ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2011/64
Karar Sayısı : 2012/168
Karar Günü : 1.11.2012
R.G. Tarih-Sayı :
13.03.2013-28586
İPTAL DAVASINI AÇAN : Anamuhalefet Partisi
(Cumhuriyet Halk Partisi) adına Grup Başkanvekilleri M. Akif HAMZAÇEBİ ve
Muharrem İNCE (E.2011/64)
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURANLAR :
1- Çan İcra Ceza Mahkemesi (E.2011/75)
2- Amasra İcra Ceza Mahkemesi (E.2012/56)
DAVA VE İTİRAZLARIN KONUSU : 31.3.2011
günlü, 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un;
1- 5. maddesiyle, 9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas
Kanunu'nun 353. maddesinin değiştirilen birinci fıkrasının,
2- 6. maddesiyle, 2004 sayılı Kanun'un 354. maddesine eklenen
fıkranın,
3- 12. maddesiyle, 2.7.1964 günlü, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun
13. maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde yer alan 'açılan davalar'
ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen 've kanun yolu başvuruları ile ceza
mahkemelerinden verilen kararlara karşı kanun yolu başvuruları,'
ibaresinin,
4- 13. maddesiyle, 492 sayılı Kanun'un;
a- (1) sayılı Tarifesinin 'A- Mahkeme Harçları' bölümünün 'Hukuk
ve ticaret davalarıyla, idarî davalarda ihtilafsız yargı konularında ve icra
tetkik mercilerinde' başlığında yer alan 'Hukuk' ibaresinden sonra
gelmek üzere eklenen ', ceza' ibaresinin,
b- (2) sayılı Tarifesinin 'II- Maktu harçlar' bölümünün
(11) numaralı bendine 'miras taksim mukaveleleri,' ibaresinden sonra
gelmek üzere eklenen 'mirasçılık belgesi,' ibaresinin,
c- Değiştirilen 'IV. Temyiz, istinaf ve itiraz harçları'
kısmının,
5- 14. maddesiyle, 18.1.1972 günlü, 1512 sayılı Noterlik Kanunu'na
71. maddesinden sonra gelmek üzere 'Diğer İşlemler' başlığıyla 'Üçüncü
Bölüm' olarak eklenen 71/A, 71/B, 71/C maddelerinin,
6- 18. maddesiyle, 24.2.1983 günlü, 2802 sayılı Hakimler ve
Savcılar Kanunu'nun;
a- 21. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde yer alan 'iş
sayısı ve bu inceleme üzerine verilen notları' ibaresi yerine 'işleri'
şeklinde yapılan değişikliğin,
b- 33. maddesinin birinci fıkrasında yer alan 'not oranları'
ibaresi yerine 'kanun yolu incelemesinden geçen işleri' şeklinde yapılan
değişikliğin,
7- 19. maddesiyle, 22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî
Kanunu'nun 164. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında yer alan 'hakim'
ibarelerinden sonra gelmek üzere eklenen 'veya noter' ibareleri ile 598.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan 'sulh mahkemesince' ibaresinden
sonra gelmek üzere eklenen 'veya noterlikçe' ibaresinin,
8- 23. maddesiyle, 4.12.2004 günlü, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun 272. maddesinin üçüncü fıkrasının değiştirilen (a) bendinin,
9- 26. maddesiyle, 23.3.2005 günlü, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'a eklenen Geçici 2., Geçici
3. ve Geçici 4. maddelerin,
Anayasa'nın 2., 5., 9., 10., 11., 12., 13., 36., 37., 38., 138.,
139., 140. ve 141. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve
yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir.
II- YASA METİNLERİ
A- Dava ve İtiraz Konusu Yasa Kuralları
31.3.2011 günlü, 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması
Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un;
1- 5. maddesiyle değiştirilen ve dava konusu kuralı da içeren
2004 sayılı Kanun'un 353. maddesi şöyledir:
'İcra mahkemesinin verdiği tazyik ve disiplin hapsine
ilişkin kararlara karşı, tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde
itiraz edilebilir. Mahkeme itirazı incelemesi için dosyayı o yerde icra
mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini
izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde icra
mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde asliye ceza mahkemesine, icra
mahkemesi hâkimi ile asliye ceza mahkemesi hâkiminin aynı hâkim olması hâlinde
ise en yakın asliye ceza mahkemesine gönderir. İtiraz incelemesi neticesinde
verilen karar kesindir.
İcra mahkemesinin bu Bapta yer alan suçlardan dolayı verdiği
hükümlerle ilgili olarak 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri uygulanır.'
2- 6. maddesiyle eklenen ve dava konusu kuralı da içeren
2004 sayılı Kanun'un 354. maddesi şöyledir:
'Kanunun bu babında yazılı suçlardan takibi şikayete bağlı
olanların müştekisi feragat eder veya borcun itfa edildiği sabit olursa dava ve
bütün neticeleriyle beraber ceza düşer.
İcra mahkemesinin bu Bap hükümlerine göre verdiği tazyik veya
disiplin hapsine ilişkin karar, kesinleştiği tarihten itibaren iki yıl
geçtikten sonra yerine getirilmez.
Nafaka alacaklarına ilişkin takipler hariç, alacak miktarı Asgari
Ücret Tespit Komisyonu tarafından her yıl belirlenen aylık en yüksek brüt
asgari ücret tutarının altında kalan takiplerde bu Kanunda öngörülen disiplin
ve tazyik hapsi uygulanmaz.'
3- 12. maddesiyle eklenen ve dava konusu kuralı da içeren 492
sayılı Kanun'un 13. maddesi şöyledir:
'Aşağıda yazılı mevzular harçdan müstesnadır:
a) Değeri 50 Yeni Türk Lirasını geçmeyen dava ve takipler (Ticari
senetlere ait takipler hariç),
b) Vasi tayini ve azli, hakimin reddi talebinin kabulü ve hakimin
istinkafına ait kararlar,
c) Ayda 100 Yeni Türk Lirasını geçmeyen nafakalara ait dava ve
takipler, "Birden fazla kişiler lehine nafakaya hükmedilmesine dair
ilamlarda her kişi lehine hükmedilen miktar müstakil olarak nazara
alınır.",
d) İcra ve iflas dairelerinin kusuru yüzünden yanlış yapılmış olan
işlemlerin ıslahı ve iptaline dair tetkik mercileri kararlariyle, bu iptal veya
ıslah dolayısiyle yeniden yapılacak işlemler,
e) Ticaret sicilinde re'sen yapılan düzeltmeler,
f) İcra tetkik mercilerinin cezaya mütedair kararlariyle bu
kararların temyizi işlemleri.
g) İcra ve İflas Kanununun 270 nci maddesine göre yapılacak defter
tutma işlemleri,
h) Yetkili makamların istiyecekleri ilam ve sair evrak suretleri,
i) Kamu adına C. savcıları tarafından Hukuk mahkemelerine açılan
davalar, ve kanun yolu başvuruları ile ceza mahkemelerinden verilen
kararlara karşı kanun yolu başvuruları,
j) Genel Bütçeye dahil idarelerin bu Kanunun 1 ve 3 sayılı
tarifelerine giren bütün işlemleri.
(Yukarıdaki işlemlerin hesaplanacak harçlarının, Genel Bütçeye
dahil idarelerin haklılığı nispetinde karşı taraftan tahsiline ilgili merciince
karar verilir.)'
4- 13. maddesiyle eklenen ve dava konusu kurallar ile
değiştirilen kısmı da içeren 492 sayılı Kanun'un:
a- (1) sayılı Tarifesinin 'A- Mahkeme Harçları'
bölümünün başlığı şöyledir:
'Hukuk, ceza ve ticaret davalarıyla, idari
davalarda ihtilafsız yargı konularında, Anayasa Mahkemesine bireysel
başvurularda ve icra tetkik mercilerinde'.
b- (2) sayılı Tarifesinin 'II- Maktu harçlar' bölümü
şöyledir:
'I- Maktu harçlar :
1. Belli meblağı ihtiva etmeyen ve alınacak harç miktarı kanun ve
tarifede ayrıca gösterilmemiş olan senet, mukavele ve kağıtlardaki imzaların
beherinden (6,90 TL.) 20.800 TL.
2. Her nevi tebliğ, (6830 sayılı Kanun hükümleri muvacehesinde
noterlerce muhataba yapılacak tebliğler dahil) ihbar, ihtar ve protestolardan
muhataba tebliğ edilecek beher nüsha için 35.600 TL.
3.Vekaletnameler :
a) Özel vekaletnamelerde beher imza için 18.200 TL.
b) Genel vekaletnamelerde beher imza için 26.800 TL.
4. Defter tasdiki :
a) Açılış, ara ve kapanış tasdik ve şerhleri (Beher defter için):
aa) İşletme defteri ve diğer her türlü defterler 48.400 TL.
bb) Serbest meslek kazanç defteri 60.000 TL.
cc) Bilanço esasına göre tutulan defterler 60.000 TL.
b) Açılış tasdiklerinde sayfaların mühürlenmesi :
100 sayfaya kadar (100 dahil) 17.600 TL.
100 sayfadan yukarı beher 50 sayfa ve fazlası için 17.600 TL.
Ticaret sicili memurluklarınca yapılacak defter tasdiki
işlemlerinden yukarıda belirtilen harçlar aynen alınır.
5. Suretler ve tercümeler :
a) İlgililere veya ibraz edenlere verilecek her türlü mukavele,
senet, yazılı kağıt ve kayıt suretlerinin ve fotokopilerinin beher sayfasından
6.200 TL.
b) Tercüme suretleri ve yabancı dille yazılmış kağıtların
suretleri ve tercümeleri beher sayfasından (Fotokopiler dahil) 11.600 TL.
6. Saklanmak üzere noterlere tevdi olunan ve değeri belli olmayan
emanetlerle vasiyetnameler her yıl için (Yıl kesirleri tam sayılır) 35.600 TL.
7. Tesbit ve tutanak harçları: Mukavelename, senet veya yazılı
kağıtların veya bir şeyin veya bir yerin hal ve şeklinin ilgili şahısların
hüviyet ve ifadelerinin tespiti 35.600 TL.
8. Piyango, seçim ve toplantılarında hazır bulunmaktan alınacak
harçlar: Davet üzerine piyango ve hususi müesseselerin kur'a seçim ve
toplantılarında hazır bulunarak düzenlenecek tutanaklarda 612.200 TL.
9. Düzeltme harcı: Evvelki işin mahiyet ve değeri değişmemek
şartiyle yapılacak düzeltmelere ait beyannamelerden her imza için 9.000 TL.
10. Mukavele feshi harcı: Değeri belli bir borç veya bir taahhüdün
ikrarını tazammun etmeyen mukavelelerin feshinde beher imza için 9.000 TL.
11. Belli bir meblağı ihtiva etmeyen umumi ibra, umumi makbuz,
tahkimname, ölüme bağlı tasarruf senet ve mukaveleleri, ölünceye kadar bakma
akdi, vakıf, aile vakıfları, evlat edinme, karı-koca haklarının idaresi,
babalığı tanıma senetleri, miras taksim mukaveleleri, mirasçılık belgesi, ifraz
mukaveleleri ve bunlardan rücu ve bunların feshi ve bunların teferruatına dair
senet, mukavele ve kağıtların düzenlenmesinden ve noter tarafından re'sen
düzenlenecek tutanaklardan 121.600 TL.'
c- 'IV. Temyiz, istinaf ve itiraz harçları' kısmı
şöyledir:
'IV. Temyiz, istinaf ve itiraz harçları:
a) Yargıtay hukuk dairelerine yapılacak temyiz başvurularında 90
TL
b) Yargıtay ceza dairelerine yapılacak temyiz başvurularında 40 TL
c) Danıştaya yapılacak temyiz başvurularında 90 TL
d) Yürütmenin durdurulmasına ilişkin itirazlar dahil olmak üzere
bölge idare mahkemelerine itirazen yapılacak başvurularda50 TL
e) Bölge adliye mahkemeleri hukuk dairelerine yapılacak istinaf
yolu başvurularında 50 TL
f) Bölge adliye mahkemeleri ceza dairelerine yapılacak istinaf
yolu başvurularında 20 TL
g) İdarî yaptırımlar konusunda sulh ceza mahkemelerince verilen
son karara karşı itirazen yapılacak başvurularda 20 TL
h) İcra mahkemelerinin kararlarına karşı itirazen yapılacak
başvurularda 20 TL'
5- 14. maddesiyle 1512 sayılı Kanun'a 'Diğer İşlemler'
başlığıyla 'Üçüncü Bölüm' olarak eklenen dava konusu 71/A, 71/B ve 71/C
maddeleri şöyledir:
'Noterlerin yapabilecekleri diğer işlemler:
Madde 71/A- Aşağıda belirtilen işlemler noterler tarafından
da yapılabilir:
a) Terk eden eşin ortak konuta davet edilmesi.
b) Mirasçılık belgesi verilmesi.
Uygulanacak usul:
Madde 71/B- Noterler, ilgilinin yazılı veya sözlü başvurusu
üzerine, talep edilen işlemle ilgili bir tutanak düzenler. İşlemler yapılırken,
o işlemlerle ilgili özel kanunlarındaki usuller de gözetilir. Talebin konusu
bir belge düzenlenmesini gerektiriyorsa noter, ilgilisine bu belgeyi de
düzenleyerek verir.
Noterler, bu Kanunun 71/A maddesinde belirtilen işlemleri bizzat
yaparlar. Ancak, noterlik dairesinde imza yetkisi verilmiş hukuk fakültesi
mezunu görevli veya noter stajyeri mevcut ise bu işlemler onun tarafından da
yapılabilir.
Mirasçılık belgesi verilmesinin yargılamayı gerektirmesi, nüfus
kayıtlarının mirasçılık belgesi verilmesi konusunda yeterli olmaması veya
mirasçılık belgesinin yabancılar tarafından talep edilmesi durumunda,
mirasçılık belgesi noterler tarafından verilemez.
Bu Kanunun 71/A maddesinde yer alan işlemlere ilişkin taleplerde
noterler tarafından alınacak ücret Noterlik Ücret Tarifesinde ayrıca
gösterilir. Bu işlemlere ilişkin düzenlenen kâğıtlar değerli kâğıt
bedellerinden istisnadır.
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Adalet
Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.
İtiraz:
Madde 71/C- Noterlerin verdikleri mirasçılık belgesi hakkında,
menfaati ihlal edilenler tarafından sulh hukuk mahkemesine itirazda
bulunulabilir. Sulh hukuk mahkemesi, itiraz üzerinde verdiği kararın bir
örneğini ilgili notere ve Türkiye Noterler Birliğine bildirir.'
6- 18. maddesiyle değiştirilen ve dava konusu kuralları da
içeren 2802 sayılı Kanun'un:
a- 21. maddesi şöyledir:
'Hâkimlik ve savcılık mesleğinde bulunanların derece yükselmelerinin
yapılabilmesi için;
a) Derecesi içinde iki yıl bulunmuş veya bu Kanuna göre bulunmuş
sayılmaları,
b) Yükselmeye engel kesinleşmiş mahkeme hükmü
veya disiplin cezalarının bulunmaması,
c) Ahlakî gidişleri, meslekî bilgi ve anlayışları, gayret ve
çalışkanlıkları, gördükleri işlerin birikmesine sebep olup olmadıkları,
çıkardıkları işlerin miktar ve mahiyetleri, göreve bağlılıkları ve devamları,
üst merciler ve müfettişlerce haklarında düzenlenen hâl kâğıtları ve sicil
fişleri, kanun yolu incelemesinden geçen işleri, örnek karar ve
mütalâaları ve varsa meslekî eser ve yazıları ile katıldıkları meslek içi ve
uzmanlık eğitimleri göz önünde tutularak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca
ilân edilen derece yükselme ilkelerinde aranan koşulları taşımaları,
Gerekir.'
b- 33. maddesi şöyledir:
'Birinci sınıf olan hâkim ve savcıların başarılı olup
olmadıkları; müfettiş hâl kâğıtları, iş cetvelleri, kanun yolu
incelemesinden geçen işleri ile varsa meslekî ve akademik konulardaki
faaliyetlerine ilişkin diğer bilgi ve belgeler dikkate alınarak, üç yılda bir
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca değerlendirilmesi suretiyle tespit
edilir.
Birinci sınıf olan hâkim ve savcıların çalışmalarının
değerlendirilmesine dair ilkeler, Kanunda belirtilen esaslar doğrultusunda
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca tespit edilerek Resmî Gazetede
yayımlanır.'
7- 19. maddesiyle değiştirilen ve dava konusu kuralları da
içeren 4721 sayılı Kanun'un:
a- 164. maddesi şöyledir:
'Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini
yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan
ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam
etmekte ve istem üzerine hâkim veya noter tarafından yapılan
ihtar sonuçsuz kalmış ise; terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini
ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta
dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.
Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hâkim veya noter,
esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak konuta
dönmesi gerektiği ve dönmemesi hâlinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda bulunur.
Bu ihtar gerektiğinde ilân yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası açmak için
belirli sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan
sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz.'
b- 598. maddesi şöyledir:
'Başvurusu üzerine yasal mirasçı oldukları belirlenenlere, sulh
mahkemesince veya noterlikçe mirasçılık sıfatlarını gösteren
bir belge verilir.
Mirasçı atamaya veya vasiyete ilişkin ölüme bağlı tasarrufa
mirasçılar veya başka vasiyet alacaklıları tarafından kendilerine bildirilmesinden
başlayarak bir ay içinde itiraz edilmedikçe, lehine tasarrufta bulunulan
kimseye, sulh mahkemesince atanmış mirasçı veya vasiyet alacaklısı olduğunu
gösteren bir belge verilir.
Mirasçılık belgesinin geçersizliği her zaman ileri sürülebilir.
Ölüme bağlı tasarrufun iptaline ilişkin dava hakkı saklıdır.'
8- 23. maddesiyle değiştirilen ve dava konusu kuralı da içeren
5271 sayılı Kanun'un 272. maddesi şöyledir:
'(1) İlk derece mahkemelerinden verilen hükümlere karşı istinaf
yoluna başvurulabilir. Ancak, onbeş yıl ve daha fazla hapis cezalarına ilişkin
hükümler, bölge adliye mahkemesince re'sen incelenir.
(2) Hükümden önce verilip hükme esas teşkil eden veya başkaca
kanun yolu öngörülmemiş olan mahkeme kararlarına karşı da hükümle birlikte
istinaf yoluna başvurulabilir.
(3) Ancak;
a) Hapis cezasından çevrilen adlî para cezaları hariç olmak üzere,
sonuç olarak belirlenen üçbin Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet
hükümlerine,
b) Üst sınırı beşyüz günü geçmeyen adlî para cezasını gerektiren
suçlardan beraat hükümlerine,
c) Kanunlarda kesin olduğu yazılı bulunan hükümlere,
Karşı istinaf yoluna başvurulamaz.'
9- 26. maddesiyle, 5320 sayılı Kanun'a eklenen dava konusu
Geçici 2., Geçici 3. ve Geçici 4. maddeler şöyledir:
'Geçici Madde 2- (1) Bölge adliye mahkemeleri faaliyete
geçinceye kadar hapis cezasından çevrilenler hariç olmak üzere, sonuç olarak
belirlenen üçbin Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine
karşı temyiz yoluna başvurulamaz.
Geçici Madde 3- (1) 1/1/2014 tarihine kadar, asliye ceza
mahkemelerinde yapılan duruşmalarda Cumhuriyet savcısı bulunmaz ve katılma
hususunda Cumhuriyet savcısının görüşü alınmaz. Ancak, verilen hükümler ile
tutuklamaya veya salıverilmeye ilişkin kararlara karşı Cumhuriyet savcısının
kanun yoluna başvurabilmesi amacıyla dosya Cumhuriyet başsavcılığına
gönderilir.
Geçici Madde 4- (1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004
tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye
Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci
maddesi uyarınca Resmî Gazete'de ilan edilecek göreve başlama tarihinden altı
ay sonra başlamak üzere üç yıl süreyle yapılacak kanun yolu incelemelerinde,
bölge adliye mahkemelerinde ve Yargıtayda tebliğname düzenlenmesine ilişkin
hükümler uygulanmaz.'
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
Dava dilekçesinde ve başvuru kararlarında, Anayasa'nın 2., 5., 9.,
10., 11., 12., 13., 36., 37., 38., 138., 139., 140. ve 141. maddelerine
dayanılmıştır.
III- İLK İNCELEME
A- Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi gereğince
E.2011/75 sayılı dosyada 22.9.2011 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında
öncelikle sınırlama sorunu üzerinde durulmuştur.
Anayasa'nın 152. ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 40. maddesine göre, Anayasa Mahkemesine
itiraz yoluyla yapılacak başvurular, başvuran mahkemenin bakmakta olduğu davada
uygulayacağı yasa kuralı ile sınırlıdır.
İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, 2004 sayılı Kanun'un 354.
maddesinin son fıkrasının tamamının iptaline karar verilmesi isteminde
bulunmuştur.
Dava konusu kural, nafaka alacaklarına ilişkin takipler hariç,
alacak miktarı Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından her yıl belirlenen
aylık en yüksek brüt asgari ücret tutarının altında kalan takiplerde 2004
sayılı Kanun'da öngörülen 'disiplin' ve 'tazyik' hapislerinin
uygulanmayacağını düzenlemektedir. Somut olayda, disiplin değil, tazyik hapsini
gerektiren bir eylem nedeniyle yargılama yapılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta
olan davada, kural, sadece ''ve tazyik'' ibaresiyle sınırlı olarak
uygulanacaktır.
Bu nedenle, 31.3.2011 günlü, 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin
Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un
6. maddesiyle, 9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 354.
maddesine eklenen son fıkraya ilişkin esas incelemenin, fıkrada yer alan ''ve
tazyik'' ibaresi ile sınırlı olarak yapılmasına OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
B- Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi gereğince
E.2012/56 sayılı dosyada 31.5.2012 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında
öncelikle uygulanacak kural sorunu üzerinde durulmuştur.
Anayasa'nın 152. maddesi ile 6216 sayılı Kanun'un 40. maddesine
göre, bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu davada uygulanacak bir kanun veya
kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasa'ya aykırı görürse veya
taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına
varırsa, ilgili kural ya da kuralların iptali için Anayasa Mahkemesine
başvurmaya yetkilidir. Ancak bu hükümler uyarınca, bir mahkemenin Anayasa
Mahkemesine başvurabilmesi için, yöntemince açılmış, mahkemenin görevine giren
bakmakta olduğu bir davanın bulunması ve iptali istenen kuralın da bu davada
uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın
değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı
sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikteki kanun veya
kanun hükmünde kararnamelerdir.
İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, 2004 sayılı Kanun'un 353.
maddesinin tamamının iptaline karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Dava konusu kuralın birinci fıkrasının birinci cümlesinde, icra
mahkemelerince verilen tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı
itiraz yoluna başvurulabileceği ve bunun süresi; ikinci cümlesinde, itirazı
incelemeye yetkili merciler; üçüncü cümlesinde ise itiraz incelemesi sonucu
verilen kararların kesin olduğu düzenlenmektedir. Somut olayda, Mahkeme, ilk
verdiği karar aleyhine başvurulan itiraz yolunun tüketilmesinden sonra davaya
yeniden baktığı bir aşamada Anayasa Mahkemesine başvurduğundan, kuralın birinci
fıkrasının itiraz incelemesi sonucu verilen kararın kesin olduğunu düzenleyen
son cümlesi dışındaki bölümünün bakılmakta olan davada uygulanma imkânı
bulunmamaktadır.
Dava konusu kuralın ikinci fıkrasında ise icra mahkemesince 2004
sayılı Kanun'un on altıncı babında yer alan suçlardan dolayı verilen hükümlerle
ilgili olarak 5271 sayılı Kanun'un kanun yollarına ilişkin hükümlerinin
uygulanacağı belirtilmektedir. Somut olayda, anılan bapta yer alan suçlara
değil, tazyik hapsini gerektiren ve suç niteliğinde olmayan bir eyleme ilişkin
olarak yargılama yapıldığından, kuralın ikinci fıkrası da bakılmakta olan
davada uygulanacak kural niteliğinde değildir.
Bu nedenlerle, 9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas
Kanunu'nun 353. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi dışında kalan bölümü
ile ikinci fıkrasının, itiraz başvurusunda bulunan Mahkeme'nin bakmakta olduğu
davada uygulanma olanağı bulunmadığından, bu fıkra ve bölüme ilişkin başvurunun
Mahkeme'nin yetkisizliği nedeniyle reddine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
C- Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi gereğince
E.2011/64 sayılı dosyada 30.6.2011 gününde, E.2011/75 sayılı dosyada 22.9.2011
gününde ve E.2011/56 sayılı dosyada 31.5.2012 gününde yapılan ilk inceleme
toplantılarında, dosyalarda eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine,
yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
IV- BİRLEŞTİRME KARARLARI
31.5.2012 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, E.2012/56
sayılı itiraz başvurusunun, 1.11.2012 gününde yapılan esas inceleme
toplantısında ise E.2011/75 sayılı itiraz başvurusunun aralarındaki hukuki
irtibat nedeniyle E.2011/64 sayılı dava ile birleştirilmesine OYBİRLİĞİYLE
karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Dava dilekçesi, başvuru kararları ve ekleri, Raportör Abdullah
ÇELİK tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, dava ve itiraz konusu
Yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer
yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- Kanun'un 5. Maddesiyle Değiştirilen 2004 sayılı Kanun'un 353.
Maddesinin Birinci Fıkrasının İncelenmesi
Dava dilekçesinde ve başvuru kararında, icra mahkemelerinin ceza
mahkemesi sıfatıyla verdikleri kararların idari değil yargısal nitelikte
olduğu, bu mahkemelerin tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlarının kanun
yolu incelemesinin üst dereceli bir mahkemece yapılmamasının 5271 sayılı
Kanun'da itiraz kanun yoluna ilişkin oluşturulan sistemi tersyüz ederek hukuki
güvenlik ve belirlilik ilkelerini zedelediği, bir yerde birden fazla icra
mahkemesi kurulması hâlinde, bunların aynı icra mahkemesinin daireleri
durumunda olduğu, bu nedenle birbirlerinin kararını incelemelerinin
mahkemelerin kendi kararlarını incelemesi sonucunu ortaya çıkardığı, bu durumun
güven duygusunu ve adil yargılanma hakkını zedelediği, görünüşte bir kanun yolu
oluşturduğu ve belirsizlik nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin sağlanmadığı
belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 5., 10., 11., 12., 13., 36., 37., 38. ve
141. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralın birinci cümlesinde, icra mahkemelerince
verilen tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı itiraz yoluna
başvurulabileceği ve bunun süresi, ikinci cümlesinde, itirazı incelemeye
yetkili merciler, üçüncü cümlesinde ise itiraz incelemesi sonucu verilen
kararların kesin olduğu düzenlenmiştir.
Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan,
yargı denetimine açık olan devlettir.
Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, 'Herkes, meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.'
hükmüne yer verilmiştir. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü ve
adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının yanında,
diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların
korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Anayasa Mahkemesinin daha
önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, kanun yoluna başvurma hakkı da,
hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkı kapsamındadır.
Kanun yolu, bir yargı yeri tarafından verilen ve hukuka aykırı
olduğu ileri sürülen bir kararın, kural olarak başka bir yargı yeri tarafından
incelenmesini sağlayan hukuki yoldur. Kanun yolunun amacı, yargı yerleri
tarafından verilen kararların, kural olarak başka bir yargı yeri tarafından
denetlenmesine imkân tanınmak suretiyle daha güvenceli bir yargı hizmeti
sunmaktır.
Anayasa'nın 142. maddesinde, 'yargılama usullerinin' kanun
ile düzenlenmesi öngörülmektedir. Kanun yolu usulü de yargılama usulü
kapsamındadır. Anayasa'nın 154. maddesinde, Yargıtay'ın adliye mahkemelerince;
155. maddesinde ise Danıştay'ın idari mahkemelerce verilen ve 'kanunun başka
bir idari yargı merciine bırakmadığı' karar ve hükümlerin son inceleme
mercii olduğu düzenlenmiştir. Buna göre, kanun yolu usulünün ve merciinin
belirlenmesi hususu kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır. Ancak, kanun
koyucu bu takdir yetkisini kullanırken hukukun genel ilkelerine ve Anayasa'daki
kurallara, özellikle de hukuk devleti ilkesine ve adil yargılama hakkına uygun
hareket etmelidir. Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında korunan kanun yoluna
başvurma hakkının etkili bir şekilde sağlanabilmesi için kanun yolu merciinin,
incelenen kararı gerektiğinde değiştirme yetkisine de sahip olması gerekir.
Diğer taraftan, kanun yoluna başvurma hakkının iki dereceden fazla
tanınmasına ilişkin Anayasa'da bir hüküm bulunmamaktadır. Kanun yoluna başvurma
hakkı sonsuz olmayıp, bu hakkın bir yerde kesilmesi gerekmektedir.
Dava konusu kuralın birinci cümlesinde, icra mahkemelerince
verilen tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı itiraz yoluna
başvurulabileceği belirtilerek kişilere kanun yoluna başvurma hakkı tanınmış;
üçüncü cümlesinde itiraz incelemesi sonucu verilen kararların kesin olduğu
hüküm altına alınarak bu hak, iki derece ile sınırlandırılmıştır.
Dava konusu kuralın ikinci cümlesinde ise itirazı incelemeye
yetkili mercilerin; icra mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması
hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daire, son numaralı daire için birinci
daire, o yerde icra mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde asliye ceza
mahkemesi, icra mahkemesi hâkimi ile asliye ceza mahkemesi hâkiminin aynı hâkim
olması hâlinde en yakın asliye ceza mahkemesi olduğu belirtilmiştir. Bir il
veya ilçenin adını taşıyan mahkemelerin, iş durumunun gerekli kıldığı hâllerde,
birden fazla kurulan 'daire'lerinin, yargılama faaliyetleri ve kanun
yolu başvurularının incelenmesi yönünden aynı mahkeme olarak değerlendirilemeyeceği
açıktır. Yargı yerlerinin bir isim altında daireler hâlinde çalışmaları,
mahkemelerin teşkilatlanmasına ilişkin 'idari nitelikte' bir tercihten
ibarettir. 5271 sayılı Kanun'un itiraz kanun yoluna ilişkin 271. maddesinin (2)
numaralı fıkrası uyarınca, itiraz mercii olarak belirlenen icra mahkemesi
dairelerinin ve diğer mahkemelerin, itiraz edilen kararı denetleyerek işin
esası hakkında karar verme yetkileri bulunmaktadır.
Dolayısıyla dava konusu kuralla getirilen icra mahkemelerince
verilen tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı başvurulacak kanun
yolu usulüne ilişkin düzenlemeler, kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında
olup, hukuk devleti ilkesi ve adil yargılanma hakkını zedelememektedir.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2. ve 36.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa'nın 5., 10., 11., 12., 13., 37., 38. ve 141.
maddeleri ile ilgisi görülmemiştir.
B- Kanun'un 6. Maddesiyle 2004 sayılı Kanun'un 354. Maddesine
Eklenen Fıkranın İncelenmesi
Dava dilekçesinde ve başvuru kararında, tazyik ve disiplin
hapsinin uygulanıp uygulanmayacağının ekonomik bir kıstasa bağlanmasının normun
koruma amacıyla bağdaşmadığı, alacağın faiz ve diğer ferilerinin ceza
verilemeyecek sınır belirlenirken dikkate alınıp alınmayacağının muğlâk
olmasının hukuki güvenlik, belirlilik ilkeleri ile suç ve cezada kanunilik
ilkesini zedelediği, tazyik ve disiplin hapsini gerektiren eylemlerin
cezalandırılmasının sebebinin kişinin borcunu ödememesi değil, kanunda
belirtilen yasaklanmış eylemleri yapması olduğu, icra takibine konu borcu belli
miktarın üzerinde olan kişiler cezalandırılırken, altında olanların
cezalandırılmamasının eşitlik ilkesini ihlal ettiği belirtilerek kuralın,
Anayasa'nın 2., 10. ve 38. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralda, nafaka alacaklarına ilişkin takipler hariç,
alacak miktarı Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından her yıl belirlenen
aylık en yüksek brüt asgari ücret tutarının altında kalan takiplerde 2004
sayılı Kanun'da düzenlenen disiplin ve tazyik hapislerinin uygulanmayacağı
belirtilmiştir.
Anayasa'nın 38. maddesinin ilk fıkrasında, 'Kimse, ... kanunun
suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz.'; üçüncü
fıkrasında, 'Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak
kanunla konulur.' denilerek 'suç ve cezada kanunilik ilkesi' düzenlenmiştir.
Anayasa'da öngörülen suçta ve cezada kanunilik ilkesi ceza hukukunun da temel ilkelerinden
birini oluşturmakta olup, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 2. maddesinde aynı
ilkeye yer verilmiştir.
Suçta ve cezada kanunilik ilkesinin zorunlu sonucu olarak, suç ve
cezaya ilişkin kurallar belirli olmalıdır. Hukuk devletinin de temel ilkelerinden
biri olan 'belirlilik ilkesi', hangi eylemlerin yasaklandığının ve bu
yasak eylemlere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde
gösterilmesini, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olmasını
gerektirir. Kişilerin yasak eylemleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan bu
ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır.
Anılan ilkelere uyulup uyulmadığının tespiti bakımından, kuralla
getirilen cezasızlık sebebinde ölçüt alınan 'alacak miktarı' ve 'Asgari
Ücret Tespit Komisyonu tarafından her yıl belirlenen aylık en yüksek brüt
asgari ücret tutarı' ibarelerinin belirli olup olmadığının
değerlendirilmesi gerekmektedir. Anayasa Mahkemesinin daha önce kimi
kararlarında belirttiği üzere, Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından
belirlenen asgari ücret tutarları Resmî Gazete'de önceden yayımlanmakta
olduğundan, asgari ücretin, cezanın belirlenmesinde ölçüt alınması belirsizliğe
yol açmaz.
Diğer taraftan, dava konusu kurala ilişkin yasama süreci incelendiğinde,
tasarıda, 'toplam alacak miktarı' ibaresine yer verilmişken, Genel Kurul
görüşmeleri sırasında verilen bir önerge ile bu ifade şeklinin asıl alacak,
faiz, vekâlet ücreti ve icra masraflarını da kapsadığı gerekçesiyle 'toplam'
ibaresi metinden çıkarılmıştır. Buna göre, kuralda yer alan 'alacak miktarı'
ibaresinin, sadece 'asıl alacağı' kapsadığı açıktır. Dolayısıyla anılan
ibarenin de belirsiz olduğu söylenemez.
Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirlerine ilişkin kurallar,
ceza hukukunun ana ilkeleri ile Anayasa'nın konuya ilişkin kurallarına aykırı
olmamak kaydıyla, ülkenin sosyal, kültürel yapısı, ahlaki değerleri ve ekonomik
hayatın gereksinimleri göz önüne alınarak saptanacak ceza politikasına göre
belirlenir. Bu bağlamda, hangi eylemlerin suç sayılacağı, bunlara ne tür ve
hangi ölçüde cezai yaptırım uygulanacağı, nelerin ağırlaştırıcı veya
hafifletici sebep olarak kabul edileceği ve ceza sistemini tamamlayan
müesseselerin nelerden ibaret olacağı hususlarında kanun koyucunun takdir
yetkisi bulunmaktadır. Dava konusu kuralla, alacak miktarı belli tutarın
altında kalan takiplerde disiplin ve tazyik hapisleri yönünden cezasızlık
sebebi öngörülmesinde, Anayasa'nın ve ceza hukukunun temel ilkelerine
aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2. ve 38.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Yukarıda belirtilen gerekçe karşısında kuralın, Anayasa'nın 10.
maddesi yönünden ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamıştır.
C- Kanun'un 12. Maddesiyle 492 sayılı Kanun'un 13. Maddesinin
Birinci Fıkrasının (i) Bendinde Yer Alan "açılan davalar" İbaresinden
Sonra Gelmek Üzere Eklenen 've kanun yolu başvuruları ile ceza
mahkemelerinden verilen kararlara karşı kanun yolu başvuruları,' İbaresinin
İncelenmesi
Dava dilekçesinde, dava konusu kuralın, Anayasa'nın 2., 36. ve
141. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Kanun'un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle dava
konusu kural, Anayasa'nın 10. maddesi yönünden de incelenmiştir.
Dava konusu kuralla, Cumhuriyet savcıları tarafından kamu adına
yapılan kanun yolu başvurularından harç alınmasına istisna getirilmiştir.
Anayasa'nın 73. maddesi uyarınca vergilendirmede genel kural,
kanunla belirlenmiş olmadır. Kanunla belirlenmiş konu ve kişilerden vergi,
resim ve harç alınabileceği gibi, vergi dışı bırakılabilir ya da bir kısım
vergilerden vazgeçilebilir. Vergi,
resim ve harç ile ilgili kanunlarda sosyal, ekonomik, mali ve kültürel amaçlı
birtakım muaflık, istisna ve indirimler getirilmesi, kanun koyucunun takdirine
bağlıdır. Ancak bu takdir yetkisi kullanılırken Anayasa'daki kurallara
uygun hareket edilmelidir. Bu kurallardan biri de Anayasa'nın 10. maddesinde
düzenlenmiş olan eşitlik ilkesidir.
Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen 'kanun önünde eşitlik'
ilkesi, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli
değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin
amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı
tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir.
Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar
uygulanarak kanun karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Kanun önünde
eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez.
Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik
kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı
hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa'da öngörülen eşitlik
ilkesi zedelenmez.
492 sayılı Kanun'un 13. maddesinin birinci fıkrasının dava konusu
ibareyi de içeren 'Kamu adına C. savcıları tarafından Hukuk mahkemelerine
açılan davalar ve kanun yolu başvuruları ile ceza mahkemelerinden verilen
kararlara karşı kanun yolu başvuruları' biçimindeki (i) bendinde,
Cumhuriyet savcılarının 'kamu adına' görevleri gereği açtıkları davalar
ve kanun yolu başvuruları harçtan istisna tutulmuştur. Cumhuriyet savcıları,
kanun yoluna başvurma hakkı bulunan diğer kişilerin hem lehine hem de aleyhine
kanun yoluna müracaat edebilirler. Cumhuriyet savcıları dışında kanun yoluna
başvurma hakkı bulunanlar ise sadece kendi veya kanunda belirtilen yakınları
lehine kanun yoluna başvurabilirler. Buna göre, Cumhuriyet savcıları ile diğer
kanun yoluna başvurma hakkı bulunanların hukuki durumları eşit değildir.
Dolayısıyla, Cumhuriyet savcıları tarafından kamu adına yapılan kanun yolu
başvurularından harç alınmasına istisna getirilmesi, eşitlik ilkesini ihlal
etmez.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 10. maddesine
aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa'nın 2., 36. ve 141. maddesiyle ilgisi
görülmemiştir.
D- Kanun'un 13. Maddesiyle, 492 sayılı Kanun'un (1) sayılı
Tarifesinin 'A- Mahkeme Harçları' Bölümünün 'Hukuk ve ticaret
davalarıyla, idarî davalarda ihtilafsız yargı konularında ve icra tetkik
mercilerinde' Başlığında Yer Alan 'Hukuk' İbaresinden Sonra Gelmek
Üzere Eklenen ', ceza' İbaresinin İncelenmesi
492 sayılı Kanun'un (1) sayılı Tarifesinin 'A- Mahkeme Harçları'
bölümünün başlığına eklenen dava konusu ', ceza' ibaresinin Anayasa'ya
aykırılığı savıyla iptali istemi, daha önce yapılan itiraz başvurusu nedeniyle
esastan incelenerek 20.10.2011 günlü, E.2011/54, K.2011/142 sayılı kararla
Anayasa'ya aykırı olmadığı gerekçesi ile reddedilmiş ve bu karar, 29.12.2011 günlü,
28157 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır.
Anayasa'nın 152. maddesinin son fıkrası ve 6216 sayılı Kanun'un
41. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre, Anayasa Mahkemesinin işin esasına
girerek verdiği ret kararının Resmî Gazete'de yayımlanmasından sonra on yıl
geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasa'ya aykırılığı iddiasıyla tekrar Anayasa
Mahkemesine başvurulamaz.
İptal davası, 10.6.2011 gününde açılmış ise de esas inceleme
aşamasında, Anayasa Mahkemesinin aynı konu hakkında işin esasına girerek verdiği
yukarıda belirtilen ret kararının 29.12.2011 gününde Resmî Gazete'de
yayımlanması nedeniyle, bu tarihten itibaren 10 yıl geçmedikçe davanın esasının
incelenmesine olanak bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle dava konusu kuralın iptali isteminin, Anayasa'nın
152. maddesinin son fıkrası ve 6216 sayılı Kanun'un 41. maddesinin (1) numaralı
fıkrası gereğince reddi gerekir.
E- Kanun'un 13. Maddesiyle, 492 sayılı Kanun'un (2) sayılı
Tarifesinin 'II- Maktu harçlar' Bölümünün (11) Numaralı Bendine 'miras
taksim mukaveleleri,' İbaresinden SonraGelmek Üzere Eklenen
'mirasçılık belgesi,' İbaresinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, dava konusu kuralın, Anayasa'nın 2., 36. ve
141. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
492 sayılı Kanun'un (2) sayılı Tarifesinin 'II- Maktu harçlar'
bölümünde, noterlerce düzenlenen ve maktu harç alınması öngörülen belgeler
sayılmıştır. Anılan bölümün (11) numaralı bendine dava konusu ibare eklenerek
noterler tarafından düzenlenecek mirasçılık belgesinden de maktu harç alınması
sağlanmıştır.
Devletin harç alma yetkisinin dayanağını oluşturan Anayasa'nın 73.
maddesinin üçüncü fıkrasında, 'Vergi, resim, harç ve benzeri mali
yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.' denilmiştir.
Vergilendirmede genel kural, 'kanunla belirlenmiş' konu ve kişilerden
vergi, resim ve harç alınmasıdır. Kanunla yapılması koşuluyla bir kamu
hizmetinden harç alınması, kanun
koyucunun takdirine bağlıdır. Devletin vergilendirme yetkisinin
sınırı, aynı zamanda kişilerin hak ve özgürlüklerinin de sınırını
oluşturduğundan, bu yetkinin keyfiliğe kaçacak biçimde kullanılmaması,
Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenmiş olan hukuk devleti ilkesinin gereğidir.
Harç, kamu kurum ve kuruluşlarının sunduğu hizmetlerden
yararlananlardan, bu yararlanmaları karşılığı alınan bedeldir. Bir hizmetin
harç konusu olabilmesi için, kişilerin bir kamu kurumundan yararlanmaları,
kişilere kamu eliyle özel bir yarar sağlanması ve kamu idaresinin kişilerin
özel bir işiyle uğraşması gerekir.
1512 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri uyarınca noterlerin
atamaları Adalet Bakanlığı, denetimleri ise Adalet Bakanlığı müfettişleri ve
Cumhuriyet savcıları tarafından yapılmakta, noterlik daireleri resmi daire
olarak kabul edilmektedir. Anılan Kanun'un 1. maddesinde ise 'Noterlik bir
kamu hizmetidir. Noterler, hukuki güvenliği sağlamak ve anlaşmazlıkları önlemek
için işlemleri belgelendirir ve kanunlarla verilen başka görevleri yaparlar.'
denilmiştir. Buna göre noterlikler, 'resmi daire'; bunlar tarafından
sunulan hizmetler ise 'kamu hizmeti' niteliğindedir. Kişiler, mirasçılık
belgesi almak suretiyle 'mirasçılık durumlarını belgelendirmek'
biçiminde özel yararlar sağlarlar. Dolayısıyla kamu kurumu niteliğinde olan
noterliklerce verilen ve kişilerin mirasçılık durumlarını belgeleyerek kişisel
yararlarına hizmet eden mirasçılık belgesi verilmesi biçimindeki kamu
hizmetinin harca konu edilmesi harçlara ilişkin prensiplere aykırı değildir.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2. maddelerine
aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa'nın 36. ve 141. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
F- Kanun'un 13. Maddesiyle, 492 sayılı Kanun'un Değiştirilen 'IV.
Temyiz, istinaf ve itiraz harçları' Kısmının İncelenmesi
Dava dilekçesinde, ceza yargılamasının amacının maddi gerçeğe
ulaşmak olduğu, sanığın kanun yollarına başvurma hakkının ekonomik bir silahla
engellenmeye çalışılmasıyla maddi gerçekliğin ortaya çıkarılmasının değil,
şekli yargılamaların önünün açıldığı, ceza yargılamasının devamı niteliğindeki
kanun yolları aşamasının paralı hale getirilmesinin hukuk devleti ve sosyal
devlet ilkeleriyle bağdaşmadığı, ceza yargılamasında harç alınmasının hak arama
hürriyeti ve adil yargılanma hakkını zedelediği, harcı yatıramayacak olanlar
için ceza yargılamasında adli yardım müessesesinin düzenlenmemiş olduğu, özel
hukuk yargılamalarında da harç ve hak arama hürriyeti dengesinin nasıl
kurulması gerektiğine ilişkin Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi kararlarına uyulmadığı, yapılan değişikliğin süratin en fazla,
giderin mümkün olduğunca fazla olması sonucunu doğurduğu, böylelikle usul
ekonomisi ilkesini tersine çevirdiği belirtilerek dava konusu kısmın,
Anayasa'nın 2., 36. ve 141. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
1- Değiştirilen Kısmın (b) Fıkrasının İncelenmesi
Anayasa Mahkemesinin 20.10.2011 günlü, E.2011/54, K.2011/142
sayılı kararıyla, 492 sayılı Kanun'un (1) sayılı Tarifesinin 'A- Mahkeme
Harçları' bölümünün değiştirilen 'IV. Temyiz, istinaf ve itiraz harçları'
kısmının 'Yargıtay ceza dairelerine yapılacak temyiz başvurularında 40 TL'
biçimindeki (b) fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline, iptal
hükmünün altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş ve bu karar,
29.12.2011 günlü, 28157 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır.
Açıklanan nedenle dava konusu kısmın (b) fıkrası hakkında yeniden
karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.
2- Değiştirilen Kısmın (a), (c), (d) ve (e) Fıkralarının
İncelenmesi
Dava konusu kurallarla, Yargıtay hukuk dairelerine, Danıştaya,
yürütmenin durdurulmasına ilişkin itirazlar dâhil olmak üzere bölge idare
mahkemelerine ve bölge adliye mahkemeleri hukuk dairelerine yapılacak itiraz,
istinaf ve temyiz başvurularından harç alınması kurala bağlanmıştır.
Harç, kamu kurum ve kuruluşlarının sunduğu hizmetlerden
yararlananlardan, bu yararlanmaları karşılığı alınan bedeldir. Temyiz, istinaf
ve itiraz mercileri tarafından verilen kanun yolu incelemesi biçimindeki yargı
hizmeti, bu yollara başvurma hakkı bulunanların kendi iradesiyle yaptığı
başvuru üzerine verilmektedir. Söz konusu hizmeti talep edenlerden, bunun
karşılığında harç alınması, harçlara ilişkin genel prensiplere aykırı değildir.
Anayasa Mahkemesinin 20.10.2011 günlü, E.2011/54 ve K.2011/142
sayılı kararında belirtildiği üzere, kanun koyucunun, yargı hizmetlerinin
verilmesi karşılığında harç alınması biçiminde düzenleme yapma yetkisi
bulunmakla birlikte, bunun, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında bulunan
mahkemeye erişim hakkını engellememesi için 'harcın miktarının makul olması',
'harcın alınmasında haklı bir amacın olması', 'ulaşılmak istenen amaç
ile harç miktarı arasında orantı olması' ve 'ödeme gücü olmayanlar
bakımından etkili adli yardım sisteminin olması' kriterlerine uyulması
gerekir.
Yargıtay hukuk dairelerine yapılacak temyiz başvurularından,
Danıştaya yapılacak temyiz başvurularından, yürütmenin durdurulmasına ilişkin
itirazlar dâhil olmak üzere bölge idare mahkemelerine itirazen yapılacak
başvurulardan, bölge adliye mahkemeleri hukuk dairelerine yapılacak istinaf
başvurularından alınacak kanun yolu harçlarını ödeme gücü bulunmayanların,
doğrudan veya 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 31. maddesinde
yapılan atıf gereğince 6100 sayılı Kanun'un adli yardıma ilişkin hükümlerinden
yararlanma olanakları bulunmaktadır. Anılan harçların, haklı bir amaç taşıma,
makul ve orantılı olma ilkelerine aykırı bir yönü de bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, Anayasa'nın 141. maddesinin son fıkrasında,
davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması düzenlenerek,
'usul ekonomisi' ilkesine yer verilmiştir. Dava konusu kurallarla
getirilen harçlar, gereksiz kanun yolu başvurularının önlenmesine ve kanun yolu
mercilerinin iş yükünün azaltılmasına, yargı hizmetlerinin hızlandırılmasına yöneliktir.
Dolayısıyla, dava konusu kurallar, usul ekonomisi ilkesini de zedelememektedir.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kısmın (a), (c), (d) ve (e)
fıkraları, Anayasa'nın 2., 36. ve 141. maddelerine aykırı değildir. İptal
isteminin reddi gerekir.
3- Değiştirilen Kısmın (f), (g) ve (h) Fıkralarının İncelenmesi
Dava konusu kurallarla, bölge adliye mahkemeleri ceza dairelerine
yapılacak istinaf başvurularından, idari yaptırımlar konusunda sulh ceza
mahkemelerince verilen son karara karşı itirazen yapılacak başvurulardan ve
icra mahkemelerinin kararlarına karşı itirazen yapılacak başvurulardan harç
alınması öngörülmüştür. İcra mahkemelerinin disiplin ve tazyik hapislerine
ilişkin kararlarına karşı 2004 sayılı Kanun'un 353. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca
itiraz yoluna başvurulabilmekte olup, dava konusu (h) fıkrası, anılan kararlara
karşı itirazen yapılacak başvuruları kapsamaktadır.
Yukarıda belirtilen kanun yolu başvurularından alınacak harçlar
yönünden, ödeme gücü olmayanlara etkili adli yardım sağlayacak bir sistem dava
konusu kurallarla birlikte düzenlenmediği gibi, hukukumuzda adli yardıma
ilişkin tek düzenleme olan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun
ilgili hükümlerinin, anılan harçlar bakımından uygulanmasını sağlayacak herhangi
bir atıf yapılmamıştır. Dolayısıyla dava konusu kısmın (f), (g) ve (h)
fıkraları, ödeme gücü olmayanlar bakımından mahkemeye erişim hakkını
engelleyecek niteliktedir.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kısmının (f), (g) ve (h)
fıkraları, Anayasa'nın 2. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir.
Dava konusu kurallar Anayasa'nın 2. ve 36. maddelerine aykırı
görülerek iptal edildiğinden, ayrıca 141. madde yönünden incelenmelerine gerek
görülmemiştir.
Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Nuri
NECİPOĞLU ve Muammer TOPAL bu görüşe katılmamışlardır.
G- Kanun'un 14. Maddesiyle 1512 sayılı Kanun'a Eklenen 71/A
Maddesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, mirasçılık belgesi verilmesi ile terk eden eşin
ortak konuta davet edilmesi işlemlerinin çekişmesiz yargı işi olduğu, yargı
yetkisi kapsamında olan işlemlerin yargı kurumu olmayan noterlere verilmesinin
yargı yetkisinin devredilmezliği ve hukuki güvenlik ilkelerini zedelediği, bazı
hâllerde mirasçılık belgesi verilmesinin bilirkişi incelemesini gerektirdiği,
hâkim yerine noterlere bilirkişi tayin etme görevinin verilmesinin hak
sahiplerini hukuk ve yargı güvencesinden yoksun bırakacağı, hak arama
özgürlüğünün yargı mercileri önünde kullanılabileceği, yargısal nitelikli
işlemlerin yargı dışında çözülmesinin kanuni hâkim güvencesi ile bağdaşmadığı
belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 9., 36. ve 37. maddelerine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralla, noterlere 'terk eden eşi ortak konuta
davet etme' ve 'mirasçılık belgesi verme' yetkisi tanınmıştır.
Mirasçılık belgesi, 4721 sayılı Kanun'un 598. maddesinde düzenlenmiştir. Dava
konusu kuralla noterlere mirasçılık belgesi verme yetkisinin tanınmasına
paralel olarak anılan maddeye de noterlere ilişkin ibare eklenmiştir. Ancak bu
ekleme, maddenin atanmış mirasçı veya vasiyet alacaklısı olanlara verilecek
mirasçılık belgesine ilişkin ikinci fıkrasına değil, sadece yasal mirasçılara
verilecek mirasçılık belgesine ilişkin birinci fıkrasına yapılmıştır. Ayrıca
1512 sayılı Kanun'un 71/B maddesinin (3) numaralı fıkrasında, nüfus
kayıtlarının mirasçılık belgesi verilmesi konusunda yeterli olmaması hâlinde
mirasçılık belgesinin noterler tarafından verilemeyeceği hükme bağlanmıştır.
Buna göre, dava konusu kuralla noterlere tanınan mirasçılık belgesi verme
yetkisi, yasal mirasçılarla ve nüfus kayıtlarının yeterliliği ile sınırlıdır.
Anayasa'nın 2. maddesinde, 'Türkiye Cumhuriyeti ' bir hukuk
Devletidir.'; 9. maddesinde, 'Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız
mahkemelerce kullanılır.'; 36. maddesinde, 'Herkes, meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir'; 37.
maddesinde ise 'Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci
önüne çıkarılamaz.' denilmiştir.
6100 sayılı Kanun'un 382. maddesinde, terk eden eşin ortak konuta
davet edilmesi ve mirasçılık belgesi verilmesi, çekişmesiz yargı işleri
arasında sayılmaktadır.
Terk eden eşin ortak konuta davet edilmesi, terk sebebiyle boşanma
davasında bir dava şartı olup, dava açılmadan ve işin esası incelenmeksizin
yapılan, bağımsız bir yargısal sonuç doğurmayan ve yetkili makamlar eliyle terk
eden eşe ortak konuta dönmesi çağrısı ile terkin sonuçlarının hatırlatılmasını
içeren bir bildirim niteliğindedir.
Mirasçılık belgesi ise miras bırakanın mirasçılarının kimler
olduğunu ve bunların miras paylarını tespit eden, mirasçılık durumunu üçüncü
kişilere karşı veya resmi makamlar önünde kanıtlamaya yarayan bir belgedir.
Noterlere, yasal mirasçılar hakkında mirasçılık belgesi verme yetkisi tanınmış
olup, bunların kimler olduğu, hangi durumlarda ve ne oranda mirasçı olacakları
4721 sayılı Kanun'un ilgili maddelerinde açıkça düzenlenmiştir. 1512 sayılı
Kanun'un 71/B maddesinin (3) numaralı fıkrasında ise mirasçılık belgesi
verilmesinin yargılamayı gerektirmesi, nüfus kayıtlarının mirasçılık belgesi
verilmesi konusunda yeterli olmaması veya mirasçılık belgesinin yabancılar
tarafından talep edilmesi hâllerinde, bu belgenin noterler tarafından
verilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Buna göre dava konusu kuralla, noterlere
yapma yetkisi tanınan işlemler, bir ihtilafı yargısal bir kararla sona erdirme
sonucunu doğuracak nitelikte değildir.
Diğer taraftan, 1512 sayılı Kanun'un 71/C maddesinde, noterlerin
verdikleri mirasçılık belgesine karşı itiraz yoluna başvurabileceği
düzenlenerek, bu işlem yargı denetimine tabi tutulmuştur. Terk eden eşin ortak
konuta davet edilmesi ise terk sebebiyle boşanma davası yönünden bir dava şartı
olduğundan, bunun usulüne uygun olup olmadığı 6100 sayılı Kanun'un 115.
maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca boşanma davasına bakan mahkemenin
yargı denetimi altındadır.
Ayrıca, 4721 sayılı Kanun'un 164. maddesinin birinci ve ikinci
fıkralarında, hâkimlerin terk eden eşin ortak konuta davet edilmesi ve 598.
maddesinin birinci fıkrasında da mahkemelerin mirasçılık belgesi verme yetkisi
devam etmekte olup, dava konusu kuralla noterlere, hâkimler ve mahkemelere
alternatif bir yetki tanınmaktadır. Noterlere dava konusu kuralla anılan
yetkilerin verilmesi, yargı yetkisinin devredilmesi anlamına gelmediği gibi
hukuk devleti ve doğal hâkim ilkeleri ile hak arama özgürlüğünü de
zedelememektedir.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2., 9., 36. ve
37. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
H- Kanun'un 14. Maddesiyle 1512 sayılı Kanun'a Eklenen 71/B
Maddesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun'un 14. maddesiyle 1512 sayılı Kanun'a eklenen
71/A maddesine ilişkin gerekçelerle ve noter stajyerinin de terk eden eşi ortak
konuta davet etme ve mirasçılık belgesi işlemlerini yapabilmelerinin, yargı
yetkisinin devredilmezliği ve hukuki güvenlik ilkelerine ilişkin ihlali
derinleştirdiği belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 9., 36. ve 37.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralda, Kanun'un 14. maddesiyle 1512 sayılı Kanun'a
eklenen 71/A maddesi ile tanınan terk eden eşin ortak konuta davet edilmesi ve
mirasçılık belgesi verilmesi yetkileri kullanılırken noterlerce uygulanacak
usul düzenlenmekte, bu kapsamda noterlerin, ilgilinin yazılı veya sözlü
başvurusu üzerine, talep edilen işlemle ilgili bir tutanak düzenleyeceği,
işlemler yapılırken, o işlemlerle ilgili özel kanunlarındaki usullerin
gözetileceği, talebin konusunun bir belge düzenlenmesini gerektirmesi hâlinde,
noterin, ilgilisine bu belgeyi de düzenleyerek vereceği; noterlerin, 1512
sayılı Kanun'un 71/A maddesinde belirtilen işlemleri bizzat yapacağı ancak,
noterlik dairesinde imza yetkisi verilmiş hukuk fakültesi mezunu görevli veya
noter stajyeri mevcut ise işlemlerin onun tarafından da yapılabileceği;
mirasçılık belgesi verilmesinin yargılamayı gerektirmesi, nüfus kayıtlarının
mirasçılık belgesi verilmesi konusunda yeterli olmaması veya mirasçılık
belgesinin yabancılar tarafından talep edilmesi durumunda, mirasçılık
belgesinin noterler tarafından verilemeyeceği; 1512 sayılı Kanun'un 71/A
maddesinde yer alan işlemlere ilişkin taleplerde noterler tarafından alınacak ücretin,
Noterlik Ücret Tarifesinde ayrıca gösterileceği, bu işlemlere ilişkin
düzenlenen kâğıtların değerli kâğıt bedellerinden istisna olduğu; bu maddenin
uygulanmasına ilişkin usul ve esasların Adalet Bakanlığınca çıkarılacak
yönetmelikle düzenleneceği belirtilmektedir.
1512 sayılı Kanun'un 36. maddesinin birinci fıkrası uyarınca
noter, noterlik işlemlerini yapmak ve kendisine yardım etmek üzere stajının üç
ayını tamamlamış bulunan stajyerine, başkâtibine veya diğer bir kâtibine imza
yetkisi verebilmekte, başkâtip ve kâtibin hukuk fakültesi mezunu olması
gerekmemektedir. Dava konusu kuralla, terk eden eşin ortak konuta davet
edilmesi ve mirasçılık belgesi verilmesi işlemlerini yapacak başkâtip ve
kâtibin hukuk fakültesi mezunu olması şartı getirilerek, bu işlemleri yapacak
personelin daha nitelikli olması aranmıştır.
Kanun'un 14. maddesiyle 1512 sayılı Kanun'a eklenen 71/A maddesine
ilişkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2., 9.,
36. ve 37. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
I- Kanun'un 14. Maddesiyle 1512 sayılı Kanun'a Eklenen 71/C
Maddesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun'un 14. maddesiyle 1512 sayılı Kanun'a
eklenen 71/A maddesine ilişkin gerekçelerle kuralın, Anayasa'nın 2., 9., 36. ve
37. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralda, Kanun'un 14. maddesiyle 1512 sayılı Kanun'a
eklenen 71/A maddesi ile tanınan yetki uyarınca noterlerin verecekleri
mirasçılık belgesine karşı itiraz yolu düzenlenmekte, bu kapsamda, noterlerin
verdikleri mirasçılık belgesi hakkında, menfaati ihlal edilenler tarafından
sulh hukuk mahkemesine itirazda bulunulabileceği, mahkemenin, itiraz üzerine
verdiği kararın bir örneğini ilgili notere ve Türkiye Noterler Birliğine
bildireceği belirtilmektedir.
Kanun'un 14. maddesiyle 1512 sayılı Kanun'a eklenen 71/A maddesine
ilişkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2., 9.,
36. ve 37. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
J- Kanun'un 18. Maddesiyle 2802 sayılı Kanun'un 21. Maddesinin
Birinci Fıkrasının (c) Bendinde Yer Alan 'iş sayısı ve bu inceleme üzerine
verilen notları' İbaresi Yerine 'işleri' Şeklinde Yapılan
Değişikliğin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı
esaslarına göre görev yapan hâkimlerin, yapılan değişiklikle sicil ve terfi
kaygısıyla hareket eden kamu ajanlarına dönüştürülmesinin hukuk devleti, yargı
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı ilkelerini zedelediği belirtilerek kuralın,
Anayasa'nın 2., 138., 139. ve 140. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun'un 18. maddesiyle, 2802 sayılı Kanun'un 21. maddesinin
birinci fıkrasının (c) bendinde yer alan 'iş sayısı ve bu inceleme üzerine
verilen notları' ibaresi, 'işleri' ibaresi şeklinde değiştirilmiştir.
Buna göre, hâkim ve savcıların derece yükselmelerine ilişkin ilkeler
belirlenirken, bunların kanun yolu incelemesinden geçen işleri, 'sayı'
ve 'not' yönünden kıstas alınamayacak, anılan işlerin ne şekilde göz
önünde tutulacağını Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu belirleyecektir.
Anayasa'nın 2. maddesinde, 'hukuk devleti'; 138.
maddesinde, 'mahkemelerin bağımsızlığı'; 139. maddesinin birinci
fıkrasında, 'hâkimlik ve savcılık teminatı' ilkelerine yer verilmiştir.
Anayasa'nın 140. maddesinin üçüncü fıkrasında ise hâkim ve savcıların
nitelikleri, meslekte ilerlemeleri ve yetersizlik hâllerinin mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceği kurala
bağlanmıştır.
Yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin ön koşulu ve âdil yargılanma
hakkının temel güvencesidir. Mahkemelerin bağımsızlığı, genellikle hâkimlerin
bağımsızlığı kavramı ile eş anlamlı olarak kullanılmakta ve biri diğerinin
nedeni ve doğal sonucu olarak anlaşılmaktadır. Yargının bir karakteri olan
bağımsızlık, hâkimin çekinmeden ve endişe duymadan, Anayasa'nın öngördüğü
gereklerden başka herhangi bir etki altında kalmadan, yansız tutumla, özgürce
karar verebilmesidir. Hâkim bağımsızlığının yalnız yürütme organına karşı
değil, demokratik bir toplumda, devlet yapısı içindeki tüm kurum ve kuruluşlar
ile kişilere karşı da düşünülüp sağlanması gerekir.
Bununla birlikte yargı bağımsızlığı tek başına bir amaç olmadığı
gibi hâkimlerin kişisel bir ayrıcalığı da değildir. Yargı bağımsızlığı ve
hâkimlik teminatı, nihai amaç olan adaletin etkin bir şekilde topluma
dağıtılmasının araçları arasındadır. Bu araçlardan biri de hâkimlerin atama ve
terfilerinin liyakat esasına dayalı olmasıdır. Şüphesiz 'karar vermedeki
yetkinlik' de, liyakatin belirlenmesinde göz önünde tutulması gereken
hususlardandır. Bu yetkinliğin belirlenebilmesi için, hâkimlerin kanun
yollarından geçen işlerinin dikkate alınması doğaldır. Anılan hususun,
liyakatin belirlenmesinde ne şekilde dikkate alınacağının hâkimler ve
savcıların özlük işlerinden sorumlu kurullara bırakılması ise çeşitli
uluslararası kuruluşlar bünyesinde belirlenmiş olan yargının etkinliğinin
sağlanmasına ilişkin ilkelerle de uyumludur. Kanun yollarından geçen işlerinin,
hâkim ve savcıların derece yükselmesine ilişkin ilkeler belirlenirken Hakimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından dikkate alınacak hususlardan olması, hukuk
devleti, mahkemelerin bağımsızlığı, hâkimlik ve savcılık teminatı ilkelerini
zedelememektedir.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2., 138., 139.
ve 140. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
K- Kanun'un 18. Maddesiyle 2802 sayılı Kanun'un 33. Maddesinin
Birinci Fıkrasında Yer Alan 'not oranları' İbaresi Yerine 'kanun yolu
incelemesinden geçen işleri' Şeklinde Yapılan Değişikliğin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun'un 18. maddesiyle 2802 sayılı Kanun'un
21. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde yer alan 'iş sayısı ve bu
inceleme üzerine verilen notları' ibaresi yerine 'işleri' şeklinde
yapılan değişikliğe ilişkin gerekçelerle kuralın, Anayasa'nın 2., 138., 139. ve
140. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun'un 18. maddesiyle, 2802 sayılı Kanun'un 33. maddesinin
birinci fıkrasında yer alan 'not oranları' ibaresi, 'kanun yolu
incelemesinden geçen işleri' ibaresi şeklinde değiştirilmiştir. Buna göre,
birinci sınıf hâkim ve savcıların çalışmalarının değerlendirilmesine ilişkin
ilkeler belirlenirken, hâkim ve savcıların kanun yolu incelemesinden geçen
işleri, 'not' yönünden kıstas alınamayacak, anılan işlerin ne şekilde
göz önünde tutulacağını Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu belirleyecektir.
Kanun'un 18. maddesiyle 2802 sayılı Kanun'un 21. maddesinin
birinci fıkrasının (c) bendinde yer alan 'iş sayısı ve bu inceleme üzerine
verilen notları' ibaresi yerine 'işleri' şeklinde yapılan
değişikliğe ilişkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kural,
Anayasa'nın 2., 138., 139. ve 140. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin
reddi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR, bu görüşe katılmamıştır.
L- Kanun'un 19. Maddesiyle 4721 sayılı Kanun'un 164. Maddesinin
Birinci ve İkinci Fıkralarında Yer Alan 'hakim' İbarelerinden Sonra
Gelmek Üzere Eklenen 'veya noter' İbareleri ile 598. Maddesinin
Birinci Fıkrasında Yer Alan 'sulh mahkemesince' İbaresinden Sonra
Gelmek Üzere Eklenen 'veya noterlikçe' İbaresinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun'un 14. maddesiyle 1512 sayılı Kanun'a
eklenen 71/A maddesine ilişkin gerekçelerle kuralların, Anayasa'nın 2., 9., 36.
ve 37. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
6217 sayılı Kanun'dan önce, 4721 sayılı Kanun'un 164. maddesinin
birinci ve ikinci fıkralarında terk nedeniyle boşanma davasının şartı olan terk
eden eşin ortak konuta davet edilmesi yetkisi sadece hâkimlere; 598. maddesinin
birinci fıkrasında ise yasal mirasçılara mirasçılık belgesi verme yetkisi
sadece sulh mahkemelerine tanınmıştır. Kanun'un 14. maddesiyle 1512 sayılı
Kanun'a eklenen 71/A maddesiyle noterlere de bu yetkilerin tanınmasına paralel
olarak 4721 sayılı Kanun'un anılan hükümlerine noterlere ilişkin dava konusu
ibareler eklenmiştir.
Kanun'un 14. maddesiyle 1512 sayılı Kanun'a eklenen 71/A maddesine
ilişkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kurallar, Anayasa'nın 2.,
9., 36. ve 37. maddelerine aykırı değildir. İptal istemlerinin reddi gerekir.
M- Kanun'un 23. Maddesiyle 5271 sayılı Kanun'un 272. Maddesinin
Üçüncü Fıkrasının Değiştirilen (a) Bendinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, kanun yollarına başvurunun yargılamanın devamı
niteliğinde olduğu, kanun yollarına gidilemeyecek kararların istisnayı kural
hâline getirecek şekilde arttırılmasının yargılama faaliyetinin ve bu
faaliyetin diyalektik yönünün ortadan kaldırılması anlamına geleceği, belli
miktara kadar olan adli para cezalarına mahkûmiyet hükümlerine karşı kanun
yoluna başvurulamamasının hukuk devleti ilkesini ve adil yargılanma hakkını
zedelediği belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2. ve 36. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralla, hapis cezasından çevrilenler hariç olmak
üzere, sonuç olarak belirlenen üçbin Türk Lirası dâhil adli para cezasına
mahkûmiyet hükümlerine karşı istinaf yoluna başvurulamayacağı hükme
bağlanmıştır. Ancak bölge adliye mahkemeleri henüz faaliyete geçmediğinden,
dava konusu kural, bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesinden sonra
uygulanmaya başlanacaktır.
Anayasa Mahkemesinin 23.7.2009 günlü, E.2006/65, K.2009/114 sayılı
kararıyla, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 305. maddesinin
ikinci fıkrasının belli miktara kadar olan adli para cezasına mahkûmiyet
hükümlerine karşı temyiz yoluna başvurulamayacağını düzenleyen (1) numaralı
bendi, hapisten çevrilen adli para cezalarını kapsaması nedeniyle iptal
edilmiştir. Mahkeme, söz konusu kuralı, doğrudan verilen adli para cezaları
yönünden ise Anayasa'ya aykırı bulmamıştır.
Anılan kararda da belirtildiği üzere, kanun yoluna başvurma hakkı,
adil yargılanma hakkı kapsamındadır. Bunun nasıl yapılacağı ise usul hükümleri
ile gösterilmektedir. Anayasa'nın 142. maddesinde 'mahkemelerin kuruluşunun,
görev ve yetkilerinin, işleyişlerinin ve yargılama usullerinin' kanun ile
düzenlenmesi öngörülmüştür. Kanun yoluna ilişkin düzenlemeler de yargılama
usulü kapsamındadır. Anayasa'nın 141. maddesi uyarınca yargılamanın mümkün olan
süratle sonuçlanması gerektiğinden, her karara karşı kanun yoluna gidilmesi
uygun değildir. Mahkemelerce verilen tüm kararlara karşı kanun yolunun açık
tutulması, kanun yolu kurumunu işlemez duruma getirebilir. Nitekim, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin Türkiye tarafından imzalanan ancak henüz
onaylanmayan Ek 7 nolu Protokolünün 'Cezai konularda iki dereceli yargılanma
hakkı'nı düzenleyen 2. maddesinde 'az önemli suçlar' yönünden bu
hakka istisna getirilebileceği düzenlenmektedir.
Anayasa'nın tüm maddeleri aynı etki ve değerde olup, aralarında
bir üstünlük sıralaması bulunmadığından, uygulamada bunlardan birine öncelik
tanımak olanaklı değildir. Bu nedenle, kimi zaman zorunlu olarak birlikte
uygulanan iki Anayasa kuralından biri, diğerinin sınırını oluşturabilmektedir.
Anayasa'nın adil yargılanma hakkını düzenleyen 36. maddesinde herhangi bir
sınırlama nedeni öngörülmemiş ise de mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri,
işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğini öngören Anayasa'nın
142. ve davaların mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını ifade eden
Anayasa'nın 141. maddelerinin, adil yargılanma hakkının kapsamının
belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır.
Kanun koyucunun belli miktara kadar olan adli para cezasına
mahkûmiyet hükümlerine karşı istinaf yolunu kapatmaktaki amacının, bölge adliye
mahkemelerinin iş yükünün artmasını ve sonuçta yargılamanın yavaşlamasını
engellemek olduğu anlaşılmaktadır. Ceza adalet sisteminde 'az önemli suçlar'
kategorisi içerisinde kabul edilebilmeleri mümkün olan doğrudan para cezası
verilmesini gerektiren suçlar nedeniyle verilen mahkûmiyet hükümlerine karşı
temyiz ve istinaf yolunun kapatılması, belirlenen sınırın, paranın satın alma
gücü karşısında adalet duygusunu rencide edecek veya hukuk devleti kavramıyla
bağdaşmayacak sonuçlara yol açacak boyutta bulunmaması nedeniyle, hukuk devleti
ilkesini ve hak arama özgürlüğünü zedelememektedir.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2. ve 36.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
N- Kanun'un 26. Maddesiyle 5320 sayılı Kanun'a Eklenen Geçici 2.
Maddenin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun'un 23. maddesiyle 5271 sayılı Kanun'un
272. maddesinin üçüncü fıkrasının değiştirilen (a) bendine ilişkin gerekçelerle
kuralın, Anayasa'nın 2. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun'un 23. maddesiyle 5271 sayılı Kanun'un 272. maddesinin
üçüncü fıkrasının değiştirilen (a) bendiyle, hapis cezasından çevrilenler hariç
olmak üzere, sonuç olarak belirlenen üçbin Türk Lirası dâhil adli para cezasına
mahkûmiyet hükümlerine karşı istinaf yoluna başvurulamayacağı hükme
bağlanmıştır. Ancak bölge adliye mahkemeleri henüz faaliyete geçmediğinden, bu
aşamada ceza mahkemelerince verilen hükümler, istinaf yerine temyize tabi
olduğundan, dava konusu kuralla bölge adliye mahkemeleri faaliyete geçinceye
kadar yukarıda belirtilen mahkûmiyet hükümlerine karşı temyiz yoluna
başvurulamayacağına dair geçici düzenleme yapılmıştır.
Kanun'un 23. maddesiyle 5271 sayılı Kanun'un 272. maddesinin
üçüncü fıkrasının değiştirilen (a) bendine ilişkin gerekçede belirtilen
nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2. ve 36. maddelerine aykırı
değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
O- Kanun'un 26. Maddesiyle 5320 sayılı Kanun'a Eklenen Geçici 3.
Maddenin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Cumhuriyet savcısının hem soruşturma hem de
kovuşturma esnasında görevli bulunduğu, sanık aleyhine olduğu kadar lehine olan
delilleri de toplamakla yükümlü olduğu, duruşmalara katılmadan, sadece dosya
üzerinden bu görevleri adil ve hakkaniyete uygun olarak yerine getirebilmesinin
mümkün olmadığı, bunun adil yargılanma hakkıyla çeliştiği ve uluslararası
ilkelere aykırı olduğu belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2. ve 36. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli
Hakkında Kanun'a, 6217 sayılı Kanun'un 26. maddesiyle eklenen dava konusu
Geçici 3. maddenin Anayasa'ya aykırılığı savıyla iptali istemi, daha önce
yapılan itiraz başvurusu nedeniyle esastan incelenerek 19.1.2012 günlü,
E.2011/43, K.2012/10 sayılı kararla Anayasa'ya aykırı olmadığı gerekçesi ile
reddedilmiş ve bu karar, 5.4.2012 günlü, 28225 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanmıştır.
Anayasa'nın 152. maddesinin son fıkrası ve 6216 sayılı Kanun'un
41. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre, Anayasa Mahkemesinin işin esasına
girerek verdiği ret kararının Resmî Gazete'de yayımlanmasından sonra on yıl
geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasa'ya aykırılığı iddiasıyla tekrar Anayasa
Mahkemesine başvurulamaz.
İptal davası, 10.6.2011 gününde açılmış ise de esas inceleme
aşamasında, Anayasa Mahkemesinin aynı konu hakkında işin esasına girerek
verdiği yukarıda belirtilen ret kararının 5.4.2012 gününde Resmî Gazete'de
yayımlanması nedeniyle, bu tarihten itibaren 10 yıl geçmedikçe davanın esasının
incelenmesine olanak bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kuralın iptali isteminin,
Anayasa'nın 152. maddesinin son fıkrası ve 6216 sayılı Kanun'un 41. maddesinin
(1) numaralı fıkrası gereğince reddi gerekir.
P- Kanun'un 26. Maddesiyle 5320 sayılı Kanun'a Eklenen Geçici 4.
Maddenin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Anayasa'nın 141. maddesinde davaların mümkün
olan süratle sonuçlandırılması öngörülmekle birlikte, süratin, hukuk ve yargı
güvenliği ilkeleri ile adil yargılanma hakkını zedelememesi gerektiği, dava
konusu kuralla tebliğname düzenlenmesi uygulaması askıya alınarak anılan
ilkelerin ve hakkın zedelendiği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Göç/Türkiye
kararında Yargıtay Başsavcılığı tebliğnamesinin başvurana tebliğ edilmemesinin
çekişmeli dava hakkına ve silahların eşitliği ilkesine aykırı olduğunun
belirtilmiş olduğu, kişilerin haklarında düzenlenen belgeleri öğrenmeden
savunma hakkını kullanabilmesinin mümkün olmadığı belirtilerek kuralın,
Anayasa'nın 2. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralla, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama
tarihinden altı ay sonra başlamak üzere üç yıl süreyle yapılacak kanun yolu
incelemeleri sırasında bölge adliye mahkemelerinde ve Yargıtay'da tebliğname
düzenlenmesine ilişkin hükümlerin uygulanmayacağı kurala bağlanmıştır.
Anayasa'nın 'Hak arama hürriyeti' başlığını taşıyan 36.
maddesine 3.10.2001 günlü, 4709 sayılı Kanun ile 'adil yargılanma'
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, taraf olduğumuz uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Anılan sözleşmelerden Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ile bunun uygulanmasına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
içtihatlarında, adil yargılanma ölçütleri içerisinde; gerekçeli karar,
duruşmada hazır bulunma, susma hakkı, silahların eşitliği, yüzyüzelik ve
doğrudan doğruyalık yanında 'çekişmeli yargılanma hakkı' da kabul edilmektedir.
Çekişmeli yargılama ilkesi, bir davada tarafların gösterilen tüm
delillerden ve sunulan tüm mütalaalardan haberdar edilmelerini ve bunlarla
ilgili görüş bildirme olanağına sahip olmalarını gerektirir.
Tebliğname, istinaf veya temyiz kanun yolu mercilerinden önce
bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet başsavcılıkları veya Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından incelenen dosyayla ilgili olarak başsavcılığın
görüşünün yazıldığı bir belgedir. Kanun yolu mercileri tarafından istinaf ve
temyiz incelemesi yapılırken bu görüş de dikkate alınmaktadır. Dolayısıyla
tebliğnamenin ilgili taraflara tebliğ edilmesi ve onlara, buna karşı görüş
bildirme olanağı tanınması çekişmeli yargılanma hakkının gereğidir. Nitekim
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları da bu yöndedir (Göç/Türkiye,
11.7.2002 T., No: 36590/97).
Dava konusu kuralla, ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak
koşuluyla yasa koyucunun takdir yetkisi kapsamında, kanun yolu mercileri önünde
birikmiş olan iş yükünün azaltılması gerekçesiyle bu merciler nezdinde bulunan
başsavcılıklarca tebliğname düzenlemesi uygulamasının kaldırılmış olmasında
Anayasa'ya aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2. ve 36.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
VI- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ
31.3.2011 günlü, 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması
Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un:
A) 13. maddesiyle 2.7.1964 günlü, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun
değiştirilen 'IV. Temyiz, istinaf ve itiraz harçları' kısmının (f), (g)
ve (h) fıkralarına ilişkin iptal hükmünün yürürlüğe girmesinin ertelenmesi
nedeniyle, bu fıkraların YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE,
B) 1- 5. maddesiyle, 9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas
Kanunu'nun 353. maddesinin değiştirilen birinci fıkrasına,
2- 6. maddesiyle 2004 sayılı Kanun'un 354. maddesine eklenen
fıkraya,
3- 12. maddesiyle 492 sayılı Kanun'un 13. maddesinin birinci
fıkrasının (i) bendinde yer alan 'açılan davalar' ibaresinden sonra
gelmek üzere eklenen 've kanun yolu başvuruları ile ceza mahkemelerinden
verilen kararlara karşı kanun yolu başvuruları,' ibaresine,
4- 13. maddesiyle, 492 sayılı Kanun'un;
a- (1) sayılı Tarifesinin 'A- Mahkeme Harçları' bölümünün
'Hukuk ve ticaret davalarıyla, idarî davalarda ihtilafsız yargı konularında
ve icra tetkik mercilerinde' başlığında yer alan 'Hukuk' ibaresinden sonra
gelmek üzere eklenen ', ceza' ibaresine,
b- (2) sayılı Tarifesinin 'II- Maktu harçlar' bölümünün
(11) numaralı bendine 'miras taksim mukaveleleri,' ibaresinden sonra
gelmek üzere eklenen 'mirasçılık belgesi,' ibaresine,
c- Değiştirilen 'IV. Temyiz, istinaf ve itiraz harçları'
kısmının (a), (c), (d) ve (e) fıkralarına,
5- 14. maddesiyle, 18.1.1972 günlü, 1512 sayılı Noterlik
Kanunu'na 71. maddesinden sonra gelmek üzere 'Diğer İşlemler' başlığıyla
'Üçüncü Bölüm' olarak eklenen 71/A, 71/B ve 71/C maddelerine,
6- 18. maddesiyle, 24.2.1983 günlü, 2802 sayılı Hakimler ve
Savcılar Kanunu'nun;
a- 21. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde yer alan 'iş
sayısı ve bu inceleme üzerine verilen notları' ibaresi yerine 'işleri'
şeklinde yapılan değişikliğe,
b- 33. maddesinin birinci fıkrasında yer alan 'not oranları'
ibaresi yerine 'kanun yolu incelemesinden geçen işleri' şeklinde yapılan
değişikliğe,
7- 19. maddesiyle, 22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî
Kanunu'nun 164. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında yer alan 'hakim'
ibarelerinden sonra gelmek üzere eklenen 'veya noter' ibareleri ile 598.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan 'sulh mahkemesince' ibaresinden
sonra gelmek üzere eklenen 'veya noterlikçe' ibaresine,
8- 23. maddesiyle, 4.12.2004 günlü, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun 272. maddesinin üçüncü fıkrasının değiştirilen (a) bendine,
9- 26. maddesiyle, 23.3.2005 günlü, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'a eklenen geçici 2., geçici
3. ve geçici 4. maddelere,
yönelik iptal istemleri, 1.11.2012 günlü, E.2011/64, K.2012/168
sayılı kararla reddedildiğinden, bu maddelere, fıkralara, bende ve ibarelere
ilişkin yürürlüğün durdurulması isteminin REDDİNE,
C) 13. maddesiyle 492 sayılı Kanun'un değiştirilen 'IV.
Temyiz, istinaf ve itiraz harçları' kısmının (b) fıkrası hakkında,
1.11.2012 günlü, E. 2011/64, K. 2012/168 sayılı kararla karar verilmesine yer
olmadığına karar verildiğinden, bu fıkraya ilişkin yürürlüğün durdurulması
istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
1.11.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
VII- İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında 'Kanun, kanun
hükmünde kararname ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların
hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten
kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği
tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı
günden başlayarak bir yılı geçemez' denilmekte, 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 66. maddesinin
(3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanmaktadır.
492 sayılı Kanun'un (1) sayılı Tarifesinin 'A- Mahkeme Harçları'
bölümünün dava konusu değiştirilen 'IV. Temyiz, istinaf ve itiraz harçları'
kısmının (f), (g) ve (h) fıkralarının iptal edilmesi nedeniyle, doğacak
hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edecek nitelikte görüldüğünden, Anayasa'nın
153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 66. maddesinin (3)
numaralı fıkrası gereğince bu bende ilişkin iptal hükmünün, kararın Resmî
Gazete'de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun
görülmüştür.
VIII- SONUÇ
31.3.2011 günlü, 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması
Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un:
A) 1- 5. maddesiyle, 9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas
Kanunu'nun 353. maddesinin değiştirilen birinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- 6. maddesiyle 2004 sayılı Kanun'un 354. maddesine eklenen
fıkranın Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Celal Mümtaz
AKINCI'nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
3- 12. maddesiyle, 2.7.1964 günlü, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun
13. maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde yer alan 'açılan davalar'
ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen 've kanun yolu başvuruları ile ceza
mahkemelerinden verilen kararlara karşı kanun yolu başvuruları,' ibaresinin
Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
4- 13. maddesiyle, 492 sayılı Kanun'un;
a- (1) sayılı Tarifesinin 'A- Mahkeme Harçları' bölümünün 'Hukuk
ve ticaret davalarıyla, idarî davalarda ihtilafsız yargı konularında ve icra
tetkik mercilerinde' başlığında yer alan 'Hukuk' ibaresinden sonra gelmek üzere
eklenen ', ceza' ibaresinin iptali istemine ilişkin davanın, Anayasa'nın 152.
maddesinin son fıkrası ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 41. maddesinin (1) numaralı fıkrası
gereğince REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
b- (2) sayılı Tarifesinin 'II- Maktu harçlar' bölümünün (11)
numaralı bendine 'miras taksim mukaveleleri,' ibaresinden sonra gelmek üzere
eklenen 'mirasçılık belgesi,' ibaresinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
c- Değiştirilen 'IV. Temyiz, istinaf ve itiraz harçları' kısmının;
aa- (a), (c), (d) ve (e) fıkralarının Anayasa'ya aykırı olmadığına
ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
bb- (b) fıkrası, 20.10.2011 günlü, E. 2011/54, K. 2011/142 sayılı
kararla iptal edildiğinden, dava konusu bu fıkra hakkında YENİDEN KARAR
VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,
cc- (f), (g) ve (h) fıkralarının Anayasa'ya aykırı olduğuna ve
İPTALİNE, Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Nuri
NECİPOĞLU ile Muammer TOPAL'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
5- 14. maddesiyle, 18.1.1972 günlü, 1512 sayılı Noterlik Kanunu'na
71. maddesinden sonra gelmek üzere 'Diğer İşlemler' başlığıyla 'Üçüncü Bölüm'
olarak eklenen 71/A, 71/B, 71/C maddelerinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve
iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
6- 18. maddesiyle, 24.2.1983 günlü, 2802 sayılı Hakimler ve
Savcılar Kanunu'nun;
a- 21. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde yer alan 'iş
sayısı ve bu inceleme üzerine verilen notları' ibaresi yerine 'işleri' şeklinde
yapılan değişikliğin,
b- 33. maddesinin birinci fıkrasında yer alan 'not oranları'
ibaresi yerine 'kanun yolu incelemesinden geçen işleri' şeklinde yapılan
değişikliğin,
Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Serdar
ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
7- 19. maddesiyle, 22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî
Kanunu'nun 164. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında yer alan 'hâkim'
ibarelerinden sonra gelmek üzere eklenen 'veya noter' ibareleri ile 598.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan 'sulh mahkemesince' ibaresinden sonra
gelmek üzere eklenen 'veya noterlikçe' ibaresinin Anayasa'ya aykırı olmadığına
ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
8- 23. maddesiyle, 4.12.2004 günlü, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun 272. maddesinin üçüncü fıkrasının değiştirilen (a) bendinin
Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
9- 26. maddesiyle, 23.3.2005 günlü, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'a eklenen;
a- Geçici 2. ve Geçici 4. maddelerin Anayasa'ya aykırı olmadığına
ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
b- Geçici 3. maddenin iptali istemine ilişkin davanın,
Anayasa'nın 152. maddesinin son fıkrası ve 6216 sayılı Kanun'un 41. maddesinin
(1) numaralı fıkrası gereğince REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
B) 13. maddesiyle 492 sayılı Kanun'un değiştirilen 'IV. Temyiz,
istinaf ve itiraz harçları' kısmının (f), (g) ve (h) fıkralarının iptal
edilmesi nedeniyle, Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı
Kanun'un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince bu fıkralara ilişkin
İPTAL HÜKMÜNÜN, KARARIN RESMÎ GAZETE'DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY
SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
1.11.2012 gününde karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Zehra Ayla
PERKTAŞ
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
Zühtü ARSLAN
|
KARŞIOY
İptali istenen 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması
Amacı ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 13. maddesiyle
492 sayılı Kanun'un değiştirilen 'IV. Temyiz, İstinaf ve İtiraz harçları'
kısmının (f), (g), (h) bentlerinde, sırasıyla;
- Bölge adliye mahkemeleri ceza dairelerine yapılacak istinaf yolu
başvurularında
- İdari yaptırımlar konusunda sulh ceza mahkemelerince verilen son
karara karşı
itirazen yapılacak başvurularda
- İcra mahkemelerinin kararlarına karşı itirazen yapılacak
başvurularda harç miktarının
20 (yirmi) TL'sı olacağı belirtilmiştir.
6217 sayılı Yasa'nın adalet hizmetlerinin hızlandırılması, süratli
verimli ve ekonomik şekilde yürütülmesini sağlamak, mahkemelerin iş yükünü
azaltmak ve yargılama faaliyetinde zaman ve emek kaybını önlemek amacı ile
hazırlanmış olduğu anlaşılmaktadır.
Harç alınmasında; Yargılamayı uzatmaya yönelik kanun yolu
başvuruların önüne geçmenin yasa koyucunun taktir hakkı içindeki asıl amacı
olduğu, bunu da anayasanın 141. maddesindeki 'davaların en az giderle ve mümkün
olan süratle sonuçlandırılması görevi kapsamında gözettiği açıktır.
Davacı dilekçesinde, maddi gerçeğe ulaşmak amaçlı ceza
yargılamasında kanun yolları aşamasının paralı olmasının hak arama hürriyetini
ve adil yargılanma hakkını zedelediğini, harcı yatıramayacak durumda olanlar
içinde ceza yargılamasında adli yardım müessesesi olmadığını söylerken, önce
para ile ceza yargılaması ilkesini reddetmekte, bilahare olacaksa da parası
olmayanlar için yardımda olmalıdır demektedir.
İptali istenen (f), (g), (h) bentlerinde yer alan harca konu
başvuruların niteliğine bakıldığında, harca tabi olan kısımlardan; İcra hukuku
alanında yapılan incelemede verilen yalnızca disiplin ve tazyik hapsine ilişkin
kararlara karşı 'itirazen' yapılacak başvurularda harç alınmasının kural
kapsamında olduğu, diğerlerinin kural kapsamı dışında kaldığı,
İdari yaptırımlar konusunda; Kural olarak ilgili kanunda açıkça
gösterilen idari kural, makam veya kamu görevlileri tarafından(5326 sayılı
Kanun madde 22/1)verilen idari yaptırım kararlarına karşı sulh ceza mahkemesine
yapılan 'başvuru' (5326 sayılı Kanun madde 27/1) üzerine, sulh ceza
mahkemesince verilecek son karar karşı yapılacak 'itiraz' kanun yolu (5326
sayılı kanun madde 29/1) başvuruları kural kapsamında olup idari yaptırımlara
ilişkin bunun dışındaki kanun yolu başvuruları kural kapsamında
bulunmamaktadır.
Hukuk yargılaması alanında kanun yolu başvurularında miktar veya
değeri 1.500 TL'yi geçmeyen mal varlığı davalarına ilişkin kararlar (6100
sayılı Kanun madde 341/2), bölge adliye mahkemeleri tarafından verilen miktar
veya değeri 25.000 TL'yi geçmeyen davalara ilişkin kararlar, 6100 sayılı
Kanun'un 4. maddesinde gösterilen örneğin, sulh hukukda dava konusu değer veya
tutarına bakılmaksızın kiralanan taşınmazın ilamsız icra yolu ile tahliyesi,
ortaklığın giderilmesi, zilyedliğin korunması vb. davalar ile özel kanunlarda
sulh hukuk mahkemesinin görevine girdiği belirtilen davalarla ilgili kararlar,
ilk derece mahkemeleri arası yetki görev uyuşmazlıklarına ve mercii tayinine
ilişkin kararlar, çekişmesiz yargı, nüfus kayıtlarının düzeltilmesi, geçici
hukuki koruma kararları (6100 sayılı Kanun madde 362/1), vasi tayini, azli ve
aylık 100 TL'yi geçmeyen nafaka, icra iflas daire kusuruna ilişkin davalar
harçtan müstesna olduklarından (492 sayılı kanun madde 13) dava konusu başvurusunda
harç ödenecek kurallar kapsamında değildirler.
İptal konusu kurallar içeriğinde yer alan bir çok başvuru alanı
sanıldığı kadar geniş olmayıp sınırlı olduğu ve bu alan içinde oldukça büyük
bir kısmı da ücretsiz yada istisnaen ücretsizlik kapsamındadır, yani harca tabi
değildirler.
Anayasa Mahkememiz 20.10.2011 tarihinde 2011/54 E., 2011/142 K.
sayılı kararında Yargıtay ceza dairelerine yapılacak temyiz başvurularında 40
TL biçimindeki öngörülen harcı ödeme gücü olmayanlar bakımından adli yardım
sisteminin itiraz konusu kuralıda kapsayacak şekilde belirlemediği, ödeme gücü
bakımından yaptığı diğer bir değerlendirmesi ile de bir nevi yüksek ve
orantısız bularak iptal etmiştir. Nitekim gerekçesinde Anayasa'nın 36. maddesi
kapsamında bulunan mahkemeye erişim hakkının engellenmemesi için 'harcın
miktarının makul olması' ölçüsüne işaret edildiği görülmektedir.
Dava konusu kurallarda (f), (g), (h ) bentlerinde ise yukarıda
sayılan kapsam ve istisnalar dışı sınırlı sayılı alanda yer alan harç tutarı görüleceği
üzere sadece 20 (yirmi) TL'dır.
İtiraz konusu kuralın gereksiz ve kötü niyetli kanun yolu
başvurularını engellemek olduğu da tartışmasızdır.
Harcın kamu kurum ve kuruluşlarının sunduğu hizmetlerden
yararlananlardan alınan bedel olduğu mahkememizin çokça kararında ifade ve
kabul gördüğü yerde, adalet hizmetinde hizmet karşılığı harç alınmasında
harçlara ilişkin genel prensiplere aykırılık olmayacaktır.
Bu durumda önemli olanın harç miktarının makullüğü olduğu açıktır.
Harç miktarları genelde; Davanın önemi, niteliği, işgal edeceği zaman, emek
gibi unsurlar dikkate alınarak değerlendirilmekte ve de asgari ücret tutarı
oransal bir ölçü gibi gözetilip kabul edilmektedir.
Adalet hizmetinin hızlandırılması için ilk derece yargılanma
sonunda gereksiz temyiz başvuruları önlenerek, mercilerin önündeki iş yükünün
azaltılması hedefi ile alınacak düşük miktarda ki harcın ulaşılmak istenen amaç
ile orantısız olduğu da, söylenemeyecektir.
İptali istenen kuralda yer alan 20 TL.'lik ücret 2012 yılı için
öngörülen aylık asgari ücretin bir günlük tutarının yarısından biraz fazla bir
tutar olup başvuruların niteliklerine de bakıldığında ölçüsüz, orantısız ve
makul olmadığını söylemeye olanak yoktur.
Davada iddia ve savunmaların değerlendirildiği ilk derece
yargılama süreci sonrasında, ikincil bir değerlendirme hakkı tanınırken yasa
koyucunun yargının kamusal ve takdiri düzeni adına makul sayılabilecek bir
ölçüde harç almasının adalete erişimi engellediği söylenemeyecektir. Ödeme gücü
olmayanlar yönünden yasa koyucunun Sosyal devlet ölçütü ile kaynaklarını da
gözeterek yargılama türlerine göre ve adli yardım takdirinde anayasal bir
zorunluluk da bulunmadığından, çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
KARŞIOY YAZISI
31.3.2011 günlü, 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması
Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 13. maddesiyle,
2.7.1964 günlü, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 13. maddesiyle değiştirilen 'IV.
Temyiz, istinaf ve itiraz harçları' kısmının (f), (g) ve (h)
fıkralarıAnayasa'nın 2. ve 36. maddelerine aykırı bulunarak iptal edilmiştir.
İtiraz konusu kurallarla, Harçlar Kanunu'na ibareler eklenmek
suretiyle bölge adliye mahkemeleri ceza dairelerine yapılacak istinaf
başvurularından, idari yaptırımlar konusunda sulh ceza mahkemelerince verilen
son karara karşı itirazen yapılacak başvurulardan ve icra mahkemelerinin
kararlarına karşı itirazen yapılacak başvurulardan '20 TL' harç alınması
öngörülmüştür.
Harç, kamu kurum ve kuruluşlarının sunduğu hizmetlerden
yararlananlardan, bu yararlanmaları karşılığında alınan bedeldir. Resen temyize
tabi olup harçtan muaf bulunan onbeş sene ve daha fazla hapis cezalarına
mahkûmiyet hali dışında, Yargıtay ceza daireleri tarafından verilen temyiz incelemesi
biçimindeki yargı hizmeti temyiz hakkı bulunanın kendi iradesiyle yaptığı
temyiz başvurusu üzerine verilmektedir. Bu hizmeti talep edenlerden bu hizmet
karşılığında harç alınmasında Anayasa ve harçlara ilişkin genel prensiplere
aykırılık bulunmamaktadır. Nitekim çoğunluk görüşünde de bu husus
belirtilmiştir. Çoğunluğun Anayasaya aykırılık ve iptal gerekçesi münhasıran
'ödeme gücü bulunmayanlara adli yardım sağlanmamış olması' olgusuna
dayanmaktadır.
İtiraz konusu kurala ilişkin madde gerekçesinde, yargı
mercilerine yapılacak itiraz, istinaf ve temyiz yolu başvurularında harç
alınması ile yargılamayı uzatmaya yönelik olarak yapılan başvuruların önlenmesi
ve bu suretle yargı mercilerindeki iş yükünün azaltılmasının amaçlandığı
belirtilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi adil yargılama hakkı kapsamında
bulunan mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını ve doğası gereği Devlet'in
bu hususta düzenleme yapma yetkisi bulunduğunu kabul etmektedir. (AİHM,
Bakan/Türkiye, 12.6.2007 T., No: 50939/99). Mahkeme bu açıdan, 'harcın
alınacağı yargılama aşaması', 'harcın miktarının makul olması', 'harcın
alınmasında haklı bir amacın olması', 'ulaşılmak istenen amaç ile harç
arasındaki orantı olması' ve 'ödeme gücü olmayanlar bakımından etkili adlî
yardım sisteminin olması' biçimindeki kriterleri dikkate almaktadır. (AİHM,
Kreuz/Polonya, 18.06.2001 T., No: 28249/95; Bakan/Türkiye, 12.6.2007 T., No:
50939/99; Ülger/Türkiye, 26.06. 2007 T., No: 25321/02;
Tolstoy-Miloslavsky/İngiltere, 13.06.1995 T., 18139/91). Bu kriterler
gözetilerek itiraz konusu kurala bakıldığında şu sonuçlara varılmaktadır:
- Harcın, yargılamanın ilk derece aşamasında veya kanun yolu
aşamasında alınması farklı değerlendirilmektedir. Yargılamanın ilk derece
aşamasında alınacak bir harcın mahkeme önünde iddia ve savunmayı hiç dile
getirememe sonucunu doğurabileceği ve bu nedenle bu aşamada harç alınmasının
daha sıkı koşullara bağlanması gerektiği kabul edilmektedir. Yargılamanın kanun
yolu aşamasında harç alınması bakımından ise, daha önce iddia ve savunmanın bir
mahkeme önünde dile getirilmesine imkân tanınmış olduğundan, üye devletlerin,
daha geniş bir düzenleme yetkisi bulunduğu benimsenmektedir. (AİHM,
Bakan/Türkiye, 12.6.2007 T., No: 50939/99: Tunç/Türkiye, 11.2.2008 T., No:
20400/03; Eyüp Kaya/Türkiye, 23.9.2008 T., No: 17582/04; Bek/Türkiye, 20.4.2010
T., No: 23522/05). İtiraz konusu kuralla öngörülen temyiz harcı, yargılamanın
ilk derece aşamasının bitmesinden, ilgililerin iddia ve savunmalarını bir
mahkeme önünde dile getirmesinden sonraki bir aşama olan kanun yolu aşamasında
alınmaktadır. Bu nedenle itiraz konusu kural kapsamında, kanun koyucunun yargı
hizmetine harç biçiminde bir mali yükümlülük getirme bakımından daha geniş
yetkisinin bulunduğunun kabul edilmesi gerekir.
- Harcın miktarının makul olması, mahkemeye erişim hakkını
engelleyecek kadar yüksek olmaması gerektiği belirtilmektedir. AİHM
kararlarında yargılama giderleri ve harç miktarlarının yüksek olup olmadığı
belirlenirken, asgari ücret miktarı dikkate alınmaktadır. Ülkemizde brüt en
yüksek aylık asgari ücret, 1 Ocak - 30 Haziran 2011 tarihleri arasında 796,50
TL ve 1 Temmuz - 31 Aralık 2011 tarihleri arasında 837 TL olarak tespit
edilmiştir. İtiraz konusu kuralla getirilen 20 TL'lik harç ise bunun yaklaşık
yirmide biri tutarında olup oldukça düşük miktardadır.
- Haklı bir amaca ulaşılmak için harç alınması gerektiği kabul
edilmektedir. İlgili kanunların gerekçelerinde, kanun yolu harçlarının
alınmasındaki amaç, 'gereksiz ve kötü niyetli kanun yolu başvurularını
engellemek ve böylelikle kanun yolu mercilerinin zaman ve emek kaybının önüne
geçmek, iş yükünü azaltmak' olarak gösterilmiştir. Gereksiz başvurular
nedeniyle mahkemelerin artan iş yüklerinin azaltılması, tüm dünyada çözümü
aranan en önemli yargılama sorunlarından biri olup, bunun haklı bir amaç
olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
- Harç alınan işlem ve harç miktarı ile ulaşılmak istenen amaç
arasında orantısızlık bulunmaması gerektiği ifade edilmektedir. Gereksiz itiraz
ve istinat başvuruları önlenerek, inceleme merciinin iş yükünün azaltılması
amacı ile iddia ve savunmaların bir mahkeme önünde dile getirilmesinden sonra
alınacak 20 TL gibi oldukça düşük miktardaki itiraz ve istinat harcı arasında
orantısızlık bulunmadığı açıktır.
- Adil yargılanma hakkı kapsamında bulunan mahkemeye erişim hakkı
bakımından, üye devletlerin mali bir yükümlülük getirebilecekleri kabul
edilmekle birlikte, bu hakkın engellenmemesi için ödeme gücü olmayanlara etkili
bir adlî yardım sağlayacak sistemin varlığı aranmaktadır. Dava masrafı çok
yüksek ise ve adli yardım verilmemişse, mahkemeye ulaşma hakkının özü
zedelenebilir, mahkemeye ulaşma hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirilmiş
olabilir. Masraf çok yüksek tutularak, yargı yerine ulaşma hakkının özü
zedelenmemeli, yargı yerine ulaşma hakkına ölçüsüz bir sınırlama
getirilmemelidir. (Kreuz v. Polonya, 19.06.2001, para. 62-67: Ait-Mouhoub
v. Fransa, para 57-58). Ancak AİHM, devletin kamu kaynaklarından sadece
gerçekten ihtiyacı olan davacılara adli yardım yapmak istemesini meşru bir
kaygı olarak kabul etmektedir. (Tunç/Türkiye, 11.2.2008 T., No:
20400/03). Devletlerin kaynaklarının sınırlılığı
dikkate alınarak, bazı durumlarda, adli yardım verilmemesi haklı ve meşru
görülmektedir.
Ülkemizde ceza kanun yolu açısından özel bir adlî yardım sistemi
düzenlememiştir. Hukuk yargılaması dışındaki yargı alanlarına ilişkin usul
yasalarında, hukuk yargılamasındaki adlî yardım hükümlerine yapılan atıflardan,
kanun koyucu tarafından, adlî yardıma ilişkin bu hükümlerin tüm yargılama
alanları bakımından ortak hüküm niteliğinde görüldüğü sonucu çıkmaktadır. Ancak
ceza yargılamasında hakları genişletici kıyas serbest olduğundan, ceza
mahkemeleri kararlarına karşı temyiz başvurusunda bulunacak olan, ancak harcı
ödeme gücü bulunmayanlar bakımından hukukumuzda adlî yardıma ilişkin tek
düzenleme niteliğindeki 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 334-340.
maddelerinin, burada kıyasen uygulanması olanağı bulunmaktadır. Nitekim
uygulamada da bu yönde kararlar verildiği görülmektedir. Ayrıca 10.6.2011
günlü, 27960 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olan Ceza
Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile
Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelikte Değişiklik
Yapılmasına Dair Yönetmelik'le, temyiz, istinaf ve itiraz harçlarının müdafiler
tarafından ödenmesi hâlinde, bunların herhangi bir kesintiye tabi olmadan
müdafilere ödeneceğine dair değişiklik yapılmak suretiyle, dolaylı bir adlî
yardım düzenlemesine yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere Anayasaya aykırı olmayan itiraz konusu ibare ile
getirilen düzenlemenin AİHS sistemine ve AİHM içtihatları ile ortaya konulan
ilkelere de aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
Sonuç olarak, bölge adliye mahkemeleri ceza dairelerine yapılacak
istinaf başvurularından, idari yaptırımlar konusunda sulh ceza mahkemelerince
verilen son karara karşı itirazen yapılacak başvurulardan ve icra
mahkemelerinin kararlarına karşı itirazen yapılacak başvurulardan '20 TL' harç
alınmasını düzenleyen kuralın, münhasıran, bu miktarı ödeyemeyecek bulunanlar
için açıkça adli yardım sağlanmaması olgusuna dayalı olarak Anayasaya aykırı görülerek
iptaline karar verilmesi adil yargılanma hakkı, mahkemeye erişim hakkı ve adli
yardım kurumu ile ilgili olarak kabul edilen standart ve yaklaşımlarla
bağdaşmamaktadır.
Belirtilen nedenlerle, itiraz konusu kurallara yönelik iptal
isteminin reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle kuralın iptaline
yönelik çoğunluk görüşüne katılmadık.
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Muammer TOPAL
|
KAŞIOY GEREKÇESİ
31.3.2011 günlü, 6217 sayılı 'Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması
Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 18. maddesiyle,
2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 21. maddesinin birinci fıkrasının
(c) bendinde yer alan 'iş sayısı ve bu inceleme üzerine verilen
notları' ibaresi, 'işleri' şeklinde değiştirilmiş; aynı
Kanun'un 33. maddesinin birinci fıkrasında yer alan 'not
oranları' ibaresi ise 'Kanunyolu incelemesinden geçen
işleri' şeklinde değiştirilmiştir. Bu değişikliklerle, hâkim ve
savcıların derece yükselmelerinde ve birinci sınıf hâkim ve savcıların
çalışmalarının değerlendirilmesinde esaslı bir unsur olan 'Kanunyolu
incelemesinden geçen iş sayısı ve bu inceleme üzerine verilen notları' şartı
kaldırılmış; değişiklikten sonra kanunyolundan geçen işlerin ne şekilde
gözönünde tutulacağı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) taktirine
bırakılmış; HSYK'da kendisine kanunla verilen bu yetkiyi iki ayrı ilke kararı
ile yerine getirmiştir. Buna göre, 30.9.2011 günlü, 282/1 sayılı 'Hâkim ve
Savcıların Derece Yükselmesi Esaslarına İlişkin Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu ilke Kararı'nın 6. maddesi ile 'Yükselme Esasları' dokuz bent halinde
sayılmış; 30.9.2012 günlü, 282/2 sayılı 'Birinci Sınıfa Ayrılan ve Birinci
Sınıf olan Hâkim ve Savcıların Çalışmalarının Değerlendirilmesi Esaslarına
İlişkin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ilke kararı'nın 6-13. maddelerinde
öngörülen kriterlere yer verilmiştir.
İptal davasına konu sözkonusu kurallarla artık temyiz merciinin
dosya üzerindeki incelemesi sadece hukuka uygunluk denetimi mesabesine
indirilmiş; hâkim ve savcıların esaslı ve bariz de olsa hukuki hata ve
uygulamaları, not düzenlemesinin kaldırılması nedeniyle yaptırımsız bırakılmış
ve mahal mahkemeleri üzerinde etkili olan çok önemli bir hukuki enstrümandan
yoksun kalınmıştır. Anılan ilke kararları incelendiğinde; işlerin belli
yüzdesinin çıkarılması (nasıl çıkarsa çıksın) veya belli dosya sayısının esas
alınması, müfettiş hâl kâğıtlarının dikkate alınması, kanunyolu incelemesinden geçen
işleri (sayı olarak; nitelik değerlendirmesi söz konusu değil) gibi tamamen
göreceli ve hukuki kalite bakımından yeterli olmayan bazı kriterlerin
öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Hâkim ve Savcıların terfi ve yükselmelerinin
sadece Yargıtay-Danıştay notları esas alınarak yapılması ne kadar doğru değil
ve bunun diğer unsurlarla desteklenmesi gerekli ise; not sisteminden tamamen
vazgeçilerek terfi ve yükselmenin sadece şekli birtakım esaslara bırakılması o
derece sakıncalı sonuçlara yol açabilecek mahiyettedir. Anayasa'nın 138., 139.
ve 140. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde de, hâkim bağımsızlığı ve
teminatının önemli bir unsuru olan tefi ve yükselme esaslarının dengeli, adil
ve yerinde bir düzenlemeyle hayata geçebileceği izahtan varestedir. Liyâkatin
eksende olduğu bir düzenleme asıl olmalı; ehliyet, yetenek, vasıf ve
sonuçlandırılan davalarda ki hukuki doğruluk ve isabet derecesi de bunu
tamamlamalıdır. Temyiz mercileri ise bunların gerçekleştirilmesinde önemli bir
rol oynamakta; inceledikleri dosyalar nedeniyle hâkimlerin mesleki liyâkat ve
kariyerleri üzerinde verdikleri notlarla etkili olmakta idiler. Temyiz
mercilerinin bu yetkilerinin alınmasıyla hâkim ve savcılar artık not
almayacaklarından; temyiz incelemesi de mahal mahkemeleri üzerinde etkinliğini
kaybedecek, adaletin tecellisi üzerinde doğrudan etkili bir yöntemin
kaldırılmasıyla yukarıda işaret edilen Anayasa hükümlerinin yanı sıra hukuk
devletini düzenleyen 2. maddesi de ihlâl edilmiş olacaktır. Diğer bir deyişle,
sözkonusu düzenlemeler yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı ilkeleriyle
uyarlı düşmediği gibi, hukuk devleti ilkesi ile de bağdaşır değildir.
Açıklanan nedenlerle, anılan kuralların iptali gerektiği kanaatine
vardığımdan; çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.
MUHALEFET ŞERHİ
Dava ve itiraz konusu kural ile 6217 sayılı Yasa'nın 6. maddesi
ile 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 354. maddesinin başlığı 'Davanın ve
cezanın düşmesi ile ceza verilemeyecek haller' şeklinde değiştirilmiş ve
madde sonuna eklenen yeni fıkra ile; 'Nafaka alacaklarına ilişkin takipler
hariç, alacak miktarı Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından her yıl
belirlenen aylık en yüksek brüt asgari ücret tutarının altında kalan takiplerde
bu Kanunda öngörülen disiplin ve tazyik hapsi uygulanmaz.' denilerek
asgari ücret tutarının altındaki alacaklarda Kanunda öngörülen disiplin ve
tazyik hapsinin uygulanmayacağı öngörülmüştür.
Madde gerekçesinde kuralın amacı açıkça belirtilmemiş olmakla
birlikte, genel gerekçede, 6217 sayılı Kanun'un 'devlet hizmetlerinin
ve adaletin hızlandırılmasını, süratli, verimli ve
ekonomik bir şekilde yürütülmesini sağlamak, mahkemelerin iş yükünü
azaltmak ve yargılama faaliyetinde zaman ve emek kaybını önlemek' amacıyla
çıkarıldığı ifade edilmiştir.
Bu düşünce tarzı, 'yargıyı hızlandıralım, mahkemelerin iş yükünü
azaltalım da adalet tam yerine gelmese de olur, zaman ve emek kaybını önlemek
pahasına adaletten fedakarlık yapılabilir' sonucunun doğmasına neden
olabilecektir.
Anayasa Mahkemesinin birçok kararında, Hukuk devletinin, ' insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan,
yargı denetimine açık olan devlet" olduğu belirtilmiş, 'adaletli bir hukuk
düzeninin kurulması ve bunun sürdürülmesi' Hukuk devletinin gerekleri arasında
sayılmıştır. .
Yargıyı hızlandırmak gerekçesi ile asgari ücret tutarının
altındaki alacakların tahsilini, dolayısıyla adaletin tecellisini zorlaştıran
dava konusu kural; ''her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurma' ilkesine
aykırıdır. Kuralla asgari ücretin altında borcu olanlara pozitif ayrımcılık
yapılmakta, bu durumda olanlar yasaya aykırı davranıp ödeme şartını ihlal
etseler dahi kendilerine bir müeyyide uygulanmamakta, böylece müeyyidesizlik
nedeniyle bu kişilerden alacak tahsili güçleştirilmekte, adeta bunların
borçlarını ödememesi kolaylaştırılmaktadır. UYAP verilerine göre, 2012 yılında
para alacağına ilişkin olarak yapılan 4.962.874 icra takibinden 2.269.272 sinin
asgari ücretin altında olduğu göz önüne alındığında bu sayının hiç de azımsanmayacak
bir oranda olduğu izahtan varestedir.
Son on, onbeş yıl içerisinde telefon intifa haczinin, emekli maaşı
haczinin yasaklanması, karşılıksız çek keşide etmeye verilen para cezası ve
bunun da ödenmemesi halinde verilen hapis cezasının kaldırılmasına ilişkin
düzenlemeler ile mal beyanında bulunmama halinde verilen disiplin ve tazyik
hapsi cezasının iptaline ilişkin karara ve ev eşyası haczine getirilen
sınırlandırmadan sonra asgari ücretin altındaki alacaklarda Kanunda
öngörülen disiplin ve tazyik hapsinin uygulanmayacağına ilişkin kural da
eklenince alacak tahsili oldukça güçleşmiş, bazı hallerde imkansız hale
gelmiştir. Bu durum ise ticari hayatı, piyasaları olumsuz etkileyerek,
toplumsal barış ve huzurun bozulması ile hukuk devletine ve adalete duyulan
güvenin sarsılmasına neden olacak niteliktedir.
Bu değerlendirmelerden sonra, Hukuk devletinde adaletin yerine
getirilmesine mi, yargının hızlandırılmasına mı öncelik verilmeli' İkileminde
tercihin adaletin yerine getirilmesinden yana olması gerektiği kanaatindeyim.
İcra ve İflas Kanunu'nun 340. maddesi, icra dairesinde
kararlaştırılan borcu ödeme şartını, makbul bir sebep olmaksızın ihlal edenlere
üç aya kadar tazyik hapsi verileceğini hüküm altına almıştır. Burada cezalandırılmasına
karar verilen eylem 'ödeme şartını makbul bir sebep olmaksızın ihlal
etmek'tir. Ceza, borçtan dolayı ve borcun miktarı nedeniyle değil, ödeme
şartının ihlali nedeniyle verilmektedir. Bu durumda asgari ücretin altında
borcu olduğu halde ödeme şartını ihlal eden kişi ile asgari ücretin üzerinde
borcu olduğu halde ödeme şartını ihlal eden kişi yönünden cezaya konu eylem
aynı (borç ödeme şartını ihlal) olduğu halde, kuralla aynı ihlali
gerçekleştiren bu kişiler arasında eşitsizliğe neden olunmaktadır. Ayrıca
nafaka borcu olanlarla, nafaka borcu dışında asgari ücretin altında borcu
olanlar arasında da yasanın cezalandırılmasını istediği ihlal eylemi nedeniyle
bir eşitsizlik, pozitif ayrımcılık söz konusu olmaktadır.
Sonuç olarak, yukarıda açıklanan gerekçelerle itiraz konusu
kuralın Anayasa'nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği
düşüncesiyle, çoğunluk görüşüne katılmıyorum.