"...
I- REDDİ HÂKİM, İPTAL ve YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN
GEREKÇELERİ
Dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
'I. HAKİMİN REDDİ TALEBİ
Anayasanın 'Hak arama hürriyeti' başlıklı 36 ncı maddesinde, 'adil
yargılanma hakkı' düzenlenmiş; 138 inci maddesinde ise, 'Hâkimler görevlerinde
bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine
göre hüküm verirler.' denilmiştir.
Yargıçların bağımsızlığına gerekçe oluşturan, Anayasa, yasa ve
hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm vermesine ilişkin bu
kuraldan yargıçların tarafsızlığı anlaşılmalıdır. Yargıçlara yönelik
"meslek ahlakı standartlarını" oluşturmak amacıyla belirlenen ve
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 27.06.2006 gün ve 315 sayılı kararıyla
benimsenen, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu'nun 23 Nisan 2003
tarihli oturumunda kabul ettiği 2003/43 sayılı "Birleşmiş Milletler
Bangolar Yargı Etiği İlkeleri" de yargıcın bağımsızlığı ile tarafsızlığına
ilişkin bağlayıcı hükümler içermektedir.
Birleşmiş Milletler Bangolar Yargı Etiği İlkelerinin 'Bağımsızlık'
ve 'Tarafsızlık' değerleri şöyledir:
'Değer 1: BAĞIMSIZLIK
İlke: Yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin ön koşulu ve âdil
yargılanmanın temel garantisidir. Bundan dolayı hâkim, hem bireysel hem de
kurumsal yönleriyle yargı bağımsızlığını temsil ve muhâfaza etmelidir.
Uygulama:
1.1 Hâkim, doğrudan ya da dolayısıyla her hangi bir sebeple ya da
her hangi bir yerden gelen müdâhale, tehdit, baskı, teşvik ve tüm hâricî
etkilerden uzak, hâkimin olayları değerlendirmesi temelinde, vicdânî hukuk
anlayışı ile uyum içerisinde bağımsız olarak yargısal işlevini yerine
getirmelidir.
1.2 Hâkim, genelde toplumdan, özelde ise karar vermek zorunda
olduğu ihtilâfın taraflarından bağımsızdır.
1.3 Hâkim, yasama ve yürütme organlarının etkisi ve bu organlarla
uygun olmayan ilişkilerden fiîlen uzak olmakla kalmayıp, aynı zamanda öyle
görünmelidir de.
1.4 Hâkim, yargısal görevlerini yerine getirirken, tek başına
karar vermek zorunda olduğu hususlarda diğer yargıçlardan da bağımsızdır.
1.5 Hâkim, yargının kurumsal ve eylemsel bağımsızlığını sürdürmek
ve arttırmak için, yargısal görevlerinin ifasına yönelik koruma tedbirlerini
almalı ve bunları artırmalıdır.
1.6 Hâkim, yargı bağımsızlığını sürdürmede esas olan yargıya yönelik
kamusal güveni güçlendirmek amacıyla, yargı etiği ile ilgili yüksek standartlar
sergilemeli ve bunları ilerletmelidir.
Değer 2: TARAFSIZLIK
İlke: Tarafsızlık, yargı görevinin tam ve doğru bir şekilde yerine
getirilmesinin esasıdır. Bu prensip, sadece bizâtihî karar için değil aynı
zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından da geçerlidir.
Uygulama:
1. Hâkim, yargısal görevlerini tarafsız, önyargısız ve iltimassız
olarak yerine getirmelidir.
2. Hâkim, mahkemede ve mahkeme dışında, yargı ve yargıç
tarafsızlığı açısından kamuoyu, hukuk mesleği ve dava taraflarının güvenini
sağlayacak ve artıracak davranışlar içerisinde olmalıdır.
3. Hâkim, duruşma ve karar aşamalarında, kendisini yargılamadan
zorunlu olarak el çektirecek olasılıkları makul ölçüler içerisinde asgariye
indirecek şekilde hareket etmelidir.
4. Hâkim, önündeki bir dava veya önüne gelme ihtimâli olan bir
konu hakkında, bilerek ve isteyerek; yargılama aşamasının sonuçlarını veya
sürecin açıkça âdilânelik vasfını makul ölçüler çerçevesinde etkileyecek veya
zayıflatacak hiçbir yorumda bulunmamalıdır. Ayrıca hâkim, her hangi bir şahsın
ya da meselenin âdil yargılanmasını etkileyebilecek alenî olsun veya olmasın
her hangi bir yorum da yapmamalıdır.
5. Hâkim, tarafsız olarak karar veremeyeceği durumda veya makul
olarak düşünme yeteneği olan bir kişide tarafsız olarak karar veremeyeceği
izlenimi yaratması halinde, yargılamanın her hangi bir aşamasına katılmaktan
çekinmelidir. Sınırlı sayıda sayılmamakla birlikte bu durum aşağıdaki
ihtimâllerde söz konusu olur:
6. Hâkimin, yargılama aşamasında delil kâbilinden tartışılan
olaylarla ilgili kişisel bir bilgiye sahip olması veya davanın bir tarafıyla
ilgili gerçek bir önyargı veya tarafgirlik içerisinde olması veya,
7. Hâkimin ihtilâf konusu davada, olaya ilişkin bir tanıklığının
olması ya da daha önceden bu konuda avukat olarak hizmet vermiş olması veya,
8. Hâkim ya da hâkimin ailesinden birisinin ihtilâf konusu dava
sonuçlarıyla ilgili ekonomik bir çıkarının olması. Davaya bakmaya devam edecek
yeni bir mahkemenin kurulamaması halinde veya hiçbir şeyin yapılmamasının
durumun aciliyeti nedeniyle ciddi şekilde adaletsizliğe yol açacağı halde
hâkime, görevden el çektirmek gerekmez.'
Birleşmiş Milletler Bangolar Yargı Etiği İlkelerinin yukarıda
aynen yer verilen 'Bağımsızlık' ve 'Tarafsızlık' değerleri hiçbir yoruma ve ek
açıklamaya ihtiyaç göstermeyecek derecede açıktır.
Kamuoyunda Wikileaks belgeleri olarak bilinen ve bir internet
sitesinde (http://www.wikileaks.ch/origin/186_18.html) yer
alan 03 ANKARA 4862 kodlu yazıda, '4. (C) Kapsamlı reformların önde gelen
savunucularından, Anayasa Mahkemesi Hakimi Haşim Kılıç, 1 Ağustos tarihinde
bize özel olarak CHP'nin mevcut problemleri için kendini suçlaması gerektiğini
aktarmıştır. CHP, muhalefet etmek görüntüsünü vererek ya da çok çekişme
yarattıktan sonra isteksizce 'her şeyi' ' demokrasi yanlısı ortaya atılan tüm
reformları -- kabul ederek, kendisi için prensipsiz ve erişilemez bir imaj
yaratmakta. CHP, Hükümet doğru şeyi yapsa bile, sanki tek işinin AK Parti
Hükümetinin yaptığı her şeye muhalefet etmek gibi davranmak olduğunu söylemiştir.
Bu da seçmenleri kaçırıyor demiştir.' ifadeleri yer almaktadır.
Kamuoyuna yansıyan ve Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç
tarafından da yalanlanmayan belgeye dayalı bilgilere göre, Sayın Başkanın
Cumhuriyet Halk Partisi hakkında Amerika Birleşik Devletlerinin Ankara
Büyükelçiliği yetkililerine olumsuz değer yargılarında bulunduğu anlaşılmış, bu
konudaki gizli görüşmenin kamuoyuna yansıması ile de Sayın Başkanın Cumhuriyet
Halk Partisinin tarafı olduğu bir davada tarafsız karar veremeyeceği izlenimi
doğmuştur.
Yasama ve yürütme organlarının siyasi söylemlerinden ve bu
organlarla uygun olmayan ilişkilerden fiilen uzak olmakla kalmayıp, aynı
zamanda öyle görünmesi de gereken bir yüksek yargıcın, hem de yabancı bir
ülkenin Büyükelçiliğine iç siyasete ilişkin değerlendirmelerde bulunmasındaki
tuhaf ötesi gariplik bir yana, yasaları, yasa gücünde kararnameleri, TBMM
İçtüzüğünü, Anayasaya şekil ve esas bakımından; Anayasa değişikliklerini ise
şekil bakımından denetlemek ve bireysel başvuruları karara bağlamakla Anayasal
olarak görevli Anayasa Mahkemesinin bir üyesinin, TBMM'nin çıkardığı yasaları,
yasa gücünde kararnameleri, TBMM İçtüzüğünü ve Anayasa değişikliklerini gerek
gördüğü durumlarda Anayasa Mahkemesine taşımakla Anayasal olarak
yetkilendirilmiş Anamuhalefet Partisi hakkında şikayetvari olumsuz görüş beyan
etmenin de ötesinde, hiç kimseyi yüceltmeyecek sözler söylemesi; yargıcın
bireysel bağımsızlığını koruyamadığını, karar vermek zorunda olduğu ihtilafın
taraflarından bağımsız kalamadığını, sadece bizatihi karar için değil, aynı
zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından da geçerli olan tarafsızlık
ilkesiyle bağdaşmayan eylemler içinde bulunduğunu, mahkemede ve mahkeme
dışında, yargı ve yargıç tarafsızlığı açısından kamuoyu, hukuk mesleği ve dava
taraflarının güvenini sağlayacak ve artıracak davranışlar içerisinde
bulunmadığını; önüne gelme ihtimâli olan davalar hakkında, yargılama aşamasının
sonuçlarını veya sürecin açıkça adilanelik vasfını makul ölçüler çerçevesinde
etkileyecek veya zayıflatacak yorumlarda bulunduğunu, hiçbir yoruma ihtiyaç
göstermeyecek açıklıkta ortaya koymaktadır.
Somut olayda, ekte yer alan belgeler ve bu belgeler çerçevesinde
kamuoyu önünde yapılan aleni tartışma ve değerlendirmeler karşısında, Sayın
Başkan Haşim Kılıç'ın derin bir sessizliğe bürünerek, usulen yalanlama yoluna
dahi gitmemiş olması, kamuoyunda ABD Ankara Büyükelçiliğine Cumhuriyet Halk
Partisini şikayet eder mahiyetteki sözleri söylediği ve olumsuz
değerlendirmelerde bulunduğu ve dolayısıyla davanın bir tarafıyla ilgili gerçek
bir önyargı veya tarafgirlik içerisinde olduğu şeklinde anlaşılmış ve Sayın
Haşim Kılıç'ın Cumhuriyet Halk Partisinin tarafı olduğu işbu davada bir yargıç
tarafsızlığı ile karar veremeyeceğine ilişkin ciddi kuşkuların yerleşmesine yol
açmıştır.
25 Nisan 2011 tarihinde Anayasa Mahkemesinin 49 ncu Kuruluş Günü
Töreninde yapılan açılış konuşmasındaki şu sözler de Sayın Haşim Kılıç'a
aittir:
'Anayasanın 175 inci maddesinde Anayasa değişikliği için öngörülen
nitelikli çoğunluk anlayışının içinde, uzlaşmaya dönük örtülü bir yaklaşım
olduğu düşünülebilirse de, bu, çoğunluğu elde edenlerin azınlıkta kalan diğer
görüşleri ve farklılıkları yok sayma, dışlama ya da dayatma yolunu haklı
kılamaz. Ancak, nitelikli çoğunluk dışındaki görüş sahiplerinin de bu gücü
bloke etme, etkisizleştirme gibi davranış sergilemelerine de izin verilemez.
Doğal hukukla örtüşen evrensel değerler üzerinde geniş katılımlı bir iradeyi
oluşturmak zor değildir. Yeter ki demokrasinin müzakere imkânlarından
faydalanarak çözüm bulma iradesi samimiyetle ortaya konulabilsin. Toplumun
tanıklığında ortaya konulan bu samimi duruşlar, çoğunlukçu, dayatmacı ve 'ben
yaptım oldu' noktasındaki düşünce sahiplerinin haksızlığını açıkça ortaya
koyacaktır. Siyaset kurumları, geçmişte yaşanan fahiş hatalarla hesaplaşarak,
sorunlara çözüm önerilerini cesaretle sunabilmelidirler. Ümit ediyorum ki bu
gayret, Anayasa Mahkemesi'ne dava açmak suretiyle sorun çözme kolaycılığını da
ortadan kaldıracaktır.'
Anayasa Mahkemesinin Sayın Başkanı Haşim Kılıç'a göre, Anayasanın
175 inci maddesinde aranan nitelikli çoğunluk, uzlaşmaya dönük açık bir kural
değil, sadece örtülü bir yaklaşım olarak düşünülebilir ve Anayasal olarak
yetkilendirilmiş Anamuhalefet partisinin, siyasal iktidarın çoğunlukçu,
dayatmacı ve 'ben yaptım oldu' anlayışıyla çıkardığı yasal düzenlemeleri,
iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine götürmesi, 'Anayasa Mahkemesine dava açmak
suretiyle sorun çözme kolaycılığı'dır.
CHP'nin Anayasa Mahkemesine dava açmasına ilişkin olarak
kamuoyunda kahve sohbeti düzeyinde sürdürülen güncel siyasi tartışmalar
esnasında, sadece Anayasa Mahkemesine iptal davası açma yetkisi bulunan
Anamuhalefet Partisini aşağılamayı ve toplum nezdinde itibarsızlaştırmayı
değil, aynı zamanda Başkanı olduğu Yüksek Mahkemenin demokratik sistem içindeki
işlevi ile Anayasal varlık nedenini de sorgulayan bu sözleri, herhangi bir
siyaset insanı değil, Anayasa Mahkemesinin Sayın Başkanı söyleyebilmiştir.
Dahası bu sözler, günümüz Türkiye'sinin kâbusu olduğu üzere, dostlar arasında
yapılan özel bir sohbetin ortam veya telefon dinlemesi suretiyle elde edilmesi
ve medyaya servisi yoluyla kamuoyuna yansımamış; yazılı ve görsel tüm medyanın
takip ettiği Yüksek Mahkemenin 49 ncu Kuruluş Günü Töreninde -6223 sayılı Yetki
Yasasının siyasal iktidarın sayısal çoğunluğuna dayalı olarak kabul edildiği
06.04.2011 tarihinden 20 gün sonra 25.04.2011 tarihinde- yapılmıştır.
Demokratik siyasal sistemlerde bir siyasi partinin muhatabı, diğer
siyasi partilerdir. Bu bağlamda, herhangi bir siyasi parti hakkında siyasi
değerlendirme, eleştiri ve suçlamaları yapacak olanların da halkın oylarına
talip olan diğer siyasi partiler olacağında kuşku yoktur. Anayasasında
demokratik hukuk devleti ile kuvvetler ayrılığı ilkelerini benimsemiş ve yargıç
bağımsızlığı ile tarafsızlığına yer vermiş bir ülkede, Anayasa Mahkemesi
Başkanının herhangi bir siyasi partiyi bırakınız suçlamayı, eleştirmesi dahi
hiçbir şekilde mümkün olamaz. Hele bu suçlamanın, Başkanı olduğu Mahkemenin
demokrasilerdeki işlevi ile varlık nedenini de yok sayarak Anayasa Mahkemesine
dava açmak gibi Anayasal bir hakkın kullanımı, muhalefet görevinin bir parçası
ve temel hak ve özgürlükler ile halkın çıkarlarını korumanın gereği ile ilgili
olması, açıklanabilir olmanın uzağındadır.
Anayasa Mahkemesinin Sayın Başkanının amacı ve hedefi, 'kör kör
parmağım gözüne' kadar açık ve herhangi bir yoruma ihtiyaç duymayacak kadar
belirgin bir şekilde Anamuhalefet Partisini, 'Anayasa Mahkemesine dava açmak
suretiyle sorun çözme kolaycılığı' ile suçlaması; hukuksal konumu ve statüsü
ile mesleki deneyimi göz önüne alındığında, ancak, Anamuhalefet Partisine karşı
alt benliğe yerleşmiş katı önyargının, üst benliğin kontrol işlevini
parçalayarak açığa çıkacak derecede güçlü olmasıyla mümkün olabilir ve bu durum
tarafsızlığın yitirildiğinin en belirgin göstergesidir.
Öte yandan, Sayın Haşim Kılıç Anayasa Mahkemesi üyeliğine
seçildiği 1990 yılından bu yana, Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi veren 9
adet yetki yasasının iptali başvurularına üye ve başkan sıfatıyla katılmıştır.
Bu Yetki Yasaları ve Anayasa Mahkemesi kararları ile Sayın Haşim
Kılıç'ın kullandığı oylar şöyledir:
1- 06.06.1991 günlü ve 3755 sayılı Yetki Kanununun iptali için
Sosyaldemokrat Halkçı Parti'nin açtığı davada, AYM 12.12.1991 günlü ve
E.1991/27, K.1991/50 sayılı Kararı ile 3755 sayılı Yetki Yasasını, Anayasanın
91 inci ve 153 üncü maddelerine aykırı bulunarak OYÇOKLUĞU ile iptal etmiş;
Sayın Haşim KILIÇ, karşıoy kullanmıştır.
2- 24.06.1993 günlü 3911 sayılı Yetki Kanununun iptali için
Anavatan Partisinin açtığı davada, AYM 16.09.1993 tarihli ve E.1993/6,
K.1993/28 sayılı Kararı ile 3911 sayılı Yetki Yasası, 'verilen yetkinin
belirsiz olduğu', 'yetki yasasında bulunması gereken öğeleri içermediği',
'verilen yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu olup olmadığının tespitinin
olanaksız olduğu', 'yasama yetkisinin devri niteliğinde olduğu' gerekçeleriyle
Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bularak OYBİRLİĞİ
ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
3- 18.05.1994 günlü ve 3990 sayılı Yetki Kanununun iptali için
Anavatan Partisinin açtığı davada, AYM 05.07.1994 tarihli ve K.1994/44-2 sayılı
Kararı ile 3990 sayılı Yetki Yasası, 'verilen KHK çıkarma yetkisinin ivedi,
zorunlu ve önemli durumlara ilişkin olmadığı', 'yasama yetkisinin devri
niteliğinde olduğu', 'öngörülen amaç, konu ve kapsamın somut ve belirgin
nitelikte olmadığı' gerekçeleriyle Anayasanın 7 nci, 87 nci ve 91 inci
maddelerine aykırı bularak OYBİRLİĞİ ile İptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ, iptali
yönünde oy kullanmakla beraber, KHK çıkarma yetkisinin ivedi, zorunlu ve önemli
durumlara ilişkin olması gerektiği görüşüne katılmamıştır.
4- 31.05.1995 günlü ve 4109 sayılı Yetki Kanununun iptali için
TBMM Üyeleri Hasan KORKMAZCAN, Bülent ECEVİT ve 113 Milletvekilinin açtığı
davada, AYM 04.07.1995 günlü ve E.1995/35, K.1995/26 sayılı Kararı ile 4109
sayılı Yetki Yasasını, "erkler ayrılığı", "demokratik hukuk
devleti" "yasama yetkisinin devredilemeyeceği" ilkelerine aykırı
olduğu, 'nerelerin il, nerelerin ilçe olacağı konusunda belirsizlik yarattığı',
'kapsam ve ilkelerinin belirsiz olduğu' gerekçeleriyle Anayasanın Başlangıcı
ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bularak OYBİRLİĞİ ile
iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
5- 08.06.1995 günlü ve 4113 sayılı Yetki Kanununun iptali için
Anavatan Partisinin açtığı davada, AYM 19.09.1995 tarihli ve E.1995/39, K.1995/45
sayılı Kararı ile 4113 sayılı Yetki Yasasını, 'yetki yasasında, çıkarılacak
KHK'lerin konu, amaç, kapsam ve ilkelerinin belirgin ve somut biçimde
gösterilmemesi', 'yasama yetkisinin devrini doğurması' gerekçeleriyle
Anayasanın 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bulunarak
OYBİRLİĞİ ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptal gerekçelerinin tamamına
katılmıştır.
6- 31.08.1996 günlü ve 4183 sayılı Yetki Kanununun iptali için
Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL'in açtığı davada, AYM 02.10.1996 günlü ve
E.1996/61, K.1996/35 sayılı Kararı ile 4183 sayılı Yetki Yasasını, 'amaç,
kapsam ve ilkelerin belirsiz olduğu', 'Bakanlar Kurulu'na geniş kapsamlı KHK
çıkarma yetkisi verildiği', 'yürütme organına, TBMM'ne ait bulunan yasama
yetkisini sınırsız biçimde kullanma olanağı ve yürütmeye yasama karşısında
üstünlük tanındığı' gerekçeleriyle, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci
maddelerine aykırı bularak OYBİRLİĞİ ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptal
gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
7- 29.06.2000 günlü ve 4588 sayılı Yetki Kanununun iptali için
Fazilet Partisinin açtığı davada, AYM 05.10.2000 tarihli ve E.2000/45,
K.2000/27 sayılı Kararı ile 4588 sayılı Yetki Yasasını, 'sınırlarının geniş ve
belirsiz olması', 'yasama yetkisinin yürütme organına devri anlamına gelmesi',
'verilen yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu durumları içerip içermediğinin
tespitine imkan vermemesi' gerekçeleriyle Anayasanın Başlangıç'ının dördüncü
paragrafı ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bulunarak
OYÇOKLUĞU ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptali yönünde oy kullanmış ve
iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
8- 21.12.2000 günlü ve 4615 sayılı Yetki Kanununun iptali için
Fazilet Partisinin açtığı davada, AYM 20.03.2001 tarihli ve E.2001/9, K.2001/56
sayılı Kararı ile 4615 sayılı Yasanın 1 inci ve 2 nci maddelerinde yer alan
'idari' ibaresini, "idarî hak kavramının, memurların ve diğer kamu
görevlilerinin malî ve sosyal hakları dışında kalan tüm haklarını ifade etmesi
nedeniyle belirsizlik içermesi', 'idari haklara ilişkin düzenlemelerin
Anayasanın 91 inci maddesindeki yasak alan içinde olması' 'Malî ve sosyal
haklar dışındaki idarî hak kavramı içinde nitelenebilecek konuların önemli, zorunlu
ve ivedi durumlar kapsamında düşünülemeyeceği' gerekçeleriyle Anayasanın
Başlangıcı ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bularak
oyçokluğu ile iptal etmiş; Sayın Haşim Kılıç iptali yönünde oy kullanmış ve
iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
9- 06.04.2011 tarihli ve 6223 sayılı Yetki Kanununun iptali için
Cumhuriyet Halk Partisinin açtığı davada, AYM'nin 27.10.2011 tarihli ve
E.2011/60, K.2011/147 sayılı Kararı ile 14 üyenin oyunun 7'ye 7 çıkması
nedeniyle iptal isteminin reddi yönünde oy kullanan Mahkeme Başkanı Sayın Haşim
KILIÇ'ın kullandığı oyun üstün sayılmasından dolayı iptal istemi
reddedilmiştir.
Her dosyanın kendi içinde değerlendirilmesi gerekeceği kural
olmakla birlikte, Sayın Haşim Kılıç'ın Yetki Yasaları konusunda 1993 yılından
bu yana istikrar kazanmış görüşünden ve bu görüşlerindeki, 'sınırlarının geniş
ve belirsiz olması', 'yürütme organına, TBMM'ne ait bulunan yasama yetkisini
sınırsız biçimde kullanma olanağı ve yürütmeye yasama karşısında üstünlük
tanınması' 'verilen yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu durumları içerip
içermediğinin tespitine imkan vermemesi' gerekçelerinden dönerek iptal
isteminin reddi yönünde oy kullanması, kamuoyunda AKP'yi Anayasa Mahkemesi
Başkanının kurtarması şeklinde değerlendirilmiş ve bu değerlendirme Sayın Haşim
Kılıç'ın Cumhuriyet Halk Partisinin tarafı olduğu davalarda yargıç tarafsızlığı
ile karar veremeyeceğine ilişkin yerleşen ciddi kuşkuları pekiştirmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, 30.03.2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 59 uncu
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde yer alan, Başkan ve üyelerin
istişari görüş ve düşüncesini ifade etmiş olduğu dava ve işlere bakamayacaklarına
ilişkin kural ile 60 ıncı maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki, 'Başkan ve
üyeler tarafsız hareket edemeyecekleri kanısını haklı kılan hâllerin olduğu
iddiası ile reddolunabilirler.'hükmüne dayanarak Anayasa Mahkemesi Başkanı
Sayın Haşim Kılıç hakkında reddi hakim talebinde bulunuyoruz.
'
III. GEREKÇELER
1) 657 Sayılı 'Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin Tümünün
ve Ayrı Ayrı Tüm Maddeleri ile Eki (1) Sayılı Liste (2) Sayılı Liste ve (3)
Sayılı Listenin Anayasaya Aykırılığı
Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrasında, 'Kuvvetler
ayırımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip,
belli Devlet yetkilerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir
işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda
bulunduğu;' belirtildikten sonra 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri
arasında 'hukuk devleti' ilkesine yer verilmiş; 6 ncı maddesinde, hiç kimse ve
hiçbir organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı;
7 nci maddesinde, Yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet
meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği; 8 inci maddesinde,
yürütme yetkisi ve görevinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından Anayasa
ve yasalara uygun olarak yerine getirileceği kuralları getirilmiş; 87 nci
maddesinde, Bakanlar Kuruluna 'belli konularda' KHK çıkarma yetkisi verilmesi
TBMM'nin görevleri arasında sayılmış; 91 inci maddesinin ikinci fıkrasında ise,
yetki kanununun, çıkarılacak kanun hükmünde kararnamenin, amacını, kapsamını,
ilkelerini, kullanma süresini ve süresi içinde birden fazla kararname çıkarılıp
çıkarılmayacağını göstereceği hükme bağlanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin
05.10.2000 tarih ve E.2000/45, K.2000/27 sayılı Kararında da vurgulandığı
üzere, Anayasanın 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerinin birlikte
değerlendirilmesi sonucunda, yasama yetkisinin genel ve asli bir yetki olması,
TBMM'ye ait bulunması ve devredilememesi karşısında KHK çıkarma yetkisinin
kendine özgü ve ayrık bir yetki olduğu anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla yetki
yasalarının, yasama yetkisinin devri anlamına gelecek ya da bu izlenimi
doğuracak biçimde yaygınlaştırılıp genelleştirilmemesi gerekir. KHK'ler ancak
ivedilik gerektiren belli konularda, kısa süreli yetki yasaları temel alınarak
etkin önlemler ve zorunlu düzenlemeler için yürürlüğe konulmak durumundadır.
Anayasanın 91 inci maddesinin Danışma Meclisi'nde görüşülmesi sırasında KHK çıkarabilmesi
için hükümete yetki verilmesinin nedeni, '... çok acele hallerde hükümetin
elinde uygulanacak bir seri kural olmadığı için, acele olarak çıkarılıp ve
hemen olayın üstüne gidilmesi gereken hallerde çıkarılması için bu düzenleme
getirilmiştir ...' biçiminde açıklanırken; Anayasa Komisyonu Başkanınca da,
'Kanun hükmünde kararname, yasama meclisinin acil bir durumda, kanun yapmak
için geçecek sürede çıkaracağı kanun ihtiyacı, halledilmesi gereken meseleyi
çözemeyeceğine; o zaman çok geç kalınacağı endişesinden kaynaklanan bir
müessesedir ve bu müessese bunun için kurulmuştur.' denilerek aynı doğrultuda
görüş bildirilmiştir.
Yetki yasasında Bakanlar
Kuruluna verilen yetkinin 'amaç', 'kapsam' ve 'ilkeleri'nin belirlenmesinden
amaç, bu yetki ile Bakanlar Kurulunun neleri gerçekleştirebileceğinin açıklığa
kavuşturulmasıdır. KHK'nin, amacı, kapsamı ve ilkeleri de konusu gibi geniş
içerikli, her yöne çekilebilecek, yuvarlak ve genel anlatımlarla gösterilmemeli,
değişik biçimlerde yorumlamaya elverişli olmamalıdır. Verilen yetkinin konu,
amaç, kapsam ve ilkeler yönünden belirgin duruma getirilmesi, başka bir
anlatımla somutlaştırılması, yürürlüğe konulacak KHK'lerin yetki yasası kapsamı
içinde kalıp kalmadıklarının, 91 inci maddede belirlenen yasak alana girip
girmediklerinin, önemli, ivedi ve zorunlu bir durum için düzenlenip
düzenlenmediklerinin saptanabilmesi yönünden gereklidir.
Anayasa Mahkemesinin
1990'lardan bu yana verdiği kararlarda, TBMM'nin Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma
yetkisi vermesi için, 'ivedilik, 'zorunluluk' ve 'önemlilik' gibi üç koşulun
birlikte bulunması gerekeceğine yönelik içtihat oluşturduğu gözlenmektedir
(06.02.1990 günlü ve E.1988/62, K.1990/3). Yüksek Mahkeme, 16.10.1993 günlü ve
E.1993/26, K.1993/28 sayılı kararında ise, 'KHK'lar, ancak ivedilik isteyen
belli konularda, kısa süreli yetki yasaları temel alınarak etkin önlemler ve
zorunlu düzenlemeler için yürürlüğe konur.' demiştir. İvedilik koşulu ile etkin
önlemler ve zorunlu düzenlemeleri taşımayan hususlarda KHK çıkarma yetkisi
verilmesinin yasama yetkisinin devri anlamına geleceği açıktır.
Nitekim; 1990yılından bu yana, Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma
yetkisi veren 8 adet yetki yasasının iptali için Anayasa Mahkemesine yapılan
başvurulardan, sonuncusu olan 6223 sayılı Yetki Yasası hariç, 06.06.1991 günlü
ve 3755 sayılı, 24.06.1993 günlü ve 3911 sayılı, 18.05.1994 günlü ve 3990
sayılı, 31.05.1995 günlü ve 4109 sayılı, 08.06.1995 günlü ve 4113 sayılı
31.08.1996 günlü ve 4183 sayılı, 29.06.2000 günlü ve 4588 sayılı Yetki
Yasaları; Anayasa Mahkemesinin sırasıyla 12.12.1991 günlü ve E.1991/27,
K.1991/50 sayılı; 16.09.1993 tarihli ve E.1993/6, K.1993/28 sayılı; 05.07.1994
tarihli ve K.1994/44-2 sayılı; 04.07.1995 günlü ve E.1995/35, K.1995/26 sayılı;
19.09.1995 tarihli ve E.1995/39, K.1995/45 sayılı; 02.10.1996 günlü ve
E.1996/61, K.1996/35 sayılı; 05.10.2000 tarihli ve E.2000/45, K.2000/27 sayılı
kararları ile iptal edilmiştir.
Yüksek Mahkemenin anılan 05.10.2000 tarih ve E.2000/45, K.2000/27
sayılı Kararında;
'Anayasanın 87 nci maddesine göre, ancak, belli konularda KHK
çıkarma yetkisi verilmesi gerekirken dava konusu Yasa'yla her konuyu kapsayacak
biçimde genel bir yetki verilmiştir. Bakanlar Kurulu, ayrık tutulan iki kurum
dışında tüm kamu kurum ve kuruluşlarını yeniden örgütleyebilecek, bunların
görev ve yetkilerini yeniden düzenleyebilecek, memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin ücret, aylık, disiplin ve cezaları ile emeklileri hakkında kanun
ve KHK'lerde değişiklik yapabilecek, Devletin gelirleri ve harcamalarına
ilişkin tüm mevzuatı 'kamu malî yönetimi' kavramı içinde değerlendirerek yeni
kurallar getirebilecektir. Sınırları geniş ve belirsiz konularda düzenleme
yapmak üzere Bakanlar Kurulu'na KHK çıkarma yetkisi verilmesi, Anayasanın 87
nci maddesinde belirtilen 'belli konu'larda verilen yetki olarak
değerlendirilemez.
Öte yandan, yasa, Anayasanın 91 inci maddesinde belirtilen öğeleri
de içermemektedir. Yasa'nın 1 inci maddesinde çıkarılacak KHK'lerin 'kapsam' ve
konusu içiçe girmiş, kapsamının çok geniş ve sınırsız olması nedeniyle de
verilen yetkinin 91 inci maddede öngörülen yasak alana girip girmediğinin
denetimi olanaksız hale gelmiştir. Konu ve kapsamdaki bu sınırsızlık ve
belirsizlik, TBMM'ne ait olan yasama yetkisinin yürütme organına devri anlamına
gelir. Amaç, konu, ilke ve kapsamla ilgili sınırların belirli olması gerekirken
bunlara uyulmadan KHK çıkarma yetkisi verilmesi Anayasanın 7 nci maddesine
aykırılık oluşturur.
Yasa'nın 2 nci maddesinde, Bakanlar Kuruluna verilen yetkinin
ivedi ve zorunlu hallerde kullanılması gerektiği belirtilmiştir. Yetkinin
'önemli, ivedi ve zorunlu' durumlarla sınırlandırılması, dava konusu Yetki
Yasası'nda olduğu gibi bunun takdirinin Bakanlar Kuruluna bırakılmasıyla değil,
amacın, kapsamın ve konunun içeriği yönünden ivedi ve zorunlu olduğunun
yasakoyucu tarafından saptanmasıyla olanaklıdır. Niteliği itibariyle uzun
süreli ve çok yönlü çalışmayı gerektiren düzenlemeler ivedi ve zorunlu olarak
nitelendirilemez. Dava konusu Yasa'nın amaç ve kapsamındaki genişlik ve
sınırsızlık, verilen yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu durumları içerip
içermediğinin tespitine imkan vermemektedir.
Açıklanan nedenlerle Yetki Yasası'nın 1 inci maddesiyle 2 nci
maddesinin birinci fıkrası Anayasanın Başlangıç'ının dördüncü paragrafı ile 2
nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.'
denilmiştir.
6223 sayılı Yetki Yasasının
'Amaç ve kapsam' başlıklı 1inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının,
(a) bendinde, 'Kamu
hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenerek;'
denildikten sonra; (1) numaralı alt bendinde, mevcut bakanlıkların
birleştirilmesine veya kaldırılmasına, yeni bakanlıklar kurulmasına, anılan
bakanlıkların bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşlarıyla hiyerarşik ilişkilerine;
(2) numaralı alt bendinde, mevcut bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların
bağlılık ve ilgilerinin yeniden belirlenmesine veya bunların mevcut,
birleştirilen veya yeni kurulan bakanlıklar bünyesinde hizmet birimi olarak
yeniden düzenlenmesine; (3) numaralı alt bendinde, mevcut bakanlıklar ile
birleştirilen veya yeni kurulan bakanlıkların görev, yetki, teşkilat ve
kadrolarının düzenlenmesine, taşrada ve yurt dışında teşkilatlanma esaslarına;
(b) bendinde ise, kamu kurum
ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile
diğer kamu görevlilerinin çalışmalarında etkinliği artırmak üzere, bunların
atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve
emekliye sevk edilme usul ve esaslarına; 'ilişkin konularda düzenlemelerde
bulunmak üzere Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi
vermektir.' gibi belirsiz ve sınırsız ifadelere yer verilerek Yetki Yasasının
amacı ortaya konmak istenmiştir.
Aynı maddenin (2) numaralı
fıkrasında ise, Yetki Yasasının kapsamına ilişkin olarak, 'Bu Kanuna göre
çıkarılacak kanun hükmünde kararnameler;' denilip,
(a) bendinde, 'Kamu
hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine ilişkin
olarak;' ifadesinden sonra, 19 alt bent halinde 19 yasa ve KHK sayılmış ve (20)
numaralı alt bendinde, 'Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin görev,
yetki, merkez, taşra ve yurt dışında teşkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı,
ilgili ve ilişkili kuruluşların bağlılık ve ilgilerine ilişkin hükümlerinde,
(') yapılacak değişiklik ve yeni düzenlemeleri kapsar.' denilerek adetateşkilatlanmaya ilişkintümyasa ve yasa gücünde kararnamelerkapsama
alınmak istenmiş;
(b) bendinde ise, 'Kamu
kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel
ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi,
yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin
olarak;' denildikten sonra 6 alt bent halinde 5 yasa ve 1 KHK sayılmış ve (7)
numaralı alt bendinde ise, 'Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin
memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma,
nakil, görevlendirme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye
sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin hükümlerinde' ifadesiyle de neredeyse
tüm kamu personeli hakkında Bakanlar Kuruluna her türlü düzenlemede bulunma
yetkisi verilmesi hedeflenmiştir.
Oysa yetki yasalarının,
Anayasanın belirlediği ögeleri
belli bir içeriğe kavuşturarak somutlaştırması ve verilen yetkiyi hiçbir
tartışmaya yol açmayacak açıklıkta belirleyerek Bakanlar Kurulu'na çerçeveyi
çizmesi ve niteliği itibariyle uzun süreli ve çok yönlü çalışmayı gerektiren
düzenlemeleri kapsamaması gerekmektedir.
Çünkü, Yetki Yasası'nda Bakanlar Kurulu'na verilen yetkinin
'amaç', 'kapsam' ve 'ilkeleri'nin belirlenmesinden amaç, bu yetki ile Bakanlar
Kurulu'nun neleri gerçekleştirebileceğinin açıklığa kavuşturulmasıdır. Ancak,
6223 sayılı Yetki Yasasının, amacı, kapsamı ve ilkeleri de konusu gibi geniş
içerikli, her yöne çekilebilecek, yuvarlak ve genel anlatımlarla
geçiştirilerek, her okuyanın değişik şekillerde yorumlamasına açık hale
getirilmiştir. Verilen yetkinin konu, amaç, kapsam ve ilkeler yönünden belirgin
duruma getirilmesi, başka bir anlatımla somutlaştırılması, yürürlüğe konulacak
KHK'lerin yetki yasası kapsamı içinde kalıp kalmadıklarının, 91 inci maddede
belirlenen yasak alana girip girmediklerinin, önemli, ivedi ve zorunlu bir
durum için düzenlenip düzenlenmediklerinin saptanabilmesi yönünden gereklidir.
Herhangi bir yetki yasasının Anayasaya aykırı olmaması için
Anayasadaki öge ve ölçütlere, Anayasa Mahkemesi kararları ile getirilen
yorumlara uygun olması gerekir. Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı
ilkesi kararlarda açıklanan gerekçelerin göz önünde bulundurulmasını zorunlu
kılar.
Tüm bunlara ve kanun hükmünde kararnamenin, 12 Mart 1971 Askeri
Müdahalesinden sonra 20.09.1971 tarihli ve 1488 sayılı Kanunun 1 inci
maddesiyle Anayasanın 64 üncü maddesine girdiğinden bu güne kadarki Anayasa
Mahkemesinin yerleşik içtihadına rağmen; 06.04.2011 tarihli ve 6223 sayılı
'Kamu Hizmetlerinin Düzenli, Etkin ve Verimli Bir Şekilde Yürütülmesini
Sağlamak Üzere Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Teşkilat, Görev ve Yetkileri ile
Kamu Görevlilerine İlişkin Konularda Yetki Kanunu'nun iptali için Cumhuriyet
Halk Partisinin açtığı iptal davası sonucunda 6223 sayılı Yetki Yasası, AYM'nin
27.10.2011 günlü ve E.2011/60, K.2011/147 sayılı Kararı ile 14 üyenin oyunun
7'ye 7 çıkması nedeniyle, bu güne kadar istikrar kazanmış görüşünün aksine
iptal isteminin reddi yönünde oy kullanan ve bu Dava Dilekçesinin 'Hakimin
Reddi Talebi' bölümünde belirtilen nedenlerle reddi hakim talebinde bulunulan
Mahkeme Başkanı Sayın Haşim KILIÇ'ın kullandığı oydan dolayı iptal istemi OY
ÇOKLUĞU ile reddedilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin 27.10.2011 günlü ve E.2011/60, K.2011/147
sayılı (Başkanın oyundan dolayı 6216 sayılı Kanunun 65 inci maddesinin (1)
numaralı fıkrasına göre çoğunluk sayılan) Kararına göre;
'' 6223 sayılı Kanunun iki konuda Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma
yetkisi verdiği görülmektedir:
Bunlardan birincisi özetle 'Kamu hizmetlerinin bakanlıklar
arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesi'dir. Bu çerçevede gerekli görülmesi
halinde yeni bakanlıklar kurulması, var olan bakanlıkların birleştirilmesi,
bakanlıkların bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşlarının yeniden belirlenmesi
için KHK çıkarma yetkisi verilmiştir.
İkincisi ise 'Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen
memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma,
nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye
sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin olarak değişiklikler ve yeni
düzenlemeler' yapılması için KHK çıkarma yetkisi verilmiştir.
Yetki kanunu, çıkarılacak KHK'lerin konusunu ve kapsamını bu
şekilde belirleyip sınırlandırmıştır. Yetki yasalarında, çıkarılması için izin
verilen KHK'lerin konusunun belirlenmiş olması gerekmektedir. Bununla birlikte
belirlenen bu konunun mutlaka dar kapsamlı olması gerektiği yönünde Anayasada
herhangi bir kural bulunmamaktadır. Kaldı ki, yetki kanunlarında KHK'lerle
düzenlenmesi için yetki verilen konunun kapsamının sınırlı mı yoksa geniş mi
olduğu şeklindeki bir irdelemenin, sübjektif değerlendirmeleri ortaya
çıkaracağı hususu, izahı gerektirmeyecek derecede açıktır. Ayrıca, konu ve kapsamın
belirlenmiş olduğunun söylenebilmesi için, hangi yasalarda değişiklik
yapılacağının yetki kanununda mutlaka sayma yoluyla gösterilmesi de şart
değildir. Bu nedenle, dava konusu yasa kurallarında, bir kısım kanunların
isimleri sıralandıktan sonra belirlenen bu iki konuyla ilgili 'diğer kanun ve
kanun hükmünde kararnameler'de de değişiklik yapılabileceğinin ifade edilmiş
olması, konunun belirli olmadığı iddiasına dayanak teşkil edebilecek bir husus
değildir. Zira konu ve kapsamın belirtilmiş olması kaydıyla, belirlenen bu konu
ve kapsamın sınırları içine hangi yasa ya da KHK'lerin girdiğinin yetki
yasasında sayma yoluyla gösterilmesi şart değildir. Bu husus 1961 ve 1982
Anayasalarının konuyla ilgili düzenlemelerinin karşılaştırılmasından da açıkça
anlaşılmaktadır. Şöyle ki, 1961 Anayasasının konuyla ilgili 64 üncü maddesinde
'Yetki veren kanunda ' yürürlükten kaldırılacak kanun hükümlerinin açıkça
gösterilmesi' şartı aranmışken, 1982 Anayasasının 91 inci maddesinde böyle bir
şarta yer verilmemiştir. Yürürlükten kaldırılacak kanun hükümlerinin yetki
yasasında açıkça gösterilmesi şart olmadığına göre, hangi kanunlarda ya da
KHK'lerde değişiklik yapılacağının yetki kanununda sayma yoluyla gösterilmesi
de şart değildir.
(')
Bir başka anayasaya aykırılık iddiası ise, yetki yasası ve buna
bağlı olarak KHK'ler çıkarılmasını gerektiren acil, ivedi, önemli ve zorunlu
bir durumun bulunmadığına ilişkindir. Dava konusu yetki yasasıyla çıkarılması
için izin verilen KHK'ler olağan kanun hükmünde kararnamelerdir. Bu tür
KHK'lerin çıkarılabilmesi için acil, ivedi, önemli ve zorunlu bir durumun
olması gerektiğine dair Anayasada herhangi bir düzenleme yer almamaktadır. Bu
itibarla, yetki kanunlarının ve KHK'lerin anayasaya uygunluğunun incelenmesinde
Anayasada öngörülmeyen yeni şartlar ihdas edilmesi mümkün olmadığı gibi, neyin
'önemli', 'ivedi' ve 'zorunlu' olduğuna anayasaya uygunluk denetimi yapan yargı
organının karar vermesi de bu organın işlevine uygun değildir. Ayrıca bu
kavramların sübjektif nitelik taşıdığı ve göreceli olduğu da açıktır. Bu
nedenle, yetki yasası ve buna bağlı olarak KHK çıkarılmasını gerektiren acil,
ivedi, önemli ve zorunlu bir durumun olup olmadığının incelenmesi, Anayasada
öngörülen çerçevenin dışına taşacak ölçüde bir denetim yapılması anlamına
gelebilecektir. Oysa yetki yasaları üzerindeki denetimin, Anayasada öngörülen
çerçevenin sınırları içinde kalması gerekir. Bu nedenle, KHK çıkarılması için
yetki verilen konunun acil, ivedi, önemli ve zorunlu olup olmadığının
incelenmesine gerek görülmemiştir.'
Bu dava dilekçesinde Yüksek Mahkemenin iki farklı kararından uzun
alıntı yapılmıştır. Bunlardan birincisi 05.10.2000 tarih ve E.2000/45,
K.2000/27 sayılı kararı, diğeri ise 27.10.2011 günlü ve E.2011/60, K.2011/147 sayılı
kararıdır.
İki karar arasındaki farklılıklar üzerine çok şey söylenebilir;
söylenecektir. Özeti, Anayasa Mahkemesinin geçmişini inkâr ettiği ve çağdaş
demokrasiyi yüceltmenin erdemine artık nefesinin yetmediğidir.
Anayasa Mahkemesinin 27.10.2011 günlü ve E.2011/60, K.2011/147
sayılı Kararındaki (6216 sayılı Kanunun 65 inci maddesinin (1) numaralı
fıkrasına göre çoğunluk sayılan) Görüşe göre;
6223 sayılı Yasanın kapsamına;
- Birincisi, 'Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının
yeniden belirlenmesi' ve bu çerçevede gerekli görülmesi halinde yeni
bakanlıklar kurulması, var olan bakanlıkların birleştirilmesi, bakanlıkların
bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşlarının yeniden belirlenmesi' için Yetki
Yasasında tek tek sayılan 19 adet kanun ve kanun hükmünde kararname ile bu
konuyla ilgili diğer kanun ve kanun hükmünde kararnameler;
- İkincisi ise, 'Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen
memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma,
nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye
sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin olarak değişiklikler ve yeni
düzenlemeler' yapılması için' Yetki Yasasında sayılan 6 adet kanun ve kanun
hükmünde kararnamelerle bu konuyla ilgili diğer kanun ve kanun hükmünde
kararnameler;
girmektedir.
Başka bir anlatımla, kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki
dağılımını ve dolayısıyla teşkilat yasalarını konu alan bütün yasa ve yasa
gücünde kararnameler ile kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar,
işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil,
görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk
edilme usul ve esaslarını konu alan tüm personel kanunları ile kanun hükmünde
kararnameler, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamındadır ve dolayısıyla teşkilat
ve personeli konu alan tüm yasa ve yasa gücünde kararnamelerin Yetki Kanununun
kapsamında olması, Anayasanın 87 nci maddesine göre 'Bakanlar Kuruluna belli
konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek' anlamına geldiği
gibi kapsamı da belirli olduğu için Anayasanın 7 nci, 87 nci ve 91 inci
maddelerine aykırılık oluşturmamaktadır.
Bu yorum, 'Kamu hizmetlerinin kapsamı ile kamu hizmetlerini
yürütecek her türlü kamu kurum ve kuruluşunun teşkilatı ile görev ve
yetkilerini; bağlılık, ilgililik ve ilişkililik ilişkilerini; hizmet üretme
süreçlerini; memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ve diğer kamu
görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme,
görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esasları ile mali, sosyal ve
diğer her türlü özlük hakları ile sorumluluklarını; kamu hizmetlerinin
finansman biçimleri ile harcama usul ve esaslarını yeniden belirlemek amacıyla
yürürlükte bulunan tüm kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik ve
yeni düzenlemeler yapmak üzere Bakanlar Kuruluna yetki vermektir.' şeklindeki
bir yetki yasasının da konusu ve kapsamı -6223 sayılı Yetki Yasasından daha da-
belirgin, kısa, öz ve anlaşılabilir olduğundan, Anayasaya daha da uygun olacağı
anlamına gelmektedir.
Bu yoruma, Anayasanın 91 inci maddesinin Danışma Meclisi'nde
görüşülmesi sırasında KHK çıkarabilmesi için hükümete yetki verilmesi
nedeninin, '... çok acele hallerde hükümetin elinde uygulanacak bir seri kural
olmadığı için, acele olarak çıkarılıp ve hemen olayın üstüne gidilmesi gereken
hallerde çıkarılması için bu düzenleme getirilmiştir ...' biçiminde açıklanması
ile Anayasa Komisyonu Başkanının da, 'Kanun hükmünde kararname, yasama
meclisinin acil bir durumda, kanun yapmak için geçecek sürede çıkaracağı kanun
ihtiyacı, halledilmesi gereken meseleyi çözemeyeceğine; o zaman çok geç
kalınacağı endişesinden kaynaklanan bir müessesedir ve bu müessese bunun için
kurulmuştur.' biçiminde görüş bildirmesini de görmezden gelip, Anayasa
Mahkemesinin yerleşik içtihatlarını da yok sayarak, 'KHK çıkarılabilmesi için
acil, ivedi, önemli ve zorunlu bir durumun olması gerektiğine dair Anayasada
her hangi bir düzenleme yer almamaktadır.' saptamasını da eklersek;
Seçimler yapıldıktan sonra Bakanlar Kurulunun hazırladığı yetki
yasası tasarısına TBMM'nin yetki vermesini sağladıktan sonra -75'şer günlük
bütçe süreci hariç- bir sonraki genel seçimler sonuçlanıp TBMM açılana kadar
TBMM'yi kapatmak; acil, ivedi, önemli ve zorunlu bir durum olmadığı sürece de
TBMM'yi toplantıya çağırmamak gerekecektir.
Anayasa Mahkemesinin 27.10.2011 günlü ve E.2011/60, K.2011/147
sayılı Kararındaki (6216 sayılı Kanunun 65 inci maddesinin (1) numaralı
fıkrasına göre çoğunluk sayılan) Görüş, net bir biçimde bunu söylemektedir.
Bu görüş, Anayasanın Başlangıcı ile Birinci Kısmında kurulan
Türkiye Cumhuriyetini değil, bambaşka bir devleti tanımlamakta; tanımlanana ne
dendiği de herkes tarafından bilinmektedir.
Bakanlar Kurulu tarafından 6223 sayılı Yetki Yasasına dayanılarak
35adet KHK çıkarılmış; bir tanesi yürürlükten
kaldırıldığı için geriye yürürlükte 34 adet KHK kalmıştır.
Öyle ki,söz
konusuKHK'lerin içeriğine girmeden isimlerinden de anlaşılacağı üzere,
KHK'lerden bazıları daha bir ay yürürlükte kalmadan değişikliğe uğramıştır.02.11.2011
tarihli ve 28103 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, 10.10.2011 tarihli ve 657
sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK ile
Bazı Kanun ve KHK'lerde Değişiklik Yapılmasına Dair KHK'nin 34 üncü maddesi ile
14.06.1935 tarihli ve 2819 sayılı Elektrik İşleri Etüd İdaresi Teşkiline Dair
Kanunun 2 nci maddesi değiştirilerek EİE İdaresinin görevleri yeniden
düzenlenirken; yine aynı gün 02.11.2011 tarihli (1. Mükerrer) Resmi Gazetede
yayımlanan 662 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında KHK ile Bazı Kanun ve KHK'lerde Değişiklik Yapılmasına Dair
KHK'nin 90 ıncı maddesiyle 3154 sayılı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanuna eklenen geçici 11 inci madde ile Elektrik
İşleri Etüd İdaresi Genel Müdürlüğü kapatılmıştır. Başka bir anlatımla,
02.11.2011 tarihinde aynı gün, 657 sayılı KHK ile Elektrik İşleri Etüd İdaresi
Genel Müdürlüğünün görevleri yeniden düzenlenirken; 662 sayılı KHK ile ise
Elektrik İşleri Etüd İdaresi Genel Müdürlüğü kapatılmıştır. Bu durum göz önüne
alındığında, TBMM'nin Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi verebilmesi için,
Anayasa Mahkemesinin içtihat haline gelmiş kararlarına göre, 'ivedilik',
'zorunluluk' ve 'önemlilik' gibi üç Anayasal koşulun birlikte bulunması
şartının gerçekleşmesi şöyle dursun, Bakanlar Kurulunun yönetmelikle
kurallaştırmanın dahi asgari gerekleri olan araştırma, inceleme, ihtiyaçları
tespit etme ve giderme yollarını belirleme gibi ciddi hiçbir hazırlığının
olmadığını ortaya koymaktadır. Bu durum, niteliği itibariyle uzun süreli ve çok
yönlü çalışmayı gerektiren yasal düzenlemelerin KHK'lere konu
oluşturamayacağının en açık, belirgin ve tartışmasız göstergesidir.
Bakanlar Kurulunun ülkemize yaşattığı kelimenin tam anlamıyla bir
tür 'yap-boz oyunu'dur. Yap-boz oyunu olmadığını hiç kimse ileri süremez.
Ancak, yap-boz oyunları, okul öncesi çocukların eğlenerek öğrenmelerini
sağlamak için geliştirilen oyunlardır. Yap-boz oyunları ile okul öncesi
çocukların, anlamsız parçaları zihinsel çaba göstererek anlamlı bütünlere
dönüştürmeleri ve dolayısıyla zihinlerinde kurguladıkları bütüne ulaşabilmeleri
için de her defasında yeniden deneyerek düşünme ve çözüm yolları üretme
yetilerini geliştirmeleri amaçlanmaktadır.
Bakanlar Kurulu ise, 6223 sayılı Yasayla aldığı yetkiye dayanarak,
yap-boz oyununu Türkiye'nin hukuk sistemi üzerinde oynamaktadır. Kamu hizmeti
yürütmekle görevli kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilat yapıları, kamu hizmeti
üretme usul ve esasları, personel sistemi ve hizmet üretme süreçleri altüst
edilmiştir. Yapılan düzenlemelerde 3046 sayılı Kanuna dahi uyulmamaktadır.
Bakanlar Kurulu uzun süreli ve çok yönlü çalışmayı gerektiren alanlarda hiçbir
hazırlığa dayalı olmadan kural koymakta, daha koyduğu kuralı uygulama ve
sonuçlarını izleme ve değerlendirme aşamalarına geçmeden değiştirmekte;
durmamakta, değiştirdiğini de değiştirmektedir. Hatta bu değişiklikleri 657 ve
662 sayılı KHK'lerde örneğine yer verildiği üzere aynı gün görevlerini
düzenlediği kurumu, aynı gün kapatmaktadır. Hiçbir hukuksal öngörülebilirlik
olmadığı için de değiştirdiği değişikliği değiştirdiğinin üzerinde yarın başka
bir değişikliğe gitmeyeceği de belirsizliğini korumaktadır.
Bakanlar Kurulunun hukuksal öngörülebilirliği ortadan kaldırması
ve hukuksal belirsizlik yaratarak hukuk devleti ilkesine aykırı uygulamalar
içine girmesini sağlayan ise, Anayasanın 7 nci maddesiyle Türk Milleti adına
TBMM'ye verilen devredilemez nitelikteki yasama yetkisini kullanıyor olmaktan
kaynaklanmaktadır.
Parlamento, Fransızca 'parler', İtalyanca 'parlare' yani
'konuşmak' mastarlarından türetilmiş bir sözcüktür ve 'konuşulan yer' anlamına
gelmektedir. Demokrasilerde yasalar, uzun süreli ve çok yönlü araştırma,
inceleme ve değerlendirmelere dayalı olarak ihtiyaçları ve çözüm yollarını
tespitten sonra parlamentoların komisyon ve alt komisyonları ile genel
kurulunda konuşularak, tartışılarak ve ilgili kurum ve kuruluşlar ile etkilenen
toplumsal kesimlerin ve bunların temsilcisi örgütlerin görüşleri alınıp
üzerinde asgari mutabakat sağlanmaya çalışılarak yasalaşmaktadır. Demokratik
devletin ve çağdaş demokrasinin özü budur.
Varlığını Anayasaya borçlu olan Anayasa Mahkemesinin bu yalın
gerçeği görmezden gelerek tüm teşkilat ve personel yasalarının parlamenter
süreç dışında yapılmasını, Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8
inci, 11 inci, 87 nci ve 91 inci maddelerine rağmen teşvik etmesinin, hukuksal
hiçbir gerekçesi yoktur; olamaz.
Kaldı ki, Anayasa yasama yetkisini Türk Milleti adına TBMM'ye
vermiş ve bu yetkiye -Anayasanın 91 inci maddesindeki ayrık ve spesifik durum
hariç- devredilmezlik atfetmiştir. Anayasanın öngördüğü 'ivedilik',
'zorunluluk' ve 'önemlilik' gibi üç koşulun birlikte bulunması şartının
gerçekleşmediği alanlarda 6223 sayılı Yasayla Bakanlar Kuruluna konu ve kapsamı
sınırsız ve belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi ve Bakanlar Kurulunun da
bu yetkiyi 'yap-boz oyunu' oynar gibi kullanması, kuvvetler ayrılığı ilkesine
dayanan parlamenter demokratik sisteme karşı girişilmiş örtülü bir yürütme
organı darbesidir. Bu örtülü darbenin siyasal iktidarın yasama organındaki
sayısal üstünlüğüne dayalı olarak yasama organının bilgisi ve ilgisi dahilinde
yapılıyor olması, yapılanın Anayasanın özü ve sözüyle bağdaşmayan siyasal bir
darbe olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Bunun en açık, bariz ve
doğrudan örneklerine Yüce Mahkemeye açılan iptal davalarında yer verilmişti.657sayılı KHKde
bunlardan birinioluşturmaktadır.
02.11.2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan,
10.10.2011 tarihli ve 657 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile;
- 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında KHK'de,
- 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri
Hakkında KHK'nin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunda,
- 3254 sayılı Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Teşkilat
ve Görevleri hakkında Kanunda,
- 2819 sayılı Elektrik İşleri Etüd İdaresi Teşkiline Dair Kanunda,
Değişiklikler yaparak yeni hizmet birimleri oluşturmuş ve daha
önce kamu hizmeti kapsamında olmayan hizmet ve faaliyetler kamu hizmeti
kapsamına alınmıştır.
Bilindiği üzere yasaların lafzi yorumunda kısım, bölüm, madde,
fıkra, bent, alt bent silsilesi ve bütünlüğü büyük bir önem taşımaktadır. Bir
alt bendin ilgili olduğu bent, bendin ilgili olduğu fıkra, fıkranın ilgili
olduğu madde, maddenin ilgili olduğu bölüm bağlamında değerlendirilmesi genel
kuraldır.
Bu çerçevede 6223 sayılı Yetki Yasasının amacı 1 inci maddesinin
(1) numaralı fıkrasına göre, 'Bu Kanunun amacı, kamu hizmetlerinin düzenli,
süratli, etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülmesini sağlamak üzere;
(a) Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenerek;
(1) Mevcut bakanlıkların birleştirilmesine veya kaldırılmasına, yeni
bakanlıklar kurulmasına, anılan bakanlıkların bağlı, ilgili ve ilişkili
kuruluşlarıyla hiyerarşik ilişkilerine, (2) Mevcut bağlı, ilgili ve ilişkili
kuruluşların bağlılık ve ilgilerinin yeniden belirlenmesine veya bunların
mevcut, birleştirilen veya yeni kurulan bakanlıklar bünyesinde hizmet birimi
olarak yeniden düzenlenmesine, (3) Mevcut bakanlıklar ile birleştirilen veya
yeni kurulan bakanlıkların görev, yetki, teşkilat ve yurt dışında teşkilatlanma
esaslarına, (') ilişkin konularda düzenlemelerde bulunmak üzere Bakanlar
Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermektir.' şeklinde
düzenlenmiştir.
Nitekim, Yasanın 1 inci maddesinin gerekçesinde de aynen, 'Kanunun
amacını ve kapsamını belirleyen bu maddede, kamu hizmetlerinin düzenli, hızlı
ve etkin bir şekilde yürütülmesini sağlamak üzere, kamu hizmetlerinin
bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesi ve kamu kurum ve
kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer
kamu görevlilerinin çalışmalarında etkinliği artırmak üzere, bunların atanma,
nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye
sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin konularda düzenlemelerde bulunmak üzere
Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmektedir.'
denilmiştir.
Dolayısıyla 6223 sayılı Yasanın amacı, kamu hizmetlerinin düzenli,
süratli, etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülmesini sağlamak üzere;
(a) Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden
belirlen(mesine) ilişkin konularda düzenlemelerde bulunmak üzere Bakanlar
Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermektir.'
Oysa, 657 sayılı KHK bir bütün olarak incelendiğinde, daha önce
kamu hizmeti statüsünde olmayan hizmet ve faaliyetlerin kamu hizmeti kapsamına
alındığı görülmektedir.
Bilindiği üzere parlamentolar, savurgan ve keyfi harcamalarda
bulunan yürütme makamlarına karşı vergi mükelleflerinin temsilcileri olarak
doğmuş ve bu işlevlerini kabul ettirerek var olabilmişlerdir. Günümüzün temsili
demokrasilerinin temelinde, halkın temsilcilerinin kamu gelir ve giderlerinin
saptanmasında söz ve karar sahibi olabilmek için yürütme makamlarına karşı
sürdürdükleri mücadele yatmaktadır. Klasik örneği, 1215 yılında İngiltere Kralı
Yurtsuz Jonh ile Papa III. Innocent ve baronlar arasında imzalanan Büyük
Özgürlükler Sözleşmesi (Magna Carta Libertatum)'dir. İktidar odağı egemenler
arasında imzalanan sözleşmenin temel özelliği, kralın sorgulanamaz kabul edilen
yetkilerinin sınırlandırılması ve vergi toplama yetkisinin ise Kilise ile
baronların ortak kararına bağlanmasıdır. Bu kararı alacak olan heyet
parlamentonun ilk nüvesini oluşturmuştur.
Parlamentonun ortaya çıkmasıyla birlikte İngiltere'de 1628 yılında
Petition of Rights ile dolaysız vergilerin, 1688 yılında Bill of Rights ile
bütün vergi, harç ve resimlerin ihdası Parlamentonun kabulü şartına bağlanmış;
1665 yılında ise kamu gelirlerinin harcanması Parlamentonun kontrolüne tabi
kılınmış ve buradan türetilen 'bütçe hakkı' tüm demokratik ülkelere
yayılmıştır.
Demokrasi, halkın kendi kendini yönettiği rejimin adıdır. Modern
temsili demokrasilerin özünü ise, devletin sosyo-ekonomik işlevleri ile kamusal
hizmetlerin kapsam, nitelik ve içeriğinin, nelerin kamu hizmetinden sayılıp,
nelerin sayılmayacağının, sayılanların finansman biçimi ve ödenek tahsisleriyle
nasıl yürütüleceklerinin, seçmen tercihlerine dayalı olarak halkın temsilcileri
tarafından belirlenmesi oluşturmaktadır.
Parlamentonun bütçe hakkı, sadece bütçe yasasına ve dolayısıyla
gelirlerin toplanması, harcamaların yapılması ve bütçe sonuçlarının
denetlenmesine indirgenemez. Bütçe hakkı, ödeneklerin tahsis edildiği kamu
hizmetlerinin belirlenmesini ve dolayısıyla nelerin kamu hizmetinden sayılıp
nelerin sayılmayacağının tespitini de içerir. Çünkü her kamu hizmeti, ödenek ve
kaynak tahsisini, harcama yapılmasını ve harcamaların finansmanını gerektirir.
Nitekim, Anayasanın 123 üncü maddesinin birinci fıkrasında,
idarenin kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğu ve kanunla düzenleneceği; 163
üncü maddesinin birinci fıkrasında ise, Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde
kararname ile bütçede değişiklik yapma yetkisi verilemeyeceği ilkelerine yer
verilmiştir. Bu bağlamda, kanun hükmünde kararnamelerle bütçe de değişiklik
yapılamayacağı gibi, daha önceden kamu hizmeti sayılmayan hizmetlerin kamu
hizmeti kapsamına alınması, kamu hizmeti sayılanların kamu hizmeti statülerine
son verilmesi gibi bütçede değişiklik yapılmasını gerektirecek düzenlemeler de
kanun hükmünde kararnamelere konu oluşturamazlar.
Bu bağlamda, 6223 sayılı Yasanın amacı, kamu hizmetlerinin
düzenli, süratli, etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülmesini sağlamak
üzere; kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden
belirlenmesi olduğundan, kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve yetkilerinin
düzenlenmesi görüntüsü altında, daha önce kamu hizmeti kapsamında olmayan
hizmet ve faaliyetlere kamu hizmeti statüsü kazandırılmasının kanun hükmünde
kararname ile yapılması, 6223 sayılı Yetki Yasasının amaç maddesiyle
bağdaşmadığından Anayasanın 91 inci maddesine aykırı olmanın yanında, 123 üncü
maddesi ile 163 üncü maddesindeki ilkelerle de bağdaşmamaktadır.
Öte yandan, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamı, 1 inci maddesinin
(2) numaralı fıkrasında, 'Bu Kanuna göre çıkarılacak kanun hükmünde
kararnameler; (a) Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden
belirlenmesine ilişkin olarak; (1) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununda, (') (19) 25/3/1997 tarihli ve 571 sayılı Özürlüler İdaresi
Başkanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede, (20)
Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin görev, yetki, merkez, taşra ve
yurt dışında teşkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı, ilgili ve ilişkili
kuruluşların bağlılık ve ilişkilerine ilişkin hükümlerinde, (') yapılacak
değişiklik ve düzenlemeleri kapsar.' şeklinde hüküm altına alınmıştır.
Oysa, 10.10.2011 tarihli ve 657 sayılı KHK ile değişiklik yapılan;
- 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında KHK,
- 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri
Hakkında KHK'nin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun,
- 3254 sayılı Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun,
- 2819 sayılı Elektrik İşleri Etüd İdaresi Teşkiline Dair
Kanundan,
Hiç biri 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsama ilişkin 1 inci
maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinde, 19 alt bent halinde sıralanan
yasa ve yasa gücünde kararnameler arasında sayılmamıştır.
645 sayılı KHK ile 3234 sayılı, 3254 sayılı ve 2819 sayılı
yasalar, 6223 sayılı Yetki Yasasının 'Amaç ve
kapsam' başlıklı 1inci maddesinin kapsama
ilişkin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinin(20) numaralı alt bendindeyer alan, 'Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin görev, yetki,
merkez, taşra ve yurt dışında teşkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı, ilgili
ve ilişkili kuruluşların bağlılık ve ilgilerine ilişkin hükümlerinde,'ifadesinin
kapsamı içinde olduğu da ileri sürülemez. Çünkü, (20) numaralı alt bent içinde
değerlendirilebileceği ileri sürülür ise bu durum, (20) numaralı alt bentten
önce sayılan 19 alt bendin boşu boşuna sayıldığı anlamına gelir ki, böylesine
bir yorum yasakoyucuyu boş işlerle uğraşan bir angarya merkezi haline
indirgemek anlamına gelir. Diğer yandan, bu değerlendirme kamu kurum ve
kuruluşlarına ilişkin -2919 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Sekreterliği Teşkilat Kanunu, 30.03.2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 26.04.1961 tarihli
ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun,
05.05.1983 tarihli ve 2821 sayılı Sendikalar Kanunu vb. dahil- tüm teşkilat ve
usul kanunlarının, (20) numaralı alt bendin kapsamı içinde olduğu gibi hukuka
giriş derecesinde hukuk mantığından yoksun uçuk-kaçık bir iddia olmaktan öteye
geçemez.
Çünkü, bu durumda yasakoyucunun (1)'den (19)'a kadar 19 adet yasa
ve yasa gücünde kararnameyi saymak yerine, doğrudan, 'Bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten sonra yürürlüğe girecek kanun ve kanun hükmünde kararnameler
de dahil olmak üzere tüm kanun ve kanun hükmünde kararnameleringörev, yetki, merkez, taşra ve yurt dışında teşkilatlanma
esasları, kadrolar, bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların bağlılık ve
ilgilerine ilişkin hükümlerinde,'demesi ve böylece söz konusu
müneccimliği de kapsayan uçuk-kaçık iddiaya hukuki bir taban oluşturması
gerekirdi.
6223 sayılı Yetki Yasasının yürürlüğe girişinden sonra yürürlüğe
girecek kanun ve KHK'ler de dahil tüm yasa ve yasa gücünde kararnameleri
kapsamına alan bir düzenleme nasıl ki, Anayasanın 91 inci maddesinin ikinci
fıkrasındaki, yetki kanununun çıkarılacak kanun hükmünde kararnamenin amacını,
kapsamını ve ilkelerini göstereceği kuralı ile Başlangıcının dördüncü fıkrası,
2 nci maddesi ve yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve
devredilemeyeceğine ilişkin 7 nci maddesi karşısında Anayasal koruma
göremeyecek ise, aynı anlama gelen bir yorumun da aynı gerekçelerle koruma
göremeyeceği açıktır.
Çünkü, Yetki Yasası'nda Bakanlar Kurulu'na verilen yetkinin
'amaç', 'kapsam' ve 'ilkeleri'nin belirlenmesinden amaç, Yetki Yasası'nınAnayasanın belirlediği ögeleri belli bir içeriğe kavuşturarak
somutlaştırması,verilen yetkiyi hiçbir
tartışmaya yol açmayacak açıklıkta belirlemesi ve dolayısı ile
söz konusu istisnai yetki ile Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olan yasama
yetkisi kapsamında Bakanlar Kurulu'nun neleri gerçekleştirebileceğinin açıklığa
kavuşturulmasıdır.
Yürürlüğe girecek olanlar da dahil tüm teşkilat ve usul yasalarına
ilişkin düzenleme yetkisinin Bakanlar Kuruluna verilmesi, hiç tartışma yoktur
ki yasama yetkisinin devridir. Aksine bir düşünce, TBMM'nin ve dolayısıyla
kuvvetler ayrılığına dayalı demokratik rejimin varlığının ve gerekliliğinin
tartışmaya açılarak inkarı kadar, Anayasa Mahkemesinin varlığının ve
gerekliliğinin de tartışmaya açılarak inkarı anlamına gelir.
Bu bağlamda,Bakanlar Kurulunun 6223
sayılı Yetki Yasasının kapsamında olmayan645 sayılı Orman ve
Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK, 3234 sayılı Orman
Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK'nin Değiştirilerek Kabulü
Hakkında Kanun, 3254 sayılı Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun ve 2819 sayılı Elektrik İşleri Etüd İdaresi
Teşkiline Dair Kanunla düzenlenmiş alanlardahukuksal
tasarruflara girişerek yasal düzenlemelerde bulunması, Anayasanın Başlangıcının
dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci,87 ncive 91inci maddelerindeki
kurallarla bağdaşmamaktadır.
Diğer yandan, 645 sayılı KHK hariç diğer yasalar uzun süredir
yürürlüktedir ve yürürlüğe girdikleri tarihten, söz konusu değişiklikleri
yapıldıkları tarihe kadar değiştirilmelerini 'zorunlu' kılan 'ivedi' ve
'önemli' bir durum ortaya çıkmamıştır. 656 sayılı KHK'nin Bakanlar Kurulunca
kabul edildiği 10.10.2011 tarihinde, o gün, hemen ve aniden değiştirilmezler
ise kamu hizmeti ve faaliyetlerin, bundan şu ya da bu şekilde olumsuz
etkileneceği,'ivedilik, 'zorunluluk' ve
'önemlilik'durumu da söz konusu değildir. Bu bağlamda iptali istenen 657
sayılı KHK, Anayasanın 91 inci maddesine bu açıdan da aykırıdır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere,02.11.2011 tarihli ve
28103 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, 10.10.2011 tarihli ve 657 sayılı Orman
ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin tümü ve ayrı ayrı tüm maddeleri
ile eki (1) Sayılı Liste, (2) Sayılı Liste ve (3) Sayılı Liste, Anayasanın
Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci, 87 nci, 91 inci, 123 üncü ve
163 üncü maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
2) 657 Sayılı 'Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin 6 ncı
Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
657 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 6 ncı maddesiyle 645 sayılı
Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK'nin geçici 3
üncü maddesinin birinci fıkrasına ikinci cümlesinden sonra gelmek üzere
'Bunlardan Bakanlık Müşaviri kadrolarına atanmış sayılanlar, Bakanlık merkez ve
taşra teşkilatında Bakan tarafından belirlenen birimlerde sürekli görevle
istihdam edilir. Bu personelin sürekli görevle istihdam edildiği yerle ilgili
olarak 10/2/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanununun geçici göreve
ilişkin hükümleri uygulanmaz.' hükmü eklenmektedir. Böylece 645 sayılı KHK'nin
geçici 3 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla, atamalarındaki usulün aksine
yasayla görevlerinden alınarak 'Bakanlık Müşaviri' kadrosuna atanan, Müsteşar,
Müsteşar Yardımcısı, Orman-Köy İlişkileri Genel Müdürü, Doğa Koruma ve Milli
Parklar Genel Müdürü, Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürü, Genel
Müdür Yardımcısı, Teftiş Kurulu Başkanı, I. Hukuk Müşaviri, Strateji Geliştirme
Başkanı, Personel Dairesi Başkanı, İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanı, Dış
İlişkiler ve Avrupa Birliği Dairesi Başkanı, Araştırma ve Geliştirme Dairesi
Başkanı, Bilgi İşlem Dairesi Başkanı, Daire Başkanı, Bakanlık Müşaviri, Özel
Kalem Müdürü, Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri ve İl Çevre ve Orman Müdürleri
yapılan bu düzenlemeyle, Orman ve Su İşleri Bakanlığının merkez ve taşra
teşkilatının Bakan tarafından belirlenen birimlerine sürekli görevle
atanabilecekler ve kendilerine geçici görev yolluğu ödenmeyecektir.
645 sayılı KHK ile Orman Bakanlığı kapatılmak yerine sadece adı
değiştirilmiş ve Bakanlık teşkilatının bir kısmı aynı, bir kısmı ise değişik
isimler altında yeniden teşkilatlandırılmıştır. Dolayısıyla söz konusu personel
657 sayılı Kanunun kariyer ve liyakat ilkelerine göre yükseldikleri
görevlerden, 645 sayılı KHK ile yasayla alınmak ve dolayısıyla yetkili yargı
mercileri nezdinde haklarını aramaları da engellenmek yerine, Bakanlık
teşkilatındaki varlığı aynı ve başka isimler altında devam eden görevlerinden
alınmamaları; mutlaka alınacaklar ise atanmalarındaki usule göre alınmaları;
kapatılarak varlığına son verilen kadrolarda görev yapan ve dolayısıyla kadrosu
kaldırılan memurlar hakkında ise 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 'Kadrosu
Kaldırılan Devlet Memurları' başlıklı 91 inci maddesine göre işlem yapılması
gerekirdi.
Oysa, Bakanlar Kurulu Orman ve Su İşleri Bakanlığında siyasi bir
kadrolaşmaya gitmek için İl Müdürü ve üstü kadrolarda görev yapan 170 personeli
yasayla görevden alarak 645 sayılı KHK'ye ekli (4) sayılı Liste ile merkez
teşkilatında ihdas edilen 'Bakanlık Müşaviri' kadrosuna atamış; 657 sayılı
KHK'nin 6 ncı maddesiyle 645 sayılı KHK'nin geçici 3 üncü maddesinin birinci
fıkrasına ikinci cümlesinden sonra gelmek üzere ise, 'Bunlardan Bakanlık
Müşaviri kadrolarına atanmış sayılanlar, Bakanlık merkez ve taşra teşkilatında
Bakan tarafından belirlenen birimlerde sürekli görevle istihdam edilir. Bu
personelin sürekli görevle istihdam edildiği yerle ilgili olarak 10/2/1954
tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanununun geçici göreve ilişkin hükümleri
uygulanmaz.' hükmü eklenebilmiştir.
3046 sayılı Kanunun 27 nci maddesinde, Bakanlıklarda, özel önem ve
öncelik taşıyan konularda bakanlık makamına yardımcı olmak üzere özel yeteneği
olanlardan bakanlık müşavirleri bulunabileceği ve Bakanlık müşavirlerinin
bakanlık makamına bağlı oldukları hüküm altına alınmış; 645 sayılı KHK'nin 19
uncu maddesinin (1) numaralı fıkrasında, 'Bakanlıkta özel önem ve öncelik
taşıyan konularda Bakana yardımcı olmak üzere yirmi Bakanlık Müşaviri
atanabilir. Bakanlık Müşavirleri Bakanlık Makamına bağlıdır.' denilirken; aynı
maddeye 648 sayılı KHK'nin 32 nci maddesiyle eklenen (2) numaralı fıkrasında,
'Bakanlık Müşavirleri, Bakanın uygun göreceği merkez veya taşra teşkilatına ait
birimlerde çalıştırılabilir.' denilmiş; CHP Meclis Grubu (2) numaralı fıkrayı
iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine taşımıştır.
657 sayılı Kanunda ise, memuriyet kadroları; kadro unvanı, görev
unvanı, hizmet sınıfı ve mesleki kariyerlerine göre sınıflandırılmış; 33 üncü
maddesinde kadrosuz memur çalıştırılamayacağı; 39 uncu maddesinde, 657 sayılı
Kanuna tabi kurumlarda sınıflar dışında memurluk kadroları ihdas edilemeyeceği;
45 inci maddesinde ise hiçbir memurun sınıfının dışında ve sınıfının içindeki
derecesinin altında bir derecenin görevinde çalıştırılamayacağı kurallarına yer
verilmiştir.
Hukuksuz bir biçimde, Bakanlık Müşavirliği kadrolarına atanmış
bulunanlara, Bakanlık Müşavirliğine ilişkin görevler de yaptırılmayarak,
Bakanlığın merkez ve taşra teşkilatındaki hizmet sınıfları ile meslek
kariyerlerinden unvanlı veya unvansız hangi kadrolara ait hangi görevleri
yürütecekleri de belirtilmeden, Bakana tanınan sınırsız bir yetki kapsamında,
Bakan tarafından belirlenen birimlerde sürekli görevle istihdam edileceği gibi
belirsiz bir görevlendirmeye tabi tutularak hukuki güvenliklerinin ortadan
kaldırılması, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmaz.
Bakana tanınan söz konusu yetki bağlamında Çevre ve Orman
Bakanlığı Müsteşarı iken, 645 sayılı KHK ile Bakanlık Müşavirliğine atanan
orman mühendisi kariyerli kamu görevlisi, 'Bakanlık Müşavirliği' yaptırılmak
yerine, örneğin, Orman ve Su İşleri Bakanlığı Elazığ İl Müdürlüğüne sürekli
görevle atanıp Sivrice Ağaçlandırma Projesinde kontrol mühendisi olarak
çalıştırılabilecektir.
Yasa koyucu, Anayasanın 128 inci maddesi uyarınca, memurların ve
diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları
ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işlerini kanunla
düzenlerken, Anayasanın 11 inci maddesi gereğince, Anayasanın diğer hükümlerine
de uygun hareket etmek zorundadır.
Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin temel
nitelikleri arasında, hukuk devleti ilkesine de yer verilmiştir. Hukuk devleti,
insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan devlettir.
Yasakoyucunun adaletsiz, hakkaniyete aykırı söz konusu düzenlemesi
Anayasanın hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Kişi ve kuruluşların devlete güven duymaları, maddi ve manevi
varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden
yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğü sağlandığı bir hukuk
devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.
Hukuk güvenliği ilkesi ise, herkesin bağlı olacağı hukuk
kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre düzene
sokabilmesidir. Hukuk güvenliği ikesi, hukuk normlarının öngörülebilir
olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini,
devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden
kaçınmasını gerekli kılar. Hukuk güvenliği ilkesi, akşam yatağına Anayasa
Mahkemesi üyesi olarak yatan kişinin sabahleyin uykusundan, yargı organının
teşkilat ve görevlerini yeniden düzenliyoruz görüntüsü altında 'Adalet
Bakanlığı Müşaviri' olarak uyandırılmamasını; ertesi gün de eline Digor
Hakimliğine atandığına ilişkin atama belgesi verilmemesini gerekli kılar.
Sosyal hukuk devleti, toplum ve çalışma yaşamında adalete ve
eşitliğe dayalı bir hukuk düzeni kurmak; kazanılmış hakları korumak
durumundadır.Hukukta kazanılmış hakların korunması, hukuki güvenliğin kanıtı,
uygunluğun ölçüsüdür.
Hukuk devletinin temel unsurları arasında 'kazanılmış haklara
saygı' kuralı da yer almaktadır. Bu nedenle 128 inci maddenin ikinci fıkrası
uyarınca yapılacak tüm düzenlemelerin, memurların ve kamu görevlilerinin
kazanılmış haklarını koruması gerekir. Aksine düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesindeki
hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.
Öte yandan, 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında KHK 6223 sayılı Yetki Kanunundan sonra çıkarılmıştır. 6223
sayılı Yetki Yasasının kendinden sonra yürürlüğe giren 645 sayılı KHK'yi
kapsadığı ileri sürülemeyeceğinden; 657 sayılı KHK'nin 6 ncı maddesiyle yapılan
düzenleme Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine
aykırılık oluşturur.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle,657 sayılı Orman ve Su İşleri
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Hükmünde Kararnamenin 6 ncı maddesi, Anayasanın başlangıcının dördüncü fıkrası
ile 2 nci, 7 nci, 11 inci, 87 nci, 91 inci ve 128 inci maddelerine aykırı
olduğundan iptali gerekir.
3) 657 Sayılı 'Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin 7 nci
Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
657 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7 nci maddesiyle 645 sayılı
KHK'ye eklenen geçici 6 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrasında aynen,
'Bakanlık, oluşturulacak Komisyon marifetiyle, merkez ve taşra teşkilatı ile
bağlı ve ilgili kuruluşları arasında ihtiyaç fazlası olarak tespit edilen
personeli, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren sekiz ay içinde
kadroları ile birlikte naklen atayabilir. Bu şekilde naklen ataması yapılan
personelin yerine aynı unvan ve sayıda, 31/12/2012 tarihine kadar atama
yapılamaz.' denilmiş; (2) numaralı fıkrasında, nakledilen personele ilişkin
kadroların, kurumun 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki cetvellerin
ilgili bölümünden çıkarılmış ve nakledildiği kuruma ait aynı Kanun Hükmünde
Kararnamenin ilgili bölümüne eklenmiş sayılacağı; nakil suretiyle yapılacak
atamaların, merkezi yönetim bütçe kanununda belirlenen atama sınırlamalarına
tabi olmadığı; nakledilen personel sayısının, merkezi yönetim bütçe kanununda
öngörülen doğrudan atama yapılabilecek sayının hesabında dikkate alınmayacağı
belirtilmiş; (3) numaralı fıkrasında ise, ihtiyaç fazlası personelin tespiti,
komisyonun oluşumu, çalışma usul ve esasları ile buna ilişkin diğer hususların
Bakanlıkça belirleneceği hüküm altına alınmıştır.
Maddenin (1) numaralı fıkrasındaki öncelikli sorun hukuki
belirsizliktir. Fıkrada, Bakanlık merkez ve taşra teşkilatı ile bağlı ve ilgili
kuruluşlarında ihtiyaç fazlası olarak tespit edilen personelin, Bakanlık
bünyesi içinde mi (örneğin, Bakanlık merkez teşkilatından, bağlı kuruluşu Orman
Genel Müdürlüğünün veya ilgili kuruluşu DSİ Genel Müdürlüğünün merkez ya da
taşra teşkilatına veya oralardan Bakanlığın merkez veya taşra teşkilatına mı)
atanacağı, yoksa başka bir bakanlık teşkilatına veya kuruma mı atanacağı
konusunda hukuki belirsizlik vardır. Söz konusu hukuki belirsizlik, maddenin
(2) ve (3) numaralı fıkralarında da belirsizliğini devam ettirmektedir.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin
unsurlarından biri, vatandaşlara hukuk güvenliği sağlanmasıdır. Hukuk
güvenliği, kurallarda'belirlilik' ve 'öngörülebilirlik' gerektirir. Hukuk
devletinde yargı denetiminin sağlanabilmesi için yönetimin görev ve
yetkilerinin ve bunun sınırının yasalarda açıkça gösterilmesi bir
zorunluluktur. Bu bağlamda, iptali istenen düzenleme, ihtiyaç fazlası
personelin Bakanlığın merkez ve taşra teşkilatı ile bağlı ve ilgili
kuruluşların merkez ve taşra teşkilatı arasında ve dolayısıyla Bakanlık bünyesi
içinde mi, yoksa Bakanlık ile Bakanlığın bağlı ve ilgili kuruluşlarından diğer
bakanlık ve kurumlara mı yapılacağı konusunda hukuki 'belirsizlik'
taşıdığından, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle
bağdaşmamaktadır.
Öte yandan 'naklen toplu atamaya' ilişkin olarak maddede sadece
'ihtiyaç fazlası personel' ölçütü getirilmiştir. Bu durumda da söz konusu
Bakanlık ile bağlı ve ilgili kuruluşlarında gerçekten ihtiyaç fazlası personel
var mı sorusunu yanıtlamak gerekir.
Çevre ve Orman Bakanlığı 2010 Yılı Faaliyet Raporuna göre (s:8),
Bakanlığın 2006 yılında 5015 olan kadrolu memur sayısı, % 20 oranındaki bir
artışla 2010 yılında 6029'a çıkmış; bu artış da açıktan ve naklen atamalardan
kaynaklanmıştır.
645 sayılı KHK ile, Çevre ve Orman Bakanlığı teşkilatı içinde yer
alanÇevre Yönetimi Genel Müdürlüğü ile Çevresel Etki Değerlendirmesi
ve Planlama Genel Müdürlüğü tüm personeli ile birlikteÇevre
ve Şehircilik Bakanlığına; Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ve
Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü ile Orman-Köy İlişkileri Genel
Müdürlüğü ise yine tüm personeli ile birlikte Orman Genel Müdürlüğüne
devredilmiştir. Bu devirlerden sonra kalan hizmet birimleri ile kurulan Orman
ve Su İşleri Bakanlığına ise, 645 sayılı KHK'ye ekli (1) Sayılı Liste ile
merkez teşkilatında 2576 ve taşra teşkilatında 6044 olmak üzere toplam 8620
kadro tahsis edilmiştir.
Bu bağlamda, 2010 yılında merkez ve taşra teşkilatındaki toplam
kadrolu memur sayısı 6029 olan Çevre ve Orman Bakanlığının beş genel
müdürlüğünün personeliyle birlikte devrinden sonra kalan birimleriyle
oluşturulan Orman ve Su İşleri Bakanlığına 2011 yılında, amacı 'kamu
hizmetlerinin düzenli, süratli, etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde
sağlamak' olan 6223 sayılı Yetki Yasasına göre çıkarılmış bulunan 645 sayılı
KHK ile 8620 kadro tahsis edilmiş ise, ihtiyaç fazlası personelden söz edilmesi
matematiksel olarak mümkün değildir.
Orman ve Su İşleri Bakanlığının bağlı kuruluşu olan Orman Genel
Müdürlüğünün (OGM) 2010 Yılı Faaliyet Raporuna göre (s. 15), 2005 yılında 14431
olan kadrolu memur personeli %4'lük bir artışla 2010 yılında 15024'e çıkmış;
Çevre ve Orman Bakanlığından devredilen personele ilişkin olarak da 645 sayılı
KHK'ye ekli (3) Sayılı Liste ile 160 merkez teşkilatına ve 2290 taşra
teşkilatına olmak üzere toplam 2450 yeni kadro tahsis edilmiştir.
Orman ve Su İşleri Bakanlığının bağlı kuruluşu olarak 10.10.2011
tarihli ve 658 sayılı KHK ile kurulan Türkiye Su Enstitüsüne (SUEN), 658 sayılı
KHK ekli (1) Sayılı Liste ile 40 kadro verilmiştir.
Orman ve Su İşleri Bakanlığının ilgili kuruluşu olan Devlet Su
İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğünün 2006 Yılı Faaliyet Raporuna göre (s:123), 2005
yılında 1257'si merkez ve 5306'sı taşrada olmak üzere toplam 6563 olan kadrolu
memur personeli 2010 Yılı Faaliyet Raporuna göre (s:14), 1372'si merkez ve
5105'i taşrada olmak üzere toplam 6472 kadrolu memur personele gerilemiştir.
Bu verilere göre, Orman ve Su İşleri Bakanlığı yanında OGM ve SUEN
ile DSİ Genel Müdürlüğünde de ihtiyaç fazlası personelden söz edilemez.
Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile bağlı ve ilgili kuruluşları OGM,
SUEN ve DSİ Genel Müdürlüğünde, ihtiyaç fazlası personel olamayacağı
matematiksel olarak ortada iken, söz konusu Bakanlık ile bağlı ve ilgili kuruluşlarının
merkez ve taşra teşkilatının ihtiyaç fazlası personelinin naklen atamaya tabi
tutulmasına ilişkin hukuki düzenleme yapılması, yasama yetkisinin
saptırılmasıdır.
Hukuk devletinin vazgeçilmez öğeleri içinde yer alan yasaların
kamu yararına dayanması ilkesiyle bütün kamusal girişimlerin temelinde
bulunması doğal olan kamu yararı düşüncesinin yasalara egemen olması ve
özellikle hukuksal güvence altında çalışması gereken Devlet memurlarının
hukuksal güvenliklerinin korunması için yasa koyucunun bu esası göz ardı
etmemesi ve yasal düzenlemelere bunu en iyi şekilde yansıtması gerekir.
Anayasada belirtilen amacı ya da kamu yararını gerçekleştirmek
için kanunla yapılacak olan düzenleme, Anayasanın gösterdiği amacın veya kamu
yararının dışında kişisel, siyasal ya da saklı amaç güttüğü; bir başka amaca
ulaşmak için bir konunun kanunla düzenlediği durumlarda, 'yetki saptırması' adı
verilen durum ortaya çıkar ve bu durum, Anayasanın 2 nci maddesiyle bağdaşmaz.
Anayasanın 128 inci maddesinin ikinci fıkrasında, memurlar ve
diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları
ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük işlerinin Kanunla
düzenleneceği kuralına yer verilmiştir.
Kamu görevlilerine ilişkin temel düzenleme olan 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununun'Temel ilkeler' başlıklı 3 üncü maddesinin birinci
fıkrasının (C) bendinde Liyakat, 'Devlet kamu hizmetleri görevlerine girmeyi,
sınıflar içinde ilerleme ve yükselmeyi, görevin sona erdirilmesini liyakat
sistemine dayandırmak ve bu sistemin eşit imkanlarla uygulanmasında Devlet
memurlarını güvenliğe sahip kılmaktır.' şeklinde tanımlanmış; 18 inci
maddesinde, kanunlarda yazılı haller dışında Devlet memurunun memurluğuna son
verilmeyeceği, aylık ve başka haklarının elinden alınamayacağı belirtilmiş ve
'Memurların bir kurumdan diğerlerine nakilleri' başlıklı 74 üncü maddesinin
birinci fıkrasında ise aynen, 'Memurların bu Kanuna tabi kurumlar arasında,
kurumların muvafakati ile kazanılmış hak dereceleri üzerinden veya 68 inci
maddedeki esaslar çerçevesinde derece yükselmesi suretiyle, bulundukları
sınıftan veya öğrenim durumları itibariyle girebilecekleri sınıftan, bir kadroya
nakilleri mümkündür. Kazanılmış hak derecelerinin altındaki derecelere
atanabilmeleri için ise atanacakları kadro derecesi ile kazanılmış hak
dereceleri arasındaki farkın 3 dereceden çok olmaması ve memurların isteği de
şarttır.' denilmiştir.
Bu hükümlere göre, memurların atandıkları kurumda güvenlik içinde
çalışmaları asıl olmakla birlikte, kurumlar arası nakilleri de kurumların
karşılıklı muvafakati ile mümkündür. 657 sayılı yasada memurların çalıştıkları
kurumdan başka bir kuruma nakilleri, çalıştıkları kurumlara verilen sınırsız
bir yetki değil; memurlara tanınan sosyal bir haktır. Esas olarak da, memurun
geçmek istediği kuruma yazılı başvurusu, başvurduğu kurumun kabul etmesi ve
çalışmakta olduğu kurumun geçmesine izin vermesi şeklinde işlemektedir. Bununla
birlikte, kurumlar da istihdam ettikleri memurlarını başka kurumlara
nakledebilirler. Ancak bunun gerçekleşebilmesi, nakillerin toplu değil,
bireysel olması; nakleden kurumun atamayı gerekli kılacak hukuken geçerli bir
nedeninin bulunması ve nakledilen kurumun yapılacak atamaya muvafakat
vermesiyle mümkündür.
Ancak, 657 sayılı KHK'nin 7 nci maddesiyle 645 sayılı KHK'ye
eklenen geçici 6 ncı maddenin (1) numaralı fıkrasında, Bakanlığın merkez ve
taşra teşkilatı ile bağlı ve ilgili kuruluşlarında ihtiyaç fazlası olarak
tespit edilen personelin kadroları ile birlikte başka kurumlara naklen
atanacağı ifade edilerek; memurların başka kurumlara nakilleri, memurun
özelliği ve yeterliliği ile ilişkili hukuken geçerli nedenlerden soyutlanarak,
ihtiyaç fazlası olarak tespit edilen personelin tamamının tek yanlı olarak
atanması gibi bir toptancılığa taşınmış ve atamaların yapılacağı kurumların
muvafakatlerinin de devre dışı bırakılmasına ek olarak, (3) numaralı fıkrada,ihtiyaç
fazlası personelin tespiti, komisyonun oluşumu, çalışma usul ve esasları ile
buna ilişkin diğer hususların Bakanlıkça belirleneceği hüküm altına alınmıştır.
Bu düzenlemelere göre, Bakanlığın oluşturacağı bir komisyon,
Bakanlığın belirleyeceği usul ve esaslar dahilinde çalışarak ihtiyaç fazlası
personeli tespit edecek ve tespit edilen ihtiyaç fazlası personel tek taraflı
olarak başka kurumlara naklen atanacaktır.
Başka kurumlarla anlatılmak istenenin Bakanlığın bağlı kuruluşu
olan ve 31.10.1985 tarihli ve 3234 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre
tüzelkişiliğe sahip Orman Genel Müdürlüğü, 10.10.2011 tarihli ve 658 sayılı
Türkiye Su Enstitüsünün Kuruluş ve Görevleri Hakkında KHK'nin 1 inci maddesine
göre tüzel kişiliğe sahip Türkiye Su Enstitüsü ve 18.12.1953 tarihli ve 6200
sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre tüzelkişiliğe sahil Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü olması ile İçişleri Bakanlığı veya başka bir bakanlık ya da kamu
kurum ve kuruluşu olması arasında da hukuksal açıdan herhangi bir fark
bulunmamaktadır. Çünkü anılan bağlı ve ilgili Genel Müdürlükler, Devlet
kişiliğinden ayrı tüzelkişiliğe sahip olmakla hukuksal olarak Orman ve Su
İşleri Bakanlığından ayrı hukuksal kişiliklerdir.
Burada sorulması gereken soru şudur: Komisyon Bakanlığın
belirlediği esas ve usuller dahilinde çalışarak örneğin 2000 adet kadroyu
ihtiyaç fazlası olarak tespit etti ise, bu 2000 adet kadroya ilişkin personeli
hangi kıstaslara göre belirleyerek başka kurumlara naklen atayacaktır' İhtiyaç
fazlası olarak nitelendirilecek personelin nesnel kriterleri; başka kurumlardan
Bakanlığa veya bağlı ya da ilgili kuruluşlarına naklen atanmış olmak mıdır,
emekliliğini doldurmuş olmak mıdır, son beş yıl içinde açıktan atanmış olmak
mıdır, disiplin cezası almış olmak mıdır, yardımcı hizmetler sınıfında istihdam
ediliyor olmak mıdır, belirli bir etnik kökene veya mezhebe ya da dinsel
tarikat veya cemaate mensup olmak mıdır, herhangi bir siyasi partiye yakın ya
da uzak olmak mıdır, kadın veya erkek olmak mıdır, nedir ya da nelerdir'
İhtiyaç fazlasının nasıl tespit edileceği yanında, ihtiyaç fazlası
olarak nitelendirilecek personelin hangi kriterler temelinde nasıl
belirleneceği konusunda da hiçbir ölçüt getirilmeyerek, bu hususlar tamamen
idareye bırakılmıştır.
İdarenin kanuniliği ilkesi, düzenlenen konudan yalnız kavram, ad
ve kurum olarak söz edilmesini değil, bunların yasa metninde
kurallaştırılmasını ifade eder. Kurallaştırma ise, düzenlenen alanda temel
ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını gerekli kılar. Ancak bu
koşulla uzmanlık ve teknik konulara ilişkin ayrıntıların belirlenmesi yürütme
organının takdirine bırakılabilir.
Öte yandan,Kuvvetler ayrılığının benimsendiği Anayasada, yasama,
yürütme ve yargı organlarının görev ve yetki alanları ayrılarak düzenleme
yapıldığından, Anayasa ile öngörülen ayrık durumlar dışında bunlar arasında
yetki devri olanaklı değildir. Bu husus, Anayasanın 7 nci maddesinde açıkça
ifade edilerek 'Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet
Meclisinindir. Bu yetki devredilemez' denildiğinden, denildiği taktirde bu
yetki, kökenini Anayasadan almayacağı için, Anayasanın 7 nci ve 8 inci
maddelerinin yanı sıra Anayasanın 6 ncı maddesine de aykırılık oluşturur.
Anayasaya göre yürütmenin asli düzenleme yetkisi, Anayasanın
gösterdiği ayrık haller dışında yoktur. Bu yetki Anayasanın 7 nci maddesinde
Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiştir ve devredilemez. Yürütme, ancak
yasayla asli olarak düzenlenmiş alanda kural koyabilir. Yasa koyucu, belli konularda
gerekli kuralları koyacak, çerçeveyi çizecek, eğer uygun ve zorunlu görürse,
onların uygulanması yolunda sınırları belirlenmiş alanlar bırakacak, idare,
ancak o alanlar içinde takdir yetkisine dayanmak suretiyle yasalara aykırı
olmamak üzere bir takım kurallar koyarak yasanın uygulanmasını sağlayacaktır.
Oysa, 657 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7 nci maddesiyle 645
sayılı KHK'ye eklenen geçici 6 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrasında,
Bakanlığın, oluşturulacak bir Komisyon marifetiyle, merkez ve taşra teşkilatı
ile bağlı ve ilgili kuruluşları arasında ihtiyaç fazlası olarak tespit edilen
personelin, kadroları ile birlikte başka kurumlara naklen atayabileceğine yer
verilirken; (3) numaralı fıkrasında ise, ihtiyaç fazlası personelin tespiti,
komisyonun oluşumu, çalışma usul ve esasları ile buna ilişkin diğer hususların
Bakanlıkça belirleneceği hüküm altına alınmıştır. Böylece, ihtiyaç fazlasının
nasıl ve hangi kriterlere göre tespit edileceği yanında, ihtiyaç fazlası olarak
nitelendirilecek personelin hangi kriterler temelinde nasıl belirleneceği
konusunda da hiçbir ölçüt getirilmeyerek, Yasamanın düzenleme yetkisi hiçbir
ölçüt getirilmeden, esaslar belirtilmeden ve çerçeve çizilmeden bütünüyle
idareye devredilerek Anayasanın 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine
aykırı düzenleme yapılmıştır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 657 sayılı Orman ve Su İşleri
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Hükmünde Kararnamenin 7 nci maddesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve
11 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
4) 657 Sayılı 'Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin 31 inci
Maddesi ile 3254 Sayılı Kanuna Eklenen Geçici 7 nci Maddesinin Anayasaya
Aykırılığı
657 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 31 inci maddesi ile 3254
sayılı Meteoroloji Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanuna
eklenen geçici 7 nci maddenin;
Birinci fıkrasında, Genel Müdürlük merkez teşkilatında Genel
Müdür, Genel Müdür Yardımcısı, Teftiş Kurulu Başkanı, I. Hukuk Müşaviri, Hava
Tahminleri Dairesi Başkanı, Zirai Meteoroloji ve İklim Rasatları Dairesi
Başkanı, Araştırma ve Bilgi İşlem Dairesi Başkanı, Strateji Geliştirme Daire
Başkanı, Personel Dairesi Başkanı, İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanı kadrolarında
bulunanlar ile taşra teşkilatında Bölge Müdürü, Bölge Müdür Yardımcısı, Şube
Müdürü, Ankara il merkezinde bulunan Meteoroloji İstasyon Müdürü ve ilçe
merkezlerinde bulunan klima istasyonlarının Meteoroloji İstasyon Müdürü
kadrolarında bulunanların görevinin, bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe
girdiği tarihte sona ereceği;
İkinci fıkrasında, görevi sona erenlerden Genel Müdür, Genel Müdür
Yardımcısı, Teftiş Kurulu Başkanı, I. Hukuk Müşaviri, Hava Tahminleri Dairesi Başkanı,
Zirai Meteoroloji ve İklim Rasatları Dairesi Başkanı, Araştırma ve Bilgi İşlem
Dairesi Başkanı, Strateji Geliştirme Daire Başkanı, Personel Dairesi Başkanı,
İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanı ve Bölge Müdürü kadrolarında bulunanların
bu Kanun Hükmünde Kararnameyle Genel Müdürlük adına ekli (3) sayılı liste ile
ihdas edilen Müşavir kadrolarına; Bölge Müdür Yardımcısı, Şube Müdürü ve
Meteoroloji İstasyon Müdürü kadrolarında bulunanların ise, aynı liste ile ihdas
edilen Araştırmacı kadrolarına başka bir işleme gerek kalmaksızın bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarihte atanmış sayılacakları; bu madde uyarınca ihdas edilen
Müşavir ve Araştırmacı kadrolarının herhangi bir sebeple boşalması halinde
hiçbir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılacakları;
Üçüncü fıkrasında, bu madde uyarınca atanmış sayılan personelin
yeni kadrolarına atanmış sayıldıkları tarih itibarıyla eski kadrolarına ilişkin
olarak en son ayda aldıkları sözleşme ücreti, aylık, ek gösterge, ikramiye (bir
aya isabet eden net tutarı), her türlü zam ve tazminatları, makam tazminatı,
temsil tazminatı, görev tazminatı, ek ücret, ek ödeme ve benzeri adlarla
yapılan her türlü ödemelerin (ilgili mevzuatı uyarınca fiili çalışmaya bağlı
fazla mesai ücreti hariç) toplam net tutarının (bu tutar sabit bir değer olarak
esas alınır); yeni atandıkları kadrolara ilişkin olarak yapılan sözleşme
ücreti, aylık, ek gösterge, ikramiye (bir aya isabet eden net tutarı), her
türlü zam ve tazminatları, makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı,
ek ücret, ek ödeme ve benzeri adlarla yapılan her türlü ödemelerin (ilgili
mevzuatı uyarınca fiili çalışmaya bağlı fazla mesai ücreti hariç) toplam net
tutarından fazla olması halinde aradaki fark tutarının, herhangi bir vergi ve
kesintiye tabi tutulmaksızın fark kapanıncaya kadar ayrıca tazminat olarak
ödeneceği; atanmış sayıldıkları kadro unvanlarında isteğe bağlı olarak herhangi
bir değişiklik olanlarla, kendi istekleriyle başka kurumlara atananlara fark
tazminatı ödenmesine son verileceği;
Dördüncü fıkrasında, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren bir yıl süreyle, 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 9 uncu
maddesindeki sınırlamalara bağlı olmaksızın boş kadrolarda sınıf, unvan ve
derece; dolu kadrolarda ise derece değişikliği yapmaya Bakanlar Kurulunun
yetkili olduğu;
Beşinci fıkrasında, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün
bölge müdürlüklerinin kaldırıldığı; bu Kanun Hükmünde Kararname uyarınca
yeniden kurulacak bölge müdürlüklerinin merkezleri ve bağlı illerinin Bakanlar
Kurulunca belirleninceye kadar mevcut bölge müdürlüklerinin görevlerine devam
edecekleri;
Altıncı fıkrasında, bu Kanun Hükmünde Kararname ile yeniden
yapılandırılan Meteoroloji Genel Müdürlüğünün teşkilatlanması tamamlanıncaya
kadar değişen veya yeni kurulan birimlere verilen görevler ve hizmetlerin,
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün mevcut birimleri ve personeli
eliyle yürütülmeye devam olunacağı;
hüküm altına alınmaktadır.
657 sayılı KHK'nin 16-32 nci maddeleri arasındaki düzenlemeler,
3254 sayılı Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanunda yapılan değişiklikleri kapsamakta ve 16-26 ncı maddeleri
teşkilata ilişkin düzenlemeleri içermektedir.
657 sayılı KHK'nin 16 ncı maddesiyle, 3254 sayılı Kanunun adı
Meteoroloji Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun şeklinde,
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün adı ise Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğü şeklinde değiştirilmekte; 17 nci maddesiyle, 3254 sayılı Kanunun 7
nci maddesinde yapılan değişiklikle, Hava Tahminleri Dairesi Başkanlığının adı
'Tahminler Dairesi Başkanlığı', Zirai Meteoroloji ve İklim Rasatları Dairesi
Başkanlığının adı 'Gözlem Sistemleri Dairesi başkanlığı' adı olarak
değiştirilip; 3254 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinde 'Danışma ve Denetim
Birimi' olarak yer alan Araştırma ve Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı'ndan,
'Meteorolojik Veri İşlem Dairesi Başkanlığı' ve Araştırma Dairesi Başkanlığı'
adlarıyla iki Ana Hizmet Birimi türetilerek 7 nci maddeye (c) ve (d) bentleri
olarak eklenmekte; 18 inci maddesiyle 3254 sayılı Kanunun 8 inci maddesinde
yapılan değişiklikle Hava Tahminleri Dairesi Başkanlığının görevleri, Tahminler
Dairesi Başkanlığı olarak; 19 uncu maddesiyle ise, 3254 sayılı Kanunun 9 uncu
maddesinde yapılan değişiklikle Zirai Meteoroloji ve İklim Rasatları Dairesi
Başkanlığının görevleri Gözlem Sistemleri Dairesi başkanlığı olarak yeniden
düzenlenmekte; 20 nci maddesiyle, Araştırma ve Bilgi İşlem Dairesi
Başkanlığının ikiye ayrılmasıyla oluşturulan Meteorolojik Veri İşlem Dairesi
Başkanlığı ile Araştırma Dairesi başkanlığının görevleri 9/A ve 9/B maddeleri
olarak düzenlenmekte; 21 inci maddesiyle 3254 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinin
(c) bendinde yer alan ve yukarıda belirtildiği üzere iki daire başkanlığı
yaratılan Araştırma ve Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığının yerine Strateji
Geliştirme Daire Başkanlığı getirilmekte; 22 nci maddesiyle 3254 sayılı Kanunun
11 inci maddesinde yer alan 'tüzükle' ibaresi yerine daha alt bir hukuki
düzenleme olan 'yönetmelikle' şeklinde değiştirilmekte; 23 üncü maddesiyle 3254
sayılı Kanunun 13 üncü maddesinde düzenlenen Araştırma ve Bilgi İşlem Dairesi
Başkanlığının yerine, Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığının görevleri
düzenlenmekte; 24 üncü maddesiyle 3254 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin (a)
bendinde yer alan 'Personel Dairesi Başkanlığı', 'İnsan Kaynakları Dairesi
Başkanlığı' olarak değiştirilip; 25 inci maddesiyle ise 3254 sayılı Kanunun 15
inci maddesi, İnsan kaynakları Dairesi Başkanlığının görevleri olarak yeniden
düzenlenmekte; 26 ncı maddesinde ise döner sermaye işletmesine yer
verilmektedir.
Bu bağlamda, 657 sayılı KHK ile 3254 sayılı Kanunda teşkilata
ilişkin yapılan değişiklik, Genel Müdürlük ile iki Ana Hizmet Biriminin adının
değiştirilmesi ve Danışma ve Denetim Birimleri arasında yer alan 'Araştırma ve
Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı'ndan, 'Meteorolojik Veri İşlem Dairesi
Başkanlığı' ve Araştırma Dairesi Başkanlığı' adlarıyla iki Ana Hizmet Birimi
türetilerek Ana Hizmet Biriminin dörde çıkarılması; Personel Dairesi
Başkanlığının adının İnsan Kaynakları ve Eğitim Dairesi Başkanlığı yapılması ve
22.12.2005 tarihli ve 5436 sayılı Kanunun 15 inci maddesiyle 5018 sayılı Kanun
kapsamındaki kurumlarda zaten kurulmuş bulunan Strateji Geliştirme Daire
Başkanlığının, ismen 3254 sayılı Kanunda da yer alması ile Genel Müdürlükte
döner sermaye işletmesi kurulması ile sınırlıdır.
Bu bağlamda yapılan değişikliklerle, teşkilat küçülmemiş; hiçbir
birimi kapatılmamış; aksine teşkilata yeni birimler eklenerek daha da
genişletilmiştir. Dolayısıyla, Genel Müdürlük merkez teşkilatında Genel Müdür,
Genel Müdür Yardımcısı, Teftiş Kurulu Başkanı, I. Hukuk Müşaviri, Hava
Tahminleri Dairesi Başkanı, Zirai Meteoroloji ve İklim Rasatları Dairesi
Başkanı, Araştırma ve Bilgi İşlem Dairesi Başkanı, Strateji Geliştirme Daire
Başkanı, Personel Dairesi Başkanı, İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanı
kadrolarında bulunanlar ile taşra teşkilatında Bölge Müdürü, Bölge Müdür
Yardımcısı, Şube Müdürü, Ankara il merkezinde bulunan Meteoroloji İstasyon
Müdürü ve ilçe merkezlerinde bulunan klima istasyonlarının Meteoroloji İstasyon
Müdürü kadrolarında bulunanların görevlerine yasa ile son verilerek müşavirlik
ve araştırmacı kadrolarına atanmalarının fiili veya hukuki hiçbir gerekçesi
bulunmamaktadır.
Anayasa Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere,
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti, insan haklarına saygı gösteren, bu
hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup, bunu geliştirerek sürdüren,
Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına
egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı
denetimine açık, yasaların üstünde Anayasanın ve yasakoyucunun da uyması
gereken temel hukuk ilkelerinin bulunduğunun bilincinde olan devlettir.
Hukuk devleti hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin
tüm işlem ve eylemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal
düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerektirir. Hukukî güvenliğin bir sonucu da kazanılmış haklara saygı
gösterilmesi ilkesidir. Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statüden doğan ve
kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel alacak niteliğine dönüşmüş olan haktır.
Kişilerin hukuk düzenine güvenerek elde ettikleri hakların sonradan çıkarılacak
yasal düzenlemelerle ihlal edilmemesi bu ilkenin gereğidir. Aksine düzenleme
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturur.
657 sayılı Kanunun Temel ilkeler başlıklı 3 üncü maddesinin
birinci fıkrasının (B) bendinde kariyer, Devlet memurlarına yaptıkları
hizmetler için gerekli bilgilere ve yetişme şartlarına uygun şekilde, sınıfları
içinde en yüksek derecelere kadar ilerleme imkanını sağlamaktır şeklinde;
liyakat ise, Devlet kamu hizmetleri görevlerine girmeyi, sınıflar içinde
ilerleme ve yükselmeyi, görevin sona erdirilmesini liyakat sistemine
dayandırmak ve bu sistemin eşit imkanlarla uygulanmasında Devlet memurlarını
güvenliğe sahip kılmaktır şeklinde tanımlanmıştır.
3254 sayılı Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü/Meteoroloji
Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda yer alan ana hizmet,
danışma ve denetim ile yardımcı birimlerden, 657 sayılı KHK'nin 31 inci
maddesiyle 3254 sayılı Kanuna eklenen geçici 7 nci maddesinin (1) numaralı
fıkrasında sayılı kadro görev unvanlarına ilişkin birimlerden hiç biri
kapatılmadığına; Genel Müdürlük merkez teşkilatında Genel Müdür, Genel Müdür
Yardımcısı, Teftiş Kurulu Başkanı, I. Hukuk Müşaviri, Hava Tahminleri Dairesi
Başkanı, Zirai Meteoroloji ve İklim Rasatları Dairesi Başkanı, Araştırma ve
Bilgi İşlem Dairesi Başkanı, Strateji Geliştirme Daire Başkanı, Personel
Dairesi Başkanı, İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanı kadrolarında bulunanlar
ile taşra teşkilatında Bölge Müdürü, Bölge Müdür Yardımcısı, Şube Müdürü,
Ankara il merkezinde bulunan Meteoroloji İstasyon Müdürü ve ilçe merkezlerinde
bulunan klima istasyonlarının Meteoroloji İstasyon Müdürü kadrolarında
bulunanlar, söz konusu görevlere 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun kariyer
ve liyakat ilkeleri çerçevesinde yükseldiğine ve dolayısıyla bu görevler
kendileri yönünden hukuken kesinleşmiş ve kişisel alacak niteliğine dönüştüğüne
göre, bu görevleri statü hukukuna göre yürüten kamu görevlilerinden bölge
müdürü ve üstü kadrolarda bulunanların yasayla 'Müşavir', astı kadrolarda
bulunanların ise 'Araştırmacı' gibi pasif görevlere atanmaları, Yasanın
öngördüğü güvenliklerinin ortadan kaldırılarak, statü hukukunun gereği olan
kazanılmış haklarının ellerinden alınması demektir. Dolayısıyla, kazanılmış
hakları ortadan kaldıran söz konusu düzenlemeler Anayasanın 2 nci maddesindeki
hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Öte yandan geçici 7 nci maddenin üçüncü fıkrasında, birinci
fıkraya göre Müşavir kadrolarına atanmış sayılanların bu kadrolara atanmış
sayıldıkları tarih itibarıyla eski kadrolarına ilişkin olarak en son ayda
aldıkları sözleşme ücreti, aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatlar,
makam, görev ve temsil tazminatları, ek ücret, ek ödeme ve benzeri adlarla
yapılan her türlü ödemelerin (ilgili mevzuatı uyarınca fiilî çalışmaya bağlı
fazla mesai ücreti ile fiilen yapılan ders karşılığı ödenen ek ders ücreti hariç)
toplam net tutarının (bu tutar sabit bir değer olarak esas alınır), atanmış
sayıldıkları yeni kadrolara ilişkin olarak aylık, ek gösterge, her türlü zam ve
tazminatlar, makam, görev ve temsil tazminatları, ek ücret, ek ödeme ve benzeri
adlarla yapılan her türlü ödemelerin (ilgili mevzuatı uyarınca fiilî çalışmaya
bağlı fazla mesai ücreti ile fiilen yapılan ders karşılığı ödenen ek ders
ücreti hariç) toplam net tutarından fazla olması hâlinde aradaki fark
tutarının, herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaksızın fark kapanıncaya
kadar ayrıca fark tazminatı olarak ödeneceği belirtilerek; atamaları bu şekilde
yapılanların mali haklarının korunduğu gibi bir izlenim yaratılmaktadır.
Ancak fıkrada, 'toplam net tutarının' ibaresinden sonra parantez
içinde 'bu tutar sabit bir değer olarak esas alınır' ifadesine yer verilerek,
kadro görev unvanlarına ait aylık net hak edişleri sabitlenmiştir. Bu durumda
örneğin genel müdürün en son aldığı net maaşı 100 TL ve Müşavirin maaşı ise 90
TL ise aradaki 10 TL içinde bulunulan ayda tazminat olarak ödenerek maaşı yine
100 TL olacak; örneğin yıllık %11 oranındaki enflasyonun maaşlara
yansıtılmasından dolayı bir sonraki ay genel müdür maaşı 111 TL, Müşavir maaşı
da 100 TL olduğunda ise, net maaş sabitlendiğinden dolayı, genel müdür iken,
yasayla Müşavir görevine atanan kişiye herhangi bir ödemede bulunulmayacak,
kişinin maaşı nominal olarak yine 100 TL olurken; reel olarak 90 TL'ye
gerileyecektir. Dolayısıyla kazanılmış statü kaybının yanında kazanılmış mali
hak kaybı da söz konusu olduğundan iptali istenen düzenlemeler Anayasanın 2 nci
maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bu açıdan da bağdaşmamaktadır.
Diğer yandan, Yasa ile hem genel müdür, hem bölge müdürü 'Müşavir'
görevine atanmaktadır. Anayasanın 10 uncu maddesindeki, 'yasa önünde eşitlik
ilkesi' hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli
değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda
bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak,
ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı
durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa
karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Yasa önünde eşitlik, herkesin
her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki
özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve
uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal
durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasada öngörülen eşitlik ilkesi
zedelenmez. Statü hukukunda genel müdür ile bölge müdürü farklı hiyerarşik
kademe ve kadro unvanlarına karşılık geldiği halde; bunlar bir, aynı ve
eşitlermiş gibi genel müdürden bölge müdürüne olanların Yasayla 'Müşavir'
görevlerine atanmaları Anayasanın 10 uncu maddesindeki 'yasa önünde eşitlik
ilkesi' ile bağdaşmaz.
Anayasanın 36 ncı maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu; 125 inci maddesinde ise,
idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolunun açık olduğu
belirtilmiştir.
Kamu görevlilerinin, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun kariyer
ve liyakat ilkelerine göre yükseldikleri ve hukuki güvenliğe sahip
kılındıkları, genel müdür, genel müdür yardımcısı, daire başkanı ve benzeri
kadro unvanlarından, 'Müşavir' görevine olağan hukuki yol olan idari işlemle
atamalarının yapılması durumunda kullanabilecekleri Anayasal güvence altındaki
hak arama özgürlüğü ile yetkili yargı mercilerine dava açma haklarının, Yasayla
atanmaları suretiyle ellerinden alınması Anayasanın 36 ncı ve 125 inci
maddelerine aykırıdır.
Öte yandan, geçici 7 nci maddenin beşinci fıkrasında,Devlet
Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün bölge müdürlüklerinin kaldırıldığı; bu
Kanun Hükmünde Kararname uyarınca yeniden kurulacak bölge müdürlüklerinin
merkezleri ve bağlı illerinin Bakanlar Kurulunca belirleninceye kadar mevcut
bölge müdürlüklerinin görevlerine devam edecekleri hüküm altına alınmaktadır.
Bölge Müdürlükleri, yeniden kurulacak ise neden kaldırıldığı sorusu bir yana
Bölge Müdürlükleri idari tasarrufla her zaman kaldırılabilir ve başka yerlerde
her zaman kurulabilir veya kurulmayabilir. İdari tasarrufla kurulan ve her
zaman idari tasarrufla kaldırılabilen Bölge Müdürlüklerinin yasayla
kaldırılması, bölge müdürlerinin görevlerinden alınmalarına hukuki kılıf
aramaktan başka bir anlama gelmemektedir.
Hiç kuşku yoktur ki geçici 7 nci maddede yer alan tüm
düzenlemeler, siyasi iktidarın Meteoroloji genel Müdürlüğünde, siyasi bir
kadrolaşmaya gitmesine zemin oluşturmak üzere yapılmıştır. Hukuken geçerli
başkaca bir amacı bulunmamaktadır.
Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal bir
hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu
hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına
egemen kılan devlettir.
Sosyal hukuk devleti, toplum ve çalışma yaşamında adalete ve
eşitliğe dayalı bir hukuk düzeni kurmak; kazanılmış hakları korumak
durumundadır. Hukukta kazanılmış hakların korunması, hukuki güvenliğin kanıtı,
uygunluğun ölçüsüdür.
Hukuk devletinin temel unsurları arasında 'kazanılmış haklara
saygı' yer almaktadır. Bu nedenle Anayasanın 123 üncü ve 128 inci maddesi
uyarınca yapılacak tüm düzenlemelerin, memurların ve kamu görevlilerinin
kazanılmış haklarını koruması gerekir. Aksine düzenleme, Anayasanın 2 nci
maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle,657 sayılı Orman ve Su İşleri
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Hükmünde Kararnamenin 31 inci maddesi ile 3254 sayılı Kanuna eklenen geçici 7
nci maddesi, Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 36 ncı, 123 üncü, 125 inci ve 128 inci
maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
1) 657 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile değişiklik yapılan yasa
ve yasa gücünde kararnamelerin, 6223 sayılı Yetki Kanununun kapsamı içinde
olmaması, 657 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yapılan düzenlemelerin
Anayasanın öngördüğü 'ivedilik', 'zorunluluk' ve 'önemlilik' şartlarını
taşımaması ve 657 sayılı KHK ile kamu hizmetlerinin kapsamına yeni hizmet ve
faaliyetlerin alınarak vergi mükellefleri üzerinde ek mali yükler oluşturulması
nedenleriyle, 657 sayılı KHK'nin tümünün ve ayrı ayrı tüm maddeleri ile eki
cetvel ve listelerin yürürlüğünün durdurularak kamu hizmetlerinden
yararlananlar ile vergi mükelleflerinin ileride telafisi mümkün olmayan zarar
ve ziyanlardan korunması gerekeceği değerlendirilmektedir.
2) Anayasaya ve hukukun evrensel ilkelerine aykırı bir biçimde,
Bakanlık Müşavirliği kadrolarına atanmış bulunanlara, Bakanlık Müşavirliğine
ilişkin görevler de yaptırılmayarak, Bakanlığın merkez ve taşra teşkilatındaki
hizmet sınıfları ile meslek kariyerlerinden unvanlı veya unvansız hangi
kadrolara ait hangi görevleri yürütecekleri de belirtilmeden, Bakana tanınan
sınırsız bir yetki kapsamında, Bakan tarafından belirlenen birimlerde sürekli
görevle istihdam edileceği gibi belirsiz bir görevlendirmeye tabi tutularak
hukuki güvenliklerinin ortadan kaldırılması, Anayasanın 2 nci maddesindeki
hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmaz. İptali ve yürürlüğünün durdurulması istenen
düzenleme,kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açarak
toplumsal kararlılığı ve hukuksal güvenceyi ortadan kaldırdığı için bu kuralın
uygulanması halinde sonradan giderilmesi güç ya da olanaksız durum ve
zararların doğabileceği açıktır.
3) İptali ve yürürlüğünün durdurulması istenen düzenleme ile
oluşturulacak bir Komisyon marifetiyle, Bakanlığın merkez ve taşra teşkilatı
ile bağlı ve ilgili kuruluşları arasında ihtiyaç fazlası olarak tespit edilen
personelin, kadroları ile birlikte başka kurumlara naklen atanması ve ihtiyaç
fazlası personelin tespiti, komisyonun oluşumu, çalışma usul ve esasları ile
buna ilişkin diğer hususların Bakanlıkça belirlenmesi öngörülür iken; ihtiyaç
fazlasının nasıl ve hangi kriterlere göre tespit edileceği yanında, ihtiyaç
fazlası olarak nitelendirilecek personelin hangi kriterler temelinde nasıl
belirleneceği konusunda da hiçbir ölçüt getirilmeyerek, Yasamanın düzenleme
yetkisinin hiçbir ölçüt getirilmeden, esaslar belirtilmeden ve çerçeve
çizilmeden bütünüyle idareye devredilerek Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8
inci ve 11 inci maddelerine aykırı düzenlemeler yapılmıştır. Kamu
görevlilerinin güvenlik içinde görev yapmalarını ve hukuksal güvencelerini
ortadan kaldıran bu düzenleme ile sonradan giderilmesi güç ya da olanaksız
durum ve zararların doğabileceği açıktır.
4) Ortada hukuken ve fiilen geçerli hiçbir sebep yokken,
Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 36 ncı, 123 üncü, 125 inci ve 128 inci maddelerine
aykırı bir şekilde kamu görevlilerinin yasayla görevlerinden alınarak 'Müşavir'
ve 'Araştırmacı' kadrolarına atanmaları; hukuk devleti ilkesine aykırı bir
şekilde kazanılmış haklarının ellerinden alınması; eşitsizlik yaratılması ve
yetkili yargı mercileri nezdinde haklarını aramalarının engellenmesi, sonradan
giderilmesi güç ve olanaksız zararların doğmasına neden olmuştur.
Öte yandan, Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve
düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti olmanın en önemli
gerekleri arasında sayılmaktadır. Anayasaya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle
korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun
üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence
altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden
giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya
açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya
kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava
açılmıştır.
V. SONUÇ VE İSTEM
02.11.2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan,
10.10.2011 tarihli ve 657 sayılı 'Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin;
I) İptal davasıyla ilgili ilk ve esas incelemelerinde, 6216 sayılı
Kanunun 59 uncu ve 60 ıncı maddeleri uyarınca Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim
Kılıç'ın reddine,
II) 1) Tümü ve ayrı ayrı tüm maddeleri ile eki (1) Sayılı Cetvel,
(2) Sayılı Cetvel, (1) Sayılı Liste ve (2) Sayılı Liste, Anayasanın
Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci, 87 nci, 91 inci, 123 üncü ve
163 üncü maddelerine;
2) 6 ncı maddesi, Anayasanın başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2
nci, 7 nci, 11 inci, 87 nci, 91 inci ve 128 inci maddelerine;
3)7 nci maddesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci
maddelerine;
4) 31 inci maddesi ile 3254 sayılı Kanuna eklenen geçici 7 nci
maddesi, Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 36 ncı, 123 üncü, 125 inci ve 128 inci
maddelerine;
aykırı olduklarından iptallerine ve uygulanmaları halinde
giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar olacağı için, iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin
istemimizi saygı ile arz ederiz.'"