerde
eşitlikten söz edilmesi mümkün değildir..
Bu nedenle, mütekâbiliyet esâsının taşınmaz mütekâbiliyeti ortadan
kaldıran 6302 sayılı Kanun'un 1.nci maddesinin iptal istemine konu hükümleri,
Başlangıç bölümünün dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir
üyesi olduğumuzu saptayan ibâresine aykırı bulunmaktadır.
c-) Anayasa'nın Başlangıç bölümünde "Kuvvetler ayrımının,
Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet
yetkilerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve
işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu"
hüküm altına alınmıştır.
Yukarıda da belirtildiği üzere, Anayasa Mahkemesi Kararı ile
Anayasa'ya aykırılığı saptanan hükümleri Türkiye Büyük Millet Meclisi yeniden
yasalaştırmıştır. Böyle bir işlem, yasamanın yargıdan üstün olması halinde
mümkündür.
Böyle bir üstünlük söz konusu olmadığına göre; Türkiye Büyük
Millet Meclisinin böyle bir yasa yapmağa yetkisi de yoktur.
Bu açıdan, bu yasama işlemi, Anayasa'nın Başlangıç bölümünün
yukarıda metnini arz ettiğimiz 4.ncü paragrafındaki hükme aykırıdır.
d-) Yine Anayasa'nın Başlangıç Bölümünde;
"Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız
şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili
bulunan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi
ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı" hüküm
altına alınmıştır.
Anayasa, millet iradesinin yasama, yargı ve yürütme organlarınca
kullanılacağını öngörmüştür. Millet iradesinin üstünlüğü ancak bu yolla
sağlanmaktadır. Ayrıca hürriyetçi demokrasi ancak kuvvetler ayrılığının
uygulanması ile gerçekleştirilebilmektedir. Bu hürriyetçi demokrasinin
icaplarındandır.
Anayasa'ya aykırılığı yargı kararı ile saptanan hükümlerin yeniden
kanunlaştırılması, kuvvetler ayrılığına ters düştüğünden Anayasa'nın Başlangıç
bölümünün anılan paragraflarındaki ilkelere aykırıdır.
2-) Anayasa'nın 2.nci Maddesinde Yer Alan Hukuk Devleti İlkesine
Aykırılık;
Anayasa'nın anılan maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin, başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti
olduğu belirtilmiştir.
Hukuk Devleti, Devletin her organının hukuka uygun davrandığı, bu
uygunluğun yargı organı tarafından denetlendiği durumlarda söz konusu olabilir.
Hukuk devleti olmanın belirgin özelliği hukuka bağlı olmaktır.
Oysa, yukarıdaki bölümlerde de açıkladığımız üzere, 22.12.1934 gün
ve 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 nci ve 36 ncı maddelerini değiştiren 3.5.2012
gün ve 6302 sayılı Kanun, yabancıların taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinimi
konusunda 35 nci maddede getirdiği düzenlemeler ile "Hukuk Devleti"
ilkesi tamamen gözardı edilmiş ve hukuka bağlılık yok sayılmıştır.
3-) Anayasa'nın 3 ncü Maddesine Aykırılık:
a-) Anayasa'nın 3 ncü maddesinin 1 nci fıkrasının 1 nci
tümcesinde, "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir
bütündür" demektedir.
6302 sayılı Kanun'un dava konusu yaptığımız hükümleri, Anayasa'nın
3 ncü maddesinin bu hükmüne de aykırı bulunmaktadır.
b-) Yine, Anayasa, 3 ncü maddesinin 3 ncü fıkrası, "İstiklâl
Marşını Millî marş" olarak kabul etmiştir. Millî marş bu şekliyle
Anayasa'nın metnine ithâl edilmiştir.
Millî marşımızın bir kıt'asında, "Verme dünyaları alsan da bu
cennet vatanı" denmektedir.
Ülkeye, satılan toprak karşılığında sadece dolar getirmesini
amaçlayan bu Kanunun 1. nci maddesinin iptal konusu yapılan hükümleri) ayrıca
bu açıdan da Anayasa'nın 3. ncü maddesine aykırı bulunmaktadır. İptali gerekir.
4-) Anayasa'nın 5 nci Maddesine Aykırılık:
Anılan maddede, Devletin temel amaç ve görevleri arasında Türk
Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti
ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak olduğu belirtilmiştir.
6302 sayılı Kanunun iptali talep olunan hükümleri yukarıda
ayrıntıları ile açıklandığı veçhile, öngördükleri düzenleme ile anılan Anayasa
hükmüne aykırılık teşkil etmektedir.
5-) Anayasa'nın 6.ncı Maddesine Aykırılık:
Anılan madde, Egemenliğin kayıtsız şartsız Millete ait olduğunu,
Türk Milletinin, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili
organları eliyle kullanacağını, egemenliğin kullanılmasının hiçbir surette
hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağını; hiçbir kimsenin veya
organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını hükme
bağlamıştır.
3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun'un 1 nci maddesiyle değiştirilen
2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 nci maddesinin iptale konu yaptığımız hükümleri,
yine yukarıda ayrıntılı biçimde açıklandığı üzere öngördüğü düzenleme ile
Anayasa'nın 6 ncı maddesi hükmüne de açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
6-) Anayasa'nın 7 nci Maddesine Aykırılık:
Anayasa'nın 7 nci maddesi : "Yasama yetkisi Türk Milleti
adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez"
demektedir.
Yukarıda Genel Açıklama ve Gerekçe Bölümünde Kanunun 1 nci
maddesinin Bakanlar Kuruluna bazı yetkiler verdiğini ve yetkilerin nelerden
ibaret olduğunu arz etmeye çalışmıştık.
Anayasa'nın 91.nci maddesi ile tanzim edilen kanun hükmünde
kararname çıkarma yetkisi, 115.nci maddesi ile tanzim edilen tüzük çıkarma
yetkisi, 124 ncü maddesindeki yönetmelik yapma yetkisi Anayasa'da tanzim edilen
istisnaî ve özel müesseselerdir. 6302 sayılı Kanunun 1.nci maddesinde Bakanlar
Kuruluna verilen bu yetkiler kanun kuvvetinde kararname çıkarma yetkisi, tüzük
yapma, yönetmelik yapma yetkisi değildir.
Bu yetkiler, (daha önce çıkartılan ve benzer düzenlemeleri içeren)
3029 sayılı Kanun'u iptal eden Anayasa Mahkemesi'nin emsâl niteliğindeki
İçtihadının Karar metninde ayrıntılarıyla belirtildiği ve saptandığı gibi,
"yasama yetkisi"nden başka bir yetki değildir.
Bu ise yasama yetkisinin devridir! Bu nedenle 3.5.2012 gün ve 6302
sayılı Kanun'un 1 nci maddesiyle değiştirilen 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun
35.nci maddesinin iptale konu yaptığımız hükümleri bu açıdan Anayasa'nın 7.nci
maddesine de aykırı bulunmaktadır.
7-) Anayasa'nın 8.nci Maddesine Aykırılık:
Anılan Maddede Yürütme yetkisi ve görevinin, Cumhurbaşkanı ve
Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılacağı
ve yerine getirileceği belirtilmiştir.
Oysa, 3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun'un 1.nci maddesiyle
değiştirilen 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun özellikle 35 nci maddesinin iptale
konu yaptığımız hükümleri Bakanlar Kuruluna tanıdığı yetkiler nedeniyle
Anayasa'nın 8 nci maddesi hükmüne de açıkça aykırıdır.
8-) Anayasa'nın 9 ncu Maddesine Aykırılık;
Anayasa'ya aykırılığı mahkemece saptanmış bulunan hükümleri
yasalaştırmak, yargı kararını ortadan kaldırmak sonucunu doğurur. Bu ise,
"yargı yetkisi Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır"
diyen Anayasa'nın 9 ncu maddesine de aykırıdır.
Zirâ, bir yargı kararını ancak, yine yargı ortadan kaldırabilir.
9-) Anayasa'nın 10 ncu Maddesine Aykırılık:
Anılan Anayasa hükmünde, herkesin kanun önünde eşit olduğu, hiçbir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz (ayrıcalık) tanınamayacağı, Devlet
organları ve idarenin bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun
olarak hareket etmek zorunda oldukları vurgulanmıştır.
Yukarıdan beri tafsilâtlı bir biçimde açıklamaya çalıştığımız
veçhile, 3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun'un 1 nci maddesiyle değiştirilen
2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 nci maddesinin iptale konu yaptığımız hükümleri,
anılan Anayasa hükmünde ifadesini bulan "Eşitlik" ilkesi ile de
açıkça çelişen ve çatışan düzenlemeler getirmiştir.
10-) Anayasa'nın 11 nci Maddesine Aykırılık:
Anayasa'nın 11 nci maddesi; "Anayasa hükümleri yasama,
yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri
bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz"
demektedir.
6302 sayılı Kanun Anayasa'ya aykırı olup, böyle bir Kanunu
çıkarmakla ve yürütmesini Bakanlar Kuruluna vermekle yasama ve yürütme organları
kendilerini Anayasa hükümleri ile bağlı saymamıştır.
Bu bakımdan 6302 sayılı Kanun'un iptali talep olunan hükümleri,
Anayasa'nın 11 nci maddesine de aykırı bulunmaktadır.
11-) Anayasa'nın 16 ncı Maddesine Aykırılık:
Anayasa'nın anılan hükmü temel hak ve hürriyetlerin yabancılar
için, milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabileceğini
öngörmektedir.
3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun'un 1 nci maddesiyle değiştirilen
2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 nci maddesinin 1 nci fıkrasının son cümlesi
hükmü ile 3 ncü fıkrası hükmü, bâriz biçimde yasama organının yetkisini yürütme
organına devretmekte ve ancak kanunla yapılması gereken sınırlamaların idarî
karar ve tasarruflarla yapılabilmesinin önünü açmaktadır.
12-) Anayasa'nın 35 nci Maddesine Aykırılık:
Anayasa'nın 35 nci maddesi, "Herkes, mülkiyet ve miras
hakkına sahiptir. Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz." demektedir.
Madde, ülke halkının miras hakkına sahip olması hakkının, ancak kamu yararı
amacıyla kanunla sınırlanabileceğini öngörmektedir.
Karşılığı olmadan, yalnızca ülkemiz toprağının yabancıya satılması
vâkıâsı, ülkemiz halkının mülk edinmesi hakkının sınırlanması sonucunu
doğurmaktadır.
Böyle bir sınırlamada kamu yararı yoktur.
Bedeli mukâbilinde toprak satıp, bedelini döviz olarak alma
olgusunu gerçek anlamda kamu yararı olarak mütâlâa etmenin mümkün olmadığı
açıktır!
Öyle ise, 6302 sayılı Kanun'un 1 nci maddesinin yukarıda
ayrıntıları ile belirttiğimiz ve iptal davasına konu yaptığımız hükümleri,
Anayasa'nın 35 nci maddesine de açıkça aykırıdır. İptal edilmeleri gerekir.
13-) Anayasa'nın 43 ncü Maddesine Aykırılık:
"Kıyılardan yararlanma" başlığını taşıyan bu madde,
Kıyıların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğunu belirttikten sonra,
yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceğini ve kıyılarla sahil
şeritlerinden kişilerin yararlanma imkân ve şartlarının kanunla düzenleneceğini
hükme bağlamıştır.
Oysa, 3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun'un 1.nci maddesiyle
değiştirilen 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35.nci maddesinin getirdiği ve özellikle
yabancı gerçek ve tüzel kişilerin ülkemizde taşınmaz ve sınırlı aynî hak
edinmeleri konusunda Bakanlar Kuruluna geniş yetkiler veren hükümleri nazara
alındığında Anayasa'nın bu maddesine de aykırılıklar içerdiği âşikârdır.
14-) Anayasa'nın 44 ncü Maddesine Aykırılık:
"Toprak Mülkiyeti" Başlıklı bu madde, Devletin, toprağın
verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek amacıyla gerekli tedbirleri
alacağını vurgulamaktadır.
Oysa, verimli tarım arazilerinin önemi ve değeri her geçen gün
artmaktadır. Tarım arazilerinin yabancılara satışı, Milletimizin değil, sadece
ve sadece yabancı ülkelerin servetini ve refahını artırmaya yarayacaktır.
3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun'un 1 nci maddesiyle değiştirilen 2644 sayılı
Tapu Kanunu'nun 35 nci maddesinin getirdiği düzenlemeler karşısında tarım
arazilerinin de yabancıların eline geçmesi yolu açılmıştır. Şüphesiz, böyle bir
düzenleme Anayasa'nın 44 ncü maddesi hükmüne açıkça aykırıdır; iptali gerekir.
15-) Anayasa'nın 45 nci Maddesine aykırılık:
"Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların
korunması" başlıklı bu madde, Devletin tarım arazileri ile çayır ve
mer'aların amaç dışı kullanılmasını önlemek , tarımsal üretim planlaması
ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla,
tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer
girdilerinin sağlanmasını kolaylaştıracağı hükmünü âmirdir. Bu madde hükmünü,
esâsen 44 ncü madde ile birlikte mütâlâa etmek gerekir. Karşılıklılık koşulu
olmaksızın, "ülke menfaatlerinin gerektirdiği haler" gibi soyut ve
muğlâk ifadelerle ve özellikle Bakanlar Kuruluna tanınan geniş yetkilerle
yabancı gerçek ve tüzel kişilere taşınmaz ve sınırlı aynî hak edindirmenin,
tarım topraklarının, çayır ve mer'aların amaç dışı kullanımını artırması ve
dolayısı ile tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların kazanç,
huzur ve refahını olumsuz yönde etkilemesi kaçınılmazdır.
Bu itibarla, 3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun'un 1 nci maddesiyle
değiştirilen 22.12.1934 gün ve 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 nci maddesinin
iptalini talep ettiğimiz hükümlerinin Anayasa'nın 45 nci maddesi hükmüne de
açıkça aykırılık teşkil ettiği her türlü izâhtan vârestedir.
16-) Anayasa'nın 57 nci Maddesine Aykırılık:
Anılan madde Konut Hakkını düzenlemektedir ve Devletin, şehirlerin
özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut
ihtiyacını karşılayacak tedbirleri almasını öngörmektedir.
6302 sayılı Kanun'un 1 nci maddesiyle değiştirilen 22.12.1934 gün
ve 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 nci maddesinin iptalini talep ettiğimiz
hükümleri ile öngörülen yasal düzenlemenin, yabancılara mülk ve sınırlı aynî
hak tanınmasında getirilen ve özellikle "karşılıklılık mütekâbiliyet"
ilkesinde ortaya çıkan ayrıcalıklar nedeniyle Anayasa'nın 57 nci maddesinde
ifadesini bulan şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten planlamanın
sağlıklı olamayacağı ve bundan özellikle uzun vâdede büyük şehirlerde yaşayan
halkın ve gelecek nesillerin zarar göreceği açıktır. Bu itibarla, 6320 sayılı
Kanun'un getirdiği düzenleme Anayasa'nın 57 nci maddesi hükmüne de aykırıdır;
bu yönüyle de iptali gerekir.
17-) Anayasa'nın 123 ncü Maddesine Aykırılık:
Anılan madde "İdarenin esasları"nı düzenlemekte ve 1.nci
fıkrasında İdarenin kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğu ve kanunla
düzenleneceği hükme bağlanmıştır.
3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun'un 1 nci maddesiyle değiştirilen
22.12.1934 gün ve 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35 nci maddesinin iptalini talep
ettiğimiz hükümleri (1/1-son cümle ve 1/3 ncü madde) özellikle Bakanlar
Kuruluna geniş yetkiler bahşetmekte ve Kanunun tamamı bütün (kül) halinde
değerlendirildiğinde İdareye büyük ölçüde düzenleme yetkisi tanımaktadır. Böyle
bir yasal uygulamanın "İdarenin kanunla düzenleneceği" hükmüne
aykırılık teşkil etmekte olduğunda şüphe yoktur.
Bu itibarla, yukarıda da açıklamaya çalıştığımız gerekçeler kül
halinde değerlendirildiğinde, 6320 sayılı Kanunun iptalini talep ettiğimiz
hükümlerinin Anayasa'nı 123 ncü maddesi ile de çeliştiği açıktır.
18-) Anayasa'nın 138 nci Maddesine Aykırılık:
Anılan madde hükmünde (son fıkrada), Yasama ve yürütme organları
ile idarenin, mahkeme kararlarına uymak zorunda oldukları emredilmiştir.
Oysa, yukarıda da ayrıntılarıyla açıklamaya çalıştığımız veçhile,
önceki dönemlerde 6302 sayılı Kanun düzenlemelerine paralel getirilen normatif
düzenlemeler hep Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarına konu olmuştur. Anayasa
Mahkemesi'nin benzer nitelikteki davalarda çok sayıda yerleşmiş emsâl İçtihâdı
mevcut olmasına rağmen, aynı konuda benzer mahiyette 6302 sayılı Kanun adı
altında yasal düzenleme yapılması çok açık bir biçimde Anayasa'nın 138/son
fıkrası hükmüne aykırılık teşkil etmektedir. Salt bu yönden dahi, iş bu davanın
konusunu yaptığımız hükümlerin iptali gerekmektedir.
Diğer yandan, 6302 sayılı Kanun ile yapılan yasama işlemi, Mahkeme
kararını değiştirir nitelikte olduğundan, yasama ve yürütme organları ile
idarenin mahkeme kararlarını değiştiremeyeceğine ve bunların yerine
getirilmesini geciktiremeyeceğine dair Anayasa'nın anılan hükmüne de aykırı
bulunmaktadır.
19-) Anayasa'nın 152 nci Maddesine Aykırılık:
Anayasa'nın 152 nci maddesinin son fıkrası; "Anayasa
Mahkemesinin işin esasına girerek verdiği ret kararının Resmî Gazete'de
yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya
aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz" demektedir.
Anayasa, bu hükmü ile Anayasa Mahkemesi'nin işin esâsına girerek
verilen ret kararının belirli bir süre -deyim yerinde ise-
"dokunulmaz" olduğunu kabul etmiştir.
Bu hüküm yorumlandığında şu sonuç çıkmaktadır: Eğer Anayasa
Mahkemesi davanın esâsına girerek kabul kararı verseydi, hiçbir zaman Anayasa
Mahkemesi'ne yeniden başvurulamayacaktı. Zirâ, böyle bir durumda Anayasa'ya
aykırılık saptanarak kanun hükmü yok sayılmıştır. Aykırılık yeniden
kanunlaşamayacağı için böyle bir süre koymaya da gerek olmayacaktır. İşte, bu
hükümden çıkan sonuç budur!
İşte, bu nedenle, 6302 sayılı Kanun'un dava konusu yaptığımız
hükümleri Anayasa'nın 152 nci maddesinin son fıkrasına da tamamen aykırı
bulunmaktadır ve iptalleri gerekir.
20-) Anayasa'nın 153 ncü Maddesine Aykırılık;
Anayasa'nın 153 ncü maddesi son fıkrası, "Anayasa Mahkemesi
kararları Resmî Gazete'de hemen yayınlanır ve yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar"
demektedir. Daha önce Anayasa Mahkemesi'nce defalarca iptale konu yapılan ve
yukarıda belirttiğimiz kanun hükümlerini "yeniden ve ısrarla"
kanunlaştırmak, yasama organının, kendisini, daha önce verilmiş bulunan "iptal
kararları" ile bağlı saymaması anlamına gelmektedir.
Böyle bir anlayışın ve düzenlemenin "Anayasa Mahkemesinin
kararları" başlığını taşıyan 153 ncü maddesinin amaçsal yorumu ile
bağdaşmayacağı açıktır.
VIII. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Yukarıda ayrıntılı biçimde açıklandığı veçhile,
Yüksek mâlûmları olduğu üzere, Kamu Hukuku'nda yürütmeyi durdurma
kararı verilebilmesi için iki şartın birlikte bulunması gerekmektedir
Bu iki şarttan biri, düzenlemenin açıkça hukuka aykırı olması,
diğeri de dava konusu düzenlemenin uygulanması halinde ortaya telâfisi imkânsız
veya telâfisi güç bir zararın doğacak bulunmasıdır.
18.5.2012 tarihli ve 28296 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe giren 3.5.2012 gün ve 6302 sayılı Kanun'un,
İptalini talep ettiğimiz 1 nci maddesinin 1 nci fıkrasının (1 nci,
2 nci ve 3 ncü tümceleri) tamamı, 2 nci fıkrasının (1 nci, 2 nci ve 3 ncü)
tümceleri) tamamı, 3 ncü fıkrasının tamamı, 4 ncü fıkrasının 1 nci tümcesi,
Öngördükleri yasal düzenlemeler nedeniyle, yürürlüklerinin
durdurulması için gerekli olan her iki şartı da taşımaktadır.
Çünkü, yukarıda belirtilen ve iptali istenen hükümler, Anayasa'ya
açıkça aykırıdır. Bu hükümlerin uygulanması halinde bir yandan Devletin varlık
ve bağımsızlığı, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü gibi yüksek
menfaatlerinin süratle korunması, öte yandan Anayasa'da öngörülen hukuk
devleti, kanun önünde eşitlik, Anayasa'nın bağlayıcılığı ve üstünlüğü, mülkiyet
hakkı, toprak mülkiyeti, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve
geliştirmek, tarım arazileri ile çayır ve mer'aların amaç-dışı kullanılmasını
ve tahribini önlemek, Anayasa'nın bağlayıcılığı ve üstünlüğü, Anayasa Mahkemesi
Kararlarının kesinliği prensipleri yanında Anayasa'nın öngördüğü bütün kurallar
ihlâl edilmiş olacağı ve bu ilkeler yönünden telâfisi imkânsız zararların
doğacağı çok açık ve kesindir.
Diğer yandan, 6302 sayılı Kanun'un değiştirdiği 2644 sayılı Tapu
Kanunu'nun dava konusu kimi hükümlerinde yer alan "yabancı ülkelerde bu
ülkelerin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret
şirketleri" ibâresinin uygulanması, kimi yabancıların, yabancı ülkelerde
bu ülkelerin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri
aracılığı ile ve karşılıklılık ilkesini etkisiz kılarak Türkiye Cumhuriyeti
sınırları içinde taşınmaz veya sınırlı aynî hak edinmelerini sağlayacaktır. Bu
durum, ülkenin bölünmez bütünlüğü, kamu yararı ve ülke güvenliği bakımından
sakıncalı sonuçlar doğurabilecektir.
6302 sayılı Kanun'un 1 nci maddesiyle değiştirilen 2644 sayılı
Tapu Kanunu'nun 35 nci maddesinin iptalini talep ettiğimiz hükümleri,
yabancıların taşınmaz üzerinde sınırlı aynî hak ediniminde karşılıklılık
şartına yer vermemekle yabancılar hukukumuzun temeli olan karşılıklılık
ilkesinden vazgeçerek Anayasa'nın Başlangıç'ının ikinci paragrafıyla
çelişmektedir. Yabancıların ülkemizde karşılıklılık ilkesi aranmadan hak
edinmesine imkân tanınmasının, Anayasa'ya aykırılığın yanı sıra, ülke
güvenliğini ve kamu yararını tehlikeye sokacak sonuçları olabilecektir.
35 inci maddenin 3 üncü fıkrasında Bakanlar Kuruluna verilen
yetki, Anayasa'ya aykırı bir yetki devri niteliğindedir ve böyle bir yetkinin
uygulanması halinde, pek çok işlemin geçerliliği Anayasal hukukî dayanaktan
yoksun kalacaktır.
35 inci maddenin belirtilen ibâre ve hükümlerinin uygulanması
halinde, ülkemiz topraklarının Anayasa'ya aykırı olarak ve geriye dönüşü
imkânsız biçimde yabancıların eline geçeceği ve bundan giderilmesi imkânsız
hukukî zarar ve neticelerin doğacağı açıktır. Özellikle, ticari şirketlerin
gerçek kişilere oranla daha büyük maddî olanaklara sahip olması, taşınmaz edinimi
bakımından bu zararların daha tehlikeli boyutlara ulaşmasına yol açacaktır.
Dava konusu hükümler hakkında yürürlüğün durdurulması kararı
verildiği takdirde, hukuk sistemimizde herhangi bir boşluk meydana gelmeyecek,
sadece, Anayasa'ya aykırı olan uygulama durdurulmuş olacaktır.
Ancak, dava konusu hükümler yönünden "yürürlüğü
durdurma" kararı verilmeyip de iptal kararı verilmesi halinde, bu iptal
kararı büyük olasılıkla etkisiz kalacaktır.
Öte yandan, Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve
düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti olmanın en önemli
gerekleri arasında sayılmaktadır. Anayasa'ya aykırılıkların sürdürülmesi,
özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun
üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence
altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden
giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa'ya
açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya
kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesi'ne dava
açılmıştır.
3.5.2012 tarih ve 6302 sayılı Tapu Kanunu ve Kadastro Kanununda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un iptali talep olunan 1.nci maddesinin 1
inci fıkrasının (1 nci, 2 nci ve 3 ncü tümceleri) tamamı, 2 nci fıkrasının (1
nci, 2 nci ve 3 ncü tümceleri) tamamı, 3 ncü fıkrasının tamamı, 4 ncü
fıkrasının 1nci tümcesi olmak üzere anılan madde, fıkra ve tümcelerin ihtivâ
ettiği hükümlerinin uygulanması halinde, giderilmesi olanaksız durum ve
zararlar doğacaktır. Bu zararlar, özellikle karşılıklılık şartı aramaksızın
Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen ülkelerin vatandaşı olan yabancı uyruklu
gerçek kişilere ve yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan
tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerine Türkiye'de taşınmaz ve sınırlı aynî
hak edinmeleri konusunda çok belirgin bir nitelik kazanacak ve ülkenin
topraklarının kolayca yabancılara geçmesine yol açacaktır.
Bu durum ve zararları önleyebilmek için, söz konusu hükümlerin
yürürlüklerinin durdurulması gerekmektedir.
IX. SONUÇ VE İSTEM
18.5.2012 tarihli ve 28296 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan,
3.5.2012 tarihli ve 6302 sayılı "Tapu Kanunu ve Kadastro Kanununda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun".
1- 1 nci maddesinin 1nci fıkrasını oluşturan "Kanuni
sınırlamalara uyulmak kaydıyla, uluslararası ikili ilişkiler yönünden ve ülke
menfaatlerinin gerektirdiği hallerde Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen
ülkelerin vatandaşı olan yabancı uyruklu gerçek kişiler Türkiye'de taşınmaz ve
sınırlı ayni hak edinebilirler. Yabancı uyruklu gerçek kişilerin edindikleri taşınmazlar
ile bağımsız ve sürekli nitelikteki sınırlı ayni hakların toplam alanı, özel
mülkiyete konu ilçe yüz ölçümünün yüzde onunu ve kişi başına ülke genelinde
otuz hektarı geçemez. Bakanlar Kurulu kişi başına ülke genelinde edinilebilecek
miktarı iki katına kadar artırmaya yetkilidir." Hükmünün Anayasa'nın
Başlangıç Bölümünün 1 nci, 2 nci, 3 ncü, 4 cü ve 5 nci paragrafları ile 2nci, 3
ncü, 5 cni, 6 ncı, 7 nci, 8 nci, 9 ncu, 10 ncu, 11 nci, 16 ncı, 35 nci, 43 ncü,
44 ncü, 45 nci, 57 nci, 123 ncü, 138 nci, 152 nci ve 153 ncü maddeleri
hükümlerine,
2- 1 nci maddesinin 2 nci fıkrasını oluşturan "Yabancı
ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip
ticaret şirketleri ancak özel kanun hükümleri çerçevesinde taşınmaz ve sınırlı
ayni hak edinebilirler. Bu ticaret şirketleri dışındakiler taşınmaz edinemez ve
lehlerine sınırlı ayni hak tesis edilemez. Bu ticaret şirketleri ile yabancı
uyruklu gerçek kişiler lehine taşınmaz rehni tesisinde bu maddede yer alan
sınırlamalar uygulanmaz." hükmünün Anayasa'nın Başlangıç Bölümünün 1.nci,
2.nci, 3 ncü, 4 ncü ve 5 nci paragrafları ile 2 nci, 3 ncü, 5 nci, 6 ncı, 7
nci, 8 nci, 9 ncu, 10 ncu, 11 nci, 16 ncı, 35 nci, 43 ncü, 44 ncü, 45 nci, 57
nci, 123 ncü, 138 nci, 152 nci ve 153 ncü maddeleri hükümlerine,
3- 1 nci maddesinin 3 ncü fıkrasında yer alan "Bakanlar
Kurulu, ülke menfaatlerinin gerektiği hallerde yabancı uyruklu gerçek kişiler
ile yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe
sahip ticaret şirketlerinin taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinimlerini; ülke,
kişi, coğrafi bölge, süre, sayı, oran, tür, nitelik, yüzölçüm ve miktar olarak
belirleyebilir, sınırlandırabilir, kısmen veya tamamen durdurabilir veya
yasaklayabilir." hükmünün Anayasa'nın Anayasa'nın Başlangıç Bölümünün 1
nci, 2 nci, 3 ncü, 4 ncü ve 5 nci paragrafları ile 2 nci, 3 ncü, 5 nci, 6 ıncı,
7 nci, 8 nci, 11 nci, 13 ncü, 16 ncı, 35 nci, 138 nci, 152 nci ve 153 ncü
maddeleri hükümlerine,
4- 1 nci maddesinin 4 ncü fıkrasının 1.nci tümcesini oluşturan
"Yabancı uyruklu gerçek kişiler ve yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin
kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri, satın
aldıkları yapısız taşınmazda geliştireceği projeyi iki yıl içinde ilgili Bakanlığın
onayına sunmak zorundadır." hükmünün Anayasa'nın Başlangıç Bölümünün 1
nci, 2 nci, 3 ncü, 4 ncü ve 5 nci paragrafları ile 2 nci, 3 ncü, 5 nci, 6 ncı,
7 nci, 8 nci, 9 ncu, 10 ncu, 11 nci, 16 ncı, 35 nci, 43 ncü, 44 ncü, 45 nci, 57
nci, 123 ncü, 138 nci, 152 nci ve 153 ncü maddeleri hükümlerine,
Aykırı olduklarından iptallerine ve uygulanmaları halinde
giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin
istemimizi saygı ile arz ederiz.""