ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2013/133
Karar Sayısı : 2013/169
Karar Günü : 26.12.2013
R.G. Tarih-Sayı :
09.01.2014-28877
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURANLAR :
1- Aydın 2. Ağır Ceza Mahkemesi (E.2013/133)
2- Aydın İnfaz Hâkimliği (E.2013/135, E.2013/136)
3- Osmaniye İnfaz Hâkimliği (E.2013/159)
İTİRAZLARIN KONUSU : 13.12.2004
günlü, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'a,
5.4.2012 günlü, 6291 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle eklenen 105/A maddesinin (7)
numaralı fıkrasının (a), (b) ve (c) bentlerinin Anayasa'nın 38. maddesine
aykırılığı ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi istemidir.
I- OLAY
Cezalarının, denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle
infazına karar verilen hükümlülerin, bu tedbirin uygulanmaya başlanmasından
önce veya sonra suç işledikleri iddiasıyla, haklarında verilen denetimli
serbestlik kararının kaldırılarak kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmeleri
istemiyle açılan davalarda, itiraz konusu kuralların Anayasa'ya aykırı olduğu
kanısına varan Mahkemeler, iptalleri için başvurmuşlardır.
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralları
5275 sayılı Kanun'un itiraz konusu kuralları da içeren 105/A
maddesi şöyledir:
“Denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı
Madde 105/A- (Ek:
5/4/2012-6291/1 md.)
(1) Hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle
bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek amacıyla;
a) Açık ceza infaz kurumunda cezasının son altı ayını kesintisiz
olarak geçiren,
b) Çocuk eğitimevinde toplam cezasının beşte birini tamamlayan,
koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi hâlli
hükümlülerin talebi hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar
olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına, ceza
infaz kurumu idaresince hükümlü hakkında hazırlanan değerlendirme raporu
dikkate alınarak, infaz hâkimi tarafından karar verilebilir.
(2) Açık ceza infaz kurumuna ayrılma şartları oluşmasına karşın,
iradesi dışındaki bir nedenle açık ceza infaz kurumuna ayrılamayan veya bu
nedenle kapalı ceza infaz kurumuna geri gönderilen iyi hâlli hükümlüler, açık
ceza infaz kurumuna ayrılma şartlarının oluşmasından itibaren en az altı aylık
sürenin geçmiş olması durumunda, diğer şartları da taşımaları hâlinde, birinci
fıkrada düzenlenen infaz usulünden yararlanabilirler.
(3) Yukarıdaki fıkralarda düzenlenen infaz usulünden;
a) Sıfır-altı yaş grubunda çocuğu bulunan ve koşullu
salıverilmesine iki yıl veya daha az süre kalan kadın hükümlüler,
b) Maruz kaldıkları ağır bir hastalık, engellilik veya kocama
nedeniyle hayatlarını yalnız idame ettiremeyen ve koşullu salıverilmesine üç
yıl veya daha az süre kalan hükümlüler,
diğer şartları da taşımaları hâlinde yararlanabilirler. Ağır
hastalık, engellilik veya kocama hâli, Adlî Tıp Kurumundan alınan veya Adalet
Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca
düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan bir raporla belgelendirilmelidir.
(4) Adli para cezasının ödenmemesi nedeniyle, cezası hapse
çevrilen hükümlülerin yukarıdaki fıkralardaki infaz usulünden
yararlanmalarında, hak ederek tahliye tarihi esas alınır.
(5) Denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle cezasının
infazına karar verilen hükümlünün, koşullu salıverilme tarihine kadar;
a) Kamuya yararlı bir işte ücretsiz olarak çalıştırılması,
b) Bir konut veya bölgede denetim ve gözetim altında
bulundurulması,
c) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemesi,
d) Belirlenen programlara katılması,
yükümlülüklerinden bir veya birden fazlasına tabi tutulmasına,
denetimli serbestlik müdürlüğünce karar verilir. Hükümlünün risk ve ihtiyaçları
dikkate alınarak yükümlülükleri değiştirilebilir.
(6) Hükümlünün;
a) Ceza infaz kurumundan ayrıldıktan sonra, talebinde belirttiği
denetimli serbestlik müdürlüğüne üç gün içinde müracaat etmemesi,
b) Hakkında belirlenen yükümlülüklere, denetimli serbestlik
müdürlüğünün hazırladığı denetim ve iyileştirme programına, denetimli
serbestlik görevlilerinin bu kapsamdaki uyarı ve önerileriyle hakkında
hazırlanan denetim planına uymamakta ısrar etmesi,
c) Ceza infaz kurumuna geri dönmek istemesi,
hâlinde, denetimli serbestlik müdürlüğünün talebi üzerine, koşullu
salıverilme tarihine kadar olan cezasının infazı için kapalı ceza infaz
kurumuna gönderilmesine, infaz hâkimi tarafından karar verilir.
(7) Hükümlü hakkında;
a) İşlediği iddia olunan başka bir suçtan dolayı 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanununun 100 üncü maddesinde sayılan nedenlerle tutuklama kararı
verilmesi,
b) Denetimli serbestlik tedbiri uygulanmaya başlanmasından önce
işlediği iddia olunan ve cezasının üst sınırı yedi yıldan az olmayan bir suçtan
dolayı soruşturma veya kovuşturmaya devam edilmesi,
c) Denetimli serbestlik tedbiri uygulanmaya başlandıktan sonra
işlediği iddia olunan ve cezasının alt sınırı bir yıl veya daha fazla olan
kasıtlı bir suçtan dolayı soruşturma veya kovuşturma başlatılması,
hâlinde, denetimli serbestlik müdürlüğünün talebi üzerine, infaz
hâkimi tarafından, hükümlünün kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmesine karar
verilir. Hükümlü hakkında soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı veya
kovuşturma sonucunda beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, davanın reddi veya
düşme kararı verilmesi hâlinde, hükümlünün cezasının infazına denetimli
serbestlik tedbiri uygulanarak devam olunmasına infaz hâkimi tarafından karar
verilir.
(8) Denetimli serbestlik müdürlüğüne müracaat etmesi gereken
sürenin bitiminden itibaren iki gün geçmiş olmasına karşın müracaat etmeyenler
ile kapalı ceza infaz kurumuna iade kararı verilmesine rağmen iki gün içinde en
yakın Cumhuriyet başsavcılığına teslim olmayan hükümlüler hakkında, 5237 sayılı
Türk Ceza Kanununun 292 nci ve 293 üncü maddelerinde yazılı hükümler uygulanır.
(9) Yükümlülüklerin gereklerine ve denetim planına uygun davranan
hükümlünün koşullu salıverilmesi hakkında denetimli serbestlik müdürlüğü
tarafından hazırlanan gerekçeli rapor, 107 nci ve 108 inci maddeler uyarınca
işlem yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilir.
(10) Denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezaların infazına
ilişkin esas ve usuller yönetmelikle düzenlenir.”
B-
Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları
Başvuru kararlarında, Anayasa'nın 38. maddesine dayanılmış, 2.
maddesi ise ilgili görülmüştür.
IV- İLK İNCELEME
1- E.2013/133 Sayılı Başvuru Yönünden
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Haşim KILIÇ, Serruh
KALELİ, Alparslan ALTAN, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri
NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL,
Zühtü ARSLAN ve M. Emin KUZ'un katılımlarıyla 28.11.2013 gününde yapılan ilk
inceleme toplantısında öncelikle uygulanacak kural sorunu görüşülmüştür.
Anayasa'nın 152. ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 40. maddesine
göre, mahkemeler, bakmakta oldukları davalarda uygulayacakları kanun ya da
kanun hükmünde kararname kurallarını Anayasa'ya aykırı görürler veya
taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına
varırlarsa, o hükmün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidirler.
Ancak, bu kurallar uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi
için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın
bulunması ve iptali istenen kuralların da o davada uygulanacak olması
gerekmektedir. Uygulanacak yasa kuralları, davanın değişik evrelerinde ortaya
çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz
yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır.
Başvuru kararında, 5275 sayılı Kanun'un 105/A maddesinin (7)
numaralı fıkrasının (a), (b) ve (c) bentlerinin iptali istenilmiştir.
Bakılmakta olan dava, denetimli serbestlik tedbiri uygulanmaya başlanmasından
önce işlediği iddia olunan ve cezasının üst sınırı yedi yıldan az olmayan bir
suçtan dolayı soruşturma veya kovuşturmaya devam edilmesi sebebiyle hükümlünün
kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmesine ilişkindir. Bu durumun düzenlendiği
5275 sayılı Kanun'un 105/A maddesinin (7) numaralı fıkrasının (b) bendi ise
bakılmakta olan davada uygulanacak kuraldır.
Ancak söz konusu fıkranın (a) bendi, hükümlünün işlediği iddia
olunan başka bir suçtan dolayı 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 100.
maddesinde sayılan nedenlerle tutuklama kararı verilmesi durumunda hükümlünün
kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmesine ilişkindir. Fıkranın (c) bendi ise
denetimli serbestlik tedbiri uygulamaya başlandıktan sonra işlediği iddia
olunan ve cezasının alt sınırı bir yıl veya daha fazla olan kasıtlı bir suçtan
dolayı soruşturma veya kovuşturma başlatılması hâlinde hükümlünün kapalı ceza
infaz kurumuna gönderilmesine karar verilmesi ile ilgili hükmü içermektedir.
Bakılmakta olan davada ise hükümlü hakkında bir tutuklama kararı bulunmadığı
gibi denetimli serbestlik tedbiri uygulanması sonrasında işlediği iddia edilen
bir suç da bulunmamaktadır. Dolayısıyla, 5275 sayılı Kanun'un 105/A maddesinin
(7) numaralı fıkrasının (a) ve (c) bentleri, Mahkemenin bakmakta olduğu davada
uygulanacak kural niteliğinde değildir.
Açıklanan nedenlerle;
13.12.2004 günlü, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanun'a, 5.4.2012 günlü, 6291 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle
eklenen 105/A maddesinin (7) numaralı fıkrasının;
A- (a) ve (c) bentlerinin, itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin
bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından, bu bentlere ilişkin
başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,
B- (b) bendinin esasının incelenmesine,
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
2- E.2013/135, E.2013/136 ve E.2013/159 Sayılı Başvurular Yönünden
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Haşim KILIÇ, Serruh
KALELİ, Alparslan ALTAN, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri
NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL,
Zühtü ARSLAN ve M. Emin KUZ'un katılımlarıyla 28.11.2013 ve 26.12.2013
günlerinde yapılan ilk inceleme toplantılarında, dosyalarda eksik
bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
V- BİRLEŞTİRME KARARLARI
13.12.2004 günlü, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanun'a, 5.4.2012 günlü, 6291 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle
eklenen 105/A maddesinin (7) numaralı fıkrasının (b) ve (c) bentlerinin
iptaline karar verilmesi istemiyle yapılan E.2013/135 ve E.2013/136 sayılı
itiraz başvurularının 28.11.2013 gününde, E.2013/159 sayılı itiraz başvurusunun
ise 26.12.2013 gününde, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle E.2013/133 sayılı
dava ile birleştirilmesine, esaslarının kapatılmasına, esas incelemenin
E.2013/133 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
Vl- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararları ve ekleri, Raportör Ayşegül ATALAY tarafından
hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralları, dayanılan
ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama
belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Başvuru kararlarında, yargılama sonucunda mahkûm olup olmayacağı
belli olmayan hükümlü hakkındaki denetimli serbestlik kararının geri alınarak
kapalı cezaevine gönderilmesine karar verilmesinin “suçsuzluk karinesi” ile
çeliştiği, bu nedenle itiraz konusu kuralların Anayasa'nın 38. maddesine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Kanun'un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle itiraz
konusu kurallar Anayasa'nın 2. maddesi yönünden de incelenmiştir.
5275 sayılı Kanun'un 105/A maddesinin itiraz konusu kuralların da
bulunduğu (7) numaralı fıkrasında, hükümlü hakkında;
a- İşlediği iddia olunan başka bir suçtan dolayı 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun 100. maddesinde sayılan nedenlerle tutuklama kararı
verilmesi,
b- Denetimli serbestlik tedbiri uygulanmaya başlanmasından önce
işlediği iddia olunan ve cezasının üst sınırı yedi yıldan az olmayan bir suçtan
dolayı soruşturma veya kovuşturmaya devam edilmesi,
c- Denetimli serbestlik tedbiri uygulanmaya başlandıktan sonra
işlediği iddia olunan ve cezasının alt sınırı bir yıl veya daha fazla olan
kasıtlı bir suçtan dolayı soruşturma veya kovuşturma başlatılması,
hâlinde, denetimli serbestlik müdürlüğünün talebi üzerine, infaz
hâkimi tarafından, hükümlünün kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmesine karar
verileceği, hükümlü hakkında soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı
veya kovuşturma sonucunda beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, davanın reddi
veya düşme kararı verilmesi hâlinde, hükümlünün cezasının infazına denetimli
serbestlik tedbiri uygulanarak devam olunmasına infaz hâkimi tarafından karar
verileceği öngörülmektedir.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devleti
olarak nitelendirilmiştir. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun,
insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık
olan devlettir.
Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında, “Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.”denilmektedir. Ceza
hukukunun temel ilkelerinden olan “suçsuzluk karinesi”, hakkında
suç isnadı bulunan bir kişinin, adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair
kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve
hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır. Suçsuzluk karinesi
uyarınca, bir kişinin suçlu olarak nitelendirilebilmesi ve hakkında ceza
hukukunun alanına giren yaptırımların uygulanabilmesi, kesin hükümle mahkûm
olmasına bağlıdır.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 2. maddesinde,
soruşturmanın; Kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden
iddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi, kovuşturmanın ise iddianamenin
kabulüyle başlayıp hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi ifade ettiği
belirtilmektedir. Aynı Kanun'un 160. maddesinin (1) numaralı fıkrasında,
Cumhuriyet savcısının, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği
izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup
olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlayacağı
belirtilmekte, 170. maddesinde de kamu davasının açılması ile ilgili hususlar
düzenlenmektedir. Kanun'un 170. maddesinin (2) numaralı fıkrasında soruşturma
evresi sonunda toplanan delillerin suçun işlendiği hususunda yeterli şüpheyi
oluşturması durumunda Cumhuriyet savcısının iddianame düzenleyeceği, 175.
maddesinde ise iddianamenin kabulüyle, kamu davasının açılmış olacağı ve
kovuşturma evresinin başlayacağı öngörülmektedir.
Ceza hukukunda bir kişinin suçlu olarak kabul edilebilmesi için
hakkındaki mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması gerekir. Ceza muhakemesinin
evrelerinden olan soruşturma ve kovuşturma aşamalarında ise kişi kesin hükümle
mahkûm olmadığından suçlu olarak nitelendirilemez ve bu suç nedeniyle hakkında
ceza hukuku alanına giren yaptırımlar uygulanamaz.
5275 sayılı Kanun'un 3. maddesinde, ceza ve güvenlik tedbirlerinin
infazı ile ulaşılmak istenilen temel amacın, hükümlünün yeniden suç işlemesini
engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün;
yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve
toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu
kolaylaştırmak olduğu belirtilerek, suçlunun da diğer bireyler gibi onurlu bir
yaşam hakkının bulunduğu bilincine vurgu yapılmış ve çağdaş ceza hukukunda
benzer haklara ilişkin düzenlemelere yer verildiği görülmüştür.
Denetimli serbestlik suretiyle hapis cezasının infazı, özgürlüğü
bağlayıcı cezanın kanunlarla belirlenecek bir alt sınırının infaz kurumunda
geçirilmesi koşuluyla, suçlunun kişiliğindeki gelişmeleri gözlemleyerek
cezasının koşullu salıverilmeden önceki bir yılını dışarıda geçirmesini
sağlayan bir tedbirdir. Bu yöntemde işlenen suçun, denetimli serbestlik
açısından belirleyici bir niteliği bulunmamakta, verilen cezanın çekilen süresi
ve iyi halli olma koşulları aranmaktadır.
Denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması ile de hükümlülerin;
yeniden suç işleme risklerinin azaltılması, sosyal hayata hazırlanmalarına
imkân sağlanması, tahliye şartlarına uyumun gerçekleştirilmesi, toplumsal
kurallara uyma becerilerinin geliştirilmesi, toplumun hükümlüye olumsuz
bakışının azaltılması ve ailesi ile görüşmesinin sağlanmasının amaçlandığı
anlaşılmaktadır.
İtiraz konusu kurallar uyarınca hükümlüler hakkında; denetimli
serbestlik kararının verilmesinden önce veya sonra, kurallarda cezalarının alt
ve üst hadleri gösterilen suçları işledikleri iddiasıyla soruşturma veya
kovuşturmaya başlanmış olması veya devam edilmesi hâlinde tekrar kapalı ceza
infaz kurumuna gönderilmeleri kanun koyucu tarafından bir tedbir olarak
düzenlenmiş ise de, söz konusu kurallar bu kişilerin suçlu sayıldıkları
gerekçesiyle bir yaptırım niteliğine dönüşmektedir. Bunun yanında kurallar,
denetimli serbestlikten yararlanma hakkını ve denetimli serbestlik kurumundan
hükümlü ve toplum lehine beklenen kamusal yararı ortadan kaldırmaktadır.
Kanunun çıkarılma amacı ile çelişen bu hususlar ise hükümlülerin henüz
işleyip işlemedikleri belirli olmayan bir suçtan dolayı suçlu olarak
nitelendirilmelerine yol açıp Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında
düzenlenen “suçsuzluk karinesi” ile bağdaşmamaktadır.
Öte yandan, itiraz konusu kurallar, ilgilileri, suçlulukları
ispatlanıncaya kadar suçsuz sayılmaları olanağından ve bu olanağı yürürlüğe
koyan üstün hukuk kurallarından yararlanmalarını engellemekte ve hukuk
devletinin ilkelerinden olan hukuki güvenlik ilkesini de ihlal etmektedir.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kurallar Anayasa'nın 2. ve 38.
maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir.
Alparslan ALTAN, Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz
AKINCI, Erdal TERCAN ve Zühtü ARSLAN, bu görüşe, yalnızca itiraz konusu
kurallarda yer alan “…soruşturma…” ibareleri yönünden farklı
gerekçeyle katılmışlar, kalan bölümler yönünden ise katılmamışlardır.
M. Emin KUZ bu görüşe katılmamıştır.
VII- SONUÇ
13.12.2004 günlü, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanun'a, 5.4.2012 günlü, 6291 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle
eklenen 105/A maddesinin (7) numaralı fıkrasının (b) ve (c) bentlerinin
Anayasa'ya aykırı olduklarına ve İPTALLERİNE, Alparslan ALTAN, Engin
YILDIRIM, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN ile Zühtü ARSLAN'ın
yalnızca bentlerde yer alan “…soruşturma…” ibarelerinin
iptaline, kalan bölümlere ilişkin itirazların ise reddine karar verilmesi
gerektiği yönündeki görüşleri ve karşıoyları, M.Emin KUZ'un ise itiraz konusu
kuralların Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın reddine karar verilmesi
gerektiği yönündeki karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 26.12.2013 gününde karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Zehra Ayla
PERKTAŞ
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
Zühtü ARSLAN
|
Üye
M. Emin KUZ
|
FARKLI GEREKÇE VE KARŞIOY GEREKÇESİ
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun'un 105/A maddesinin itiraz konusu kuralların da yer aldığı (7) numaralı
fıkrası uyarınca “Hükümlü hakkında; … b) Denetimli serbestlik
tedbiri uygulanmaya başlanmasından önce işlediği iddia olunan ve cezasının üst
sınırı yedi yıldan az olmayan bir suçtan dolayı soruşturma veya kovuşturmaya
devam edilmesi, c) Denetimli serbestlik tedbiri uygulanmaya başlandıktan sonra
işlediği iddia olunan ve cezasının alt sınırı bir yıl veya daha fazla olan kasıtlı
bir suçtan dolayı soruşturma veya kovuşturma başlatılması, halinde,
denetimli serbestlik müdürlüğünün talebi üzerine, infaz hakimi tarafından,
hükümlünün kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmesine karar verilir.”
1) Mahkememiz çoğunluğu itiraz konusu (b) ve (c) bentlerinin,
kişilerin “masumiyet karinesi”ni ve “hukuk güvenliği”ni ihlal ettiği
gerekçesiyle Anayasa'nın 2. ve 38. maddelerine aykırı olduğuna ve iptallerine
karar vermiştir. İptali istenen bentlerde yer alan “soruşturma” kelimesinin
iptali yönündeki çoğunluk görüşüne aşağıdaki farklı gerekçeyle katılıyoruz.
Kanun koyucu, ceza siyasetinin tayininde ve bu bağlamda
hükümlülerin ıslahı ve topluma kazandırılmasının araçlarını belirlemede
anayasal sınırlar içinde kalmak kaydıyla geniş bir takdir yetkisine sahiptir.
Bununla birlikte, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan hukuk devleti, ceza
ve infaz hukukunda kanun koyucunun takdir yetkisini kullanırken başvurulan
tedbirlerin gözetilen amaçla orantılı olmasını gerektirmektedir.
İptali istenen kurallarda, hükümlü hakkında denetimli serbestlik
tedbirinin uygulamaya başlanmasından önce veya sonra bir soruşturma veya
kovuşturmanın başlaması ve devam etmesi denetimli serbestlik tedbirinin
uygulanmasına engel olarak görülmektedir. Burada, “soruşturma” ile
“kovuşturma”nın ölçülülük ilkesi bakımından ayrı değerlendirilmesi gerekir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 2. maddesine göre,
soruşturma “yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin
kabulüne kadar geçen evreyi”; kovuşturma ise “iddianamenin kabulüyle başlayıp,
hükmün kesinleşmesine kadar geçen süreyi” ifade etmektedir.
Soruşturmanın başlatılması için “bir suçun işlendiği izlenimini
veren” bir şüphenin varlığı yeterli olabilir. Bu nedenle, soruşturma süreci bir
ihbarla başlatılabilir. Nitekim 5271 sayılı Kanun'un 160. maddesine göre,
“Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği
izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup
olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.”
Kovuşturmanın başlatılabilmesi için ise basit bir suç şüphesinin
ötesinde, ileri sürülen suçun işlendiğine dair şüphenin belirli bir yoğunluk
kazanması gerekir. Nitekim, kovuşturma evresinin Cumhuriyet savcısının
topladığı deliller çerçevesinde hazırladığı iddianamenin mahkeme tarafından
kabul edilmesiyle başlaması da bunu göstermektedir.
Bu çerçevede, basit bir ihbar veya muhtemel bir iftirayla
başlatılabilecek ve devam ettirilebilecek bir soruşturma nedeniyle, kişilerin
denetimli serbestlik tedbirinden yararlanmalarının engellenmesi ölçülü
değildir. Bu nedenle, itiraz konusu kurallarda yer alan “soruşturma”
ibaresinin, hukuk devletinin gerektirdiği hakkaniyet ve ölçülülük ilkeleriyle
bağdaşmadığından iptali gerekir.
2) Mahkememiz çoğunluğu itiraz konusu (b) ve (c) bentlerinin,
kişilerin “masumiyet karinesi”ni ve “hukuk güvenliği”ni ihlal ettiği
gerekçesiyle Anayasa'nın 2. ve 38. maddelerine aykırı olduğuna ve iptallerine
karar vermiştir. Aşağıdaki gerekçelerle çoğunluğun bu görüşüne katılmıyoruz.
a) Anayasa'nın 38. Maddesi Bakımından İnceleme
Denetimli serbestlik tedbiri, 5275 sayılı Kanun'un 105/A
maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edildiği üzere, “Hükümlülerin dış
dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini ve
güçlendirmelerini temin etmek amacıyla” belli şartlara bağlı olarak tanınan bir
imkandır. Bu anlamda denetimli serbestlik, kanunda belirtilen şartlar
sağlandığında infaz hakimi tarafından “verilebilecek” bir tedbir niteliğinde
olup, kişilere her durumda mutlaka sağlanması gereken bir hak teşkil
etmemektedir.
Bir an için denetimli serbestlik tedbirinin ilgili kişiler
açısından bir hak olduğu kabul edilse bile, bunun mutlak olduğu ve hiçbir şarta
bağlı kılınamayacağı savunulamaz. Zira kanun koyucu, hükümlülerin dış dünyaya
uyumunu sağlama amacına yönelik böyle bir düzenleme yaparken, bu amacın hangi
durumlarda gerçekleşeceğini belirleme ve bilhassa toplumu suçlular karşısında
koruyacak tedbirleri de gözetme konusunda takdir yetkisine sahiptir.
Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 38. maddesinde “Şuçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”, Anayasa'nın 15. maddesinde de
“suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz”
şeklinde ifadesini bulan ve hiçbir durumda sınırlandırılamayan çekirdek haklar
arasındadır.
Masumiyet karinesi, yargılama sonuçlanmadan kişilerin peşinen
suçlu ilan edilmesini ve suçlu muamelesi görmesini engelleyen bir ilkedir.
Bununla birlikte, masumiyet karinesi, ceza ve infaz hukukunda kişileri peşinen
suçlu ilan etmeden bazı tedbirlerin uygulanmasına engel teşkil etmemektedir.
Örneğin, tutukluluk veya yurt dışına çıkış yasağı gibi tedbirler masumiyet
karinesiyle çelişmemektedir. Bu nedenle, masumiyet karinesinin, tanımı ve
gerekleri anayasal sınırların ötesine geçecek şekilde genişletilerek soruşturma
ve kovuşturma gibi süreçlere bağlı hukuki sonuçları işlevsiz kılacak şekilde
yorumlanması isabetli değildir.
İptali istenen kuralların, masumiyet karinesiyle ilgisi
bulunmamaktadır. Bu kurallar, denetimli serbestlikten faydalanacak kişilerin
haklarında denetimli serbestlik kararının verilmesinden önce veya sonra alt ve
üst sınırları belirtilen suçları işledikleri iddiasıyla soruşturma veya
kovuşturmaya başlanması veya devam edilmesi nedeniyle yeniden kapalı cezaevine
gönderilmelerini düzenlemektedir. Bu durumdaki kişiler hakkındaki denetimli
serbestlik tedbirinin kaldırılması, bir yaptırımdan ziyade denetimli
serbestlikten yararlanma şartlarına sahip olmamalarının doğal sonucudur.
Bir an için yaptırım olarak nitelense bile, bu yaptırımın
masumiyet karinesiyle ilgisi bulunmamaktadır. Bu durumdaki kişilerin,
haklarında başlatılan veya devam edilen soruşturma veya kovuşturmaya konu
suçları işlediklerine dair “şüphe”nin bulunması kanun koyucunun bu kişileri
peşinen “suçlu” kabul ettiği anlamına gelmez. Burada masumiyet karinesine
aykırı şekilde, bu kişilerin “suçluluğu hükmen sabit olmadan, suçlu sayılması”
gibi bir durum söz konusu değildir.
Kanun koyucu, denetimli serbestlikten beklenen yarar ile toplumun
korunması temelindeki yararı dikkate almak suretiyle, hükümlünün denetimli
serbestlik tedbirinin uygulanmasından önce veya sonra bir suç işlediği
şüphesinin bulunmasını denetimli serbestliğin sağlayacağı amacın gerçekleşmesi
önünde bir engel olarak görmüştür. Nitekim, iptali istenen kuralların
devamında, söz konusu şüphenin izale edilmesi, kanundaki ifadesiyle “soruşturma
sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı veya kovuşturma sonucunda beraat, ceza
verilmesine yer olmadığı, davanın reddi veya düşme kararı verilmesi” durumunda
denetimli serbestlik tedbirinin uygulanacağı belirtilmektedir.
Bu gerekçelerle, kuralların Anayasa'nın 38. maddesine aykırı
olduğu yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
b) Anayasa'nın 2. Maddesi Bakımından İnceleme
Mahkememiz çoğunluğu, iptali istenen kuralların “ilgilileri,
suçlulukları ispatlanıncaya kadar suçsuz sayılmaları olanağından ve bu olanağı
yürürlüğe koyan üstün hukuk kurallarından yararlanmalarını engellemekte ve
hukuki güvenliklerini ihlal etmekte” olduğundan hukuk devleti ilkesine de
aykırı olduğu görüşündedir.
Yukarıda açıklandığı üzere, kurallarda kişilerin masumiyet
karinesinin sağladığı imkanlardan yararlanmasını engelleyen hiçbir düzenleme
bulunmamaktadır. Zira masumiyet karinesi, suçluluğu sabit oluncaya kadar hiç
kimsenin bir suç soruşturması veya kovuşturması nedeniyle denetimli serbestlik
imkanından mahrum bırakılmaması gibi bir sonucu gerektirmemektedir.
Diğer yandan, iptali istenen kuralların kişilerin hukuk
güvenliğini ihlal ettikleri de söylenemez. Kanun koyucunun, belli bir tedbiri
düzenlerken bunu belli şartların gerçekleşmesine bağlaması ve bu şartları
sağlamadığı anlaşılanların söz konusu tedbirden yararlandırılmaması hukuk
güvenliğini zedeleyen bir durum değildir. Hukuk güvenliği, kişilerin hangi
durumda hangi imkanlardan yararlanacaklarının açık, genel ve soyut kurallarla
önceden belirlenmesini gerektirir. İptal edilen kuralların bu şartları
sağlamadığı, dolayısıyla kişilerin hukuki güvenliklerini ihlal ettiği
söylenemez.
İptali istenen bentlerde yer alan “soruşturma” ibaresi dışındaki
ibare ve hükümler açısından bir orantısızlık da söz konusu değildir.
Soruşturmadan farklı olarak, kovuşturmanın başlatılabilmesi için basit bir suç
şüphesinin ötesinde, ileri sürülen suçun işlendiğine dair şüphenin belirli bir
yoğunluk kazanması, Cumhuriyet savcısının topladığı deliller çerçevesinde
hazırladığı iddianamenin mahkeme tarafından kabul edilmesi gerekmektedir.
Bu çerçevede, iptali istenen kurallarda yer alan “soruşturma”
ibaresi dışında kalan hükümlerin gerek suçun işlenmiş olabileceğine dair
kuvvetli bir şüphe içermeleri, gerekse “kovuşturma” şartının kanunda alt ve üst
ceza sınırları gösterilen suçlar için geçerli olması nedeniyle ölçülü
olmadıkları söylenemez.
Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kurallardaki “soruşturma”
ibaresi dışındaki ibare ve hükümlerin de Anayasa'nın 2. maddesine aykırı olduğu
yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
Üye
Zühtü ARSLAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
5275 sayılı Kanunun 105/A maddesinin, denetimli serbestliğin sona
ermesini gerektiren durumları belirleyen yedinci fıkrasının (b) ve (c)
bentlerinin, hukuk devleti ilkesi ve suçsuzluk karinesi ile bağdaşmadığı
gerekçesiyle Anayasanın 2. ve 38. maddelerine aykırı olduğuna ve iptaline karar
verilmiştir.
Kanunun genel ve madde gerekçelerinde, denetimli serbestliğin,
hükümlülerin topluma uyum sağlamalarının kolaylaştırılması ve yeniden suç
işleme risklerinin azaltılması için ceza infaz kurumundan erken salıverilmelerini
amaçladığı; bu çerçevede tedbirin kapsamının kanunla belirleneceği ve belli
şartları taşıyan hükümlülere bu imkânın sağlanacağı belirtilmektedir. İptaline
karar verilen bentlerde de bu amaçlara ulaşılması bakımından zorunlu görülen
şartlardan ikisi yer almaktadır. Buna göre, hükümlünün denetimli serbestlik
imkânından yararlanmaya devam edebilmesi için, bu tedbirin uygulanmaya
başlanmasından önce veya sonra işlediği iddia olunan bir suçtan dolayı hakkında
soruşturma veya kovuşturma devam etmemesi yahut başlatılmaması gerekmektedir.
Böylece, yasama organının, soruşturma ve kovuşturmalara devam
edilmemesini veya yenilerinin başlatılmamasını, hükümlünün denetimli
serbestlikten yararlanabilmesi için kişiliğine ve iyi hâline ilişkin şartlar
olarak öngördüğü anlaşılmaktadır. Denetimli serbestlik tedbirinden yararlanmak
hükümlü açısından bir hak değil, onun kişiliğine ve iyi hâlli olmasına bağlı
olarak uygulanabilecek şartlı bir tedbirdir. Şartların bulunmadığının
anlaşılması veya kaybedilmesi hâlinde denetimli serbestlik sona erdirilir.
Anayasa Mahkemesi de, bu tür tedbirlerin uygulanmasının hükümlü
için yasal bir hak değil, bir lütuf ve atıfet olduğunu belirtmiştir (28.2.2008
tarihli ve E.2006/71, K.2008/69 sayılı Karar). Kararda bu uygulamaların toplum
bakımından yararlı uygulamalar olduğu; suçu, cezayı ve bu tür tedbirleri takdir
ve tayin etme yetkisinin ise yasama organına ait bulunduğu hükme bağlanmıştır.
Hükümlünün denetimli serbestlik tedbirine konu olan cezası da, bu
tedbirin kaldırılarak hükümlünün tekrar ceza infaz kurumuna gönderilmesini
gerektiren ceza da önceki bir suç sebebiyle verilen, kesinleşmiş yargı kararına
dayalı aynı hapis cezasıdır. Başka bir anlatımla, itiraz konusu kurallara
dayanılarak infazına devam edilen hapis cezası, soruşturma veya kovuşturma
konusu olan suçun değil, önceden işlenmiş ve mahkûmiyetle sonuçlanmış suça
ilişkin kesinleşmiş yargı kararının sonucudur. İşlediği iddia edilen bir suçtan
dolayı hakkındaki soruşturma veya kovuşturmaya devam edilen ya da hakkında yeni
bir soruşturma veya kovuşturma başlatılan hükümlünün, işlendiği iddia edilen ve
henüz mahkûmiyetle sonuçlanmayan bu suç için öngörülen cezanın infazı için
değil, önceki hapis cezasının kalan kısmı için ceza infaz kurumuna
gönderilmesine karar verileceğinden, (b) ve (c) bentlerinde yer verilen
kuralların suçsuzluk karinesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, anılan kuralların, ilgililerin suçlulukları
ispatlanıncaya kadar suçsuz sayılmaları imkânından yararlanmalarını engellediği
ve hukukî güvenliklerini ihlal ettiği gerekçesiyle hukuk devleti ilkesi ile
bağdaşmadığı yönündeki tesbite de yukarıdaki sebeplerle katılmak mümkün
değildir. Yukarıda da belirtildiği gibi, denetimli serbestlik bir hak değil,
mahkemenin, hükümlünün kişiliğine ve iyi hâlli olmasına bağlı olarak, ayrıca bu
tedbirin toplumun ve hükümlünün yararına olacağına kanaat getirmesi şartıyla
kullanabileceği bir yetki olduğundan, yasama organının, bu şartların
bulunmadığı veya sonradan kaybedildiği konusunda şüphe oluşması hâlinde anılan
tedbir uygulamasının sona erdirilmesine imkân sağlayan bir düzenleme getirmesi
takdir yetkisi içindedir.
Anayasa Mahkemesinin kararlarında da, hukuk devletinde ceza ve
ceza yerine geçen güvenlik tedbirleriyle bunların infazına ilişkin
düzenlemelerin devletin suç ve ceza siyasetine bağlı olduğu ve kanun koyucunun
takdir yetkisi içinde bulunduğu kabul edildiğinden, yasama organının, denetimli
serbestliğin kapsamı ile uygulanmasının ve sona erdirilmesinin şartlarını
belirleme konusunda takdir yetkisine sahip olduğu açıktır.
Bu çerçevede, Ceza Muhakemesi Kanununda yer verilen hükümlerin,
soruşturma açılması veya soruşturmaya devam edilebilmesi için suçun işlenip
işlenmediği konusunda yeterli şüphenin bulunmasını gerektirmediği, dolayısıyla
anılan tedbirin kaldırılması bakımından soruşturmanın kovuşturmadan farklı
olarak ölçülülük ilkesine aykırı olduğu düşünülebilirse de, bir lütuf ve atıfet
olarak öngörülen denetimli serbestlik müessesesinin kapsamını, bundan
yararlanma ve sona erdirme şartlarını belirleyen yasama organının, soruşturma
ve kovuşturma arasında fark gözetmeksizin, bunlara devam edilmesini yahut
yenilerinin başlatılmasını denetimli serbestlik tedbirinin sona erdirilmesi
için yeterli bulduğu ve toplumun ve hükümlünün yararı ile hükümlünün iyi hâlli
olup olmadığının göstergesi olarak değerlendirdiği anlaşılmaktadır. Kuşkusuz bu
değerlendirme de ceza siyasetinin alanı içindedir ve bu hususlarda da kanun
koyucu takdir yetkisini haizdir.
Bu sebeplerle, itiraz konusu kuralların Anayasaya aykırı
olmadığını ve itirazın reddine karar verilmesi gerektiğini düşündüğümden, iptal
yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.